Gönderen Konu: AİLEYE VURDURTMAYALIM  (Okunma sayısı 244 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
AİLEYE VURDURTMAYALIM
« : Mart 23, 2019, 06:32:40 ÖS »
AİLEYE VURDURTMAYALIM

Mü’minde birlik düşüncesi, tevhid akidesinin bir tezahürü olarak tecelli eder. Aile adını verdiğimiz müessese de bir birliktir. Zira aile, birbiri için yaratılan iki cinsin bir araya gelmesiyle oluşur. Cinsiyet, üreme yeteneğine sahip tüm varlıkların hilkatinde vardır.

Peygamber Efendimize atfedilen; “Nikâh sünnetimdir, kim sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir” hadisi bu hakikate işaret eder. Zira insanlık içerisinde hilkat ve fıtrata en saygılı olanlar, insanlığın ufuk şahsiyetleri olan peygamberlerdir. Hadisteki “benim sünnetim” ifadesinin açılımı “benim de tabi olduğum fıtri sünnet” olsa gerektir.

Hilkat ve fıtratın bir gereği olan aile kurumunun yokluğu düşünülemez. Bu takdirde insanın sosyal hayatından, dahası insan türünün bekasından söz edilemez. Neslin devamı sadece cinsel üreme yeteneğine indirgenemez. İnsan, adı üstünde, ötekiyle ünsiyet kurduğu zaman insan denilmeyi hak eder.

“Kişinin bakmakla yükümlü olduğu hane halkı” için kullanılan terim, en dar anlamda birbirine dayanan karı-koca ikilisini ifade eder. Buna varsa çocuklar ve yakınlık derecesine göre bakımıyla mükellef olunan diğer yakınlar girer. Biri diğerine “Varlığını bana borçlusun” diyemez. İkisi de diğerinden bağımsız hareket edemez. Her biri, birbirinden kopunca ailenin ayakta kalamayacağını bilir. İşbu noktada, vahyin inşa ettiği akılda ‘saçma’ ile birebir olan “Kadın mı erkekten, erkek mi kadından üstündür?” sorusunun hiçbir anlamı kalmaz. Zira onlar zevc’dirler. Zevc Kur’ani bir kavramdır ve anlamı aynı zamanda vahyin inşa etmek istediği aile tasavvurunu da yansıtır.

Zevc’in en güzel tarifi “biri diğerinin yerini tutmayan ve birbirini bütünleyen iki unsudan her biri”dir. Buna en güzel örnek kelimeye verilen zevcâ na’lin örnek cümlesidir: “Bir çift ayakkabının teki”. Bu durumda yukarıdaki sorunun “Sağ ayak mı soldan, sol ayak mı sağdan üstündür?” veya “Sağ ayakkabı mı soldan, sol ayakkabı mı sağdan üstündür?” sorusundan farkı yoktur.

Tabii ki aynı şey “eşitlik” tartışması için de geçerlidir. “Eşitse, sağ ayakkabıyı sol ayağa, sol ayakkabıyı sağ ayağa giy!” diyen haklı çıkacaktır. Bu hem ayağa, hem de ayakkabıya zulümdür. Bunlar “eş”tirler. Bazı eşleri eşitleme ve aynı kılma çabası, eşleri eşitlemez ve aynı kılmaz, fakat onları eş olmaktan çıkarabilir. Sonuçta ne eşit olurlar, ne de eş.

Âyetlerin verdiği mesaj ışığında, vahyin kadını, “eve sahip olma” anlamında “evli” olmaya çağırdığı sonucuna varabiliriz. Bu çağrı, “modernizmin evsizliği”nin modern bireylerin başına açtığı musibetle daha önem kazanmıştır. Vahyin kadını vakarıyla oturmaya çağırdığı ev, bir tembelhane değil, içinde vahyin talim edildiği ve hikmetin hâkim olduğu “Kur’an ve hikmet evi”dir.

Böyle bir ev mü’min kadının ikinci tesettürüdür. Tabii ki bu durumda tesettür de mü’min kadının birinci evi hükmündedir. Bu yüzdendir ki tesettür emri bir “giyinme” değil, bir “örtünme” emridir. Giyinme her zaman örtmeyebilir. İçinde tesettür şuuru olmayan bir giyinme, kolayca teşhirin tamamlayıcı bir unsuruna dönüşebilir. Nitekim bugün, örtünme, tesettür değil, aksesuvar halini aldı. Başörtüsü için verilen mücadele tesettürde kaybedildi. Hâyânın, edebin utanmanın kalmadığı yerde şekli dindarlık olur. İçi boşaltılmış dindarlık! Kişiliğin değil, dişiliğin öne çıktığı, kadının teşhir maddesi olarak kullanıldığı, lastik, çikolata reklamından tutun, yemek, deterjana varıncaya kadar teşhir metaı.

Peygamberimiz vahyi ilk aldığında “sokağa” değil “eve” döndü. Çünkü ev “Nereden başlamalı?” sorusunun tam cevabıydı. Hz. Peygamber de oradan başladı.

“Firavun’un zulmü annelerin rahmine kadar uzandığında ne yapılabilir?” sualine vahyin verdiği cevap açıktır: “Şehirde toplumunuz için bazı evleri karargâh edinin; kendi evlerinizi ise ibadethaneye dönüştürerek ibadetinizi eda edin! Ve (bunu yaparsanız, o zaman) mü’minleri (zaferle) müjdele!” (10:87) Burada tarif edilen evin işlevini Mekke’de Erkam’ın evi görüyordu. Muhammedi davete ilk icabet edenlerin Daru’l-Erkam’a “Daru’l-İslam” (İslam’ın Evi) adını vermeleri boşuna değildi

Kur’an’ın tarifini yaptığı ev esasen bir “şahsiyet okulu” hükmündedir. Aile, bu okulun hem öğrencisi hem öğretmenidir. Böylesi bir ev cennetin dünyadaki şubesi olmayı hak etmiş demektir. Cennetin dünyadaki şubesi olmayı hak etmemiş bir ev, cehennemin dünyadaki şubesi olmaya adaydır. İman eden herkesi ailesini cehennemden korumaya çağıran şu âyet, aslında evi cehennemin dünyadaki şubesi olmaktan koruma çağrısıdır: “Siz ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan tarifsiz bir ateşten koruyunuz!” (66:6) Allah Rasulü, şu hadisiyle bu âyeti şerh eder gibidir: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz.” (Buhari ve Müslim).

Yakıtı insanlar ve taşlar olan ateş… Burada, içinde kalan insanlar ve yapı malzemesiyle birlikte bir ev tarif edilmektedir. İnsanların “yakıt” (vekûd) olması hem yanmaya hem başka bir şeyi yakmaya delalet eder. Sorumsuz bir yürek taş kesilmiş bir yürektir. Taş kesilen insan, taşı tutuşturan bir yakıt olacaktır.

Sorumluluğunu yerine getirmeyen insanların ahiretteki durumunu dile getiren şu âyetleri, Tahrim 6 ışığında anlamak gerekir: “O gün kişi kardeşinden kaçacak; annesinden ve babasından; hanımından ve çocuklarından kaçacak…” (80:34-36) Bu âyetler içerisinde hanımın kocasından kaçacağı bir ibare bulunmamaktadır. Aksine evin reisinin hanımından ve çocuklarından kaçacağına dair bir ibare bulunmaktadır. Kaçma sebebi ise “kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun!” emrini yerine getirmemesidir. Kendisini kovalayacak olanlar, “Bize karşı sorumluluğunu neden yerine getirmedin?” diye hesap soracak olan ailesidir. Dünyada ailesine karşı sorumluluktan kaçtığı için ahirette de ailesinden kaçacaktır.

Kadın aile içinde analığa terfi edince, onun makamı da “makamların anası” olacaktır. İşbu makamın önemini şu hadisten daha güzel ne ifade edebilir: “Cennet anaların ayakları altındadır.” Burada yüceltilen kadınlık değil analıktır.

Ne gariptir ki vahyin inşa ettiği zihnin yücelttiği analık, modern zamanların inşa ettiği zihinlerce aşağılanmaktadır. Bu aşağılama sonucunda bebeğin yerini köpek, evin yerini pansiyon, nikâhın yerini birliktelik, hayrın yerini haz almaktadır. Durum bu düzeyde de kalmayıp, dünyevileşme ve hazzın büyüsü ile “karı ile kocanın arası ayrılmakta”dır.

Her aile, tevhid bilinciyle vahdete doğru atılmış mübarek bir adımdır.

Vahyin yeryüzündeki hedeflerinden biri, aynı iman etrafında dünyanın en büyük ailesini oluşturmaktır. Vahyin bu hedefini, kökü cennette olan ve dalları dünyaya ağan bir tûba ağacına benzetebiliriz. İşbu ağacın çekirdeği aile, düşmanı tefrika, güneşi vahdet, suyu merhamettir.

Yaşar Değiirmenci.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41