Gönderen Konu: Arzu Evreninde Erdemli Hayat  (Okunma sayısı 89 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5778
Arzu Evreninde Erdemli Hayat
« : Ağustos 05, 2023, 08:18:43 ÖÖ »


Arzu Evreninde Erdemli Hayat

Byung-Chul Han, Güzeli Kurtarmak kitabında söze “Pürüzsüzlük çağımızın alametidir.” diyerek başlar. Kadim öğretilerle modern felsefeyi mezcettiği eserinde ilk sözü estetik algımızı tümüyle değiştiren, güzele bakışımızı biçimlendiren ve yaşam pratiklerimiz kadar değer dünyamızı da etki altına alan “pürüzsüzlük” meselesine ayırmıştır. Çünkü “pürüzsüz olan yaralamaz” direnç göstermez ve konfor alanını korur.

Peki, neydi pürüzsüzlük ve nasıl olmuştu da arzunun nesnesi hâline gelmişti? “Pürüzsüz görsel iletişim, bulaşıcı olarak estetik mesafeden yoksun bir şekilde ortaya çıkar.” Muhayyileyi zedeleyerek mesajını doğrudan verir. Bu nedenle, ilk bakışta çekici olsa da uzun vadede etki gücünden yoksundur. Anlık bir tepki doğurur. İnsanı bütün duyguları ile nesneleştirir. Varlığı amacından ve sahip olduğu anlamından sıyırarak objeye indirger. Göz alıcıdır ama gönle dokunmaz. Kalıcı iz bırakan şey pürüzlerdir; sanatı doğuran, insanın anlam dünyasına seslenen, doğanın güzelliklerini perde perde açan pürüzün ta kendisidir: Girintiler ve çıkıntılar… Ahşabı sanat eserine dönüştüren oymalar, taşa zarafet katan hakkaklar, bir bestenin can alıcı noktasını temsil eden meyanlar…

Modern çağ; istek ve arzuları, beğeni ve dikkatleri biçimlendirmek üzere, “güzel” kavramına hücum etti. Yerel ve yerleşik algıları bozguna uğratarak “güzel”i tek tipleştirdi. Onu pürüzsüzlükle cezalandırdı. Eşyadan insan bedenine, maddi alem pürüzsüzlüğün hegemonyasına girdi. İçinde yaşadığımız çağ, ortaya koyduğu güzellik tanımında ısrarcı dahi olmadan moda adı altında her yıl, her sezon yeni bir güzellik algısıyla karşımıza çıkarak insanlığın arzularını kamçıladı. Vazgeçmediği müstahkem kalesi ise pürüzsüzlük oldu. Bütün bu olup bitenin ardında değer dünyamız örselendi. Beden algımızdan eşyaya bakışımıza kadar pürüzsüzlük baş tacı edildi ve gözler, surete odaklandı. İnsanın sireti de eşyanın nihai amacı da hasıraltı edildi. Güzel olan, arzulanan nesne ile sınırlandırıldı.

Maalesef kavramların içini boşaltan arzu evreniyle karşı karşıyayız: İsteklerin kutsandığı, “Çünkü istiyorum!” sloganının yaşamı ele geçirmeye yeltendiği bir dünyayla. Eğitim politikalarımız istek ve ihtiyaç hiyerarşisini genç dimağlara yerleştirmek için cansiperane uğraşadursun günümüzde reklamlar bize bir yaşam algısı pazarlamakta.

Reklamların stratejilerinin dayandığı nokta oldukça basit: Bahanesiz ve ihtiyaçtan bağımsız, sadece istemek. Satın alın çünkü hak ediyorsunuz, satın alın çünkü siz buna değersiniz, satın alın çünkü güzel ve pürüzsüz. Mutluluk, bir tüketicinin hızlı ve kolay ama maalesef ki anlık doyum sağlama görevine indirgenmiş durumda. Doyum elde etmeye yönelik her dürtü, popüler kültürde işlerliğini korumakta. Hayatta kalmamız için edindiğimiz beceriler amacını aşıyor. Aşırı tüketimle ve kullan at devrimiyle sürekli olarak daha fazla şeye sahip olma arzusu duyuyoruz.

Her türlü arzunun tatmin edilmesi hem bir hak hem de bir ödev olarak dayatılmakta. İstemek, güç ve özgürlükle ilişkilendiriliyor, insanlar gıpta edilesi bir yaşamın peşinden sürükleniyor. Arzunun ocağını harlayan duygu ise kıskançlık oluyor. İmrenme duygusu medeniyeti inşa eden temel taşlardan biriyken kıskançlıkta ruhsal huzursuzluklar baş veriyor. İmrenme, ölçülü olduğu takdirde uygarlaştırıcı bir etki gösterir. Kıskançlık ise yiyip bitirir ve kişiyi kendinde olmayana odaklar. Amerikan kültürü eleştirmeni Henry Louis Mencken’in, zenginlik tanımı bu gerçeği ironik bir şekilde ortaya koyar: “Yıllık gelirinizin karınızın kız kardeşinin kocasınınkinden en az yüz dolar daha fazla olması” gerekir ki kendinizi zengin hissedebilin. Mencken’in anlatmaya çalıştığı hakikat, kıskançlığın en yakınlarımızla dahi aramıza aşılmaz mesafeler koyması; insanı, insanın sığınağı olmaktan çıkartıp Batılı tabirle kurdu yapması.

Günümüzde gençlik kültürünün hâkim konumda bulunmasının arka planında yine aşırı tatmin çabasının yer aldığı ileri sürülebilir. Güzellik algısındaki değişim, arzunun kışkırtılması ve istek merkezli yaşamın öne çıkarılması insanlığı “gençlik”in kutsandığı bir hayata empoze etmeye çalışıyor: Pürüzsüz bir cilt ve yaşlanma karşıtlığı. Maddi olana boyun eğiş… Bitip tükenmeyen bir sahip olma güdüsü. Bu güdünün altında yatan temel saik ise kıskançlık. Kıskançlığın ızdırabından kurtularak kıskanılan olma, gıpta edilen bir bireye dönüşme arzusu. İnsanlar “şeyler”e arzu duyarken kendi yaşamlarını da arzu duyulur hâle getirmeye çalışıyor. Eşyaya odaklanma, kıskançlıktan kaynaklanan arzularımızın belki de en dolaysızı.

Marcus Aurelius, Düşünceler eseriyle çağlar öncesinden sesleniyor ve âdeta günümüz insanını düşünmeye davet ediyor: “Sahip olmadığın şeyler üzerine, sahip olduğun şeyler üzerine düşündüğünden daha çok düşünme. Var olanlar arasında sana en çok hoşnutluk veren şeylere bir bak, eğer onlara sahip olmasaydın ne kadar çok isteyeceğini düşün. Ama sahip olmaktan hoşnutluk duyduğun şeylere karşı da ölçülü ol, yoksa olanı yitirecek olursan fazlasıyla sarsılırsın.” Airelius, kitabında kanaatkârlığı ön planda tutarak eşya ile kurulan bağın sağlıklı bir zemine çekilmesini salık veriyor.

Dolaylı olarak odaklandığımız bir başka maddi varlık ise bedenlerimiz. Peki, ruh, duygular ve kalp… Manevi varlığımızı sembolize eden bu kavramlar dünya ile alışverişimizin neresinde dersiniz? Farkına dahi varmadan, konfor alanımız bizi kuşatan bir düşmana, müstahkem kalelerimiz birer hapishaneye dönüşebiliyor. Sınırsızca tatmin edilen arzu bizi kendi burgaçlarında sıkıştırıp öğütüyor. Arzular, doyuruldukça acıkan obur bir canavara dönüşüyor.

Müslüman Bilinci: Arzuya Ket Vurmak

Çağımızda mutluluk, arzunun tatmin edilmesi, isteklerin yerine getirilmesiyle eş değer tutuluyor. Elizaberth Farrelly’nin Mutluluğun Sakıncaları’nda ifade ettiği şekliyle “…mutluluğu görev, sorumluluk ve gereklilikle şekillendirilmiş bir yaşamın ümit edilen bir yan etkisi olarak görmekle, mutluluğu ele geçirilemediği için daha da büyük bir hırsla peşinden koşulan, neredeyse evrensel bir amaç olarak görmek arasındaki fark”ı ıskalıyoruz.

Bu noktada yapılması gerekenlerden biri hiç kuşkusuz kavramların iadeiitibarıdır. Başta “güzellik” ve sadece ona sahip olmanın mutluluk vereceğine duyulan inanç olmak üzere kavramlar ve değerler üzerinde yeniden düşünmeliyiz. Mutluluk tanımlarımızı gözden geçirmeli, onun sürekli peşinden koşulan bir amaç değil erdemli yaşamın bir sonucu olduğunu idrak etmeliyiz. Bakışlarımızı suretten sirete çevirerek fânilik karşısında baki olanın yanında yer almalıyız.

Aurelius, insanın fâniliğini özetlerken çarpıcı örnekler verir: “Pek yakında küle ve kuru kemiklere döneceksin, bir addan başka bir şey olmayacaksın, belki bir adın bile kalmayacak geride. Hem ad da bir sesten, bir yankıdan başka bir şey değildir.” Böylesi bir acziyete mukabil insanın maddi olana odaklanması tam anlamıyla trajikomiktir.

Tarih boyunca felsefi ve dinî öğretiler güzel ve iyi olanı fâniliğin ellerinden çekip alır, maddi olanın geçiciliğinden kurtararak ona sonsuzluğun kapısını aralamayı amaç edinir. İslam dininin temel öğretisinde de “güzel”, kalbe sürur veren ve manevi tatmin sağlayan şeydir. “Ben, (başka değil, sadece) (iyi), güzel ahlakı tamamlamak (uygulamak) için gönderildim.” (İbn Hanbel, II, 381) buyuran Hz. Peygamber (s.a.s.), güzelin ahlakla ilişkisine dikkat çeker. Onu suretin hegemonyasından kurtararak siretin değeri hâline getirir.

Peki, arzu evreninde erdemli bir hayat sürmek nasıl mümkün olacaktır? Bütün dinler ve felsefi öğretiler arzunun haşarılığına ket vurma gayesindedir. Yine de onu yeryüzünden silmeyi hedeflemezler. Çünkü arzunun insanlığı ele geçirilmesinden daha dehşet verici bir şey varsa bu da hiç arzu duyulmamasıdır. Arzunun sona ermesi yaşamın sona ermesidir. William Irvine’in dediği gibi: “Arzuyu çıkarırsanız, geriye ne yaşamayı ne de ölmeyi arzulayan, donuk varlıkların oluşturduğu bir dünya kalır.”

Byung-Chul Han bu duruma Yorgunluk Toplumu’nda “Bartleby Vakası” adını verir. Merville’in metafizik ve teolojik okumaya müsait bu novellası, adını başkahramanı Kâtip Bartleby’den alır. O, “Yapmamayı tercih ederim.” söylemiyle yitirilen arzunun sembolü hâline gelir ve hikâyenin sonunda ne yaşamı ne de ölmeyi arzulayan donuk bir nesneye dönüşür. Nasıl ki arzu herhangi bir sınırlandırılmaya tabi tutulmadığı takdirde insanı nesneleştiriyorsa arzunun yitimi de benzer sonuçlar doğurur. O hâlde yapılması gereken arzunun yeryüzünden silinmesi değil kontrol altına alınarak hayra tebdil edilmesidir. Bu da erdemlerin öncelenmesiyle mümkündür.

Güzellik ve mutluluk kavramları gibi, diğer bütün insanı değerlerin tohumları iyilikle sulanmalıdır. Yaratılışı ifade eden ahlak ancak güzel ile buluştuğunda anlam kazanır. Müslüman şahsiyete düşen görev ve sorumluluk arzuyu yok etmek yahut yok saymak değil onu istendik alanlara kanalize etmektir. Müslüman birey, maddi varlığın fâniliğini görerek asıl doyumun manevi olana yönelmekle mümkün olduğunu idrak eder. Hayatını güzel ahlak ve salih amellerle müzeyyen kılar. “Sen elbette güzel bir ahlak üzeresin.” (Kalem, 68/4) buyurulan Peygamber’i (s.a.s.) kendine örnek alır.

“Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlak bakımından en güzel olanıdır.” (Ebu Davud, Sünnet, 15) buyuran Hz. Peygamber, güzel ahlakın iman ile ilişkisine dikkat çekmiş, yaşantısıyla da erdemli bir hayatın niteliğini ortaya koymuştur.

Arzu evreninde erdemli bir hayat sürmek, nerede olursa olsun Allah’a karşı sorumluluğun bilincinde olan, kötü ve çirkin olanı, iyilik yaparak yok eden, insanlara da güzel ahlaka uygun bir şekilde davranan mümin tavır ile mümkün olacaktır (Tirmizi, Birr, 55). Ancak o zaman güzellik algısı çağın dayatmalarından kurtulacak, mutluluk kutsanan uçarı bir hâl değil, iç huzurun remzi olacak ve arzu sadece iyi ve güzel olana yönlendirilerek bireysel ve toplumsal yaşantı nitelikli bir şekilde tesis edilecektir.

Sema Bayar.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

2014 - Ahmet Yağmur - Medine'ye Hasret Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:03:52 ÖS]


Asıl Derdimiz Dertsiz İnsanlar Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:27:42 ÖÖ]


Hayatını Düzene Koymak İsteyen Müslüman Gençlere Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:17:49 ÖÖ]


Bizi Aldatan Bizden Değildir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:53:08 ÖÖ]


BenimKkim Olduğumu Biliyor musun Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:42:56 ÖÖ]


Çocuklarımıza Sahip Çıkmalıyız Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:35:33 ÖÖ]


Zulmün Zararları Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:22:59 ÖÖ]


Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:49:10 ÖÖ]


Yalşayan Hurafeler Karşışında Müslümanların Tavırları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:40:06 ÖÖ]


Yalanın Zararları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:02:40 ÖÖ]


Ahiretin kapısı ölümü Hatırlamak ve Ona Hazırlanmak Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:49:11 ÖÖ]


Hicr Süresi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:32:26 ÖÖ]


Güven Duygusunu Nasıl Elde Ederiz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:22:28 ÖÖ]


Korku ve Ümit Ahiret İnancından Doğar Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:09:23 ÖÖ]


Süleyman Aleyhisselam Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:00:28 ÖÖ]


Zikir İbâdeti Kalbin Cilâsıdır Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 09:45:16 ÖS]


Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:47:12 ÖS]


Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:42:28 ÖS]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41