Gönderen Konu: Cemaatleşmek  (Okunma sayısı 335 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

anadolu

  • Ziyaretçi
Cemaatleşmek
« : Temmuz 08, 2019, 08:27:00 ÖÖ »
Cemaatleşmek

Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor:

“Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir gün ashabına sordu:

“Gençlerinizin fıska düştüğü, kadınlarınızın azdığı zaman haliniz ne olur?” Ashab-ı kiram hayret ederek:

“Ey Allah’ın Resûlü, yani böyle bir hal mi gelecek?” dediler. Rasulü Zişan Efendimiz aleyhisselatu vesselam:

“Evet, hatta daha beteri!” buyurdu ve devam etti:

“Emr-i bi’l-ma’rufta bulunmadığınız, nehy-i ani’l-münker yapmadığınız vakit haliniz ne olur?” diye sordu. Yine hayretle:

“Yani bu olacak mı?” dediler.

“Evet, hatta daha beteri!” buyurdular ve sormaya devam ettiler:

“Münkeri emredip, ma’rufu yasakladığınız zaman haliniz ne olur?” Ashabı daha da hayrete düşerek:

“Ey Allah’ın Resûlü! Bu mutlaka olacak mı?” dediler.

“Evet, hatta daha beteri!” buyurdular ve devam ettiler:

“Ma’rufu münker, münkeri de ma’ruf addettiğiniz zaman haliniz ne olur?” Ashab:

“Ey Allah’ın Resûlü! Bu mutlaka olacak mı?” diye sordular.

“Evet, olacak!” buyurdular. (Heysemi, Mecma’u’z-Zevaid; VII, 281)

Maalesef ahir zaman Müslümanların olarak, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin haber verdiği o korkunç zamanı yaşıyoruz. Bugün şehirlerin cadde ve meydanlarında kocaman reklam afişleriyle, devamlı münker emrediliyor, maruf yasaklanıyor.

Evlerin başköşesinde duran, ev halkının her gün saatlerce karşısında oturup hipnotize edilmişçesine seyrettiği televizyonlarda durmadan Allah’ın gazab ettiği çirkin şeyler övülüyor, razı olduğu güzel ameller ise adeta bu zamanda yaşanamayacak veya bahse değer olmayan bir şeymiş gibi unutturuluyor.

Gün boyunca dönüp duran reklamlarda, “Harca, saç savur,” hatta “Faizli kredi al, onu da harca,” diye insanlar geleceğini rehin vermeye teşvik ediliyor. Tesettür ve edeb yerine, “Dikkat çekici olmanın yolları” öğretiliyor.

Filmlerde, dizilerde ibadet ancak yaşlılık meşgalesi, takvalı hayat ve zikir ise neredeyse bir marjinallik, aşırılık imiş gibi anlatılıyor. Ömrünü hayırlı işlerde değerlendirmek yerine müzik dinlemek, film seyretmek, böylece hoşça zaman geçirip eğlenmek hayatın gayesiymiş gibi gösteriliyor. Duygularıyla hareket etmek, önüne ne çıkarsa yapıvermek gayet masum telakki edilirken, ahlak namus endişeleriyle kendini günahtan alıkoymak ise köylülük veya eski kafalılık olarak gösteriliyor.

Masum ve basit gibi görünen gündüz kuşağı programlarında, güya mağdur olmuş kadınlar örnek gösterilerek, “Ev kadınlığına niye razı oluyorsun, kendi ayaklarının üzerinde dur. Ondan sonra kocana kafa tut, kendi hayatını yaşa,” diye empoze ediliyor.

Çok daha beterleri de var. Çocuklarımızın elinden düşmeyen internete bağlanabilen cihazlar, onları uyuşturucu, kumar ve fuhuş gibi korkunç tuzaklara davet ediyor. Nice ruh hastaları var ki, oyun gibi masum zannedilen bir vasıta ile gençlerimizi intihara bile sürüklüyor.

Bilim Adı Altında İfsad
Sadece eğlence araçlarında değil, bilim adı altında yapılan faaliyetler bile gençlerin aklını bulandırıyor, dalaleti hidayet gibi gösteriyor. Bugün psikiyatri kitaplarında sapkınlıklar artık anormallik olarak değil, normal bir tercih olarak öğretiliyor. Hayâ ve edeb “kendini baskılamak” adı altında, insan psikolojisini bozan bir şey gibi gösterilirken; utanmazca her önüne geleni yapmak “özgürlük” olarak sunuluyor.

Hemen hemen bütün vasıtalar ifsada kullanılıyor. Mesela iğrenç şeyleri normal göstermek için, “Onlar da şöyle şöyleydi,” diye tarihi şahsiyetlere bile iftira atılıyor. Böylece iyiliklerini örnek almaya, yanlışlarından da ibret almaya vesile olması gereken tarih konuları bile çarpıtılıyor, sûiistimal ediliyor.

İnsanlık var olduğu sürece elbette iyilik de kötülük de olmuştur. Ama tarihin belki de hiçbir devrinde bugünkü kadar değerler alt üst olmamıştır. Çünkü bugün maneviyat ve ahlakın en temel dayanakları yok ediliyor. Mesela bugün çocuklara “Sen Hz. Âdem ile Havva’nın değil maymunun soyundan gelmiş bir türsün. Evrimleşmiş bir hayvan cinsisin,” diyerek “Öyleyse din, ahlak benim neyime… Ben de hayvan gibi önüme geleni yapabilirim,” diye düşünmesi için bir meşruiyet zemini oluşturuluyor.

Gençler arasında dini, ahlakı hiçe sayma, değerler nihilizmi had safhaya çıkmış durumda. Bazı anketlere göre birçok genç evlilik dışı birlikte yaşamakta bir sakınca olmadığını düşünüyor. Böyle olmasına da şaşılmaz. Zaten üniversite tahsili sırasında ailesinden uzaklaşan gençler, bekâr evlerinde kendi akranlarıyla baş başa yaşayarak aile büyüklerinin dini, ahlaki değerlerinden uzaklaşıyor. Ailesiyle birlikte oturan gençler bile zamanının çoğunu dijital araçların başında geçiriyor. Aile fertlerinin her biri bir köşede, gözlerini bir ekrana kilitliyor; kalbini en yakınlarına kapatıp yabancı ellere teslim ediyor.

Aile reislerinin bir kısmı bu durumdan şikâyetçi olsa da ne yapacağını bilmiyor. Bu manzaraya dur diyecek gücü kendinde bulamıyor. Çünkü unutulan değerlerden biri de saygı… Eski zamanlarda baba eve gelince aile fertleri toparlanırdı. Artık babalar ailenin reisi değil, sadece masrafları ödemek zorunda olan zavallı durumuna düşürülmüş. Yaptığı onca harcamadan sonra evde söz hakkı yok.

Saygıyı bilmeyen ruhlar, şükran ve minnet de duymuyor. Vefayı ve sadakati hiç bilmiyor. Hatta en fıtri merhametten bile mahrum, kendine bile acımıyor. 

Liberalizm Fitnesi
Ne kadar anlatsak bitmez; sözün özü, değerlerin alt üst olduğu bir çağdayız. Maddiyatçılık, nefsanîlik ve dünyevileşme ne yazık ki, kendini muhafazakâr sayan kesimi bile etkisi altına almış bulunuyor.

Bugün komünist blok dağıldı, dünyaya liberalizm yani serbestlik fikri hâkim oldu. Aslında değerlendirilebilse, bu aynı zamanda bir fırsat… Artık İslam’ı tanımayanlara tebliğ etmek ve daha evvel komünizm baskısı altında dinini unutmuş kesimlere irşad hizmetlerini götürmek için imkâna sahibiz.

Üstelik bugün ulaşım ve iletişim imkânlarıyla dünya bir köye dönüştü. Hem dünyada bugün büyük bir adaletsizlik var. Kitleler adeta bir kurtarıcı bekliyor. İslam’ın vaad ettiği kurtuluşu anlatan eserler hazırlayıp, çeşitli dillere çevirip, ihtiyaç duyanlara ulaştırsak kim bilir ne kadar çok hidayete vesile oluruz. Ama ne yazık ki dünyevileşmenin esiri olmuşuz, bir türlü infaka ve İslam hizmetlerine sıra gelmiyor.

Biz İslam’ı anlatmıyoruz ama İslam düşmanları bizim nesillerimize özgürlük adı altında nefsani başıboşluk ve azgınlığı empoze ediliyor.

Bunları sırf şikâyet olsun diye yazmıyoruz elbette… Maksadımız sadece malûmu îlamdan ibaret değil. İstiyoruz ki bu gidişat karşısında sorumluluk hissedelim ve çare arayalım.

Çare, Cemaatleşmek   
Her milletin insan terbiye etmek için kullandığı teşvik ve tedip vasıtaları vardır. Bilhassa bizim medeniyetimizin insan yetiştirme metodunda manevî ve hissî vasıtalara büyük ehemmiyet verilir.

İslam şehirlerinin ekserisi, bir camii etrafında kurulan mahallelerden meydana gelirdi. Müslüman halk, belli bir yere yerleşip mahallelerini kurduğu zaman önce merkeze camii; onun etrafına arasta çarşısı, medrese, çeşitli vakıf eserleri ve mahalleler inşa ederdi. Çarşı esnafı, mahalle halkı camide buluşup tanışır, birbirinin halini bilirdi.

Köylerde veya mahallerde yaşayan insanlar uzun zaman birbirlerini tanıdıkları için, birbirlerine sahip oldukları maddî imkânlara, hayat standardına, giyim kuşamına göre değil, huyuna ahlakına göre itibar ederdi. İnsanların maddi zenginliğine değil, dürüstçe çalışmasına, helalinden kazanmasına, görgülü ve cömert olmasına ehemmiyet verilirdi.

Bir kişinin emek vererek, alın teri dökerek kazanması, işini iyi yapıp müşterisini memnun etmesi, hakka riayet etmesi ona itibar kazandırırdı. Aile yapısının düzgün olması, konu komşusuna iyi muamele etmesi, kendisinden iyilik ümit edilmesine ve hakkında hüsn-i şahadette bulunulmasına vesile olurdu. Artık o kişi evladını evlendirmek istese ona emniyet edilir, insanlar kızlarını böyle görgülü bir aileye gelin olarak verirdi. Aynı şekilde oğullarının mürüvvetini görmek isteyen aileler, helâl süt emmiş gelin ararlardı.

Cemiyette mânevî değerlere önem verilince, her insan itibar kazanmak için kendine dikkat ederdi. Kanun eliyle ceza-i müeyyide tatbik edilecek derecede ağır cürümlerin işlenmesi pek nadir olurdu. Sivil toplumun kendi iç müeyyideleri tesirli olduğu için devletin asayiş ve emniyeti sağlaması kolay olur; ağır bir yük teşkil etmezdi.

Osmanlı toplum yapısı bugünkü maddiyatçılıktan uzak olduğu için, insan vicdanına huzur veren âdil bir yapısı vardı. Çünkü her insan gençliğinde çıraklıkla işe başlamış olsa da, yaşlılık çağında usta olup hürmet görebiliyordu. Hanımlar da gelinken hizmet etse de, kayınvalide olunca gelini ona hizmet ediyordu. Böylece gençlik enerjisi hayırlı işlere harcanıyor; gençler hizmet ederken, emek verirken, ustalaşırken aynı zamanda ruhen de terbiye alıyor, nefsanîliği törpüleniyor ve ahlâkî sezgileri incelik kazanıyordu.

O zamanlar “Ben ne istiyorum,” diye düşünmek hiç akla gelmezdi, çünkü aileler gençlere sürekli “Benden ne isteniyor,” diye düşünmeyi öğretirdi. Bu şekilde mesuliyet hissi kazandırılan insana, Allah’a karşı kulluk mesuliyeti, aile ve cemiyete karşı hizmet mesuliyeti taşımak zor gelmezdi. Bu şekilde gençlik çağının hamlığı hizmet ile terbiye edilir; olgunluk çağında da insan bu incelikleri gelecek nesle aktarırdı.

Bu toplum yapısında karma yani kadın erkek karışık nizam yoktu. Bu şekilde hem iffetler muhafaza edilip aile yapısı korunuyor, hem de herkes kendi cinsine ait vazifeleri en iyi şekilde öğreniyordu. Kızlar annesinin ve ailenin kadınlarının elinin altında aile içi vazifelere göre yetiştirilirken; erkek çocukları da babası, ustası, hocası, komutanı vs emektarların elinin altında aile reisliğini öğrenirdi. Herkes bugün terbiye alan taraf ise yarın terbiye veren taraf olurdu. İnsanın itibarı, bu terbiye zincirini bozmaması, gelecek nesle aktarmasıyla ölçülürdü.

Tasavvuf yolunda da fıtrata uygun olan bu eğitim metodu uygulanırdı. Salik, yani tasavvuf yolunun talebesi mürşidini severek örnek alır, ondan ilim öğrendiği kadar ahlak da öğrenir ve ondan feyezan eden mânevî hâle bürünürdü. Bugün bu değerleri yeniden canlandırmamız çok zor gibi görünse de imkânsız değil. Yeter ki, gayret gösterelim.

Unutmayalım ki, insan bir cemaat, cemiyet ve aile bağları içinde yetişir, terbiye olur. Nefsiyle baş başa kalmak çoğu zaman fesada zemin hazırlar. Bu sebeple, nesillerimizi hayırlı meşgalelere teşvik eden güzel cemaat ve cemiyet bağları içinde yetiştirmeliyiz. Bunun için de Allah’ın bize lütfettiği Allah dostlarının etrafında kenetlenmeli, mümin kardeşlerimizle dostluğumuza, sohbet ve faaliyetlerimize sıkı sarılmalıyız. Cemaatleşmek, tek başına yapamayacağımız emr-i maruf, nehy-i münker gibi amelleri yapmak için bize güç verecektir.

İman ancak hararetli, tutkulu, canlı bir iman olursa insanın halini düzeltir ve başkalarını da özendirir. İmanı kuvvetlendirmek için de imanımızın gereği olan hayatı yaşamakta gayretli olmamız gerekir. Yoksa Hz. Ali radıyallahu anh’ın dediği gibi, “İnsan inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanmaya başlar.”

Elbette dinimizi tam yaşamak, nefsanî ve dünyevî birçok fedakârlıklar isteyecektir ama unutmayalım ki insanın ahiretteki derecesi, imanı için yaptığı fedakârlıkla ölçülecektir. Nasıl ki sahabelerin dahi efdâl olanları, erken dönemde müslüman olup çok fedakârlık yapmış olanlardır, öyleyse bu bizim için de geçerlidir.

Allah-u Zülcelâl bu zor zamanda muhafaza olmamız için; bize de, nesillerimize de iman kuvveti nasip eylesin.

Âmin.

Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor:

“Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem bir gün ashabına sordu:

“Gençlerinizin fıska düştüğü, kadınlarınızın azdığı zaman haliniz ne olur?” Ashab-ı kiram hayret ederek:

“Ey Allah’ın Resûlü, yani böyle bir hal mi gelecek?” dediler. Rasulü Zişan Efendimiz aleyhisselatu vesselam:

“Evet, hatta daha beteri!” buyurdu ve devam etti:

“Emr-i bi’l-ma’rufta bulunmadığınız, nehy-i ani’l-münker yapmadığınız vakit haliniz ne olur?” diye sordu. Yine hayretle:

“Yani bu olacak mı?” dediler.

“Evet, hatta daha beteri!” buyurdular ve sormaya devam ettiler:

“Münkeri emredip, ma’rufu yasakladığınız zaman haliniz ne olur?” Ashabı daha da hayrete düşerek:

“Ey Allah’ın Resûlü! Bu mutlaka olacak mı?” dediler.

“Evet, hatta daha beteri!” buyurdular ve devam ettiler:

“Ma’rufu münker, münkeri de ma’ruf addettiğiniz zaman haliniz ne olur?” Ashab:

“Ey Allah’ın Resûlü! Bu mutlaka olacak mı?” diye sordular.

“Evet, olacak!” buyurdular. (Heysemi, Mecma’u’z-Zevaid; VII, 281)

Maalesef ahir zaman Müslümanların olarak, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin haber verdiği o korkunç zamanı yaşıyoruz. Bugün şehirlerin cadde ve meydanlarında kocaman reklam afişleriyle, devamlı münker emrediliyor, maruf yasaklanıyor.

Evlerin başköşesinde duran, ev halkının her gün saatlerce karşısında oturup hipnotize edilmişçesine seyrettiği televizyonlarda durmadan Allah’ın gazab ettiği çirkin şeyler övülüyor, razı olduğu güzel ameller ise adeta bu zamanda yaşanamayacak veya bahse değer olmayan bir şeymiş gibi unutturuluyor.

Gün boyunca dönüp duran reklamlarda, “Harca, saç savur,” hatta “Faizli kredi al, onu da harca,” diye insanlar geleceğini rehin vermeye teşvik ediliyor. Tesettür ve edeb yerine, “Dikkat çekici olmanın yolları” öğretiliyor.

Filmlerde, dizilerde ibadet ancak yaşlılık meşgalesi, takvalı hayat ve zikir ise neredeyse bir marjinallik, aşırılık imiş gibi anlatılıyor. Ömrünü hayırlı işlerde değerlendirmek yerine müzik dinlemek, film seyretmek, böylece hoşça zaman geçirip eğlenmek hayatın gayesiymiş gibi gösteriliyor. Duygularıyla hareket etmek, önüne ne çıkarsa yapıvermek gayet masum telakki edilirken, ahlak namus endişeleriyle kendini günahtan alıkoymak ise köylülük veya eski kafalılık olarak gösteriliyor.

Masum ve basit gibi görünen gündüz kuşağı programlarında, güya mağdur olmuş kadınlar örnek gösterilerek, “Ev kadınlığına niye razı oluyorsun, kendi ayaklarının üzerinde dur. Ondan sonra kocana kafa tut, kendi hayatını yaşa,” diye empoze ediliyor.

Çok daha beterleri de var. Çocuklarımızın elinden düşmeyen internete bağlanabilen cihazlar, onları uyuşturucu, kumar ve fuhuş gibi korkunç tuzaklara davet ediyor. Nice ruh hastaları var ki, oyun gibi masum zannedilen bir vasıta ile gençlerimizi intihara bile sürüklüyor.

Bilim Adı Altında İfsad

Sadece eğlence araçlarında değil, bilim adı altında yapılan faaliyetler bile gençlerin aklını bulandırıyor, dalaleti hidayet gibi gösteriyor. Bugün psikiyatri kitaplarında sapkınlıklar artık anormallik olarak değil, normal bir tercih olarak öğretiliyor. Hayâ ve edeb “kendini baskılamak” adı altında, insan psikolojisini bozan bir şey gibi gösterilirken; utanmazca her önüne geleni yapmak “özgürlük” olarak sunuluyor.

Hemen hemen bütün vasıtalar ifsada kullanılıyor. Mesela iğrenç şeyleri normal göstermek için, “Onlar da şöyle şöyleydi,” diye tarihi şahsiyetlere bile iftira atılıyor. Böylece iyiliklerini örnek almaya, yanlışlarından da ibret almaya vesile olması gereken tarih konuları bile çarpıtılıyor, sûiistimal ediliyor.

İnsanlık var olduğu sürece elbette iyilik de kötülük de olmuştur. Ama tarihin belki de hiçbir devrinde bugünkü kadar değerler alt üst olmamıştır. Çünkü bugün maneviyat ve ahlakın en temel dayanakları yok ediliyor. Mesela bugün çocuklara “Sen Hz. Âdem ile Havva’nın değil maymunun soyundan gelmiş bir türsün. Evrimleşmiş bir hayvan cinsisin,” diyerek “Öyleyse din, ahlak benim neyime… Ben de hayvan gibi önüme geleni yapabilirim,” diye düşünmesi için bir meşruiyet zemini oluşturuluyor.

Gençler arasında dini, ahlakı hiçe sayma, değerler nihilizmi had safhaya çıkmış durumda. Bazı anketlere göre birçok genç evlilik dışı birlikte yaşamakta bir sakınca olmadığını düşünüyor. Böyle olmasına da şaşılmaz. Zaten üniversite tahsili sırasında ailesinden uzaklaşan gençler, bekâr evlerinde kendi akranlarıyla baş başa yaşayarak aile büyüklerinin dini, ahlaki değerlerinden uzaklaşıyor. Ailesiyle birlikte oturan gençler bile zamanının çoğunu dijital araçların başında geçiriyor. Aile fertlerinin her biri bir köşede, gözlerini bir ekrana kilitliyor; kalbini en yakınlarına kapatıp yabancı ellere teslim ediyor.

Aile reislerinin bir kısmı bu durumdan şikâyetçi olsa da ne yapacağını bilmiyor. Bu manzaraya dur diyecek gücü kendinde bulamıyor. Çünkü unutulan değerlerden biri de saygı… Eski zamanlarda baba eve gelince aile fertleri toparlanırdı. Artık babalar ailenin reisi değil, sadece masrafları ödemek zorunda olan zavallı durumuna düşürülmüş. Yaptığı onca harcamadan sonra evde söz hakkı yok.

Saygıyı bilmeyen ruhlar, şükran ve minnet de duymuyor. Vefayı ve sadakati hiç bilmiyor. Hatta en fıtri merhametten bile mahrum, kendine bile acımıyor. 

Liberalizm Fitnesi

Ne kadar anlatsak bitmez; sözün özü, değerlerin alt üst olduğu bir çağdayız. Maddiyatçılık, nefsanîlik ve dünyevileşme ne yazık ki, kendini muhafazakâr sayan kesimi bile etkisi altına almış bulunuyor.

Bugün komünist blok dağıldı, dünyaya liberalizm yani serbestlik fikri hâkim oldu. Aslında değerlendirilebilse, bu aynı zamanda bir fırsat… Artık İslam’ı tanımayanlara tebliğ etmek ve daha evvel komünizm baskısı altında dinini unutmuş kesimlere irşad hizmetlerini götürmek için imkâna sahibiz.

Üstelik bugün ulaşım ve iletişim imkânlarıyla dünya bir köye dönüştü. Hem dünyada bugün büyük bir adaletsizlik var. Kitleler adeta bir kurtarıcı bekliyor. İslam’ın vaad ettiği kurtuluşu anlatan eserler hazırlayıp, çeşitli dillere çevirip, ihtiyaç duyanlara ulaştırsak kim bilir ne kadar çok hidayete vesile oluruz. Ama ne yazık ki dünyevileşmenin esiri olmuşuz, bir türlü infaka ve İslam hizmetlerine sıra gelmiyor.

Biz İslam’ı anlatmıyoruz ama İslam düşmanları bizim nesillerimize özgürlük adı altında nefsani başıboşluk ve azgınlığı empoze ediliyor.

Bunları sırf şikâyet olsun diye yazmıyoruz elbette… Maksadımız sadece malûmu îlamdan ibaret değil. İstiyoruz ki bu gidişat karşısında sorumluluk hissedelim ve çare arayalım.

Çare, Cemaatleşmek   

Her milletin insan terbiye etmek için kullandığı teşvik ve tedip vasıtaları vardır. Bilhassa bizim medeniyetimizin insan yetiştirme metodunda manevî ve hissî vasıtalara büyük ehemmiyet verilir.

İslam şehirlerinin ekserisi, bir camii etrafında kurulan mahallelerden meydana gelirdi. Müslüman halk, belli bir yere yerleşip mahallelerini kurduğu zaman önce merkeze camii; onun etrafına arasta çarşısı, medrese, çeşitli vakıf eserleri ve mahalleler inşa ederdi. Çarşı esnafı, mahalle halkı camide buluşup tanışır, birbirinin halini bilirdi.

Köylerde veya mahallerde yaşayan insanlar uzun zaman birbirlerini tanıdıkları için, birbirlerine sahip oldukları maddî imkânlara, hayat standardına, giyim kuşamına göre değil, huyuna ahlakına göre itibar ederdi. İnsanların maddi zenginliğine değil, dürüstçe çalışmasına, helalinden kazanmasına, görgülü ve cömert olmasına ehemmiyet verilirdi.

Bir kişinin emek vererek, alın teri dökerek kazanması, işini iyi yapıp müşterisini memnun etmesi, hakka riayet etmesi ona itibar kazandırırdı. Aile yapısının düzgün olması, konu komşusuna iyi muamele etmesi, kendisinden iyilik ümit edilmesine ve hakkında hüsn-i şahadette bulunulmasına vesile olurdu. Artık o kişi evladını evlendirmek istese ona emniyet edilir, insanlar kızlarını böyle görgülü bir aileye gelin olarak verirdi. Aynı şekilde oğullarının mürüvvetini görmek isteyen aileler, helâl süt emmiş gelin ararlardı.

Cemiyette mânevî değerlere önem verilince, her insan itibar kazanmak için kendine dikkat ederdi. Kanun eliyle ceza-i müeyyide tatbik edilecek derecede ağır cürümlerin işlenmesi pek nadir olurdu. Sivil toplumun kendi iç müeyyideleri tesirli olduğu için devletin asayiş ve emniyeti sağlaması kolay olur; ağır bir yük teşkil etmezdi.

Osmanlı toplum yapısı bugünkü maddiyatçılıktan uzak olduğu için, insan vicdanına huzur veren âdil bir yapısı vardı. Çünkü her insan gençliğinde çıraklıkla işe başlamış olsa da, yaşlılık çağında usta olup hürmet görebiliyordu. Hanımlar da gelinken hizmet etse de, kayınvalide olunca gelini ona hizmet ediyordu. Böylece gençlik enerjisi hayırlı işlere harcanıyor; gençler hizmet ederken, emek verirken, ustalaşırken aynı zamanda ruhen de terbiye alıyor, nefsanîliği törpüleniyor ve ahlâkî sezgileri incelik kazanıyordu.

O zamanlar “Ben ne istiyorum,” diye düşünmek hiç akla gelmezdi, çünkü aileler gençlere sürekli “Benden ne isteniyor,” diye düşünmeyi öğretirdi. Bu şekilde mesuliyet hissi kazandırılan insana, Allah’a karşı kulluk mesuliyeti, aile ve cemiyete karşı hizmet mesuliyeti taşımak zor gelmezdi. Bu şekilde gençlik çağının hamlığı hizmet ile terbiye edilir; olgunluk çağında da insan bu incelikleri gelecek nesle aktarırdı.

Bu toplum yapısında karma yani kadın erkek karışık nizam yoktu. Bu şekilde hem iffetler muhafaza edilip aile yapısı korunuyor, hem de herkes kendi cinsine ait vazifeleri en iyi şekilde öğreniyordu. Kızlar annesinin ve ailenin kadınlarının elinin altında aile içi vazifelere göre yetiştirilirken; erkek çocukları da babası, ustası, hocası, komutanı vs emektarların elinin altında aile reisliğini öğrenirdi. Herkes bugün terbiye alan taraf ise yarın terbiye veren taraf olurdu. İnsanın itibarı, bu terbiye zincirini bozmaması, gelecek nesle aktarmasıyla ölçülürdü.

Tasavvuf yolunda da fıtrata uygun olan bu eğitim metodu uygulanırdı. Salik, yani tasavvuf yolunun talebesi mürşidini severek örnek alır, ondan ilim öğrendiği kadar ahlak da öğrenir ve ondan feyezan eden mânevî hâle bürünürdü. Bugün bu değerleri yeniden canlandırmamız çok zor gibi görünse de imkânsız değil. Yeter ki, gayret gösterelim.

Unutmayalım ki, insan bir cemaat, cemiyet ve aile bağları içinde yetişir, terbiye olur. Nefsiyle baş başa kalmak çoğu zaman fesada zemin hazırlar. Bu sebeple, nesillerimizi hayırlı meşgalelere teşvik eden güzel cemaat ve cemiyet bağları içinde yetiştirmeliyiz. Bunun için de Allah’ın bize lütfettiği Allah dostlarının etrafında kenetlenmeli, mümin kardeşlerimizle dostluğumuza, sohbet ve faaliyetlerimize sıkı sarılmalıyız. Cemaatleşmek, tek başına yapamayacağımız emr-i maruf, nehy-i münker gibi amelleri yapmak için bize güç verecektir.

İman ancak hararetli, tutkulu, canlı bir iman olursa insanın halini düzeltir ve başkalarını da özendirir. İmanı kuvvetlendirmek için de imanımızın gereği olan hayatı yaşamakta gayretli olmamız gerekir. Yoksa Hz. Ali radıyallahu anh’ın dediği gibi, “İnsan inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanmaya başlar.”

Elbette dinimizi tam yaşamak, nefsanî ve dünyevî birçok fedakârlıklar isteyecektir ama unutmayalım ki insanın ahiretteki derecesi, imanı için yaptığı fedakârlıkla ölçülecektir. Nasıl ki sahabelerin dahi efdâl olanları, erken dönemde müslüman olup çok fedakârlık yapmış olanlardır, öyleyse bu bizim için de geçerlidir.

Allah-u Zülcelâl bu zor zamanda muhafaza olmamız için; bize de, nesillerimize de iman kuvveti nasip eylesin.

Âmin.

 


* BENZER KONULAR

2014 - Ahmet Yağmur - Medine'ye Hasret Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:03:52 ÖS]


Asıl Derdimiz Dertsiz İnsanlar Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:27:42 ÖÖ]


Hayatını Düzene Koymak İsteyen Müslüman Gençlere Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:17:49 ÖÖ]


Bizi Aldatan Bizden Değildir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:53:08 ÖÖ]


BenimKkim Olduğumu Biliyor musun Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:42:56 ÖÖ]


Çocuklarımıza Sahip Çıkmalıyız Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:35:33 ÖÖ]


Zulmün Zararları Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:22:59 ÖÖ]


Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:49:10 ÖÖ]


Yalşayan Hurafeler Karşışında Müslümanların Tavırları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:40:06 ÖÖ]


Yalanın Zararları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:02:40 ÖÖ]


Ahiretin kapısı ölümü Hatırlamak ve Ona Hazırlanmak Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:49:11 ÖÖ]


Hicr Süresi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:32:26 ÖÖ]


Güven Duygusunu Nasıl Elde Ederiz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:22:28 ÖÖ]


Korku ve Ümit Ahiret İnancından Doğar Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:09:23 ÖÖ]


Süleyman Aleyhisselam Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:00:28 ÖÖ]


Zikir İbâdeti Kalbin Cilâsıdır Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 09:45:16 ÖS]


Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:47:12 ÖS]


Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:42:28 ÖS]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41