Gönderen Konu: Korkarak ve Ümit Ederek Dua Etmek  (Okunma sayısı 75 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı melek

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2146
Korkarak ve Ümit Ederek Dua Etmek
« : Eylül 01, 2022, 01:51:51 ÖS »
Korkarak ve Ümit Ederek Dua Etmek

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:

“Dua, müminin silahı, dinin direği, göklerin ve yerin nurudur.” (Hakim, Müstedrek, I/492)

Dua edebilmek, Allah-u Teâlâ’nın müminlere en büyük lütf-u ihsanıdır. Bizleri bu imtihan dünyasında ve düşmanlarımız karşısında yalnız ve yardımsız bırakmayan Rabbimiz, dua ederek imanımızı, ümidimizi, tevekkülümüzü ifade etmemizden razı olmaktadır.

Bizler elimizi açıp boynumuzu büküp onun yardımından medet beklediğimiz zaman o da gönlümüzü huzura erdirmekte, zor imtihanlarımız karşısında sabrımızı ve ümidimizi diri tutmaktadır.

Dua etmek, Allah’ın emrine itaat ve ibadettir. Sadece bu bile dua etmenin kıymetini ifade etmek için yeter. Kul Allah’ın emrine itaatle Allah’ın yardımını istediği zaman elbette Allah-u Teâlâ da kulunu çaresiz bırakmayacaktır. Ancak elbette icabet edilen duanın da şartları vardır.

Dua etmek ibadet olduğuna göre, makbul bir ibadetin nasıl şartları varsa, makbul duanın da şartları vardır. Bu şartlar hem zahir azalarla hem de kalbin haliyle alakalıdır. Ancak şu ayet-i kerime veciz bir ifade ile her iki şarta da işaret etmektedir:

“Korkarak ve umarak O’na dua edin. Muhakkak ki Allah’ın rahmeti, muhsinlere (amellerini en güzel surette ifa eden ihsan sahibi kullarına) yakındır.”(A’râf, 56)

Bu ayet-i kerimede Allah-u Teâlâ “korkarak ve ümit ederek dua edilmesini” istemektedir. Bu ifade çok özlü manalarla, duaları makbul bir müminin halini tasvir etmektedir.

Korku ve ümit halinde olmak zaten müminin hayatının her alanında taşıması gereken bir iman tezahürüdür. Mümin her işinde, Allah’ın kendisini gördüğünü, her yaptığından haberdar olduğunu düşünerek azabından korkmalı ve haramlara, mahzurlu işlere yaklaşmamalıdır. Buna mukabil, her işinde Allah’ın rızasını ve sevabını ümit ederek hep hayırlı işlerle meşgul olmalıdır. Yani korku ve ümit, kalpteki bir hal olduğu gibi, azalarda da tezahür eden bir iman alametidir.

Ayet-i kerimenin devamındaki, “Muhakkak ki Allah’ın rahmeti, muhsinlere (amellerini en güzel surette ifa eden ihsan sahibi kullarına) yakındır,” ifadesi de korku ve ümidin insanı iyilik işlemeye götürecek bir hal olduğuna işaret eder.

Ömrünü diri bir imanın yansıması olan korku ve ümit ile geçiren bir mümin, zaten bütün hayırlı amelleri işler, kötülüklerden uzak durur. Böylece Allah-u Teâlâ’nın dualarına icabet ettiği kulları arasına girer. Bu sebeple ahirette kurtuluşun anahtarı, iman olduğu gibi, imanın da alameti, korku ve ümittir.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir gün ölüm döşeğinde yatan bir gencin yanına gider ve hâlini sorar. Genç,

“Ey Allah’ın elçisi, ben Allah’ın (rahmetini) umuyor, ancak günahlarımdan (dolayı ahirete intikal etmekten) korkuyorum.” diye cevap verdiğinde Efendimiz aleyhisselatu vesselam buyurdu ki:

“Bunların ikisi (korku ve ümit) bu hâlde bir kişinin kalbinde birlikte bulunduğunda Allah ona umduğunu verir ve korktuğu şeyden korur.” (Tirmizî, Cenâiz, 11)

Takva Sahiplerinin

Duası Kabul Edilir

Bir kul iman ettim dediği halde, kalbinde Allah korkusu olmazsa, yediği içtiği haram olursa, günahlardan sakınmaz, emirlerini tutmaz ama elini açıp Allah’tan bir şeyler isterse Allah-u Teâlâ onun duasına icabet eder mi?

Bunun cevabını Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem veriyor. Şöyle buyuruyor:

“(Hac veya umre için) Üstü başı dağınık, toz toprak içinde yollara düşen, ellerini göğe açıp ‘Ya Rabbi! Ya Rabbi!’ diye yalvaran, buna karşılık; yediği, içtiği ve giydiği haram olan, haramla beslenen bir insanın duası nasıl kabul edilir?” (Müslim, Zekât, 65)

Demek ki, bir insan Allah’ın beyti Kabe’ye gitmek için yollara düşmüş olsa, bir hayli zahmetler çekmiş olsa, yine de yediği içtiği haram olduğu zaman duası kabul edilmemektedir. Halbuki haccı kabul edilen hacılar, Allah-u Teâlâ’nın misafirleridir, duaları makbuldür. Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam:

“Allah yolunda cihat eden gaziler, hac ve umre yapanlar Allah’ın ziyaretçileridir. Kendisine dua ederlerse dualarına icabet eder, O’ndan bir şey isterlerse onlara verir.” (İbn Mâce, Menasik, 5) buyurmaktadır. Ancak duası ve ibadetinin kabul olması için kişinin kalbinde Allah’a karşı takva olması gerekir.

Allah azze ve celle ayet-i kerimede: “Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder,” (Maide, 27) buyuruyor.

Sonsuz Kudret

Kul takvalı olunca artık Allah’a karşı ümitli olmaması için bir sebep yoktur. Allah azze ve celle bir kuldan razı olursa, dilerse o kulunun bütün dualarını kabul eder. Çünkü Allah’ın kudreti için zor olan bir şey yoktur. Allah bir şeyin olmasını dilerse “kün,” yani “ol” demesi yeterlidir. Bunun bir örneği Kur’ân-ı Kerim’de şöyle anlatılır:

Zekeriya aleyhisselam yaşı hayli ilerlediği halde çocuk sahibi olamamıştı. Bunun Allah’ın takdiri olduğunu düşünüp rıza göstermişti. Fakat Allah-u Teâlâ’nın lütfundan da ümidini kesmemiş, ellerini açıp dua ederek kendisine salih bir evlat ihsan etmesini istemişti:

“(Ey Peygamberim!) Zekeriyya’yı da (an). O, Rabbine; ‘Rabbim! Beni tek (yalnız başıma çocuksuz) bırakma. Sen, vârislerin en hayırlısısın (her şeyim sana kalacaktır)’ diye dua etmişti.” (Enbiyâ, 89)

Yüce Allah, Zekeriya Peygamberin duasını kabul ettiğini şöyle bildirmektedir:

“Onun duasını da kabul buyurduk ve ona Yahyâ’yı armağan ettik. Eşini de kendisi için ıslah ettik (çocuk doğurmağa elverişli bir hâle getirdik). Gerçekten onlar hayır işlere koşarlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Onlar huşu sahibi idiler (Allah’a karşı edeb halini muhafaza eder, derin bir saygı gösterirlerdi.)” (Enbiyâ, 90)

Allah azze ve celle ileri yaşlarda olmalarına rağmen Zekeriyya aleyhisselama ve hanımına salih bir evlat nasip ederek dualarını kabul etti.

Bu ayet-i kerimede de duası makbul olan bu Peygamberin ve hanımının faziletlerine şöyle işaret edilmiştir; “Gerçekten onlar hayır işlere koşarlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi ve bize derin saygı gösterirlerdi.”

Bundan da anlaşılıyor ki, duaları makbul bir kul olmak için evvela, hayır işlemek için çok gayretli olmalıdır. Allah’ın emir ve yasaklarına gönüllüce uymalı, her ameli, en güzel bir kıvamda yerine getirmelidir. İnsanlara iyilikte bulunmak için fırsatları değerlendirmeli, ömrü bir fırsat bilmelidir.

Böyle yapan bir kulun kalbinde iman kökleşir, korku ve ümit halinde tezahürleri olur. Bu ayet-i kerimede “umarak ve korkarak” ifadesi alimler tarafından şöyle tefsir edilmiştir:

“İlâhî Zat’ıma (rağbetle) rahmetimizi şiddetle arzu ederek (ve haşyetle) ilâhî cezadan korkarak dua ve niyazda bulunurlardı. (Ve bizim için mütevazi) sürekli bir korku ile alçak gönüllü (zatlar olmuşlardı.) İşte bu muhterem zatlar bu gibi pek yüksek ahlâk ile, hasletler ile muttasıf oldukları için öyle büyük mevkilere nimetlere nail olmuşlardı.”

Ayette umarak diye çevirdiğimiz, “rağaben,” Allah’ın rızasına, sevap, mükafatlarına karşı rağbetli, aşkla ve muhabbetle kulluk etmek manasındadır. “Reheben” ise, daima korku ve edeb halini muhafaza etmek, kendini asla emniyette görmemek manasına gelmektedir. Devamındaki “haşiun” kelimesi de bu manayı kuvvetlendirmektedir.

Son Nefese Kadar

Alimler, müminlerin asla kendilerini emniyette görüp, rehavete kapılmamaları gerektiğini ifade ederler. Esasen son nefese kadar hiç kimse akıbetinin ne olacağını bilmez. Ne amellerinin kabul edildiğinden emin olabilir ne de bundan sonra doğru yoldan sapmayacağını iddia edebilir.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Mümin iki korku arasındadır. Birincisi ömrünün geçen kısmıdır ve Allah-u Teâlâ’nın bunun hakkında nasıl bir hüküm vereceği bilinmez. İkincisi ömrün kalan kısmıdır ve Allah-u Teâlâ’nın kalan ömür hakkındaki takdiri de bilinmez. Durum böyle olunca, kul kendisi için ahiret azığı hazırlamalı, dünyada ahireti için bir şeyler elde etmelidir, yani dünya hayatında ölümü için hazırlık yapmalıdır. Muhammed’in -a.s.v- varlığını elinde tutan Allah’a yemin ederim ki ölümden sonra yapılabilecek bir şey yoktur. Dünyadan sonra da cennet veya cehennemden başka bir yer yoktur.” (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, no: 10581)

Tasavvuf alimleri korku ve ümidi Allah-u Teâlâ’ya karşı marifet sahibi olmakla da izah ederler. Korku ve ümit, Allah’ın cemal ve celal sıfatlarını bilmekten gelir.

Ebû Osman el-Hîrî rahmetullahi aleyh der ki: “Korku, Allah Teâlâ’nın adaletinden, ümid ise lütfundandır.”

Mümin Allah-u Teâlâ’nın lütfunu düşününce ümitsizliğe düşmez. Velev ki kulluğundaki kusurları sebebiyle endişeleri olsa dahi bu onu ümitsizliğe düşürecek dereceye ulaşmaz.

Bilhassa dua mevzu bahis olduğu zaman korku ve ümidin bir manası da Allah-u Teâlâ’nın lütuf ve cömertliğini bilerek en büyük şeyleri istemekten dahi uzak kalmamak manasına da gelir.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadisinde şöyle buyurmuşlardır:

“Çok isteyiniz ve yüksek dereceler isteyiniz. Çünkü siz çok cömert ve ikram sahibi olandan istiyorsunuz” (Tabarani, el-Evsat, No: 2061)

Allah-u Zülcelâl rahmeti ve cömertliği sebebiyle kulunun istemesinden hoşlanır. Bunu düşünerek Allah-u Teâlâ’dan meşru olmak şartıyla en büyük lütufları dahi istemekte bir sakınca yoktur. Meşru olmayan bir şeyi istemek ise zaten mümine yakışmaz. Korku ile dua etmenin bir manası da istediği şeyin Allah’ın razı olmadığı bir şey olması korkusudur.

Korku ve ümit ile dua eden bir mümin, istediği şeyleri mutlaka hayırlı bir niyet ile ister. Dünyalık imkanlar istese dahi o imkanları hayra kullanmaya niyet eder.

Bir mümin, Allah’ın razı olmayacağı bir şey istemedikçe istediği şeyler verilsin veya verilmesin duası müstecaptır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:

“Kul, günah talep etmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasını istemedikçe duası icâbet görmeye (kabul edilmeye) devam eder.” (Müslim, Zikir, 25)

Duanın müstecap olması, Allah’ın onu ibadet olarak kabul etmesi ve mutlaka bir karşılık vermesidir. O karşılık bizzat istediği şey de olabilir, onun yerine daha hayırlı bir şey de olabilir.

Allah-u Zülcelâl dualarına en güzel surette icabet ettiği kullarından eylesin. Âmin.

RADYO DİNEME LİNKİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

İnsan ve Dua Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:59:29 ÖÖ]


İman Etmeyenler Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:33:17 ÖÖ]


Sorumluluk Bilinci Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:57:24 ÖÖ]


Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.): “10 Haslet Vardır Ki Helak Olma Sebebidir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:43:20 ÖÖ]


İyi Anne Baba Mısınız Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:34:11 ÖÖ]


Hasan Bitmez - Osmanlı Mehter Marşları 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 11:34:58 ÖS]


Konuşma Ve Dinleme Adabı Gönderen: webtasarim
[Dün, 11:26:55 ÖS]


Yüzünü Ahirete Ceviren Gönderen: webtasarim
[Dün, 11:20:44 ÖS]


İçinde Namaz Geçen Ayetler Gönderen: webtasarim
[Dün, 11:15:19 ÖS]


Temizligin Onemi Gönderen: webtasarim
[Dün, 11:12:06 ÖS]


Cahillerle Tartışmayın Gönderen: webtasarim
[Dün, 11:03:41 ÖS]


Yardımı Reklam Gibi Yapmamalı Gönderen: webtasarim
[Dün, 10:59:14 ÖS]


Dinimizin Bizden İstediği Hayat Gönderen: melek
[Dün, 09:02:39 ÖÖ]


Hidâyetten Sonra Kalblerin Kayması Gönderen: melek
[Dün, 08:54:05 ÖÖ]


Kalbin Temizliği Gönderen: melek
[Dün, 08:45:49 ÖÖ]


Peygamberimizin Kadınlara Karşı Muamelesi Gönderen: melek
[Dün, 08:36:03 ÖÖ]


Allah Rasülü’ne Muhabbetimiz Gönderen: melek
[Dün, 08:33:38 ÖÖ]


Kendimize ve Ailemize Sahip Çıkalım Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:12:49 ÖÖ]


Müslümanlar Kazanımlarını Ne Zaman Kaybederler Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:05:29 ÖÖ]


Savrulsak Da Beraberiz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:57:41 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41