Gönderen Konu: Zamanda Bir Nokta AN  (Okunma sayısı 309 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı webtasarim

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 60
Zamanda Bir Nokta AN
« : Şubat 04, 2024, 12:31:07 ÖS »


Zamanda Bir Nokta AN

Varlık âleminin hızla akıp giden, idraki en zor nimetlerinden biridir zaman. Varlığa değer katar fakat mekânla birlikte onu hem anlaşılır kılar hem de sınırlandırır. Zaman değişken bir niteleyicidir. Ölçüp biçmeye yeltensek de çeşitli isimlendirmelerle disiplin altına almaya çalışsak da zamanın en önemli vasfı ele avuca gelmez oluşudur. Bir yerde şafak sökerken başka bir yer karanlıklar içerisindedir. Hesapsızca akıp giden yılların karşısında geçmek bilmeyen dakikalar vardır. Dolayısıyla zaman sadece kozmolojik olarak değil, biyolojik ve psikolojik açıdan da izafidir.

Zaman, gün gelir nesnenin bütün işlevselliğini elinden alır. Gün gelir, eskiye rağbet ettirir. Nostaljinin kapısını çalan da geleceğe dair hayaller kurduran da zamanın içimizde çoğalttığı vehimlerdir. Canlılığı solduran, yeniliğe halel getiren odur. Kavramlar ve değerler dünyası da onun karşısında korunaksızdır. Cioran’ın ifadesiyle “Her zaman ıstırap çekilmiştir; ama ıstırap, o andaki felsefenin ayakta tuttuğu bütünsel görüşler uyarınca ya ‘yüce’ ya ‘doğru’ ya da ‘saçma’ olmuştur.” Peki, zamana karşı ve ona rağmen kendini koruyacak bir özden söz edilmez mi? Yahut bu öz nasıl ortaya çıkacak ve korunacaktır?

Zamanı ancak onun idrakinde olan insan değerlendirir ve onun ele avuca sığmaz, mütemadiyen başkalaşan yanına gem vurur. Bu, zamanın bütün akışkanlığı karşısında onu aşkın bir varlıkla irtibatlandırmakla mümkündür. Ancak müteal olanla bağlar kurulduğunda zaman kendi sınırlıklarına rağmen bir değer kazanır. Bin yıllar geçse de değişmeyen bir öz, değer kendini tekrar eder. Böylelikle insanoğlu zamanın elinden asli olanı çekip alır. Geçmiş, gelecek ve şimdi gerçek anlamına erişir.

Bütün dinler ve felsefi söylemler zamana dair tekliflerle gelir. Onu algılamak ve değerlendirmek noktasında müntesiplerine reçeteler sunarlar. İnsanın bir zamanı vardır, dünyanın bir zamanı vardır. İslami literatürde dehr, asr, vakit ve an gibi kavramlarla ifade bulan zaman, boşa harcanmaması gereken bir nimettir. Müfessirler “dehr”i, kesintisi olmayan, âlemin yaratılışıyla başlayan ve sonuna kadar geçecek olan zaman şeklinde yorumlarken, “asr”ı kesinti kabul edebilen ve “dehr”in alt basamaklarından, dünyaya yansıyan kısımlarından bir cüz olarak tanımlamışlardır. El-ân ise zaman zarfıdır. İnsanın içinde bulunduğu vakte delalet eder. Ayetlere bakıldığında “an”ın, şimdiye yani insanın içinde bulunduğu zaman dilimine işaret ettiği açıkça anlaşılır.

Anı Yaşamak ve Anda Kalmak

An, insan şuurunun kavrayabildiği en küçük zaman dilimi, tabiri caizse zamanda bir noktadır. Mazi ile atinin birleştiği ve ayrıştığı yerdir. Anın bir boyutu olmamakla birlikte peş peşe akıp giden zaman parçaları arasındaki hayali sınırı ifade eder. İnsanın zamanla ilişkisi ana yüklediği anlamla ilgilidir.

Zaman; geçmiş, gelecek ve şimdiki zamandan ibarettir. Ve hakikatte insanın elinde sadece anlar vardır. Anlar insana emanettir. Marcus Aurelius, Düşünceler adlı kitabında şöyle der: “Şimdiki zaman bütün yaşam demektir; şu an geçmekte olan da şimdiki zamandır ve kaybedilen de şu andan başka bir şey değildir. Aslında insan öldüğünde ne geçmişi ne de geleceği yitirir; çünkü kim sahip olmadığı bir şeyi ondan alabilir?” Ölüm aslında sadece anları elimizden alır. İçinde bulunduğumuz şimdiki zamanı kaybetmek kişiyi hüsrana uğratır. Üstelik anı elimizden alan sadece ölüm değildir, anın bilincinde olmamak da şimdiki zamanı yitirmenin bir başka çeşididir. Ömür sermayesi, zaman idrakinin cereyan ettiği alandır, zamanı değerlendirme ameliyesidir.

Filozoflar, âlimler, sanatkârlar hep zaman üzerine düşünmüş, onun değişkenliği kadar gelip geçiciliği üzerinde de durmuşlardır. Edipler insanı içeriden ve dışarıdan sarmalayan zamana karşı nazireler yazmış, ince söyleyişin zirvesi olan şiirde zaman ve onun en küçük parçası olan an başat konular arasına girmiştir. “Ne içindeyim zamanın, / Ne de büsbütün dışında; / Yekpare, geniş bir anın / Parçalanmaz akışında” Tanpınar’ın kaleminden dökülen bu dizeler, hem zamanın akıcılığına hem de anın yekpare bütünlüğüne vurgu yapar.

İnsanoğlunun asıl hüsranı ana gereğinden fazla anlam yükleme yahut onu beyhude telaşların ardında yitirmekle açığa çıkar. Bütün bir ömrün vereceği hazzı tek bir andan beklemek şeklinde formüle edebileceğimiz “Anı yaşa.” sloganı kişiyi anlamlı bir hayatın vereceği huzur ve saadetten alıkoyar. Birey, sonsuz hazların tutsağı olur, doymak bilmeyen nefsin ve nefsani arzuların hükmü başlar. Hâlbuki anda kalmak yahut anı yaşamak hazza indirgenemeyecek kadar değerlidir. Anda kalmak, anın bereketine inanarak onu zamanın burgaçlarından kurtarmayı, şimdiye değer atfetmeyi imler. Anda kalan insan zamanın gerçek sahibini, “Ebu’l-vakt”i idrak eder. O sahip ki zamandan ve mekândan münezzehtir. Dolayısıyla her anı aşkın olanın rızasına uygun “hâl”lerle irtibatlandıran insan, hakiki manada zamanı vehimlerden kurtarır, bütün sınırlarına ve değişkenliğine rağmen bir mefhum olarak algılamaya başlar. Kendini ne geçmişe hapseder ne de ideal bir gelecek hayaliyle şimdiyi hüsrana uğratır. O, geçmişten ibret alır, şimdiyi en uygun biçimde değerlendirir ve geleceği inşa eder. Böylelikle geçmişi ve geleceği birbirine bağlayan anlar kıymet kazanır.

Modern dünya, insanın zamanla ilişkisini farklı bir zemine oturttu. Sanayi inkılabıyla birlikte üretim ve tüketim kavramlarına indirgenen yaşam, nesneye bakışımız kadar zamana bakışımızı da etkiledi. Tabiattan bağımsız, artık güneşle, ayla, yıldızlarla hatta gece ve gündüzle değil saatlerle, dakikalarla ölçülen zaman, insan için âdeta bir mücadele alanına dönüştü. Lewis Mumford’un dediği gibi: “Modern endüstri toplumunun makinesi, buhar makinesi değil saatti.” Dijital verilerle kurgulanan günler insanı sıkıştırmakla kalmadı, “an”a yüklenen anlam onun kaldırabileceğinin çok çok üstünde oldu. Vakit, hayra değil de bozdurulup kazanca yahut hazza tebdil edilen bir sermaye sayıldı. Zaman sadece hareketi değil sükûn hâlini de ölçerken an, hareket ve hazla irtibatlandırıldı. Ürettiği yahut tükettiğiyle varlık kazanan insanlar, mutluluk beklerken yorgunluk toplumunun neferlerine dönüştü.

İslami Literatürde Zaman Algısı: İbnü’l-vakt İrfan ehlinin dilinde “ibnü’l-vakt” şeklinde ifadesini bulan anda kalmak, zamanı emanet görmek ve vakti değerlendirmek, anın kıymetini bilmektir. İnsan, zamanın akışını duyumsamasa da kendisi için belirli bir vakit tayin edildiğini bilir. Ömrün nihayete ereceği bilgisi canlılar içerisinde insana bahşedilmiş bir lütuftur. İbnü’l-vakt, kemalat yolunda her anı fırsat bilir, zamanı idrak ederek an-ı daimin bereketini yakalamaya çalışır. Kemal Sayar’ın ifadesiyle an-ı daim “ezelin ebed içinde dürüldüğü an”dır. Ruhu ürperten ve kendine getiren, bir yönüyle de doyuma ulaştıran şey ebedin zamanda vücut bulmasıdır.

“Serpilen her çiçek bize ebedî âlemden bir çağrı getirir ve bize zeval bulacak bir dünya için yaratılmadığımızı, bu dünyanın ötesinde bir kader için doğduğumuzu söyler. Zamanın içinde yaşıyoruz ama zamanın ötesine aitiz. İbadet, hatırlayış ve iyilik birer simyacı gibi zamanı dönüştürür. Ezel ve ebed arasında bir salıncaktayız ve vakti bereketlendirerek, onu hayra tâbi kılarak ruhun sonsuzluk özlemini dindiriyoruz.” (Kemal Sayar, Ölümden Önce Bir Hayat Vardır, s. 120)

Pek çok ayet ve hadiste zamana vurgu yapılır ve müminlerde bir zaman bilincinin oluşması için izahlarda bulunulur: “Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyandadır. Ancak iman edip dünya ve ahiret için yararlı işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır.” (Asr, 103/1-3)

Ayet-i kerimenin ifadesi açıktır, zamanı ziyan etmemek ve zamanda ziyan olmamak ancak söz ve fiillerin ilahi ilke ile örtüşmesi durumunda mümkündür. Bir başka ayette de yine insanın müteal olanla irtibatına dikkat çekilir: “O hâlde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul. Ve yalnız Rabb’ine yönel.” (İnşirâh, 94/7-8) İnsanın rağbeti Rabb’ine ve Rabb’in rızasına uygun olana yöneldiğinde yaşam da onu oluşturan anlar da kıymet kazanacak, zamanın bütün değişkenliğine rağmen yüce ve doğru kendi sınırlarını koruyacak, kavramlar ve değerlerin eli güçlenecektir.

Kur’an-ı Kerim’in nüzulü tedricidir ve bu özelliği ile aslında İslam’da zaman ve mekân algısını ortaya koyar. Zaman ve mekân ötesi bir kaynaktan, zamana ve mekâna dair söylemlerdir. Bu yönüyle hükümlerinin uygulanabilirliğinin göstermesinin yanı sıra hem dairesel hem de süre dizimsel zaman algısını öne çıkarır. Süre dizimsel zaman algısı ilerlemecidir, geleceği esas alır, kemalatı hedefe koyar. Dairesel zaman algısı ise gelecek kadar geçmişi de muhatap alır. Her iki zaman algısını buluşturan yegâne şey anlardır.

Kur’an mazi ve atiyi birlikte zikreder, geçmişten ibret alınması, geleceğin tecrübi bilgi ile inşa edilmesi üzerinde durur, “şimdi”nin önemine dikkat çeker. Kur’an’da ifade bulan “an” ne geçmiş ne de gelecektir, onları bağlayan köprü, kökü mazide, dalı budağı gelecekte bir sınırdır. Dünya hayatının gereği emir ve yasaklar “şimdi”ye söylenir. “Şimdi”de icra edilen eylemin pozitif ve negatif sonuçları geleceği, dolayısıyla yaklaşan şimdiyi belirleyecektir. (Nisâ, 4/18; Yûnus, 10/51) Şari’nin dünya hayatını nizama sokan hükümleri şimdi de geçerlidir. Bu nedenle ibadetlerin şartlarından biri de vakittir.

Kur’an’da geçmiş ve gelecek şimdiye akort edilmiştir. “Şimdi”de mükellef olarak sorumlu tutulan insan, mesuliyetinin gereğini gelecekte muayyen bir vakitte icra etmekle mesuldür. İbret almak ve aynı hataya tekrar düşmemek için insan geçmişle de bağını koparmamalıdır.

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatına baktığımızda da onun günlük hayatını öncelikli olarak ibadetlere göre şekillendirdiğini, zamanı başta namaz vakitleri olmak üzere fıtratla irtibatlandırdığını görmekteyiz. Hayat olağanüstü hâller dışında ibadetlerin etrafında serpilir. Dolayısıyla ibadetler zaman şuurunun merkezini oluşturur. Allah Resulü’nün “an”a yaklaşımında da Rabb’in rızasını öncelediği görülür. Her anı Rabb’ine yakınlaşmak için fırsat bilen Peygamberimizin, vaktini ibadet ve tefekkürle geçirmesi onun zamanı akıp giden bir mevhum olarak değil, insanın yegâne sermayesi olarak gördüğünün kanıtıdır.

Çünkü yaşamak sadece nefes alıp vermekten ibaret değildir. Cahiliye toplumunun zaman algısı hayata bakışlarını da belirliyordu. “...Bu dünya hayatımızdan başka bir hayat yoktur. Ölürüz, yaşarız. Bizi öldüren ise zamandan başkası değildir...” (Câsiye, 45/24)

Zaman onlar için bir zorbaydı ve karşısında yapabilecekleri pek fazla şey yoktu. Aradan yüzyıllar geçti fakat insanın zaman karşısında tutumu benzer izlekleri takip etti. Bugün de pek çok insan zaman onu hüsrana uğratmadan, ölüm gelip kapıyı çalmadan ömrünü hesapsızca harcamanın, neticede sahibini hiçliğe sürükleyen bir zaman algısının peşinden gidiyor. Allah Resulü ise insanı hüsrana sürükleyen bu tasavvuru reddederek vaktin ve anın Müslümanca nasıl yaşanması gerektiğini öğretir. Sabahları dile getirdiği “Allah’ım, senin kudretinle sabaha çıktık, senin kudretinle akşama gireriz. Senin kudretinle yaşar, senin kudretinle ölürüz… En son dönüşümüz sanadır.” (Tirmizi, Deavât, 13) duasında olduğu gibi her anı tefekkürle bezer. Anı bereketlendirecek söz ve fiilleri teşvik eder. Hz. Peygamber’in insanların çoğunun aldandığı iki nimetten biri olarak zikrettiği “boş vakit” ifadesi de zamanın değerini ve önemini ifade eder.

Sema Bayar.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:49:10 ÖÖ]


Yalşayan Hurafeler Karşışında Müslümanların Tavırları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:40:06 ÖÖ]


Yalanın Zararları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:02:40 ÖÖ]


Ahiretin kapısı ölümü Hatırlamak ve Ona Hazırlanmak Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:49:11 ÖÖ]


Hicr Süresi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:32:26 ÖÖ]


Güven Duygusunu Nasıl Elde Ederiz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:22:28 ÖÖ]


Korku ve Ümit Ahiret İnancından Doğar Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:09:23 ÖÖ]


Süleyman Aleyhisselam Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:00:28 ÖÖ]


Zikir İbâdeti Kalbin Cilâsıdır Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 09:45:16 ÖS]


Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:47:12 ÖS]


Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:42:28 ÖS]


Kaza ve Kadere İmanın Keyfiyeti Üzerine Notlar Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:36:50 ÖS]


İnsan Hakları, Kadın-Erkek Eşitliği ve Adalet Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:31:26 ÖS]


PCLOUD ÜCRETSİZ ÖMÜR BOYU DİLEDİĞİNİZ KADAR DEPOLAMA ALANINA SAHİP OLMAK Gönderen: andrewmemut
[Nisan 26, 2024, 05:30:06 ÖS]


İnsan ve Dua Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 07:59:29 ÖÖ]


İman Etmeyenler Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 07:33:17 ÖÖ]


Sorumluluk Bilinci Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 06:57:24 ÖÖ]


Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.): “10 Haslet Vardır Ki Helak Olma Sebebidir Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 06:43:20 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41