Gönderen Konu: Yaşamanın Tekrarı Yok  (Okunma sayısı 71 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5771
Yaşamanın Tekrarı Yok
« : Mart 04, 2023, 08:36:18 ÖÖ »


Yaşamanın Tekrarı Yok

Belli bir yaşa geldikten sonra hayatı sorgulamak, geçmişi düşünmek kaçınılmaz oluyor. Gençken aklına gelmeyen pek çok şey yaşlılıkla birlikte hatırlanmaya başlıyor. Önünde hayal kurabileceğin bir gelecek olmadığı için yaşam çok gerilerde kalmış hissine kapılıyorsun. Ve kaçınılmaz olarak şu soruyu soruyorsun? “Gerçekten yaşadım mı?” Geçenlerde bir dostumu derin düşünceler içinde bulmuştum. “Abi hayırdır, dalmış gitmişsin.” dedim. “Elli sekiz sene nasıl geçti onu düşünüyordum.” dedi. Bunu söyleyince aklıma bir roman ve bir film geldi; biri Tolstoy’un İvan İlyiç’in Ölümü, diğeri Kurosawa’nın Yaşamak filmi. Bu iki eser insan gerçekliğini öyle güçlü ifade eder ki ister istemez kendinizi sorgulamaya başlarsınız. Edebiyatın, sanatın amacı da gerçeğin yüzümüze çarpılması değil mi zaten?

“Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez.” der Sokrates. Ne yazık ki hayatımızı büyük oranda alışkanlıklar yönetiyor. O kadar alışmışız ki hiçbir şeye hayret etmiyoruz. Her gün bir sürü mucize gerçekleşiyor, farkına bile varmıyoruz. Kendimizi tanımadan, isteklerimizin, beklentilerimizin, öfkelerimizin gerçekte ne olduğunu düşünmeden geçip gidiyor ömrümüz. Rutin, sıradan, heyecansız, coşkusuz, hayret etmeden bitebiliyor bir ömür. Ekonomik koşulları, çalışma şartlarını bahane ederek yetersizliğimizi, tembelliğimizi, haset düşüncelerimizi görmezden geliyoruz. Yaşamın sonuna geldiğimizde anlıyoruz elimizden gidenleri. Hüznün ağırlığıyla geçmişe bakıp kaçırdığımız hayata esef ediyoruz. İşte kurmaca bu gerçeği gösteriyor bize; tabii ki düşünerek, tefekkür ederek okuyabilirsek.

Tolstoy, İvan İlyiç’in Ölümü’yle yaşanmamışlığın pişmanlığını çok güzel anlatmıştır. Dışarıdan bakıldığında iyi bir hayat yaşamıştır İvan İlyiç. Yüksek rütbeli bir yargıçtır, mevki makam sahibidir, zengindir. Büyük bir evi ve hizmetçileri vardır. İmrenilecek bir yaşam aslında. Peki, nedir onu hayıflandıran şey? Neden iyi bir hayat yaşadığını hissetmez? Sahip olduğu her şeyin geçici olduğunu şimdi görmüştür İvan İlyiç. Ölüm döşeğindeyken hayatını, kariyerini, servetini, ailesini sorgulamaya başlar. Uğruna hayatını adadığı ne varsa bir anda gözüne boş görünmüştür. Pişmanlığını “Belki de sürdüğüm yaşam, sürdürmem gereken yaşam değildir.” diyerek belirtir. Hayatını hiç sorgulamamıştır. Daha çok olanaklara sahip olmayı, itibar ve saygınlığı öncelemiştir. Hayatın anlamını yanlış yerde aramıştır. Bunu ölüm döşeğindeyken fark etmek ne acı! Yaşam bitmiştir artık.

İnsan bir şeyin kıymetini onu kaybedince anlıyor. Diğer kayıplarda bir telafi imkânı hep vardır ancak yaşamın telafisi yok ne yazık ki. Doğamız gereği aceleciyiz, şikâyetçiyiz, nankörüz, mızmızız, isyan hâlindeyiz. Lüks içinde yaşamayı hayal edip elimizdekilerin kıymetini bilmiyoruz. Alışkanlıklarımızın getirdiği körlükle güzellikleri fark etmiyoruz, böylece sıradanlaşıyor hayatlarımız. Kurosawa da bu sıradanlığa dikkat çekiyor Yaşamak filminde. Kahramanımız altmış yaşlarında bir erkek. Otuz yılını belediye dairesindeki kırtasiye işleriyle geçiren Watanabe, bir gün mide rahatsızlığı nedeniyle doktora gider. Çok az ömrü kaldığını anlayan Watanabe yaşanmamışlığın hüznüyle boşluğa düşmüştür âdeta. Dış ses Watanabe’yi şöyle tanımlar: “Sonuçta yaşadığı kendi hayatı değil, yalnızca zaman geçiriyor. Diğer bir deyişle, aslında gerçekten yaşamıyor.” Son bir gayretle hayatını yaşamaya çalışır kahramanımız. İlginçtir ki o zamana kadar evden işe, işten eve giden kahramanımızın yaşamak konusunda hiçbir fikri yoktur. Eşi öldükten sonra bütün ilgisini oğluna vermiş, bu nedenle yaşamı sürekli ertelemiştir. Eğlenmeyi, para harcamayı, kısacası hayatı bilmemektedir. O an hayatın anlamını ve varoluşunu sorgulayan Watanabe şöyle sorar kendine: “Onca yıl hayatımda ne yaptım bilmiyorum. Kendime çok öfkeliyim.” Kalan ömrünü güzel yaşamak ister, bankadan parasını çeker ve son günlerini gönlünce geçirmeye çalışır.

Soren Kierkegaard, “Hayat geriye doğru anlaşılabilir.” der. Gençken geriye bakacak bir hayatımız olmadığı için kendimizi doğru konumlandıramıyoruz maalesef. Zamanın akışı içinde kaybolup gidiyoruz. Doğru bir bilinç yapısını oturtamazsak küçücük dünyalarımıza sıkışıp kalabiliyoruz, bu iki karakterimizde olduğu gibi. Ölüm döşeğindeyken hayatı sorgulamak kaçınılmazdır ancak bunun için ölümü ya da yaşlanmayı beklemeye gerek var mı? Okuduğumuz kitaplar, seyrettiğimiz filmler bize hayatı anlatmıyor mu? Hatta büyüklerimizden hayatın kıymetini, yaşamın güzelliklerini dinlemiyor muyuz? Öyleyse neden pişman olmayacağımız bir hayat yaşamaya çalışmıyoruz?

O zaman soruyu şöyle değiştirelim: Pişman olmayacağımız hayat nedir? Nasıl bir hayat yaşarsak nedamet etmeyiz? Bu soruya hepimiz farklı cevaplar verebiliriz. İlki, dinî hassasiyetlere riayet edersek ölüm anında pişmanlık duymayız, şeklinde olabilir. Diğeri, dünya nimetlerinden ziyadesiyle faydalanmakla geçen bir ömrü kâr hanesine yazabilir. Herkes kendi inanç, ideal ve dünya perspektifinden yanıtlayacaktır soruları. Ama hiçbir yanıt o son dakikalardaki kadar sarsıcı olmayacaktır. Çünkü can alıcı soruyu sormak için henüz zaman vardır. Başkası sorduğunda değil asıl önemli olan kendine sorduğun vakittir. Hayat geçip gitmiş, plan yapmanın gereksizliği, hayal kurmanın mantıksızlığı seni o büyük boşluğa sürüklemiştir. Elbette inanan insan için böyle bir boşluk tahayyül edilemez ama insan bu, robot değil ki, o anda ciğerinden sökülüp gelir kelimeler.

Dünyaya gelirken ona ait bilgilerle doğmayız. Hayata dair ne varsa burada, yaşayarak öğreniriz. Öğrenmek için bir öğreten olmalı değil mi? İhtiyaçlarını bile karşılayamadığın bir dönemde kimden öğreneceksin? Tabii ki ilkin anne babadan. Yemek yemekten giyinmeye, konuşmaktan oturup kalkmaya; birçok şeyi ailede öğreniriz. Bunlar bilinçli şekilde öğrendiklerimizdir. Bir de bilinçsiz, kendiliğinden öğrendiğimiz hususlar vardır, her aileye özeldir. Cesaret, korku, kaygı, öz güven, alışkanlıklar gibi. Kişiliğimizi, kimliğimizi oluşturan asıl unsurlar bunlardır; kararlarımızı belirleyen, yaşamımızı etkileyenler de. Neyin eksikliğini çekiyorsak dikkatimiz oradadır. Yaşamak aklımızın ucuna bile gelmez. Nefes alıp veriyoruzdur, bunu yaşamak sanırız. Sonra günün birinde o yaşa geliriz; her şeyi sorguladığımız yaşa. Ve can alıcı soruyu sorarız. “Ben yaşadım mı?” Acısıyla tatlısıyla günler geçmiştir ama bu, yaşamak mıdır?

Hayat bir imtihandır, tabii ki güçlükler olacaktır. Dört dörtlük yaşamak mümkün olmadığından mutluluk değil burada kastettiğimiz şey. Mutlu olduğumuz zamanları sayabiliriz ve gerçekten çoktur bunlar. Başarı hissi veren her şey mutluluğu çoğaltır. Fakat asıl dikkat çeken husus yaşamak hissinin verdiği şeydir: Farkında olmak. Yani, hayatın, ânın bilincine varmak. Eşimizle muhabbet ederken muhabbet ettiğimizin farkında olmak, çocuğumuzla oynuyorsak oyunun tadını çıkarmak, işimizi yapıyorsak yaptığımız işin bilincinde olmak… Her ne yapıyorsak kendimizde olarak yapmaktır, yaşamak. Zihnimiz elbette dağılabilir, bazen farkında olmayabiliriz ama bu, günümüzün büyük bölümünü kapsıyorsa yaşam elimizden kayıp gidiyor demektir.

Yaşamın tekrarı yok, bunu biliyoruz ama yine de kendimiz olamadan ömrümüzü tüketiyoruz. Önümüzde gürül gürül akan bir hayat varken sorunlara, eksikliklere, beklentilere odaklanarak hikâyemizi kaçırıyoruz. Günümüzün çoğunluğu bilinçsizlik içinde geçiyor. Sabah kalkıyoruz, uyanmanın heyecanı, yeni güne başlamanın hevesi yok. Günler neredeyse birbirinin aynısı. Giyiniyoruz, yürüyoruz, otobüse biniyoruz, alışveriş yapıyoruz; hepsi otomatik pilota bağlanmış, kendiliğinden olup gidiyor. Üç rekât mı kıldım, dört mü diye tereddüt ediyoruz namazlarımızda. Kısacası alışkanlıklarımıza teslim yaşıyoruz günlerimizi. Hastalıklar, maddi sıkıntılar, başka zorluklar olabilir ama hayatta “zorlukla birlikte kolaylık” yok mu? O zaman bu ruhsuzluk neden? En önemli sebebi, öğrendiğimiz yaşam. Hayatın zor olduğu öğretildi bize, insanların kötü olduğu. Lakin zorlukla beraber kolaylık olduğu söylenseydi bakış açımızı değiştirip iyilikleri görebilseydik sanırım daha anlamlı ve coşkulu yaşayabilirdik. En basitinden kendimize alan açmaya çalışabilir, huzur ve mutluluğa yatırım yapabilirdik.

Bununla ilgili ilginç bir anım var hep hatırlarım. İş yerimde uzun süreli bir inşaat işi oldu. Her gün aynı beş kişi geliyordu çalışmaya. İçlerinden bir tanesi farklıydı. Kendini hemen belli ediyordu. Diğerleri evden yırtılmış, omuzları yağ bağlamış iş kıyafetleriyle gelirken o normal elbiseyle gelir, üzerini orada değiştirirdi. Tıraşlı, saçı taralı, kendine bakan biriydi. Bir hafta sonra iş yerindeki herkes onu tanımıştı. Kimse diğerlerinin ismini bilmezken onun ismini hepimiz biliyorduk. Çay molalarında, öğle arasında onunla sohbet edenler oluyordu. Hâlbuki ötekilerle aynı işi yapıyor ve aynı ücreti alıyordu. Onu farklı yapan neydi? Hayata bakışı. Aynı iş, aynı ücret ama bambaşka yaşam. Biri gergin, ruhsuz, hayattan bıkmış gibi; diğeri güler yüzlü, canlı, bakımlı. Fark o kadar belirgin ki. Buna benzer bir başka hikâye daha geldi aklıma. Bir katedral yapılacaktır. Hava çok sıcak, iş ağırdır. Dışarıdan bir adam gelir ve taş yontanlardan birine sorar. İlk işçi havanın çok sıcak olduğunu, işin ağır olduğunu, mecburiyetten çalıştığını söyler. Adam biraz ilerideki taş yontan işçiye sorar aynı soruyu. Muhteşem bir işte çalıştığını, ortaya çıkacak mabette emeği olduğu için mutlu olduğunu, inanılmaz keyif aldığını söyler. İş aynıdır, ikisi de taş yontmaktadır. Biri güzel bakarken öteki kötü taraflarına odaklanmıştır. Biri zevkle çalışırken öbürü lanetler okuyarak geçirir gününü. Buradan çıkan sonuç açık: Nasıl düşünüyorsan öyle görürsün.

Zorluklar, güçlükler hayatın kaçınılmaz gerçekleridir. Bazıları ağzında gümüş kaşıkla doğarken bazıları imkânsızlıklar içinde akşam eder. Burası imtihan dünyası, başımıza gelene yapacak bir şeyimiz yok ama başımıza gelene anlamlar yüklemek bizim elimizde. Dışarıdan bakınca polyannacılık gibi görünüyor, senin tuzun kuru diyorlar; kurban rolüne bürünüp oturup ağlayalım mı? Ne yapalım? Dünyaya bir kez gelmişiz. Bize ayrılan süre içinde yaşayıp Rahman’a döneceğiz tekrar. Sızlanıp durmanın manası yok. Çünkü sızlanırken pek çok şeyi kaçırıyoruz. Dünyanın koşturmacasına kanıp telaş içinde hareket ediyoruz. Hep bir yerlere yetişmeye çalışıyoruz. Faturalar, ödemeler, planlar derken kendimize zaman ayıramıyoruz. Ailemizle, dostlarımızla sağlıklı iletişim kuramıyoruz. Oysa hayatın güzellikleri burada saklı. Eşinle, çocuğunla geçirdiğin zaman; dostunla içtiğin bir bardak çay, anne babanla ettiğin sohbet; doğayla baş başa kalmak, yürüyüş yapmak, kitap okumak; iyilik yapmak… Ölüm döşeğinde hatırlayacak oldukların bunlardır muhtemelen. Sahip olduklarını hatırlamayacağına bahse girerim. Onların hepsi geride kalacak. Yaşamın güzelliklerini yaşamadıysan, hayat akıp gittiyse yanından ve sen ona karışamadıysan Watanabe gibi, İvan İlyiç gibi “Ben yaşadım mı?” diye sormanın kimseye faydası olmaz.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 10:49:10 ÖÖ]


Yalşayan Hurafeler Karşışında Müslümanların Tavırları Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 10:40:06 ÖÖ]


Yalanın Zararları Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 10:02:40 ÖÖ]


Ahiretin kapısı ölümü Hatırlamak ve Ona Hazırlanmak Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:49:11 ÖÖ]


Hicr Süresi Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:32:26 ÖÖ]


Güven Duygusunu Nasıl Elde Ederiz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:22:28 ÖÖ]


Korku ve Ümit Ahiret İnancından Doğar Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:09:23 ÖÖ]


Süleyman Aleyhisselam Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:00:28 ÖÖ]


Zikir İbâdeti Kalbin Cilâsıdır Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:45:16 ÖS]


Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:47:12 ÖS]


Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:42:28 ÖS]


Kaza ve Kadere İmanın Keyfiyeti Üzerine Notlar Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:36:50 ÖS]


İnsan Hakları, Kadın-Erkek Eşitliği ve Adalet Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:31:26 ÖS]


PCLOUD ÜCRETSİZ ÖMÜR BOYU DİLEDİĞİNİZ KADAR DEPOLAMA ALANINA SAHİP OLMAK Gönderen: andrewmemut
[Dün, 05:30:06 ÖS]


İnsan ve Dua Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:59:29 ÖÖ]


İman Etmeyenler Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:33:17 ÖÖ]


Sorumluluk Bilinci Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:57:24 ÖÖ]


Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.): “10 Haslet Vardır Ki Helak Olma Sebebidir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:43:20 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41