TÜKETİYORUZ AMA NEYİ
Günümüzde insan faaliyetleri arasında alışverişten daha fazla yapılıp edileni yoktur. Dahası, tarih boyunca tüketim hiç bu denli hayatın merkezine gelip oturmuş değildir. Öyle ki, çağımızı ve bu çağda yaşayan insan topluluklarını tanımlarken bile kendisine ihtiyaç duyuyor, bir “tüketim çağı” ve toplumundan bahsediyoruz. Artık herkes; tüm insanlar, milletler ve ülkeler daha fazla tüketebilmek için yaşıyor ve didiniyor. O kadar ki; alışveriş, yani tüketmek çağdaş insanın yapıp etmeleri arasında en bariz, en sık, en önde geleni olmuştur. Buna ayak uydur(a)mayan ya da hızlı bir tüketici olmayan kimseler çağdaş sayılmıyor demode, bağnaz, gerici diye yaftalanıp bırakılıyor. İyi bir tüketici iseniz şirketler peşinizden koşuyor, ülkeler size kapılarını açıyor, baş tacı ediliyorsunuz bu devirde.
Materyalist ve pozitivist ideoloji ve sistemler yüzünden elinde, hedefinde yalnız bu dünya kalan insanlardan beklenen şeydir tüketim. Üretim de sadece bunun için elzem bir araç ve süreçtir. Tüketim talebinin düşmesi krizdir, üretimi durdurur ve modern hayatın her alanını felce uğratır. Bu düşüş alarm sayılır ve yeniden artması için çareler aranır. Kampanyalar, iskontolar yapılır; promosyonlarla, reklamlarla insanlar yeniden alışverişe davet edilir, buna ikna etmeye çalışılır. Yani anlayacağımız tüketim, içinde yaşadığımız hayatın (ekonominin) motoru ve lokomotifidir. Ne zamandan beri mi? Kapitalist ve modern yaşam biçiminin dünyaya hükümran olduğu günden beri.
ALDIKLARIMIZIN NE KADARINA GERÇEKTEN İHTİYACIMIZ VAR?
Bir araba fabrikasının yatırım giderlerini karşılamak için üretip satmak zorunda olduğu araç sayısı 200 bindir. Ancak bundan sonra kâra geçmesi mümkün olabilmektedir. Sadece bu örnek dünyada deveran eden sistemi anlamamıza yeter. Her şirketin hedefi en yüksek karlılık olduğuna ve bunun da yolu insanları tüketmeye alıştırmaktan geçtiğine göre, etrafımızda dönen patırtı ve gümbürtünün sebepleri belirsiz olabilir mi? İnsan ihtiyaçları bellidir ve bunların karşılanması için günümüzdeki tüketim miktarına asla gereksinim yoktur. Çarkın sürekli işlemesi, baronlaşmış şirketlerin ve bu sayede küresel cari sistemin ayakta durması içindir tüm döndürülen dolaplar, yutturulan dolmalar.
Pazarlama, halkla ilişkiler ve reklam faaliyetlerinin çok büyük kısmının aldatmacadan ibaret olduğu gerçeğini, bu meslekleri icra eden bazı insanlar da kabul ediyor bugün. İnsanların hiç ihtiyaç duymadığı ürünleri ihtiyaç haline getirmek için devreye sokulan süreç ve unsurlardır tüm bunlar. Örneğin; spor mu yapacaksınız, spor salonu üyeliği ya da spor aletlerini satın almak şart. Doğada bol bol oksijen eşliğinde yürümek moda değil artık. Çünkü bu yöntemle kimse para kazanamıyor. İki ayakkabınız mı var, bir de şu rengini almalısınız. Bu renk ayakkabıyla, şu renk çantayı kullanmalısınız. Yürüyüş mü yapacaksınız, yürüyüş ayakkabısı şart. Kahve makineleri çıktığından beri, kahveyi cezvede pişirmek demode oldu. Para biriktiremiyorsanız, sigorta şirketleri sizin adınıza biriktiriyor ve yaşlandığınızda sizi maaşa bağlıyor.
HEDEF, ÖNCELİKLE KADINLAR VE ÇOCUKLAR
Bu sistemde hedef, öncelikle kadınlar ve çocuklardır. Aile içinde en çok ihtiyaç üretenlerin bu iki grup olduğu tespit edilmiş, mesajların çoğu bunlara yöneltiliyor. Ya da erkeklerin dünyası, bu iki grubun kullanılmasıyla fethediliyor. Bankalar ve sigorta şirketlerinin reklamlarına dikkat ettiniz mi hiç: Sanki dünyanın en kutsal işini yapıyorlarmış gibi lanse ediyorlar kendilerini reklamlarında. Küçük bir çocuk nasıl mutlu olacağını anlatıyor: Ağabeyinin işe girmesi için insanların paralarını bankaya yatırmaları gerektiğini söylüyor. Birileri iş kurmak için bankadan para alacak, sonra da ağabeyini işe alacakmış. Evet, sistemin özü işte bu: Bankalara, kredi kartlarına, sigorta şirketlerine ve tüketime bağımlı bir toplum inşa edildi.
ALIŞVERİŞTE TÜKETİYORUZ ÖMRÜMÜZÜ
Mesele iki taraflıdır tabii. Madalyonun diğer yüzünde de biz insanlar varız tüketmeye eğilimli olan. Zamanımızın önemli bir kısmını, ihtiyacımızmış gibi görünenlerin alışverişiyle geçiriyoruz. Neredeyse alışverişte tüketiyoruz ömrümüzü. Modayla, yılbaşıyla, sevgililer-anneler-babalar günüyle seri tüketici haline gelmiş, getirilmişiz. Şehirlerimizi alışveriş merkezleriyle uçtan uca donatıyoruz. Bu devirden önce halbuki herkes cami, okul, hastane, imaret ve aşevi gibi sadaka-i cariye peşinde koşardı memlekette. Çünkü ahiret düşüncesi capcanlıydı, millet hayır hasenat yapma ve kalıcı eserler bırakma derdindeydi. Ölüm hakikati hayatın dışına itilerek görmezlikten gelinmiyordu henüz ve bu mukadder akıbete hazırlıkla geçiyordu ömürler. Şimdiki manzara ise, sanki insanlık ölüme çare buldu da ahiret tehlikesi (!) bertaraf edildi ve küresel bir biçimde dünya hayatı için yaşama, dünyayı yaşama ortak hedef haline geldi.
Heva-ü hevestir bizi bu noktaya getiren başkaca bir şey değil. Aslında, hem kendi nefsimizin esaretinden kurtulmak hem de çağın küresel sisteminin boyunduruğundan azade olmak çok kolay. Ne kendi geçici heveslerimiz peşinde koşturacağız ne de azgın bir sel gibi akıp, önüne geleni çer-çöp haline getiren çoğunluğa. Hayatımızı yörüngesine oturtmaktan geçiyor mesele. Nereden gelip nereye doğru gittiğimiz bilinci, bizi savrulmalardan koruyacak biricik dayanaktır. İnsanın kendini yeryüzünden sorumlu hissetmesi gerekiyor ki ömrünü bir ideale bağlasın. Din işte, ahlaki, ruhi ve zihni çerçevesiyle bu zemini sağlıyor kişiye. Yoksa kim dayanabilir pop kültürün yaşam biçimlerine ve onların getirilerine. Çünkü insan her zaman hazır bulduğuna ve peşin olana talip olmaya meyillidir ki çağımız, bunu çok iyi tespit etmiştir.
Tüketim çılgınlığı ve alışveriş tutkusu, kalbi ve ruhi bir boşluktan ileri geliyor, başkaca bir şey değil. Zikir ile kalbinizin dağdağasını bir dindirin de bakın bakalım başka bir yerde tatmin aramaya hacet kalıyor mu? Beka hissini gereğince yaşayalım bir, görelim sonra kimlermiş bizi aldatan? Nur’a ve selam yurduna yapılan çağrıya kulak verelim de gözleyelim bir, hangi malın alıcısı olacağız. Aslında insanın içine düştüğü çıkmazların temel sebebi, sema ile irtibatını tümden koparmasıdır. Bu, görülen tüm şaşkınlık ve sapkınlıkların asıl nedenidir.
Özlem ŞAHİN EKİNCİ.