Gönderen Konu: Şükreden Bir Kul Olma  (Okunma sayısı 96 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5771
Şükreden Bir Kul Olma
« : Temmuz 02, 2023, 08:02:10 ÖÖ »


Şükreden Bir Kul Olma

   O’ndan geldik, dönüşümüz de O’nadır.

Varlığımız da bu dünyadan ayrılışımız, yokluğumuz da O’nun emriyledir.

Sorumluluk duygusuyla yaratılan insan hariç bütün mevcudat nerden geldiğini, kim tarafından yaratıldığını ve ne ile memur kılındığının farkında.

Farkında ki, “Yerde ve göklerde olan ne varsa Allah’ı tesbih eder…”

Teklife muhatap olduğunu unutmakla cahilliğini sergileyen ve bu yüzden de kendisinin zalimi olan, yüceliğe namzet insan ise münkirlik/nankörlük peşinde…

Oysa bütün mahlûkatın yüklenmekten çekindiği kulluk emanetini o yükleniverdi. Ve aldığı sorumluluğu yerine getirme nispetinde yüce olması gereken o, görevini unuttuğunda, geçici ve süfli dünyalık peşinde koştuğunda Allah’ın ifadesiyle hem zalim hem de cahil duruma düştüğünün farkında değil!

Sorumluluğu olmasa, Rabbine kulluk ve niyazı bulunmasa neye yarar ki insan? Ve Rabbi onu ne yapsın ki bu haliyle?

Meleklerce, “Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” denildiği gibi bütün mahlûkat onu her daim şükredecek, şükrü eda etmek için yaratılan insan ise Rabbini tanımayacak, O’na karşı inkâr cüretinde bulunacak, olacak iş mi?

Rabbimiz kitabında şükreden/etmeyen her iki sınıf insan tipine de örnek getirir.

Kehf suresinde (32-44) bağ-bahçelerin türlüsü verilmiş ve oldukça kalabalık maiyete sahip biri ile daha az mala sahip ve fazla çevresi de olmayan diğer bir kişi örnek verilir.

Zengin adam: Arkadaşına “malca senden daha zengin, adam bakımından da daha güçlüyüm” diyor. Böbürlenme içinde, kendi ahiretini hiçe sayarak malının hiç tükenmeyeceğinden, kıyametin kopmayacağından, olsa bile orada da güzel mala sahip olacağından dem vuruyor…

Fakir arkadaşı ise ona, Rabbine şirk koşmamasını, verilenlerin Allah’ın dileğiyle olduğunu bilmesini hatırlatıyor, malının her an yok olabileceğini anlatmaya çalışıyor.

Varlık içinde şımaran adamın hiçbir uyarı umurunda değil. Nihayet bir sabah bağının yerle bir olduğunu görür ve ‘Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım’ diyerek dövünmeye başlar...

İbrahim (a.s.), evlat hasretiyle yanıp tutuşur, Rabbinden sâlih bir evlat vermesini diler. Allah Teâlâ da Ona İsmail’i bahşeder. İsmail büyüdüğünde babası Ona rüyasını anlatır, Onu Allah’a kurban vermek istediğini haber verir.

İsmail babası İbrahim’e Rabbinin emrini yerine getirmesini ve buna hiçbir itirazının olamayacağını söyleyince İbrahim biricik oğlunu yatırıp, tam kurban edecekken Rahmeti her şeyi kuşatan Allah, bu sınavı başarıyla geçtiklerini onlara müjdeler: “Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik… Biz iyileri böyle mükâfatlandırırız…” der ve şükrün karşılığının ancak mükâfat olabileceğini onların şahsında tüm insanlığa bildirmiş olur.

Zaten, “Eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artıracağım. Şâyet nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azâbım çok şiddetlidir” buyurmuyor mu Rabbimiz!

Süleyman peygamber (a.s.), hiç kimseye nasip olmayan nimetlerle donatıldığını görünce şöyle der: “Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan rabbimin bir lütfudur. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, O, kerem sahibidir.”

Efendimiz (s.a.s.), atası İsmail-İbrahim (a.s.)’dan ve selefleri peygamberlerden geri kalmıyor tabii ki; şükrü zirveye taşıyor.

Gece sabahlara kadar gözyaşları içinde ibadete duruyor, çoğu kez gündüzleri oruç tutuyor.

Eline geçen bir yiyecek- giyecek olduğunda, dünyalık bir mal olduğunda onu fakir fukaraya dağıtmadan rahat etmiyor.

“Ey Allah’ın Resulü, geçmiş-gelecek günahların affedilmişken neden bu kadar kendini yoruyorsun…” denildiğinde, “Ben şükreden bir kul da mı olmayayım? diye cevaplıyor.

O (s.a.s.), şu ayetin ilk muhatabı ve uygulayıcısıydı.

De ki: “Benim namazım, (her türlü) ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin rabbi olan Allah içindir.

İbrahim-İsmail, Hacer ve Efendimiz Muhammed’in (s.a.s.) hayatlarıyla yoğurulan bir Kurban Bayramını geride bıraktık.

Hayatımızın her merhalesinde bu duygu ve düşüncelerin neresinde durabildik acaba?

Allah’a infak söz konusu olduğunda, yılda bir kez istenen kurban ibadetiyle karşı karşıya geldiğimizde amasız, fakatsız ve yalın olarak Rabbimize ne denli teslim olabildik?

Elimizde muhtaçlara vermemiz gereken (ihtiyacımızın da olduğu kısmı demiyorum) bir fazlalık olduğunda ne hissedebildik?

Türlü tereddütlere ve acabalara sarılıp, canımız çıkıyor gibi mi olduk yoksa tüm içtenlikle ve haz alarak ihtiyaç sahiplerinin de sevincine ortak mı olduk?

Yanı başımızda insanlar yokluk ve ihtiyaç içinde mutsuz yaşarken biz tek başımıza nasıl mutlu ve rahat olabiliriz ki?

İmtihan dünyasında olduğunu unutup cahilane hareket eden, hem kendi nefsine hem de başkalarına zalim kesilen mi daha iyi yerde yoksa varlığının tümüyle kendisini yaratan Rabbine ait olduğu bilinciyle şükreden bir kul olma halinde olan yaratılış amacına daha uygun ve olması gereken bir yerde mi?

Dünya ve ahirette “Ahsen-i takvîm” yüce mertebelere ulaşma derdinde olan elbette ki, Resulullâh örneğinde olduğu gibi şükreden bir kul olmayı yeğler…

Nusret Reşber.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41