Gönderen Konu: Kadınlara Dair Kur'ani hükümler 1 ve 2 Kısım  (Okunma sayısı 248 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2126
Kadınlara Dair Kur'ani hükümler 1 ve 2 Kısım
« : Şubat 05, 2020, 06:40:34 ÖÖ »
Kadınlara Dair  Kur'ani hükümler  1

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbiniz’den sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riâyetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (en-Nisâ, 1) buyuran Cenâb-ı Allah, hem erkek hem de kadınlar için hükümde eşit oldukları âyetler nâzil etmekle birlikte kadınlara özel hükümler de beyan etmiştir.

Kadın olsun erkek olsun “tek bir nefisten yaratılmak” itibariyle, kadın ve erkek eşittir.[1]

Şer’î sorumluluklarda ve uhrevî mükâfatta, kadın ve erkek birbirine eşittir.[2]

Hadlerde ve şer’î cezâlarda, kadın ve erkek eşittir.[3]

Mâlî akit ve tasarruflara ehliyet sahibi olmakta da kadın-erkek birbirlerine eşittir. Kendisine ait mallarını kiraya vermek, satış, hibe, vasiyet vb. konularda ergen ve akıl sahibi olan kadın-erkek, hür bir şekilde tasarrufta bulunabilirler.

Kadının erkekten farklı olduğu konularda hükümler, bizzat Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı âyet-i kerîmelerde değişmektedir. Bu hususta iki noktaya dikkat etmek gerekir:

Birinci nokta, kadın ve erkek hüküm farklılıklarında, arada her ne olursa olsun Allâh’ın şeriatini kabul edip, kendi hevâ ve heveslerine göre değil, Allah ve Rasûlü’nün hükmettiği hususlara riâyetle, isyan etmeden, muhalefet etmeden, tam bir teslimiyetle teslim olmaları gerekir.[4]

İkinci önemli nokta ise, kadın ve erkeğin bazı hükümlerde birbirlerinden ayrılmaları, kadının eksikliği veya mertebesinin düşük olması sebebiyle değildir. Allâh’ın kadını yarattığı fıtrat esaslarına riâyet etmek içindir. Kadın ve erkeğin yaratılışında farklılık olduğu için bu farklılığa uygun birtakım hükümlerin de bulunması gayet tabiîdir. Kadınların âdet durumları, evlilikte mehir, mirasta farklılıklar, boşanma selâhiyeti, tesettür vb. konular bunlardandır.

Erkekler ile kadınlar arasında farklılıkların olduğu noktalarda bu dengeyi de Kur’ân ve Sünnet açık bir şekilde düzenler. Biz de Kur’ân-ı Kerîm rehberliğinde bu hakları ve farklılıkları tek tek ele almaya çalışalım:

Kadın İçin Kısas Hakkı

“Ey îmân edenler! Öldürülenler hakkında kısas size gerekli kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın... Ancak her kime, kardeşi tarafından bir şey bağışlanırsa artık ona hakkâniyetle uymalı ve diyeti ona güzellikle ödemelidir. Bu, Rabbiniz’den bir hafifletme, bir rahmettir. Bundan sonra kim haddi aşarsa, ona elem verici bir azap vardır.” (el-Bakara, 178)

Bilerek ve kasten cinayet ve yaralama gerçekleştiren kimse, yaptığı cinayet ve yaralama üzerine kısasa tâbî tutulur.

Câhiliye döneminde kadını, bir erkek öldürdüğü ya da yaraladığı zaman kadın erkekten düşük seviyede bir varlık kabul edildiği için erkek cezalandırılmazdı.

Bu âyet-i kerîme ile erkeğin kadına karşılık öldürülebileceğini anlıyoruz. Bir yahudi erkek, bir kızın başını iki taşın arasına sıkıştırarak ezdi. Kıza kimin yaptığı soruldu, tek tek isimler söylendi. O yahudinin ismini işitince, başı ile “evet” işareti yaptı. O yahudi tutuklandı. Suçunu itiraf etti. Peygamber Efendimiz, onun başının iki taşın arasında sıkıştırılarak ezilmesine karar verdi. Adamın başı, kendi yaptığı şekilde iki taşın arasında sıkıştırılarak ezildi.[5]

Günümüzde câhiliye âdetlerini devam ettiren bazı bölgelerde tecavüze uğrayan kadınların öldürülmesi, erkeklerin salıverilmesi, kadın söz konusu olunca merhametsizce uygulamalar yapanların erkeklere kolaylık göstermeleri, bu âyet-i kerîmeleri bilmemekten veya gereği gibi davranmamaktan kaynaklanmaktadır. Bu yanlış anlayış ve uygulamalar, Kur’ân’a göre değil, câhiliye töre ve âdetlerine göredir.

Kur’ân-ı Kerîm, bu âyet ile kadının kısas hakkı konusunda zihinlerdeki yanlış düşünceyi düzeltmiş, kadın ve erkeğin hukuk önündeki eşitliğini açıkça ortaya koymuştur.

Oruçlu İken Kadına Yaklaşmak

“Oruç gecesinde kadınlarınızla birleşmek size helâl kılındı. Onlar sizin için elbisedir, siz de onlar için elbisesiniz. Sizin kendinize hıyanet etmekte olduğunuzu Allah bilmiş, tevbenizi kabul etmiş ve sizi bağışlamıştır. Şimdi artık onlarla birleşin ve Allâh’ın sizin için yazdığını isteyin. Fecirden siyah ip beyaz ipten sizin için ayırt edilir hâle gelinceye kadar yiyin ve için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın. Mescidlerde ibadete çekilmişken (îtikâftayken) kadınlarla cinsî münâsebette bulunmayın. Bunlar Allâh’ın koyduğu sınırlardır; sakın bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, âyetlerini insanlar için işte böyle açıklar. Umulur ki, sakınırlar.” (el-Bakara, 187)

Ramazan’da oruç tutmak emredildiği ilk zamanlarda, eşleri ile cinsî birlikteliğin gündüz olduğu gibi gece de yasak olduğuna inanıp, eşlerine yaklaşmaktan dahî korkmuşlardır.

Cinsî ihtiyaç hissedip eşine yaklaşan sahâbîler de büyük günaha girdiklerini düşünerek helâk olacakları endişesine kapılmışlar ve bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil olmuştur. Erkeklerin fıtraten zayıf oldukları bu hususlarda, kadınların günümüzde:

“-Mübârek aylardayız, bu işten başka düşünecek şeyin yok mu?! Git, tespih çek, Allâh’a duâ et!” gibi sözlerle eşlerini uyardıkları ve bunu fetvâlarda dahî sordukları için Cenâb-ı Hak, kadın için çok ehemmiyet teşkil etmeyen bu hususu, erkeğin ve kadının fıtratını dikkate alarak açıklamıştır.

Özellikle hac ve umrede ihramlı olmadıkları zamanlarda bile eşlerini kendilerine yaklaştırmayan kadınlar mevcut olmakta, hac ve umrede erkeklerin en çok sorduğu sorular, bu konular üzerinde cereyan etmektedir.

İhtiyaçlar söz konusu ise eşlerin helâl dairesinde birbirlerini sükûnete erdirmeleri birbirleri üzerinde önemli bir hakkı olup Cenâb-ı Hak, kullarının fıtratını en iyi bildiği için “Birbirinizi günahtan, haramdan koruyan en iyi örtüler sizsiniz!” buyurarak, bu vazifelerin dikkate alınmasını emretmiştir.

Bazı durumlarda, Ramazan ayında gündüz kadının eşini tahrik etmesi, kocanın da nefsine hâkim olamayıp cinsî birliktelik yaşamaları her ikisine de kefaret gerektirdiği gibi; eşini cinsî olarak tahrik etmediği, oruçlu iken cinsî münâsebete rızâ göstermediği hâlde kocasının kendisi ile zorla ilişkiye girdiğini söyleyen kadınlardan kefaret cezası düşmekte olduğu, erkeğin ise kefaret orucu tutması gerektiği, bilinen durumlardandır.

Cenâb-ı Hak, bu ihtiyacın iftar ile imsak arasında karşılanmasının fıtrî olarak kişilere yeterli olacağını beyân etmiştir. Helâl dairesi, fıtrat için yeterli derecede geniştir.

Hoşunuza Gitse de Müşrik Erkeklerle Evlenmek Câiz Değildir

“Îman etmedikleri sürece Allâh’a ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. Şundan emin olun ki, îmanlı bir câriye, sizin hoşunuza gitse de müşrik bir hür kadından iyidir. Îman etmedikleri sürece Allâh’a ortak koşan erkeklerle de kadınlarınızı evlendirmeyin. Şundan da emin olun ki, îmanlı bir köle, sizin hoşunuza gitse bile müşrik bir hür kişiden daha iyidir. Onlar, insanları ateşe çağırırlar, Allah ise izni ile Cennet’e ve bağışlanmaya çağırır, gerektikçe hatırlasınlar diye insanlara âyetlerini açıklar.” (el-Bakara, 221)

İslâm, her şeyden yüksekte olup, hiçbir şey onun üzerine çıkamaz. Kadınların aşk ve romantizm gibi hususlarda ciddî zaafları olup “kalplerinin götürdüğü yere gidebilme” cesaretini (!) göstermelerini, Cenâb-ı Hak, ciddî şekilde uyarmaktadır. Zira Allâh’ın emrini çiğnemek sûreti ile hiçbir kişinin mutluluğu yakalaması imkân dâhilinde değildir.

Mü’min bir kadının hoşuna gitse bile, kendisi için bir kâfire veya bir fâsığa râzı olması câiz değildir. Bunu bilip bu şuurla kişinin yetişmesi, o mecrâlara girmemek için takvâlı olmaya gayret etmesi, Cenâb-ı Hakk’ın kulları üzerine ciddî bir îkâzıdır.

Evlenilse dahî, bu nikâhın Cenâb-ı Hak katında geçersiz bir nikâh olduğu, bunların zinâkâr hükmüne tâbî tutulacakları, bilinmesi gerekli önemli bir husustur. Burada eşler arası denklikte en önemli hususun “dindarlık” olduğuna dikkat çekilmektedir.

Hayızlı Kadınla, Hayız Esnasında Cimâ Yapmanın Hükmü

“Sana kadınların aybaşı hâllerini soruyorlar. De ki: «O bir rahatsızlıktır. Bu sebeple âdet günlerinde kadınlardan ayrı durun, temizlenmedikçe onlarla cinsî münasebette bulunmayın. İyice temizlendiklerinde onlara Allâh’ın emrettiği şekilde yaklaşın.» Allah çok tevbe edenleri sever ve içi-dışı temiz olanları sever.” (el-Bakara, 222)

Medîne’de müslümanlar, yahudi komşuları ile birlikte yaşıyorlardı. Onların hayatında şâhit oldukları manzara, yahudilerin kadınların âdet dönemlerinde onlarla aynı sofrada yemek yemediği, hattâ onlarla aynı evde durmadığı şeklindeydi.

Sahâbe efendilerimiz, bu durumu Peygamber Efendimiz’e sordukları zaman bu âyetler nâzil oldu. Sıhhatli olduğu hâlde doğum sebebi ile değil, fıtrî sebeplerden kadın hayız olur. Ergenlik ile başlayan bu durum, kadının doğurganlığının en önemli işaretidir. Hayızlı kadın pis veya uğursuz değildir. Bebeğini de emzirir, evinde yemeğini de yapar, göbekle diz kapağının arasını örtüp, o bölgelere dokunulmaması sûreti ile eşi ile birlikte yatabilir de…

Hanefî fıkhına göre hayızın en az süresi 3 gün, en uzun süresi ise on gün olup, bunlardan az ya da daha çok devam etse de gelen kan, hayız kanı değildir. Âdetli kadınla cinsel ilişkiye girmek, kadına oldukça zarar vereceği için cimâya kadının aslâ rızâ göstermemesi gerektiği, gösterdiği taktirde verilmesi gerekli şer’î cezayı kadının da verme mecburiyeti olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır.

“-Bu beden benim, istediğim gibi yaşarım!” demek, kişinin haddini aşmasıdır. Sağlık açısından sakıncalı, tıbben mahzurlu, tiksinti veren ve her iki taraf için de eziyetli bir iş olduğu için dînen cezası, pişman olup istiğfar etmekle birlikte 4,5 gr altını da kefâret olarak vermektir.

Kâbe’yi tavâf etmek, “hadesten taharet”i gerektirdiği için âdetli kadının Kâbe’yi tavaf etmesi durumunda ya onu temizlenir temizlenmez iâde etmesi, aksi hâlde bir dem (koyun veya keçi) kesmesi gerekir.

Îlâ’ın Hükmü

“Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer geri dönerlerse, Allah çok bağışlayıcıdır, sonsuz rahmet sahibidir. Boşamaya karar vermiş olurlarsa, şüphe yok ki Allah her şeyi işitir ve bilir.” (el-Bakara, 226-227)

Bir erkeğin, eşiyle bir süre cinsî münâsbette bulunmamak üzere yemin etmesine “îlâ” denir. İslâm’dan önce îlâ, kadınları baskı altında tutmak, zulmetmek ve onlardan haksız menfaatler sağlamak üzere yaygın olarak uygulanırdı. Az da olsa eşlerini eğitmek, bazı kötü davranışlarını düzeltmek üzere îlâ yapanlar da bulunurdu.

Kötü maksatla bu yemin âdetinden faydalananlar, eşlerini yıllarca nikâh altında tuttukları hâlde onlarla yatmazlar, cinsî münasebette bulunmazlardı. Kadınların bu tutsaklıktan kendi istekleriyle kurtulma imkânları da yoktu.

İslâm, kadına zarar verme kastıyla yapılan îlâ’ı yasakladı, iyi niyete dayanan îlâ’ı ise dört ayla sınırladı. Dört ay içinde normal âile ilişkilerine dönüldüğü takdirde evlilik hayatı devam eder. Dört ayın dolması hâlinde İmam Mâlik ve Şâfiî’ye göre kadın hâkime başvurur ve hâkim kocasına:

“-Ya boşa veya evlilik hayatına dön!” der.

Koca bunlardan birine yanaşmazsa, hâkim re’sen boşar.

Hanefîler’e göre dört ayın dolmasıyla kadın kesin (bâin) olarak kocasından boşanmış sayılır. Dört aydan az olmak üzere karısına yaklaşmamaya yemin eden kimse, bu müddet içinde yeminini bozmazsa bir şey gerekmez, bozar da temasta bulunursa kefâret gerekir.

Boşanmış Kadınların İddeti

“Boşanan kadınların kendileri üç âdet görünceye kadar beklerler. Allâh’a ve âhiret gününe îman ediyorlarsa, Allâh’ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri, onlara helâl olmaz. Eğer taraflar arayı düzeltmeyi istiyorlarsa kocaları, onları kendilerine geri çevirme hususunda başkalarından daha ziyade hak sahibidirler. Kadınların, mâkul ve meşrû ölçülerde vazifelerine denk hakları vardır; erkeklerin ise onların üzerinde bir dereceleri mevcuttur. Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (el-Bakara, 228)

İddet, o kadar önemli bir konudur ki, kadının eşi vefat etmiş olsa, aynı zamanda kendisine hac da çıkmış olsa, aslâ iddeti beklemeden hacca gidemez.

Bu, Cenâb-ı Allâh’ın eşlerinden boşanmış ya da eşi vefat etmiş kadınlardan yerine getirmelerini istediği bir farzdır.

Boşanan kadınlar, üç hayız müddeti, eşi ölen kadınlar 4 ay on gün iddet beklerler.[6] Menopoza giren kadınlar da, eşlerinden ayrıldıkları taktirde aynı iddeti beklemek zorundadırlar. Hâmile kadınların iddeti ise, yüklerini bırakmaları, yani çocuklarını doğurmalarıdır.[7]

Kadının yaşadığı o travmanın matemini hissetmesi, dünyadan bir müddet elini ayağını çekerek, ibadet ve kulluk ile psikolojik olarak rahatlaması için bu süre çok önemlidir. Bazı hanımlar:

“-Ben zaten âdet görmüyorum, eşim vefat etti, yeni torunum dünyaya geldi, hastaneye gidip onun yanında kalmak, refâkat etmek istiyorum!” demeleri, geçerli bir sebep olmayıp iddet bekleyen kadınların bu durumuna saygılı olunması, onları böylesi işlere mecbur etmeyip iddetlerini beklemelerini sağlamak, îmanlı evlâtların bir vazifesidir. Toplumun bu durumu bilip, kadınlara yardımcı olması gerekir.

Burada önemli bir husus da şudur ki, eşinden boşandığı hâlde iddet bekleyen bir kadınının eşi, tekrar birleşmek ister, bu isteğini de kadına daha çok zarar vermek maksadı ile yapmazsa, iddet müddetinin bitmesine gerek kalmaksızın, kalan talâkları ile tekrar evlenebilirler.

----------------------------------------------------------------------------------

[1] el-A’râf, 189.

[2] Âl-i İmran, 195.

[3] el-Mâide, 38.

[4] Bkz. en-Nisâ, 65; el-Ahzâb, 36; eş-Şûrâ, 10.

[5] Bkz: Buhârî, ed-Diyât, 4/6876.

[6] Bkz: el-Bakara, 234.

[7] Bkz: et-Talâk, 4.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2126
Ynt: Kadınlara Dair Kur'ani hükümler 2
« Yanıtla #1 : Şubat 05, 2020, 06:45:28 ÖÖ »
Kadınlara Dair  Kur'ani hükümler  2

Talak Sayısı ve Hul’un Meşrû Olması

“Boşama iki keredir. Her ikisinden sonra ya iyilikle evlilik içinde tutmak veya güzellikle serbest bırakmak gerekir.

Allâh’ın koyduğu kurallara uymamalarından korkmadığınız sürece onlara verdiğiniz mehirden hiçbir miktarı geri almanız sizin için helâl olmaz. Eğer Allâh’ın kurallarına uymamalarından korkarsanız, kadının evlilikten kurtulmak için verdiği meblâğda taraflara bir vebal yoktur. Bunlar Allâh’ın koyduğu kurallardır, bu sebeple onları çiğnemeyin. Her kim Allâh’ın koyduğu kuralları çiğnerse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” (el-Bakara, 229)

Câhiliyede talak sayısı, yani erkeğin kadını boşaması hususunda belli bir sayı yoktu. Kişi karısını defalarca boşardı. Asr-ı saâdette bir kişi hanımına kızıp:

“-Ben seni ne tutarım, ne de başkasına helâl olman için bırakırım.” dedi. Bunu da; “Boşarım, iddetin bitmesine yakın vazgeçer, tekrar geri alırım.” diyerek açıkladı.

Bu durum, kadın için geleceğine dair umutsuzluk ve kedere düşmesine sebebiyet vereceğinden, mağdur kadın, endişesini Peygamber Efendimiz’e iletti. Bu hâdise üzerine Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerîmeyi inzal etti.

Bu âyet, kadın için büyük rahmet olmakla birlikte, talâk’ın keyfî olarak kullanılamayacak kadar ehemmiyetli olduğunu, bu hususta dikkatli olunması gerektiğini göstermektedir.

Sünnete uygun boşama hakkı, her biri, kadının aybaşı hâlinde olmamak üzere üçtür. Bir temizlik içinde ancak bir boşama hakkı kullanılabilir. Âdet döneminde boşamak, mekruh olmakla birlikte geçerlidir. Erkek, âdet döneminde eşini boşadığı için günahkâr olmuştur.

Eğer kadın kocasının kendisini boşamasını ister ve boşanma dâvâsını kendisi önce açarsa, eşinden mehir talep edemez. Eşine mehrini verir ve kendisini boşamasını ister. Günümüzde bu hususa dikkat edilmeyip, boşanma davasını açan kadın, ayrıca mehir talebinde de bulunmaktadır.

Hulle Yapan Kişi Hakkında Vârid Olan Şeyler

“İkinciden sonra koca eşini bir daha boşarsa, bundan sonra kadın, boşayandan başka bir koca ile evlenmedikçe ona helâl olmaz. İkinci koca da onu boşarsa, birinci kocası ile bu kadının, Allâh’ın kurallarına riâyet edeceklerini zannederlerse, tekrar evlilik hayatına dönmelerinde bir sakınca yoktur. Bunlar Allâh’ın kurallarıdır, bilmek isteyenler için onları açıklamaktadır.” (el-Bakara, 230)

Hülle veya tahlîl, üç kere boşanmış kadını, boşayan koca ile yeniden evlenmesini sağlamak üzere bir başka erkekle -nikâh akdinden ve cinsî münasebetten sonra hemen boşaması şeklinde- anlaşarak (muvâzaalı olarak) evlendirmek sûretiyle gerçekleşmektedir.

Böyle bir evlenme, en azından niyetlerde bir “geçici evlenme”dir ve geçici evlenme, Sünnî İslâm’da câiz değildir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- samimî ve evlilik içinde yaşamak niyetiyle olmayıp, tahlîl (hülle) niyetiyle yapılan evliliğin câiz olmadığına, “bu evliliği yapan erkeğe kiralık koç” diyerek ve “hem bu kiralık koçun hem de buna râzı olan kocanın lânetlendiklerini” bildirerek işaret etmiştir. (İbni Mâce, Nikâh, 33; Müsned, I, 83 vd.; Ebû Dâvûd, Nikâh, 16)

İyilikle Tutmak veya Güzellikle Salıvermek

“Kadınları boşadığınızda, onlar da bekleme sürelerini doldurduklarında ya onlarla yeniden evlenip iyilikle tutun ya da iyilikle serbest bırakın. Onları zarar vererek haklarını çiğnemek için nikâh altında tutmayın. Bunu yapan bilsin ki, kendine haksızlık etmiştir. Allâh’ın âyetlerini sakın alaya almayın. Allâh’ın size bahşettiği nîmetleri, Kitap’tan ve hikmetten size öğüt vermek üzere gönderdiklerini dilinizden düşürmeyin. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilmektedir.” (el-Bakara, 231)

Kocaların, boşama haklarını kötüye kullanarak sevmedikleri veya kendilerini sevmeyen, iyi geçimi ve mutluluğu paylaşamadıkları eşlerini, sırf onlara zarar vermek, intikam almak, başkalarına yâr etmemek... için nikâh altında tutmaları, bu âyette yasaklanmış; bunu yapanların yalnızca eşlerine değil, kendilerine de zulmetmiş olacakları bildirilmiştir.

Evet, kendilerine zulmetmiş olmaktadırlar; çünkü eşler “kendilerinden” olan din ve insan kardeşleridir. Geçimsizlik ve nefret içinde yürütülen bir evlilik, taraflar ve yakınları için dünya cehennemidir. Çarpışan iki testiden biri kırılırsa, diğeri de içinden çatlar. İnsanlara zarar verenler, bu dünyada olmazsa ebedî âlemde bunun hesabını vereceklerdir. Ayrıca evlilik birliğinden zarar gören, zarar görmesine rağmen kocası tarafından boşanmayan kadınların hakemlere ve hâkime başvurarak boşanma hakları vardır. (Bkz: en-Nisâ, 35)

Kadınlara Mânî Olmanın Haramlığı

“Kadınları boşadığınızda, onlar da bekleme sürelerini tamamladıklarında, aralarında mâkul ve meşrû ölçülerde rızâlaştıkları takdirde, boşayan kocalarıyla yeniden evlenmelerine engel olmayın. Bu söylenenler, içinizden Allâh’a ve âhiret gününe îman edenlere verilen öğüttür. Bunlar sizin için en iyi iç ve dış temizliği sağlayan öğütlerdir. Tam mânâsıyla bilen Allah’tır, siz ise bilmezsiniz.” (el-Bakara, 232)

Bu âyet-i kerîmenin iniş sebebi şudur: Mâkil bin Yesar, kız kardeşini boşayan adamın, tekrar gelip kız kardeşini istemesi üzerine, buna aslâ izin vermeyeceğini söyler. Kardeşinin boşanması gururunu rencide etmiştir. Hâlbuki kız kardeşinin eşi iyi bir adamdır. Bu hâdise üzerine bu âyetler nâzil olur. (Bkz: Buhârî, 5130)

Bu âyet-i kerîme, boşanan kadın ve erkeğin, yakın akrabalarına ve onlara tekrar evlenmemeleri hususunda baskı uygulayanlara bir îkaz niteliğindedir. (Üç talâk olmadan) boşanan çiftler, bir müddet sonra aralarında anlaşarak tekrar birleşmek isteyebilirler. Böyle bir duruma mânî olunmaması gerekmektedir. Üç talâkla boşanma gerçekleşmişse, kadın, başka bir evlilikle normal bir evlilik hayatı sürmedikçe, eski kocasına helâl olmaz. Böyle yanlış bir evliliğe ise, yakınlarının müdahale ve îtiraz hakkı vardır.

Emzirme Müddeti ve Nafakanın Kimin Üzerinde Olacağı

“Emzirmeyi tamamlamak isteyen (baba) için anneler, çocuklarını tam iki yıl emzirirler. Onların örfe göre yiyecek ve giyeceklerini sağlamak da çocuk baba tarafına âittir. Hiç kimse gücünü aşan bir şeyle yükümlü kılınamaz. Ne anne, çocuğu yüzünden zarara uğratılsın, ne de çocuk babasından dolayı zarar görsün. Kendisine mîras kalan kimseye de benzer yükümlülük vardır. Ana-baba, karşılıklı danışarak ve anlaşarak çocuğu sütten kesmek isterlerse, bundan dolayı onlar için bir sakınca yoktur. Çocuklarınızı sütannelere emzirtmek isterseniz münasip olan ücreti verdiğiniz takdirde sizin için bir günah yoktur. Allâh’ın koyduğu hükümlere aykırı davranmaktan sakının ve bilin ki, Allah yaptıklarınızın tamamını görmektedir.” (el-Bakara, 233)

Anne-baba, isterlerse, çocuğu iki yıl emzirebilirler ve bu, tam bir emzirme müddetidir. İstemezlerse, bu süre tamamlanmadan önce sütten kesme konusunda anlaşırlarsa iki yıl tamam olmadan da bunu yapabilirler.

İddet dolmuş ve evlilik münasebeti bitmiş olsa bile, doğmuş çocuğun yiyecek ve giyeceğini, baba temin edecektir. (Bkz: et-Talâk, 6)

Evlilik devam etsin-etmesin, çocuğun emzirilmesi, taraflardan birinin zarar görmesine sebep olmamalı, anne ve baba güçlerini aşan şeylerle yükümlü kılınmamalı, birbirlerine anlayış göstermelidirler. Şayet nafaka yükümlüsü olan baba vefat ederse, çocuğun beslenmesi, korunması ve kendine yeterli hâle gelmesine kadar başkalarına da sorumluluk düşmektedir. Babanın vârisleri, bu yükümlülüğü yerine getirirler.

Kocasının Vefatından Sonra İddet Bekleyen Kadının Durumu

“İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri kendi başlarına (evlenmeksizin) dört ay on gün beklerler. Bekleme sürelerinin sonuna geldiklerinde kendileri hakkında, normal ölçülerde yapıp ettiklerinden size bir sorumluluk yoktur.

Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır. Bu kadınlarla evlenme isteğinizi, üstü kapalı bildirmenizde veya içinizde saklamanızda bir sakınca yoktur. Allah bu kadarını onlara söyleyeceğinizi bilmektedir. Fakat meşrû söz söylemeniz dışında, onlarla gizli sözleşme yapmayın. Bekleme emri süresine ulaşmadıkça, evlenme akdi yapmaya kalkışmayın. Bilin ki Allah içinizde olanları bilmektedir. O’ndan sakının ve bilin ki, Allah çok bağışlayıcıdır, halîmdir.” (el-Bakara, 234-235)

Kadın iddet beklerken, yas tutar, renkli elbiseler giymez, makyaj yapmaz ve güzel koku sürünmez. (Bkz: Buhârî, Cenâiz, 31) İddet bekleyen kadın, bu süre içinde evlenemez ve kendine açıktan evlenme teklifi yapılamaz, onunla evlenmek isteyenler, bu niyetlerini ancak üstü kapalı ifadelerle (ta‘riz/îmâ yoluyla) hissettirirler.

İddet esnasında kadın, bir zarûret bulunmadıkça, kocasıyla paylaştıkları evde kalır. (Bkz: el-Bakara, 240)

Cinsî münâsebetten önce boşanan kadın ise iddet beklemez, onlara mârufa (örfe) göre ihsanda bulunmak gerekir. (Bkz: el-Ahzâb, 49)

Gerdeğe Girmeden Boşamak Câizdir

“Kadınları boşarsanız, onlarla birleşmemiş ve mehir de belirlememiş olursanız, mâlî bir sorumluluğunuz yoktur. Zengin olan gücüne göre, eli darda olan da gücüne göre onlara mâkul ve gönül alıcı bir şeyler versin. İyiler için bu bir borçtur. Bir mehir belirlediğiniz hâlde onlarla birleşmeden kendilerini boşarsanız, belirlediğiniz mehrin yarısını ödemek size borçtur; ancak kadınların bağışlaması veya nikâh bağı elinde olanın hoşgörülü davranması müstesnâdır. Hoşgörülü davranmanız takvâya daha uygundur. Aranızda lütufkâr davranmayı unutmayın. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir.” (el-Bakara, 236-237)

Mehir, boşama hakkı elinde bulunan koca bakımından bir “boşama engeli ve müeyyidesi”, kadın için de bir “maddî teminat”tır. Yeni bir evlilik yapıncaya veya maîşet imkânı buluncaya kadar bir süre hayatını idâme ettirme vâsıtasıdır.

Kadının mehri hak edebilmesi ve boşandığında iddetin gerekli olabilmesi için ya kocasıyla cinsî münasebette bulunmaya bir engel bulunmayacak ölçüde ve şartlarda baş başa kalmış (halvet olmuş) olmaları ya da fiilen cinsî münasebette bulunmaları gerekir. Bu iki şart gerçekleşmeden boşama vukû bulmuş ise bakılır:

Eğer daha önceden bir mehir üzerinde anlaşma yapılmamışsa, kocanın mâlî bir yükümlülüğü yoktur. Ancak koca, boşadığı eşinin gönlünü almak, onunla iyi duygular içinde ayrılmayı sağlamak için bütçesine uygun ikramlarda bulunmalıdır.

Cinsî münasebetten önce boşanmış kadın için daha önceden bir mehir miktarı belirlenmiş olursa, ayrıldıklarında, koca bunun yarısını ödemekle yükümlüdür.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41