Gönderen Konu: Kadının Asr’ı Sadetteki Sosyal Durumu  (Okunma sayısı 103 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5794
Kadının Asr’ı Sadetteki Sosyal Durumu
« : Ocak 08, 2024, 09:10:24 ÖÖ »


Kadının Asr’ı Sadetteki Sosyal Durumu

İnsanlık tarihi boyunca teşekkül eden medeniyetlerde birçok sebeple kadın anlayışı değişkenlik arz etmiştir. Kadın, anaerkil toplumlarda hayatın kaynağı olarak kabul edilerek doğurganlığı ve tabiatın sembolü sayılması gibi gerekçelerle kutsallaştırılsa da diğer toplumlarda genellikle erkekler karşısında daha aşağı bir statüde görülmüştür. Kadına karşı bu farklı bakış, bazen hak ve değer açısından erkeğe göre ikinci derecede bir statü belirlemiştir. Zaman zaman neredeyse hiçbir hak ve değere sahip olamadığını da gördüğümüz kadının bu durumunu kaynaklarda ve farklı dinlere ait metinlerde görmek mümkündür. Örneğin eski Hintlilerde görevi çocuk doğurmak ve ev işlerini görmek olan kadın evlenene kadar babasının, evlendikten sonra da kocasının sözünden çıkamazdı. Kocası ölürse oğluna itaat ederdi. Yine Hindularda “Sati” adı verilen bir ritüele göre kocası ölen veya evlendiğinde yeterli çeyiz getiremeyen kadınlar diri diri yakılarak öldürülmekteydi. Bu uygulama, günümüzde Hindistan’ın bazı kırsal kesimlerinde az da olsa hâlâ devam ettirilmektedir. Orta Çağ Hristiyan dünyasında ise kadının ruhunun olup olmadığı tartışılmıştır. Bu algı etrafında Avrupa’da XII. yüzyıldan itibaren büyücü ve cadı avı başladığı söylenir. Nitekim Avrupalılar, cinlerle münasebeti olduğu düşüncesiyle pek çok kadını yakmak ya da suda boğmak suretiyle öldürmüşlerdir. Cahiliye Araplarında da çocuk doğurmaya yarayan bir araç olarak kabul edilen kadın, doğurduğu çocuğun cinsi erkek olduğunda ailenin ferdi sayılırdı. Çocuksuz bir kadının ölümü hâlinde kocasına başsağlığında ve taziyede bile bulunulmazdı. (Şemsettin Günaltay, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, 111.)

Önceleri, coğrafi şartlar sebebiyle sık sık yer değiştirmek durumunda kalan ya da diğer kabilelere baskın yapıp ganimet elde etme zorunda olan göçebe kabilelerde kadınlar muharip sınıftan kabul edilmemiştir. Tüketici olarak görülüp ikinci derecede bir rol biçilen kadının bu konumu zaman zaman hayatını önemsiz hâle getirmiştir. Kız çocuklarının ailenin ve kabilenin imkânlarını tüketmesinin önüne geçmek, geçim endişesi, kabileler arasında süregelen savaşlar esnasında esir edilen kızların istismar edilmesi, toplum tarafından kadının ahlaka mugayir kabul edilen davranışlar sergilemesinin ailesi için utanç sebebi sayılması gibi gerekçelerle kız çocuklarını gömerek öldürmek özellikle Arap toplumunda görülen uygulamalar arasındaydı. Nahl suresinin 58-59. ayetleri tam da bu durumu ifade eder niteliktedir: “Onlardan biri, kız ile müjdelendiği zaman içi öfke ile dolarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü müjde  yüzünden halktan gizlenir. Şimdi onu, aşağılanmış olarak yanında tutacak mı yoksa toprağa mı gömecek? Bak, ne kötü hüküm veriyorlar!”

Kur’an-ı Kerim’in, fizyolojik ve psikolojik açıdan erkeklerden farklı yaratılan kadın için haklar ve özgürlükler bakımından kadın erkek ayrımı yapmadığı söylenebilir. Nitekim Kur’an’da yer bulan şu ifadeler bu durumu vurgulamaktadır: “Erkek olsun kadın olsun, kim mümin olarak imanına yaraşır güzellikte işler yaparsa biz ona dünyada huzurlu bir hayat yaşatırız; ahirette ise onu güzel amellerine yaraşan mükâfatın en güzeliyle mükâfatlandırırız.” (Nahl, 16/97.), “… Erkekler de emeklerinin karşılığını alacaklar kadınlar da. Siz yeter ki Allah’ın bitmez tükenmez lütuf hazinesinden isteyin. Allah her şeyi hakkıyla bilir.” (Nisa, 4/32.) Kadın ve erkeğin manevi kazanımını doğrudan ifade eden bu ayetler maddi kazanımlarının da aslında eşit olduğunu düşündürmektedir. Zira Allah, kadını da yeryüzünün ve toplumun imarında erkekler gibi söz sahibi ve görevli kılmıştır. (Nisa, 4/32.)

İslam, tarih boyunca pek çok uygarlıkta erkeğin karşısında edilgen bir konumda bulunan ve varlığı erkek üzerinden anlamlandırılan kadını şahsiyet sahibi ve birey olarak kabul etmiştir. Sahip olduğu yeterlilik ve yetkinliğe göre toplumun imarı adına kadına sosyal ve ekonomik hayatta faaliyette bulunmasına izin, hatta görev vermiştir. Öyle ki iktisadi ve sosyal yaşamın bazı kurallarını onlar vasıtasıyla öğrenmekteyiz. Örneğin sahabeden ticaretle meşgul olan Kayle (Ümmü Beni Enmâr) isimli bir kadın, alışveriş yaptığında uyguladığı bir yöntemin doğru olup olmadığını öğrenmek üzere Allah Resulü’ne gelerek şöyle demiştir: “Ey Allah’ın elçisi! Ben tüccar bir kadınım. Bir malı satın almak istediğimde almayı düşündüğüm fiyatın altında bir fiyat vererek müşteri olurum. Sonra almayı düşündüğüm fiyata kadar yavaş yavaş fiyatı pazarlıkla artırırım. Böylece malı istediğim fiyata satın almış olurum. Bir malı satmak istediğim zaman ise o mala, satmayı düşündüğüm fiyatın üzerinde bir fiyat isterim, sonra düşündüğüm fiyata ininceye kadar fiyatı pazarlıkla indiririm. Bu davranışıma siz ne dersiniz?” Hz. Peygamber bu yöntemin yanlış olduğunu, “Ey Kayle! Böyle yapma, bir şey alacağın zaman, satıcı versin ya da vermesin, düşündüğün fiyatı teklif ederek müşteri ol! Bir malı satacağın zaman da satılsın ya da satılmasın, satın almayı düşündüğün fiyatı iste!” ifadeleriyle dile getirmiştir. (İbn Mace, Ticaret, 29.) Böylece Resulüllah ticarette dürüstlük ve pazarlıkta açıklık üzerine bir ticari ahlak ilkesini bir kadın tüccar vesilesiyle öğretmektedir.

Hz. Peygamber döneminde kadınların vakit, cuma ve bayram namazlarına Mescid-i Nebevi’ye giderek dinî hayata da aktif bir şekilde katıldığını görmekteyiz. Öyle ki “Allah’ın hanım kullarını mescitten men etmeyiniz!” (Müslim, Salat, 136.) buyuran Resul-i Ekrem, kadınların dilediklerinde mescide gidebileceklerini bu vesileyle belirtmiştir. Bu bağlamda kadınları sosyal ve ekonomik hayattan uzaklaştırmaya ve sınırlamaya matuf bir rivayeti de hadis kaynaklarında göremiyoruz.

Fiziksel iş görme kapasitesi erkekten daha az olduğu bilinen kadınların bazı alanlarda erkekler kadar görev ifa ettiğine asr-ı saadette şahit olmaktayız. Örneğin Peygamber Efendimiz, Semra bint Nüheyk isimli kadın sahabeye Medine çarşı ve pazarlarını dolaşmak suretiyle insanları ticaret ahlakına uygun davranmaya teşvik etme, aksine hareket edenleri uyarma, bir başka deyişle denetim görevini vermiştir. (İbn Abdilber, el-İstî‘âb fî ma‘rifeti’l-ashâb, 4/355.) Semra bint Nüheyk, böylece hile ve haksızlık yapanlara caydırıcı tedbirler uygulamak suretiyle günümüzde zabıta memurluğuna tekabül eden muhtesiplik vazifesini icra etmiştir. Anlaşıldığına göre Peygamber Efendimiz bir görev için yeterli donanımı haiz ve gerekli şartları sağlayan kimse için cinsiyet ayrımı gözetmemiştir. Yine Medine’de ticari hayatı düzenlemekle görevli hanım sahabilerden biri de Şifâ bint el-Adeviye’dir. Hz. Peygamber (daha sonra da Hz. Ömer), Medine pazarında fiyat ve kalite kontrolü yapmak, alıcı ile satıcı arasında çıkan sorunları çözüp karara bağlamak ve esnafın denetimini sağlamak üzere Şifâ bint el-Adeviye’yi vazifelendirmiştir. (Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbu’l-idâriyye, 1/195, 449.)

Zanaat ile uğraşan kadınların da asr-ı saadet ortamında bu faaliyetlerini yürüttüğüne şahit olmaktayız. Nitekim Abdullah b. Mesud’un eşi Rayta, Allah Resulü’ne gelip kendisinin zanaatkâr bir kadın olduğunu, ürettiği mamulleri çarşı pazarda sattığını belirterek elde ettiği bu kazançtan ailesine harcama yapıp yapamayacağını sormuş, Peygamber Efendimiz de “Ailene yaptığın harcamalarda senin için mükâfat vardır.” (İbn Sa‘d, Tabakâtü’l-kebîr, 10/274.) buyurmuştur. Bu çerçevede, hicreti müteakiben muhacir kadınlar Mekke’de öğrendikleri deri işleme faaliyetine devam etmişler ve Medine pazarlarında ürünlerini satmışlar, Medineli hanımlara da deri işlemeciliğini öğretmişlerdir. Nitekim ezvac-ı tahirattan Zeyneb bint Cahş validemiz ve sahabeden Esma bint Umeys, deri tabaklayarak bunları kullanılabilecek duruma getirip çeşitli kıyafetler dikmişlerdir.

Medine’de, dönemin önemli sektörlerinden olan dokumacılık için kadınlar küçük birer atölyeye dönüştürdükleri evlerinde ya da kendilerine ait dükkânlarda dokudukları kumaşları Medine çarşısında satmışlar, sepet ve hasır gibi ürünlerin ticaretini yapmışlardır. Yine Müleyke Ümmü’s-Saib el-Sakafıyye, Esma bint Muharribe ve koku satması dolayısıyla Attare namıyla şöhret bulan Havle bint Tuveyt gibi hanım sahabiler de esans ticareti yapmışlardır. (İbn Sa‘d, Tabakâtü’l-kebîr, 8/300.) Tarım ile de meşgul olduklarını gördüğümüz kadın sahabilere Hz. Ebu Bekir’in kızı Esma’yı örnek verebiliriz. Esma bint Ebu Bekir’in, eşi Zübeyr b. Avvam’a Allah Resulü tarafından verilen araziyi ekip biçmesi, kadınların ziraatla da uğraştığını ve bu hususta herhangi bir engel ile karşılaşmadıklarını göstermektedir.

Tabiplik, hemşirelik ve ebelik, Hz. Peygamber döneminde kadınlar tarafından yürütülen faaliyet alanlarındandır. Örneğin Esma bint Umeys, Resul-i Ekrem hastalandığında Arap Yarımadası dışından getirilen bitkilerden ilaç yaparak onu tedavi etmeye çalışmıştır. Resulüllah’ın hizmetçisi olan Selma isimli hanım sahabi de Peygamber Efendimizin çocukları ve Hz. Fatıma’nın evlatları başta olmak üzere pek çok çocuğun doğumunu gerçekleştirerek ebe olarak yaşadığı çevrede şöhret bulmuştur. Sevde bint Misrah ve Ümmü Enmâr isimli hanım sahabiler de dönemin önemli ebeleri arasında sayılabilir.

Asr-ı saadette, kadın sahabenin gerektiğinde cihat meydanlarında hizmet ettiği görülürken bazen de bizzat savaşa iştirak ettiklerini kaynaklar zikretmektedir. Nesibe bint Ka’b b. Amr ve Ebu Leyla Abdurrahman b. Ka‘b bu simalar arasındadır. Ayrıca Ümmü Süleym’in yaralıları tedavi etmek, bazı hastalıklara ilaç yapmak, Müslüman askerlere su taşımak üzere savaşa katılma talebine Allah Resulü, “O hâlde gazaya çıkmanız ne güzel olur.” (Heysemî, Mecme‘u’z-zevâid ve menba‘u’l-fevâid, 5/324.) şeklinde mukabelede bulunarak onun savaşa iştirak etmesini onaylamıştır. Yine Rubeyyi bint Muavviz isimli hanım sahabi, “Biz Allah Resulü’yle birlikte savaşırdık. Müslüman askerlere su taşır, onlara yardım eder, yaralıları ve şehitleri de Medine’ye taşırdık.” (Buhari, Cihad, 67, 68.) demek suretiyle savaş zamanlarında kadınlar olarak nasıl hizmet gördüklerini dile getirmektedir. Ümmü Salt, Ümmü Atiyye, Hamne bint Cahş ve Leyla el-Gıfâriyye gibi hanım sahabeyi bu bağlamda zikretmeliyiz. Onlar mücahitlere kırbalarla su taşımak, yemek yapmak, mücahitlerin kılıç kınlarında oluşan söküklerini dikmek gibi işleri yaparak savaşlarda da görev almışlardır. Onlara bu hizmetleri için hediye türünden birtakım maddi karşılıklar verilmiştir. (Müslim, Cihad, 137.)

Görüldüğü üzere kadın sahabiler, erkeklerin uğraştığı alanlarda da zaman zaman aktif rol oynamışlardır. Özel beceri ve maharet gerektiren işleri bazı erkeklerden daha iyi yaptıkları da bilinen kadınlar asr-ı saadette eğitim öğretim, çalışma, üretim, ticaret gibi birçok alanda faaliyet göstermişlerdir. Toplum hayatında kadının konumunu yerinde değerlendiren Allah Resulü, evde çocukları ve ev işleriyle meşguliyetlerinin yanında kadınların toplumun imarında da söz sahibi olduklarını benzer örnekler üzerinden göstermiştir.

Doç. Dr. Yaşar Akaslan.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41