İman
"Asra yemin olsun ki, insan ziyan içindedir. Ancak iman edip, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (onlar, ziyandan/hüsrandan kurtulmuşlardır.)" [1]
Bunalım çağı, stres çağı derken insanlık âleminin toptan zarara doğru koşarcasına gitmekte olan asrımızda, kurtuluşun tek çaresi: Gerçek iman, salih amel, iyiliği emr, kötülükten alıkoyacak bir otorite oluşturma ve Allah yolunda cihad etmektir. Hakla tavsiye, İslâm'ı tüm gerçeğiyle yaşamak, taviz vermemek ve insanlara anlatmaktır. Sabrı tavsiye ise, Allah yolunda cihad ederken, yoldaki engelleri kaldırma çabası ve bu çalışma sırasında direnmek faaliyetidir.
İman, (e.m.n) kökünden ifâl ölçüsünde bir mastardır. Lugatta, bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, söylediğini kabul etmek, gönül huzuru ile benimsemek, karşısındakine güven vermek, şüpheye yer vermeyecek şekilde kesin olarak içten ve yürekten inanmak demektir. [2]
Lugatta bu manaya gelen iman, ıstılahta işe, Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat âlimlerince şöyle tarif edilmiştir:
"Hazreti Peygamber Aleyhisselâm'm Allah Teâlâ'dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde (zarurat-ı diniye'de) O'nu tasdik etmek, O'nun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip, bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmaktır.[3]
İslâm'a giriş, kelime-i tevhidin mana ve mahiyeti bilinerek kalb ile tastik, dil ile ikrar etmekle gerçekleşir. Yani, "Eşhedu enla ilahe illallah ve Eşhedu enne Muhammeden Abduhu ve Rasulühü" cümlesine inanmak ve söylemek, imanın rüknüdür. İman da, ancak amel etmekle kuvvetlenir ve olgunlaşır. Amel, iman etmenin pratikteki görüntüsüdür.
"La ilahe illallah", Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur. Allah'tan başka hiç. bir ilâh kabul et-, miyorum. Batıla sapan, müşrik ve kâfir insanların yanlarından çıkardıkları tüm yalancı, vydurma putları, tağutları ve ilâhları red ediyorum. Tağutların hangi isimle isimlendirirlerse isimlendirsinler, her türlü ideolojilerini, felsefelerini, siyasî, ekonomik, hukukî ve sosyal düzenlerini red ve inkâr ediyorum, demektir.
Yönetim yani hakimiyet hakkı yalnız ve yalnız Allah'ındır. Allah'tan gayrı bütün hüküm koyucuları, kulları kendilerine kul edip, neva ve heveslerinden kaynaklanan kanunlarla yönetenleri,. böylelikle Allah'ı inkâr etmiş ve Allah'a isyan etmiş olanları red ediyorum.
Egemenlik konusunda yalnız Allah'ı ve O'nun hükümlerini kabul ediyorum.
Ekonomi konusunda yalnız Allah'ı ve O'nun hükümlerini kabul ediyorum;
Sosyal meselelerde yalnız Allah'ı ve O'nun hükümlerini kabul ediyorum.
Hukuk konusunda yalnız Allah'ı ve O'nun hükümlerini kabul ediyorum.
Hayatın tüm birimlerinde yalnız Allah'ı ve O'nun hükümlerini kabul ediyorum.
"La ilahe" bir; kesin reddiyedir, "İllallah" ise bir; kesin kabul etmektir.
"La ilahe", bütün şeytanları, tağutları ve onların şeytanî, tağutî düzenlerini her şeyiyle red etmek, "İllallah" ise, yalnız ve yalnız Allah'ın nizamını kabul etmektir. Allah'ı Rabb, ilâh ve hakim, Rasulullah Aleyhisselâm'ı önder ve örnek bilip, itaat etmektir.
"La ilahe illallah", tek başına iman etmeye yetmez. Sadece "La ilahe illallah" demekle iman edilmiş sayılmaz. Mutlaka "Muhammedu'r-Rasulullah" demek şarttır. Yani "Allah'tan başka ilâh yoktur" deyip, Rasulullah Aleyhisselâm'ın risaletini ve nübüvvetini kabul etmeyenler Mümin ve Müslim olamazlar. Dolayısıyla kelime-i tevhid, "Allah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed Aleyhisselâm O'nun Ra-sulü'dür" demektir. Çünkü Allah'a itaat farz kılındığı gibi, Rasulullah Aleyhisselâm'a da itaat farz kılınmıştır. Kim Rasulullah Aleyhisselâm'a itaat etmezse, Allah'a itaatsizlik etmiş, yani Allah'a karşı isyan durumuna düşmüş olur.
Şimdi iman konusunda Kitap ve Sünnetteki delillere bakalım.
Rabbimiz Allah buyuruyor:
"Allah dedi ki: İki ilâh edinmeyin, O, ancak tek bir ilâhtır. Öyleyse benden, yalnızca benden korkun. Göklerde ve yerde ne varsa Onundur.
İtaat/kulluk da (din de) sürekli olarak O'nundur. Böyleyken Allah'tan başkasından mı korkup sakınıyorsunuz?[4]
Rabbimiz Allah Celle Celalühü, iman etmek ve imanın gereği olan salih amel işlemek hususunda yalnızca kendisine itaat edilmesini emrediyor. İtaat noktasında bazı konularda Allah'a, bazı konularda tağutî güçlere itaat etmenin iki ilâh edinmek ve bunun da Allah'a ortak' koşmak olduğunu, dolayısıyla bu şekilde davrananların İslâm dininden çıktıklarını yine Rabbimiz Allah beyan buyuruyorlar:
"Şüphesiz kendilerine hidayet açıkça belli olduktan sonra gerisin geri (küfre) irtidad eden (dönen)leri şeytan kışkırtmış ve uzun emellere kaptırmıştır. İşte böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah'ın indirdiğini çirkin karşılayanlara dediler ki; "Size bazı işlerde itaat edeceğiz." Oysa Allah, onların saklamakta olduklarını (sır olarak konuştuklarım) biliyor. Öyleyse melekler, onların yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? İşte böyle, çünkü gerçekten onlar, Allah'ı gazablandıran şeye uydular ve O'nu razı edecek şeyleri, çirkin karşıladılar, bundan dolayı (Allah), onların amellerini boşa çıkardı.[5]
Demek ki, Allah'ın dinini tamamen veya kısmen hoş görmeyenler, kabul etmeyenler, karşı çıkanlar, 'zamanımıza hitab etmiyor ve çağımıza uymuyor, çok gerilerdedir' deyip red edenlere Müslümanlar, 'hayatî bazı meselelerde isteyerek size uyacağız1 derlerse, bu sözler kendilerini İslâm dairesinin dışına çıkarıyor. Hele hele bir de söylediklerini pratikte yaşarlarsa bu, tam bir irtidad olur. Dolayısıyla anlaşılıyor ki, Müminler kâfirlerle İslâm'dan taviz vermek suretiyle hiç bir anlaşma yapamazlar. Kâfirlere küfür üzere hiç bir zaman uyum sağlayamazlar.
Bütün anlaşmalar ve savaşların ölçüsü İslâm olmalıdır. İslâm'ın prensiplerine göre kâfirlerle anlaşma yapılır ve ya savaşılır. Kâfirlere uyma, itaat etme ve İslâm'dan taviz verme hususunda Müslümanlara verilmiş bir yetki yoktur.
"Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Rasulü'ne iman ettiler, sonra hiç bir şüpheye düşmeden Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir.[6]
Mü'minler, Allah'a ve Rasulullah Aleyhisselâm'a kendilerinden hiç bir katkıda bulunmadan nasıl iman edilmesi gerekiyorsa öylece iman ettiler. Gerçekten iman etmiş olduklarını da yaşayarak ortaya koydular. Rabbimiz Allah, onların imanına ve salih amellerine şahid olduğu gibi, insanlar da şahid oldular.
Önderimiz ve örneğimiz Rasulullah Aleyhîsselâm buyurdular:
"Sizden herhangi birinin gönlü, benim getirdiğim dine tamamen tabi oluncaya kadar hakkıyla iman etmiş olamaz. [7]
Hakkıyla iman etmenin yegane şartı, Rasulullah Aleyhisselâm vasıtasıyla bizlere ulaşan hayat nizamı olan İslâm'a tabi olmaktır. Bütün isteklerin, İslâm'a tabi olması lazımdır.
İsteklerin ve heveslerin İslâm'a uymadığı ve ya İslâm'ın hayat nizamı devlet düzeni olarak kabul edilmediği vakit, Onun zıttı olan tağutun kabulü, hevaü hevesin ilâhlaştınldığı görülür.
"Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık ve tutkulara (nevaya) uyma, sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanların, hesap gününü unutmalarından dolayı onlar için şiddetli bir azab vardır.[8]
Hazreti Davud Aleyhisselâm, yeryüzünde bir halife kılındığı gibi, bütün gerçek Mü'minler, Mut-takiler ve Müstez'af Muvahhidler de yeryüzünün halifeleri[9] ve varisleri kılınmışlardır. [10] Sünnetuîlah'm hikmeti ve gereği budur.
Bu ilâhî veraset ve hilafetin şartı da: Her şeyiyle Allah'a ve O'nun dinine teslim olup Rasulü'nün izinden gitmektir. Ancak Mü'minler bu hilafete layıktır ye bu mukaddes mirasın sahibi olabilirler. Eğer İslâm'dan sapılıp hayatî meselelerde İslâm'ın zıttına heva ve hevese uyulacak olursa, ne yeryüzünün hilafetine yükselinebilinir, ne de yeryüzünün varisleri olunabilinir. Böyle nevasını ilâh edinenlerin hakkı zillet içinde ve tağutların esareti altında yaşamaktır.
İşte bir başka ilâhî düstur:
"Kim Rabbinin azametinden korkup nefsini, heveslerin sevkettiği kötülükten alıkoymuşsa, varacağı yer elbette Cennettir." [11]
Kim de Rabbimiz Allah'a tabi olmaz, O'nun emirlerine itaat etmez, Rasulullah Aleyhisselâm'm sünnetini yaşamaz da, heva ve hevesine tabi olursa elbette ki, tamamen zarar etmiş, çok alçak ve zelil bir duruma düşmüştür:
"Kendi istek ve tutkularını (hevasım) ilâh edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklım kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler, hayır, onlar yol bakımından daha da şaşkın (ve aşağı)dırlar.[12]
Ve Rabbimiz Allah Celle Celallühu, kendisine hiç bir şeyi ortak kılmadan iman etmemizi emrediyor. Şeytanın, tağutun ve nefs-i emmarenin isteklerinin, kanunlarının ve düzenlerinin tamamen red edilmesi, Rabbimiz Allah'ın emridir. Eğer şeytanın, tağutun ve nefs-i emmarenin arzularına, düzenlerine, ideoloji ve felsefelerine tabi olunur, hayat da onların kanunlarına uydurulacak olunursa iman iddiası boş olur.
"Ey Ademoğulları, ben size and vermedim mi ki, şeytana kulluk etmeyin, çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin, doğru olan yol budur. [13]
"Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri (boşuna iddia edenleri) görmedin mi? Bunlar tağutun önünde muhakeme olmayı istemektedirlerl. Oysa onlar, onu (tağutu) reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan da onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister. [14]
"Buna rağmen sana icabet etmeyecek olurlarsa, artık bil ki, onlar, gerçekten kendi heva (istek ve tutku)larına uymaktadırlarl. Oysa Allah'tan bir kılavuz (doğru .yol gösterici) olmaksızın, kendi istek ve tutkularına (nevalarına) uyandan daha sapık kimdir? Hiç şüphe yok ki, Allah, zulmetmekte olan bir kavime hidayet vermez.[15]
Bu ayet-i kerimelere dikkat edilecek olursa bugünkü islâm Dünyası'nın durumu apaçık ortaya çıkar. İslâm Dünyası işgal altındadır. Şeytanın taraftarları olan tağutlar, hevaü heveslerini ilâh edinmiş ve yanlarından çıkardıkları hükümlerle, hakimiyetlerini ele aldıkları insanları yönetip, yönlendiriyorlar. Bu müstekbir müşriklere itaat edilemeyeceği gibi, onlara karşı cihad etmek ve savaşmak farz-ı ayndır.
"Ey iman edenler, hepiniz İslâm'a topyekün ve tam olarak giriniz, şeytanın adımlarını izlemeyiniz. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. [16] diye buyuran Rabbimiz Allah Celle Celalühu kime ve nasıl itaat edeceğimizi şöyle beyan buyurmuştur:
"Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Rasulu ne itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de (itaat edin). Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve Rasulü'ne döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. [17]
Müslümanlar, gerek fert planında, gerek devlet planında, gerekse toplum planında olsun mutlaka Allah'a, Rasulullah'a ve Mü'min/muttaki olan emir sahiplerine itaat etmek zorundadırlar.
Ayetteki hitaba dikkat edilecek olursa Rabbimiz Allah, "ey iman edenler" diye buyuruyor. Ey gerçekten Allah'a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret gününe, Hayır ve Şerrin Allah'tan olduğuna yani Kadere hiç bir şüphe duymadan iman edenler. Alemlerin Rabbi olan Allah'ı yegane Rabb, İlâh ve Melik yani mutlak hakim, hüküm koyucu, Rasulullah Aleyhisselâmı mutlak önder, lider ve örnek, Kur'an-ı Kerim'i yegane yasa ve İslâm'ı da hayat nizamı olarak kabul edenler, sizin itaat merciniz sadece şunlardır:
Allah ve Rasulü ile sizin gibi gerçek Mü'min olan emir sahipleri. Emir sahipleri Allah ve Rasulü'nün emriyle emrettikçe onlara tabi olunmalıdır. Yoksa size, kötülüğü ve Allah ile Rasulü'ne karşı isyanı emrediyorlarsa onlara tabi olunmamah ve onlara karşı konulmalıdır. Çünkü emirlerine tabi olunacak devlet adamları, komutanlar, başkanlar, bakanlar, müdürler ve şeflerin Mü'min, Muttaki, Muvahhid ve Muhsin olması lazımdır. Allah ve Rasulü Aley-hisselâm böyle buyurmuşlardır. Ayetteki "minküm" yani 'sizden, sizin gibi iman edip, salih amel işleyen emir sahiplerine itaat edin' kaydı önemlidir. Mü'minlerden ve muttakilerden olmayan, ayrıca bâtılı, şirki, küfrü ve Allah'a isyan etmeyi emredenlerin emri kesinlikle dinlenmemeli ve itaat edilmemelidir. Çünkü onlar, Allah'ı, Rasulullah Aleyhisselâm'ı, İslâm'ı reddetmiş ve küfre/şirke sapmışlardır. Veyahut İslâm'dan başka bir devlet ve cemiyet nizamı kabul etmekle irtidad etmişlerdir.
Rabbimiz Allah Celle Celalühu, Müminlere, ta-ğutları ve tağutî sistemleri kesinlikle reddetmelerini emretmiştir. Ne Hristiyan ve Yahudi gibi gayr-ı müslim ehli Kitab'a ne de tüm hayatî kurallan ve kanunları kendi kafalarından ortaya koyan beşerî ideolojilere tabi olanlara tabi olmak kesinlikle yasaklanmıştır.
İşte ayet-i kerimeler:
"Ey iman edenler, eğer kendilerine Kitap verilenlerden herhangi bir gruba boyun eğecek olursanız sizi imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler.[18]
"Ey iman edenler, eğer küfre sapanlara itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzerinde gerisin geri (küfre) çevirirler. Böylece büyük hüsrana uğrayanlara dönersiniz. Hayır, sizin Mevlâ'nız Allah'tır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır. [19]
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir Milletin, babaları, oğulları, kardeşleri yahud akrabaları da olsa; Allah'a ve Rasulü'ne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. [20]
Bu ayette Rabbimiz Allah, en yalan akrabaları bile olsa Mü'minler tarafından, kâfirlere yani Allah ve Rasulü Aleyhisselâm'a isyan edenlere, İslâm nizamını devlet ve cemiyet nizamı olarak kabul etmeyenlere karşı bir meylin, bir sevginin ve bir yardımın olamayacağını beyan buyurduktan sonra, kâfir, müşrik, münafik ve mürted tağutlardan tamamen ilişkisini kesip onlara karşı cihad eden Mü'minleri şöyle övüyor:
"İşte onların kalbine Allah iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan Cennetlre sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allah'tan yana olanlardır. İyi bilin ki, Allah'tan yana olanlar, şüphesiz kurtuluşa erenlerdir"
Önderimiz, liderimiz ve yegane örneğimiz [21] Rasulullah Aleyhisselâm şöyle buyurur:
"(Müslüman) Devlet amirlerinin, sevdiği yahud sevmediği hususlardaki emirlerini dinlemek ve ma'siyetle emrolunmadıkça itaat ve icabet etmek Müslim kişi üzerine vacib bir haktır. Ma'siyetle em-rolunduğu zaman da onları dinlemek ve boyun eğmek yoktur.[22]
"Çünkü amire itaat, ancak makul ve meşru olan emirler hakkındadır. [23]
Makul ve meşru, şeriata yani İslâm'a yani Kitap ve Sünnet'e uygun olan demektir. Allah'a ve Ra-sulullah Aleyhisselâm'a isyan etmek için verilen emir, kimin tarfindan verilirse verilsin, o emir ve o emri veren red edilmeli, kesinlikle itaat edilmemelidir. Böyle gayr-ı İslâmî emirlere ve amirlere karşı koymak, onun bu zulmünü eliyle, diliyle gidermek, en azından kalbiyle buğz etmek Müslümanların baş vazifelerindendir. [24]
Yine Rasulullah Aleyhisselâm buyurdu:
"Allah'a isyan hususunda (hiç kimseye) itaat yoktur. İtaat ancak meşru (olan )dadır. [25]
Herhangi bir Müslüman, zalim, fasık, kâfir, müşrik, mürted, mülhid veya zamanımızın deyimiyle komünist, sosyalist, faşist, ateist, ataist laik ve demokrat bir amirinin Allah'a ve Rasulullah Aleyhisselâm'a isyan hususundaki hiç bir emrini dinleyemez ve itaat edemez. Dünya menfaati için böyle bir emri dinler ve itaat edecek olursa hiç bir zaman mesuliyetten kurtulamaz. [26]
Hal böyleyken İslâm topraklarında, halkı Müslüman olan ülkelerde egemen tağutî güçlere nasıl olur ki nza gösterilir, malıyla, canıyla iradesiyle destek olunur. Nasıl olur ki, bu tağutların zulümlerine, isyanlarına karşı konulmaz ve onlara karşı el ile, dil ile mücadele edilmez, kalb ile buğz edilmez. Aksine bu müstekbir tağutlara, bu şeytanın yandaşlarına, bu emperyalizmin uşaklarına dua edilir, mal ile can ile desteklenir!,... Bu ne gaflettir, bu ne şaşkınlıktır ve bu ne cehalettir. Bu nasıl bir durumdur ki, her hali hüsran ve sonucu batıla, küfre sapıp ebedî Cehennemlik olmaktır...
En zayıf imanın belirtisi, İslâm topraklarındaki müstekbir şeytanîlere karşı kalben buğzetmek, onlara kin ve nefret duymaktır. Bu imanın en zayıf noktasıdır. Ya bir de iman iddiasında olanlar, bu tağutlara dua edip, onlara destek oluyorlarsa, artık iman kalır mı?..
İmanın olgunu, kuvvetlisi, tağutlara, işgalci müs-tekbirlere karşı kişiyi harekete getiren, onlara karşı koyma mücadelesinde eliyle diliyle, cam ve malı ile cihad ettiren imandır, işte Mü'mini cihad meydanına koşturan, kâfirlerle/müşriklerle yapılan savaşlarda coşturan iman, böyle kamil bir imandır.
Evet, iman Allah'a ve Rasuiü'nedir. İtaat Allah'adır, yani Kur'an-ı Kerim'e uymaktadır. İtaat Rasulullah Aleyhisselâm'adır, yani kalî, fiilî ve takriri Sünnet-i Seniyye'nin bütününe uymaktır. İtaat Mümin, rnüttakî ve adil emir sahiplerinin Allah ve Rasulu ne uymak hususunda verdikleri emirleredir.
Rasulullah Aleyhisselâm buyurdu:
"Her kim bana itaat ederse, Allah'a itaat etmiştir. Her kim bana isyan ederse, Allah'a isyan etmiştir. Her kim benim emirime itaat ederse, bana itaat etmiştir. Her kim de benim emirime isyan ederse bana isyan etmiştir.[27]
Allah ve Rasulü Aleyhisselâm'a itaat edip, emrinin altındaki bulunanları Kitap ve Sünnet'le yöneten imama itaat vacibtir. Çünkü bu itaat Allah'a ve Rasul'ünedir. Bu İmamın İslamî ölçülerde verdiği emirlere isyan etmek, Alîah ve Rasuİü'ne isyan etmek demektir.
Rabbimiz Allah Celle Celallühu, Allah ve Rasulullah Aleyhisselâm'a, her halükârda itaat eden Mü'min kullarının vasfını şöyle beyan buyurmaktadır:
"Kim, Allah va Rasuİü'ne itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği Peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salihlerie beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar. Bu fazl (bol ihsan) Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter. [28]
Ve yine buyurdu Rabbimiz Allah:
"Şu halde bil, gerçek şu kiy, Allah'tan başka ilâh yoktur. [29]
Kendinden' başka yaratıcı Rabb, İlâh ve Melik olmayan Allah Celle Celalühu, Rasulullah Aleyhisselâm'a itaat etmek hususunda şöyle buyurur:
"Biz Peygamberlerden hiç kimseyi ancak Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik....... Hayır öyle değil, Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme içlerinde hiç bir sıkıntı bulunmaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.[30]
"Allah ve Rasulü, bir işe hükmettiği zaman, Mü'min olan bir erkek ve Mü'min olan bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah ve Rasulü'ne isyan ederse artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapıtmıştır. [31]
"Peygamberin çağrısını, kendi aranızda bir kısmınızın bir kısmını çağırması gibi saymayın. Allah, sizden bir diğerinizi siper ederek kaçanları gerçekten bilir. Böylece Onun emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden veya onlara acıklı bir azabın çarpmasından sakınsınlar. [32]
"De ki: Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. De ki: Allah'a ye Rasulü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz Allah, kâfirleri sevmez. [33]
Müstez'af Müminler ve Mücahidler, Allah'a, Rasulullah Aleyhisselâm'a ve kendilerinden olan 'Ulu'l-Emr'e itaat noktasında hassas olmalıdırlar. Daru'l-İslâm'da, halifeli 'toplumda, İslâm Devletinin İmamına bey'at etmek ve meşru' emirlerine itaat etmek erkek olsun, kadın olsun her Müslümana farzdır. Rasulullah Aleyhisselâm buyurdu:
"Her kim İmama (Ulu'lrEmr'e) itaatten bir_ el kadar ayrıhrsa, kıyamet gününde Allahü Teâlâ'ya ameli hususunda, lehinde hiç bir hücceti olmayarak kavuşacaktır. Her kim de boynunda bey at olmadığı halde ölürse, cahiliye ölümü ile Ölür.[34]
İmamet konusu, Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat akidesinde yer alan konulardandır. Yani farzdır. Farziyetini inkâr kulundur.
Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat akaid ulemasından İmam Ebu'l-Mu'în en-Nesefî, akaid risalesinde şöyle buyrur:
"Üzerimizden, İslâm devlet başkanı olan İmamı görmeden bir günün geçmesi caiz değildir. İmam, devlet başkanı olan Halife'dir. İmametin hak olduğunu kabul etmeyen kimse kâfir olur. Çünkü dinî hükümlerden bîr kısmının caiz olması, imamın varlığına bağlıdır. Cuma namazı, bayram namazları ve yetimleri evlendirmek gibi... İmamı inkâr eden kimse farzları inkâr etmiş olur. Farzları inkâr eden de kâfir olur. [35]
Yine akaid ulemamızdan İmam Ömer Nesefî, ise akaid risalesinde şunları kaydeder:
"Müslümanlar için bir imama (siyasî lidere) mutlak surette ihtiyaç vardır. Müslüman halkla ilgili dini hükümlerin infazı, cezaların tatbiki, düşmanlara karşı ülke sınırlarının korunması, Müslümanlardan ordu teşkil edilmesi, sadakaların, yani vergilerin toplanması, zorbaların, soyguncuların ve eşkiyanın zabtu rabt altana alınarak kahredilmesi, Cuma ve bayram namazların ifa edilmesi, insanlar arasında ortaya çıkan ihtilafların ortadan kaldırılması, hukuk üzerine kâim olan şahidliklerin kabulü, velileri bulunmayan küçük yaştaki oğlan ve kızların evlendirilmeleri ve ganimet mallarının taksim edilmesi gibi önemli hususlar İmam sayesinde icra edilir.[36]
İmamet, farziyetini inkâr etmenin küfür olduğu, inkâr edenlerin de kâfir olduğu bir konudur. Hal böyle iken, imameti/hilafeti ortadan kaldırmak ve tekrar teşekkül etmesin diye ordularıyla havada, denizde ve karada nöbet tutmak ne olur? Bunun İslâm'a göre hükmü nedir? [37] Ya böyle bir düzeni ayakta tutanların, yaşamasına ve devam etmesine hizmet edenlerin hükmü nedir?
Evet, iman dedik ve gerçek imandan bahsediyorduk. Allah'a iman, Rasulullah Aleyhi s selâm'a iman ve itaat etmek imanm rüknüdür. Bu arada Allah ve Rasulü'ne iman ve itaat eden Ulu'l-Emr'e de itaatin farz olduğunu, Allah ve Rasulü'ne isyan edip, İslâm'ı pratikte red eden emir sahiplerine karşı cihad etmenin gereğinden bahsettik. [38]
Bu konuda şu iki ayet-i kerimeye de işaret edip daha sonra iman konusunda Rasulullah Aley-hisselâm'ın hadislerine geçelim.
Rabbimiz Allah Celle Celalühu buyuruyor ki: "Sen de sabah-akşam O'nun razasını isteyerek Rabblerine dua edenlerle beraber sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi istek ve tutkularına (nevasına) uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.[39]
"O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! ,
Ve aşın gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir. Zulmedenlere meyletmeyin. Aksi halde size ateş dokunur (Cehennemde yanarsınız). Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra da size yardım edilmez"[40]
Bu konuda müfessir ulema şunları söylemektedir: "Zalim idarecilere ve onların dışındaki diğer fa-sıklara yakınlık göstermeyin. Sonra sizi Cehennem ateşi yakar. Beyzavî şöyle der: "Rükün, az eğilmektir. Yani onlara doğru az bir şekilde dahi olsa yakınlık göstermeyin. Sonra yakınlık göstermeniz sebebiyle sizi ateş yakar" Kendisinde zulümden az bir şey bulunan kimseye, birazcık eğilim göstermek böyle olursa, zulüm ile damgalanmış zalimlere eğilim göstermek ve onlara tamamen yaklaşmak hususunda ne dersiniz? Sizi, Allah'ın azabından koruyacak kimseniz yoktur. Sonra bu belâya karşı size yardım edecek kimse de bulamazsınız. Kurtubî şöyle der. 'Bu ayet, kâfirlerden ve isyankârlardan uzak durmak gerektiğine delâlet eder. Çünkü onlarla beraber olmak, onlar gibi kâfir ve isyankâr olmaktır. Zira onlarla beraber olmak, onlara sevgiden ileri gelir' Mecburî hallerde zalimle zahiren dost olmak, bu yasaklamanın dışındadır.[41]
İman konusunda, İmam Buharı ve İmam Müslim'in (Allah onlardan razı olsun ve rahmet eylesin) beraberce rivayet ettikleri (muttefekun aleyh) hadislerden birkaç tanesini kaydedelim.
Rasulullah Aleyhisselâm şöyle buyurur:
"İslâm beş şey üzerine bina olunmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna Şahadet etmek, Namaz kılmak, Zekat vermek, Haccetmek, Ramazan orucu tutmak. [42]
"La ilahe İllallah deyinceye kadar insanlarla kıtal (savaş) yapmaklığım bana emrolundu. Her kim 'La ilahe İllallah' derse, İslâm'ın hakkı olan kısas yolu müstesna benden yana malını ve nefsini korumuştur, hesabı ise Allah'a kalmıştır. [43]
"Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet, namazı ikame, zekatı eda edinceye kadar insanlarla' savaşmak bana emrolundu. Onlar, bunları yapınca kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslâm'ın hakkı mukabili olmak müstesna. İnsanların (gizli işlerinden dolayı olan) hesapları da Allah'a aittir.[44]
Dikkat edilecek olursa "La illahe İllallah" Kelime-i Tevhidi ile, dosdoğru kılınacak namaz ve hakkıyla eda edilecek zekat da beraber zikredilmiştir, insanlarla savaşmak, onların "La ilahe illallah" demelerine kadar, yani yegane hakim Allah'ın otoritesini ve hayat nizamı olarak da İslâm'ı kabul edinceye kadar devam eder. İnsanlar, Allah'tan başka hüküm koyucu yani kanun yapıcı kabul eder, onun koyduğu hükümlere tabi olurlarsa ve hayatlarında uygulayacak olurlarsa, onlarla bu hallerinden vazgeçinceye kadar savaşılır. Onlar hem bilerek ye severek tağuta tabi olur ve hem de "La illahe İllallah" diyecek olurlarsa onların bu durumu iman etmelerine delalet etmez. Çünkü "La ilahe illallah" demek, tüm tağutlan reddetmek demektir. Tağutları reddetmeden iman etmek mümkün olmaz. Nitekim yukarıda bu konu delilleriyle izah edildi.
Şunu da beyan etmekte fayda var. Bir kişi aynı kalble, hem imanın gereklerini tastik edecek, hem de yine aynı kalble tağutun yani şirkin ve küfrün gereğini kabul edecek... Bu, mümkün mü? Bir kalbin, iki zıd şeyi aynı anda kabul etmesi insanın fıtratına aykırıdır. Bu kabullerden birisi yalandır. Yani bunlardan birisini kabul etmemiştir. İman ile küfür aynı anda bir kalbte birleşmez. İman gelince küfür gittiği gibi, küfür gelince ve tasdik olununca da iman gider. İkisinin bir arada bulunamayacağı, akılla da, ilimle de ve nakille de isbatı sabittir.
Burada yine muttefekun aleyh olan bir hadis-i şerifi nakletmek yerinde olur.
"Üç haslet kimde bulnursa, o kimse bu has-letleriyle imanın tadını bulur: Allah ve Rasulü kendisine başkalarından daha sevgili olmak, sevdiklerini yalnız Allah için sevmek, Allah, kendisini küfürden kurtardıktan sonra yine küfre dönmekten ateşe atılmasından hoşlanmadığı gibi hoşlanmamak.[45]
Gerçek bir kurtuluşun şartı olan hakikî bir iman ve imanın gereği olan salih amelleri işleyen Müminler, iyiliği emretmek ve kötülükten neh-yetmek suretiyle hakkı tavsiye etmiş oluyorlar....
Rabbimiz Allah, buyuruyor:
"Ey iman edenler, Allah'tan O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin. Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a-Kur'an'a) sımsıkı yapışın, parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetlerini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmiş ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O, kurtarmıştır. İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklar ki, doğru yolu bulaşınız.
Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir. [46]
"Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. İşler, dönüp, dolaşıp O'na varır. Siz? insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı Ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a inanırsınız.. [47]
Allah tarafından en hayırlı Ümmet diye övülen Rasulullah Hazreti Muhammed Aleyhisselâm'ın Ümmeti demek, Rasulullah Aleyhisselâm'ı izleyen ve O'na tabi olan Ümmet demektir. Çünkü Rasulullah Aleyhisselâm buyurdular ki:
Her kim benim Sünnetimden (hayat yolumdan) yüz çevirirse o, benden değildir.[48]
Kurtuluşun dördüncü şartı da; birbirlerine sabrı tavsiye etmektir. Yani Allah yolunda cihad etmek ve cihad faaliyetinde direnebilmek. Evet, hayat, iman ve cihad'dır. Buraya kadar iman konusunu özet de olsa izah etmeye çalıştık. Bundan sonra cihad konusuna geçebiliriz.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Asr: 103/1-3.
[2] İbn Manzûr, Lisânu'I-Arab, Beyrut, ty. c.13. s.21.(E.M.N.İman maddesi)
[3] Yrd. Doç. Dr. A.Saim Kılavuz, Anahatlanyla islâm Akaidi ve Kelâm'a Giriş, Ensar Neşriyat, tst.1987, 3.17.
[4] Nahl, 16/51-52.
[5] Muhammed (Kıtal): 47/25-28.
[6] Hucurât: 49/15.
[7] imam Nevevî, Kırk Hadis, Hds. No: 41. Aynca bkz. Hatib Tebrizî, Mişkatu'l-Mesâbih, el, s.55.
[8] Sâd: 38/26.
[9] Bkz. Bakara: 2/30.
[10] Rabbimiz Allah Celle Celalühu şöyle buyurur: "Biz ise, yeryüzünde güçten düşrüîenlere (Mü'min Müstezaflara) lutufta bulunmak onlan önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz ve (istiyoruz kî) onları yeryüzünde iktidar- sahipleri olarak yerleşik kılalım. Firavun'a, Hâmân'a ve askerlerine, onlardan sakınmakta olduklari şeyi gösterelim." Kasas: 28/5-6.
[11] Nâziât: 79/40-41.
[12] Furkan: 25/43-14
[13] Yâsîn: 36/60-61
[14] Nisa: 4/60.
[15] Kasas: 28/50.
[16] Bakara: 2/208.
[17] Nisa: 4/59.
[18] Al-i Imrân: 3/100.
[19] Al-i İmran: 3/149-150.
[20] Mücadele: 58/22.
[21] Rabbimiz Allah şöyle buyurur: "Andolsun sîzin için, Allah ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Rasulü'nde güzel bir örnek vardır." Ahzâb, 33/21.
[22] Sahih-i Buharı, Kitabu'l-Ahkam, Bab: 4, hds.no.8.
[23] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Ahkam, Bab: 4, hds.no.9.
[24] Rasulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse onu hemen eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin, imanın en za-yıfi da budur." Sahîh-i Müslim, Kitabu'l-fyman, Bab: 20, hds.no.78 (49)
[25] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-îmâre, Bab: 8, hds.no.39 (1840)
[26] Âmirin hİlaf-ı Kanun (kanuna aykırı) emri, Memuru mesuliyetten kurtarmaz." Elmalı'h M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an dili, Eser Neşriyat, lst.1979, c.2, sh.1375.
[27] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Ahkam, Bab: 1, hds.no. 1.
[28] Nisa: 4/69-70.
[29] Muhammet!: 47/19.
[30] Nisa: 4/64-65.
[31] Ahzab: 33/36.
[32] Nur: 24/63.
[33] Âl-iîmrân: 3/31-32.
[34] Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Imâre, bab:13, hds.no.58 (1851)
[35] imam Ebu'l-Mu'în En,Nesefî, îslâm İnançları ve Mezhebler Arasındaki Görüş Farkları, çev. Cemil Akpmar, Rabıta Yayınevi, Konya, ty. s. 179.
[36] Bkz. Saaddin Taftazânî, Şerhu'l-Akâid (Kedağ, Dergâh Yayınlan, îst. 1980, s.326.
[37] Hilafet Makamı, 3 Mart İ924 tarihînde ve 431 sayılı kanunla Laik Demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucuları tarafından kaldırıldı. Bu konuda resmi ideoloji tarafından hazırlanan ve Harp Okullarında okutulan Türk İnkılâp Tarihi'nde şöyle denmektedir: "Atatürk, halifeliğin kaldırılması gereğini biliyor ve bunu planlıyordu. Şöyle diyordu: "Ben kişisel saltanatın kaldırılmasından sonra, başka unvanla aynı nitelikte bir makamdan ibaret kalması gereken halifeliğin de ortadan kalkmış olduğunu kabul ediyorum. Bunun elverişli zaman ve fırsatta söylenilmesini doğal buluyorum." Atatürk, her zamanki gibi, olayların gelişmesini bekledi.
Halifeliğin kaldırılması, genç Türk Cumhuriyeti için zorunlu idi. Cunhuriyet ilân edilmişti. Onun yanında dinsel bir gücü bulunmayan bir makamda, Osmanlı ailesinden birisinin oturması mantıksızlıktı ve devletin geleceği için zararlı idi...." T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Türk İnkıkâp Tarihi, Harp Okulları için ders kitabı olarak hazırlanmıştır. 2.baskı, Gn.Kur. Basımevi, Ank. 1973, s.122.
[38] Emperyalist kâfir güçler tarafından veya uzantıları tarafından işgal edilen İslâm toprakları, Daru'l-îslâm'dan Daru'l-Harb'e veya Daru'I-Ridde'ye dönüşmüştür. Dünya Müslümanlannı bağlayıcı bir İmam ve İmamet makamı yoktur. Böyle bir durumda Müslümanlar ne yapmalıdırlar? Sorusunu Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat fakihleri şöyle cevap vermişlerdir: "Gerekli ofan, Müslümanların kendi aralarından birine bu görevi vermeleridir. Onda ittifak etmeleri vacibtir. Onu kendilerine idareci olarak seçerler, O da kadı tayin eder. Böylece kendi aralarında vuku bulan hadiselerin yargı organlarına aktarılması sağlanmış olur. Yine buralarda kendilerine Cuma namazı kıldıracak bîr imam da nesbederler. insanın mutmain olduğu, kabul edebileceği görüş de bu olsa gerektir, bu görüş istikametinde amel edilmelidir. Nehir." İbn Âbidir, Reddü'l-Muhtar Ale'd-dürri'l-Muhtar, çev. Mehmet Savaş, Samİl Yayınevi, lst.1985, c.12, s. 145.
------------------------------------------------------
[39] Kehf: 18/28.
[40] Hûd: 11/112-113.
[41] Muhammed Ali Es-Sabunî, Safvetü't-Tefasir, çev. Doç.Dr. Sad-reddin Gümüş-Dr. Nedim Yılmaz, Ensar Neşriyat, îst. 1990, c.3, s.131.
[42] Muhammed Fuad Abdulbaki, El-Lülüü ve'1-Mercan Fim'ettefeka Aleyhi'ş-Şeyhân, Kitabu'1-Iman, bab:6, hds.no.9.
[43] El-Lülüü ve'1-Mercan, Kitabu'1-îman, bab: 8, hda.no.14.
[44] EI-Lülüü ve'1-Mercan, Kitabu'1-îman, bab:8 hds.no.15.
[45] El-Lülüü ve'1-Mercan, Kitabu'1-îman, bab:15, hds.no.26.
[46] Âl-i Imrân: 3/102-104.
[47] Âl-i îmrân: 3/109-110.
[48] Sahihi Buhârî, Kitabu'n-Nikah, bab:l, hda.no. 1.
METİN YÜKSEL.