Gönderen Konu: Hayatın Dönemleri  (Okunma sayısı 72 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı türkiyem

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 1964
Hayatın Dönemleri
« : Aralık 14, 2023, 07:55:04 ÖS »


Hayatın Dönemleri

1. ÇOCUKLUK DÖNEMİ

Şüphesiz şuurlu, inançlı, bilinçli Müslüman, çocuklarını doğru şekilde yetiştirmeye çalışır, her şeyden çok onlarla ilgilenir; düşmanlara, onların kötü metotlarına, hile vasıtalarına, takip ettikleri aşağı, rezil yollara karşı çocuklarını tetikte tutmak, onları uyarmak için bütün gayretini sarf eder. Eğer baba, bu görevini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışır, güzel bir şekilde hareket eder, İslâmî yaşayışa önem verirse Allah’ın izniyle, çocuğu, istediği ve razı olduğu bir şekilde yetişecektir. Şayet görevinde kusur ederse bunun kötü etkisi ve pedagojik zararı ortaya çıkacaktır.

Küçüklerin iman ve ibadet üzere yetişmeleri için büyüklerin, evlerinde bazı metotları uygulaması gerekir ki böylece çocuklar babalarından görüp de onları taklit etsinler. Örneğin, babaların, evlerinde namaz kılmaları gerekir. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyuruyor: “Evlerinizde de namaz kılın, evlerinizi kabirlere çevirmeyin.

Sizden biri mescitte namazı (farzı) kılınca, namazdan bir kısmını da (sünneti) evine ayırsın.

Ayrıca evde Kur’ân okunması, faydalı işler yapılması, sağlam bir İslâmî yaşantının olması gerekir ki bu sayede çocuklar bu yaşantı üzere yetişip anne babalarına tâbi olsunlar.

Çocuk terbiyesi diğer toplumlarda da bilinen bir şeydir. Bu nedenle emperyalistler bir ülkeye girdikleri zaman gözlerini büyümekte olan çocuklara ve yetişkin büyüklere dikerler.

Çocuklara fikirlerini telkin etmeye, büyükleri ise mal, makam, mevki yoluyla akıllarını çelerek, arzu ve isteklerini gerçekleştirerek satın almaya büyük önem verirler.

Daha yolun başındayken büyükler sayesinde, büyüdükleri zaman da çocuklar sayesinde arzularına ulaşırlar. Çocuklar büyüdüklerinde artık akıllarında emperyalistlerin fikirleri iyice yer etmiş, kalplerinde düşmanların metotları yerleşmiş olur, düşmanların pınarlarından içeceklerini içmiş, onların tarzlarından alacaklarını almış olurlar. Artık çocukların beyinlerine, düşmanların yerleştirmek ve doldurmak istediği şeyler eğitimle, şehvet peşinde koşmakla, şöhret ve makama atılmakla iyice yerleşmiş olur.

Emperyalistler hangi ülkeye girmişlerse önce bu projeleri gerçekleştirmekle işe başlamışlardır.

Enstitüdeki öğretmenler çocukların inanç¬larını yönlendirme konusunda tecrübeli kişilerdendi. Hatta bazıları râhipti ve üstelik râhip elbisesi giyiyorlardı. Eğitim, emperya¬lizmin dili ve inancını merkez alarak başladı. Meselâ, yazmaya başlarken sayfanın başına “Y.M.Y.” yazılıyordu. Öğrenciler de herşeyi taklit ediyor, işittiklerini ezberliyorlardı. Zira onlar sadece büyümekte olan küçük çocuklardı; maksatları ezberlemek ve görevleri öğrenmek olan öğrencilerdi.

İlkokul dördüncü sınıf öğrencileri ara¬sında ismi “Said” olan bir çocuk vardı. Said, her söylenileni ezberliyor, her açıklananı kav-rıyordu. Aynı zamanda İslâmî bir ahlâka ve heyecana sahipti. Zira ailesi terbiyesine önem veriyor ve İslam inancının onun zihnine yerleşmesine çalışıyordu. Said, öğrenciler arasında ders konusunda birinci ve onlar için örnek olan biriydi.

Râhiplerden biri Said`in birçok metodu öğrendiğini, bazı metinleri ezbere tekrarladığını gördü ve öğrenciler arasında birinci olan, önde giden ve onlar için örnek olan bu öğrenciden faydalanmak istedi. Önce onu, daha sonra da onun peşinden gitmeleri için diğer öğrencileri Hıristiyanlığa davet edecekti. Ona diğer öğrencilerden daha fazla değer veriyor, onu överek, methederek, bazı ödüller vererek ayartıyordu.

Râhip bir gün dördüncü sınıf öğrencileri¬nin dersliğine girdi ve onlara şöyle dedi:

“Sizin de bildiğiniz gibi arkadaşınız Said, çalış-kan, zeki, ilmî potansiyele, zihinsel yeteneklere sahip biri. Hiç şüphesiz, parlak zekasıyla doğruyu bulup çıkarmış, olgun düşüncesiyle gerçeği yakalamış ve bizden biri olmuştur. Bakın, ödevini yazmaya başlamadan önce sayfanın başına, Müslümanlar “Bismillâhirrahmânirrahîm” yazarken o bizim gibi “Y.M.Y.” yazıyor. Biz bu harflerle “İsa, Meryem, Yusuf”u kastediyoruz. Ey Said, sen ne kastediyorsun, bizim gibi mi düşünüyorsun? Sen bizden biri oldun, sen zekisin. Seni, söylediklerimizi tekrar ederken, yaptığımız şeyleri yaparken gördüm. Seni akranlarına tercih ediyoruz. Arkadaşların da seninle aynı görüştedir herhalde.”

Said, râhibin “İsa, Meryem, Yusuf” sö¬zünü duyunca duyguları kabardı ve heyecanla “Ey râhip (Y.M.Y.) yazısıyla ben “Yaîşü Mu-hammed Yâ” (Hz. Muhammed yaşıyor) manasını kastediyorum.” dedi. Said, bu cümleyi, heyecanlı, ihtişâmlı, izzetli ve coşkulu bir sesle söyledi. Öğrenciler bu olaya sevindiler ve arkadaşlarını alkışladılar.

Râhip, susakaldı, düşündüklerinde hüsrana uğramış, çabası boşa gitmiş, istediği şeyi kaybetmişti. Gerilemeye başladı, hor, hakir, başarısız ve kaybetmiş bir sîmayla eli boş olarak sınıftan çıktı. Bundan sonra derste konuşurken inanca saldırmaktan uzak dura¬rak daha dikkatli olmaya başladı.

Emperyalistler ve onların misyonerlik yayınları, girdikleri ülkelerde, büyümekte olan çocukların zihinlerine iyice yerleşmesi için ilkokul öğrencilerine kendi dillerinin zorunlu kılınmasına büyük önem veriyor. Emperyalistler, onların yardakçıları ve fanatikleri, in¬sanlar arasında o dilin rağbet görüp yayılması için onun, ilim ve medeniyet dili olduğunu yayıyorlar ki böylece yerleşim yerlerini göste¬ren levhalar ve tüm reklam levhalarının yazımı o dille olsun. Bu iş o kadar yayılsın ki en küçük ve nüfusu en az olan yerleşim yerinde bile böyle olsun. Daha da fazlası o dilin ke¬lime ve ibarelerinden birçoğu insanların söz ve konuşmalarına girsin. Bir açıklama bekleyerek veya eleştirerek onlara bu konuda bir soru sorduğun zaman şöyle bir cevapla karşılaşırsın:

“Bu dil, evrenseldir, bilim dilidir. Ülkemizde dilimiz Arapça `yı bilmeyen birçok yabancı insan (turist) var. Bundan dolayı ço-ğunluğun bildiği dille yazmak gerekiyor.” Şüphesiz bu tür cevaplar, örümcek ağından bile daha zayıf ve daha çürük cevaplardır.

Dünyada kim kendi inancının dili yerine, isteyerek, iftiharla ve gururla düşmanlarının dilini yerleştirmeye çalışır? Düşmanlar kendi ülkelerinde azınlık olan yabancılar için yerleşim levhalarını başka bir dille yazıyor mu?

Tüm bu sözler, çok zayıf delillerdir, hatta delil bile değildir. Ancak alçaklığın ve aşağılık kompleksinin bir göstergesidir.

Düşmanların sembolü olan dillerinin yüksek yerlerdeki levhalara, gençler ve çocukların elbiselerine konulmasının gerekçesi nedir?

Emperyalistler büyümekte olan çocukların, henüz soyut konuları bilmeyen ve o konuları düşünmeyen küçük çocuklar oldukları, tek bir sınıfta kalan öğrenci sayısının artırılmasının daha ekonomik olacağı ve bu uygulamanın ilim ve medeniyet ülkelerinde yaygın ve revaçta olduğu bahaneleriyle, okullarda kız-erkek karma eğitim yapılması için büyük gayret sarf ediyorlar. Bütün bunlar öncekin¬den daha zayıf ve tutarsız bahanelerdir.

Şayet küçükler soyut konuları bilmiyorlar ise bize düşen, tecrübe, deneyim ve fiilî uygulamalarla onlara bu konuları öğretmektir.

Tek bir sınıftaki öğrenci sayısının sadece erkek öğrenciler veya sadece kız öğrenciler olacak şekilde artırılmasıyla kazanç elde edilmesi de mümkündür. Fakat emperyalistlere tutkun olanlar ve onları ilim ve medeniyet ehli sayanların önünde, taklitçilik ve aşağılık kompleksi gibi büyük bir engel durmaktadır. Burada şu soruyu sormak mümkündür:

“Düşmanına hayran kalan, onu taklide çalışan ve onu kendisinden daha bilgin ve daha medenî gören kişinin konumu nedir?”

Dünyada bunun tek bir cevabı vardır. O da şudur: Bu bir âdîlik, aşağılık kompleksi, rezillik ve boyun eğmekten başka bir şey de-ğildir. Böyle birinin, herhangi bir sorumluluk ve mevki üstlenmesi doğru değildir. Bu kişi bir sorumluluk üstlendiği zaman milletinin küçük düşmesi, konumunun zayıflaması için çalışır ve o milletin fertlerinin kendilerini güçsüz hissetmelerine sebep olur.

Büyümekte olan çocuklar bu eğitimle büyürse, bozulma, çökme ve toplumun konumunun zayıflamasına sebep olurlar. Bugün Müslümanların çektiği sıkıntı budur.

Otorite, düşünce ve şuur sahipleri dikkatlerini bu ko¬nuya verselerdi ne güzel olurdu.

Büyümekte olan çocukların derdi oyun oynamaktır. Karışık bir şekilde oyun oynamak da ne oluyor?

Çocuklar sadece kendilerine verilenleri ezberlemeye ve özümsemeye çalışıyorlar.

Düşmanların dilini ve âdetlerini zihinlerine yerleştirmeye çalışmak da ne oluyor?

Düşmanları ilim ve medeniyet ehli kabul etmek de ne oluyor?

Bütün bunlar alçaklık ve rezillik, düş¬manlarla bağları kuvvetlendirmektir, ahlâkî ve sosyal çöküntüdür. Ey akıl sahipleri işte bu durumdan ibret alın!...

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

Çevrimdışı türkiyem

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 1964
Ynt: Gençlik Dönemi
« Yanıtla #1 : Aralık 14, 2023, 08:08:30 ÖS »
Gençlik Dönemi

Genç, bu döneme girer girmez dünyayı, önünde açılmış, kendisini karşılamak için kollarını açmış, gözlerinin önüne malını sermiş, her istediğini kendisine sunar, her te¬menni ettiğini kendisine gösterir, her istediğini kendisine verir, arzuladığı ve düşlediği her şeye kendisini sevk eder vaziyette görür.

İmanın kolları arasında yetişen gencin aldığı terbiye ise, onu korumaya, gözetmeye ve takip etmeye devam eder. Böylece o genç, âhirette, ektiğini biçmek, diktiğinin meyvesini devşirmek için dünyada ekmesi ve dikmesi mümkün olan her şeyi eker ve diker. Böyle gençler, iyilik hazîneleri, ıslah kuvvetleri ve güç kaynaklarıdır. Millet onları örnek alır, onlarla bünyesini sağlamlaştırır, şeref ve onu¬runu inşâ etmede onlara dayanır, onlar milletin iftihâr ettiği fertlerdir, onlar milletin peşinden gittiği, omuzlara yükselttiği, her alanda kendileriyle şeref duyduğu kişilerdir.

Bu gençlerin birinin sesi bin kişinin sesidir. Bunların yazdıkları sözler daha mürekkebi kurumadan kapılır. Onlar milletin umududur. Fakat her guruptan, özellikle haçlılardan, Ya-hudilerden, onların her toplumdaki dostlarından ve her kesimdeki makam ve ihtiras sahibi kişilerden oluşan İslâm düşmanları, dört bir yandan onlara saldırmaya başladı. Çünkü düşmanlar bu gençleri, maksatlarını gerçekleştirme konusunda bir engel olarak görüyor, ihtiraslarını haram sayan kişiler olarak kabul ediyor, ayarttıkları diğer insanlar arasına karı¬şıklık, fitne, rezâlet sokan insanlar olarak görüyorlardı.

Dışarıdaki İslâm düşmanları, büyük bir hırsla, mü’minler ve aynı ülkedeki muhalifler arasına tefrika sokmaya çalışıyorlar. Aynı za-manda muhaliflere, mü’minlerle savaşmaları, mü’minleri küçük düşürmeleri için yardım ve destek veriyorlar. Bu, temel hedeflerinden biridir ve uğruna tüm hayatlarını feda ettikleri daimi misyonlarından biridir.

Böylece Müslüman bir toplumu parça parça etmiş, o topluma lider olmuş, güç ve kuv¬vet ellerine geçmiş, muhalifleri istedikleri gibi evirip çevirecek hale getirmiş olacaklar ve onların sayesinde istediklerini gerçekleştire¬bileceklerdi. Çünkü muhalifler, müminler hakkında çıkardıkları şayialar ve onlara attıkları iftiralarda, düşmanların piyonları idi.

Ayrıca bu muhalifler, ekonomi alanında, müminler hakkında bilgi toplamada ve müminlerin sırlarını ifşa etmede düşmanların destekçileri idiler. Muhalifler, makam, mevki ve mal sahibi olmakla, zinakâr düşman kadınlar ve zinakâr muhalif kadınlarla şehevi arzularını tatmin etmekle tüm gayretlerinin karşılığını alıyorlardı.

Toplumumuzda, ehil kişiler kendilerine kucak açmamış olan, imani bir terbiyeden ve İslami bir yönlendirmeden yoksun olan, sağlam bir koruma ve gözetimden, güvenilir bir ilgi¬den mahrum kalan insanlar, iman unsurunu kaybedip dünyaya meyletti, onun tuzlu ve acı suyundan yudumladı, suyu bozuk ve kirli pınarlarından içtiler.

Ayakları çamurun içine girdi. Saplanıp kaldılar, balçığın içine düştü, debelenip durdular. Sonra balçığın içinde doğrulup ayağa kalktılar ancak çıkamadılar ve o kirli pınarların etrafındaki gezinti yerlerine bakmaya başladılar. Canları oraya ulaşmak istedi ancak bu mümkün değildi. Her biri farklı düşünce ve hayallere daldı: Kimisi, oralara ulaşmak istiyor, nüfuzuyla oraya otoritesini yerleştirmeye çalışıyor, istediğini ayırıyor, arzuladığını alıyordu. Hoşuna gidene sahip oluyor, istediği her şeyi gerçekleştiriyordu. Bir diğeri, oraları idare etmek istiyordu. Oraları teslim aldı. İstediği malı toplamaya başladı. İtaat edilen bir lider olacak, oradaki maddi imkânla¬rın sahibi olacak, istediği her şeyi satın alabilecek, arzuladığı her şeyi elde edecekti. Bir başkası, buralarda gezinip güzelliklerini sergileyen süslenmiş kızlara ulaş-mak istiyordu. Bu kızlar, içgüdülerini tatmin etmek, gençliğinin gücünü, kudretini, maddi imkanlarını göstermek için oralarda dolaşan gençleri, güzellikleriyle kışkırtıyorlardı. Ve dördüncü bir kişi… Ve beşinci bir kişi… Herkes düşlediği şeyi gerçekleştirmek, peşinden koştuğu şeyi elde etmek istiyordu.

Düşmanlar, elbette ki gençlerin bu arzularını biliyorlar. Bu, imanın, şehvetini frenlemediği, hesap gününde teraziye bir şey koyamayacak olan ve ahiret düşüncesi olmayan gencin tabiatına uygun ve her yerde yaygın olan bir şeydir. Böyle bir genç toplumun kınamasını da dikkate almaz. Çünkü şehvet onu peşinden sürüklemekte, arzuları ona galip gelmekte, meşhur olma arzusu ona boyun eğdirmekte, makam, mevki sevgisi onu yönetmekte, lider olma isteği onu peşinden sürüklemektedir. Düşlerinden, emellerinden, arzularını gerçekleştirmekten ve içgüdülerini tatmin etmekten başka bir şey düşünmez. Bu sebeplerden dolayı emellerinin peşinde bir esir, düşleriyle tutsak, içgüdüleriyle zincirlenmiş ve şehevi arzularına boyun eğmiş olarak yürür. Düşman ajanları, gençlerle alakalı haberleri, onların yegâne gaye edindikleri hedefleri, fertlerle alakalı ayrıntılı bilgileri, onların arzularını ve onlarla alakalı her sırrı efendilerine iletiyorlardı. Bu ajanlar düşmanların hayranı olan ve şehevi arzuları kendilerini esir etmiş kimselerden idi. Bunlar arkadaşlarını, düşman sığınaklarına ve kadınların kucaklarına götürüyorlardı. Düşmanlar bu gençleri avlamak için onlara yem atıyorlardı. İş imkânı, para, başka bir yerde ise çeşitli iş imkânları sunan, bilgiler veren, avı ağlara düşüren, arzu ve istekleri tatmin eden bayan patronlar... Her imkân sahibi, gerçekleştirmiş olduğu şeyin sevinciyle hedefine doğru yürüyor ve arzusunu gerçekleştiren kişiye tabi oluyor. İşte o kişi ya sömürgeci düşmanın ta kendisi, ya da onun yandaşıdır! Düşman, kendine taraftar temin etmekle hem emeline ulaşmış hem de taraftarları sayesinde zorbalıkla hedefini gerçekleştirme imkânı bulmuş oluyor. Taraftarlarını kendi emriyle iş gören, istediği her şeyi hayata geçiren askerler ve kendine her türlü haberi ve gizli sırları ulaştıran casuslar haline getiriyor.
Dışarıdaki düşmanın öncelikli hedefleri şunlardır:

1. İtibarlarını zayıflatmak amacıyla samimi Müslümanlar hakkında dedikodu çıkarmak, onların aleyhine iftiralar yaymak, onlara suçlamalar yöneltmek -ki bu amaçları aşikârdır- ve onların tebliğini yaptıkları İslam misyonunu eleştirmek. Allah'ın (c.c.) laneti, insanları Allah'ın yolundan alıkoyanlara ve o yolu eğri göstermek isteyenlerin üzerine olsun.

2. Samimi Müslümanlara muhalefet etmek, kazanmaktan ve meşhur olmaktan başka gayesi olmayan, dinden sapmış makam sahiplerine destek ve yardım ederek Müslümanları zelil kılmaya çalışmak ve onlarla savaşmak.

3. Kadın erkek karışık bir şekilde yaşamak, içki, fitne, fesat, iftira, dedikodu vb. İslam'ın haram kıldığı şeyleri yaymak için propaganda yoluyla İslam'a muhalefet etmek.

4. Dinden sapmış kişilerin Müslümanların düşmanı olan efendileri için borazanlık yapmalarını sağlamaya çalışmak. Bu sapkınlar, samimi Müslümanların düşman diye isimlendirdikleri kişileri, “Onlar ilim ve medeniyet ehlidir, onlar özgürlük ve demokrasi ehlidir, onlardan ilim almamız gerekir, yazıda onların dilini kullanmamız gerekir, ilkokuldan itibaren onların dilini zorunlu tutmamız gerekir, onların fikirlerini almamız gerekir, onların fikirlerini toplumumuzda yaymamız gerekir. O fikirlerden birisi kadın özgürlüğüdür. Bu problem dahi, bir çıkmaz olarak ve medeniyetten geri kalmışlık olarak bize yeter. Bir diğer fikir, kız erkek karma eğitim yapmaktır. Sorun olarak bize bu yeter” diye propaganda yapıyorlardı. Düşmanların bu faaliyetleri arzularını gerçekleştirme, duygularını tatmin etme yolunda önlerine çıkan bir engelden dolayı idi. "Bilin ki Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir. Onlar (insanları) Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri göstermek isteyenlerdir. Ahireti inkâr edenler de onlardır." (11/Hud Suresi, 18-19)

5. Düşmanlar makam, mevki sahibi, itibarı olan gençleri, akranları olan samimi Müslümanlara karşı olmaya teşvik ediyordu. Bunlar, toplumun parça parça olması, toplumun zayıflatılması, itibar sahibi gençlerin aldıkları destek neticesinde meydana hakim olması, samimi Müslümanların seslerinin kısılması, susturulması yolunda atılan adımlardır. Bunlar tamam olunca düşmanların nüfuzu artacak, söz sahibi olacaklar, iktisadi, fikri ve siyasi yönden kazanmış olacaklardı. Toplumda makam, mevki, mal, mülk, ihtiras, şehvet düşkünü insanlar ortaya çıktı. Bu kişilerin tavırları topluma hakim olmaya başladı. Rüşvet yayıldı, kargaşa ve kaos her yeri kapladı. Haksız, uygunsuz aracı olmalar, zimmete mal geçirmeler ortaya çıktı. Ve sadece şikâyetler duyulur oldu.

Aynı şekilde dairelerde ve okullarda karışıklık ortaya çıktı. Cadde ve sokaklarda ahlaksızlık ve tecavüzler baş göstermeye başladı. Sadece yabancı ülkelerde duyabileceğin olaylar duyulur hâle geldi. Düşmanlar itibar sahibi, heva ve hevesin peşinde koşan gençlerin kurduğu cemiyetlerin liderleriyle ve meydana gelen bu alışılmamış olayların kahramanlarıyla ilişkiler kurmaya çalışıyorlardı. Onlara yakınlık ve itina gösteriyorlardı. Aradaki ilişkiler gelişip güven oluşunca liyakatli kişilere teşvik edici mal, mülk sunuluyordu. Diğerlerine de ümit veriliyordu. Toplumda milleti bölücü propagandalar çıkmaya başladı. Mesela milli, ulusal, bölgesel, fanatizm, kapitalizm, sosyalizm vb.

Yine daha önce ortaya çıkmayıp düşmanların yanında tebarüz etmek isteyen tamahkâr insanlar ortaya çıktı. Bu insanlar başlangıçta mal sahibi olmak istiyorlardı. Zamanla tanınıp meşhur olunca mala doymuş olarak tebarüz ettiler ve önde gidenlerden oldular.

Bu gibi insanlar komplo teorileri yazmaya ve oluşturmaya, İslam tarihine iftira atmaya, doğruluk ve samimiyetleriyle tanınan şahsiyetlere dil uzatmaya başladılar. Bu yazma işlemi sadece İslami düşünceye dil uzatmak içindi ve bu tutum nüfuzlu kişilere ve Müslümanların düşmanlarına yaklaşma ve onlara dalkavukluk etme yolunda, evvela mal sahibi olma daha sonra da makam ve prestij sahibi olma yolunda takip edilen bir yöntemdi. Gazeteler bu çıkışın başlangıcı ve dikkatleri çekme mahalli idi. Zira kendisini satın almak isteyene tam bir itaat gösteren, ona kulluk için öne çıkan ve canını takdim eden kişinin ne derece kullanılacak bir güce sahip olduğunu, düşman çok iyi biliyorlardı.

Düşmanlar kendilerini satışa arz eden bu kişilerle iletişim kurmaya çalışıyorlardı.
Onlardan kendilerine hizmet edebilecek, hedeflerini gerçekleştirebilecek durumda gördüklerini seçip onları belli alanlara yönlendiriyorlardı. Yaptıkları işlerdeki performansları hakkında onlara bilgi veriyorlar ve böylece onların kapasitelerini öğrenmiş, güçlerini ölçmüş oluyorlardı. Onların içinden başarısız olan ve yapmış olduğu işin mükâfatına ulaştıktan sonra tedrici olarak görevini terk edenler vardı. Yine, içlerinden başarılı olan, efendisinin takdiriyle başarı derecesine göre kulluk ve çalışma konusunda görevine devam edenler vardı. Onlardan bazıları gelecekte bir rol üstlenmek üzere askeri alana yönlendiriliyorlardı. Uzak memleketlere gönderilmeleri için büyük gayret ve çaba harcanıyordu. İstenilen olup, bu kişi o memleketlere gidince önüne içinde debelenip duracağı bataklıkların olduğu kapılar açılıyordu ve onun için av tuzakları kuruluyordu.

Tuzaklardan biri onu yakalayıp o kişi o tuzakta hapsolup kalınca artık o tuzak onun arkadaşı ve kılavuzu oluyordu. Tuzaklar uyum içinde çalışıp gönüller meyledince bu tuzaklar onunla beraber o kişini ayrıldığı memleketine kadar yürüyordu. Tuzaklar ona itaat ediyor ve onunla uyum içinde bulunuyordu. Tuzaklar ona hizmet ediyor, uyum, sevgi, samimiyet gösteriyor ki o kişinin kalbini ele geçirsin de artık kişi tuzaklara bağımlı hale gelsin ve yapabileceği her şeyi ona versin. Toplumun birçok kesimiyle alakalı çalışmalar, görüşmeler, toplantılar yapılıyor, seçilen ve önderliğe yükselenler, merdivenin basamaklarının sonuna kadar tırmanıyor, sonunda geriniyor ve keyifle ayaklarını uzatıyordu. Zira dikilen ağaçların meyvelerini devşirme, ekilenleri hasat etme zamanı gelmişti. Bu kişinin arkadaşı olan tuzaklar, onun samimiyetin test etmeye başladı. Ona eskilerin vefasından ve yaptıklarının tamamen doğru şeyler olduğundan bahsediyordu.

Aynı şekilde rütbe de haber veriyor, makam, olanlar hakkında çok dikkatli konuşuyordu ve millet hakkında garip fikirler yayıyordu. O kişi, kadın erkek karışık yaşama, ahlaksızlık gibi kötülüklere davet ediliyordu. Kadınlarla baş başa kalma, içki gibi haramlar, düşmanı taklit etmeler ve aşağılık kompleksi ortaya çıkıyor, samimi Müslümanlara saldırılar düzenleniyor, iftiralar artıyor ve onlara karşı propagandalar çoğalıyordu. Aynı zamanda merdivenin son basamağına ulaşmak, makam ve mevki elde etmek, bir hedefi gerçekleştirmek veya bir ilkeyi tatbik etmek için mücadeleler çoğalmaya başlıyordu.

Devlet başkanı, etrafında, kapanmış ağızlar, susmuş diller, kurumuş kalemler, zorunlu kabullenmeler ve itaatten başka bir şey bulamıyordu. Bunun neticesinde devlet başkanı ile tebaa arasında ayrılıklar oluyordu. Devlet başkanı, kendisini alkışlamaları, adına tezahürat yapmaları, lehine propaganda yapmaları, onu en güzel vasıflarla anmaları, onun dönemini en güzel şekilde zikretmeleri için dalkavukluğu seven, menfaat, makam, mevki elde etmek için yaltaklanmayı amaç gören bazı kişileri satın almaktan başka bir çare bulamadı. “Allah Teala, münafıkların yalancı olduğuna şahittir”. Fakat lider bu yöntemin kendini koruyamayacağını anladı. Çünkü bu menfaatperest grup toplumda küçük bir oran arz ediyordu. Bu nedenle dış görüşmeler, kendisine destek verecek, kendisini koruyabilecek, ülkesinde kendisini meşhur edecek, muhitinde onu üstün kılacak, kendisini çevresindekileri tehdit edecek ve bölgesindeki düşmanlarını korkutacak derecede güçlü yapacak bir güçle irtibat kurmak için pazarlıklar başladı. Bir müddet geçer geçmez bölgenin liderlerinden bir kısmı dış düşmanın yörüngesine girdi. Bu her ne kadar hepsi böyle olmasa da bir realitedir. Lakin bu liderler, bazı şuurlu düşünürlerin işin gerçeğini anlamaları, düşmanın hedeflerini ve planlarını bilmeleri, bu sebeple halkı uyandırmaları ve böylece toplumda bir şuur, uyanış ve cihat ruhunun oluşmasından korkarak kendi aralarında temsili ayrılıklar ve göstermelik çatışmalar ortaya çıkarıyor ve bununla düşmanların planları üzerindeki dikkatleri dağıtarak halkın dikkatini yerel hadiselere çevirmeyi amaçlıyorlardı. Korktukları başlarına geldiği takdirde düşmanların emeli yok olacak, fırsatlarını kaybedecek hatta Allah'ın izniyle hezimete uğramış olacaklardı. Zira cihat bayrağı dikildiği takdirde, gücü ne kadar büyük olursa olsun, silahları ne kadar çok olursa olsun düşman için başarı ve galibiyet asla mümkün değildir.

Bu durum İslam'ın doğuşundan beri düşmanların, tarihten ve meydana gelen birçok hadiseden öğrendikleri bir şeydir.

Düşmanların, Müslüman ülkelerin liderlerini kendilerine bağlı, kendi emirleriyle iş yapan, bütün istediklerini itaatle yerine getiren kişiler yapma istekleri yerine geldi, gayeleri gerçekleşti. Zira liderlerin bir kısmı onlardandı. Düşmanlar bu hedefe uzun bir dönemden sonra plan, hile ve tuzak ile iç yüzlerini gizleyip, inançlarının aksini izhar etmekle, yandaşlarına karşı göstermelik düşmanlık ve savaş ilan ederek yandaşlıklarını gizlemekle - ki Allah onların yalancı olduğuna şahittir- müminlerin dikkatsiz davranmalarıyla, planlı yayın yapan taraflı iletişim organlarının yaydıkları bazı haberleri tasdik etmekle ve buna ilaveten ülkemizde kök salan cehalet sayesinde ulaştılar. Bu liderlerin çevresinde onlara yaklaşmaya çalışan, menfaat elde etmek, hedefini gerçekleştirmek, lider olmak, saygın olmak, itibar kazanmak, Truva atlarına binmek gibi canlarının arzuladığı şeylere ulaşmak için dalkavukluk yapan kişiler vardı. Yine şehvetin ve nefsin peşinde koşanlar, düşmanların hilelerine aldananlar, dinden sapmış kişilerin hayat tarzlarından, avlanma şekillerinden ve kızlarının entrikalarından galeyana gelen kişiler, bu dünyanın karanlıklarında yaşayıp hakikati görmeyen bir kesim, batı ajanı ve batının destekçileri olan bir takım kişiler, batı propagandası yapan ve batının planlarını yayan basın yayın kuruluşları, batının dostları ve batının kuvvet merkezleri vardı. “İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine takarız.” (6/En'am, 129)

“Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra, kim Peygamber'e karşı çıkar ve mü'minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir.” (4/Nisa, 115) “Onun için sen bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselere yüz verme. İşte onların erişebilecekleri bilgi budur.

Şüphesiz ki senin Rabbin, evet O, yolundan sapanı daha iyi bilir; O, hidayette olanı da çok iyi bilir.” (53/Necm, 29-30) “Ey iman edenler! Kendilerine Allah'ın gazap ettiği bir kavmi dost edinmeyin. Zira onlar, kafirlerin kabirlerdekilerden (onların dirilmesinden) ümit kestikleri gibi ahiretten ümit kesmişlerdir.” (60/Mümtehine, 13)

Çevrimdışı türkiyem

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 1964
Ynt: Gençlik Sonrası Dönem
« Yanıtla #2 : Aralık 14, 2023, 08:14:24 ÖS »
Gençlik Sonrası Dönem

Gençlerin çılgın fikirleri gönüllerine iyice yerleşti. Bu fikirleri sonraki devreye de taşıdılar. Her ne kadar gençlik devresini geçen kişilerin çoğunda şöhret peşinde koşma, duygularını tatmin etme arzusu nispeten zayıflasa da önemli bir mevkiye ulaşma ve mal, mülk elde etme arzusu devam ediyordu. Bu da devlet başkanına yakın olmayı, ona dalkavukluk etmeyi gerektiriyordu. Bu sebeple devlet başkanının etrafında bu yolla onun yanında bir yere ulaşmak isteyen bir grup ortaya çıktı. Bu grup onun adına propaganda yapıyor, o liderin yolunun doğruluğuna, ilkelerinin sağlamlığına bakmadan, dile getirdiği tüm fikirleri ve takip ettiği siyaseti benimsiyordu. İslami metoda sarılan müminler ise Allah'ın (c.c.) ipine sarılmayı zorunlu ve vacip görmekteydiler. Bu müminler, her ne kadar çalışmaları sakin ve sınırlı olsa da, inandıkları şeylere davet için yol göstermeye ve çalışmaya devam ediyorlardı. Ellerinden geldiği kadar inançları üzere devam etmeye ve edepli olmaya çalışıyorlardı. Ancak bu davranışları, menfaat peşinde koşan dinden sapmış kişileri rahatsız ediyordu. Çünkü bu kişiler, müminlerin bu tavırlarını, önderlerine karşı bir kötülük, ilkelerine aykırılık, arzularının ve isteklerinin önünde duran bir engel olarak görüyorlardı. Bu nedenle müminlerle mücadele etmeye, onlara karşı şayialar çıkartmaya, aleyhlerine iftiralar atmaya başladılar. Aynı zamanda dış düşmanlar bu kişileri müminlerin aleyhine kışkırtıyor ve onları destekliyorlardı. Yöneticileri, samimi Müslümanlara eziyet etmeye ve onları cezalandırmaya teşvik edip dinden sapmış kişilere destek olmalarını, onlara yardım etmelerini istiyorlardı. Böylece millet zayıflayıp paramparça oldu. Ancak yine de içlerinde inançlarına bağlı kalmak, İslam ilkeleri doğrultusunda yürümek isteyen bir grup vardı. Bu grup sahip olduğu inancıyla manevi açıdan güçlü fakat maddi imkânlar açısından zayıf idi. Müminler bu grubu kalpleri ile destekliyorlardı. Fakat dünyevi menfaatlerine olan düşkünlüklerinden, otorite ve güç sahibi kişilerin zulmünden korktuklarından ve ayrıca her türlü siyasi düşünce ve menfaatlerini gerçekleştirmek için gizlice ellerini uzatan düşmanlardan çekindiklerinden dolayı bu gruba fiilen destek vermekten uzak durdular. Böylece millet zayıfladı ve eğilimler farklılaştı. Millette farklı farklı taassuplar ortaya çıktı. Düşmanlar hakimiyetlerini genişletip otoritelerini kurdular. İstedikleri her şey gerçekleşiyor, arzuları yerine geliyor, istedikleri kişiler görev başına geliyor, kendilerine uyum göstermeyenler ise görevden alınıyordu, kendilerine muhalefet edenler uzaklaştırılıyor, düşmanlık edenler hapsediliyordu. Tüm bunları, “Yerli ticaret, hürriyet çağrısı, hakların korunması … vb.” nice değişik propaganda adı altında gerçekleştiriyorlardı.

Toplum fertlerinin çoğu, yaşadıkları bu acı gerçeği bilmiyor, hakikati idrak edemiyordu. Çünkü onlar meydana gelen olayları görüyorlar fakat işin perde arkasını bilmiyorlardı. Derdimizi Allah'tan başka kim anlar!

“İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde “Allah'a ve ahiret gününe inandık” derler. Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve müminleri aldatırlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir. Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elim bir azap vardır. Onlara “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiği zaman, “Biz ancak ıslah edicileriz” derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lakin anlamazlar. Onlara “İnsanların iman ettiği gibi sizde iman edin” denildiği vakit “Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!" derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler). (Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit “(Biz de) iman ettik” derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile baş başa kaldıklarında ise “Biz sizinle beraberiz, bir onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz” derler. Gerçekte, Allah onlarla istihza (alay) eder de azgınlıklarında onlara fırsat verir, bu yüzden bir müddet başıboş dolaşırlar. İşte onlar, hidayete karşılık sapkınlığı satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.” (2/Bakara, 8-16).

Yaşadığımız acı gerçek, işte budur! Bu gerçeğe gereği gibi doğru bir şekilde dikkatleri çekemedik. Bunun sebebi şudur: Müslüman olduğunu söyleyip Müslüman olmayan, Arap olduğunu iddia edip aslında Arap olmayan kişiler var. Bu kişiler asli vatanından, başka bir yerde ikamet etmek üzere ayrılıyor. Gittiği yerin mensubu oluncaya kadar orada kalıyor.

Sonra da üyelik iddiasıyla ikamet edebileceği son yere kadar sürekli dolaşıyor. Müslüman olduğunu söylüyor, ilerleye ilerleye son basamağa kadar ulaşıyor. Kendisi için hazırlanan rolleri oynuyor, verilen görevleri yerine getiriyor. Gaflet, cehalet, planlı örtbas etme siyaseti ve bu amaçla hazırlanmış olan, bazı olayları örtbas etmeye, kavramların bir kısmını değiştirmeye, bir kısmını alt üst etmeye çalışan basın yayın kuruluşlarından dolayı pek çok kişi bu gerçeğin farkına varamıyor. İnsanların çoğu emperyalistlerden aldıkları şeylerin yüzde yüz doğru ve lehlerine olduğunu zannediyor. Bu, gaflet ve cehaletten başka bir şey değildir. Muhammed Emin Sabit (Kuhin) ve Abdurrauf (Yasir Efendi) hakkında çıkan haberler çok uzakta değildir.

Peki, sıkıntısını çektiğimiz bütün bu hastalık ve saçmalıklardan kurtulmanın çaresi nedir?

-------------------------------------------------

[1] Buhârî rivâyet etmiştir.

[2] Müslim merfûan Câbir`den rivâyet etmiştir.[/
[/size][/color][/b]

 


* BENZER KONULAR

Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 10:49:10 ÖÖ]


Yalşayan Hurafeler Karşışında Müslümanların Tavırları Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 10:40:06 ÖÖ]


Yalanın Zararları Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 10:02:40 ÖÖ]


Ahiretin kapısı ölümü Hatırlamak ve Ona Hazırlanmak Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:49:11 ÖÖ]


Hicr Süresi Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:32:26 ÖÖ]


Güven Duygusunu Nasıl Elde Ederiz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:22:28 ÖÖ]


Korku ve Ümit Ahiret İnancından Doğar Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:09:23 ÖÖ]


Süleyman Aleyhisselam Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:00:28 ÖÖ]


Zikir İbâdeti Kalbin Cilâsıdır Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:45:16 ÖS]


Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:47:12 ÖS]


Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:42:28 ÖS]


Kaza ve Kadere İmanın Keyfiyeti Üzerine Notlar Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:36:50 ÖS]


İnsan Hakları, Kadın-Erkek Eşitliği ve Adalet Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:31:26 ÖS]


PCLOUD ÜCRETSİZ ÖMÜR BOYU DİLEDİĞİNİZ KADAR DEPOLAMA ALANINA SAHİP OLMAK Gönderen: andrewmemut
[Dün, 05:30:06 ÖS]


İnsan ve Dua Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:59:29 ÖÖ]


İman Etmeyenler Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:33:17 ÖÖ]


Sorumluluk Bilinci Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:57:24 ÖÖ]


Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.): “10 Haslet Vardır Ki Helak Olma Sebebidir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:43:20 ÖÖ]


İyi Anne Baba Mısınız Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:34:11 ÖÖ]


Hasan Bitmez - Osmanlı Mehter Marşları 3 320 kbps + Flac Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 25, 2024, 11:34:58 ÖS]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41