Gönderen Konu: Ruhumuzun Aradığı Gerçek Muhabbet  (Okunma sayısı 72 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2144
Ruhumuzun Aradığı Gerçek Muhabbet
« : Temmuz 31, 2022, 11:34:56 ÖÖ »
Ruhumuzun Aradığı Gerçek Muhabbet

Bir gün Hz. Âişe annemiz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize sordu:

- Ey Allah’ın Resulü, beni seviyor musun?

- Evet, Ya Âişe seviyorum!

Âişe Annemiz:

- Beni nasıl seviyorsun? Diye tekrar sordu. Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam:

-Kördüğüm gibi.

Hz. Âişe Annemiz bu cevaba çok sevindi. O kadar sevindi ki, zaman zaman aynı cevabı duymak için sorardı:

- Ey Allah’ın Resulü, kördüğüm ne âlemde?

Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam da her seferinde Hz. Âişe’yi memnun eden cevabı verirdi:

-İlk günkü gibi…


Sevgi, Allah'ın yarattığı hislerin en güzelidir. Günahtan, azgınlık ve taşkınlıktan uzak, tertemiz bir sevgi; sanki cennetten yeryüzüne indirilmiş nimetlerin en güzelidir.

Allah-u Zülcelâl insanı ülfet, ünsiyet ve muhabbeti için yarattığından dolayı onu bu dünyada çeşitli sevgi tecrübelerinde yetiştirmeyi irade buyurmuştur. Bu sebeple insanı evvela erkek ve kadın cinsiyetinde çiftler halinde yaratıp aralarına çekim koymuştur. Bu tabi çekimi de nikâh ile meşru kılmıştır.

Bir ayet-i kerimede Rabbimiz, “Kadınlar sizin için elbise, siz de onlar için elbisesiniz” (Bakara, 187) buyurarak, eşlerin birbirine ne kadar muhtaç olduğunu ve nasıl birbirlerini tamamlamaları gerektiğini işaret buyurmaktadır. Elbisesiz bir insan ne durumdaysa, eşsiz bir insanın durumu da ona benzerdir. İnsan hem maddi hayatını mutlu ve mutmain olarak sürdürmek için, hem manevi duygularının tekâmül etmesi için eşe ihtiyaç duyar.

İslam dini erkek ve kadının bir araya gelişinin meşru yolu olan evlilikte sevgi ve mutluluğa önem vermiş, bu hususta hem erkeğin hem kadının kendi üzerine düşen görevlerin şuurunda olmasını emretmiştir.

Elbette mutluluk, eşlerin kendilerine düşen sorumlulukları kuru kuruya vazife edasında yerine getirmesiyle gerçekleşmez. Eşler arasındaki sevginin canlılığını korunması için de bazı inceliklere riayet edilmelidir. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin eşlerine karşı muamelesinde örnek alınacak güzellikler vardır. Ancak ne yazık ki günümüzde Müslümanlar, kendi dinlerinin öğrettiği adabı bilmedikleri için dışarıdan gelen telkinlere açık bir hale düşmüşlerdir.

Zoraki Romantik

Günümüzde sevgi ve aşk denilince medyada ve popüler kültür ürünlerinde hep romantizm gösterilerinden bahsedilmektedir. Televizyon dizilerinde bazı zengin ve yakışıklı erkeklerin evlenme yıldönümü gibi özel günleri hiç unutmadığı, eşlerine pahalı hediyeler aldığı veya dışarıda yemeğe çıkardığı görülmektedir.

Evlilik programlarında da bir kadınla evlenmeye talip olan erkeklere “Romantik biri misin? Karına sürprizler yapacak mısın?” gibi sorular sorularak, bu romantizm gösterileri bir evliliğin olmazsa olmazıymış gibi dayatılmaktadır.

Ekseriyetle de romantizm adı altında pompalanan bu yeni adetler; maddiyatçı anlayışa dayanan, gönle huzur vermeyen, zorlama ve yapmacık sevgi gösterileridir. Bunlar ne kadının ne erkeğin ruhunun aradığı hakiki sevgi değildir.

Bugün filmlerde, dizilerde aşk ve romantizm diye telkin edilen hayat tarzı, Avrupa’da tüketimi körüklemek için icad edilmiş ve başlı başına bir sektöre dönüşmüş yapmacık bir hayat tarzıdır.

Sayısız mağaza, restoran, hotel, çiçekçi, içkili mekânlar hep romantizm pazarlamakta ama buraların müdavimi çiftlerin çoğu birkaç yıla kalmadan birbirinden usanmaktadır. Eğer bu hayat tarzı güvenilir bir sevgiye vesile oluyor ise neden Avrupa’da evliliklerin yarısından çoğu boşanma ile sonuçlanıyor?

Her insan sevmeye ve sevilmeye ihtiyaç duyar. Bilhassa hanımlar kocaları tarafından sevildiklerini duymaya daha fazla ihtiyaç duyar.

İnsanlık tarihi boyunca aşk ve sevgi duyguları üzerine sayısız şiirler yazılmış, şarkılar bestelenmiş, bazı kavuşamayan âşıkların hikâyeleri dillere destan olmuştur. Ancak bizim irfanımızda romantik duyguların geçiciliği göz önünde bulundurularak bunlara “mecazi aşk” denilir.

Allah'tan başka her şey fanidir ve O’ndan başkasına karşı hissedilen duygular da tabiatı itibarıyla zaman içinde şiddetini yitirir. Bütün sevgiler, asıl sevgiye varmadan evvel öğrenilen bir ders, kalbi aşka açan bir alıştırma ve nihayetinde de asıl aşka vasıl olmak için kurtulunması gereken bir bağdır. Asıl âşık, bütün bu sevgi tecrübelerinden geçip Mevla’ya varan Hak aşığıdır. Yunus Emre ne güzel der:

“Mecnûn’a sordular, Leylâ nic’oldu?
Leylâ gitti, adı dillerde kaldı...
Benim gönlüm, şimdi bir Leylâ buldu!..
Yürü Leylâ ki ben Mevlâ’yı buldum;
Leylâ Leylâ derken, Mevlâ’yı buldum"
(Yunus Emre)

Evet, Rabbimiz kadınlarda daha çok rahmet ve cemal esmalarının tezahürlerini nakşetmiştir; tıpkı erkeklerde de kudret ve kemal sıfatlarını aksettirdiği gibi. Her biri kendisinde eksik olan parçayı diğer yarısında arar. Ancak kul kusursuz olmaz.
İnsan bu dünyada her kimi çok severse onu gözünde büyütür, masal kahramanı gibi yüceltir ve hayal gücünün gözüne taktığı gözlükle onu olduğundan başka türlü görür. Ancak zamanla aşk titreşimleri yatışınca gerçek manzara ortaya çıkar.

Kabul edelim ki, cazibesi solmayacak, sağlığı, gücü, kuvveti elinden gitmeyecek hiçbir insan yoktur. Velev ki evlilik başlangıçta beğeni ve arzu duyguları üzerine kurulsa da bu dönem muhakkak geçecektir. Bir evlilikte huzur ve mutluluğu garantilemenin tek çaresi eşlerin birbirine saygı, sadakat, şefkat ve anlayış duygularıyla bezeli bir meveddet duymasıdır.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Size nefislerinizden, kendilerinde sükun bulmanız için zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve rahmet var etmesi de Onun âyetlerindendir. Şüphe yok ki bunda tefekkür edecek bir kavim için elbette ibretler vardır." (Rûm, 21)

Meveddet, hararetli bir arzu ve beğeniyi ifadeden muhabbetten farklı olarak, koşulsuz sevgidir. Sanki anne babanın çocuğuna veya akrabaların birbirine olan sevgisi gibi.

Kimse çocuğunu herkesten daha güzel, daha akıllı ve daha becerikli olduğu için sevmez; “Onu seviyorum, çünkü o benim çocuğum,” diyerek sever. Bir karı koca da birbirini, “Allah'ın bana yazdığı, takdir ettiği ve benim için seçtiği eş,” diye kadere rıza göstererek sevmesi de buna benzer.

Bu o kadar zor da değildir. Eğer eşler gözlerini haramdan sakınmış ise, eşini, tıpkı Dede Korkut’un hikayelerinde dediği gibi, “Gözüm açıp gördüğüm, gönül verip sevdiğim,” diyerek hesapsız, riyasız, samimi bir sevgiyle sever.

Böyle saf, tertemiz bir sevgide, “Neden benim kocam şu dizilerdeki erkekler gibi romantik sürprizler yapmıyor?” gibi kıyaslamalar yoktur.

Seviyorum Demek Kılıbıklık mıdır?

Kadınlar yaratılışları icabı hissidir ve bütün kadınlar zaman zaman Hz. Âişe annemizin de yaptığı gibi, sevildiklerini duymak isterler. Ancak bir erkeğin sevgisini ispatlamak için abartılı şeyler yapmasını beklemek akıllı bir kadına yakışmaz. Her aklı başında kadın bilir ki televizyon dizileri, hayal ürünü senaryolardır.

Dizi karakterlerini canlandıran kişiler de bu sektör için seçilmiş fotojenik ve rol yapma kabiliyetine sahip oyunculardır. Dizilerde devam edip giden hadiselerin bu kadar duygusal iniş çıkışlarla dolu olmasının tek maksadı seyircinin merakını kamçılamak ve dizinin devamının izlenmesini sağlamaktır.

Elbette kadınlarımızın da birçoğu bunu bilmektedir. Ancak gerçek hayatın sadece vazifeler ve rütinlerle devam edip gitmesinden usandıkları bir anda bu dizilerdeki duygulu sahneler onlara biraz da özlemini duydukları eski günleri hatırlatmaktadır.

Bazen kadınların kendi eşleriyle gerçek hayatlarını ihmal edecek kadar bu dizilere takıldıklarını duyabilmekteyiz. Kocaları hanımlarını beklemekten usanıp uyuyup kalırken, hanımları “Acaba şimdi ne olacak? Adam kıza ne diyecek?” diye merakla geç saatlere kadar ekran karşısında kalıyorlarmış. Hanımlardan bazıları da hislerini yenemeyip beylerine “Sen beni sevmiyorsun. Hiç bana sürprizler yapmıyorsun, hediyeler almıyorsun” diye sitem ediyorlarmış.

Esasen böyle taleplerde bulunan kadınların durumu tıpkı, karnı acıkınca annesinden şeker isteyen çocuğa benzer. Nasıl ki anneler çocuğunun asıl ihtiyacının şeker değil vitaminli yiyecekler olduğunu biliyorsa aynen bunun gibi, hanımından böyle sitemler duyan erkekler de hanımının asıl ihtiyacının pahalı hediyeler değil sevildiklerini hissetmek olduğunu bilmelidir.

Aslında hanımlarının beklediği, kocalarının onlara karşı duygularının azalmadığını bilmektir. Kadınlar kocalarının onlara değer verdiğini, gösterdikleri çabayı takdir ettiğini hissetmek isterler. Bir erkek bunu illa pahalı hediyelerle değil,“Yemek güzel olmuş, eline sağlık hanım. Gel ben de sana bir kestane kebap yapayım,” diye ocağın başına geçerek de gösterebilirler.

Küçük bir ikram, biraz baş başa zaman geçirmek, eski fotoğraflara bakıp o günleri yad etmek, tatlı iltifatlar hanımların gönlünü fethetmeye yeter. Bunu esirgemek erkeğe bir şey kazandırmaz. Bunları yapmak da hiçbir erkeği kılıbık yapmaz.

Kılıbıklık, bir aile reisinin, bu konumunun gereği olan önemli kararları verirken, kendi doğrularını ve prensiplerini hayata geçiremeyecek kadar karısına ipleri teslim etmiş olmasıdır. Tuhaftır, birçok kaba saba erkek aslında kılıbıktır, mesela karısının korkusunda sıla-ı rahmi keser, hayır hasenat yapamaz. Ama karısına “Gözlerin çok güzel,” demediği için kendisini taş fırın erkek zanneder.

Öte yandan kendi hayatına ve kulluk vazifelerine dair kararlarını kendisi veren ama hanımının hakkına da riayet edip onun gönlünü hoş eden erkekler de vardır. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu örnek aile reisliğinde de zirve şahsiyete sahiptir.

Ne yazık ki bizim coğrafyamızın insanı, büyük aileyle birlikte oturma kültüründe yetiştiği için, “evlilik” kayınvalide, kayınpeder, elti görümce gibi birçok kişiyle bir arada yaşanılan bir evde sürdürülen bir ilişkinin adıdır. Bu ortam sebebiyle erkekler babalarından hanıma nasıl iltifat edilir, görmemiştir. İşin kötüsü hanımlar da annelerinden ve kayınvalidelerinden kocaları için süslenmeye, tatlı dilli, cilveli olmaya dair incelikleri öğrenememiştir.

Tuhaf olan da şudur, karı kocanın çocukları yanında kavga etmesi ayıp sayılmaz da, sevgi sözleri söylemesi ayıp sayılır. Böyle bir örnekle yeni kurulan yuvalarda da kavga geleneği devam ettirilir.

Neticede insanımız kendi kültürümüzden devraldığımız bazı hatalı geleneklerle batıdan telkin edilen modern hayat tarzı arasında bocalamaktadır. Hâlbuki evlilik ne abartılı romantizm gösterilerine ihtiyaç duyar, ne de sırf kuru kuruya yerine getirilen bir görevdir.

Elbette Müslümanın evlilik anlayışı bu ikisinin ortasında mutedil bir çizgide yürümelidir.

Mümin eşler, gösteriş için değil samimi duygularla; eşini gerçekten mutlu etmeyi ve bu arada kendisi de mutlu olmayı hedefleyerek incelikler yapan ve böylece mutluluğunu kendi evinde gerçekleştirebilen kişilerdir.

Hatice Kübra Ergin

RADYO DİNEME LİNKİMİZ.

Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41