Gönderen Konu: RASULULLAH S.A.V EFENDİMİZDE ZÜHD  (Okunma sayısı 517 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
RASULULLAH S.A.V EFENDİMİZDE ZÜHD
« : Haziran 01, 2018, 09:03:48 ÖS »
RASULULLAH S.A.V EFENDİMİZDE ZÜHD

“Evindeki Sade Hayatı”

İslâm peygamberi Hz. Muhammed-ül Müstafa Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz, biz Müslümanlar için eşi bulunmaz, kıymeti tarif edilmez derecede muazzam bir örnektir. O Kâinatın Efendisi, Âlemlere Rahmettir. Cenab-ı Hakk, güzele O’nun ile güzellik vermiştir. Kıymetli olan her şey O’nun ile değer bulmuştur. Çünkü O, Allah’ın “Habibim” diye meth-ü sena ettiği İslam Peygamberidir. Allah-ü Teâlâ Hazretleri, her türlü güzelliği, hayrı, izzeti O’nun ile kullarına göstermiştir. Bunun için Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Azimüşşan’da: “And olsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için Allah’ın Resulü’nde güzel bir örnek vardır.” buyurmuştur. Bunun için her Müslüman, Rasulullah Aleyhissalatü Vesselam Efendimizin nurlu yolunda, Cenab-ı Hakk’ın haber verdiği güzel örnekler mucibince hareket etmelidir. Zühd ki Rasulullah (sav) Efendimizin, ümmetine bıraktığı en büyük miraslardan biridir. O’nun için bizlerde Rasulullah (sav) Efendimizin hadisi şeriflerinden hareketle, zühdü en güzel şekilde öğrenelim ki Allah Rasulü’nün güzel ahlakı gönüllerimizde yer etsin…

Şüphesiz ki Rasulullah (sav) Efendimiz zühdü en güzel şekilde tarif etmişler ve:

“Dünyada zahitlik, ne helâli haram etmek ne de malı mülkü terk etmekledir. Dünyada zahitlik, ancak Allah’ın elinde olana (yani Cenab-ı Hakk’ın güç ve kudretine) kendi elindekinden daha fazla güvenmen; başına bir musibet geldiği ve yakanı bırakmadığı müddetçe, onun ecir ve mükâfatından son derece ümit var olmandır.”(Tirmizî, 29/2340) şöyle buyurmuşlardır.

Cenab-ı Peygamber Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz zühdü övmüş, onun kıymetini ümmetine haber vererek:

“Dünyada zühd, kalp ve bedeni rahatlatır. Dünyaya rağbet ise, gam ve kederi artırır…” (Beyhakî) “Dünyada zâhid ol, Allah seni sevsin; halkın elindekilerden yüz çevir, insanlar seni sevsin!” (İbn-i Mâce) buyurmuşlardır.

Allah Resulü, Medine’ye hicretinden sonra Ebu Eyyûb el-Ensârî Hazretlerinin evinde geçici bir süre ikamet etmiş, ardından da Mescid-i Nebevî'nin hemen bitişiğinde inşa edilen odalara yerleşmiştir. Başlangıçta bu odaların iki adet olduğu söylenir.

Bunlardan biri Sevde Validemize, diğeri ise henüz evlenmediği nikâhlısı Hz. Âişe Annemize aitti. Ayrıca Efendimizin, henüz evli olmayan iki kızı Ümmü Gülsüm ve Fatıma için üçüncü bir oda da bulunmaktaydı. Daha sonra odaların sayısı ihtiyaca göre artmıştır. Bunların bir kısmı kerpiçten, bir kısmı taştan yapılmış olup üzerleri hurma kütüğü ve dalları ile örtülmüştü. Aynı zamanda her bir odanın oldukça dar olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, gece namazı kılarken secdeye vardığında, yatağında uyuyan Hz. Âişe'nin ayaklarına dokunmuş, o da ayaklarını çekerek Resûlullâh'a yer açmak zorunda kalmıştır. (Müslim, Salât, 272)

Tâbiînin büyük imamlarından Saîd bin Müseyyeb, bu odaların Emevîler döneminde yıkılarak Mescid-i Nebevî'ye ilhak edilmelerinden dolayı tahassürünü belirterek şöyle demiştir:

“Vallahi bunların aynen bırakılmalarını ne kadar arzu ederdim! Böylece yeni yetişen nesil ve buraları ziyarete gelen insanlar, Allah Resulü’nün hayatında ne ile yetindiğini görürler de mal çoğaltmaya ve bununla övünmeye rağbet etmezlerdi.” (İbn Sa'd, I, 499-500)

Fahr-i Kâinât Efendimizin, kuru ağaç dalları ve hurma lifi ile birbirine sıkıca bağlanmak suretiyle yapılmış bir serîri vardı. Efendimiz bu seririn üzerine oturur veya yatağını koyardı. Yatağının yüzü tabaklanmış deriden, içi de hurma lifinden meydana gelmekteydi. Âişe validemizden rivayet edildiğine göre bir kadıncağız, Efendimizin yatağını katlanmış bir şilteden ibaret görünce, koşarak evine gidip içi yün dolu bir yatak getirmişti. Bunu gören Allah Resulü, hoşnutsuzluğunu belirterek validemize:

“Ya Âişe! O yatağı hemen geri ver.” buyurdu.

Hz. Âişe Annemiz hâdiseyi anlatmaya devam ederek diyor ki; “Yatağı hemen geri göndermedim. Doğrusu böyle bir döşeğin Benim evimde de bulunması çok hoşuma gitmişti. Ancak Rasulullah Efendimiz, üç defa geri göndermemi söyledikten sonra şöyle buyurdu:

«Allah’a yemin ederim ki şayet isteseydim, Hak Teâlâ altın ve gümüş dağlarını Benimle yürütür, emrime verirdi.»” (İbn Sa'd, I, 465)

Rasulullah (sav) Efendimizin hanesi, hane halkının yaşantısı hep sade idi. Efendimiz (sav) süslü, gösterişli, göz kamaştırıcı manzaralardan hoşlanmazdı. Nitekim evini süslü örtülerle donatan kızı Fatma’nın evine girmeden geri dönmüş, "Süslü yerlerde barınmak Bize yakışmaz" buyurmuştur. Ayrıca Rasulullah (sav) Efendimiz, eşi Hz. Âişe Validemizin evinin tavanını örtülerle süslediğini görünce, O’na bunları çıkarttırmıştı.

Yatağı bazen bir kilim parçası, bazen içi hurma lifi dolu bir deri, bazen de hasırdan ibaretti. Nitekim İbn Mesud'un anlattığına göre bir keresinde hasır üzerine yatan Allah Resulü’nün mübarek vücudunda hasır iz bırakmıştı. Bunun üzerine "Keşke hasırın üzerine de bir şey sersek de, öyle yatsaydınız." denildiğinde:

"Dünya ile Benim ne ilgim var? Onunla Ben bir ağaçla, altında bir miktar dinlendikten sonra orayı terk edip giden bir yolcu gibiyiz." buyurdu.

Rasulullah (sav) Efendimizin mutfak eşyaları ve sofra biçimini, ona küçük yaşlardan itibaren dokuz yıl hizmet eden, Hazreti Enes -radıyallâhu anh-'dan dinleyelim;

“Ben Allah Resulü’nün küçük sahanlarda yemek yediğini görmedim. Ayrıca O’na ince undan ekmek pişirildiğini ve yine O’nun (masa sehpa gibi) üzerine yemek konulan şeylerde yemek yediğini bilmiyorum.” bu hadisi rivayet eden Katâde'ye,

“Peki, Onlar neyin üzerinde yerlerdi?” diye sorulduğunda, O:

Yer sofralarında yiyorlardı, demiştir.  Buharî, Et‘ime, 8

Allah Resulü krallar gibi ihtişamlı bir sofra yerine, sade ve mütevazı sofra tarzını tercih etmiştir. Nitekim bir hadis-i şeriflerinde; “Ben sadece bir kulum. Kulun yediği gibi yer, içtiği gibi içerim.” ( Münâvî, II, 724) buyurmak suretiyle, sade bir hayat yaşamak istediğini ifade etmiştir.

Peygamber Efendimiz, evde ailesinin işleriyle de yakından ilgilenirdi. Muhtelif zamanlarda Hz. Âişe Annemize, Efendimizin evde ne ile meşgul olduğu sorulduğunda:

“Rasulullah (sav) de bir beşerdi. Elbisesini diker, koyunlarını sağar, kendi işlerini yapardı. (İbn-i Hanbel, VI, 256)

- O, evinde sizler gibi ayakkabısını tamir eder, elbisesini dikip yamardı. (İbn- i Hanbel, VI, 106)

- Allah Resulü -sallallâhu aleyhi ve sellem- evinde ailesinin işleriyle meşgul olurdu. Ezanı duyunca da hemen namaza çıkardı.” cevaplarını vermiştir.

Fahr-i Kâinât Efendimiz, umumiyetle iki hususta işlerini hiç kimseye tevdi etmezdi. Bunlar, gece namaza kalktığında abdest suyunu dökmek ve sadaka isteyene sadaka vermekti. O, sadakayı fakire bizzat kendi eliyle verirdi.

Abdullâh bin Abbâs -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, ne abdest suyunu ne de vereceği sadakasını kimseye yük etmezdi. Abdest suyunu hazırlar, sadakasını bizzat verirdi. (İbn-i Mâce, Tahâret, 30)

Zaman gelmiş bütün ülkeler, severek Rasulullah (sav) Efendimizin himayesine girmişti. Efendimiz (sav), Arabistan’a baştanbaşa hâkim olmuştu. Dilediği her şeyi yapabilirdi. Böyle iken O, yine sade hayatına devam etti. Kendisinin hiçbir şeye malik olmadığını söyledi. Ve bütün her şeyin Allah’ın yedi kudretinde olduğunu bildirdi. Zaman oldu, eline bol servet geçti.

Hazineler yüklü deve kervanları, Medineyi Münevvere’ye servet akıttı. O, bunların hepsini ihtiyaç sahiplerine dağıtıp zâhidâne hayatını aynen devam ettirdi. O:

“Uhud Dağı kadar altınım olsa -borçlarım hariç- üç günden fazla saklamazdım.” buyuruyordu. (Buharî, 2; Müslim, Zekât,31)

Hulâsa, Efendimiz, halkın pek çoğunun fakir olduğu bir toplumda, kendisi zengin bir hayat sürmeyi tercih etmemiştir. Onun evinin yapılış tarzı, içerisindeki eşyaları ve elinden geldiği kadarıyla kendi işini kendi yapması, bizlere sade ve mütevazı bir hayat sürme hususunda, en güzel örnektir. Zira bu durum, O’nun tebliğ ettiği İslâm'ın bir gereğidir. Temsil ettiği dava, varlık içinde yokluğu tadabilmeyi, diğergamlığı; başkası için yaşamayı telkin ediyordu. Dolayısıyla O’nun, söz konusu emir ve tavsiyeleri, öncelikle kendisi yaşayarak, bütün zamanlar ve mekânlar için bir örnek olmuştur.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: RASULULLAH S.A.V EFENDİMİZDE ZÜHD 2
« Yanıtla #1 : Haziran 02, 2018, 08:36:28 ÖS »
RASULULLAH ALEYHİSSALATÜ VESSELAM EFENDİMİZDE ZÜHD  2

Rasulullah (sav) Efendimizin Giyim Kuşamı

"Allah güzeldir, güzelliği sever, güzel giyinmek kibir değildir, kibir (mazhar olduğun nimeti kendinden bilip) hakkı reddetmek, halkı hakir görmektir." (Kütübü Sitte)

Rasulullah (sav) Efendimizin Sarığı

Rasulullah (sav) Efendimiz umumiyetle başına, “kalansuve” adı verilen bir külâh üzerine sarığını sarar ve ucunu da iki omuzu arasına sarkıtırdı. (Tirmizî) Allah Rasulü (sav), sarığı dâimî olarak kullanır ve bunu meleklerin de kullandığını belirtirdi. Efendimiz Miraç'ta meleklerin çoğunu sarıklı şekilde görmüştür. (Heysemî)

Rasulullah (sav) Efendimiz çoğunlukla beyaz renkli sarık kullanırdı. Zaten O, ümmetine bilhassa beyaz renkli giysileri tavsiye etmekteydi. (Tirmizî) Mekke'nin fethi sırasında ve fetihten sonra yaptığı bir konuşmada ise başında siyah renkli bir sarık bulunduğu rivâyet edilmektedir. (Müslim) Ayrıca, Rasulullah'ın sarığını bazen zaferanla (sarı, safran rengine) boyadığı da olurdu. (İbn-i Sa'd)

Rasulullah (sav) Efendimizin Elbisesi

Sevgili Peygamberimizin üzerine giydiği elbisesi umumiyetle iki parça idi. Belden yukarı giyilene "ridâ", belden aşağı giyilene ise "izâr" denilmektedir. (İbn-i Sa'd) Bu elbise için hadislerde, sevbân (iki parça giysi) tabiri de kullanılmaktadır. (Ebû Dâvûd) Ancak, Rasul-ü Ekrem'in giymeyi en çok sevdiği elbisesi, "kamîs" denilen ve ayaklara kadar uzanan bir gömlektir.

(Ebû Dâvûd) Bunun yanında O’nun, gerektiği zaman normal elbisesi üzerine cübbe ve hırka nev'inden kıyafet giydiği de olurdu. (İbn-i Sa'd) "Sirval" denen ve şalvara benzeyen bir giysinin, Efendimiz tarafından giyildiği rivayet edilmektedir.

(Heysemî) Allah Rasulü'nün özel günlere has bazı kıyafetleri de bulunmaktaydı. Nitekim bilhassa cuma ve bayramlarda giyindiği kırmızı bir cübbesi yanında, muhtelif beldelerden gelen heyetleri karşılamak üzere kullandığı, Hadramut mâmulü bir elbiseden de bahsedilir. (İbn-i Sa'd) Yine Efendimizin günlük elbisesi haricinde geceye mahsus giyecekleri de vardı. (Hamidullah)

Rasulullah (sav) Efendimizin hangi cins mamüllerden elbise giydiğine gelince; duruma göre pamuktan ve yünden yapılmış giyecekler yanında, kalın kıldan dokunmuş elbise giydiği de olmuştur. (Ebû Dâvûd) Söz konusu elbiselerin renklerinin ise beyaz, siyah, sarı, yeşil ve kırmızı gibi muhtelif renk ve desenlerde olduğu görülür. (İbn-i Sa'd) Ancak Fahr-i Kainât Efendimiz daha ziyade imkân nispetinde beyaz giyinmeyi tercih ve tavsiye etmiştir. Zira bir hadisinde:

"Beyaz renk elbise giyiniz. Çünkü beyaz elbise, temiz ve daha hoş görünümlüdür. Ölülerinizi de beyaz kefene sarınız." (Tirmizî, Edeb) buyurarak, ümmetinin yalnızca dirilerine değil, ölülerine bile beyaz elbiseyi daha uygun görmektedir.

Rasulullah (sav) Efendimiz, kibre ve gurura götürecek yahut aşırı derecede dikkat çekecek elbiseleri giyinmekten kaçınmıştır. Bir keresinde O, Bizans Kralı tarafından hediye edilen oldukça göz alıcı ipek elbiseyi giymiş, ancak; "Bu Sana gökten mi indirildi?" diyecek kadar sahabenin dikkatini çeken bu giysiyi, bir daha kullanmamış ve hediye olarak Necâşî Ashama'ya göndermiştir. (İbn Sa'd)

Allah Rasulü başlangıçta ipek elbise giymiş, daha sonra ise kendisi bunu terk ettiği gibi ümmetinin erkeklerine de yasaklamıştır. Hazreti Ali (kvc) şöyle demiştir:

 Allah'ın Nebîsi bir gün sağ eline bir ipek, sol eline de bir altın aldı ve şöyle buyurdu:

«Bu ikisi, ümmetimin erkeklerine kesinlikle haramdır.» (Ebû Dâvûd, Libâs, 11)

Rasulullah (sav) Efendimizin Ayakkabı ve Çorapları

Allah Rasûlü, imkânlar nispetinde ve muhîtin şartlarına uygun olarak muhtelif çorap ve ayakkabı giyerdi. (Ebû Dâvûd)

Giydiği ayakkabı çeşitleri, "na'leyn" adı verilen sandal tipi pabuçla, "huffeyn" denen mest tipi ayakkabılardı. Büreyde -radıyallâhu anh-'ın anlattığına göre, Habeşistan hükümdarı Necâşî, Efendimize bir çift sade ve nakışsız siyah mest hediye etmişti. Allah Rasulü bunları abdestli iken giymiş, daha sonra abdest alışında üzerlerine mesh etmiştir. (Ebû Dâvûd) Ayrıca Dıhyetü'l Kelbî, Sevgili Peygamberimize bir çift mest ile bir cübbe hediye etmiş, Efendimiz de bunları eskiyene kadar giymiştir. (Tirmizî, Libâs, 30)

Allah Rasulü'nün "huff" diye zikredilen ayakkabıları, ikinci bir ayakkabı ile giyilen mest değil, tek başına giyilen potin cinsi bir giyecektir.

Bugün kullanılan mest ise, zamanla potinin abdest almayı kolaylaştırıcı hâle getirilmiş şekli olsa gerektir.

Rasulullah (sav) Efendimizin giydiği ikinci tip ayakkabı olan ve na'leyn denen sandal tipi pabuçlara gelince; bunların ayağın üstüne gelecek şekilde köprü gibi bir kayışı bulunmaktadır. Ayrıca ayak parmaklarının bulunduğu zeminden yukarı doğru kayışa bitiştirilmiş "ikâl" denilen bir bağ, bu pabuçlarda görülen en bariz özelliktir. Kullanılan malzeme ise tabaklanmış deridir.

Rasulullah (sav) Efendimizin Yüzüğü ve Mührü

Rasul-ü Ekrem (sav) Mekke'den Medine’ye hicret edip Müslümanları tek siyasî birlik altında topladıktan sonra, Hicret’in altıncı senesinde çevresindeki komşu devletlere birer mektup yazıp, onları İslâm'a davet etmek istedi. Ancak, ashaptan bazı kimseler; “Ya Rasulullah! Yabancı devlet reisleri, kendilerine ulaşan yazılar mühürsüz olduğunda pek itibar etmezler.” şeklinde görüş belirttiler. Bunun üzerine o da kendi adına bir mühür yaptırdı. (Buhârî)

Mühür olarak Türkçeleştirdiğimiz ifadenin aslı “hâtem”dir. Hâtem yüzük manasında da kullanılır.

Nitekim Rasulullah'ın mührü aynı zamanda yüzük şeklindeydi. “Hâtemün Nebî” veya “Hâtemü Rasulullah” diye tabir edilen bu yüzük gümüşten yapılmıştı ve kaşlı idi. (Buhârî) Kaşının üzerinde ise; “Muhammed Rasulullah” ibaresinin üç kelimesi, alttan üste doğru (Muhammed, Resul, Allah) birer satır hâlinde kazınmıştı. (Buhârî)

Sahabe arasında bu mühre benzer yüzük yaptırmak isteyenler olmuş ancak Peygamberimiz (sav); “Hiç kimse Benim mührümün yazısını taşıyan yüzük yaptırmasın!” (İbn-i Hanbel) buyurmak suretiyle ashabını bundan menetmiştir. Zira sözü edilen mühür, İslâm devletinin bir alâmetiydi.

Mühr-i şerif, Rasulullah (sav) Efendimizin vefatından sonra sırasıyla Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'a intikal etmiş; ancak Hz. Osman'ın halifeliğinin altıncı senesinde Medine’deki Eris kuyusuna düşerek kaybolmuştur. (Buhârî)

Rasulullah (sav) Efendimizin Temizlik ve Tezyin Malzemeleri

Allah Rasulü elbisesinin temizliğine son derece dikkat ettiği gibi tertip ve düzenine de aynı nispette itina gösterirdi. Zira o, icap ettikçe saç ve sakalını tarayıp düzeltir, hatta kulak yumuşaklarına kadar uzattığı mübarek saçlarını, zaman zaman kınayla boyar ve zeytinyağı ile de yağlardı. (Tirmizî) Ağız temizliğini ihmal etmeyen İki Cihan Güneşi, gün içerisinde sık sık dişlerini misvaklardı. (Müslim, Tahâret, 42) Yine, Efendimizin her gece yatmadan önce gözlerine sürme çektiği rivayet edilir. Güzel koku ise Efendimize sevdirilen üç şeyden biri olup hayatında ayrı bir ehemmiyete sahiptir. Hazreti Enes (ra.):

“Allah Rasulü'nün bir koku şişesi vardı, onunla devamlı kokulanırdı.” demektedir. (Ebû Dâvûd)

Öte yandan Peygamber Efendimiz (sav), bütün bunları yapmakla birlikte, saç baş düzeltmeye uzun uzun vakit ayırmayı da hoş karşılamamış ve temizlik gibi giyim kuşamdaki sadeliğin de imanın gereği olduğunu belirtmiştir. (Ebû Dâvûd) Nitekim O’nun bu iş için kullandığı âlet ve edevâtın oldukça külfetsiz olduğu görülür. Efendimize ait belli başlı temizlik ve tezyin malzemeleri; ayna, tarak, makas, misvak, sürmedanlık, koku şişesi denilebilecek bir kutu ve bir de tülbentten ibaret idi. (İbn-i Sa'd)

Ayrıca Âlemlerin Efendisi herhangi bir yolculuk esnasında da bu tür eşyalarını yanında bulundururdu. (İbn-i Sa'd)

Rasulullah (sav) Efendimizin Binitleri

Peygamber Efendimiz (sav)'in kullandığı birtakım binitleri vardı. Bunlar arasında, Hicret yolculuğu esnasında, o Mübarek Varlık'ı taşıma lütfuna nail olan Kasvâ isimli devesi meşhurdur. Ayrıca Rasulullah (sav) Efendimizin ilk defa Uhud muharebesinde kullandığı Sekb isimli bir atı, bunun yanında O’na hediye edilen ve kendisinin ashabından bazılarına hediye ettiği bir kaç atı daha mevcuttu. Yine Efendimizin Düldül isimli katırı ile Ya'fûr isimli merkebi de, meşhur binitleri arasında yer almaktadır. (İbn-i Sa'd)

Rasulullah (sav) Efendimizin Harp Malzemeleri

 Rasulullah (sav) Efendimizin bir beşer ve bir peygamber olarak günlük hayatta giydiği kıyafetlerinin yanında, bir komutan olarak kullandığı zırh, kılıç ve miğfer gibi savaş malzemeleri de olmuştur.

Zırh, muharebelerde silâh darbelerinden korunmak için giyilen ve küçük demir halkalardan örülmüş yelektir. Rasulullah (sav), özellikle Uhud ve Hayber gazvelerinde zırh kullanmıştır. (İbn Sa'd) Efendimizin zırhları, Zâtü'l Fudûl, Su'diyye, Fıdda, Betrâ ve Harnak gibi isimlerle yâd edilirdi. (Zehebî) Vefatı esnasında zırhı, bir yahûdîden borç aldığı bir miktar arpa karşılığında rehin olarak bulunuyordu. (Buhârî)

Mekke’nin fethinde şehre girerken Allah Rasulü'nün mübarek başında bir miğfer vardı. (Buhârî)

Ayrıca Fahr-i Kâinât'ın harp malzemelerinden Zülfikâr, Kalaî, Bettâr, Hatf gibi isimlerle anılan birçok kılıcı mevcuttur. (İbn-i Sa'd) Bunlar arasında Bedir’de ganimet olarak elde edilen Zülfikâr isimli kılıç meşhurdur. Nitekim "Lâ seyfe illâ Zülfikâr ve lâ fetâ illâ Ali: Kılıç dediğin Zülfikâr, yiğit dediğin de Ali gibi olur." sözü bir darb-ı mesel hâline gelmiştir. (Aclûnî, II, 506)

Sevgili Peygamberimiz'in üç adet süngüsü, üç adet de yayı bulunmaktaydı. Hatta yaylarının Ravhâ, Beyzâ ve Safrâ isimlerine sâhip olduğu belirtilir.

Bir de Efendimizin, üzerinde koç resmi bulunan bir kalkanı vardı ki tasvirden hoşlanmadığı için bu resmi kazıtmıştı. (İbn-i Sa'd)

Hulâsa, Peygamberimizin giyim kuşamıyla ilgili rivayetlerin ele alındığı bu kısımda şu husus tebârüz etmektedir; Fahr-i Kâinât Efendimiz hayatın diğer sahalarında olduğu gibi giyim kuşamında da sade bir hayat yaşamayı tercih etmiştir. Dünyanın her türlü maddî imkânlarına sahip olduğuna inanan bir kral gibi davranmamıştır.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: RASULULLAH S.A.V EFENDİMİZDE ZÜHD 3
« Yanıtla #2 : Haziran 02, 2018, 08:44:17 ÖS »
RASULULLAH S.A.V EFENDİMİZDE ZÜHD   3

Peygamber (sav) Efendimizin Uzun Süre Aç Kalması

Allah Rasulü zaman zaman yokluk sebebiyle uzun süre açlık çekmiş, varlık zamanlarında da iradi olarak azla yetinerek, elindekileri daima ihtiyaç sahiplerine infak etmiştir. Efendimizin bu vasfı, onun zühd hayatının esasını teşkil eder. Ebu Talha (ra) anlatıyor; “Rasul-ü Müctebâ Efendimize açlıktan şikâyet ettik ve karınlarımızı açıp gösterdik. Herkes karnına bir taş bağlamıştı. Rasulullah da karnını açtı. Baktık ki O’nda iki taş vardı.” (Tirmizî, Zühd, 39)

Ebu Hureyre (ra)'den nakledildiğine göre, Efendimiz (sav)'e bir gün sıcak bir yemek getirilmişti. Yedikten sonra; “Elhamdülillah, epey zamandır mideme sıcak bir yemek girmemişti.” dedi. (İbn-i Mâce, Zühd, 10)

Fahr-i Kâinat Efendimiz bu gibi durumlarla nübüvvet hayatı boyunca çokça karşılaşmıştı. Cabir (ra) Hendek Savaşı gününde kazdıkları siperden bahsederken şunları söyler: Önümüze son derece sert bir kaya çıktı. Sahabeler, Nebiyy-i Ekrem'e gelip, siperde önümüze şu kaya çıktı, dediler. Allah Rasulü; “Hendeğe Ben ineceğim.” buyurdu. Sonra ayağa kalktı, açlıktan karnına taş bağlamıştı. Üç gün müddetle hiçbir şey yemeksizin orada kalmıştık. Efendimiz kazmayı eline aldı ve sert kayaya vurdu, kaya un ufak olup kum yığınına döndü. (Buhârî, Mecazi, 29)

Yine bir gün, Hz. Fâtıma pişirdiği çöreğin bir parçasını Rasul-ü Muhterem'e getirmişti. Efendimiz (sav):

“Bu nedir?” diye sorduğunda, kızı Fâtıma,

– Pişirdiğim çörektir. Size getirmeden canım çekmedi, dedi. Bunun üzerine Rasul-ü Ekrem:

“Üç günden beri babanın ağzına giren ilk lokma bu olacak.” buyurdu. (İbn Sa'd)

Görüldüğü gibi İslâm'a davet ve tebliğ, maddî imkânsızlıklar içerisinde başlamış ve oldukça uzun bir süre böyle devam etmiştir. Efendimiz (sav) söz konusu darlıktan zerre kadar şikâyetçi olmamış, ashabına, çekilen sıkıntıların Allah katındaki ecrini hatırlatarak sabır ve metanet tavsiyesinde bulunmuştur. Mesela Allah Rasulü, namaz esnasında açlığın verdiği takatsizlik sebebiyle ayakta duramayarak düşüp bayılan Suffe ashabını; “Allah Teâlâ'nın, katında sizin için neler hazırlandığını bilseydiniz, daha fazla yoksul ve muhtaç olmayı isterdiniz.” (Tirmizî, Zühd, 39) sözleriyle teselli etmiştir.

Aşağıda nakledeceğimiz haber ise, Sevgili Peygamberimiz ve iki güzîde ashabının çektikleri açlığın boyutlarını göstermesi bakımından oldukça manidardır.

Sevgili Peygamberimiz bir gece evinden dışarı çıkmıştı. Bir de baktı ki Ebu Bekir ve Ömer de dışarıdalar. Onlara:

“Bu saatte Sizi evinizden dışarı çıkaran sebep nedir?” diye sordu. Onlar:

“Açlık, Ya Rasulullah!” dediler. Peygamberimiz:

“Gücü ve kudretiyle canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki sizi evinizden çıkaran sebep, Beni de evimden çıkardı, haydi kalkınız!” buyurdu. İkisi de kalkıp Rasul-ü Ekrem'le birlikte Ensâr'dan birinin evine geldiler. Fakat o zat evinde değildi. Hanımı Rasulullah'ı görünce:

Hoş geldiniz, buyurunuz, dedi. Efendimiz:

“Falan nerede?” diye sordu. Kadın:

– Bize tatlı su getirmek için gitti, dedi. Tam o sırada ev sahibi geldi, Onlara şöyle bir baktıktan sonra:

– Allah’a hamdolsun! Bugün, hiç kimse misafir yönünden benden daha bahtiyar değildir, dedi. Hemen gidip içinde koruğu, olgunu ve yaşı bulunan bir hurma salkımı getirdi:

– Buyurunuz, yiyiniz, dedi ve eline bir bıçak aldı. Rasulullah (sav) Efendimiz:

“Sağılan hayvanlara sakın dokunma!” dedi. Ev sahibi onlar için bir koyun kesti. Onlar da koyunun etinden ve hurmadan yediler; tatlı sudan içtiler. Sonra Fahr-i Cihan Efendimiz, Hz. Ebû Bekir ve Ömer'e şöyle dedi:

“Kudretiyle ruhumu elinde tutan Allah’a yemin ederim ki Kıyamet Günü’nde bu nimetlerden sorguya çekileceksiniz. Açlık Sizi evinizden çıkardı, sonra evinize dönmeden şu nimetlere kavuştunuz.” (Müslim, Eşribe, 140)

Allah Rasulü’nün evindeki temel gıda maddelerinin başında hurma, süt ve arpa ekmeği gelmektedir. Ancak hurma ve süt daima bulunmazdı. Nitekim Peygamber Efendimizin hane-i saadetlerinde bir veya iki ay gibi uzun bir süre ateş yanmadığı olmuş, bu esnada aile efradı umumiyetle hurma ve su ile idare etmişlerdir. (Buhârî, Hibe, 1) Yine Aişe Validemizden nakledildiğine göre Peygamberimizin ailesinin iki gün arka arkaya arpa ekmeğiyle, bir başka rivayette de üç gün arka arkaya buğday ekmeğiyle karnını doyurmadığı ifade edilmektedir. (Müslim, Zühd, 20–22)

Rasul-ü Ekrem, hiçbir zaman içinde yaşadığı toplumun sahip olmadığı imkânları elde etme ve onlardan farklı yaşama gibi bir temayül içinde olmamıştır. İnsanlar açlık çekmişse, buna herkesten çok kendisi ve ailesi maruz kalmıştır. Oysa Cenab-ı Hak tarafından Rasulullah'a, dilerse kendisi için Mekke vadisinin altına çevrilmesi teklif edilmişti. Ancak O, bu teklifi kabul etmeyerek bir gün tok, bir gün aç kalmayı tercih etmiş ve “Allah’ım! Acıktığım zaman Sana tazarru ve niyazda bulunurum, doyduğumda ise Sana hamd ve sena ederim.” (Tirmizî, Zühd, 35) diyerek mucizevî ve imtiyazlı bir hayat tarzı istememiş, içtimai kanunlar neyi gerektiriyorsa ona uygun bir yaşayışı Rabbi'nden niyaz etmiştir.

Bununla birlikte Fahr-i Kâinat (sav)'in hayat tarzının temelinde, yokluğa teslim olmama ve yokluk karşısında bile aynen varlıklı insanlar gibi haysiyetini koruma gayreti bulunmaktadır. Yani O’nun sünnetinde, yokluk karşısında bir bakıma yıkılan, bunalan, ümitsizliğe kapılan isyankâr ve mutsuz insan tasviri değil, her şeye rağmen ayakta durabilen, metanetli, iyimser ve ümidini yitirmemiş mutlu insan misali verilmiştir. Zira îsâr, infak, sabır, şükür, istiğna ve tevekkül gibi nebevî hasletler, bu maksada yöneliktir.

Cabir (ra)’ın anlattığına göre, bir gün Rasulullah (sav) Efendimiz, ailesine katık sormuş ancak kendisine evde sirkeden başka bir şey bulunmadığı söylenince onu istemiş, ardından; “Sirke ne iyi katıktır! Sirke ne güzel katıktır!” diyerek yemeye başlamıştır. (Müslim, Eşribe, 166)

Bir defasında da Rasulullah (sav) bir parça arpa ekmeği almış, üzerine bir hurma koymuş ve şöyle demiştir; “Bu hurma şu ekmeğe katıktır. ” (Ebu Dâvûd, Et'ime, 41)

Rasulullah (sav) Efendimizin aile fertlerini tamamen aç bırakması gibi bir durum da akla gelmemelidir. Efendimiz hicrî dördüncü yılda kendisine hibe edilen Nadir oğulları hurmalığından elde ettiği mahsulü satar ve bu paradan ailesinin bir yıllık ihtiyacını ayırırdı. (Buhârî, Nafakât, 2) Peygamber (sav)'in ailesinin sağmal hayvanlarından bahseden Ümmü Seleme Validemiz ise; “Geçimimizin büyük bir kısmı develerden ve koyunlardandı.” demiştir. (İbn-i Sa'd, I, 496)

Ne var ki Sevgili Peygamberimizin aile fertleri dışında dullar, muhtaçlar ve Mescid-i Nebevî'nin suffasında kalan ilim ve ibadetle meşgul, yersiz yurtsuz fakir kimseler de O’nun desteğiyle hayatlarını idame ettirmekteydi. O, bir devlet başkanı sorumluluğu ile bunların nafakasını, kendi aile fertlerininki gibi düşünmekteydi. Nitekim Ebu Hureyre'ye Efendimizin nasıl açlık çektiği sorulduğunda, şu açıklamada bulunmuştur:

“Bu durum O’nun etrafını saran kimselerin ve misafirlerinin çokluğundan kaynaklanıyordu. Zira Rasulullah (sav) beraberinde bir kısım ashabı ve mescitteki ihtiyaç sahipleri olmadan asla yemek yemezdi. Allah-ü Teâlâ, Hayber'in fethini müyesser kıldı da insanlar biraz rahata kavuştu. Fakat yine de halk arasında geçim sıkıntısı sürüyordu.” (İbn-i Sa'd, I, 409)

Ashâb-ı suffe Müslümanların daimi konuklarıydı. Onların ne sığınacak aileleri ne de malları vardı. Peygamber Efendimize bir sadaka geldiğinde onlara gönderir, kendisi hiçbir şey almazdı. Şayet gelen hediye ise ondan bir parça alır, kalanını suffe ehline gönderirdi. (Buhârî, Rikâk, 17) Dolayısıyla Rasulullah'ın sofrasında uzun müddet su ve hurmadan başka bir yiyeceğin bulunmayışı ve O’nun çoğu zaman açlık çekmesinin sebebi, elinde bulundurduklarını hiçbir rızık endişesi taşımadan ihtiyaç sahipleriyle paylaşmasıdır. Yani Rasul-ü Ekrem Efendimizin hayat boyu geçim sıkıntısı içerisinde yaşaması, yukarıda dikkat çekildiği gibi genel olarak yokluktan değil, muhtaçların çokluğundan kaynaklanmaktaydı. Böylece Peygamberimiz (sav):

“Komşusu aç iken, karnını doyuran kimse gerçek mümin değildir.” ( Hâkim, II, 15) sözlü beyanlarını fiilî olarak da uygulamıştır.

Netice itibariyle, Rasulullah (sav) Efendimiz ve O’na tâbi olan ashabın, gerek yokluk gerekse varlık anlarında uzun süreli açlık çekmeleri ve azla yetinmeleri, zühd anlayışlarının dikkat çeken bir yönüdür.

 


* BENZER KONULAR

Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:49:10 ÖÖ]


Yalşayan Hurafeler Karşışında Müslümanların Tavırları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:40:06 ÖÖ]


Yalanın Zararları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:02:40 ÖÖ]


Ahiretin kapısı ölümü Hatırlamak ve Ona Hazırlanmak Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:49:11 ÖÖ]


Hicr Süresi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:32:26 ÖÖ]


Güven Duygusunu Nasıl Elde Ederiz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:22:28 ÖÖ]


Korku ve Ümit Ahiret İnancından Doğar Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:09:23 ÖÖ]


Süleyman Aleyhisselam Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:00:28 ÖÖ]


Zikir İbâdeti Kalbin Cilâsıdır Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 09:45:16 ÖS]


Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:47:12 ÖS]


Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:42:28 ÖS]


Kaza ve Kadere İmanın Keyfiyeti Üzerine Notlar Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:36:50 ÖS]


İnsan Hakları, Kadın-Erkek Eşitliği ve Adalet Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:31:26 ÖS]


PCLOUD ÜCRETSİZ ÖMÜR BOYU DİLEDİĞİNİZ KADAR DEPOLAMA ALANINA SAHİP OLMAK Gönderen: andrewmemut
[Nisan 26, 2024, 05:30:06 ÖS]


İnsan ve Dua Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 07:59:29 ÖÖ]


İman Etmeyenler Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 07:33:17 ÖÖ]


Sorumluluk Bilinci Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 06:57:24 ÖÖ]


Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.): “10 Haslet Vardır Ki Helak Olma Sebebidir Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 06:43:20 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41