Her An Allah Teâlâ İle Yaşamak
Tüm peygamberlerin en temel görevlerinden biri de ümmetlerine kavramların anlamlarını açıklamaktır.1 Kavramlara doğru anlamlar vererek insanların zihin dillerini ıslah etmektir. Zihin dili ifsat olmuş bir toplum hak ile batılı bir birine karıştırır ve hakkın safında yer alamaz. Hz. Peygamber de bu çerçevede ümmetine, Kur’an-ı Kerim’deki kavramların hem tebliğini yapmış, hem de garip kelimeleri, mücmel ifadeleri ve vücuh kavramları en güzel biçimde açıklamak suretiyle onlar arasında bir zihin dili oluşturmuştur.
Kavram dili oluşmayan bir toplum birbiriyle zihin ve gönül bağlamında anlaşamadığı gibi hayatı da hikmetli bir şekilde anlamlandıramaz. Allah’ın (c.c.) bir ayeti olan dil2 aracılığıyla insanlar nasıl anlaşıyorsa kavram dili de inanç çerçevesinde bir anlaşma vasıtasıdır. Kur’an-ı Kerim ve sünnetteki binlerce kavram, müminlere zengin bir zihin dili kazandırmıştır. Bu kavramların bir kısmı Kur’an-ı Kerim’de yüzlerce defa kullanılmak suretiyle “odak kavram” veya “anahtar kavram” niteliğini kazanmıştır. Fakat her kavramın ilgili olduğu mutlak varlık Allah’tır (c.c.). Müminim diyen hiçbir kimse ne hayata ne de kavramlara Allah’tan ayrı ve Allah’a rağmen bir anlam veremez.
Kur’an-ı Kerim’de çokça kullanılan kelimelerden birisi de ‘basara’ fiilinin türevleridir. Yüce Allah, basar kelimesini türevleriyle beraber değişik şekillerde kelamında anlamlandırırken bu kelimeden türeyen ve kavramsal bir anlam yüklenen ‘basiret’ ise Kur’an-ı Kerim’de daha az geçmektedir.
Basar, görme kuvveti ve duyusu, görme melekesidir ki3 ışıklar, renkler ve şekiller onunla algılanır.4 Basar kelimesinin değişik kullanış biçimleri sözlüklerde, bilme, görme, teemmül (derin düşünme), tearruf, tarif, izah, aydınlatma, delil getirme ve hüccet manalarında kullanılmıştır.5 Aynı kelime, el-Basar olarak Allah’ın (c.c.) subuti sıfatlarından biri olarak bilindiği gibi; el-Basîr şeklindeki kullanılışı ise esmay-ı hüsnadan birisidir. Basar ve Basîr, Yüce Allah için gerek sıfat gerekse isim olarak kullanılsın, anlam olarak onun her şeyi tüm ayrıntılarıyla görüp bildiğini ve onun görme ve bilme alanının her şeyi mutlak anlamda kapsadığını ifade eder. ‘Kalp gözü’ anlamına gelen basiretin varlığı imana bağlıdır. İmanı olmayanın basireti de yoktur. Şu ayeti kerime inkârcıların basiretinin olmadığının en önemli delilidir:
“وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ
يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ”
“And olsun ki (iman edip etmemelerine bağlı) cehennem için birçok cin ve insan yarattık; onların kalpleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama göremezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da sapıktırlar.”6 Ayetten anlaşılan; Allah’ın yaratmış olduğu eserlerin sırrını müşahede eden, basiret gözüyle ‘lâ ilahe illallah’ın sırlarını da idrak eder.7 İmanın varlığına bağlı bir kavram olan basiret; görme, idrak etme, bir şeyin iç yüzüne vâkıf olma, keskin anlayış, sezgi, hakikati keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yanlıştan ayırma, hüccet, apaçık delil, şahit, dinî ve akli delil anlamlarına da gelir.8 Gerçekleri görmeye vesile olduğu için, ayetlere de basiretin çoğulu olan ‘besair’ adı verilir.
Terim olarak ise basiret; ilahî sıfatlardan olan Basar’ın kullardaki tecellisidir.9 Kudsiyet nuru ile nurlanmış bir kalbin kudreti olan basiret sayesinde kişi, eşyanın hakikatini ve iç yüzünü kavrar.10 Müfessir Bagavi(ö.516/1122) ise basireti, hak ile batılın kendisi vasıtasıyla birbirinden ayırt edildiği marifet11 , kalbin idraki olarak tanımlamıştır. Buna bağlı olarak bazı tasavvuf âlimleri basiretin de Allah (c.c.) tarafından indirildiğini savunmuşlar ve ‘bu indirilen nimetten rızıklanıp gereği gibi yararlanan müminlere ne mutlu’ demişlerdir.12 Basiretin semadan indirildiğini kabul edersek Kur’an-ı Kerim’in ihtiva ettiği her şeyle beraber, peygamberlerin getirmiş olduğu hakikatlerin hepsini basiretin içerdiğinin bilinmesi gerekir.13 Bazı arifler basireti, ‘Allah’tan insana verilen en yüce nur’ diye tanımlamışlardır. Bu nurun Allah’tan başkasına birazcık da olsa meyleden insanlarda tecelli etmeyeceğini de haber vermişlerdir.14 Çünkü Allah’tan (c.c.) başkasına duyulan en küçük meylin insanı cehennemlik eden bir suç olduğu bildirilmiştir. 15
Basiretin, şahitlik ve murakabe anlamları da vardır. “O gün insana önceden yaptığı da yapmayıp geriye bıraktığı (yapabilecekken yapmadığı) her şey haber verilecektir. Doğrusu insan kendisine şahit(basiret)tir.”16 ayetindeki basiret bu manadadır.17 Kişi, eliyle, gözüyle, kulağı ve diğer azalarıyla yapmış olduğu amellere şahittir ve kendisini murakabe eder.18 Sözlük anlamlarını da göz önünde bulundurarak yeni bir mana verirsek basiret; bir müminin Allah’ın (c.c.) ayetleri, Hz. Peygamberin sünneti, sahabilerin örnekliği, dinî ve akli deliller ışığında kendisini, insanları, dünyayı ve ahireti gereği gibi tanıması, hayatının her alanında yalnızca Allah’ın (c.c.) rızasını gözeterek amel edip kalbini, zihnini, elini, gözünü ve tüm organlarını kontrol altında tutup hayata Allah’ın nuruyla bakmasıdır. Bir an bile haktan sapmadan Allah’ın dini üzerine sebat etmesidir. 19
Kur’an-ı Kerim’de ve sünnette kullanılan bazı kavramlar daha vardır ki bunların da anlamları basiret kavramına yakındır. Bunlara basiret kavramının anlam alanına giren kavramlar da denir. Bu kavramlar şunlardır:
1. Feraset: Kelime anlamı olarak sezme, hissetme, ince görüş, yüz ve elin dış görünümlerinden insanların kişilikleri ile ilgili bilgiler çıkarma ve tahmin demektir. Kavramsal olarak ise (Allah’ın dilediği kadarıyla) gaybın kapısının aralanması ve eşyanın iç yüzü ile ilgili kesin bilgiye ulaşmadır.20 Böyle bir lütufa ulaşmanın yolu, Allah’ın ve Resulünün koyduğu şer’î sınırlara ihlasla uymaktır.
Sufi, gözünü haramlardan, nefsini şehvetlerden korur, murakabenin devamlılığıyla iç âlemini, sünnete tabi olmakla dış âlemini tamir eder, helal yemeyi de adet edinirse feraseti yanlış olmaz. Zira feraset, kalbin üzerine düşen bir manadır ki kendisine ters düşen her manayı yok eder. Kalbe hâkimdir. Ferasetin karşısında nefsin ihtimallerine yer yoktur. Ferasetin kuvvetliliği ve zayıflığı imanın kuvvetine bağlıdır. İmanı kuvvetli olanın feraseti daha keskindir. Feraset nuruyla bakan hakkın nuruyla bakar. İlmini haktan alır.21 Unutkanlık ve gaflet olmaz. İmanı yakîn derecesinde olan müminlerin ferasetini Hz. Peygamber şöyle açıklamıştır: “Müminin ferasetinden sakınınız. Çünkü o baktığı zaman Allah’ın nuru ile bakar.”22 Bazı rivayetlerde ise “…Âlimlerin ferasetinden sakınınız.” ifadesi vardır. “Çünkü âlimler, Allah’ın nuru ile bakarlar. Bu nuru Yüce Allah, onların kalplerine ve gönüllerine bırakmıştır.”23 Bu rivayetten anlaşıldığına göre feraset biraz vehbidir. Basiretle feraset arasındaki fark da buradadır.
Basirette kesbi yön; kulun azim ve gayreti ağırlıklı iken ferasette ise vehbî yön ağırlıktadır. Ferasetle ilgili bir taksimat yapan âlimlerin görüşleri de buna delalet eder. Tasavvuf âlimleri firaseti ikiye ayırırmışlardır:
a. Tabiî feraset: Bazı karinelerle bazı hususları bilme. Bu umumi ferasettir. İpuçlarından ve delillerden hareketle bazı olaylar, kişiler hakkında tahminde bulunmak.
b. İlahî lütuf olan feraset: Allah’ın kalplere verdiği ilhamla bir şeyi bilmek. Gerçek feraset budur. Mümine bağışlanan bir nur olan böyle bir feraseti elde etmenin yolu, yakini bir iman ve salih ameldir. Bu nur ne amelsiz ilimle, ne de marifetten yoksun amelle elde edilir. 24
2. Furkan: ‘İki şeyi birbirinden ayıran’ anlamına gelen Furkan;25 Kur’an-ı Kerim’in de isimlerinden biridir. 26Kur’an-ı Kerim’e, furkan denilmesinin sebebi, hak ile batılın, imanla küfrün, fısk ile itaatin, zulüm ile adaletin onun aracılığıyla gayet net olarak birbirinden ayırt edilebilmesinden dolayıdır. Buna göre furkan, hak ile batılın arasını ayıran ayrıntılı ilimdir.27Furkaxnın da vehbi bir yönünün olduğunu söyleyen Ragıb el-Isfahani (ö.h: 425) kavramı şöyle tanımlamıştır: ‘Kalbe Allah’ın verdiği bir nur ve tevfiktir ki onunla hak ile batıl birbirinden ayırt edilir.”28 Nitekim bu durumun vehbi oluşuna şu ayet de işaret etmektedir:
يِا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إَن تَتَّقُواْ اللّهَ يَجْعَل لَّكُمْ فُرْقَاناً وَيُكَفِّرْ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ وَاللّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ
“Ey iman edenler! Allah’ın emirlerini yerine getirir yasaklarından da kaçınarak onun koruması altına girerseniz o size furkanı (iyilikle kötülüğü ayırt edecek nuru) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi affeder. Allah büyük lütuf sahibidir.”29 Furkanın verilmesini her ne kadar vehbi olarak ifade etsek de ayetin zahirinden de anlaşılacağı üzere kesbi bir yönü; Allah’ın lütfuna layık olmak için gayret etme yönü de vardır. Yüce Allah’ın kullarına furkanı vermesi, onların Allah’a ve Resulüne samimiyetle iman etmelerine, takva sahibi olmalarına ve buna bağlı olarak farzları yerine getirmelerine, isyanın her türlüsünden kaçınmalarına, Allah’a ve Resulüne ihanet etmemelerine ve kendilerine verilen her türlü emaneti gözetmelerine bağlıdır.30 Ayette, yerine getirilmesi gereken şartlara riayet edildiğinde, Allah Teâlâ’nın dünyada ve ahirette kullarına yardımda bulunacağına ve onları her türlü azaptan kurtaracağına müjdeler de vardır. 31
3. Murakabe: Denetleme, gözetleme ve dikkati bir noktaya toplama, koruma ve kontrol etme anlamlarına gelen murakabenin Kur’an-ı Kerim’de yüzlerce dayanağı vardır. Ayet sonlarında sıkça rastlanan, Allah’ın basir (görmesi), semi (işitmesi), alîm (bilmesi), rakîb (denetleyip kontrol etmesi) ve hafîz (muhafaza etmesi) olması murakabe ile ilgili herkesin rahatlıkla görebildiği önemli hatırlatmalardır. “…Biz insana şah damarından daha yakınız.” 32, “Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir.”33, “…Allah içinizden geçenleri bile (tüm ayrıntılarıyla) bilir.”34 , “Sözünüzü ister açıklayın ister gizleyin Allah, sinelerin özünü bilir.”35, “(Sizinle beraber) değerli yazıcı melekler vardır; yaptıklarınızı bilirler.”36 Gibi birçok ayet, insanın sürekli ilahî denetim altında olduğunu bildirmektedir. Bu ayetlerden yola çıkılarak murakabe şöyle tanımlanmıştır: “Kulun bütün hâl ve hareketlerine Allah’ın vâkıf olduğunu bilmesi ve bu bilinç hâlini (zihninde) devamlı canlı tutmasıdır.”37 Bu bilinçle hareket eden insanın elbette amelleri de mükemmel olur. Mü’minin, murakabeyi bir hâl olmaktan çıkarıp bir makam hâline getirmesi gerekir. Bu sayede gönlüne basiret nuru doğar ve Allah’ın ilhamına mazhar olarak hakla batılı birbirinden ayırır.
4. Tevessüm: Ferasetle eş anlamlı olarak kullanılan bu kavram, kelime olarak, yakından gözetleme, dikkatle inceleme, bakma ve seyretme38 anlamlarına gelir. Kur’an-ı Kerim’de ‘mütevessim’ kalıbıyla kullanılır. Mütevessim, bir şeyin harici özelliklerinden yola çıkarak o şeyin hakikatini, özünü, iç yüzünü anlamak için gereken dikkat ve duyarlılığı gösteren kimsedir.39 Mütevessim olan mümin; hayata vahyin penceresinden bakar, hiçbir hadiseye boşu boşuna bakmaz; tarihi, tarihi olayları ibretle değerlendirir; milletlerin helâkinden, evrende cereyan eden sünnetullahtan anlamlar çıkarır ve bu anlamlar ışığında davranışlarına yön verir.40 Mütevessim mü’min bakmakla görmek arasını tefrik edebilen kâmil Müslümandır.
Açıklamaya çalıştığımız bu kavramlarla basiret kavramı arasında bir ilginin olduğunu belirttik. Basiret aynı zamanda, Hz. Peygamberin takip etmiş olduğu ahlaki bir davranıştır. Onun davet metodudur. Yusuf Suresinde, Hz. Yusuf kıssası anlatıldıktan sonra bu kıssadan Kureyişlilerin ibret alması istenmiştir: Onlara, Allah, Hz. Yusuf’u nasıl kardeşlerinin zulmünden kurtardı ve iktidar verdiyse, Hz. Muhammed’i de sizin zulmünüzden kurtarıp ona da devlet/sultan verecektir.41 ‘Sultan’a/iktidara talip olan müminlerin, Allah yoluna insanları Hz. Peygamberin metoduyla davet etmesi gerekir. O, bu yolu şöyle açıklamıştır:
قُلْ هَذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَاْ وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللّهِ وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
“De ki: İnsanları çağırdığım dosdoğru Allah yolu budur. Ben bu yola, benimle olanlarla beraber basiretle çağırıyorum. Allah’ı tesbih ederim ve ben (hiçbir zaman) müşriklerden olmadım.”42 Hz. Peygamberin sireti olan basiret hâli; inanç ve ibadette ihlaslı olma, yalnızca Allah’a itaat edip günahları terk etme, davet edilen konuları kesin bir ilimle bilme ve topluma Kur’an-ı Kerim ile öğüt verip onları her türlü kötülükten uzaklaştırmaktır.” 43
Müminler, herhangi bir sebeple nurani bakış açılarını kaybedecek olurlarsa hemen “istiğfar” okumalıdırlar. Çünkü insan, istiğfarla ilahî tecelliyi yeniden kazanmaya layık olurlar. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de, insanın basiretini yok eden davranışları haber vermiştir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1. Körü körüne ataları taklit etmek: Körü körüne batıl şeyleri taklit, insanın hakikati bulmasını ve anlamasını engeller. Şu ayet bu duruma işaret etmektedir:
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنزَلَ اللّهُ قَالُواْ بَلْ نَتَّبِعُ مَا أَلْفَيْنَا عَلَيْهِ آبَاءنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لاَ يَععْقِلُونَ شَيْئاً وَلاَ يَهْتَدُونَ
“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ denildiğinde bazıları: ‘Hayır, biz (yalnız) atalarımızdan gördüğümüz (inanç ve eylemler)e uyarız.’ diye cevap verirler. Ya ataları akıllarını hiç kullanmamış ve hidayetten nasip almamış iseler?” 44
2. Din bilginlerine kayıtsız şartsız itaat:
اتَّخَذُواْ أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِّن دُونِ اللّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُواْ إِلاَّ لِيَعْبُدُواْ إِلَهًا وَاحِدًا
“Onlar hahamlarını, rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih’i Allah’la beraber rableri olarak gördüler. Oysa onlar Tek bir ilaha kulluk etmekle emir olunmuşlardı…”45
3.Hakikate karşı inatçı tavır takınmak: Bu durum ayette şöyle tasvir edilmiştir:
وَمِنْهُم مَّن يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ وَجَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِن يَرَوْاْ كُلَّ آيَةٍ لاَّ يُؤْمِنُواْ بِهَا حَتَّى إِذَا جَآؤُوكَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنْ هَذَآ إِلاَّ أَسَاطِيرُ الأَوَّلِين
“Ve (hakikatin) bütün işaretlerini görselerdi yine de ona inanmazlardı; o kadar ki, onlar tartışmak için sana geldiklerinde, hakikati inkâra şartlanmış olanlar, ‘Bu, eski zamanların masallarından başka bir şey değil’ derler.” 46
4. Kontrol edilemeyen aşırı sevgi: Bir şeyi severken sınır koymamak basireti öldürür ve basiretin nurunu karartır. Hz. Peygamber de bu durumu şu önemli tespitiyle açıklamıştır: “Bir şeyi ölçüsüz sevmek gözü kör kulağı sağır eder.” 47
5. Allah’ın ayetlerine karşı tavır alanlarla birliktelik oluşturmak ve onlarla ortak bir pakt kurmak: Hz. Peygamber, İslam’ı tebliğe başladığı andan itibaren müşriklere karşı ilkeli durmayı emretmiş ve: “Kim bir müşrikle beraber olur (dostluk kurar) onunla birlikte (gönül hoşluğuyla) kalırsa o da onun gibidir.”48 Buyurmuştur. Onlar batıl fikirlere sahip oldukları için “Onların ateşiyle aydınlanmayın (müşriklerle, müminlerle ait konularda istişare etmeyin.)”49 Uyarısını da yapmıştır. Müşriklerle birlikte hareket etmeyi yasaklayan birçok ayet de vardır. Bu ayetlerden birinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
َإِذَا رَأَيْتَ الَّذِينَ” يَخُوضُونَ فِي آيَاتِنَا فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتَّى يَخُوضُواْ فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ وَإِمَّا يُنسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلاَ تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرَى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
“Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşan kimselere rastladığın zaman, bu kimseler başka konulara geçinceye kadar onlardan uzak dur ve eğer şeytan sana (yapman gerekeni) unutturursa hiç değilse, hatırladıktan sonra, artık açıkça zulmeden/küfreden böyle bir topluluğun içinde yer alma.” 50
6. Günahlara çokça dalmak: Çok günah işlemek de basireti öldürür. Basiret ölünce feraset kalmaz. Allah Teâlâ bu konuya şu ayetiyle açıklık getirmektedir: “Ne zaman mesajlarımız onlara iletilse hep ‘geçmişin masalları’ derler. Hayır, onların kalpleri, yaptıkları (kötülükler) ile pas tutmuştur.” 51
7. Akıllarını gereği gibi kullanmamak, düşünmemek ve evrendeki Allah’ın kevnî ayetlerine kayıtsız kalmak:
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَاا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغغَافِلُونَ
“Gerçek şu ki; Biz, cehennem için, kalpleri olup da gerçeği kavramayan, gözleri olup da göremeyen, kulakları olup da işitemeyen cinlerden ve insanlardan birçok kişi yarattık. Onlar hayvan sürüsü gibidir; hayır hayır, hakikati kavramada onlar hayvanlardan da aşağıdırlar…” 52
8. Allah’ın zikrinden, ayetlerinden yüz çevirmek:
وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى
“Kim, benim zikrimden/vahyimden yüz çevirirse bilsin ki onun dar bir hayat alanı olacaktır. Biz, kıyamet günü onu kör olarak haşır edeceğiz.” 53
Basiret ve ferasetin sembolik örneği Hz. Peygamberdir. Onun hayatı, mücadelesi ve sünneti dikkatlice incelenirse basiret ve feraset üzerine bir ömür sürdüğü görülür. Muhammedî bir özellik olan basiret nurunun artması için her Müslümanın yapması gereken güzel amellerden bir kısmı şunlardır:
1. Manasını anlayarak, ayetler üzerinde derin derin düşünerek ve Allah Teâlâ’nın maksadını anlamaya çalışarak Kur’an-ı Kerim okumak.
2. Farzlardan ayrı olarak nafile ibadetleri çok yaparak Yüce Allah’a yakınlaşmaya çalışmak.
3. Her an; dille, kalple, salih amelle ve hâl ile Allah’ı zikretmek.
4. Allah’ın sevip razı olduğu şeyleri, kendi tercihlerimizin önünde tutmak. Sevdiklerimizi Allah için sevmek.
5. Allah Teâlâ’yı isimleri ve sıfatlarıyla bilip bu isim ve sıfatların anlamlarından çıkarılan manalarla hayatı anlamlandırmak.
6. Yüce Allah’ın insana yaptığı zahirî ve bâtıni iyilik ve ihsanı her zaman müşahede edip düşünmek.
7. Allah’ın huzurunda olduğunun bilinci içerisinde kalp huzuruyla beklemek; her an ihsan hâlinde olmak.
8. İlahî rahmetin iniş vakti olarak bilinen seherlerde Allah’a dua etmek, Kur’an-ı Kerim okumak, kalbi kontrol ederek tövbe ve istiğfar hâlinde olmak.
9. Hayatın her alanında Hz. Peygamberi örnek almak ve onun hâliyle ahlaklanmaya çalışmak.
10. Hayatın tüm genişlik,54 uzunluk55 ve derinlik56 alanlarında vahiyden ayrılmamak. Kur’an ve Sünnete göre bir dünya ve hayat inşa etmek.
Bütün bu güzel ameller, insanın basiret nurunun artmasına vesiledir ve mümin bu nur sayesinde hayata Allah’ın nuruyla bakmaya başlar. Baktıklarından ibretler alır. Eser ile müessir arasında ilgi kurarak Yüce Allah’ın yaratmada ve emretmedeki eşsizliğinin sırlarını anlamaya başlar. Zihninde ve gönlünde oluşan basiret nuru, basiretli Müslümanı Allah’ın emanetini taşımaya layık hâle getirdiği gibi ideolojik savrulmaların yaygınlaştığı bir dünyada mü’minleri her türlü ayak kaymalarından da korur. Dinde sabitkadem yapar.
İbrahim Peygamber gibi küfre karşı direnç ve sabır ahlakı oluşturur ki bütün bu güzel hasletler basiretin meyveleridirler.
--------------------------------------------------------
Dipnotlar.
1. Cuma 62/2. 2. Rum 30/22. 3. Muhammed b. Ebubekir b. Abdulkadir er-Razi, Muhtaru’s-Sıhah, trsz, s. 46; İbn Manzur, Lisanu’l-Arap, I, 290; Zemahşeri, Keşşaf, II, 52. 4. Cürcani, Seyyid Şerif, Tarifat, 46. 5 İbn Manzur, Lisanu’l-Arap, I, 290-291; Muhtaru’s-Sıhah, s. 46. 6. Araf 7/179. 7. Bursevi, İsmail Hakkı, Sohbetü’s-Salikin, ter: Mustafa Uslu, İ.H.Burs. Yay, No: 1, Bursa, s.17. 8. İbn Manzur, a.g.e, 291; Zemahşeri, a.g.e, II, 52; Suyuti, Celaleyn, 203; Havva, Said, el-Esas, X, 6266, İbn Kesir, Tefsir, II, 477; Uludağ, Süleyman, T.D.İ.Vakfı Ansiklopedisi (ilgili madde), V, 103. 9. Uludağ, T.D.İ.Vakfı Ansiklopedisi, V, 103. 10. Cürcani, a.g.e, s. 46; Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 139; Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 86. 11. Bagavi, Meâlimu’t-Tenzil, s. 467; Hazin, Tefsir, (Mecmau’t-Tefasir’de), II, 461. 12. Sülemi, Hakaiku’t-Tefsir, I, 211. 13. İbn Kesir, a.g.e, II, 154. 14. Alusi, Ruhu’l-Meani, V, 78. 15. Bak:Hud 11/113. 16. Kıyame 74/13-14. 17. Zemahşeri, a.g.e, IV, 648; İbn Manzur, a.g.e, s. 292. 18. Bagavi, a.g.e, s. 990. 19. İbn Manzur, a.g.e, s. 292. 20. Cürcani, a.g.e, s.116. 21. Kuşeyri, Risale, s.279-281. 22. Acluni, Keşfu’l-Hafa, I, 42; Taberi, Camiu’l-Beyan, VII, 528; Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, X, 271. 23. Acluni, a.g.e, I, 42. 24. Taberi, a.g.e, VI, 225. 25. Uludağ, Süleyman, Sözlük, s. 194. 26. Bk.Bakara 2/185; Furkan 23/1. 27. Cürcani, a.g.e, 116; Zemahşeri, a.g.e, II, 208; İbn Kesir, a.g.e, II, 289. 28. Isfahani, Müfredat, s.633-634. 29. Enfal 8/29. 30. Taberi, a.g.e, VI, 222-223. 31. Ferra, Meani’l-Kur’an, I, 408; İbn Kesir, a.g.e, II, 289. 32. Kaf 50/16. 33. Hadid 57/4. 34. Hadid 57/6. 35. Mülk 67/13. 36. İnfitar 82/12-13. 37. Cürcani, a.g.e, s. 210. 38. Bagavi, a.g.e, 496; Taberi, a.g.e, VII, 528; Isfahani, a.g.e, 871. 39. Zemahşeri, a.g.e, II, 563; Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı, II, 564. 40. Ayrıca bkz: Taberi, a.g.e, VII, s. 527-529. 41. İsra 17/80. 42. Yusuf 12/108. 43.Taberi, a.g.e, VII, 314. 44. Bakara 2/170. 45. Tevbe 9/31. 46. Enam 6/25. 47. Ebu Davud, Edeb, Had No: 5130 V, 347. 48. Ebu Davud, 9 Cihad, Had No: 2787, III, 224. 49. Ahmed, Müsned, III, 99. 50. Enam 6/68. Ayrıca bkz. Nisa 4/140. 51. Mutaffifin 83/13-14. 52. Araf 7/179. 53. Taha 20/124. 54. Bakara 2/204. 55. 15 Hicr 99. 56. Beyyine 98/5.