Mükellefiyeti Kaldıran Hususlar
“Üç kişiden sorumluluk kaldırılmıştır. Uyanıncaya kadar uyuyandan, akıl hastalığına düçar olandan, aklı başına gelinceye kadar ve ergenlik çağına gelinceye kadar çocuktan.”
(Ebû Dâvûd, Hudûd, 17).
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de insanları kendisine kulluk etmesi için yarattığını beyan etmektedir (Zâriyat, 51/56). Fıtratta var olan kulluk edebilme kabiliyeti sayesinde âdemoğlundan Rabbine yöneldiği vakit iman etmenin yanı sıra salih ameller de beklenmektedir. Yaratıcı, kullarına hem dünya hem de ahiret mutluluğu için bazı sorumluluklar yüklemiştir. Bu sorumlulukları yerine getirmesi beklenen kimselere “mükellef” adı verilir.
İslam’da mükellefiyet sahibi olan insanın bu hâllerini sürekli ya da geçici olarak kaldıran bir takım hususlar vardır. Hz. Aişe’den (r.anha) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bir hadisinde uyanana kadar uyuyan kimseden, akıllanıncaya kadar mecnundan ve büyüyünceye kadar çocuktan sorumluluğun kaldırıldığı haber verilmektedir (Ebû Dâvûd, Hudûd, 17). Bu bağlamda mükellef olmanın şartları; akıl sahibi olmak, büluğa ermiş olmak ve yükümlü olduğu hususları yerine getirebilecek güçte olmaktır.
Sahabeden Zû Mihmer’in anlattığına göre “Biz bir seferde Resulüllah (s.a.s.) ile beraberdik. Yolda giderken Allah Resulü aniden hızlandı. Genelde bir yolculuk esnasında yanındaki yiyecek içecek azaldığında böyle yapardı. Birisi ona, ‘Ey Allah’ın Resulü! İnsanlar geride kaldılar.’ deyince durdu ve geride kalanlar yetişinceye kadar bekledi. Geride kalanlar yetişip bütün yolcular bir araya toplanınca Allah Resulü arkadaşlarının yorgunluğunu da görerek ‘Hafifçe uyusak size faydalı olur mu?’ dedi ve müsait bir yerde konakladı. Sonra da ‘Bizi bu gece kim bekleyecek?’ diye sordu. Ben de ‘Ben beklerim’ diyerek cevap verdim. Bunun üzerine Allah Resulü devesinin yularını bana verdi ve ‘Şunu al, sakın dikkatsiz davranma!’ dedi. Ben de Resulüllah’ın devesinin yuları ile kendi devemin yularından tutup fazla uzaklaşmaksızın biraz ilerledim. Sonra iki deveyi otlamaları için bıraktım ve onları gözetlemeye başladım, ancak uyku ağır bastı ve oracıkta uyuyakaldım. Hatta güneş doğup yüzümde sıcaklığını duyuncaya kadar hiçbir şey hissetmedim. Güneşin sıcaklığını duyunca hemen uyandım, sağıma soluma baktım, neyse ki iki binek de fazla uzaklaşmamış, yakında bir yerde duruyorlardı. Allah Resulü’nün devesinin yuları ile kendi devemin yularından tutup topluluktan bana en yakın olan kişiye yaklaştım, onu uyandırdım ve ‘Namaz kıldınız mı?’ diye sordum. ‘Hayır’ dedi. Sonra herkes birbirini uyandırmaya başladı. Derken Resulüllah da uyandı. Bilal’e ‘Su kabında su var mı?’ diye seslendi. ‘Evet, Allah beni sana feda kılsın ya Resulallah!’ dedi. Bilal onun için abdest suyunu getirdi. Resulüllah toprağı ıslatmayacak kadar az su kullanarak abdest aldı. Sonra Bilal’e ezan okumasını emretti, o da ezan okudu. Hz. Peygamber kalktı, acele etmeksizin sabah namazının önce iki rekat sünnetini kıldı. Sonra Bilal’e kamet getirmesini söyledi. Bilal’in kamet getirmesinin ardından acele etmeksizin sabah namazının farzını kıldı. Topluluktan birisi ‘Ey Allah’ın Resulü! Kusurlu davrandık.’ deyince ‘Hayır, Allah önce ruhlarımızı aldı, sonra bize geri verdi namazımızı kıldık.’ buyurdu.” (Müsned, IV, 90)
Anlatılan olayda da görüldüğü üzere Hz. Peygamber (s.a.s.) uyuyakalıp sabah namazının vaktinde kılınmadığı zaman nasıl telafi edileceğini öğretmiştir. Nitekim bir başka hadiste uyuyarak veya unutarak namaz vaktini geçiren kimsenin durumu sorulduğunda bu kimsenin namazının kefaretinin uyanınca ya da hatırlayınca kılmak olduğunu ifade etmiştir (Nesâî, Mevâkît, 53).
Rahmet Peygamberinin (s.a.s.) hadisinde geçtiği üzere cünun halinin ehliyet sahibi olmayı kaybetme nedenlerinden olduğuna işaret edilmektedir. Buna göre aklını yitiren kimse, dinin emir ve yasakları söz konusu olduğunda mükellef sayılmamaktadır. Hatta söz konusu kimseler cezai yaptırımı gerektirecek hâllerden bile muaf tutulmuşlardır.
Büluğ çağına ermemiş çocuklar da ibadetler yönünden mükellef sayılmazlar. Nitekim ehliyet sahibi olmak bir kimsenin kendi lehine veya aleyhine olan meşru haklarının geçerliliği içindir. Bu bakımdan çocukluk da tıpkı uyku ve cünun hâli gibi emir ve yasaklardan sorumlu tutulmama sebepleri arasında sayılmıştır. Bununla beraber Efendimiz (s.a.s.), çocukları her fırsatta sevdirmek ve alıştırmak adına zorunlu olmasalar bile ibadetlere dâhil etmiştir.
Esasında sorumluluğun geçici veya tam olarak ortadan kalkması Allah’ın söz konusu kimselere lütfu olabilmektedir. Arızi sayılan bu hâller ortadan kalkınca yani; uyuyan uyanınca, akıl hastalığına düçar olanın aklı ve bilinci yerine gelince, çocuk ise büluğ çağına varınca teklîf tahakkuk eder ve mükellef sayılırlar.
Dinî yükümlülükler ve dünyevi yasaklardaki sorumluluk alanlarında aklın tam kapasite kullanımı söz konusudur. Uyku, baygınlık, çocukluk ve delilik hâlleri ise aklın tam kapasite kullanımını engelleyen durumlardır. Şüphesiz “Allah hiçbir nefse gücünün yeteceğinden öte yük yüklemez.” (Bakara, 2/286). Kullarının durumunu en iyi bilen Yaradan, onlara karşı çok merhametlidir; içlerinde zayıfların ve güç yetirmeye kudreti olmayanların durumunu bilmektedir. Söz konusu hadiste Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kendilerinden sorumluluk kaldırılanlardan bahsetmesinin yanı sıra İslam dininin müntesiplerine karşı merhametine işaret bulunmaktadır.