Gönderen Konu: Kendi Düşen'erden Olmayalım  (Okunma sayısı 86 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5778
Kendi Düşen'erden Olmayalım
« : Mayıs 08, 2023, 07:19:20 ÖÖ »


Kendi Düşen'erden Olmayalım

   Tam da “Kendi düşen ağlamaz.” atasözüyle gözlerin açılması gerektiği bir devreden geçiyoruz. Başımıza gelen nâhoş hâdiselerin suçlusunu hep kendi dışımızda arasak da aslında baş suçlu kendimiziz. Hâriçteki suçluları da başımıza saran çok zaman kendi seçimlerimiz ve adımlarımızdır.

“Türkiye’yi Yıkmak İçin 100 Plan” diye bir kitap okumuştum. Su uyur düşman uyumaz, düşmanın sizi yıkmak için bin plân yapması şaşılacak bir hâdise değildir. Mühim olan onlar bu plânları yaparken sizin neyle meşgûl olduğunuzdur. Siz yapmanız gerekenleri yaparsanız düşman ya sizi yıkmak için plân yapamaz, teşebbüs ânında enselenir; ya da bu plânları tatbîk edemez. Siz de düşmanı yıkmak için bin tâne plân üzerinde beyin patlatmıyorsanız onların plânlarına mârûz kalmanız kaçınılmaz olacaktır. Atalar ne güzel söylemiş: “Hazır ol cenge, eğer sulh u salâh ister isen.”

Sulh, râhat, huzûr içinde yaşamak istiyorsan cenge hazır ol, düşman cenge hazır olduğunu görsün ki sana saldıramasın. Eğer cenge hazır değilsen ezilişin suçunu sırf düşmanda arama, asıl kendinde ara. Dolayısıyla “Kendi düşen ağlamaz!”

Osmanlı yıkıldı. Bu netîcede düşmanın bin bir oyununu sayabilir ve bulabiliriz. Buna niye şaşıralım? Düşmanın tıynetinde var seni ezmek. Peki onlar bunca tuzağı kurarken sen onlara ne tuzak kurdun, tuzaklarına karşılık vermek için ne yaptın? Adamlar sanayi devrimi yaptı, top tüfek yaptı, içine ajan soktu, seni hücrelerine kadar tahlîl etti, böldü-parçaladı, sonunda masaya oturttu, istediği metne imzâyı attırdı. Sonra ağladık…

Koca bir imparatorluk gitti, hilâfet gitti, târîh gitti, yazı gitti, din-îmân gitti, ahlâk gitti… Biz gittik aslında, târîhten silindik. Hakkımız var mı ağlamaya? Bütün bunlar sırf düşmanın kuvvetinden değil, asıl bizim gafletimizden gitti. Kendimiz düştük yâni…

“Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.”

(Ra’d, 11) Cenâb-ı Hak, bir kişinin veya kavmin iyi veyâ kötü yönde değişmesinin mes’ûliyetini kişinin veya kavmin kendisine yüklüyor. İyiysen de kendinden kötüysen de… Başkalarından şikâyet etmek yerine kendine bakacaksın. Öyleyse, bugünkü kötü vaziyetten kurtuluş için de işe kendimizden başlamalıyız. Daha ahlâklı, daha çalışkan, daha cesûr, daha heyecânlı, daha canlı, daha diri… olmazsak kötü hâlden kurtuluş yok. Çünkü “İnsan için yalnız kendi çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm, 39) Başkalarının çalışması ile kurtulan bir kişi veyâ millet yoktur. Şu hâlde insan kendi düştüğü gibi ancak kendisi ayağa kalkabilir. Millet ve ümmet olarak kendimizden başka dayanağımız yoktur, bilelim.

“Seçimlerimizden ibâretiz” demiştim. Îmân-küfür arasındaki seçimimizden başlayarak bütün şahsiyetimizi hayat boyu yaptığımız seçimlerimizle inşâ ediyoruz.

Elbette bu seçimlerimiz sâdece şahsî inşâmızla alâkalı değildir. Bâzen seçimlerimiz milletimiz, vatanımız ve topyekûn ümmet için de büyük ehemmiyet taşımaktadır. “Neye lâyıksanız öylece idâre edilirsiniz” düstûrunu bilmeyen yoktur. O hâlde yine iş kendimize bağlanıyor. İyiye, doğruya, güzele lâyık olduğumuzu düşünüyorsak seçimimizi de ona göre yapmalıyız. Millet ve ümmet olarak bizi ayağa kaldırmak isteyenle düşman plânlarına uyup bizi bölüp parçalamak, yeniden yüz yıllık zilletlere mahkûm etmek isteyenleri Müslüman firâsetiyle ayırmak mes’ûliyetindeyiz. Dünyânın sıkıntısı bitmez. Fâtih İstanbul’u fethederken de sıkıntı çekenler varmıştır mutlakâ. Ama bir büyük ideal uğruna her şeye katlanılır. Bugün o günlerin mikro sıkıntıları unutuldu ama bir Müslüman ve Türk İstanbul kaldı milletimize.

İnşâallah hep birlikte şahsî sıkıntıların da son bulduğu günleri görürüz. Şahsî sıkıntılarımızın bile köklü olarak atlatılması gâvur boyunduruğundan kurtulmaya bağlıdır, bizi boyunduruk altına sokup kısa müddet rahatlatıcı para desteklerine değil. Boynumuz yeni yeni kurtuluyor derken tekrâr boyunduruğa girmeyelim. Yeniden kendimize çelme takmayalım.

Alnı secdeli, dili Kur’ân’lı bir kişi ile İslâm düşmanlıkları tescilli bir taraf arasında karar vermek durumunda olan bir Müslümanın seçimi bellidir. Bütün aldatma seanslarına rağmen oyunu görebilmek de Müslümanın firâsetine kalmıştır. Müslüman ya kendini düşürecek veya ayağa kaldıracaktır. Sonra ağlamayacak bir tercîh için kılı kırk yarmalıdır.

Bir grubun büyüsüne kapılarak yanlış tercîhlere zorlanan Müslüman kardeşlerimiz de mâsûm imam pozundaki büyüklerinin tâlimâtlarını “Küfre rızâ küfürdür” gibi sağlam ehl-i sünnet ölçülerine vurarak değerlendirsinler. Bu kardeşlerimizin bugünlerde şu âyetler üzerinde derin derin tefekkür etmelerini dilerim:

“Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itâat etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar.”, “Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver, onları büyük bir lânete uğrat” derler. (Ahzâb, 67-68)

Düşen kendisi düşüyor, unutmayalım.

Ahmet Tâlib Çelen.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41