Gönderen Konu: Peygamberimizin Ticari Muamelelerle İlgili Tavsiyeleri  (Okunma sayısı 97 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı anadolu

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 636
    • www.fanidunya.net
Peygamberimizin Ticari Muamelelerle İlgili Tavsiyeleri
« : Temmuz 23, 2023, 10:11:41 ÖÖ »


Peygamberimizin Ticari Muamelelerle İlgili Tavsiyeleri

Efendimiz (sav) bizzat kendisi ticarî faaliyetlerde bulunmuş, adalete riayet eden ticaret erbabını övmüş ve onları taltif etmiştir. O, ticarette, defolu mal satmayı, ayıbı gizlemeyi, aldatmayı, yalanı yasaklamış; doğru ve dürüst davranmayı, kolaylık göstermeyi, borçluya mühlet (zaman) tanımayı tavsiye etmiştir. Peygamberimiz’in (sav) ticari muameleler ile ilgili tavsiyelerine geçmeden önce ‘ticaret nedir?’ sualine cevap verelim. Ticaret, t-c-r kökünden mastar olup, alım satım, alışveriş, büyük ölçüde mal alıp satma, bu işten elde edilen kâr, kazanç anlamına gelir. Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde ticaret, her türlü ürün, mal vb. alım satımı, olarak tarif edilmektedir. Ticaret, ekonomi sözlüğünde ise, para ile ifade edilebilir değişim değerleri olan mal ve hizmetlerin piyasada değişimi, alınıp satılması, şeklinde tanımlanmaktadır.
 
Peygamberimiz  Efendimiz (sav) bizzat kendisi ticarî faaliyetlerde bulunmuş, adalete riayet eden ticaret erbabını övmüş ve onları taltif etmiştir. O, ticarette, defolu mal satmayı, ayıbı gizlemeyi, aldatmayı, yalanı yasaklamış, doğru ve dürüst davranmayı, kolaylık göstermeyi, borçluya mühlet (zaman) tanımayı tavsiye etmiştir. Peygamberimiz’in (sav) ticari muameleler ile ilgili tavsiyelerine geçmeden önce ‘ticaret nedir?’ sualine cevap verelim. Ticaret, t-c-r kökünden mastar olup, alım satım, alışveriş, büyük ölçüde mal alıp satma, bu işten elde edilen kâr, kazanç anlamına gelir.(1) Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde ticaret, her türlü ürün, mal vb. alım satımı, olarak tarif edilmektedir.(2) Ticaret, ekonomi sözlüğünde ise, para ile ifade edilebilir, değişim değerleri olan mal ve hizmetlerin piyasada değişimi, alınıp satılması, şeklinde tanımlanmaktadır.(3)

 Yeryüzünün halifesi olan insanoğlu, meşru ölçüler çerçevesinde çalışmak, üretmek ve tüketmek durumundadır. Bunun en verimli ve bereketli yönü de ticaret ve helalinden kazanmaktır. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav); “Ey insanlar! Allah ‘tan korkun ve rızık talebi hususunda güzel davranın. (Bir müddet) gecikmiş olsa da hiçbir nefis, rızkını tamamlamadıkça ölmez; Allah ‘tan korkun ve rızık talebi hususunda güzel davranın (temiz ve meşru yolla kazanın), helal olanları alın ve haram olanları bırakın”(4) buyurduğu malûmdur. Bu genel izahtan sonra, Hz. Peygamber’in (sav) tavsiyelerine geçebiliriz.

Rasûl-i Ekrem (sav) ticaret ile meşgul olanları övmüş ve onları taltif etmiştir. Kus b. Ebi Gareze şöyle rivayet eder: Biz Rasûlullah (s.a.s.) zamanında “simsarlar” diye adlandırılıyorduk. Rasûlullah (s.a.s.) bize uğradı ve bizi bundan daha güzel bir adla adlandırarak, “Ey tüccar topluluğu! Alışverişte yemin ve batıl söz mevcuttur. O halde bunları sadakayla savın. ‘’(5) Hz. Peygamber, alım-satım yapan ashabı, daha önceden bilinen meslek adlarıyla değil, yeni fakat onların da hoşuna gideceği “tüccar” adıyla anmıştır. Böyle bir adlandırma onları memnun etmiştir. Ayrıca “Emin, doğru sözlü tacir, kıyamet gününde, peygamberlerle, sıddıklarla ve şehitlerle beraberdir”(6) buyurarak, ticaret erbabına en üstün mertebeyi layık görmüş; onların, Allah Teâlâ’ın kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğu en seçkin kimselerle beraber olacaklarını müjdelemiştir. Ancak böyle bir dereceye ulaşmanın ve övgüye layık olmanın en önemli üç şartını da gayet net bir şekilde açıklamıştır: Müslüman olmak, emin olmak, doğru olmak...

Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) ticaret hayatına getirdiği ilke ve prensipler, ümmet için ticari hayatta gerekli olan vazgeçilmez prensipler ve düsturlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü ümmet, ticaret hayatını, onun teorik anlamda buyurduğu sözleri ve pratik olarak uyguladığı kuralların ışığında ve çerçevesinde düzenlemekle yükümlü kılınmıştır. Bilindiği üzere Hz. Peygamberin amcası Ebû Talib, Kureyş’in önde gelen tüccarlarından birisidir. Mekke’den Suriye’ye giden bir ticaret kervanı ile Şam’a giden ticaret kervanına katıldığında daha dokuz yaşındadır.(7) Hz. Peygamber, ticaret adamı olan amcasından ticarî işler konusunda bir takım tecrübeler edinmişti. Mekke’de kendi adına ticaret yapmaya başladı. Artık o, olgunluk çağına erişince tüccar olmuş ve Arabistan’ın kuzeyindeki ülkelere sefere çıkmaya başlamıştı. Genelde bilindiğinin aksine, ticari hayata Hatice ile müşterek çalışmaya başlamadan çok daha önce girmişti. Hatice, Mekke’de temsilcileri vasıtasıyla iş yapan hanımlardan biriydi. Hz. Muhammed, çocukluğundan beri çalışkan ve dürüstlüğü ile halk arasında “emin” isimleriyle anılırdı. Onu, kâr getirici ve güvenilir bir ortak olarak gören Hz. Hatice, bazen ücret, bazen de kârdan pay vererek Hz. Muhammed’i birçok defa kuzeydeki ve güneydeki değişik pazarlara, ticari seferlere göndermişti. Kendisine güvenerek önce işini ona teslim eden, daha sonra da onunla evlenen Hatice’yi etkileyen, onun doğruluğu ve dürüstlüğü idi. Onun bu özelliğini, peygamberlikten önce de kendisiyle iş yapan herkes övmekteydi.

İslam’dan önce kendisiyle ticaret ortaklığı yapan Saib adındaki tüccar, Mekke’nin fethedildiği gün Hz. Peygambere geldi. Sahabe, onu övmeye ve anlatmaya başlayınca Hz. Peygamber, “Ben onu sizden daha iyi biliyorum (tanıyorum)” buyurdu. Bunun üzerine Saib “Doğru söyledin. Anam babam sana feda olsun. Sen cahiliye döneminde benim ortağımdın. Sen hayırlı (iyi) bir ortaktın. Ne mücadele ederdin, ne de muhalefet ederdin” 8  dedi.

Saib adlı bu ticaret adamı, Hz. Peygamberin üç önemli vasfını belirtmektedir. Birincisi, hayırlı, seçkin ve iyi bir ortak. İkincisi, muhalefet etmeyen, ihtilaf çıkarmayan yani uyumlu bir ortak. Üçüncüsü, mücadele etmeyen yani gürültü, kavga çıkarmayan ve geçimsizlik göstermeyen bir ortak. Bu üç önemli vasıf, ticaret ortaklığında en önemli ilkelerdir. Ortaklıkta, güzel ahlak ve muamelelerde kolaylık sağlamak, husumeti celbedecek şeylerden kaçınmak önemli olduğu kadar, ortaklığın da devamını sağlayan en önemli prensiplerdir. Bütün bu özelliklere, Hz. Peygamberin, ticari ortaklık esnasında titizlikle uyduğunu görmekteyiz. Bu değerlendirmelerden anlaşılacağı üzere, Hz. Peygamberin ticaret piyasasında, iş hayatında ve alım-satım faaliyetlerinde şöhretinin yayıldığı anlaşılmaktadır. O günkü şartlarda, tek başına ticaret kafilesi düzenleyecek güçte olan bir zengin hanımın, ona iş teklifinde bulunması, hatta ticari ortaklığa davet etmesi, Hz. Peygamber’in ticareti iyi bildiğini ve bu sahadaki maharetini göstermektedir.

Hz. Peygamber’in, çeşitli yerlere ticari seferler yaptığı rivayet edilmiştir. Bunların başında Suriye’de Büşra gelmektedir. Bu geziye çıktığında yaşları 25 civarında idi. Bu seferi Hz. Hatice namına yapmış ve sefer sonrası Hz. Hatice yukarıda işaret edildiği gibi Rasûl-i Ekrem’e evlilik teklifinde bulunmuştur. Hz. Peygamber Yemen’de bulunan iki ticaret merkezi olan Habaşa ve Curaş adlı şehirlere gitmiştir.(9) Arap yarımadasının doğu kısmında yer alan Bahreyn’e de birkaç sefer yaptığı kaydedilmektedir. Ahmed b. Hanbel’in Müsnedinde geçen bir Hadis-i Şerif’le bu teyit edilmektedir. Mekke’nin fethinden sonra Hz. Peygambere gelen sayısız heyetlerden birisi de Abdulkays kabilesinin heyetiydi. Heyetin anlattığına göre, onlar Rasûlüllah’ı ziyarete gelmişlerdir. Orada bulunanlar, onların bu ziyaretine çok sevinmiş ve oturmaları için yer açmışlardı. Hz. Peygamber onlara merhaba (hoş geldiniz) demiş ve yanına çağırmıştır. Hz. Peygamber; “Lideriniz kimdir?”, diye sorunca, onların hepsi Münzir b. Aziz’i işaret etmişlerdir. Münzir’in yüzünde eşeğin tekme izi vardı. Bu sebeple Hz. Peygamber, “Eşac, yani yüzünde yara olan bu adam mı?” diye sordu. - O ilk defa böyle bir isimle anılıyordu- Orada bulunanlar, “evet” diye cevap verdiler. Hz. Peygamber, el-Eşac’a, Safa, Muşkar denilen şehirlerden ve bunların dışında Hicr’e bağlı olan kasabalardan sordu. Hz. Peygamber’in bu konudaki bilgisinden hayrete düşen Eşac, “Anam babam sana feda olsun! Sen bizim kasabalarımızın isimlerini bizden daha iyi biliyorsun” deyince Hz. Peygamber, “Sizin ülkenizin topraklarını ayaklarımla çiğnedim (gezdim). Orada bana geniş imkanlar tanındı (misafirperverlikle karşılandım)”buyurdu.(10) Bu rivayet, çok açık olarak risaletten önce Hz. Peygamberin buralara ticari maksatla gittiğini göstermektedir.

Ayrıca yukarıda nakledilen Hadis-i Şerif, Peygamber (s.a.s.)’in nübüvvetten önce 18-25 yaşları arasında ticari gayeler için Bahreyn’e gittiğine işaret etmektedir. Bütün bu izahlar açık bir şekilde Hz. Peygamberin ticari işlere oldukça genç bir yaşta, muhtemelen 17-18 yaşlarında başladığını gösterir. Kendisine saygılı olan bir insan olarak, fakir olan amcasına daha fazla yük olmaktan hoşlanmamış ve ticarete atılmıştır. Bu amaçlarla da komşu ülkelere bilhassa sınır bölgelerindeki Yemen, Bahreyn ve Suriye kasabalarına, muhtemelen Habeşistan’a gitmiştir.(11)

Rasûl-i Erkek (sav) Hz. Hatice (r.a.) ile evlendikten sonra, bu defa işin idarecisi ve hanımının ortağı olarak ticarete eskisi gibi devam etmiştir. Buna bağlı olarak komşu ülkelere ve ülkesinin çeşitli ticari merkezlerine ve panayırlarına pek çok yolculuk yaptığı kesinlik kazanmıştır. Evlendiği yaştan peygamberlik görevi kendisine tevdi edilinceye kadar Arap Yarımadası’nın değişik bölgelerine, Yemen, Bahreyn, Irak, Suriye gibi komşu ülkelere ticari seferler yaptı. Değişik insanlarla iş anlaşmaları yaptığına dair elde bulunan bazı kayıtlar, onun ticaretle ilgilendiğini göstermektedir. Hz. Peygamberin yıllar boyunca hiçbir iş yapmadan hanımının geliri ile yaşadığı düşünülemez. Otuz yaşlarının sonuna doğru daha ziyade tefekküre vakit ayırdığı doğrudur. Bunun için de Hıra dağında günler, haftalar geçirmiştir. Ancak daha önceki dönemlerinde otuzlu yaşlarının ortasına kadar normal bir ticaret adamı gibi çalışmıştır. Evlendikten sonra yaptığı üç ticari gezisi tarihe geçmiştir. Bunlar sırasıyla Yemen, Necd ve Necran’dır. Bunun yanında hac mevsiminde Ukaz ve Zü’lMecaz panayırları zamanında yoğun ticari faaliyetlerde bulunduğu bilinmektedir.(12)

Hz. Peygamberin Yaptığı Bazı Akitler

a- Satış Akitleri: Hz.Enes b. Malik’in rivayetine göre Ensar’dan bir adam Hz. Peygamber’e gelerek ondan bir şey istemiştir. Hz. Peygamber, “evinde bir şeyin var mı?” diye sorunca adam, “evet bir çulum var, bir kısmı ile örtünüyor, bir kısmını da yere seriyorum, bir de su içtiğim bardağım var” dedi. Hz. Peygamber “Onları bana getir” buyurdu. Adam hemen alıp getirdi. Rasûlüllah (s.a.s.) onları eline aldı ve “bunları kim satın alır” buyurdu. Orada bulunanların birisi, “bir dirheme alırım” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “bir dirhemin üzerine kim artıracak” buyurdu. Orada bulunan bir başkası “iki dirheme ben alırım” dedi. Rasûlüllah onları, o adama satıp, malın sahibi olan Ensarlıya iki dirhemi teslim eti.(13) Görüldüğü gibi, Hz. Peygamber, kendisinden bir şey istemeye, yani dilenmeye gelen bir kimseye, böyle bir talebe rızasının olmadığını, “evinde bir şeyin var mı?” sözüyle açıkça belli etmiştir. En önemlisi evinden getirdiği şeyleri açık artırma (müzayede) usulü ile satarak ona bir alternatif sunmuş ve bu arada önemli bir ticari uygulama ve usul öğretmiştir. Ayrıca bu Hadis-i Şerif, müzayede ile malın satışının caiz olduğunu da göstermektedir.

b- Vekaleten Alışveriş Yaptırması: Hz. Peygamber birçok alım akitleri yapmıştır. Bu konuda Hz. Câbir şöyle anlatmaktadır: Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte bir gazaya çıktım. Devem beni geri bıraktı. Bu esnada Rasûl-i Ekrem yanıma gelerek, “Ya Câbir ne haldesin?” diye seslendi. Bunun üzerine ben, “Devem beni geriye bıraktı ve yorgun düştü de arkada kaldım” cevabını verdim. Hz. Peygamber hemen hayvanından inerek bastonu ile devemi çekti. Sonra bana: “Bin”dedi. Ben de bindim. Yemin olsun ki, hayvanım Rasûlullah (s.a.s.)’in devesini geçmesin diye ona engel olmaya çalıştığımı bilirim. Hz. Peygamber bana dönerek “deveni satar mısın?” diye sordu. Ben de evet, dedim. Onu bir ukıyye (40 dirhem) karşılığında benden satın aldı. Fakat ben aileme dönünceye kadar deveyle gitmemi şart koştum. Medine’ye varınca, deveyi ona götürdüm. Kıymetini bana verdi. Bundan sonra (evime) döndüm. Hemen arkadan birini göndererek, “acaba deveni alayım diye sana fiyat kırdırdığımı mı sandın?”dedi. Buharî ve Müslim’in rivayetine göre Hz. Bilal, ukıyyeyi ona teslim etmiş, daha sonra Rasûlüllah’ın emriyle onu geri çağırmıştır. Hz. Peygamber, “Deveni de dirhemlerini de al! O senindir” buyurmuştur.(14)

Urvetü’l-Barikî’den rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber kendisine bir koyun satın alması için bir dinar vermiş, o bu para ile iki koyun satın almış ve birini bir dinara satarak Rasûlüllah’a bir koyun ve bir dinar getirmiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ona alışverişinde bereketle dua etmiş; artık bundan sonra bu sahabî, toprak satın alsa ondan kâr eder (kazanır)dı.(15)

Yine Hakim b. Hizam da Allah Resulü’nün bir dinar vererek kendisini kurbanlık bir hayvan almaya gönderdiğini rivayet eder. Hakim, bir dinarla bir koyun alıp, onu iki dinara satar. Sonra bir dinara yine bir koyun alarak onu ve fazladan olan dinarı Hz. Peygambere getirir. Hz. Peygamber, ona dinarı sadaka olarak vermesini ve koyunun kurban edilmesini söyler ve yaptığı ticaretinde ona bereketle dua eder.(16)

Görüldüğü gibi, yukarıdaki Hadis-i Şeriflerde Hz. Peygamberimiz, satın alma akdi yapmış ve ashaptan bazılarını kendisine bir koyun alması için vekil tayin etmiştir. Her iki sahâbî, Hz. Peygamber’in verdiği dinarla kârlı bir alışveriş yapmışlardır. Rasûlullah (s.a.s.), bu konuda onlara önceden izin vermediği halde namına yapılan bu satın alma işlemine rıza göstermiş, hatta onlara dua ederek memnuniyetini izhar etmiştir. Demek ki, müvekkilin daha sonra rıza göstermesi ve onaylaması halinde onun namına ve kârına yapılan alışveriş caizdir.

c- Veresiye-Ödünç Alımları: Hz. Peygamber, parası olmadığı zamanlar, borçla veya zırhını rehin vererek mal satın alırdı. Ebû Râfi’nin belirttiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.), bir adamdan ödünç olarak genç bir deve aldı. Sonra kendilerine sadaka develerinden bir deve geldi. Hz. Peygamber, Ebu Râfi’ye o zatın devesini ödemesini emretti. Bunun üzerine Ebu Râfi, “develerin içerisinde altı yaşındaki seçkin deveden başkasını bulamadım” deyince Hz. Peygamber, “ona, o deveyi veriniz; çünkü insanların en hayırlısı borcunu en iyi ödeyendir” buyurdu.(17) Hadis-i Şerif’ten açıkça anlaşılacağı üzere, Hz. Peygamber birisinden genç bir deveyi ödünç olarak almıştır. Kendisine gelen develer içerisinde ödünç aldığı deveye muadil bir deve aranmış, ancak bulunamamıştır. Daha sonra iyi ve değerli bir devenin olduğu Hz. Peygambere haber verilince, mezkur devenin daha üstün ve kıymetli olmasına rağmen, o zata verilmesini emretmiştir. Dolayısıyla Hz. Peygamber, veresiye aldığı ve daha az kıymeti haiz genç devenin yerine, daha değerli bir deve vererek pahalı bir akit gerçekleşmiştir. Bir anlamda veresiye aldığı genç bir devenin yerine daha kıymetli deveyi teslim ederek vade farkını vermiş ve bunun hayırlı bir davranış olduğunu önemle beyan etmiştir.

Hz. Ebû Hüreyre ise şöyle rivayet eder: “Bir adamın, Rasûlüllah (s.a.s.) da alacağı vardı. Rasûlüllah’tan kaba bir şekilde alacağını istedi. Bu durum ashabın ağırına gitti ve hemen adamın üzerine yürümek istediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Hak sahibinin gerçekten konuşma hakkı vardır” diyerek onlara, “Bu adam için bir baş deve (büyük bir deve) satın alın da kendisine verin” buyurdu. Ashap: “Biz ancak onun devesinden daha güzel bir deve bulabildik” dediler. Hz. Peygamber “Öyle ise onu satın alın da kendisine verin; zira sizin en hayırlınız borcu en iyi şekilde ödeyendir” buyurdu.(18) Hz. Peygamber, ödünç aldığı küçük bir devenin yerine büyük bir deve satın alınmasını emretmiş ve alacaklıya bu şekilde bir tediyede bulunmuştur.

Abdullah b. Ebî Rebia şöyle haber vermektedir. “Hz. Peygamber benden 40 bin dirhem borç aldı. Kendisine mal gelince, bana olan borcunu ödedi ve şöyle buyurdu: “Allah aileni ve malını mübarek kılsın. En iyi borç ödeme, hamd (dua) ve borcu ödemekle olur.”(19)

Hz. Enes’in rivayetine göre Hz. Peygamber, Ebu Talha’dan “Mendûb” isimli atını ödünç almış, onunla kılıcını sıyırarak Medine’yi dolaşmıştır. Geri döndüğünde ise; “hiçbir şey görmedim, ama atının büyük bir deniz gibi (hızlı koştuğunu) buldum “ buyurmuştur.(20)

Ümeyye b. Safvan babasının şöyle dediğini anlatır: “Huneyn savaşında Hz. Peygamber, babamdan ödünç zırhlar istedi. Bunun üzerine babam, “Ey Muhammedi Bunu zorla mı alıyorsun?” deyince O, “hayır, onu ödünç olarak ve geri vermek şartıyla (alıyorum)”buyurdu. (Savaş esnasında) bunlardan bazısı zayi olunca Hz. Peygamber, bunları (n değerini) tazmin etmeyi teklif etti. O da “Ey Allah’ın Rasulü! Ben bugün İslam’ı istiyorum” dedi.”(21) Hz. Peygamber’in zırhını rehin vererek alışveriş yaptığını görmekteyiz. Hz. Aişe’nin rivayetine göre, Hz. Peygamber, bir Yahudi’den vadeli yiyecek (buğday) satın almış ve bunun mukabilinde zırhını ona rehin bırakmıştır.(22) Hz. Enes (r.a.)’in bildirdiği bir haberde ise Hz. Peygamber, aile halkı için arpa satın almış ve zarhını rehin vermiştir.(23) Bütün bu Hadis-i Şerif’lerden, Hz. Peygamber’in veresiye alışveriş yaptığı, zamanı gelince de hemen borcunu ödediği anlaşılmaktadır. Hatta Hz. Peygamber, kendi silahını borç karşılığında rehin bırakarak bunun ehemmiyetini pratik olarak göstermiştir.

Sünnette Yer Alan Ticaret Kuralları

Hz. Peygamber’in, ticaret esnasında sözünü tuttuğunu, malları kararlaştırılan özellikle, kalitede ve zamanında teslim ettiğine dair dost- düşman herkes şahitlik yapmıştır. Yukarıda yer yer temas ettiğimiz gibi o, müşterilerine, ortaklarına zorluk çıkarmamış ve ihtilafa sebep olan bütün muamele ve uygulamalardan şiddetle kaçınmıştır. Bütün meseleleri her zaman doğruluk, hakkaniyet ve barış içerisinde çözmek, karşısındakini hiçbir zaman aldatmamak onun vazgeçilmez prensibiydi.

Hz. Peygamber, bütün ümmet ve hatta bütün insanlık için adil, dürüst ve meşru ticaretin ve alışverişin temel ilkelerini de ortaya koymuştur. Risaletten sonra onun ticaret ve alışveriş hakkında buyurduğu sözler ve ortaya koyduğu kaideler evrensel ticaretin ana kuralları olarak karşımıza çıkmaktadır. Onun cihanşümul risaletinin yanında, ehliyetli, liyakatli ve işi bilen bir uzman olarak ticari sahadaki sözleri ve açıklamaları, milletlerarası ticaretin dini, ahlaki ve insani cihetini oluşturmakta ve tayin etmektedir.

Rasûl-i Ekrem; tartıda, ölçüde, alım-satımda adaleti ve dengeyi tesis etmiştir. Çarşı Pazar kontrollerinde hile, aldatma, kandırma, kalitesiz mal satma, yeminle malları övme gibi uygulamalara hiç taviz vermemiş ve bunları yapanları en kesin ifadelerle uyarmıştır. Bu konuda Hz. Peygamber’in ortaya koyduğu bazı temel kuralları özetlemeye çalışacağız.

1) Çalışıp Kazanmak (Hayırlı Kazanç)

İnsanın meşru yolla çalışıp kazanması, el emeği ve alın teri ile ailesinin ve kendisinin maişetini temin etmesi çok önemli bir husustur. Hz. Peygamberimiz de bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Hiçbir kimse, kendi eliyle kazanıp yediğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir. Allah ‘m peygamberi Davud (a.s.) kendi elinin emeği ile kazandığından yerdi.“(24) Yine bir Hadis-i Şerif’te “Bir kimse, kendi eliyle çalıştığından daha güzel-hoş bir kazanç sağlamamıştır”(25) buyurulmaktadır. İnsanın, kendi alın terini, güç, beceri ve kabiliyetini sarf ederek elde ettiği kazanca, hem Kur’an hem de Hadis-i Şerif’ler büyük önem atfetmişlerdir. Bütün bu Hadis-i Şerif’ler, meşru yoldan kazanmanın ve herkesin kendi el emeği ile geçinmesinin üstün ve değerli bir faaliyet olduğuna işaret etmektedir. “El emeği ile kazandığı” tabirinden, kişinin kendi çalışma, gayret ve çabasıyla elde ettiği kazanç anlaşılmalıdır. Ancak bu çalışma çeşitli olabilir. Beyin gücü, fikir gücü ve tecrübe gibi âmillerle de kazanç sağlamak mümkündür. Burada önemli olan temel ilke, kazancın meşruiyetidir. “El emeği” tabiri ile, sadece elle, fiziki olarak çalışmak anlaşılmamalıdır. Bu konuda aslolan başkasına muhtaç olmamak, başkasının sırtından geçinmemek, meşru olmayan kazanç ve kazanç yollarından uzak durmak için bir mesleğe, bir özelliğe ve bir kabiliyete sahip olmaktır. Nitekim bazı peygamberlerin mesleği bunu doğrulamaktadır. Adem (a.s.) çiftçi, Nuh (a.s.) marangoz, Idris (a.s.) terzi, Davud (a.s.) zırh ustası, Musa (a.s.) çobandı.(26) Sunacağımız şu Hadis-i Şerif yukarıdaki izahımızı teyit etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v)’e hangi kazancın daha faziletli ve güzel olduğu soruldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Kişinin kendi elemeği ile kazandığı ve meşru olan satış”diye cevap verdi.(27)

2) Haram Olan Şeylerin Ticaretinden Kaçınmak

Kur’an-ı Kerim’de yasaklanan şeylerin kullanılması haram olduğu gibi, ticareti yani, alım-satımı da haram kılınmıştır. Cenab-ı Hak Kur’an’ında, “Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah ‘tan başkası adına kesileni haram kıldı...’’(28) ifadesiyle Müslümanlara, kan, şarap, domuz ve ölü hayvanın etini haram kılmıştır. Hz. Peygamber, bütün haram şeylerin ticaretini yasaklamış ve Yahudilerin işlediği cürmü ifade için şöyle buyurmuştur: “Allah Yahudilerin belâsını versin! Allah onlara ölü hayvanların iç yağlarını haram kılınca onu erittiler, sonra sattılar da parasını yediler.’(29) Hz. Peygamber, köpeğin, fahişenin ve kâhinin parasının helal olmayacağını beyan buyurmuş ve bunların kıymetinin, fahişenin zina mukabili aldığı paranın ve kâhinin gelirinin haram olduğunu haber vermiştir.(30) Ayrıca Hz. Peygamber, şarabı yapana, içene, taşıyana, taşıtana, içirene, satana, parasını yiyene ve satın alana lanet etmiştir.(31) Yine Hz. Peygamber, “Şarkıcı kızları almayın, satmayın, öğretmeyin, onlara ödenen para haramdır”(32) buyurmuşlardır. Toplumu kemiren, her yönüyle insanları ezen ve ekonomiye büyük zarar veren faizi ve muamelesini yapanlara önemli ihtarda bulunmuş; faiz yiyene, yedirene ve şahidine, dövme yaptırana, yapana ve tasvir (heykel) yapana lanet etmiştir.(33) Demek ki, her alım-satım, her kazanç ve alışveriş helal değildir. Bu açıdan Müslümanlar, ancak Kur’an’ın ve Sünnet’in meşrû kıldığı şeylerin ticaretini, alım ve satımını yaparlar. Müslüman bir kimse, Kur’an’ın haram kıldığı şeylerin alım- satımını ve ticaretini asla yapmamalıdır.

3)- Şüpheli Şeylerden Kaçınmak

Ticarette şüpheli ve durumları belli olmayan şeylerden kaçınmak gerekir. Çünkü şüphe, harama yaklaştıran ve götüren bir olgudur. Şüpheli şeyleri yapanların harama girmesi ve faaliyetlerine ve işlerine haram bulaştırmaları daha kolay ve süratlidir. Diğer taraftan neyin haram ve helal olduğu açıkça ortadadır. Nitekim bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Helal bellidir, haram da bellidir. Bu ikisinin arasında insanlardan birçok kimsenin bilmediği şüpheli şeyler de vardır. Bir kimse bu şüpheli şeylerden korunursa dinini ve namusunu korumuş olur. Şüpheli iş yapanlar harama düşebilirler. Bir korunun etrafında hayvanlarını otlatan ve korunun içerisine hayvanlarının dalması (girmesi) an meselesi olun çobanın durumu gibi, şüpheli şeyleri yapanların da harama düşmesi an meselesidir. Dikkat ediniz! Her hükümdarın bir korusu vardır. Dikkat ediniz!... Allah ‘m korusu da haram kıldığı şeylerdir. Şunu biliniz ki, vücutta bir et parçası vardır: O düzgün olursa bütün vücut düzgün olur, eğer o bozuk olursa bütün vücut bozuk olur. Yine şunu da biliniz ki, bu et parçası kalptir.’’(34) Muhaddislerin cumhuru bu Hadis-i Şerif’i, “alışveriş” babında zikretmiştir. Âlimler, bu Hadisin İslam’da pek büyük bir mevkii olduğunda ittifak etmişlerdir. Bazılarına göre İslam’ın üç temel Hadis’inden birisidir. Bunlardan birincisi, “ameller niyete göredir” hadisi, ikincisi, “kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeylere karışmaması, iyi Müslüman olduğundandır” Hadisi, üçüncüsü de yukarıda naklettiğimiz Hadistir. Alimlerin beyanına göre bu Hadisin yüksek mertebede olmasına sebep, Hz. Peygamberin bu Hadiste yiyecek, içecek, giyecek gibi şeylere, nikah ve diğer konulara tenbih buyurması ve bunların helalden olmasına dikkat çekmesi, helalin nasıl bilineceğine irşat etmesi, şüpheli şeyleri bırakmaya teşvik etmesidir.(35) Hadis-i Şerif’te, dini ve namusu korumak şüpheli şeylerden kaçınmaya bağlanmıştır. İnsanın kalbini her türlü tereddüt ve desiseden koruması da, şüpheli şeylerden uzak durmasıyla irtibatlandırılmıştır. İman ve marifetin merkezi olan ruhani kalbin, şüpheli şeylerden arındırılmasının önemli olması yanında, fizyolojik kalbin muhafazasında da, şüpheli şeylerden uzak durmanın tesiri oldukça büyüktür. Çünkü şüpheler içerisinde bocalayan insanın, psikolojisi bozulmakta ve bunun da fizyolojik kalbe etkisi önemli derecede yansımaktadır. Şüpheli şeyleri küçümseyen ve bu konuda hassas olmayan insan, zamanla haramları da yapmaya başlaması kaçınılmaz görünmektedir. Haramlarla kuşatılan insanların, acıma, merhamet, şefkat duyguları yok olmaktadır.

4) Aldatmamak

Başta Sahih-i Buhari olmak üzere muteber kaynaklarda zikridildiğine göre Hz. Peygamber zamanında pazarlar vardır. Ashabın önde gelenleri kendilerine yetecek ve halktan istemekten sakınacak kadar geçimlerini sağlamak için pazara gidip gelirlerdi. Hz. Peygamberin pazarlara gidip denetim yaptığı rivayet edilmektedir. Hz.Ebu Hüreyre’nin rivayetine göre Rasûlullah (s.a.s.), bir buğday yığınına uğradı. Elini onun içine daldırınca parmaklarına ıslaklık değdi. Bunun üzerine, “Ey buğday sahibi! Bu ne?” buyurdu. Buğday sahibi, “Ey Allah’ın Rasûlü! ona yağmur isabet etti”, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “O (ıslak olan) kısmı, insanların görmesi için buğdayın üstüne koysaydın ya! Aldatan bizden değildir” buyurdu.(36) Hâle (r.a)’ın rivayetine göre Hz. Peygamber Bakî’deki Musallaya gitmiş ve elini bir buğday yığınının içerisine sokmuştur. Sonra elini çıkardığında, buğday yığınının bozuk ve muhtelif buğdaylarla karıştırılmış olduğunu görmüş ve bunun üzerine, “bizi aldatan bizden değildir” buyurmuştur.(37) Birinci Hadis’te “ıslak kısmı üstüne koysaydın ya!” buyurulmasından anlaşılacağı gibi, satıcı buğday yığınını karıştırmış, altına ıslanmış buğdayları gizlemiştir. Islaklığın belli olmaması için de muhtemelen buğdayın götürü usulü ile satılması söz konusudur. Çünkü belli ölçülerde tartılmış olsa, ıslaklık ortaya çıkacak ve aldatma söz konusu olmayacaktı. Çeşitli meyveleri, sebzeleri ve hububatı tezgahın üzerine koyarak iyilerini ön tarafa koymak ve dizmek, arka tarafını ve altını göstermeden her tarafının aynı kalitede olduğu izlenimini vermek suretiyle satış yapmak, müşterinin cazip ve aldatıcı bir reklamla gözünü ve bakış zevkini istismar etmek hem aldatma, hem de gayri ahlaki bir davranıştır. Böylelerini Hz. Peygamber, şiddetli bir şekilde kınamış ve azarlamıştır. İkinci Hadis-i Şerif’te ise, iyi mal ile kötü malı, kaliteli ürün ile kalitesiz ürünü karıştırarak hileli satış yapmanın da aynı şekilde Hz. Peygamber tarafından yasaklandığını görmekteyiz.

5)- Malın Ayıbını Söylemek

Müslüman bir kimse, malını satarken ayıbını, eksiğini, ilk bakışta gözle görülemeyecek derecedeki kusurunu açıkça söylemeli ve hiçbir şekilde hangi mal olursa olsun defosunu gizlememelidir. Malının kusurunu gizleyerek satmak caiz olmadığı gibi ahlaki bir davranış da değildir. Kalitesi düşük bir malın, bir eşyanın üzerine daha kaliteli mal ve ürünün etiketini veya patentini yapıştırarak satmak, ahlak dışı bir uygulama ve yukarıda da belirttiğimiz gibi hileli bir satıştır. Hileli satış ise, İslam dini tarafından yasaklanmıştır. Hz. Peygamber bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Bir Müslümanın, ayıbını açıklamadan kardeşine bir satış yapması (bir şeyi satması) helal değildir. “(38) Demek ki, bir Müslüman, Müslüman kardeşine bir şeyi satarken, şayet malının ayıbı, kusuru, eksiği varsa söylemesi gerekir. Söylemediği taktirde bu satıştan elde ettiği kazanç helal değildir. Bir Müslüman, sadece kendi dindaşına karşı değil, bütün insanlara karşı aynı hassasiyeti göstermek durumundadır. Hz. Vasile (r.a.), Rasûlüllah (s.a.s.)’dan şöyle işittiğini söyler: “Bir kimse ayıbını söylemeden bir şey satsa Allah Teâlâ ‘nm gazabına uğrar ve melekler ona lanet eder. Bir malın mahiyetini (özelliğini) açıklamadan satmak hiçbir kimseye helal değildir.”(39) Bu Hadis’te genel ifade kullanılmıştır. Bir Müslüman, yaptığı alışverişte herkese karşı aynı sorumluluğu taşımalı malının özelliğini, cinsini, kalitesini, ayıplı olup olmadığını, eksiğini ve kusurunu açıkça belirtmeli ve satışını ona göre yapmalıdır.

6)-Yeminle Mal Satmaktan Kaçınmak

Sebepsiz ve ulu orta yemin etmek doğru değildir. Dünyevî menfaatler sağlamak, malını satmak veya kaliteli ve kıymetli göstermek için Allah Teâlâ’nın adını alet etmek doğru olmadığı gibi vebali gerektiren bir fiildir. Hz. Peygamberimizin bu konudaki beyanları oldukça dikkate şayandır. “Yemin, malın harcanmasına, kazancın elden gitmesine sebeptir.”(40) “Alışverişte çok yemin etmekten sizi sakındırırım. Çünkü yemin (malı) harcattırır; sonra (bereketini) yok eder.”(41) Hadis-i Şerif’te kastedilen yemin, malın satılması için yalan yere yapılan yemindir. Yemin vasıtayla gerçek dışı bir beyan söz konusu olduğu gibi, müşteri de çoğu kere yemine aldanır. Yeminde göz boyama, hile, aldatma ve kul hakkına tecavüz vardır. Yemin, dış görünüş itibarıyla malın satışını, sürümünü ve sarfiyatını hızlandırır. Ancak Hadis-i Şerif’te açıkça işaret edildiği üzere alışverişte yemin etmek, gerçek manada malın bereketinin gitmesine ve yok olmasına sebep olur.

Yine başka bir Hadis’te şöyle buyurulmaktadır: “Allah Teâlâ, Kıyamet gününde üç kişiye (rahmet nazarı ile) bakmaz, onları temize çıkarmaz ve onlar için şiddetli bir azap vardır. Birincisi, başa kakarak veren kimse, ikincisi, elbisesini yere uzatarak (kibirli ve çalımlı yürüyen) kimse, üçüncüsü, malını yeminle harcayan (satan, sarf eden) kimse.“(42) Bir malın, yalan yere yemin edilerek satılmasının çok büyük bir vebal ve günah olduğunu bu Hadis’ten açıkça anlamaktayız. Böyle bir kimseye Allah Teâlâ’nın, âhirette rahmet nazarı ile bakmayacağı ve onu temize çıkarmayacağı belirtilmiş ve ayrıca çok elim bir azabın bu kimseye uygulanacağı haber verilmiştir. Bu sebeple, yalan söyleyerek mal satmak hem bu dünyada hem de âhirette kişinin aleyhine ve zarara girmesine sebep olur.

7) Alışverişte Kolaylık Sağlamak

Peygamberimiz Efendimiz (sav) ticaret yaptığı ve ortaklık kurduğu kimselere karşı çok nazik davrandığı malumdur. Alışverişinde kolaylık gösteren ve zorluk çıkarmayan kimselere dua etmiştir: “Satarken, satın alırken ve hakkını talep ederken kolaylık gösteren (yumuşak ve müşfik davranan) kimseye Allah rahmet etsin.”(43) Alışverişte, müşteriye şefkat gösteren, merhametli davranan bir kimseye bu Hadis, önemli bir müjde vermektedir. İmkânı ve gücü olan işverenin ve ticaret erbabının satışlarında katı tutum yerine esnek ve müsamahalı davranmaları, müşterinin durumuna göre bazan az, bazan sermayesine, bazan da sermayesinin altında satış yapmaları, onların müşteriye bir yardımı, bir ikrâmı olur. Bu da İslam’ın güzel gördüğü bir davranış ve güzel ahlakın bir tezahürüdür.

8- Borçluya Mühlet Tanımak

Borcunu ödeme sıkıntısı içerisinde olan kimselere zaman tanımak, mühlet vermek, Kur’an’ın tavsiye ettiği önemli bir husustur. “Eğer (borçlu) darlık içinde ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer (gerçekleri) anlarsanız, (borcu) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.”(44) Âyetten anlaşıldığına göre, ödeme sıkıntısı olan kimseye zaman tanımak, iyi niyetine rağmen borcunu veremeyecek durumda olan kimseye, alacaklının alacağını sadaka olarak bağışlaması Kur’an’ın ifadesiyle güzel ve hayırlı bir davranıştır. Borçlu eğer zor durumda ise, ödemeye ilişkin hüküm, çaresiz olarak onun kolay ödeyebileceği zamanı beklemeyi gerektirmektedir.

Borçluya, ödeyebilecek duruma gelinceye kadar süre tanımak gerekir. Borcunu ödeyemeyecek bu gibi borçlulara, tahakkuk eden alacağı sadaka olarak bağışlamak, onlara süre tanımaktan daha hayırlıdır. O parayı bağışlamanın sevabı daha çoktur. Bu Âyet’in hükmü delâleti ve kapsamı açısından bütün borç çeşitleri için geçerlidir. Hükmü bütün borçlara şamildir. Bundan dolayıdır ki, borçlunun gerçekten sıkıntı içinde olduğu kesin olarak ortaya çıkarsa hapsine hüküm verilmez, hapsedilmez. Borçlu olan fakirlere borçtan kurtulmaları için yardım etmek ve alacağını ona olduğu gibi bağışlamak da büyük bir hayır teşkil eder.(45) Bu konuda şu Hadis oldukça dikkate şayandır. “Allah’ın kendisine mal verdiği kullarından bir kul, Allah’ın huzuruna getirildi. Allah ona, ‘’Dünya’da ne yaptın? “diye sordu (kullar, Allah’tan hiçbir söz gizleyemezler ya!). O kul, “Ya Rabbi! Bana malını verdin. Ben bu (malla) insanlarla alışveriş yaptım. Benim adetim (alışverişte) müsamaha göstermek idi. Bu sebepten ben zengine kolaylık gösterir, fakire de mühlet verirdim” demişti. Bunun üzerine Allah, “ben buna senden daha lâyığım. Kulumu affedin!” buyurdu.(46) Görüldüğü gibi, kim olursa olsun alışverişte kolaylık göstermek, fakire zaman tanımak, bağışlanmaya ve affedilmeye vesile olmaktadır.

Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Ticaretin önemi ve ticaret ahlakı, bu yazımızda anlatmaya çalıştığımız çerçeveyle sınırlandırılmayacak kadar geniş ve kapsamlı bir konudur. Alışveriş, hayatımızın bir parçası ve temel unsurudur. Alışveriş yapmadığımız gün hemen hemen yok gibidir. Ticaret, toplumların gelişmesinde çok önemli bir yer tutmaktadır. Her sahada ticareti geliştiren ülkeler, dün olduğu gibi bugün de gelişmiş ve hakim ülkeler konumuna gelmişlerdir. Müslümanların ticarette gerilemeleri ve ticaretin gayri müslimlerin eline geçmesi neticesinde müslümanlar hiçbir ilerleme kaydedememişler ve mahkum duruma düşmüşlerdir. Şu tarihi hâdise, bu konuda çok önemli ipucu vermekte ve Müslümanların iktisadi, kültürel, sosyal ve siyasi alanlarda gerileyiş ve düşüşünün sebebini özetlemektedir: ‘Hz. Ömer Halifeliği sırasında pazara gitti ve oradakilerin çoğunun Nebatilerden olduğunu görünce üzüldü; halk (ashap) onun yanına toplanınca, pazarı terk etmelerinden dolayı onları kınadı. Onlar da kendisine şöyle dediler: Allah, bize nasip ettiği zaferle, bizi pazarlardan müstağni (muhtaç olmayan) kılmıştır. Bunun üzerine Hz. Ömer ise şöyle dedi: “Allah’a andolsun, eğer böyle yaparsanız, muhakkak ki, erkekleriniz onların erkeklerine, kadınlarınız da onların kadınlarına muhtaç duruma düşecektir.” Hz. Ömer’in bu ümmet hakkındaki görüşü isabetli çıkmıştır. Ümmet, meşru ticaret yollarını ve başarıya ulaştıran usulleri terk edince, ticaret, başkalarının eline geçmiştir. Evet, ümmet, sağlık, eğitim, kültür, siyasi, iktisadi, sosyal ve teknolojik alanlarda başkalarına muhtaç duruma düşmüştür. Yeniden ayağa kalkmak için, Müslümanların ticarete, üretime yönelmesi ve bu alanlarda ciddi gayretlerin sergilenmesi zaruridir.

----------------------------------------------------------------------

(1)   Bkz. İbn Manzûr, Ebu’l-Fadl Cemâlüddin Muhammed b. Manzûr el-Efrîkî, Lisânü’l-Arab, Beyrut, 1990, II, 19; İslam Ansiklopedisi ,(MEB), İstanbul, 1979;XII/I. 257

(2)   Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük, Ankara, 1998 Sh: 2222

(3)   Erdal Yavuz, Ekonomi Sözlüğü, İstanbul, 1984, Sh. 128.

(4)   İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezid, es-Sünen, İstanbul, 1981,K. Ticârât: 2.

(5)   Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şuayb b. Ali, en-Nesâî, es-Sünen, İst. 1981, K.Büyu’,7; Ayrıca İmam Ahmed b. Hanbel-El Müsned- IV, 6.

(6)   Sünen-i Tirmizî-K: Büyu’, 4.

(7)   Bkz. Mevlana Şiblî, Asr-ı Saadet, trc. Ömer Rıza Doğrul, Sadeleştiren, Osman Zeki Mollamehmedoğlu, İst. 1977,1, 131.

(8)   Ebû Davûd, es-Sünen, Edeb, 20; Ahmed b. Hanbel, III,” 425; Ibn Mâce, Ticârât, 63.

(9)   Afzalur Rahman, Hz. Muhammed (s.a.v) Sîret Ansiklopedisi-İstanbul, 1996, 271-272.

(10)   İmam Ahmed b. Hanbel, III, 432; Afzalur Rahman, a.g.e., II, 272.

(11)   Bkz. Afzalur Rahman, a.g.e., II, 272.

(12)   Ibn Mâce, Ticârât, 25; Ahmed b. Hanbel, III, 114; Ebû Dâvûd, Zekât, 26; Tirmizi, Büyü, 10.

(13)   Buharî, Ebû Abdillah Muhammeds b. Ismal El-Buhârî, es-Sahîh, İstanbul, 1981, Büyu’, 34; Şurût, 4; Hibe, 23; Müslim, Ebu’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc, es-Sahîh, ist. 1981, Müsâkât, 115; Rda’, 57; Nesâî, Büyu’, 54; Dârimî, Büyu’, 46; Ahmed b. Hanbel, II, 299, 302.

(14)   Buharî, Menâkıb, 28; Ebû Dâvûd, Büyu’, 28; ibn Mâce, Sadakat, 7; Tirmizi, Büyu’, 34.

(15)   Sünen-i Tirmizi K Büyu’, 28.

(16)   Buharî, İstikraz, 4, 6, 7; Vekâlet, 5, 6; Müslim, Müskât, 118-122; Tirmizi, Büyu’, 73; Nesâî, Büyu’, 64; İbn Mâce, Ticarât, 62; Sadakat, 16.

(17)   Buhari-K: istikraz Müslim, Müsakât, 120.

(18)   Nesai-K.Büyu’: 97

(19)   Buharî, Cihad, 46, 50; Tirmizi, Cihad, 14; Ahmed b. Hanbel, III, 171, 180, 274.

(20)   Tirmizî, Büyu’, 90; Ahmed b. Hanbel, III, 401; VI, 465.

(21)   Bkz. Buharî, Rehn, 2, 5.

(22)   Bkz. Buharî, Rehn, 1.

(23)   Sahih-i Buharî-K. Büyu’, 15.

(24)   Sahih-i Buharî-K. Büyu’, 15.

(25)   Sünen-i Ibn Mâce- K. Ticârât, 1.

(26)   Bkz. Ibn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî bi Şerhi Sahihi’l-Buhari, Beyrut, 1998, IV, 244.

(27)   İmam Ahmed b. HanbelEl Müsned- III, 466.

(28)   Bakara, 2/173; Mâide, 5/3.

(29)   Buharî, Büyu’,103, 112, Tefsir, Sûre, 6; Müslim, Müsâkât, 71-73; Ebû Dâvûd, Büyu’, 66; Tirmizî, Büyu’, 60; Nesâî, Büyu’, 93; Ibn Mâce, Ticârât, 11.

(30)   Buharî, Talak, 51; Ticâret, 20, Büyu’, 113; Libâs, 96, Tıb, 51; Müslim, Müsakât, 40, 41; Ebû Dâvûd, Büyu’, 64-66; Tirmizî, Nikah, 37, Nesâî, Büyu’, 91; Malik b. Enes, İst. 1981, el-Muvatta, Büyü, 68; Dârimi, Büyu’; 34; Ahmed b. Hanbel, I, 147, 235, 289.

(31)   Ebû Dâvûd, Eşribe, 2; Ibn Mâce, Eşribe, 6; Tirmizî, Büyu’, 58; Ahmed b. Hanbel, I, 244, 316, IV, 227 .

(32)   Tirmizî, Büyu’, 51, Tefsîr, Sûre, 31; Ibn Mâce, Ticârât, 11; Ahmed b. Hanbel, V, 252, 264.

(33) Bkz. Buharî, Libas, 82, 84, 85, 86, 88, 96; Tefsir, 59; Müslim, Müsakâk, 105-106; Libâs, 20; Ebû Dâvûd, Büyu’, 4; Tirmizî, Büyu’, 2; Edeb, 33; Nesâî, Zinet, 25; Ibn Mâce, Ticârât, 58.

(34)   Buharı, İman, 39, Büyu’, 2; Müslim, Müsakât, 108; Ebû Dâvûd, Büyu’, 3; Tirmizî, Büyu’, 1; Nesâî, Büyu’, 2; Kudât, 11; Ibn Mâce, Fiten, 14; Dârimî, Büyu’, 1; Ahmed b. Hanbei, IV, 267, 269-271.

(35)   Bkz. Ahmed Davutoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İstanbul, 1977.

 (36) Müslim, İman, 164; Tirmizî, Büyu’, 74; Ibn Mâce, Ticârât, 36; Ahmed b. Hanbei, II, 50, 242, 417.

(37)   İmam Ahmed b. Hanbel, III, 466.

(38)   Sünen-i İbn Mâce-K.Ticârât, 45.

(39)   Buharî, Büyu’, 19; İbn Mâce, Ticârât, 45; Ahmed b. Hanbel, III, 491

(40)   Buharî, Büyu’, 6; Müslim, Büyü, 6; Ebû Dâvûd, Büyü1, 6; Nesâî, Büyü1, 5; Ahmed b. Hanbel, II, 235.

(41)   Müslim, Müsakât, 132.

(42)   Nesâî, Büyu’, 5 .

(43)   Buharî, Büyu’, 16; Ibn Mâce, Ticârât, 28; Nesâî, Büyu’, 104; İmam Malik, Muvatta, Büyu’,100; Ahmed b. Hanbel, II, 340.

(44)   Bakara, 2/280.

(45)   Bkz. Yazır, a.g.e., II, 74-75.

(46)   Buharî, Büyu’, 17; Müslim, Müsakât, 29; Ibn Mâce, Sadakat, 14, Nesâî, Büyu’, 104; Ahmed b Hanbel, IV, 118, V, 395.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Zaralı Alışkanlıklardan Korunmak Gönderen: anadolu
[Bugün, 07:19:12 ÖÖ]


Hz. Peygamber ve Birlikte Yaşama Ahlakı Gönderen: anadolu
[Bugün, 07:13:25 ÖÖ]


İslam Ahlakı Gönderen: anadolu
[Bugün, 07:08:04 ÖÖ]


Mutaki Olmak Gönderen: anadolu
[Bugün, 07:03:31 ÖÖ]


İbadetin Özü Dua Gönderen: anadolu
[Bugün, 06:57:45 ÖÖ]


Haya – Ahlak – İmandır Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:34:05 ÖÖ]


İkiyüzlülük- Münafıklık – Manevi Bir Hastalıktır Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:28:39 ÖÖ]


İslamda Birlik ve Beraberliğin Önemi Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:21:39 ÖÖ]


İnsanlara İyi Muâmele Etmek Aklın Yarısıdır Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:12:43 ÖÖ]


Akıllı Kime Denir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:04:51 ÖÖ]


2014 - Ahmet Yağmur - Medine'ye Hasret Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:03:52 ÖS]


Asıl Derdimiz Dertsiz İnsanlar Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:27:42 ÖÖ]


Hayatını Düzene Koymak İsteyen Müslüman Gençlere Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:17:49 ÖÖ]


Bizi Aldatan Bizden Değildir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:53:08 ÖÖ]


BenimKkim Olduğumu Biliyor musun Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:42:56 ÖÖ]


Çocuklarımıza Sahip Çıkmalıyız Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:35:33 ÖÖ]


Zulmün Zararları Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:22:59 ÖÖ]


Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 10:49:10 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41