O da Bir Yetimdi
Yetim veya öksüzler, geçmişten günümüze değin toplumlarda varlığını sürdüre gelen önemli bir kitledir. Bu kitle, insanlığın imtihan alanlarından önemli bir kalemi teşkil etmektedir. İnsanlığın atasının dünya serüvenine bir anlamda “yetim” olarak başlayışı ve hemen her insanın bir şekilde karşı karşıya kaldığı bu elem ve keder yüklü hakikat, bir yönüyle hayatın olumlu-olumsuz getirileri ile yalnız başımıza mücadeleyi hatırlatır ve öğretirken, diğer taraftan da zihnimizde dünya hayatı ve onun değerlerinin fani olduğu gerçeğini diri tutmaktadır. Türk dilinde “Babası vefat eden çocuk, “yetim”, anası veya hem anası hem babası ölmüş olan çocuk da “öksüz” olarak tanımlanmaktadır. Yetim; ağladığı zaman âdeta arşı titreten, güldüğü vakit cennette güller açmasına vesile olan öksüz yavrudur.
Barınacak ocaktan, daha da önemlisi sığınacak şefkatli bir kucaktan mahrum küçüktür, yetim. Çağımızda da terör ve şiddet, savaşlar, çeşitli hastalıklar nice masum yavruyu anne-babasız bırakmaktadır. Gözü yaşlı bir çocuğun akıttığı keder yüklü bir damla yaş, sadece bireyi değil insan olarak herkesi yakından ilgilendirmelidir. Bir yönüyle o küçücük gözden akan yaş, toplumun ortak gözyaşı olarak telâkkî edilmelidir. Zira yetim, topluma bir emanettir.
Yetimlik, şüphesiz insanın sahip olduğu en güzel nimetlerden mahrum oluşunu beraberinde getirmektedir. Zira insan değil çocukluğunda, hemen her dönemde merhamet ve şefkatine, koruma ve rehberliğine ihtiyaç duyduğu kimselere gereksinim duyar. Anne-babanın bu anlamda misyonu tartışılamayacak önemdedir. Onların sevgi ve şefkati, korumasız yavruya kucak açışlarının değeri izahtan varestedir. Bu bağlamda hani Kur’an’da bir taraftan anne-babaya itaat emredilirken (İsra, 23) diğer taraftan da “Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve:
Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni koruyup yetiştirdikleri gibi şimdi sen de onlara merhamet et.’’ (İsra, 24) buyrularak, onların çocukluğumuzda bizleri her türlü olumsuzluktan koruyucu mahiyetteki merhamet kalkanlarına dolaylı bir şekilde vurgu yapılmaktadır. Gerçekten anne-baba, çocuğun hayatında belli bir döneme kadar kalkan vazifesi ifa etmektedir. Yine Hz. Lokman (a.s.)’ın ilâhî bir terbiyeyi yansıtan “Ey oğulcuğum/yavrum…” şeklinde devam eden ve bir dizi öğüdü içeren (Lokman, 13-19) sevgi, şefkat, merhamet dolu ifadelerinin, Yusuf (a.s.) için gözleri kör edercesine akıtılan muhabbet yüklü yaşın, çocukta bırakacağı derin izler, duygular göz ardı edilebilir mi? Evet yetim bu ve benzeri duygulara hasret bir fidandır. O fidanın hayat suyu olan anne-babanın yokluğunu bir nebze olsun toplum ona hissettirmeme gayretinde olmalıdır ki o fidan filizlenebilsin. Bu nedenledir ki Kur’an-ı Kerim’in 21 yerinde doğrudan veya dolaylı olarak yetimlerin gözetilmesi emredilmektedir. Söz konusu ayetlerde Yüce Mevlâ, yetimlere iyi davranılmasını, onların isteklerinin önde tutulmasını, onları doyurmayı, onlar için harcama yapmayı, mallarının idaresinde en güzel tutumu göstermeyi, rüştlerine erince mallarını en güzel şekilde onlara vermeyi, haksızlık etmemeyi, onlara kötü muamele yapmamayı emretmiş; yetimlere ikram edilmemesini ve onların ezilmesini yermiş ve onların mallarını haksızlıkla yiyenleri karınlarına ateş doldurmuş olanlara benzetmiştir. (Nisâ, 10)
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz de yetim olarak dünya serüvenine başladı. O, yetim olarak büyüdü. Nitekim annesi ona hamile iken babasını, altı yaşlarında iken de annesini kaybetmiş; önce dedesi Abdülmuttalib’in, onun ölümünden sonra da amcası Ebu Talib’in himayesinde yetişmiştir. Geleneğimizde o (s.a.s.), “dürr-i yetim” (sadef içindeki tek olan inci, yetimlerin incisi) olarak nitelendirilmiştir. Konu ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de, “…O seni yetim bulup barındırmadı mı? Seni yol bilmez halde bulup yol göstermedi mi? Seni fakir bulup zengin etmedi mi? Öyleyse yetimi sakın ezme.” (Duha, 6-9) buyrulmaktadır. Bu ayetlerde bir yönüyle kutlu elçinin yetim oluşuna vurgu yapılırken, diğer taraftan korunmaya, şefkat ve merhamete en muhtaç kesimi teşkil eden yetimlere sahip çıkması, onları azarlamaması emredilmektedir. Aslında yetimler konusunda yapılan uyarı, şefkat ve merhamet abidesi peygamberimizden çok onun şahsında bütün inananlara/insanlara yapılan bir çağrıdır. Zira cahiliye döneminde yetimlerin hakları gözetilmez, malları ellerinden alınır, kendilerine zulmedilirdi. Onun çocukluk, gençlik ve olgunluk dönemlerinin hepsi, peygamberliğinin basamakları olarak telâkkî edilirse, toplumun yetimlere karşı olan bu olumsuz tutum ve davranışlarının sonlandırılmasında onun temsil ettiği bu konum ayrı bir öneme sahiptir.
Sevgili Peygamberimiz’in anne-baba gibi dünyada sahip olunabilecek en güzel ve değerli nimetlerden mahrum olarak çocukluğunu geçirmesi, onun ileriki dönemlerde yükleneceği nübüvvet görevine bir anlamda zorlu şartlarda hazırlanmasıdır. Kendi ifadesiyle onu Rabbimiz en güzel şekilde terbiye etti (Acluni, Keşfu’l-Hafa, I, 70), korudu, kolladı, ona ilâhî vahyi rehber eyledi. Bu nedenledir ki o (s.a.s.) hayatının hiçbir safhasında utanılacak bir eylemde bulunmadı. (Duha, 6-8) Neticede o, şefkatti, merhametti, rahmetti, yetime, öksüze, bîkese, herkese, âleme…
İslâm inancının insanlığa getirdiği veya yeniden üstüne basa basa hatırlattığı ilkelerden biri olan yetimleri koruma ilkesi, başlı başına tefekkür eden, zihin ve gönül dünyası kilitlenmemiş bir insan için İslâm dininin hak din olduğunun önemli göstergelerindendir. Zira İslâm dini, değer ya da değersizliği, güç ve nüfuza, sahip ya da sahipsiz oluşa göre değil “insan” eksenine oturtmuştur. Onun mesajlarından süzülen anlayışa göre, yetim topluma Allah’ın bir emanetidir.
O emanete sahip çıkmak, rahmet elçisinin lisanıyla, cennette onunla beraber oluşun yoludur. Yetimlerin korunması, hak ve hukuklarının gözetilmesi, muhtaç oldukları sevgi ve şefkatten mahrum bırakılmamaları gerçekten önem arz etmektedir. Dinimizde hiçbir hayır küçümsenmemelidir. Amaçladığımız cennet ve Rabbimizin rızası için ummadığımız bir davranış yeter kabul edilebilir. Nitekim bir defasında Hz. Peygamber, kedi yüzünden cehennemi hak eden bir kadını anlatıyordu. Bu kadın, kedisini açlıktan ölünceye kadar hapsetmiş, ona yiyecek ve su vermemekle kalmamış, yerdeki böcekleri yemesini de engellemişti. İşte bu merhametsiz kadın “acımayana acınmaz.” ilkesi gereğince Allah’ın merhametinden uzak düşmüştü. (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 16) Buna karşılık toplumda ahlâkî zafiyetleri bulunan biri olarak tanınan bir başka kadın da Rasûlullah’ın bildirdiğine göre, bir köpeğe acıyıp yardım ettiği için, Allah’ın af ve merhametine kavuşmuştu. Şöyle ki; güneşin ortalığı kasıp kavurduğu bir gün zikri geçen kadın çölde yoluna devam ederken susuzluktan yorgun düşer. Gördüğü bir su kuyusuna inerek susuzluğunu giderir. Yukarı çıktığı zaman susuzluktan bitkin hale gelmiş, neredeyse ölmek üzere olan bir köpeğin, kuyunun etrafında dolandığını, nemli toprağı yalayıp durduğunu görür. Hayvana acır, kuyunun duvarı örülmediği için inip çıkmak zor olduğu halde tekrar kuyuya iner. Ayakkabısına su doldurarak köpeği sular. Onun bu hareketinden hoşnut olan Allah, kadının günahlarını bağışlayıp affeder. (Buhârî, Şürb, 9; Müslim, Selâm, 153) Bu hadis çeşitli açılardan ele alınarak değerlendirmeler yapılabilir. Toplumsal hayatımızda, dünyamızda yaşama tutunmaya çalışan nice insanlar mevcuttur. Maddî yetersizliklerin yanında şefkat, sevgi, koruma, yol gösterme mahrumu insanlar hiç de az değildir. Var oluşun anlamlandırılmasını bu kadar hassas bir zemine oturtan din de, yetimler de dahil olmak üzere eğitim ve öğretime, sevgi ve şefkate, tebessüme muhtaç her insana gücümüzle orantılı bir şekilde ihtiyaç duyduğu hususlarda yardımcı olmak, imkânlarımızı, yetenek ve yeterliliklerimizi sadece bireysel huzur ve mutluluğumuz yerine paylaşarak diğer insanların mutluluğu için de kullanma özverisinin ne derece övgüye layık olacağından kuşkumuz olmasın.
Kur’an-ı Kerim’de, “O sarp yokuş/eşik nedir bilir misin? Köleyi özgürlüğüne kavuşturmak veya açlık gününde (döneminde) yakını olan bir yetimi veya aç açık bir yoksulu doyurmaktır.” (Beled, 12-16) buyrukları, bireysel ve toplumsal anlamda “eşiği aşmanın” şartları olarak sıralanmıştır. Eşiği aşmanın ana temasını, özgürlük ve paylaşım teşkil etmektedir.
Bunların göz ardı edilmesi, ihmali, o toplumun dahası insanlığın eşiğe takılışının resmidir. Yetimi, öksüzü, fakiri gözetmeyen toplumun, mebde ve mead adına eşiği aşıp geleceğe ümitle baktığını ifade etmek oldukça zordur.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse; birer emanet olan yetimlere, toplum bu bilinçle bakmalı ve onlara gerekli ilgiyi göstermelidir. Herkesin yetim, her yetim çocuğun bizim olabileceği ihtimalini göz ardı etmemeliyiz. Yetimleri, birer külfet değil nimet olarak algılayarak bağrımıza basmalıyız. Onların eğitim ve öğretimine gerekli desteği sağlamalıyız.
Zira sahip çıkılan bir yetim, gelecekte insanlığa, topluma umulmadık hayati katkılar sağlayan bir şahsiyet olabilir. Diğer taraftan ister kader ister sosyal bir realite olarak nitelendirilsin yetim ve öksüz oluş, insanın çocukluk evresinde belki bazı mahrumiyetleri beraberinde getiriyor ama söz konusu durumun asla hayattan mahrumiyet olarak okunmaması gerekir. Zira insanı hayata bağlayacak o kadar çok teselli gerekçesi var ki, bunları saymakla bitmez.
Öte yandan yetimlerin yaşadığı bu zorlu süreç, onların karşılaşacakları sorunları aşmada daha gerçekçi ve isabetli adımlar atmalarına zemin teşkil edebilir. Bütün bunlara ilâveten onların hayata tutunmasında önlerinde o kadar güzel örnekler var ki, bu örneklerin başında hayatımızın her kesitinde olduğu gibi Sevgili Peygamberimiz gelmektedir. Bilindiği gibi o da bir yetimdi ve insanlık için rahmet, şefkat, sadakat, ahlâk demekti.
“İslâm inancının insanlığa getirdiği veya yeniden üstüne basa basa hatırlattığı ilkelerden biri olan yetimleri koruma ilkesi, başlı başına tefekkür eden, zihin ve gönül dünyası kilitlenmemiş bir insan için İslâm dininin hak din olduğunun önemli göstergelerindendir.”
“Yetimleri, birer külfet değil nimet olarak algılayarak bağrımıza basmalıyız. Onların eğitim ve öğretimine gerekli desteği sağlamalıyız. Zira sahip çıkılan bir yetim, gelecekte insanlığa, topluma umulmadık hayati katkılar sağlayan bir şahsiyet olabilir.”
“Yetimler konusunda yapılan uyarı, şefkat ve merhamet abidesi peygamberimizden çok onun şahsında bütün inananlara/insanlara yapılan bir çağrıdır. Onun çocukluk, gençlik ve olgunluk dönemlerinin hepsi, peygamberliğinin basamakları olarak telâkkî edilirse, toplumun yetimlere karşı olan bu olumsuz tutum ve davranışlarının sonlandırılmasında onun temsil ettiği bu konum ayrı bir öneme sahiptir.”