YETİM
Kuzenleri yahut akraba çocuklarıyla büyüyen çocuklar; akrabalarından ve kuzenlerinden ayrı büyüyen çocuklardan bir sıfır önde başlarlarmış hayata.
Ya babasız, anasız hayata başlayanlar… Ya da hayatın bir yerinde anasız, babasız kalan çocuklar kaç sıfır yeniktirler bu yalan dünyada? Bu sorunun cevabını biraz biliyorum. O çocukların dünyasına her yolculuk yaptığımda ağır bir yenilgiyle dönüyorum. Tanzanya’da, Darüsselam’da köhne bir binadaki o çocukların yüzünde, Zanzibar’da yetimler için tertip edilen programda beni babasına benzetip peşimden saatlerce ayrılmayan o güzeller güzeli yedi yaşındaki kızın kınalı ellerinde, Mezar-ı Şerif’te Sosyal Hizmetler Müdürlüğü binasının önüne dövülüp bir kundakta bırakılmış bebek cüsseli altı yaşındaki o kızın sessizliğinde, Almatı’da yetimlere harçlıklarını dağıtırken bacaklarıma sarılıp ömür boyu peşimi bırakmayan dört yaşındaki o oğlanın gülüşünde, Talas’ta bir yetimhanenin bahçesinde âdeta hınçla Manas’ı ezberinden okuyan on yaşındaki o çocuğun sesinde yenildim. Bin kere yenildim.
Hz. Muhammed’in hem öksüz hem de yetim olduğu hâlde ümmetin ve insanlığın yetim kalmaması için, dünya gurbetinde tarumar olmaması için yetimliğini unuttuğunu öğrendiğimde tüm yenilgilerim sıfırlandı. “Ölüm Allah’ın emri, ayrılık olmayaydı.” demişler. Sevdiklerimizin öldüğünü bilmek, gün gelir yüreği soğutur da; ayrı düştüklerimizin bilincinde olmanın odu kalp hanemizi yakar kavurur. Hz. Yusuf’un, babası Hz. Yakup’a olan hasreti öksüzlüğün başka bir ciheti olsa gerek.
Bedahşan’da bir yetimhane yatakhanesinde dört delikanlıyla birlikte ısındık sac soba etrafında. Güldük. Gülebildik. Tahhar’da hava buz gibiydi. Yüz kadar çocuk mont ve bot alacaklardı. O iki saat üşüdüğüm kadar hiçbir yerde üşümedim. Ne zaman ki çocuklar giyindiler, kalbim ısındı. Talokan’da o kızın, on iki yaşındaki Nefise’nin telefondaki sesi, “Bize dayanıksız botlar getirmeyin, yetimiz diye bizi kandırmayın.” diyen sesi her gün dipdiri, her gün tekrar, yeniden kulağıma bir tokat gibi iniyor… Kabil İstanbul Kardeşlik Yetimhanesi sanki evim gibiydi. Yorulmuştum. Yataklardan birine kıvrılıp yatmak o kadar doğaldı ki… Ben de o yetimhanenin bir çocuğuydum.
Evet, biz bu dünyanın yetimleriyiz, her gün kandırıyorlar bizi. Ve başımızı okşasın diye bekliyoruz Mekke’nin, Taif’in, Bursa’nın, İstanbul’un en ücra, en kenara bırakılmış, en görülmesin denilen yerlerinde. Biliyoruz bir el var ve tüm gariplerin saçına dokunduğunda hiçbir acının ve hasretin boşuna çekilmediğini anlayacağız. Biliyorum bunu. Bir yetim en fazla ölene kadar aldatılabilir. Ve yetimler bilirler ki ölüm bir tanıdıktır onlar için.