Gönderen Konu: Ümmetinin Resûlullah’a Düşkünlüğü  (Okunma sayısı 1469 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ümmetinin Resûlullah’a Düşkünlüğü
« : Eylül 21, 2014, 09:24:56 ÖS »
Ümmetinin Resûlullah’a Düşkünlüğü

Yeryüzünde şimdiye kadar yaşamış ve kıyamete kadar yaşayacak hiçbir kimse Resûl-i Ekrem kadar sevilmemiş, hiç kimse de Ashâb-ı Kirâm kadar Resûlullah’ı sevememiştir. Çünkü el-Vedûd (cc), O’nu sevmiş ve O’na karşı insanlarda sevgiyi yaratmıştır. “İnanıp salih amel işleyenler için Rahmân, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır.”[1] Ebû Hüreyre’den nakledilen bir hadis-i şerife göre Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ bir kulu sevdiğinde Cebrail’e , ‘Allah filan kulunu sever, sen de onu sev.’ diye emreder. Cebrail o kulu sever ve gök ehline: ‘Allah filanı seviyor, onu siz de seviniz.’ der; onlar da o kimseyi severler. Sonra yeryüzündeki insanların gönlüne o kulun sevgisi konulur ve Müslümanlar arasında da o kimse sevilir.”[2] Bir Müslüman için durum böyleyse, acaba Efendimiz için nasıldır?

Allah Teâlâ Resûlü’nü sevmeden imanın kâmil olamayacağını bildirmiş; Zâtı ile kulları arasında muhabbetin oluşmasını ve onları affetmesini, kullarının Peygamber’e tâbi olmalarına ve O’nun göstermiş olduğu yoldan gitmelerine bağlamıştır.

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız Bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder.”[3]

Sevmek inanmaktır, sevdiği gibi olabilmektir. Peygamber sevgisi, Allah Teâlâ’nın bizi sevmesini ve imanın kalbimizde derinleşmesini sağlayacak en önemli nimetlerden biridir. Bu konuya açıklık getirmesi bakımından şu hadisler dikkat çekicidir:

“Sizden biriniz; Ben kendisine babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça iman etmiş olamaz.”[4]

“Üç özellik vardır ki bunlar kimde bulunursa o kimse imanın tadına varmıştır:  Allah ve Resûlü’nü her şeyden fazla sevmek. Sevdiğini yalnızca Allah için sevmek. Allah, kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.”[5]
Peygamberimizin ashâbına duyduğu eşsiz sevgiye, Ashâb-ı Kirâm tarafından da en güzel şekilde cevap verilmeye çalışılmıştır. Tarih, Peygamber sevgisinin -özellikle de sahabe tarafından sunulmuş- en güzel örneklerine şahit olmuştur. Sahabilerin, Hz. Peygamber Efendimize gösterdikleri sevgi, sonraki nesillere örneklik teşkil etmiştir. Sonraki çağlarda yaşayanların Peygamber sevgisi ne kadar yüce görünürse görünsün, bu sevgi hiçbir zaman ashâbın sevgisine denk olamamıştır. Çünkü Ashâb-ı Kirâm’ın O’na (as) duydukları bu sevgi, samimiyet testinden her seferinde yüzünün akıyla çıkmıştır. Onlar, itaatin en güzelini, fedakârlığın en üstününü ve teslimiyetin en asilini Resûl-i Ekrem (sas)’e göstermişlerdir. Siyer ve hadis kitaplarında aktarılmış olan birçok hatıra, sevgi ve muhabbet üzerine yazılmış nice yazı ve hikâyeyi anlamsız bırakacak kadar muhteşemdir. Resûlullah’la Hz. Ömer (ra) arasında geçen bir konuşma onların temel ölçülerinin ne olduğunu bize göstermektedir: Hz. Ömer (ra):

-Ey Allah’ın Resûlü! Kendim hariç Seni her şeyden çok seviyorum, deyince Hz. Peygamber:

- Olmadı, Beni canından da çok sevmedikçe mü’min olamazsın, buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra):

- Seni canımdan da fazla seviyorum, dedi. Resûlullah:

-İşte şimdi oldu ya Ömer, buyurdu.

Hudeybiye Antlaşması’nda müşrikleri temsil eden Urve b. Mes’ud, ashâbın Efendimiz (as)’e olan sevgilerini Mekkeli müşriklere şöyle anlatmıştır:
“Ey ahali! Şimdiye kadar birçok padişahın huzurunda bulundum. Rum İmparatoru Kayser, İran Hükümdarı Kisrâ, Habeşistan Kralı Necâşî ile görüştüm. Bu saydıklarımın hiçbirinin yakınları, Muhammed’in ashâbının O’na gösterdikleri saygıyı kendi hükümdarlarına göstermiyorlardı.”[6]
Peygamberimizin azatlısı Sevban (ra), Resûlullah’ın hizmetinde bulunur ve O’na yardımcı olurdu. Bir sohbeti esnasında Resûlullah’a dalgın bir şekilde bakıyordu. Yüzüne yansıyan hüzünlü hâl, Resûlullah’ın dikkatini çekti ve “Ey Sevbân, nedir bu halin?” diye sordu. Sevbân (ra)  şu şekilde cevap verdi:

“–Ey Allah’ın elçisi! Ben Seni kendimden ve çocuklarımdan daha çok seviyorum. Evimde iken Seni hatırlıyor, hasretine dayanamadığım için hemen gelip seni görüyor, yüzüne bakıyorum. Senin ve benim ölümümü düşündüm de… Anladım ki, Sen vefat edip cennete girdiğinde peygamberlere mahsus yüce makamlarda bulunacaksın. Ben ise cennete girdiğimde Seni göremeyeceğimden korkuyorum!”

Resûlullah (sas) ona bir şey söylemedi. Bir süre sonra Hz. Peygamber (sas)’e Nisâ sûresinin 69. âyeti nazil oldu. Resûlullah (sas)  âyet-i kerîmeyi ashâbına okudu ve “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyurdu.

“Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraber olacaklardır. Bunlar ne güzel arkadaştır!”[7]

Hz. Peygamber (sas)’in can yoldaşı Hz. Ebû Bekir (ra),  bir gün müşrikler tarafından öldüresiye dövülür. Hatta ailesi ve kabilesi onun öleceğini zanneder. Hz. Ebû Bekir(ra)  kendine gelip gözünü açtığında öncelikle Peygamberimizin hâlini sorar. İlk aklına gelen, acıları ve açlığı değil Resûlullah olmuştur.[8]

Allah Resûlü’nü tanıma ve sohbet etme fırsatı bulan sahâbe efendilerimiz, O’na iman ettikçe sevgileri arttı; sevgileri arttıkça imanları arttı. Allah Resûlü’nün (sas) rengine boyandılar. Hadis ve siyer kitaplarında şu güzel ifadeye sık sık rastlarız: “Fedâke ebî ve ümmî yâ Resûlallah!” (Anam babam sana feda olsun ya Resûlallah!)Bu cümle, bir hayalin değil hâlin ifadesidir. Onlar O’nun için canlarından geçtiler. Mallarını, mülklerini O’nun uğruna seve seve feda ettiler. Çünkü “Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır.”[9]

Dînaroğulları hanımlarından Hz. Sümeyrâ’nın kocası, iki oğlu, kardeşi ve babası Uhud’da şehit olmuştu. Bunların şehit oldukları kendisine haber verildiğinde, Hz. Sümeyrâ: “Resûlullah (as) ne yapıyor, nasıldır?” diye sordu. Ona: ” Allah’a hamd olsun, Allah Resûlü iyidir.” dediler. Hz. Sümeyrâ: “O’nu bana gösteriniz de, bir göreyim.” dedi. Hz. Sümeyrâ, Peygamberimiz (as)’i görünce: “Sen sağ olduktan sonra, hiçbir musibet bize zarar vermez!” dedi.[10]

Yitirilenleri bir daha düşünün. Oğul, eş, kardeş ve baba… Bir insan için dünyada bunlardan daha değerli ne olabilir ki? Sümeyrâ anamız için cevap belliydi: Resûlullah (sas).

Talha b. Ubeydullah (ra) Uhud Savaşı’nda Resulullah’ın uğrunda çolak kalmıştı. O’nun için bırakın elini, canını bile verirdi.  Müşrik okçulardan keskin nişancı Malik b. Züheyr, Resûlullah(sas)’a bir ok atmıştı. Talha b. Ubeydullah (ra), okun Resûlullah (sas)’a isabet edeceğini anlayınca, O’nu korumak için elini oka karşı tuttu. Ve eli çolak kaldı.

Ashâb-ı Kiram için Efendimizle geçen her bir saniye dünyada bulunan tüm nimetlerden daha önemliydi. O’nun vefatıyla bu nimetten mahrum kalmışlar; hep bir özlem ve hasret içerisinde yaşamışlardı. Hz. Bilâl (ra), Resûlullah’ın irtihalinden sonra her nereye gittiyse, O’nun (as) geçtiği yerleri görüyor, O’nunla geçirdiği günler, gözlerinin önünden hiç kaybolmuyor, bu yüzden Medine sokakları ona dar geliyordu. Bu sebeple Hz. Ebû Bekir’den (ra) izin alıp Şâm’a hicret etti. Bir gece rüyasında Resûlullah’ı gördü. Efendimiz ona:

“-Ey Bilâl bu cefâ nedir, Beni ziyâret etme vaktin gelmedi mi?” buyurdular. Bunun üzerine Hz. Bilâl, büyük bir heyecanla yatağından fırlayarak hiç vakit kaybetmeden devesine bindi ve Medine’nin yolunu tuttu. Nebî’nin mübarek kabrini ziyaret etti. Efendimizin torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in (r.anhüma) yanlarına vararak onları bağrına bastı. Aşkından deli divane olduğu Hz. Peygamber’in râyihasını, onlardan doya doya kokladı. Onlar da bu fırsatı kaçırmadı ve Hz. Bilâl (ra)’den, biricik dedeleri sağken okuduğu gibi bir ezan okumasını istediler.

Yüreği yanık Hz. Bilâl onların bu isteklerini geri çeviremedi, mescidin üzerine çıktı. İslam’ın o ilk yıllarında ezan okurken durduğu yerde ve fakat bu sefer Resûlullah’ın huzuru manevîsinde ezanını okudu. Bilâl’in sesine hasret Medineli Müslümanlar onun sesini işitince, “Yoksa Resûlullah mı dirildi?” diye mescide doğru ağlayarak ve feryadü figan ederek koşmaya başladılar. Hz. Bilâl (ra)’in ezanı devam ettikçe halkın gözyaşları da artarak devam etti. Medine sokakları o ana kadar bu denli bir gözyaşına şahit olmamıştır.

Ashâb-ı Kirâm’ın Resûlullah’a olan muhabbetlerini ifade eden örnekleri çoğaltmak mümkündür. Onlar için Efendimizle beraber olmak, dünya hayatında imandan sonra elde edilebilecek en büyük nimettir. Bu nimetin şükrünü gerçekten çok güzel bir şekilde yerine getirmişlerdir.
Bu sevgiden bizim hissemize düşen nedir, acaba? Bugün Resûlullah hayatta olmadığına göre sünnetini öğrenmek suretiyle O’nu kendimize rehber edinebiliriz. Hz. Peygamber, bizim için ve bütün insanlık için her bakımdan ideal bir örnek, ideal bir insan modelidir. Adı anıldığında O’na salât-ü selam getirmeliyiz. Ayrıca Peygamberimize hürmeten ve yaptıkları hizmetlerden dolayı O’nun hane halkına ve ashâbına da sevgi, saygı ifadeleri kullanmalı ve duada bulunmalıyız.

Rabbimizden niyazımız şudur ki: “Ey Vedûd olan Rabbimiz! Bize seni sevmeyi, senin sevdiklerini sevmeyi, kullarından en sevilene tabi olup O’nun gibi yaşamayı nasip et. Bizi, Senin sevginden, Habîbi’nin sevgisinden mahrum bırakma. Bizi sevdiklerinin zümresine dâhil eyle!”

Âmin

Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ Âlihî ve sahbihî ecmeîn….
--------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Meryem sûresi,  96.
[2] Buharî, Tevhid,33
[3] Âl-i İmran sûresi, 31.
[4] Buharî, İman, 8; Müslim, İman, 69,70.
[5] Buharî, İmân 9, 14, İkrah 1, Edeb 42; Müslim, Îmân, 67.
[6] Buharî Şurût 15.
[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları, 3/132-133.
[8] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık, 2/53-56.
[9] Ahzab sûresi 6.
[10] İbn Hişam, Sine, c. 3, s. 105.

Halid AKILLI.


fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: Ümmetinin Resûlullah’a Düşkünlüğü 1
« Yanıtla #1 : Eylül 21, 2014, 09:27:10 ÖS »
Resûlullah (sas)’ın Ümmetine Düşkünlüğü  1


           لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُفٌ رَحِيم
And olsun! Size, içinizden sıkıntıya düşmeniz onun gücüne giden, size pek düşkün, müminlere de şefkatli ve esirgeyici olan bir peygamber gelmiştir. (Tevbe 9/ 128)
Allah Teâlâ  sonsuz  merhametiyle insanlara; korku duymamaları ve mahzun olmamaları,[1] hidayet yolunu bulmaları için, kendilerini kötülüklerden ve inkârdan temizleyen, kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.[2]
Bütün peygamberler gönderildikleri topluluklar için rahmetin bir tecellisi, Rabbin rızasına uygun yaşayışın en güzel örnekleridir ve her biri, ümmetinin hidayete kavuşabilmesi için neredeyse kendini paralayacak derecede çaba sarf etmiştir. Hz. Nuh, gece gündüz kavmine tebliğde bulunarak, onların Allah’ın rahmetine ve bağışlamasına kavuşmaları için çok uğraşmıştır. Bu tebliğ, onların nefretini artırmasına rağmen aralarında tam 950 sene kalarak onları Allah’a çağırmıştır.[3]950 sene gibi uzun bir süre her türlü alaya tahammül, ancak Allah’ın emrine itaat ve ümmete olan düşkünlükle mümkündür. Diğer peygamberler için de aynı durum söz konusudur. Ancak içlerinden birisi var ki yüce Rabbimiz bizleri O’na ümmet olmakla şereflendirmiştir.
Hz. Muhammed (sas) risaletinin başlangıcından vefat ettiği ana kadar hep ümmetini düşünmüştür. O’nun, ümmetine olan düşkünlüğünü Kur’ân-ı Kerim şu şekilde ifade buyurmaktadır: “And olsun! Size, içinizden sıkıntıya düşmeniz onun gücüne giden, size pek düşkün, müminlere de şefkatli ve esirgeyici olan bir peygamber gelmiştir.” (Tevbe 9/128)
O Peygamber, şeref, üstünlük ve izzet sahibidir. Ümmetinin sıkıntı çekmesi O’nu üzer ve O, ümmetine çok düşkündür. Efendimizin ümmeti genel olarak O’nun tebliğine muhatap olan herkestir. Resûlullah (sas) bütün insanlığın kurtulması için çaba sarf ediyor ve onlar için o kadar endişeleniyordu ki Allah Teâlâ O’nu şu şekilde uyardı: “Bu yeni kitaba inanmazlarsa (ve bu yüzden helak olurlarsa) arkalarından üzüntüyle neredeyse kendini harap edeceksin.”[4]
Bu uyarı müminlerden dolayı değil kâfirlerden dolayı yapılmıştır. İbn Abbas şöyle demiştir: Utbe b. Rabîa, Şeybe b. Rabîa, Ebû Cehl, Nadr b. Hâris, Ümeyye b. Halef, As b. Vâil, Esved b.Muttalib ve Ebû’l-Bahteri Resûlullah (sas)’ı çağırıp onunla konuştu. Hz. Peygamber kavminden olan bu kişilerin kendisine muhalefet ettiklerini ve nasihatlerini dinlemediklerini görünce çok üzüldü. İşte bunun üzerine Allah Teâlâ: “Demek ki bu söze inanmayanların ardından üzülerek neredeyse kendini mahvedeceksin.” âyetini inzal buyurmuştur. Rivayette adı geçenlere dikkat edildiğinde onların sıradan insanlar olmadığını, aksine Mekke küfrünün önde gelen liderleri olduğunu görürüz. Hz. Peygamber, işkence ve eziyet gören Müslümanlara üzüldüğü kadar onlara eziyet edenlere de üzülmüştür. Zira eziyet gören Müslümanlar sonunda cennete gidecek, bu dünyanın geçici eziyetlerinden kurtulacaktır. Ama inkâr eden imansız ise ebedî hayatını mahvı perişan etmektedir.[5]
Peygamber  (sas) ümmetine karşı durumunu şöyle açıklamaktadır: “Benim ve sizin benzeriniz, ateş yakan ve ateşine pervane ve çekirgeler düşmeye başlayınca onları ateşten kurtarmaya çalışan kimse gibidir. Ben sizi ateşe düşmekten korumak için eteklerinizden tutuyorum. Oysa siz benim elimden kurtulmaya çalışıyorsunuz.”[6]
Âyet-i kerimede geçtiği gibi O, ümmetinin hidayeti için kendini feda edecek kadar haris (hırslı) bir peygamberdir. Arapçada ‘hırs’ kelimesi şiddetli tutkuyu ve bir şeyi elde etmek için duyulan aşırı isteği ifade etmektedir. İslâm’a karşı hareket edenler için bile bu kadar üzülen bir elçinin, kendi ümmetine muhabbeti yüce Rabbimiz (cc) tarafından övülmüştür.
Peygamberimiz (sas),  Allah Teâlâ tarafından Esmaü’l-Hüsna’dan olan “raûf” ve “rahîm” isimleriyle nitelen¬dirilmiştir. Raûf “çok şefkatli”, Rahîm “çok merhametli” demektir. Yüce Allah’ın kendi sıfatlarından ikisiyle Resûlü’nü anması, Efendimizin Allah katında ne kadar değerli olduğunun işaretidir. İman edenlerin bu dünyada sıkıntıya düşmeleri O’na ağır gelmiş, işkenceler altında eziyet çekmelerine karşı çaresiz kalması O’nu üzmüştür. Ancak Efendimiz ümmetini rahatlatacak çareleri Allah’ın izniyle her zaman bulabilmiştir. Habeşistan’a ve Medine’ye hicret, O’nun, müminlerin kurtuluşu için düşündüğü çareler olmuştur.
Kaynukâ Yahudilerinin mahallesinde Yahudiler toplanmış, bir Müslüman kadının örtüsüne saldırmışlardı. Kadın can havliyle bağırıp yardım isteyince hemen yiğit bir Müslüman koşmuş, saldırganları cezalandırmış ama kendisi de şehit olmuştur. Resûlullah (sas) Yahudilerin Müslüman bir bayana yaptığı hayâsızlığı ve bir Müslümanı şehit etmesini kendisine yapılmış bir saldırı kabul ederek onlarla savaşmaktan çekinmemiştir. Çünkü O’nun için Müslümanlar çok değerliydi ve O müminleri canı bilir, onları annelerinden ve babalarından daha çok severdi. Bizlere karşı durumunun, bir babanın evlatlarına karşı olan durumu gibi olduğunu açıklardı.
Bir gece Medine’de korkunç bir ses duyulur. Halk dehşet içinde sokağa dökülür. İnsanlar, Medine’ye büyük bir düşman ordusunun saldırmış olabileceğini düşünürken Resûlullah (sas)’ın sesi duyulur: “Korkmayın, endişe edecek bir şey yok!” Medine halkı endişe içindeyken O (sas),  hemen atına atlayıp sesin duyulduğu yere gitmiş ve gelmiştir. Her zamanki gibi ashabının yüreğindeki paniği, endişeyi yok etmiştir.
Bir hadis-i şerifte de şöyle buyuruyor: “Kim bir mal bırakırsa o akrabalarınadır. Fakat kim de bir borç veya bakıma muhtaç kimse bırakarak giderse borcunun ödenmesi ve geride kalanların bakımı bana aittir.”[7]   
O elçiye itaatsizliğin büyük bir cürüm, O’na duyduğumuz sevgiye karşı büyük bir ihanet olduğunu anlamlı ve ona göre hareket etmek gerekir. Çünkü Allah onu kendi sıfatıyla övmüş ve Tevbe sûresi 129. âyette şöyle buyurmuştur: “(Ey Muhammed!) Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O’ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O’na güvenip dayanırım. O, yüce arşın sahibidir.”
                                                                     
 ------------------------------------------------------------------------------
[1] Bakara sûresi, 38.
 
[2] Âl-i İmran sûresi, 164.
[3] Bkz: Ankebut sûresi, 14, Nuh sûresi, 164.
[4] Kehf sûresi, 6. Ayrıca bkz. Şuara sûresi, 3.
[5] Tefhimü’l-Kur’an,  c.III, s. 151.
[6] Müslim, Fezail 19.
[7] Buharî, Tefsir, 33/1; Müslim, Feraiz, 15.

Halid AKILLI.



 


* BENZER KONULAR

2014 - Ahmet Yağmur - Medine'ye Hasret Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:03:52 ÖS]


Asıl Derdimiz Dertsiz İnsanlar Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:27:42 ÖÖ]


Hayatını Düzene Koymak İsteyen Müslüman Gençlere Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:17:49 ÖÖ]


Bizi Aldatan Bizden Değildir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:53:08 ÖÖ]


BenimKkim Olduğumu Biliyor musun Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:42:56 ÖÖ]


Çocuklarımıza Sahip Çıkmalıyız Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:35:33 ÖÖ]


Zulmün Zararları Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:22:59 ÖÖ]


Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 10:49:10 ÖÖ]


Yalşayan Hurafeler Karşışında Müslümanların Tavırları Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 10:40:06 ÖÖ]


Yalanın Zararları Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 10:02:40 ÖÖ]


Ahiretin kapısı ölümü Hatırlamak ve Ona Hazırlanmak Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 27, 2024, 07:49:11 ÖÖ]


Hicr Süresi Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 27, 2024, 07:32:26 ÖÖ]


Güven Duygusunu Nasıl Elde Ederiz Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 27, 2024, 07:22:28 ÖÖ]


Korku ve Ümit Ahiret İnancından Doğar Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 27, 2024, 07:09:23 ÖÖ]


Süleyman Aleyhisselam Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 27, 2024, 07:00:28 ÖÖ]


Zikir İbâdeti Kalbin Cilâsıdır Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 09:45:16 ÖS]


Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:47:12 ÖS]


Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:42:28 ÖS]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41