ASRI SAADET HAYALİ
Bugün hayalen Asr-ı Saadet’e gitmek, doğrularla yalanların birbirinden çok uzakta olduğu pazarlarında gezinmek istedim. Medine’nin sokaklarında yürümek, gelen gidenlere selâm vermek, selâm almak istedim. Çok özlediğim Peygamberimin (asm) mübarek meclisine uğrayıp, sahabilerinin ayaklarının tozlarıyla arkadaş olmak istedim. Yirminci asrın medenîsi yerine, o saadet asrının bedevîsi olmaya, onlar gibi meleklerle arkadaş olmaya heveslendim.
Hane-i Saadete gidip o mütevazi hasıra yüz sürmek, dünya debdebesinin olmadığı o hanenin misafiri olma şerefine nail olmak kim bilir ne kadar büyük bir saadet olurdu benim için? O Yüce Resûl (asm) gibi aç kalmak, susuz kalmak ne büyük bahtiyarlık olurdu benim için? Hele, o taşlara zikirhâne olan, susuzlara âb-ı hayat gibi su akıtan, işaretiyle ayı ikiye ayıran, hastalara şifâ olan, değen yerleri nurlandıran mübarek eller yok mu? Ellerimle dokunabilseydim, doya doya öpebilseydim, doyasıya mahçup yüzüme sürebilseydim o mübarek nurlu elleri. O zaman insanların en bahtiyarları arasında yer alırdım. O zaman sevincimden tâkatim kesilir ayakta duramaz hâle gelir, yığılıp kalırdım o mübarek ayakların altında. Uyanınca da ayağa kalkmaz, yüzümü sürer, öperdim o ayakları ve bastığı toprakları...
İstedim ki, ben de arzî olmaktan çıkıp, semâvî olanlarla arkadaş olayım. Yalan ve dolanlardan, kin ve hasetlerden, karanlık ve zulmetlerden uzaklaşmak istedim. Yürüyen nurlu ayakların gölgesine sığınmak istedim. Bilâl-i Habeşî’nin semalara yükselen ezan-ı Muhammedîsini huşu ile dinlemek, o melek misâl insanlarla Mescid-i Nebevî’ye sığınmak istedim. Orada Rabbimin huzuruna çıkıp huzurla dolmak istedim...
Hz. Ebûbekir’in sıddıkiyetinin, Hz. Ömer’in (ra) küfre ve münafıklığa karşı olan buğzunun, Hz. Osman’ın (ra) haya ve hilminin, Hz. Ali’nin (ra) iman ve ilminin yaşandığı o zamanlara hayalen bile gitmek ne güzel Ya Rabbi! Hele, Resûl-i Kibriya’nın meclisinde Rabb-i Rahime teslim olan sahabiler meclisini nasıl ifade edebilirim ki?
Orada Ensar ve Muhacirinin kardeşliğini yaşamak isterdim. Orada bir Selman-ı Fârisî gibi Resûlullah’ın “Selman bendendir” hitabına mazhar olsaydım, bir Suheyb-i Rûmî gibi hem Ensardan hem de Muhacirden olmak şerefine nâil olsaydım ne güzel olurdu Ya Rabbi? Dünyanın en büyük makamlarından çok daha büyük olurdu makamım o zaman şüphesiz...
Anlatılamaz güzelliklerden bahsetmek istiyorum. Ulaşılamaz makamları satırlarımın arasına sığıştırmaya gayret ediyorum. İyiliklerin, güzelliklerin, doğrulukların taşlara bile sindiği nurlu asırdı o zamanlar... Kötülüklerin, çirkinliklerin, yalanların yok olduğu, şeytanların kandıracak insan bulmakta zorluk çektikleri ve bunun için de kahroldukları bir zamandan söz etmek istiyorum dostlarım...
Utanıyorum, eziliyorum, büzülüyorum, Peygamberimi (asm) ve sahabilerini hatırlayınca... Çünkü onlara lâyık olamadım, olamıyorum. Hayatlarına geçirdikleri nurlara kavuşmak için yeterince çaba gösteremedim. Yirminci asrın, ahirzamanın karanlıkları beni boğmaya çalışırken Peygamberime (asm yönelemedim, onun yolunun tozu bile olamadım. Ama o Resûl-i Zîşân’ı düşünebiliyorum. Bu bana Rabbimin büyük bir ikramıdır şüphesiz. Onun ümmeti olmayı şereflerin en büyüğü olarak kabul ediyorum. Bunun bile az olmadığını düşünüyorum. Rabbimin rahmetiyle bunu bile değerlendireceğini ümit edi- yorum...
Hayali bile ruhları huzura kavuşturan ne güzel bir zamandı o asır ya Rabbi! Sıkıntıların, acıların huzur verdiği bir zamandı o yıllar. Cennet hayatından kokular vardı o yaşantılarda. Allah’ın Resûlü’nün (asm) âleme nasıl rahmet olarak gönderildiğini anlamak için, zamanın dimağımızda bıraktığı bütün kirleri atıp, hayalen oralara gitmek yeterlidir aslında.
Ya Rabbim, Habibini düşünmek, onun yolunun yolcusu olmak, ona gönül vermek, onu bütün fanilerden daha çok sevmek ne kadar güzeldir? Ey Âlemlerin Rabbi, biz âciz kullarını o Asr-ı Saadet nurlarından mahrum bırakma. Habibinin sevgisini bizim kalbimize yerleştir. Bizi ona lâyık bir ümmet eyle. Onun müfessiri olduğu Kur’ân’ın hakikatlerini anlamamızı, onun yaşantısı gibi bir hayat yaşamamızı bize nasip et Rabbim!