Yetimler
“… Sana yetimleri de soruyorlar. De ki: Onların durumlarını iyileştirmek hayırlı bir iştir. Onlarla içli dışlı olursanız zaten onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah düzelten ile bozanı bilir. Allah dileseydi sizi güçlüğe düşürürdü. Hiç şüphe yok ki Allah izzet ve hikmet sahibidir.”
(Bakara, 2/220)
Kur’an-ı Kerim’de yetimlere yapılması gereken hüsnü muamele, mallarının korunması, evlilikleri gibi konular üzerinden yirmi üç ayette sözü geçen yetimlerin bakımı, beslenmesi, korunması Allah tarafından inananların tamamına sorumluluk olarak yüklenmiştir.
Bakara suresi 220. ayetten önce Allah yetimler hakkında birtakım sert uyarılarda bulunmuş, “Yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş dolduruyorlar. Zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.” (Nisâ, 4/10) buyurmuştur. Ayet, Uhud Savaşı’nda şehit düşen sahabeden Sa’d b. Rubai’nin eşi, yetim kalan iki kızının durumunu Hz. Peygamber’e arz ettikten sonra nazil olmuştur. Rivayete göre amcaları baba mirasını kızların elinden almış, böylece kızlar parasız kalmışlardı. Anneleri bu durumda kimsenin onlarla evlenmeyeceğini düşünerek (Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân, I, 333) olayı Peygamberimize anlattığında, “yetim malı yiyenin aslında kendisini hazin bir sona hazırladığını” ifade eden bu ayet-i kerime inmiştir.
Bunun üzerine insanlar arasında yetimlere karşı bir tedirginlik oluştu. Mallarına el sürmemek için onlarla birlikte yemeğe oturup oturmama konusunda bile tereddüte düştüler. Abdullah b. Revaha (r.a.), yetimleri yalnız bırakmaya kadar gidebilecek ve onların aleyhine olacak bu durum hakkında Hz. Peygamber’e gelerek “yetimlerle yiyip içmenin ve aynı meskeni paylaşmanın caiz olup olmadığını” sordu (Fîrûzâbâdî, Tenvîru’l-Mikbâs min Tefsîri İbn Abbas, 38-39). Allah (c.c.), onların mallarını islah etmenin onlarla birlikte olmayı terk etmekten daha hayırlı olduğunu bildiren Bakara suresi 220. ayeti gönderdi. Ayette yetimi korumak amacıyla velisi olan kişilerin, malları kendilerine karışır korkusuyla onlarla birlikte olmaktan çekinmelerinin gerekmediği, yetimlerle kimin iyi kimin kötü niyetle ilgilendiğinin Allah tarafından bilindiği açıklanmıştır. Ayet “kötü niyetlileri; işleri, düzeltmek değil, bozmak olanları” hedef aldığını, iyi niyetli olanların bundan çekinmeleri için bir sebep bulunmadığını bildirmektedir (DİB, Kur’an Yolu Tefsiri, I, 348-349).
Gerek İslam’dan önce gerekse İslam’ın ilk dönemlerinde özellikle savaşlar nedeniyle babası ölen çocukların sayısı fazla olunca bunlarla ilgili uygulamalarda sorunlar ortaya çıkıyordu. Yetimlerle ilgili düzenlemeler, Kur’an’ın nazil olmaya başladığı ilk dönemlerde ilan edilmiş, peygamberliğin ikinci yılında gelen Maûn suresinde yetimi itip kakanların, ihtiyaç sahiplerinin doyurulmasını engelleyenlerin “dini yalanlayan kişiler” olduğu dile getirilmiştir. Bu ayetlerde yetim ve muhtaç kimselerin toplumun sorumluluğu altında olduğuna işaret vardır. Habeşistan’a hicret esnasında gerçekleşen Cafer b. Ebi Talib ve Necaşi arasında geçen konuşmada vurgulanan konulardan biri de yetimler hakkında İslam’ın öngördüğü tutumdur. Cahilliği putlara tapacak kadar ileri götüren, akrabalarla bağı koparan, komşuya kötü davranan, kuvvetlinin zayıfı ezdiği bir toplumun Allah’ın gönderdiği elçi sayesinde nasıl dönüştüğünü anlatır Cafer: “Resulüllah bize Allah’ı birlemeyi, doğru sözlü olmayı, emaneti ehline vermeyi, akrabayla ilişkiyi sürdürmeyi, güzel komşuluk yapmayı, haramlardan ve kan davası gütmekten kaçınmayı emretti. Çirkin işleri, yalan konuşmayı, yetim malı yemeyi ve iffetli hanımlara iftira atmayı bize yasakladı.” (İbn Hanbel, Müsned, I, 202)
Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir yetim olarak büyümüştür.
Elçisinin küçük yaşta anasız babasız kalması Alah’ın (c.c.) gözetimi altında gerçekleşmiştir. Görünürde dedesi ya da amcasının sahip çıktığı bu yetimi aslında Rabbi himaye etmiştir. Yüce Allah (c.c.) Duhâ suresinde Hz. Peygamber’e verdiği nimetleri sıralarken onun yetim olarak büyüyen bir çocuk olduğunu, kendisi tarafından görüp gözetildiğini hatırlatmaktadır: “O seni yetim bulup barındırmadı mı?” (Duhâ, 93/6). Yetiştiği toplumda yetimlerin gördüğü muameleyi bizzat tecrübe eden sevgili Peygamberimiz’e aynı surede yetimlere nasıl muamele etmesi gerektiği “Öyleyse yetimi hor görme!” (Duhâ, 93/9) emriyle bildirilmiştir.
Yetimler Allah’ın gözetimi altındadır. Rabbimiz, Musa-Hızır kıssası olarak bilinen olayda babaları ölmüş iki kardeşin mallarını koruma altına aldığını belirtmiştir. “Duvara gelince o, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir define vardı; babaları ise iyi bir adamdı. Rabbin istedi ki o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur.” (Kehf, 18/82)
Yetimlerle ilgili ayetler incelendiğinde kendisine iyilik yapılması konusunda yetimlerin anne-baba ve akrabalardan sonra ilk sırada yer aldığı görülmektedir. Demek ki kan bağımız olmayan insan grupları arasında iyilik hakkının önceliği yetimlerdedir: “Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın…” (Nisâ, 4/36).
Dinimizin yetime karşı hassasiyetinin nedeni küçük bir çocukken sevgisiyle büyüyeceği, varlığıyla kendisini güvende hissedeceği, sırtını dayayıp, gücünden güç alacağı kişiyi yani babasını kaybetmiş olması ve boynunun bükük kalmasıdır. Yetimi arayıp bulmak, ona destek olmak, varsa bir yarasını sarmak görevi, toplumun tamamına ama özellikle Allah’a yakın olmanın yollarını arayan müminlere verilmiş, Allah katındaki gerçek üstünlüğün imandan sonra sevilen mallardan yakınlara, yetimlere ve Allah’ın verilmesi hususunda tavsiyede bulunduğu kimselere verilmesi olduğu belirtilmiştir (Bakara, 2/177). Bu görevi yerine getirmek yalnız yetim için değil insanlık için de şifadır.
Sema Çelem.