Gönderen Konu: Sâlih Amel, Sâlih Adam  (Okunma sayısı 640 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2136
Sâlih Amel, Sâlih Adam
« : Ağustos 21, 2017, 10:51:01 ÖÖ »
Sâlih Amel, Sâlih Adam

N. Mehmet  Solmaz

Yeryüzünde Allah’ın verdiği rızıklarla hayatını devam ettiren her mükellefin, hevâsının ihtiraslarını bir kenara bırakması ve hidayete tabi olması gerekir. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) ‘Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a (cc) yemin olsun ki, arzusunu İslâm’a tabi kılmayan kimse iman etmiş olmaz’ buyurduğu malûmdur. Hevâsının ihtiraslarını bir kenara bırakan ve ihlâsla Allah’a (cc)teslim olan mükellefin meşrû fiillerine ibadet ve salih amel denilir. İlâhi teklifleri ihlâsla edâ edebilmenin olmazsa olmaz unsuru, sahih bir imana sahip olmaktır. Allah (cc) katında makbul olan ibadet, iş, davranış ve harekete salih amel ve bunu yapan müslümana da salih adam denilir. Küfür ve günah bataklığına dalan adama salih adam denilemez, yaptığı iş de salih amel sayılmaz.

 

Sâlih Amel, Sâlih Adam

ALLAH katında makbul olan ibadet, iş, davranış ve harekete sâlih amel ve bunları yapan Müslümana da sâlih adam denir. Küfür ve günah bataklığına batmış adama sâlih adam denilemez, yaptığı iş de sâlih amelden sayılmaz.

Örnekler verelim:

Nuh Aleyhisselamın İnanmayan oğlu

Allah, Nuh aleyhisselam’a “Bizim vahyimizle gemi yap” buyurdu.

Sebebini de şöyle bildirdi: “Denetimiz altında ve vahyimiz gereğince gemi yap! Hem o zulmedenler hakkında azabın kendilerinden kaldırılması için bana dua etme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır. ”

Gemi yapıldı. Allah emri ile Nuh aleyhisselam kendine inananlarla birlikte her cins canlıdan bir çifti gemiye aldı.

Gökten sular indi, yerden sular fışkırdı. tufan başladı.

Nuh aleyhisselam gemi dışında kalmış oğlunu gördü, bağırdı: “Ey oğulcağızım! Gel bizimle beraber bin. Kâfirlerle birlik olma” dedi.

Oğul cevap verdi: “Dağa sığınırm, beni sudan kurtarır” dedi.

Nuh aleyhisselam: “Bugün Allah’ın buyruğundan-O’nun rahmet ettikleri dışında-kurtulacak yoktur. ” dedi.

Baba oğul bir birine bakıştı. Aralarına bir dalga girdi. Oğulda dalgalara karıştı, gitti.

Nuh Aleyhisselamın Kabul Olmayan Duası

Nuh aleyhisselam baba idi. Boğulan da oğlu.

Baba şefkatı ile ellerini açtı, Allah’a şöyle yalvardı:

“Ey Rabbim! Oğlumda ailemdendir. Senin va’din ise elbette hakdır. Sen hakimler hakimisin”

Allah’ın Nuh aleyhisselam’a cevabı şöyleydi:

“Ey Nuh! O asla ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı sâlih amel değildir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim. ”

Nuh alehisselam oğlunun küfrü sebebiyle ehlinden olma niteliğini kaybettiğini anlayınca;

“Rabbim! Bilmediğim şeyi senden istemekten sana sığınırım. Beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, kaybedenlerden olurum” dedi, Allah’a sığındı. (Bakınız, Hud, 36-47)

Âyetin açıklamasında şöyle denir:

“O senin oğlun, ama karekteri, tabiatı, imanı ve ahlâkı bakımından sana ve senin ailenden olmaya layık olmayan, senin zürriyetinden olmakla birlikte senden, sana aykırı, benim evladım diyemeyeceğin nitelikte hayırsız bir evlattır”(1)

Merhum şehid Seyyid kutub’da şöyle der:

“Fertleri birbirine bağlayan ve kopma nedir bilmeyen bağ; inanç bağıdır. Mü’minleri ne kan bağı bağlar birbirlerine ne de soy bağı...

 “Senin ailenden sayılmaz. , çünkü o kötü bir iş işlemiştir. ”

O, tamamen senden kopmuştur, sen de ondan. Her ne kadar senin soyundan gelmiş bir evlad ise de aranızdaki birinci ve en önemli bağ olan inanç bağı kopmuştur. Artık aranızda bir bağlantı, bir yakınlık söz değildir. (2)

Mahmut Toptaş hoca da şunları yazar:

“İman bağı kan bağının önüne geçer. Biz İranlı Selman-i Farisiye rahmet okurken Efendimizin amcası Ebu Leheb’e ‘tebbet’ okuyoruz.

Bedir harbinde baba oğulla, kardeş kardeşle karşı karşıya gelmiştir.

İbrahim aleyhisselam babasıyla karşı karşıya gelmiştir. O peygamberler bizim örnek ve önderlerimiz olduğuna göre dostlarımızı belirlerken kan grubuna göre değil, iman grubuna göre belirleyeceğiz.

‘Olur mu insan ciğerparesini bırakır mı?’ denilebilir. Ama bizler çürüyen dişlerimizi bizi acı içinde kıvrandırmasın diye çekip atıyoruz. Kanserli organımız, diğer organlarımıza geçmesin diye kesip atıyoruz.

İşte imansız kişi de diğerlerinin ebediyen yanmasına sebep olacağından ayırmak, uzaklaştırmak, karantina altına alıp islahına çalışmak gerek.

O sâlih olmayan bir amel, yaramaz bir iş olmuş. Yani babasının ve peygamberinin tebliği onda tutmamış. Kâfirlerin kalıbına göre dökülmüş.

Peygamber kendi oğlunu cehennem ateşinden kurtaramazsa hiçbir veli, hiçbir kâfiri, hiçbir zaman ateşten kurtaramaz.

Kâfir oğlu için dua eden peygamber uyarılıyor. Ve o peygamber de Rabbinden bağışlanma istiyor ve tevbe ediyor.

Günümüzde nice kâfirleri cennetlik yapmaya kalkışan küstahlar gördük. ”(3)

Nuh Aleyhisselam, 950 sene yaşamıştır. (Ankebut, 29/14)

Tufandan sonra ne kadar yaşadığı da bildirilmedi.

Ömrü boyunca kavmini Allah’a inanmaya ve ibadet etmeye davet etti. Kavmi inanmadı, küfürde ve Nuh aleyhisselamın peygamberiğini inkâr da inat ettiler. İnatları, inatçılar için “Nuh der, peygamber demez” atasözünün söylenmesine sebep oldu.

Nuh Aleyhisselam kavminden çok çekti. Karısı (tahrim, 66/10) ve oğlu da kâfirler arasında idi. Allah, kavminin kendisine inanmayacağını (Hud, 11/36) bildirince şöyle dua etti:

“Rabbim, yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bırakma.

Eğer bırakırsan kullarını sapıtırlar ve ancak günahkâr kâfir doğururlar. ” (Nuh, 71/71, 72)

İbrahim Aleyhisselam da ayni mealde Kâbe için şöyle dua etmişti:

“Rabbim, burasını güvenli bir belde kıl ve halkından Allah’a ve âhiret gününe inananları çeşitli ürünlerle rızıklandır.”

Allah, İbrahim Aleyhisselam’ın duasını şöyle cevaplandırdı:

“Küfredeni dahi az bir zaman faydalandıracağım, sonra onu ateşin azabına uğramak zorunda bırakacağım.”(Bakara, 2/126)

Kâfirlerin Sonu

Kâfirler, sonsuz âhiret hayatına göre; az bir zaman olan dünya hayatında yerler, içerler, mala, mülke, saltanata sahip olurlar, ama öldükten sonra da belâlarını bulurlar.

Nuh Aleyhisselam’ın oğlu da kâfir olarak Tufanda öldü ve ebedî ateşte kalmakla belâsını buldu.

Karısı da Nuh Alehisselam’a inanmadı. O da kâfirlerle birlikte helâk olup gitti, cehennemlik oldu.

İbrahim aleyhisselam’ın babası da puta tapardı. İbrahim aleyhisselamla aralarında şöyle bir konuşma geçer, İbrahim alehisselam babasına şöyle der:

“Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?”

“Babacığım! Doğrusu, sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Bana uy ki seni doğru yola ileteyim. ”

“Babacığım! Şeytana tapma! Çünkü şeytan Rahmân’a isyankâr olmuştur. ”

“Babacığım! Doğrusu ben, sana çok esirgeyici Rahmân tarafından bir azabın dokunmasından, böylece şeytana dost olmandan korkuyorum”

Putçu babanın, oğlu İbrahim aleyhisselam’a cevabı şöyle olur:

“Ey İbrahim! Sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, mutlaka seni taşa tutarım. Uzun bir süre benden uzaklaş”

 İbrahim aleyhisselam’ın yumucak, gönül alışı sözlerine bakın, bir de putçu babanın kaba ve sert sözlerine...

İbrahim aleyhisselam, babasına şöyle dedi:

“Esen kal! Senin için Rabbimden af dileyeceğim. Şüphesiz O, Beni nimetleri ile kuşatmıştır. ”

Sizi ve Allah’tan başka taptıklarınızı terk ediyor ve Rabbime ibadet ediyorum. Rabbime ibadet etmekle de mutsuz olmayacağımı umuyorum”(Meryam, 19(42-48)

Allah, kâfire af dilenemiyeceğini bildirdi (Tevbe, 9/113)

İbrahim aleyhisselam babası için af dilemekten vazgeçti. Baba ile oğul arasındaki bağ koptu. Baba küfür’de kaldı.

Amcası Ebu Talip, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemi büyüttü, evlendirdi. İş güç sahib yaptı. Allah tarafından da peygamberlikle görevledirilince hayatının sonuna kadar, O’nu himaye etti, müşriklere karşı korudu. “Benim cesedimi çiğnemedikçe hiç kimse yiğenime bir fiske vuramaz” dedi.

Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem amcası Ebu Talib’e de İslâm’ı tebliğ etti. Ebu Talip putlardan vazgeçip tevhide yönelmedi. Ebu Talip ölürken Allah’ın rasulü başucunda durmuş:Amca “lâ ilâhe illallah de” demiş, Ebu Talip son nefesini verirken bile inadından vazgeçmeyip iman etmemiştir. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem çok üzülmüştür.(4)

Âyet inmiştir. âyette şöyle buyurulmuştur:

“Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir. O doğru yola gelecekleri daha iyi bilir. ”(Kasas, 28/56)

Peygamberlerin vazifesi Allah’ın (cc) varlığını, birliğini, emirlerini, yasaklarını insanlar’a bildirmek, iman edenler’e öğretmek, örnek ve önder olarak yapıp göstermektir.

İnanmak muhatabın irade ve gönlüne kalmış bir iştir. İradesini kötüye kullananlar inkâr yoluna sapmışlar ve kâfirlik damgasını kendi elleri ile kendilerine vurmuşlardır.

Hülasa kâfirden sâlih adam olmaz. Kâfirin işi dünyada, kendine ve başkalarına faydalı olsa da, âhirette ne kendisine ne de başkasına hiç bir faydası olmaz. Dolayısı ile kâfirin hiçbir işi de sâlih amelden ve Allah katında sâlih işten sayılmaz.

Konu ile ilgili iki âyetin meâli şöyledir:

“İnkâr edip âyetlerimizi ve âhirete kavuşmayı yalanlayanlara gelince onlar azabın içine atılacaktır.” (Rum, 30/16)

“Çünkü onlar, Allah’ın gazabına sebep olan şeylere uymuşlar, O’nun rızasına uygun her şeyden nefret etmişlerdir. Allah da onları yaptıkları işleri boşa çıkarmıştır.“ (47/28)

Bir başka örnek verelim:

Karun

Karun, Musa aleyhisselam’ın kavmindendi. Çok zengindi. Zenginliğine mağrurdu. O da Firavun gibi azgındı. Musa Aleyhisselam’ın peygamberliğini kabul etmedi, Mucizelerine sihir dedi. (bakınız: Mümin, 40/24)

Allah, Karun’un zenginliği hakkında şöyle buyurur:

“Sadece anahtarlarını taşımak bile güçlü, kuvvetli bir topluluğa ağır geliyordu.”

Kavminin aklı başında olanları ona nasihat etti:

“Şımarma, şüphesiz Allah şımaranları sevmez”

“Allah’ın sana verdikleri ile âhiret yurdunu kazanmaya bak. Dünyadan da nasibini unutma.

Allah sana nasıl ihsanda bulunduysa sen de insanlara öylece ihsanda bulun. Ülkede bozgunculuk çıkarmaya kalkma. Çünkü Allah bozguncuları sevmez. ”(Kasas, 28/76, 77)

Karun kendisine yapılan nasihatleri kabul etmedi. Zenginliğine baktı. Kendi gibi zengin olanlar da yoktu. Mağrurane konuştu: “Ben bu servete yalnız kendi bilgimle kavuştum” dedi. (Kasas, 28/78)

“İnsan kendinde bir zenginlik hissedip “Ben, hiç kimseye muhtaç değilim” düşüncesine kapıldığı an kendi kapına sığmamaya başlar, hatta Allah’ı bile tanımaz olur”

Karun, kavminin ileri gelenlerinin, “Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sende ihsan et” öğütlerine, “Neden Allah’ın ihsanı olsun? Onu ben aklım, ilmim ve alışverişteki kabiliyetim, ticaretteki başarı ve becerilerimde kazandım” dedi.(5)

Mal, mülk ve servet, Allah’ın bir vergisi kabul edilip, helalından kazanılmaz, helalına sarfedilmezse, dünya azgınlığına, âhiret perişanlığına sebep olur. “Âhiret varsa; Bizim malımızda, evladımız da sizden çok. Dolayısı ile biz azaba uğratılmayız” (Sebe, 34/35) dedirtebilir.

İlim

Allah’ın, insan’a verdiği nimetlerin en büyüklerinden biri de ilimdir.

İlimle insan, diğer varlıklardan ayrılır. İlimle insan, öğrenir, öğretir. Rabbini, kendini ve diğer varlıkları bilir, keşif ve icat da bulunur.

Ama insanın ilmi sınırlıdır.

Allah buyurur: “Size pek az ilim verilmiştir.” (İsra, 17/85)

Allah’ın sonsuz ilmi yanında insanın bildiği ne ki, okyanus da bir damla bile değildir. İnsan oğlu aya gitti, fezaya çıktı ama bildikleri, bilmedikleri yanında bir hiç hükmündedir.

İlim sahibi insana bilgisi ile, haddini bilmek, mütevazi olmak, kendisine akıl veren, ilim öğrenme yeteneği bahşeden Rabbine şükretmek düşer.

İmamımız, İmam-ı Azam Ebu Hanife bir şeye karar verdiği zaman, benim bildiğim bu kadar dermiş.

Kuzey Afrikadan bir zat İmam-ı Malik’e kırk soru getirmiş. İmam-ı Malik dördüne cevap vermiş. Adam İmam-ı Malik’e şöyle demiş: ”Ey Abdullah’ın babası! Beni sana gönderen kişi, bütün yeryüzünde senden daha büyük âlim olmadığını söyledi.”

İmam-ı Malik: “Demek ki ben, seni gönderen kişinin söylediği gibi biri değilim.” İmam-ı Malik, bilmediğine rahatça bilmiyorum, derdi. Bilmiyorum sözü onu hatadan koruyan bir sığınaktı.

İmam-ı şafii âlimi şöyle tanımlar: “İlim öğrendikçe kusurunu daha iyi anlayan kişiye âlim denir.”

İmam-ı Şafii’ye atfedilen bir söz vardır: “Men kâle ene âlimün fe hüve câhilün: Bir kimse ben âlimim derse, o câhildir.”

İlmin âfeti, belâsı ikidir: Din konusunda bilgi sahibi olanların ilmi ile amel etmemeleri, ikincisi de ilim sahiplerinin ilmine mağrur olmalarıdır.

Bir şahıs vardı. Her şeyi o bilirdi. Kitap yazardı, konuşurdu. Doğru olanın, hak olanın sadece kendisinin yazdığı ve söylediği şeyler olduğunu açıklardı. İlmine mağrur olması o hâle geldi ki, ders arkadaşları, sınıf arkadaşları, samimi, ihlas sahibi müslümanlar ondan uzaklaştılar, cenazesini, cenaze namazını seyreden mülhid bir adam sahiplendi...

“Karun’a “Ben bu servete yalnız kendi bilgimle kavuştum” sözünü söyleten küfrü, ilim ve maharetine mağrur oluşu idi.

Karun ile ilgili diğer âyetlerin meallerini de verelim:

Karun, bir gün kavminin karşısına ziyneti içinde çıktı. Dünya hayatını isteyenler ‘Keşke Karun’a verilenlerin benzeri bizim de olsaydı. Şüphesiz o büyük bir servet sahibidir.’ dediler.

Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, ‘Yazıklar olsun size! İman edip de sâlih amel yapanlara Allah’ın vereceği mükafat daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşturulur’ dediler.” (Kasas, 28/79-80)

İnsanı insan eden, insanı hayvan derekesine düşmekten koruyan da iman ve sâlih amel’dir.

Karun imandan da, sâlih amel’den de mahrumdu. Üstelik ilmine, maharetine, mal-mülk ve saltanatına son derece mağrurdu. Küfrün ve zenginliğin verdiği azgınlık, ilâhî azabı gerektirdi.

Allah Şöyle Buyurdu:

“Sonunda onu da, sarayını da yerin dibine batırdık. Allah’a karşı ona yardım edecek adamları da yoktu. Kendisini savunup kurtarabileceklerden de değildi.”

Allah, Karunun zenginliğine imrenenlerin durumunu da şöyle bildirir:

 “Daha dün onun yerinde olmayı arzu edenler, ‘Vay! Demek ki Allah, kullarından dilediği kimselere rızkı bol verir ve (dilediğine) kısarmış. Eğer Allah, bize lutfetmemiş olsaydı bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki kâfirler felah bulmazlar’ dediler. (Bakınız, Kasas, 28/81-82)

Şair kardeşim Yasin Hatipoğlu şöyle der:

Servete aldınmayınız, âhiri hep yağma- talan

Karun’u hatırlayınız, elde sıfır arta kalan.

Karundan bize kalan ders ve ibret, “Karun gibi zengin” ata sözüdür.

GÜNAH’A SEBEP OLAN HİÇ BİR İŞ SALİH AMEL OLAMAZ

Yusuf Aleyhisselâm’ın Kardeşleri

Yusuf Aleyhisselam çocukluğunda bir rüya gördü. Rüyasını babası Yakup aleyhisselam’a şöyle anlattı:

 “Babacığım! Rüyamda on bir yıldız ile güneşin ve ay’ın bana secde ettiğini gördüm.

Babası da “Yavrum! Sakın rüyanı kardeşlerine anlatayım deme! Sonra sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insanın apaçık düşmanıdır.” (Yusuf, 12/4, 5)

Babası, Yusuf’a Rabbin seni seçecek, sana rüya tabirini öğretecek, ataların İbrahim ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi, sana ve Yakup oğullarına da nimetini tamamlayacaktır, dedi.

Yusufun kardeşleri kendi aralarında şöyle konuştular:

 “Biz güçlü ve sayıca daha çok olduğumuz halde, babamız Yusuf ile kardeşini bizden çok seviyor. Babamız kesinlikle açık bir yanılgı içindedir. ”(Yusuf, 12/8)

Kardeşlerden biri şöyle dedi:

Yusufu öldürün veya bir yere atın kı babanızın teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da tevbe ederek sâlih kimseler olursunuz.

Diğer biri de şöyle dedi:

“Yusuf’u öldürmeyin, eğer mutlaka bir şey yapacaksanız, onu bir kuyunun dibine atın, gelip geçen kervanlardan biri onu bulup alsın.” (Yusuf:12/9,10)

Yusuf ve kardeşi Bünyamin aynı anneden, diğer kardeşler ise başka anneden olmuşlardır. Yusuf ve Bünyamin diğerlerinin baba bir, anne ayrı kardeşleridir.

Üvey kardeşleri, Yusuf Aleyhisselam’ı öldürmek istediler. Adam öldürmek büyük günahdır. Öldürmeye niyet etmek bile günahdır. Öldürmekten vazgeçtiler, onu bir kuyu’ya attılar. Kuyu da bir tarafa çarpar, ölebilirdi, kuyu suyunda boğulup ölebilirdi de. Ölmese bile kuyu’ya atmak, insanın razı olmadığı bir şeyi ona yapmak da günahdır.

Rivâyete göre kuyu’ya düşerken bir taşa tutundu, sağ kalabildi. Bir kervan geldi, kuyu’dan çıkardı, Mısır’a götürdü, köle diye sattı. Evin kadını ona göz dikti, onunla beraber olmak istedi. Yusuf aleyhissalam istediği reddedince, iftira etti. Zindana attırdı. Yıllarca zindanda kaldı.

Hükümdarın rüyasını tabir edince zindandan çıkarıldı. İnceleme sonunda suçsuz olduğu ve iftiraya uğradığı anlaşıldı.

Kral “Onu bana getirin, kendime danışman yapayım” dedi. Getirdiler.

Kral Yusuf Aleyhisselam’a da şöyle dedi: “Bundan böyle yanımızda önemli bir yere sahip güvenilir biri olacaksın.” (Yusuf, 12/54)

Yusuf Aleyhisselam da kral’a şöyle dedi:

“Beni ülkenin hazinelerini yönetmekle görvlendir. Çünkü ben koruyup yönetmeyi çok iyi bilirim” (Yusuf, 12/55)

 Kral, Yusuf Aleyhisselam’ın teklifini kabul etti. “Artık dilediği yer de kalıyor, dilediği gibi yönetiyordu.” (Yusuf, 12/56)

 Bereketli yedi yıl geçti. Bu yıllar da Yusuf kralın rüyasında belirtilen kıtlığa karşı tedbirler aldı. Zahire stok’u yaptı. bazı ekinleri de başaklarında bıraktı. Yedi yıl sürecek kıtlık başladı. Her yerde yokluk ve açlık kol gezerken, Mısır ambarları zahire ile dolu idi. Her taraftan zahire almak için Mısır’a geliyorlardı.

“Yusuf’un kardeşleri de gelip huzuruna çıktılar. Yusuf onları tanıdı. Onlar ise Yusuf’u tanımadılar.

Yusuf onların yüklerini hazırlatınca, ‘Baba bir kardeşinizi bana getirin. Görüyorsunuz ya ben ölçeği tam veriyorum ve ben konukseverlerin en hayırlısıyım.

Eğer onu bana getirmezseniz size ölçekle verilecek bir şey yok ve bana yaklaşmayın’ dedi.” (Yusuf, 12/58-60)

Yusuf Aleyhisselam’ın kardeşleri, zahire almak için ikinci gelişlerinde Yusuf Aleyhisselam’ın ana bir kardeşlerini de getirdiler. Yusuf Alehisselam kardeşini tanıdı, ona “Ben senin öz kardeşinim artık onların yaptıklarına üzülme” dedi. (Yusuf, 12/69)

Yusuf Aleyhisselam öz kardeşini yanında alıkoymak istiyordu. Ülkenin kanunlarına göre yabancılar, ancak ülkeden bir şeyi iznsiz çıkardıkları zaman alıkonabilirdi. (bkz. Yusuf, 12/76)

Yusuf aleyhisselam “Onların yüklerini hazırlatınca su kabını öz kardeşinin yüküne yerleştirdi.” (Yusuf, 12/70)

Yusuf’un kardeşleri hareket ettiler kral’ın adamları geldiler, kervanı durdurdular, Yusuf’ un öz kardeşinin çuvalının içinde su kabını buldular.

Yusuf’un kardeşleri “Eğer o hırsızlık yaptıysa, daha önce de kardeşi de hırsızlık yapmıştı” dediler.

Yusuf onlara bir şey belli etmeden bu sözü içine attı. “Siz daha kötü durumdasınız. Yaptığınız şeyi Allah çok iyi biliyor” dedi (Yusuf, 12/77)

Yusuf Aleyhissselamın kardeşlerinin, ona yaptığı kötülüklerin hepsi büyük günahlardı. En son yüzüne karşı söyledikleri “ Eğer o hırsızlık yaptıysa, daha önce de kardeşi de hırsızlık yapmıştı” sözleri en büyük bir iftira idi.

Yusuf’un kardeşleri iman ehli insanlardı. Onlara kâfir diyemeyiz. “Yusufu öldürün veya bir yere atın kı babanızın teveccühü yalnız size kalsın!Ondan sonra da tevbe ederek sâlih kimseler olursunuz. ” sözü bunu göstermektedir.

İman ehli olanlar, imanlarını sâlih amellerle kuvvetledirmezler ve korumazlarsa Yusuf Aleyhisselam’ın kardeşlerinin durumlarına düşerler. Cinâyet, hırsızlık, iftira ve çeşitli kötülüklerin işleyicileri olurlar. Müslüman toplumlarda meydana Gelen kötülükler bunu göstermektedir.

Çare; iman’a, sâlih amele dayalı bir hayata sahip olmaktır....

Allah buyurur: “İman edip sâlih amel işleyenler naim cennetlerindedir.” (Hac, 22/56)

Kâfirlerin yeri ebedî cehennemdir. Allah affetmezse, günahkâr Müslümanların cezalarını çekecekleri yer de cehennemdir... Allah korusun!

Amin.

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

(1)   Prof. Dr. M. Zeki Duman, Beyanü’l-Hak, 2/21, Fecr Yayınevi, 2006, Ank.

(2)   Prof. Seyyid, Kutub, Fi zılali’l- Kur’an , 8/167, Hikmet yayınevi, İst.

(3)   Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, 4/50, Gerçek Hayat Yayını, 2008, İst.

(4)   Prof. Dr. M. Zeki Duman, 1/449, Mevdûdî Tefhimü’l- Kur’an, 4/199, Yeni Şafak Yayını, İst.

(5)   Prof. Dr. M. Zeki Duman, 1/454

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2136
Ynt: Salih Ameli Yok Eden Manevi Hastalık: ‘Riya’ - GÖSTERİŞ
« Yanıtla #1 : Ağustos 21, 2017, 10:54:56 ÖÖ »
Salih Ameli Yok Eden Manevi Hastalık: ‘Riya’ - GÖSTERİŞ

Riya, Allahû Teâla’dan (cc)  başkasının  rızasını/hoşnutluğunu kazanma düşüncesiyle amelde ihlası terk etmektir. Riya, Allah’a itaat eder görünerek kulların takdirini kazanma arzusudur. Riya imanın aslını ortadan kaldırmaz, fakat amellerin savabını yok eder. Şirk ise imanın aslını ortadan kaldırır. İnsanı küfür içinde bırakır. Manevi hastalık olan riya son tahlilde, mükellefi gizli şirk fesadına sürükler.  Tabiûndan bazı kimseler, Hz. İbni Ömer (r.a) ile sohbet ederken “ Biz idarecilerimizin yanına girer ve onlara karşı, oradan çıktığımız zaman söylediklerimizin zıddı olan sözler söyleriz” dediler. İbni Ömer: “Biz bu sizin yaptığınızı Resululah sallallahü aleyhi ve sellem zamanıında iki yüzlülük (riya) sayardık” cevabını vermiştir.

 

Salih Ameli Yok Eden Manevi Hastalık: ‘Riya’

RİYA, gösteriş demektir.  Riya: Bir insanın özünün ve sözünün bir olmamasıdır. İki yüzlü olmasıdır. Riya sahibi insana riyâkar denir..(1) Dinde riya; Allah için yapılması gerekeni insanlara gösteriş için yapmaktır. Riya, dindarlık görüntüsü altında maddi çıkar sağlamak, değişik menfaatler elde etmek, şan, şöhret, mevki ve makam sahibi olmak için yapılır. Bu konularda yapılan bütün tutum ve davranışlara da riya denir.(2)

 

Riya Hakkında Söylenenler

İnsan, kendisini insanların övmesini değil, Allah’ın sevmesini istemeli, insanların yergisinden değil, Allah’ın yergisinden ve gazabından sakınmalıdır.(3) Riya, saygınlık kazanma, çıkar sağlama gibi dünyevi amaçlarla kendisinde üstün özellikler bulunduğuna başkalarını inandıracak tarzda davranmaya denir.  Riya, Allah’tan başkasının  rızasını/hoşnutluğunu kazanma düşüncesiyle amelde ihlası terk etmektir.. Riya, Allah’a itaat eder görünerek kulların takdirini kazanma isteğidir.

 *

Riya, sırf Allah rızası için yapılması gereken ibadetleri ve güzel davranışları kendini beğendirmek ve insanlara göstermek için yapmaktır.

 *

Riyanın hakikatı ibadetlerle ve hayırlı işlerle insanların kalblerinde mevki sahibi olmak istemektir. Riya kalb fiillerinin en çirkinlerindendir.  Riyanın zıddı ‘ihlas’tır. İhlas, her türlü gösterişden uzak olarak Allah’ın rızasını istemektir. İhlaslı kimse, amelinden dolayı övülmeyi sevmeyendir.(4)

 *

Riya ibadetlerin ve güzel amellerin sevabını ortadan kaldırır.  Riyanın iki sebebi vardır: İmandaki zayıflık, mal, mülk, makam ve şöhret gibi dünyalık hırsı.  Gerçek iman sahipleri, ibadet fiil ve davranışlarını Allah rızası için yaparlar, insanların şöyle ya da böyle değerlendirmelerine itibar etmezler.

Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir hadisinde şöyle buyurur:  Sizin için en korktuğum şey, küçük şirk, yani riyadır.(5) Riya ibadetlerin ve güzel amellerin sevabını ortadan kaldırır.

Riyanın iki sebebi vardır: İmandaki zayıflık, mal, mülk, makam ve şöhret gibi dünyalık hırsı.  Kur’an-ı Kerimin riya ile ilgili ayetleri de münafıklar hakkındadır. Riya münafıklık alametidir.

Riya, İslâm’ın Güzel Hasletlerinin Çirkin Şahsı Çıkarlara Alet Edilmesidir.

Konu ile ilgili bir alıntı yapalım: “Riya, kişinin, görsünler diye bir davranış içine girmesi, bir ibadeti gösteriş için yapmasıdır.  Salih bir ameli Allah rızasını kazanmak amacıyla değil, insanların beğenisini kazanmak için yapmaktır.  Bir işi, bir iyilik veya bir ibadeti gösteriş için yapanlara “riyakâr” veya “mürâi” denir.  Riya, samimiyetsizliğin, ikiyüzlülüğün, kişiliksizliğin bir sonucudur.  Bazı zayıf karakterli kişilerin ya bir dünyalık elde etmek, veya bir makam sahibi olmak, şöhrete ulaşmak için başkalarına şirin görünmeye çalışırlar. Onların hoşuna gidecek dvvranışlarda bulunurlar. Oldukları gibi değil de yaranmaya çalıştıkları kişilere göre görünürler, ortama göre hareket ederler.  Riyakarlığın en çirkini ve kötüsü, insanı Rabbine yaklaştıran ve kulluğun gereği olan ibadetlerin ve İslâmi esasların çirkin şahsi çıkarlara alet edilmesidir.”(6)

Riya, kötü ahlakın kaynağıdır.  Riya, insanın en zayıf damarıdır.(7)

İhlas ve Riya konusunda merhum Ömer Nasuhi Bilmen şunları yazar: İhlas her hangi bir işi güzel bir niyetle saf bir kalp ile yapmak, o işe başka bir şey karıştırmamaktır. Böyle bir hale “hulus”da denir. Yapılan vazifelerin kıymetleri, ihlâsa göre artar.  İhlasın zıddı riyadır. Bir vazifeyi sadece bir gösteriş için veya maddî bir fayda için yapmaktır.  Riyakar bir insan, temiz ruhlu bir insan değildir. Yaptığı amellerin mükâfatını Hak’tan dilemeye yüzü olamaz.  Bir Hadis-i Şerifte: Şüphe yok ki Allah Teâlâ sadece kendisi için ve kendisinin rızası istenilerek yapılan amelden başkasını kabul buyurmaz” (Nesâi, Cihad, no: 3140) buyurmuştur.(8)

 

 Riya Hakkında Ayet-i Kerimeler

 Kur’an-ı Kerimde riya hakkında beş ayet-i kerime vardır:

 Allah şöyle buyurur: 1- Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde, insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın.  Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir.  Onlar kazandıklarından hiç bir şey elde edemezler. Allah kafirler gürûhunu hidayete erdirmez. (Bakara, 2/264)

Ebu’l-Leys Semerkandi ayetin açıklamasında şunları yazar: Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları halde, insanlara gösteriş için malını infak eden kimseler gibi, siz de sadakalarınızı başa kakmak ve eza etmek suretiyle heder etmeyin.  O müşrikler infak ederler de, küfürleri sadakalarını imha eder, sevabını yok eder. Nitekim verdikleri sadakaları başa kakan mü’minlerinde minnet ve ezaları sadakalarını imha eder.  Yüce Allah bunların sadakalarını şiddetli bir yağmur vasıtasıyla üzerinden toprağı giden ve hiç bir şey bitmeyen taşa benzetmiştir. Riya ve küfür ehlinin sadakaları bunun gibidir.  Onların sadakaları kendilerine asla fayda vermez, kalbleri yumuşatmaz. Sevap ve mükafatını göremezler.  Kafir küfründe devam etiği müddetçe, riya ehli riyasından vazgeçmedikçe, küfür ve riyalarından dolayı yüce Allah onların yaptıkları tasaddukları kabul etmez. Yaptıkları tasaddukların mükafaat ve sevabını Allah katında bulamazlar. Onların kalbleri, toprağı gitmiş, üzerinde hiç bir şey bitmeyen sert bir taş gibidir ki, o ilâhi rahmetle yumuşayıp iman nasip olmaz. Gönülleri nurlanmaz, kalblerinde iman meş’alesi yanmaz. (9)

Merhum M. Zeki Duman hocamız ayetin açıklamasında şunları yazar: Sadakalar ve iyilikler ancak, herhangi bir menfaat beklemeksizin; eskilerin tabiriyle garazsız ve ivazsız yapılırsa anlam kazanır; sahibine de ecri ve teşekkürü hak ettirir.  Allah indinde makbul olan ise, Allah’a ve ahiret gününe iman etmiş müminlerin, Allah rızasından başka hiçbir şey, hatta teşekkürü dahi beklemeden verilen sadakalar ve yapılan iyiliklerdir.   Tabii ki, şahsa şan, şöhret vb. dünya menfaati kazandırsın diye verilen sadakaların, yapılan iyiliklerin ne Allah nezdinde bir değeri vardır ne de insanların yanında.   Bilhassa Allah’a ve ahiret gününe iman etmediği halde, malını gösteriş için saçıp ssavuranlarla, inandığı halde verdiği şahsın başına kakan, zaman zaman hatırlatıp maddî, manevi karşılık bekleyen kimselerinki sonuçta aynıdır.   Bunlar, tıpkı sert bir kaya üzerindeki az bir toprağa tohum eken adam gibidir;gökten sağanak halinde inen iri taneli yağmur, orada yeşerecek toprak ve tohum bırakmayacağı gibi, başa kakma ve eziyet de sadakanın nemalanmasına ve ahirette sahibine bir yarar sağlamasına imkan bırakmaz.(10)

Merhum şehid Seyyid kutub da şunları yazar: Bir riya örtüsüne bürünmüş kaskatı kalbi “üzerinde toprak bulunan kaya” temsil eder. Yumuşaklıktan ve bir bitkiden eser bulunmayan bir taş parçası. Katılığını gizlemek için üzeri hafif bir toprakla örtülmüş. Tıpkı iman nurundan mahrum kalblerin katılığını riyanın örtüp kapattığı gibi...  Şiddetli yağan yağmur o kaskatı kayanın üzerindeki toprağı da silip götürür. Ve kaskatı kaya apaçık meydana çıkar. Ne bir bitki var üstünde, ne de bir meyveden eser...  İnsanlara gösteriş için malını infak eden (harcayan) kalbler de aynen o kaya gibidir. Ne hayırlı semere verir, ne de ukbada (ahirette) bir sevaba ulaşır. (11)

Allah, Rızası İçin Yapılan Amelleri Kabul Eder

Allah buyurur: Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla ve kalben mümin olarak mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yüksekce bir yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki, bol yağmur alınca iki kat ürün verir. Bol yağmur almasa bile ona çişeleme yeter. Allah, yaptıklarınızzı hakkıyla görendir. (Bakara, 2/265)

Merhum Şehid Seyyid Kutub ayetin açıklamasında şunları yazar:’İmanla mamur olmuş bir kalb. Tebessümle güzelleşmiş bir gönül. Sırf “Allah’ın rızasını” kazanmak için infak ediyor. Ve infak ettiği şeyi de hayırlı olduğuna canı gönülden inanarak veriyor. İnfak ettiği şey imanından coşup gelmektedir. Kökleri ta vicdanının derinliklerine inmektedir.  Riya ile perdelenmiş katı bir kalbi üzerinde az bir toprak yığını bulunan kaskatı bir kaya temsil ettiğine göre, inanmış kalbi de cennetin temsil etmesi gerekir.  Evet üzerinde bir avuç topak bulunan kayaya mukabil mümin kalbi de üzerinde toprak yığını bulunuan yemyeşil bir bahçe gibidir.  Şiddetli bir yağmur gelince kaya üzerindeki bir avuç toprak parçasını götürdüğü gibi, bahçedeki verimli toprağı alıp götüremiyor. Bilakis toprağı canlandırıyor, verimli bir hale getirerek yemyeşil yapıyor... Üzerine düşen sağnak; tıpkı sadakanın mü’min gönülleri temizleyip arıtarak Allah ile olan alakalarını geliştirdiği malını da tertemiz kılıp, Allah’ın dilediği kadar artırdığı gibi toprağı canlandırıyor.  Sadakanın İslâm cemiyetinin hayatını islah edip geliştirdiği gibi o sağnakta toprağı geliştiriyor ve ihya ediyor. (12)

Allah buyurur.

2-Onlar mallarını insanlara gösteriş için harcarlar, Allah’a ve ahiret gününe inanmazlar. Şeytan kime arkadaş olursa, o ne kötü bir arkadaştır. (Nisa:4/38)

İman olmaayınca, Allah indinde hiçbir şey fayda vermez. Münafıklar mallarını insanlara gösteriş için sarfederler. Onlar Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları için yaptıkları şeylerde Allah’ın rızasını düşünmezler. Mallarını riya ile sarfetmeleri şeytanın iğvasından dolayıdır. Yani şeytanın arkadaşı olduklarındandır.

Allah, Allah’a ve ahiret gününe inanmayanları sevmez. Şeytan kime arkadaş olursa, o ne kötü bir arkadaştır. Şeytan onları Hakka yönelmekten alıkoyar, kendi isyan ettiği gibi, onları da isyan ettirir. (13)

Allah buyurur.

3- Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.  Onlar küfür ile iman arasında bocalayıp dururlar. Ne bunlara (mü’minlere) ne de şunlara (kafirlere) bağlanırlar. (4/142)

Allah bu ayetlerde münafıkların durumlarını açıklıyor. Münafıklar iman ettiklerini söyleyerek küfürlerini gizlerler. Akıllarınca Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Halbuki kendilerinden başkasını aldatamazlar. Münafıklar, namazı bir angarya kabul ederler.  Namaz onların üzerinde bir yükmüş gibi zorlanırlar. Yaptıkları ibadetleri, kıldıkları namazları Allah rızası için değil de, insanlara gösteriş için yaparlar. Sadece insanları aldatmak için göze girmeye çalışırlar.  Münafıklar, imanla küfür arasında bocalayıp dururlar.(14)

İman etmedikleri için Allah’a istekli değiller, fakat mü’min görünmek durumunda oldukları için, istemeseler de namaz kılmak zorundadırlar.  Bu yüzden munafıklar, günde beş defa namaz sebebiyle büyük bir sıkıntı, içsel bir çatışma yaşamaktadırlar. Onların iki yüzlülükleri kendileri için bir bela ve içlerinde büyük bir derttir.  Ne iman edip mü’minlere katılırlar ne de küfürlerini açıklayıp kafir olduklarını söylerler.(15)

4- Siz sakın, gurur, kibir ve halka gösteriş için yurtlarından çıkan ve insanları Allah yolundan alıkoyan kimseler gibi olmayın. Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır. (8/47)

 Bu ayet, gururu, büyüklenmeyi ve gösterişi ve inançlı yaşamayı engellemeyi kesin olarak yasaklıyor. Medine üzerine yürüyen Kureyş müşrikleri gibi olmayın diyor.

Kureyş müşrikleri, Medine üzerine yürürken yanlarında şarkı söyleyip dans eden kızları, def çalan cariyeler de götürüyorlardı. Kendilerine katılmak isteyen kabilelerine “Hayır! Size ihtiyacımız yok. Biz savaşa değil, Medine’ye âlem yapmaya gidiyoruz. O nedenle de yanımızda şaraplar, kesilecek develer ve def çalıp oynayacak cariyeler götürüyoruz. Orada öyle bir âlem yapacağız ki, Arap dünyası sürekli olarak bizim zaferimizden ve gerçekleştirdiğimiz kutlamadan söz edecektir”...(16)

Bedir Savaşı’nda gururlu Kureyş uluları, gururlarının ve azgınlıklarının cezasını buldular.

5-Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar (Maun, Sûresi: 107/4-6)

Namazlarını gafletle ve vaktını geciktirerek kılanların vay haline. Çünkü onlar abdestsiz, itikatsız sırf halka iyi görünmek için kılarlar.  Riyakardırlar. Halkın kendilerini kötülememeleri için ibadet ederler. Veya övülmek niyetiyle kendilerini ibadete verirler.  Maksatları Hak Teâlâ’nın rızasını kazanmak değildir. Ahiretteki sevap da onları ilgilendirmez. (T. Kur’an 6/481)

Elmalılı merhum şöyle der: Onlar gösteriş yaparlar. Her ne amel yapsalar Allah için yapmazlar da halka gösteriş için ve herkesin göreceği yerler de yaparlar.(17)

 Merhum Prof. Dr. Zeki Duman namaz konusunda mü’minlerin dikkatlı olmaları için şunları ifade etmiştir: ‘Bu sûrenin, namaza gereken önemi vermeyenler yönünden bakıldığında, bazı müminlere de mesajlar verdiği söylenebilir. O nedenle denilebilir ki gerektiğince önem verilmeyen, şart ve rükûnleri ile birlikte, ihlasla ve ta’dl-i erkana uyarak, huşu ve hudû içerisinde, vaktinde edâ edilmeyen namaz, mü’minden beklenen namaz değildir.Kılınan namaz, şahsı kötülüklerden uzaklaştırmıyor, hayra ve iyiliğe teşvik etmiyor; insana yardım ve destek bir yana, ödünç alıp vermelere dahi teşvik etmiyorsa, bu namaz da mü’minin kıldığı namaz olamaz.  Özellikle de kılmış, kılmamış pek önemsenmeyen, vakte riayet etmeyen, aklına geldikçe kılınan; bazen yüksünerek, tembel tembel kalkıp kılmadı demesinler diye, bir faydanın celbi ya da zararın defi için kılan kimsenin namazı ise kendisini, ancak Allah’tan uzaklaştırır. Müslümanlardan olup böyle namaz kılanlara yazıklar olsun!’(18)

 

Riya İle İlgili Hadisler

Allah hadis-i kudsi de şöyle buyurur:

Kim işlediği amelde benden başkasını bana ortak koşarsa, o kişiyi de ortak koştuğunu da reddederim. (Riyazus Salihin, 7/69)

Riya imanın aslını ortadan kaldırmaz. Amellerin savabını yok eder. Şirk ise imanın aslını ortadan kaldırır. İnsanı küfür içinde bırakır.

Allaha kulluk yapıyormuş gibi gözüktüğü halde, niyetinde başka yaratıkları memnun etmek ya da onların beğenilerini kazanmak düşüncesi de bulunan kimselerin bu yaptıkları kesinlikle gösteriştir. Riyanın hiç bulunmaması gerekli olan yer ibadetlerdir.

 Riya insanı sonuçta  mükellefi gizli şirke götürür. İbni Ömer (r.a)’e bir takım insanlar kendisine gelip, “Biz idarecilerimizin yanına girer ve onlara karşı, oradan çıktığımız zaman söylediklerimizin tam zıddı olan sözler söyleriz” dediler. İbni Ömer: Biz bu sizin yaptığınızı Resululah sallallahü aleyhi ve sellem zamanıında iki yüzlülük (riya) sayardık” cevabını verdi.(19)

Peygamberimiz (sav) riyakarlar hakkında şöyle buyurur: Şüphesiz insanların en kötülerinden biri, bir yüzle şunlara bir yüzle de bunlara gelen iki yüzlü kimselerdir.(20)

Kim yaptığı bir iyiliği (şöhret kazanmak için) halka duyurursa, onu rezil ve rüsvay eder. Kim halk içinde (mevkii kazanmak için) işlediği bir hayrı halka gösterirse, Allah da onun gizli hallerini kıyamet gününde açığa vurur. (B 12/201)

Ubeyy bin Kab (r.a) dedi: Benimle beraber harb’e katılan bir kişiden yardım istedim. O bana: Hayır! Ancak bana bir ücret tayın edersen yardım ederim. Bunun üzerine ona ücret tayın ettim. Daha sonra bu durumu Rasulullah’a arz ettim. Şöyle buyurdular: Onun için gerek dünyasında ve gerek ahiretinde senin tayın ettiğin ücretten başka bir nasip yoktur. (21)

Riya, kötü ahlakın kaynağıdır. En çirkin davranışlardan biridir. Münafıkların ve iman nimetine sahip olmayanların vasıflarındandır. Esefle söylemek mecburiyetindeyiz ki, iman ehli olup, Müslümanca yaşama azmi ve kararlılığından uzak, nefsî duygularının esiri olmuş kişilerde de riya davranışları görülmektedir.

 Riya belasından korunmak için, ”Niyet ettim Allah rızası için namaz kılmaya, zekat vermeye, oruç tutmaya, yardım etmeye, iyilik yapmaya” deriz. Yaptığımız yardımları, iyilikleri unuturuz, anlatmayız, övünmeyiz, başa kakmayız.

Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin uzun bir hadis-i şerifinde şehidin, ilim adamının ve zenginin riyalarını bildirmesi ibret amamız için bir örnektir. Bütün ibadetlerimizi, hayır ve hasenatımızı, insanî davranışlarımızdan sevab kazanmamız için, Allah’ın rızasını isteyerek yapmamız lazımdır.

Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem hadis-i şerifinde şöyle buyurur: “Kıyamet gününde insanların, üzerine ilk hüküm verilecek olanı şehid edilen bir adamdır. Bu adam getirilerek ona Allah nimetlerini tanıtacak o da onları tanıyacaktır.

Bu nimetler hakkında ne yaptın? Diye soracak; şahid: Senin uğrunda çarpıştım. Nihayet şehid edildim, diyecektir. Hak Teâlâ: “Yalan söyledin! Lakin sen cesur denilmek için çarpıştın. Gerçekten denildi de” buyuracak. Sonra onun hakkında emir verecek ve yüz üstü sürüklenecek, nihayet cehenneme atılacaktır.  Bir de ilmi öğrenip öğreten ve Kur’an okuyan bir adamdır. Bu da getirilerek kendisine nimetlerini tanıtacak, o da onları tanıyacaktır.

Bunlar hakkında ne yaptın? diye soracak. O adam: İlmi öğrendim ve öğrettim. Senin rızan için Kur’anı da okudum diyecek. Hak Teâlâ: “Yalan söyledin! Lakin sen ilmi âlim denilsin diye öğrendin, Kur’an’ı da okuyucu denilsin diye okudun. Gerçekten de denildi de” buyuracak. Sonra onun hakkında emir verecek ve yüz üstü sürüklenecek, nihayet cehenneme atılacaktır.

Bir de Allah’ın yakasını genişlettiği ve kendisine malın her çeşidinden verdiği adamdır. Bu da getirilerek ona nimetlerini tanıtacak o da onları tanıyacaktır.

Bunlar hakkında ne yaptın? diye soracak. O adam: “Uğrunda mal sarf edilmesini dilediğin hiçbir yol bırakmadım. Mutlaka senin için sarf ettim” diyecek. Hak Teâlâ hazretleri: “Yalan söyledin! Lakin sen, o cömerttir desinler diye yaptın. Gerçekten de denildi de” buyuracak. Sonra onun hakkında emir verecek ve yüzü üstü sürüklenecek, sonra cehenneme atılacaktır. (22)

 

Kalb ile İşlenen Günahlar

İbnu Hacer el-Heytemî’ şöyle der: “Kalble işlenen günahlar, dış azalarla işlenen günahlardan daha tehlikelidir. Çünkü onlar, sonuçta imanı zedeler, ibadetin kabul edilmesini engeller, amellerin sevabını yok eder.  Gizli günahların çoğu insanı şirke sürükler, nifaka bulaştırır, dinden bile çıkarır.

Ayrıca kalbte yer eden gizli günahlar, devamlıdır, her zaman insanı tehlikeye sokar. Zahiri günahlar ise böyle değildir.  Bir insan devamlı adam öldüremez, hiç ara vermeden içki içemez. Fakat hasetçi bir insan devamlı haset ateşiyle kavrulur.  Kibirli bir insan her işinde kibrini ortaya koyar.  Riyakar bir insan, her ne yapsa işlerinde riya kokar.  Aşırı dünya sevgisi, mal hırsı tedavi edilmezse, can çıkana kadar kalbe yara olur. Kalbi saran günahları fark etmek kadar, onları terk etmek de zordur.  Bunun için gerçekten ıslah olmuş ve Allah ile huzur bulmuş insan sayısı azdır.

Mevla Celaleddin-i Rumi’nin sözü ile konuyu bağlayalım: Münafıkla mü’mini namazında gör.  Biri riya, diğeri ibadet ve yalvarmak için kılıyor.  Oruç, hac, namaz ve zekat mü’min ile kafiri bir birinden ayırır.  Mü’mine ibadet ebedî bir safâ, münafıklara ise can derdidir.(23)

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

(1)   Ferit Develioğlu, Osmanlıca –Türkçe Lügat, sh, 1074, 1962. Ank.

(2)   İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, 4/13, 14, 1997, İst.

(3)   Adı geçen eser, 4/14

(4)   Ahmed Davudoğlu, Müslim tercümesi, 9/113, Sönmez yayını, 1978, İst.

(5)   Tirmizi, Hadis no:1457

(6)   Hüseyin. K. Ece, SH, 555, Beyan yayını, 2006, İst.

(7)   Yeni ansiklopedi, 3/1013, Timaş yayını, 1989, İst.

(8)   Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, sh, 563, Milli Gazete yayını, İst.

(9)   Ebu’l-Leys Semerkandi, Tefsirul Kur’an, 1/297, Özgü yayın, İst.

(10)   Prof. Dr. Zeki Dumam, Beyanül Hak, 3/98 Fecr yayını, 2006, Ank.

(11)   Prof. Seyyid Kutub, Fizilalil Kur’an, 2/86, Hikmet yayınevi, 1971, İst.

(12)   Adı geçen eser, 2/2/87

(13)   Tefsiri Kur’an, 2/35

(14)   Adı Geçen eser, 2/124

(15)   BeyanülHak:3/275

(16)   Adı geçen eser, 3/130, Mevdudi, Tefhimül Kur’an, 2/174, Yeni Şafak yayını, 1996, İst.

(17)   Tefsirul Kur’an 6/481, M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 9/505, Zaman yayını, İst.

(18)   Beyanül Hak, 1/119

(19)   Riyazüs Salihin, 7/70, 72, Erkam yayını

(20)   Müslim Tercümesi, 10/561

(21)   Buhari Tecrid-i Sarih Tecümesi 12/201, Diyanet yayını, Ank.

(22)   Müslim Tercümesi, 9/ 112

(23)   Levha Sözler, 19, Niyazi Vakfı yayını

N. Mehmet Solmaz.

 


* BENZER KONULAR

Ebubekir İpek - Benim Sevdam Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:00:30 ÖS]


Ahlakî Eğitimde Annenin Önemi Gönderen: melek
[Dün, 07:33:28 ÖÖ]


Kurşun Döktürmek Neden Caiz Değildir Gönderen: melek
[Dün, 07:28:41 ÖÖ]


Merhamete Dön Gönderen: melek
[Dün, 07:23:29 ÖÖ]


Kaçarak Evlenmek Mutluluk Getirir mi Gönderen: melek
[Dün, 07:18:11 ÖÖ]


Allah'ın Mağfiretine Koşun Gönderen: melek
[Dün, 07:11:07 ÖÖ]


Kul Borcu Yüzünden Allah'a Kulluğu Unutmak Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:05:22 ÖÖ]


Mümin Ülfet Eder Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:01:45 ÖÖ]


Çocukların Kıyafet Adabı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:22:55 ÖÖ]


Allah, Kalplerin Özünü Bilir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:17:24 ÖÖ]


Göz Alerjisi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:04:42 ÖÖ]


Sünnetullah Ontoloji Kurallar Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 05:57:29 ÖÖ]


Zekeriyya Aleyhisselam Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 05:43:56 ÖÖ]


Kulluk’tan Düşme Nedeni Heva Gönderen: türkiyem
[Mayıs 10, 2024, 09:24:39 ÖÖ]


Yaratan Rabb'inin Adıyla Oku Gönderen: türkiyem
[Mayıs 10, 2024, 09:18:20 ÖÖ]


Hasta Kalp Gönderen: türkiyem
[Mayıs 10, 2024, 09:05:04 ÖÖ]


O’nun Rızası İçin Gönderen: türkiyem
[Mayıs 10, 2024, 08:51:01 ÖÖ]


Akıl Eğitimi Gönderen: türkiyem
[Mayıs 10, 2024, 08:44:10 ÖÖ]


Modern Hayatın Kölesi Olmaktan Kurtulalım Gönderen: fanidunya NET
[Mayıs 10, 2024, 08:03:13 ÖÖ]


Kul Hakkına Riayet Etmek Gönderen: fanidunya NET
[Mayıs 10, 2024, 07:54:32 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42