Gönderen Konu: SABRIN SONU SELAMETTİR  (Okunma sayısı 255 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2126
SABRIN SONU SELAMETTİR
« : Ocak 09, 2019, 09:37:43 ÖÖ »
SABRIN SONU SELAMETTİR

"Cenâb-ı Hak¸ belâ ve musîbetlerle kullarını imtihan eder¸ bunlara sebât ve sabır göstermeleri ile de onların makam ve derecelerini yükseltir. Belâ ve musîbetler herkes  için söz konusudur. Ama özellikle sâlih ve seçkin kullara gelen belâlar¸ onların derecelerini yükselten birer ilâhî/kevnî vâsıtadır. Kul belki fânî olan bu dünyada sıkıntıya düşecek¸ zorlanacaktır. Fakat ebedî olan âhiret âleminde çektiği  bu geçici sıkıntılara karşı alacağı mükâfat da ebedî olacaktır."

Sabır¸ başa gelen bir musîbet anında birden tehevvüre kapılarak daha sonra pişman olunacak işler yapmayı engelleyen¸ kişiyi teskin ve tesellî eden yegậne vasıtadır. Nefse haz veren şeylerden uzaklaşmak demek olan sabrı edinen kimse¸ musîbetlerden müteessir olmaz. Çünkü kişi belâya sabretmekle¸ kazâya râzı olur. İslâm'ın esasının rız⸠imanın ise sabır olduğu ifade edilmiştir. Yani sabır¸ belâyı rızâ ile karşılamaktır.[1]

Felaketler karşısında yıkılmamayı tavsiye eden Ahmed İbn Atâ el-Edemî (ö. 309/921)¸ "Sabır¸ belâ ve musîbetler karşısında edepten ayrılmamaktır." [2] der.

Belâ ve musîbetleri soğukkanlılıkla karşılamanın çok da kolay olmadığına dikkat çeken Ebû Süleymân ed-Dậrậnî (ö. 215/830) şu tesbîtte bulunur: "Vallahi! Yeme içme gibi sevdiğimiz şeylere sabredemiyoruz¸ Allah'ın yardımı olmasa¸ sevmediğimiz belâ ve musîbet gibi şeylere nasıl sabredebiliriz."[3]

Bu zorlu ve meşakkatli yolda¸ Zunnûn-ı Mısrî'nin (ö. 245/859) ifadesiyle atılması gereken yegậne adım; Allah'ın emirlerine muhâlif olan davranışlardan uzaklaşmak¸ musîbetin elemlerini yudum yudum içerken sükûneti muhafaza etmek ve maîşet alanını fakirlik istîlâ ettiği zaman zengin görünmektir.[4]

Diğer yandan musîbetler içinde yok olma pahasına da olsa şikâyet ve sızlanma alâmeti göstermemek gerekir.[5]
Başa Gelen Musîbetlerin İlk Anında Gösterilmesi Gereken Sabır

Gerçek sabır¸ musîbetin ilk anında gösterilen sabırdır. Enes b. Mâlik'ten (r.a.) rivâyet edildiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v.)¸ çocuğunun mezarı başında feryat ederek ağlayan bir kadın görür¸ yanından geçerken ona;

"– Allah'tan kork ve sabret!" der. Kadın:

Çek git başımdan; zira benim başıma gelen felâket senin başına gelmemiştir¸ der. Kadın Efendimizi tanıyamamıştır. Kendisine¸ onun Peygamberimiz olduğu söylenince¸ pişman olur ve Peygamberimizin kapısına koşar. Efendimizin huzuruna çıkar ve özür beyân ederek:
Yâ Rasulallah sizi tanıyamadım¸ der.  Bunun üzerine Allah Rasulü;

"– Hakîkî sabır¸ felâketin ilk anında gösterilendir!"[6] buyurur.

Peygamber Efendimiz sabrın çeşitlerini ve fazîletlerini bildirdiği bir başka hadîs-i şerîfinde ise şöyle buyurmuştur:

"Sabır üçtür: Musîbetlere karşı sabır¸ kullukta sabır ve günah işlememekte sabır. Kim¸ kaldırılıncaya kadar musîbete güzelce sabrederse Allah ona üç yüz derece yazar. Her iki derece arasında sema ile arz arası kadar mesafe vardır. Kim de itâatte sabrederse Allah ona altı yüz derece yazar. Her iki derece arasında yeryüzü ile yedi kat dibi arası kadar mesafe vardır. Kim de mâsiyete/günaha karşı sabrederse Allah ona dokuz yüz derece yazar. İki derece arasında yer ile Arş arası kadar mesafe vardır."[7]

"Musîbet anında¸ elini¸ ‘ah¸ tüh' diye vuran kişinin ameli boşa gitmiş olur."[8]

"Zalimin aleyhine dua eden¸ ona yardım etmiş olur." [9]

Bu tür hadîs-i şerîfler rehberliğinde belâ ve musîbetlere sabreden insan¸ Kelâbâzî'ye (ö. 380/990) göre¸ günah kirinden temizlenir.[10]

Belâ ve musîbetler birer imtihandır

Cenâb-ı Hak¸ belâ ve musîbetlerle kullarını imtihan eder¸ bunlara sebât ve sabır göstermeleri ile de onların makam ve derecelerini yükseltir. Belâ ve musîbetler herkes için söz konusudur. Ama özellikle sâlih ve seçkin kullara gelen belâlar¸ onların derecelerini yükselten birer ilâhî/kevnî vâsıtadır. Kul belki fânî olan bu dünyada sıkıntıya düşecek¸ zorlanacaktır. Fakat ebedî olan âhiret âleminde çektiği bu geçici sıkıntılara karşı alacağı mükâfat da ebedî olacaktır. Bu açıdan belâya katlanmak ậşıklara özgüdür. Kişi nebî ve velîlere benzedikçe mânevî mertebesini yükseltecektir. Makam ve mertebelerini yükseltmek isteyen mü'minlerin enbiyâ ve evliyâyı örnek alması¸ ilâhî emir ve yasaklara harfiyen riâyet etmesi¸ belâ geldiği anda nimete kavuşuncaya kadar ona sabretmesi¸ Hak'tan râzı olması¸ kazâ ve kadere muvâfakat etmesi gerekir.[11]

Belâ ve imtihana herkes aynı tepkiyi göstermeyeceği gibi¸ belâ ve imtihan da herkese aynı şiddette gelmez. Allah (c.c.) kullarını imanlarına göre belâya dûçâr eder. İmanı kuvvetli olan kişi¸ o ölçüde çok ve büyük belâya uğrar. İşte bunun içindir ki¸ rasullerin karşılaştığı belâlar nebîlerin karşılaştığı belâlardan daha büyüktür. Nebînin uğradığı belâ ise bedelinkinden¸ onunki de velînin uğradığı belâ ve musîbetlerden daha büyüktür… Herkes iman ve yakînine göre belâya uğrar. Hz. Peygamber bu gerçeği; "Peygamberler¸ insanlar içinde en şiddetli belâya uğrayan kesimdir¸ sonra derece derece insanlar belâya uğrar" sözleriyle beyan etmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken husus¸ herkesin mutlaka belâya uğraması gerekmediğidir. Çünkü peygamberler içerisinde dahi¸ hayatını sıkıntı çekmeden sürdürenler veya bir dönem belâya uğradıktan sonra huzûra kavuşanlar olmuştur.[12]

Belâ ve musîbetler bazen imtihan için olduğu kadar bazen de işlenilen günahlar nedeniyledir. Bu nedenle insanın belâya düşmesi¸ bazen işlediği bir günah veya isyan sebebiyledir. Allah¸ kimi insanları yaptıkları kötülükler mukabilinde bir takım belâlarla cezalandırır. Bazıları böyle durumlarda sabretmezler¸ halka şikâyette bulunurlar. Bu ise kötü bir edeptir. Bazıları da¸ hiç kimseye sızlanma ve şikâyette bulunmadan¸ ilâhî emirleri yerine getirerek¸ sabr-ı cemil gösterirler. Böylesi bir tutum¸ o kişilerin işlemiş oldukları hatalara kefâret olur. Bu sebeple insan¸ hangi nedenden dolayı belâya uğrarsa uğrasın¸ yerin ve göklerin sahibinin Allah olduğu şuurunu taşımalı¸ o belâlara karşı güzel bir sabır göstermeli ve derecesinin yükselmesini temin yoluna gitmelidir.[13]

Hayatı bir imtihan yurdu olarak gören derviş için de belâ ve musîbetler olgunlaşma ve hakîkati anlama vesîlesidir. Zira sabredilen belâlar her hayrın başıdır.

Risâletin¸ nübüvvetin¸ velâyetin¸ marifetin ve muhabbetin temeli belâya tahammüldür. Belâya sabredemeyenlerin temeli yoktur.

Belâya sabrın metotlarından birisi de belâ anında kalbi kıble edinmektir. Müslüman nasıl ki namaz kılarken kıble ediniyor¸ Kậbe'ye dönüyorsa¸ belâ anında da bir kıble edinmelidir. O kıble ise kalptir. İnsan kendisine belâ geldiği anda başkalarına o belâdan dolayı sızlanmamalı¸ aksine kalbine yönelip kalp yüzüyle Hakk'a teveccüh etmeli ve sabretmelidir. Belâ anında kişi¸ eğer Hak yerine halka döner¸ onları kıble edi­nirse imanı bâtıl ve fâsit olur. Zira belâyı alt etmek ancak imanla olur. Âhirette isyankârların içerisine düşeceği cehennem ate­şini söndüren iman¸ elbette ki bu dünyadaki belâ ateşini de sön­dürmeye kâfidir.[14]

Belâdan Dolayı Sızlanmamak Esastır

Belâ anında insan isyan¸ şikâyet ve sızlanma yerine itâat¸ şükür ve rızâ yolunu seçmelidir. Böyle olursa bel⸠kul için dünyada da âhirette de hayır olur. Hatta kul¸ Hak katında daha da fazlasını bu­lur. Dolayısıyla her iki âlemde de saâdet ve selâmet isteyen kişi¸ sabra ve rızâya sarılmalı¸ halka şikâyeti terk etmeli ve ihti­yaçlarını Rabbine sığınarak gidermelidir. Bu gerçeği ifade sadedinde¸ Cüneyd-i Bağdậdî'ye (ö. 297/909)¸ "Sabır nedir?" diye sorulunca; "Yüzü ekşitmeden acıyı yudum yudum içine sindirmendir."[15] cevabını vermiştir. Ruveym b. Ahmed'e (ö. 330/941) kulak verecek olursak¸ o da; "Sabır¸ şikâyeti ve sızlanmayı terk etmektir."[16] demiştir.

Tüm bu tesbitler ışığında diyebiliriz ki¸ sabır ve rız⸠birbirini tamamlayan iki haldir. Kul sabırla gönül hoşluğuna erer¸ rızâ ile bu hâli devam ettirir. Sabreden kimse olumsuzluklar karşısında müteessir olmaz. Bir de bu olumsuzluğu kabul edip ondan hiçbir memnuniyetsizlik duymazsa rızâ ehlinden olur. Kişi belâya sabretmekle kazâya râzı olur. Nefsin terbiye edilmesinde önemli bir yere sahip olan sabır¸ mü'minin başına gelen büyük felaketler karşısında ayakta durabilmesini sağlar. Kişinin inandığı değerler uğrunda mücadele ederken¸ karşılaştığı engeller karşısında¸ ruhen çöküntüye uğramasını engelleyen bir hal olan sabır¸ kişiyi sürekli dinamizme sevk eder.[17]

 Bu minvalde Râbiatü'l-Adeviyye'ye (ö. 185/801); "Kul ne zaman rızâ mertebesine ulaşır?" diye sorulunca¸ o şu cevabı vermiştir: "Allah'ın nimeti kadar¸ musîbeti de kendisini memnun edince."[18]

Kısaca¸ Allah tarafından başımıza gelen belâlara sabretmemiz¸ Allah için bir takım sıkıntılara katlanmamız¸ dünya hayatını bir imtihan süreci olarak görmemiz bizlerde müsbet katkılar sağlar¸ kendisine sabredilen belâlar pek çok hayırlara vesile olur. Bunların bir kaçını şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Kalplerin şirk kirlerinden temizlenmesi¸

2. Nefsậnî istek ve arzuları­n kırılması¸ halka bel bağlamanın ortadan kalkması¸

3. Nefsin zayıflayıp kalbin kuvvetlenmesi¸

4. İmanın artması¸

5. İlahi rızânın kazânılması.

Şunu unutmayalım ki¸ acı çekmeyenler¸ başkalarının acı çekebileceğini akıllarına bile getirmezler. Acıların en acısı ise kendi kendimize çektirdiğimizdir. İnsan bir çırak¸ acılar ise onun efendisidir. Acı çekmedikçe bir insan kendi kendini tanıyamaz.

Zulüm ve haksızlığa¸ hakarete¸ düşmanlarımızın kötü emellerine karşı sessiz kalmak¸ ezilmeye¸ sömürülmeye baş eğmek ve katlanmak sabır değildir. Aksine¸ böyle durumlar karşısında¸ eli kolu bağlı durmak¸ bir kurtarıcı beklemek¸ "Sabrın sonu selamettir." diye¸ uyuşuk uyuşuk oturmak tembellik ve miskinlikten başka bir şey değildir. Böyle bir anlayışın ne dinimizde¸ ne de geleneklerimizde yeri vardır.

İlim ve bilgi sahibi olmak¸ çalışıp helâl kazânç sağlamak¸ düşmana karşı vatanımızı savunmak¸ sınır boylarında nöbet tutmak¸ deprem ve sel gibi felaketler karşısında metanetli olmak¸ kötü ahlaklardan uzak durmaya çalışmak¸ güzel ahlâklı olmaya çalışmak¸ kendimize zor gelse de ibadetleri en güzel tarzda ve devamlı yapmaya özen göstermek¸ gönül kırmamaya gayret etmek ve bu yollarda sabretmek¸ sabrın en güzel örnekleridir.

-----------------------------------------------

[1] Selçuk Eraydın¸ Tasavvuf ve Tarikatlar¸ M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları¸ İstanbul 1994¸ s. 165.

[2] Ebü'l-Kasım Abdülkerim el-Kuşeyri¸ er-Risậletü'l-Kuşeyriyye fi ilmi't-tasavvuf¸ haz. Ma'ruf Zerrik¸ Ali Abdulhamid Baltacı¸ Daru'l-Hayr¸ Beyrut 1993¸ s. 184.

[3] Kuşeyrî¸ er-Risậle¸  s. 184.

[4] el-Kuşeyrî¸ er-Risậle¸  s. 184.

[5]  Kuşeyrî¸ er-Risậle¸  s.184.

[6] Buhârî¸ Cenâiz¸ 32.

[7] Ebû'l-Fazl Celâleddîn Abdurrahmân bin Ebû Bekir es-Suyûtî¸ el-Câmiu's-Sağîr¸ Mısır 1306¸ c. II¸ s. 42; Ebû Şücâ' Şîrûye bin Şehridâr ed-Deylemî¸ el-Firdevs bi-Me'sûri'l-Hitâb¸ Beyrut 1986¸ c. II¸ s. 416.

[8]  Ahmet b. Hanbel¸ Müsned¸ c. III¸ 321¸ 399.

[9] Tirmizî¸ Deavât¸  c. V¸ 554.

[10] Tậcü'l-İslậm Ebû Bekr Muhammed el-Kelâbâz et-Taarruf li-mezhebi ehli't-tasavvuf¸ tah. Mahmud Emin en-Nevevî¸ el-Mektebetü'l-Ezheriyyetü li't-Türậs¸ Kahire 1992¸ s. 111.

[11] Dilâver Gürer¸ Abdülkâdir Geylânî –Hayatı¸ Eserleri¸ Görüşleri-¸ İnsan yay.¸ İstanbul 1999¸ s. 206-207.

[12] Gürer¸ Abdülkâdir Geylânî¸ s. 207.

[13] Gürer¸ Abdülkâdir Geylânî¸ s. 207.

[14] Gürer¸ Abdülkâdir Geylânî¸s. 209-210.

[15] Kuşeyrî¸ er-Risậle¸ s.183.

[16] Kuşeyrî¸ er-Risậle¸ s.184.

[17] Hülya Alper¸ İmanın Psikolojik Yapısı¸ İstanbul 2002¸ s. 107

[18] Kuşeyrî¸ er-Risậle¸ s. 195.

 


* BENZER KONULAR

Zaralı Alışkanlıklardan Korunmak Gönderen: anadolu
[Bugün, 07:19:12 ÖÖ]


Hz. Peygamber ve Birlikte Yaşama Ahlakı Gönderen: anadolu
[Bugün, 07:13:25 ÖÖ]


İslam Ahlakı Gönderen: anadolu
[Bugün, 07:08:04 ÖÖ]


Mutaki Olmak Gönderen: anadolu
[Bugün, 07:03:31 ÖÖ]


İbadetin Özü Dua Gönderen: anadolu
[Bugün, 06:57:45 ÖÖ]


Haya – Ahlak – İmandır Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:34:05 ÖÖ]


İkiyüzlülük- Münafıklık – Manevi Bir Hastalıktır Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:28:39 ÖÖ]


İslamda Birlik ve Beraberliğin Önemi Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:21:39 ÖÖ]


İnsanlara İyi Muâmele Etmek Aklın Yarısıdır Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:12:43 ÖÖ]


Akıllı Kime Denir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:04:51 ÖÖ]


2014 - Ahmet Yağmur - Medine'ye Hasret Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:03:52 ÖS]


Asıl Derdimiz Dertsiz İnsanlar Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:27:42 ÖÖ]


Hayatını Düzene Koymak İsteyen Müslüman Gençlere Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:17:49 ÖÖ]


Bizi Aldatan Bizden Değildir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:53:08 ÖÖ]


BenimKkim Olduğumu Biliyor musun Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:42:56 ÖÖ]


Çocuklarımıza Sahip Çıkmalıyız Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:35:33 ÖÖ]


Zulmün Zararları Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:22:59 ÖÖ]


Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Nisan 27, 2024, 10:49:10 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41