Gönderen Konu: Müslüman Hayatında Niyet ve Talebin Önemi  (Okunma sayısı 519 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Müslüman Hayatında Niyet ve Talebin Önemi
« : Mart 22, 2017, 12:56:18 ÖÖ »
Müslüman Hayatında Niyet ve Talebin Önemi

Dünyayı bizim idare etmediğimizden kuşkunuz olmasın!

İnsanoğlu olarak, bize verilmiş olan cüzi irade bazen yanıltıcı oluyor. Olayları yaratanı unutuyor ve kendimizde sahip olmadığımız kadar kudret vehmediyoruz. Oysa Allah(cc)''ın isimlerinden "Muktedir"in anlamına bakarsak; gücü ancak O(cc)''nun verdiği miktarda ve O''nun izin verdiği ölçüde kullanabileceğimizi anlarız. Bizim yaptığımız, talep etmektir; fiili ise Hak celle celaluhu yaratır. Bu, sadece mü''minlerin eylemlerinde değil; tüm insanlar ve cinler için de geçerlidir.

Hatta bu yüzden, bir vadiye girince onun cinine sığınan cahiliye Arapları ve doğaüstü güçlerle bozmuş olan kadim Türk dinlerinin etkisini çıkardığımızda; İslami bir toplumda cin korkusu kalmaz, ancak onların sahibine sığınılır. 

"Ameller niyete göredir. Herkesin niyeti ne ise eline geçecek de ancak odur." (1)

"Mü''minin niyeti amelinden hayırlıdır" (2)

Hadisi şeriflerinin manası nedir? Neden hayırlı bir işe niyet eden Müslüman, o iş kısmet olamasa da sevabını alır? (3)

Ve neden yine Peygamber Efendimizin (SAV) müjdelediği üzere, vesvese aşamasında kalan fikirden ötürü muaheze yoktur? Bazı âlimler niyet hadisinin İslam''ın üçte birini teşkil ettiğini söylemişlerdir. Zira kulun ameli ya kalbiyledir ya diliyledir veya da organlarıyladır demişlerdir. İşte burada niyet bu üç kısımdan biri ve en üstünüdür. Çünkü niyet bazan tek başına bir ibadet olduğu halde diğerleri ibadet olabilmek için mutlaka niyete ihtiyacı vardır. Daha da önemlisi, niyet gizlidir; açık olan ameldeki riya tehlikesi salih bir niyette bulunmaz. Riyayla ilgili Kehf suresinin son ayeti kerimesinden istinbat edilen "gizli şirk" kavramını doğrulayan pek çok hadisten belki de en dehşetlisini tekrar hatırlayalım (4).

Rasulullah (SAV) buyurdular ki: "İnsanlar niyetlerine göre diriltilecek ve hesaba çekilecektir." (5)

Kâdı İyâz''ın Şifâ-i Şerîf''inde, şöyle bir kıssa anlatılır: Horasan emirlerinden bir zât, vefatından sonra rüyâda görülür. ''Allah beni bağışladı.'' der. Bunun üzerine, ''Allah hangi amelinden ötürü seni bağışladı?'' diye sorulur. O da, ''Amelimden ötürü değil; niyetimden ötürü Allah beni bağışladı.'' der: ''Bir gün başlarında bulunduğum ordumu teftiş etmek üzere bir tepenin üstüne çıkmıştım. Ordumun çokluğunu ve ne dersem yapacakları bir durumda olduklarını görünce kibirlenmek ve gururlanmak yerine içimden şunu geçirdim: ''Keşke, bu ordumla birlikte Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem zamanında yaşasaydım da, Uhud gibi savaşlarda bu ordumla O''nu korusaydım ve O''na yardımcı olsaydım.'' İşte Allah, beni bu niyetimden ötürü bağışladı." Burada genel olarak menkıbelerde kaynak sıhhatı değil, sahih kaynaklarla mutabakat aramak gerekir.

Hasan Basrî (Rh a) diyor ki: "Cennet ve cehennem, amellerin karşılığı değildir. İnsanları ebedi cennetlik ya da ebedi cehennemlik yapan, onların niyetleridir". Demek ki, mü''min bu Dünyada ebedi kalsa yine Allah (cc) yolundan ayrılmayacaktı da Allahu Teala ona imanla göçme nimetini verdi. Aynı şekilde kâfir, bu Dünyada ebedi de kalacak olsa isyanda kalmaya kararlıydı da ebedi azaba müstehak oldu. Öyleyse bizim, özellikle niyetlerimiz üzerinde önemle durmamız gerekiyor.

Zira niyetle birlikte mesuliyet başlıyor. Bir fakiri doyurduğunuzda, onu Rezzak olan Allah (cc) doyurmuştur. Ancak niyetinizden ve o işe talip olmanızdan ötürü sevaba nail olursunuz. Birini öldüren katil, o kişinin ecelini değiştirmiş olmaz. Ancak o talebi nedeniyle adı katiller arasında yazılır. Öyleyse şu ortaya çıkıyor: Dünyada yaptığımız her şey, fiilî bir duadan ibarettir. Talep ederiz ve Rabbimiz verir. Eğer Dünyada yaptığımız fiili dualar ve niyetlerimiz, dille yaptığımız dualardan farklıysa kendimizi aldatma hastalığına toplumca duçar olduğumuzu gösterir bu durum. Böyle bir halde sürekli yönetimler suçlanır ve şahsi mükellefiyetler unutulur. Örneğin İslam düşmanı bir gazete kap kaçak veriyor diye bu rüşveti için onun tirajını ve dolayısıyla gücünü arttımayı içine sindirebilen "müslüman", rüşvet yiyen idarelere ateş püskürür. Zararına satıştan "düşürdüğü" malla övünürken, "pragmatizm" felaketinden sadece siyasi platformda şikayet etmek aklına gelir. Mehmet Akif''in de Safahat''ında manzumen dile getridiği gibi, "eşek olmaktan kurtulmadıkça giden zalim sahibin yerine ancak daha kötüsü gelecektir".

Başımızdakilere sövüp sayarak kendimizi rahatlatabiliriz. ama "niyeten" gerçekten İslamı arzuluyorsak; kendimizi değiştirmeye de çaba gösteriyoruz demektir. Bunu yapmıyorsak, nefsimizin kibiri düzelme şansımızın önünü tamamen tıkadığı için sürekli bizim (dokunulmaz, mükemmel olanın) dışımızdaki Dünyayı zemmederek ömrümüzü tamamlarız. Oysa Allah (cc) zalim değildir, kullar kendilerine zulmedicilerdir. Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam umumiyetle bilinen bir hadislerinde "Siz layık olduğunuz şekilde idâre edilirsiniz" buyurmaktadır (6).

Münavi hadisi şöyle anlar: "Eğer siz Allaha karşı müttaki olur, ikabından (cezasından) korkarsanız Allah da üzerinize, sizin hakkınızda kendisinden (yani Allahtan) korkup iyi davranacak kimseleri idareci kılar". Râzi merhum, "Zalimlerin bir kısmını, kazandıklarından ötürü diğer kısmına böylece musallat ederiz". (Enam / 129.) mealindeki ayet-i kerimenin: "Eğer o zâlimden kurtulmak istiyorsanız zulmü önce siz terk edin" demek istediğini belirtir. (7) 

Zulme rıza zulümdür!..

Allah (cc)’in yüce rahmetiyledir ki, niyetlenip de yapamadığımız işlerden mükafat umulurken; şeytanın kalbimize attığı kötü işlerin düşüncesi; niyetlenmedikçe ve uygulamaya geçmedikçe günah hanemize yazılmamaktadır. Niyetlenmiş olduğumuz andan itibaren mesul oluruz. Bu niyet ne kadar ağır bir konudaysa mesuliyeti de ona göre büyür. Molla Hüsrev, "Bir kimse başkasına küfür ahkâmı ile hükmetmek için azm eylese, sırf bu azmi sebebiyle kâfir olur. Şayet bu kimse kelime-i küfrü konuşsa ve bir cemaatte o konuşulan sözü kabul eylese, o cemaatin hepsi kâfir olur"(8) 

El- Ahzab Suresi, 66-68 ayeti kerimelerde; hesap gününde, tuğyan eden ve insanları hidayetten uzaklaştıran siyasi liderlerle onlara tabi olan kimselerin, birbirlerinin düşmanı haline gelecekleri haber verilmiştir:"(liderleri) O gün yüzleri ateşte evrilip-çevrilirken, ''Eyvah bize!.. Keşke Allah''a itaat etseydik, Peygamber''e itaat etseydik'' diyeceklerdir. (Onlara tabi olanlar da) ''Ey Rabbimiz!.. Hakikat biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk. Onlar da bizi yoldan saptırdılar'' diyeceklerdir. Ey Rabbimiz!.. Onlara (liderlerimize ) azaptan iki katını ver. Onları büyük bir lanetle rahmetinden kov!.." Ne acıdır ki, liderlerini sorumlu göstermek hiç bir işe yaramamıştır. Zira, o kişiler; Hak tealanın verdiği cüzi iradeyi azgınlara uymakta kullanmışlardır ve bundan sorumludurlar. Rasulullah (SAV) buyurdular ki: "Allah hak edenlerin üzerine azabı indirdiğinde bazı salih kimseler de ölürler. Onlar da diğerleri ile birlikte helâk olurlar. Sonra âhirette niyetleri ve amelleri üzerine diriltilirler." (9)

Yine buyrulmuştur ki. "İnsanlar, zâlimi görüp de elinden tutmazlarsa, Allahın, hepsine ulaşacak bir ceza göndermesi yakındır",(10)

"Cenab-ı Hak azınlığın ameliyle çoğunluğa azab vermez, ancak çoğunluk, aralarında bulunan azınlığın işlediği münker (fena) amelleri görürler fakat -müdahaleye güçleri yettiği halde- seslerini çıkarmazlarsa, onlar böyle davrandıkları için Cenab-ı Hakk, azınlığa da, çoğunluğa da birlikte azab gönderir". (11) 

"Siz zalimlere meyil etmeyin ki, vücüdunuza ateş yapışmasın. Hâlbuki Allah''tan gayri sizin dostunuz yoktur. Binaenaleyh, zalimlere meyil ettikten sonra hiç kimse tarafından yardım olunmazsınız." (Hud Suresi: 113) ilahi ikazına karşın ne yazık ki, zalimler hiç bir zaman yalnız kalmamış; tarihin her safhasında kendi toplumlarındaki fertlerden irili ufaklı destek almışlardır. Merhum Said Havva''nın zindanda kaleme aldığı muhteşem tefsirine kulak verelim: "İmam Tirmizî''nin "sahih-ğarib" olduğunu beyan edip nakletmiş olduğu bir hadis-i şerifte önderimiz Rasulullah (SAV) şöyle buyuruyor: "Dinleyin! Benden sonra birtakım emir (idarecilerin olacağını işittiniz mi? Kim onların yanına girer, onların yalanlarını doğrular ve haksızlıkları hususunda onlara yardım ederse, o benden değildir, ben de ondan değilim ve havzım başında bana varamıyacaktır. Kim onların yanına girmez, haksızlıkları hususunda onlara yardım etmez ve onların yalanlarını doğrulamazsa, o bendendir, ben de ondanım ve havzım başında bana varacaktır. (12)

Bu hadis, fasık devlet adamları hakkında buyrulmuştur. Ya kâfir, müşrik, mürted devlet adamları için ne denir? Hal böyleyken işgal altındaki İslâm topraklarındaki gayr-i İslâmî yönetimlerde vazife alan, memurluk yapan, onlara yardımcı olup destek veren ve haksızlıklarına göz yumup, zulümlerine ortak olanların hükmünü, önderimiz Rasulullah (SAV) işte böyle beyan buyurmuştur:

"(O) benden değildir, ben de ondan değilim ve havzım başında bana varamayacaktır!" bu, ümmetliğinden red anlamı taşıyan azim bir ikazdır.

Rabb''imiz Allah (cc) kurtuluşumuz için bizi uyarıyor, Şeytana ve Şeytanî düzenlere uymamayı bize emrediyor:

"Ey insanoğlu! "Şeytana tapmayın; çünkü o, sizin ap-açık bir düşmanınızdır" demedim mi? Bunu, size Peygamberlerin vasıtasıyla açık-seçik bildirmedim mi? Ve demedim mi?: Sadece bana kulluk ediniz; çünkü dosdoğru yol budur. (Yâsîn,36/60-61).(13).

Zalimlere meyletmememiz hususunda ikaz eden rivayetler oldukça çoktur.(14)

Riyazussalihin müellifi imam en nevbevî den, dört büyük mezhep imamına kadar ilmiyle am,il ulemanın hepsi; bırakınız dîn dışı sistemleri, fasık idarecileri iktidarında görev almaktan kaçınmışlardır. hepsi ya sürgünde, ya hapiste, ya da zulüm ve eziyet altında vefat etmişlerdir. bunun nedeni acı çekmekten hoşlanmaları değil, öbür tarafa yakîn bir iman ve zalimlere meyletmenin hükmünü iyi bilecek ilme sahip olmalarıydı.

Zulme ve küfre rıza gibi büyük bir tehlikeden kaçınmak için önce kalbimizi ve niyetlerimizi çok sıkı murakabede tutmak gerekir. Sistemin sağladığı olanaklara talip olan, en ufak islami talepte bulunmazken "özgürlüğümüz yok, köle sayılırız, şunu bunu yapmakta mazuruz" gibi mazeretlere ihtiyaç duyan biri neden düzelmesini istesin ki? her şeyden önce şunu iyi bilmeliyiz ki; İslamı yaşamakta özgürüz. Bunu kimse engelleyemez. islamın o anki emri ne ise onu yerine getirmemizi engelleyecek bir merci yoktur. Baskı yapabilirler, bazı imkanlardan mahrum edebilirler, en fazla sımsıkı bağlarlar namaz bile kılamazsın; ama o durumda da mazur olduğuna göre kimsenin İslamın yaşanmasını engelleme olanağı fiilen bulunmamaktadır. Bizi bağırtıp çağırtan; ya Dünya ölçeğinde zulmün ortadan kalkmasına engel olan uygulamalar, ya da çoğumuz için; dinimizi yaşarsak mahrum bırakılacağımız şeylerdir. Dini söylemlerle politikaya atılanların da yapacakları "müslümanları rahat ettirmektir!" ama gel gör ki bu zamane müslümanları ne vakit rahat etse, o ölçüde Allah(cc)’ın hudutlarını umursamaz olmakta, rahatı kaçınca da İslamın değil rahat arzusunun sakiyle veryansın etmektedir. Tık tık! Haberlerim var kardeşlerim. özgürsünüz, rızkınız da garantide. Ama rahatınız değil, o kendinizi köleleştirmenize bağlı. tarihde görülmemiş ölçüde besili ve kibirli köleler olarak tabii ki... Anlayış bu okduktan sonra, sistemden talepler; "biz her halü karda İslaöın hükmünü nefsimizde yaşayacAĞIZ, SEN DE BUNA KARŞI MÜEYYİDE UYGULAMA" TARZINDA OLACAKTIR;"izin ver de İslamı yaşayalım" tarzında değil. Ama bu da, sünnetullah gereği "esbaba tevessül" kabilnden olacaktır. Esas isteklerimizin mercii Yaratanımızdır!.. Onun bizi muvaffak kılması da, bizim nefislerimizde olanı değiştirmemize bağlıdır. Talutun ordusu çok daha büyük bir orduyla çarpışmaya giderken ırmak imtihanıyla iyice azaltıldı. bu neyi gösterir? Güç Allah(cc)''ındır, bizim ihtiyacımız güç değil ıhlastır. hiç değilse bu değişimi, iç devrimi talep edelim.

Duaya artık ihtiyacımız mı yok?

Ne kadar garip bir tecellidir ki, manevi anlamda en fazla fakr ve zaruret içinde olduğumuz; ve Allah (cc)’dan en fazla istememiz gereken böyle bir zamanda, duanın hayatımızdaki yeri gittikçe azalmaktadır. Artık namazdan sonraki duaları dahi terk edip aceleyle kalkıyoruz. Herhalde gittiğimiz yerlerde ve yaptığımız işlerde Allah (cc) değil, biz işleri yoluna koyuyormuşuz gibi bir hisle şeytanın bizi iğva etmesine izin veriyoruz. Evet, dua yolda da yapılabilir ama onu yapacak; duayı hayatının her anına nakşetmiş babayiğitler ne kadar kaldı ki şimdi? Halimiz, doktorun hiç bir tavsiyesine uymayacağı için doktora gitmeyen, perhiz yapmaz, ilaçlarını almaz, sigara tiryakisi hastanın hali gibi. kafayı dağın eteğine vurana kadar burnunun dikine gidebilmek için "iyiyim ben " diyerek doktorun da kapısını çalmaz ve bir müddet kendini avutur. Haydi, onun mahvettiği sağlığıdır, bunu hesabını verdikten sonra ola ki bağışlanır ve kurtulabilir. Ya kalbi katılaşmış, Mevlasına yönelmeyen; "benim istediğim gibi değil, senin istediğin kulluğu bana nasip eyle ya Rabbi!" diye niyaz da etmeyen gafil nefsimize uyarsak bizim sonumuz ne olur? Genellikle tevbe müessesesine güvenerek halimiz ıslah etmeyi erteleriz. Bizden önde olanlara kulak ver ey nefis! Kalbinde tevbeye bir meyil bulabiliyorsan hemen et! yoksa böyle devam edersen onu da kaybedeceğin açık...

---------------------------------------------------------------

1-Buhârî, Bedü''l-vahyi, 1.

2-Enes bin Malik (ra) tarikiyle: Beyhakî, Şuabü''l-İman, Beyrut, 1990. V, 343 daha uzun şekliyle Sehl bin Sad(RA) tarikiyle: Taberanî, Mu''cemu''l-Kebîr, 6/185; Heysemi, Mecmaüz-Zevaid, 1/61.
Suyûtî, Fethu''l-Kebîr, III, 265. (Taberânî ''den)

3-Tirmizî, Zühd, 17.

4- "Kıyamet günü Allah''ın huzuruna ilk çağrılacaklardan biri şehidlerdir. Allah Teala bunlardan bazılarına niçin canlarını feda ettiklerini sorar. Onlar da Allah yolunda savaştıklarını ve öldürüldüklerini söylerler. Allah ise riyakar olanlara "yalan söylüyorsunuz! Bilakis falanca ne kadar cesur, diye savaştınız ve dünyada öyle anıldınız. Artık bugün karşılığı yoktur." buyurur. Ondan sonra ilim öğrenen ve öğretenler (Kur''ân okuyanlar) çağrılır. Onlardan da bazılarına ne yaptıkları sorulunca onlarda ilmi ile amel edip Kur''ân öğrettiklerini söylerler. Allah Teala bunlardan riyakar olanlara "yalan söylüyorsunuz! size ne kadar alim (güzel Kur''ân okuyor) desinler diye bunu yaptınız ve anıldınız. Bugün ise karşılığı yoktur" buyurur. Son olarak mallarını Allah yolunda infak eden zengin kişiler getirilir. Onlara da aynı soru sorulunca, "Allah yolında tasadduk ettik" demelerine karşılık, Cenab-ı Hak onlardan riyakar olanlara "yalan söylüyorsunuz! Sizlere insanlar ne kadar cömert desinler diye bunu yaptınız ve cömert de dediler. Bugün ise karşılık yoktur" denilir ve hepsi ateşe doğru sürüklenirler." Bkz. Müslim, İmaret, 152; Tirmizî, Zühd, 48.

5- Câmiü''s-Sağîr, 1436 ve 3890

6- Feyzul-Kadir 5, 47.

7- İmam Fahruddin Râzi, Tefsir 13, 194.

8-Molla Hüsrev- Düreru''l Hükkam- İst.: 1307 C: 1, Sh: 324.

9- Câmiü''s-Sağîr, 955 

10- Sünen-i Tirmizî Kitabu''I-fiten, 8, (2169. h)

11- Mubarekfurî 6, 389.

12- Sünen-i Tirmizî Kitabu''I-fiten, B. 61, Hds. No: 2360.

13- Said Havva, El-Esas Fi''t-Tefsir, çcv. M. Beşir Eryarsoy, Şamil Yayınlan, İs. 1990, 7, sh. 126.

14- Tetkik etmek,bu konuda ufkunu genişletmek isteyen için Ramuz el ehadis''ten:141-9, 302-10 ve 11,303''de 4,5 ve 6 mutlaka okunmalı.

Rıdvan Sevin.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42