Gönderen Konu: Peygamber Sav Efendimizin Vakar Ve Sükûneti  (Okunma sayısı 396 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Peygamber Sav Efendimizin Vakar Ve Sükûneti
« : Mayıs 27, 2018, 10:08:11 ÖS »
Peygamber  Sav  Efendimizin Vakar Ve Sükûneti

“Rahman’ın has kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler.

(Furkan 25/63)

Vakar; ağırbaşlılık, temkinli davranmak, ciddi, haysiyet sahibi olmak anlamlarına gelir ki kibir, gurur ve bencillik gibi kötü huylardan farklıdır.

Sözlükte; "vakar, ağırbaşlılık, huzur, güven, rahatlık" gibi anlamlara gelen sekînet; Tasavvuf’ta, gaybın ve manevî feyzin geliş anında kalbin bulduğu itminan (iç barış) ve huzur haline denir. Sekînet, peygamberlerin ve Allah'ın seçkin kullarının kalplerine iner. Kur'an'da, imanlarının pekişmesi (Fetih, 48/4), sıkıntılı ve korkulu anlarda kalplerinin yatışıp iç huzura kavuşmaları için Allah'ın mü’minlere sekînet indirdiği (Fetih, 48/8) belirtilmektedir. Ayrıca Rasulullah (sav) Efendimizle ilgili olarak da şöyle buyrulmaktadır: "... Hani Onlar mağaradaydı, O, arkadaşına; "Üzülme, Allah Bizimle beraberdir", diyordu ve derken Allah O'na katından bir sükûnet / bir güven duygusu bahşetti..." (Tevbe, 9/40). Hz. Peygamber (sav)’de "Allah Teâlâ'yı anmak için toplanan kimseleri melekler kuşatır, onları rahmet kaplar ve onlar üzerine sükûnet ve vakar iner..." buyurmuştur. (Müslim, Zikir, 25). (M.C.)

   Sükûnet emniyet, temkin, ağırbaşlılık, sebat ve heybet gibi manalara gelir. Nefisteki telaşın ve heyecanın sona ermesiyle meydana gelen huzur hâlidir. Bu, kalp huzuru ve gönül rahatlığı olarak da ifade edilir. Âyet-i kerimede; “Size ne oluyor ki Allah’a vakarı (büyüklüğü) yakıştıramıyorsunuz?” (Nuh 71/13) buyrularak vakarın en kâmil manada Cenâb-ı Hakk'a ait bir vasıf olduğu ifade edilmektedir. Cenâb-ı Hakk, insanları Zat-ı Ulûhiyeti'nden korkmaya, hilmiyle beraber azametinin de bulunduğuna inanmaya ve kendisine saygısızlıktan sakınmaya çağırmaktadır. Böyle yaptıkları takdirde Yüce Allah onlara bir vakar ve onur lütfedip değer verecek, neticede büyük mertebelere erdirecektir.

Vakarın bir diğer anlamı, Allah ve Resulü’ne lâyık oldukları tâ'zîm ve saygıyı göstermektir. Efendimiz (sav)’in bir vazifesi de insanların, Allah ve Resulü’ne karşı nasıl bir vakar içerisinde olmaları gerektiğini öğretmektir. Âyet-i kerîme bunu şöyle dile getirir:

“ (Ey Resulüm!) Şüphesiz Biz Seni bir şahit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik ki (Ey İnsanlar!) Allah’a ve Resulü’ne inanasınız, (dinine) yardımcı olasınız, O'na saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allah’ı tespih edesiniz!” (Feth 48/8–9)

Burada Allah ve Resulü’ne iman ve yardımdan sonra, onlara karşı büyük bir vakar hissiyatı içinde bulunmak, yani saygı ve hürmet üzere davranmak emredilmektedir. İnsanlar arasında vakur olabilmek de ancak bu sayede mümkündür. Bunun dışında kalan bütün hareket ve davranışlar hafif kalmaya mahkûmdur.

Efendimiz (sav), enbiya arasında son, bizim için ilk muallimdir. Vakar ve ciddiyet O’nda esastır.

Vakar, herkes tarafından sevilen ve sahibine hürmet duyguları kazandıran bir fazilettir. Vakarlı kimselerin söz, davranış ve hâllerinde kibre düşmemeleri, bilakis son derece mütevazı olmaları gerekmektedir. Bu iki huy birlikte bulunduğu zaman tam bir erdem meydana gelir. Âyet-i kerîmede Cenab-ı Hakk, Müslüman’da olması gereken bu vakarı şöyle ifade etmektedir:

“Rahman’ın has kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler. Cahiller kendilerine (hoşa gitmeyecek) lâflar atıp sataştıkları zaman, «selâmetle» deyip (geçerler) .” (Furkan 25/63)

Efendimiz (sav) son derece vakarlı, ciddi ve izzet sahibi idi. O’nun peygamberlik vakarı, görene önce bir ürperti ve korku verirdi. Fakat daha sonra O’nun ne kadar şefkatli bir insan olduğunun farkına varırdı. Peygamberlik gibi yüce bir görevi omuzlayan insanın, etrafında bulunan binlerce Müslüman’a hak ve hakikat dersi veren bir insanın ciddi ve vakarlı olması kadar tabii bir şey yoktur. Zaten vakar, peygamberliğin en önemli özelliklerinden birisi olarak belirtilmektedir.

Vakarın alâmeti, ferdin cemiyet içinde ve yalnızken aynı durumu muhafaza etmesidir.

Ağırbaşlı olmak, büyüklenme hâli değildir. Aksine ilim ve hilimden doğan bir fazilettir.

Vakarlı bir insanda acelecilik, her yere girip çıkma, lüzumsuz sorular sorma, yersiz hareketler yapma, bilgiçlik taslama gibi davranışlar bulunmaz. Bu hususta Peygamberimiz (sav): “İlim öğreniniz, ilim için vakar ve sekînet öğreniniz.” buyurdular. (Feyzül Kadir 3–253/3322)

Peygamber (sav) Efendimizin vakarı, karşısındakilerin hürmet hislerini uyandırmakta, tevazusu ise insanların sevgisini celbetmekteydi. Zira Efendimiz (sav) insanların en güzel ahlâklısı idi. Her zaman sükûnet ve vakarla hareket eder, asla yüksek sesle konuşmaz ve kötülüğe kötülükle mukabelede bulunmazdı. Bilâkis, affeder ve bağışlardı. (Dârimî, Mukaddime, 2) Çok mühim bir ibadet olan namaza giderken dahi, sükûnet ve vakarın muhafaza edilmesini emrederek şöyle buyururdu:

“Kamet getirildiği zaman namaza koşarak değil, ağırbaşlı bir şekilde yürüyerek geliniz. Yetişebildiğiniz kadarını imamla birlikte kılınız; yetişemediğiniz rekâtları da kendiniz tamamlayınız.” (Buhârî, Ezan, 20–21)

İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet edildiğine göre, arefe günü Arafat'tan Müzdelife'ye dönerken Rasul-ü Ekrem (sav) arka tarafta bazı kimselerin bağırıp çağırdığını, develerine vurduğunu duyunca; kamçısıyla işaret ederek onları sükûnete davet etmiş ve: “Ey insanlar! Sükûnetle hareket edin! Acelece etmekle sevap kazanılamaz…” buyurmuştur. (Buhârî, Hac, 94)

Rasulullah (sav); insanları çok kızdıran ve tehevvüre sevk eden anlarda dahi sükûnet ve vakarını bozmazdı. İnsanların nezaketsizlik ve kabalıklarına tahammül gösterir ve kendilerine mülâyemetle muamele ederdi. Enes (ra) şöyle anlatıyor:

“Rasulullah (sav) ile beraber yürüyordum. Üzerinde Necran kumaşından yapılmış, kenarları sert ve kalın bir hırka vardı. Bir bedevî Rasul-ü Ekrem'e yetişerek hırkasını sertçe çekti. Hırka, Efendimizin boynunda iz bıraktı. Daha sonra bedevî:

–Ey Muhammed! Senin yanında bulunan Allah’ın mallarından bana da verilmesini emret, dedi. Allah Resulü bedevîye dönüp tebessüm etti. Sonra da ona bir şeyler verilmesini emretti. (Buhârî, Humus, 19 )

Peygamberimiz ciddiyete zarar veren hareketlerde bulunmazdı. O’nun konuşması hikmetle doluydu. Boş ve lüzumsuz sözler söylemezdi.

Gülmesi sadece tebessümdü. Sadece gülümserdi. Gözlerinin içi gülerdi, yüzü ışıl ışıl olurdu. Tatlı ve şirin bir durum alırdı. Sesli olarak gülmez, kahkaha atmazdı. Hoşuna giden bir şey olur veya sevindirici bir haber duyarsa, sadece dişleri görünür ve inci gibi parlardı. Peygamberimizin oturuşu da gayet vakarlı idi. Oturduğu zaman cübbesiyle ayaklarını ve dizlerini örter, elleriyle kendisine çekidüzen verirdi. Başkalarını rahatsız edecek veya üzecek hareketlerde hiçbir zaman bulunmazdı. Çoğunlukla bağdaş kurarak veya dizüstü otururdu. Sağa sola yayılmaz, ayaklarını uzatmazdı. Özellikle kıbleye hiç uzatmazdı. Peygamberimizin yürümesi de vakurdu. Sağa sola bakışlarını salmaz, karşıya bakarak sert, fakat mütevazı adımlarla yürürdü. Yürüyüşü yüksekten akan suyu andırırdı. Kısaca, Peygamberimiz konuşmasında, susmasında, oturmasında, yürümesinde, ibadetinde ve bütün yaşayışında vakur bir insandı.

Peygamberimizin halinde sükût, yani sessizlik hâkimdi. Sükûtu çok sever, ihtiyaç olmadan konuşmazdı. Güzel konuşmayan veya konuşurken edep ve terbiyeye uymayan kişiden yüzünü çevirirdi. Sahabelere, "Rasulullah’la sohbet eder miydiniz?" diye sorduklarında, Onlar, "Evet, fakat O çok az konuşurdu" şeklinde cevap verirlerdi. Peygamberimiz konuşsa dahi az ve öz konuşur, lüzumsuz konuşmazdı. Ebu Malik, babasından Peygamberimizin konuşması ve susması ile ilgili gördüklerini şöyle anlatıyor:

"Biz çocukken Rasulullah’ın (sav) meclisinde otururduk. Ben O’ndan (sav) daha az konuşan hiçbir kimse görmedim. Bazı sahabeler konuşup da sözü uzattıkları zaman tebessüm ederdi."

Peygamberimiz (sav)’in üvey evladı Hind ise Rasulullah (sav) Efendimizin sükûtunu şu şekilde anlatıyor:

“O’nun sükûtu dört şekilde olurdu:

"Söylenenlere karşı tahammül ve sabrederek, başkalarına sataşmaktan kaçınmak için, başkalarından hoşuna giden bir hareket görürse takdir manasında ve tefekkür için susardı."

Sükûtu, bedene kolay ve hafif gelen bir ibadet olarak vasıflandıran Peygamberimiz (sav), bir meselenin mahiyetini bilmeden peşin fikirle konuşan kimseleri de ikaz ederdi.

Yine Efendimiz (sav), sahabelerin sorusu üzerine cihat, oruç ve zekâttan sonra en hayırlı ibadetin sükût olduğunu bildirerek, şöyle buyurdu: "Susmak, konuşunca da hayır konuşmak." Muaz bin Cebel'in, "Dilimizin söylediklerinden mesul olur muyuz?" demesi üzerine Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu:

"İnsanları cehenneme yüzüstü düşürecek olan şey, dillerinden başkası değildir. Kim Allah'a ve Âhiret Günü’ne inanıyorsa, ya hayır söylesin ya da sussun. Hayır konuşun, faydalanın, kötü konuşmayın ki selâmette olasınız."

Yerinde konuşmanın, boş yere söz söylememenin önemini her fırsatta Peygamberimiz (sav) bildirmektedir. Bazen de sahabelerin sorusu üzerine bu meseleye dikkatimizi çekmektedir. Ubade bin Samit (ra) anlatıyor: Bir gün Peygamber Efendimiz (sav) bineğine binerek sahabeleri ile birlikte bir yolculuğa çıktı. Sahabelerden hiçbiri O’nun önüne geçmiyor, hep sağında ve solunda yürüyorlardı. Muaz bin Cebel sordu:

"Ya Rasulullah! Allah'tan Bizim günümüzü Sizin gününüzden önce getirmesini dilerim. Allah o günü Bize göstermesin. Şayet Size bir şey olursa Sizden sonra hangi amelleri yapmamızı tavsiye edersiniz?"

Peygamber Efendimiz (sav):

"Allah yolunda cihada devam ediniz."

Muaz; “Anam babam Size feda olsun."

Peygamber Efendimiz:

"Allah yolunda cihad çok iyi bir şeydir. Fakat bugünkü insanlar için ondan daha önemli bir şey vardır."

Muaz; "Ondan daha önemli şey herhalde oruç tutmak ve sadaka vermektir."

Peygamber Efendimiz:

"Oruçla sadaka elbette iyi şeylerdir. Fakat onlardan daha önemli bir şey vardır."

Bunun üzerine Muaz iyi bildiği bütün şeyleri sırasıyla söyledi. Peygamberimiz (sav) hepsine de:

"Daha önemli bir şey vardır" diye cevap verdi.

Sonunda Muaz; "Öyleyse Ya Rasulullah açıklayın Bize! O önemli olan şey nedir?"

Peygamber Efendimiz (sav) dilini göstererek:

"Bununla, iyilikten başka hiçbir şey söylememektir" buyurdular.

Peygamberimiz (sav) daima, hürmet duygularını davet eden bir vakar ve aynı zamanda sevgiyi celbeden bir tevazu halinde bulunurdu.

 


* BENZER KONULAR

Asıl Derdimiz Dertsiz İnsanlar Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:27:42 ÖÖ]


Hayatını Düzene Koymak İsteyen Müslüman Gençlere Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:17:49 ÖÖ]


Bizi Aldatan Bizden Değildir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:53:08 ÖÖ]


BenimKkim Olduğumu Biliyor musun Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:42:56 ÖÖ]


Çocuklarımıza Sahip Çıkmalıyız Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:35:33 ÖÖ]


Zulmün Zararları Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:22:59 ÖÖ]


Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:49:10 ÖÖ]


Yalşayan Hurafeler Karşışında Müslümanların Tavırları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:40:06 ÖÖ]


Yalanın Zararları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:02:40 ÖÖ]


Ahiretin kapısı ölümü Hatırlamak ve Ona Hazırlanmak Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:49:11 ÖÖ]


Hicr Süresi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:32:26 ÖÖ]


Güven Duygusunu Nasıl Elde Ederiz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:22:28 ÖÖ]


Korku ve Ümit Ahiret İnancından Doğar Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:09:23 ÖÖ]


Süleyman Aleyhisselam Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:00:28 ÖÖ]


Zikir İbâdeti Kalbin Cilâsıdır Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 09:45:16 ÖS]


Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:47:12 ÖS]


Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:42:28 ÖS]


Kaza ve Kadere İmanın Keyfiyeti Üzerine Notlar Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:36:50 ÖS]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41