Gönderen Konu: Hikmet Deenizi Mevlana’da Temel Kavramlar  (Okunma sayısı 131 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5771
Hikmet Deenizi Mevlana’da Temel Kavramlar
« : Şubat 03, 2024, 07:48:16 ÖÖ »


Hikmet Deenizi Mevlana’da Temel Kavramlar

Mevlânâ, insanı, ilahi boyutu olan bir varlık olarak görmüş ve hakikatine uygun bir şekilde tanıtmaya çalışmıştır. Mevlânâ, Kur’an’ın ortaya koyduğu gibi temsil görevi olan insanı kendisine muhatap almış ve ona bazı vasıfları kazandırmaya çalışmıştır. Mevlânâ, yaratılan her şeye onu yaratan cihetiyle değer veren İslami bir anlayışa sahiptir. Kendisini dilsiz, ırksız, milletsiz milyonlarca insanın teveccüh edebileceği bir fikir dünyası üzerine konumlandırmıştır. “Mevlânâ’nın bu hayatı inşasında yolu, rehberi ne idi?” sorusunun cevabı, hiç şüphesiz Kur’an ve sünnettir.

Mevlânâ, “Canım bedenimde oldukça, Kur’an’ın kölesiyim, seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım.” beytiyle bunu en beliğ şekilde ifade etmiştir. Bu sebeple eserlerini Allah, Kur’an, Peygamber ve insan sevgisinden ilhamla yazmıştır. Felsefesini, birliğe ulaşmak ve farklılıklardan kurtulmak üzerine kurmuştur. İnancına, felsefesine uygun bazı kavramlar üzerinden insanı şekillendirmeye çalışmıştır. Mevlânâ ile özdeşleşmiş bu kavramlar ilahi aşk ve sevgi, hoşgörü, doğruluk ve dürüstlük, sabır, kanaat, cömertlik ve şükürdür.

İlahi aşk ve sevgi

Mevlânâ, ilahi aşk ve sevgi erdemini en üst değer olarak kabul etmiştir. Aşk ve sevgiyi kulluğun gıdası hükmünde insana mahsus bir duygu olarak görmüştür. Aşk ve sevginin mekânı olarak kalbe önem vermiştir. Mevlânâ, aşk ve sevgi olmadan insanın peygamber ahlakıyla ahlaklanmasını mümkün görmemektedir. Bu sebeple Mevlânâ’da aşk ve sevgi uçmaya, hakikatlere ulaşmaya vesile iki kanat olarak tasvir edilmektedir. Nitekim Mevlânâ’da aşk ve sevginin yokluğu, hakiki sevgilinin bulunamadığı, aşikâr edilemediği bir ölüm hâlidir. Mevlânâ, varoluşun başlangıcındaki itici gücün de aşk ve sevgi olduğu düşüncesinden hareketle bir taşa bile hürmet ile davranmayı salık vermektedir. Mevlânâ’ya göre ayrışmış olanı bütünleştiren, eksik olanı tamamlayan, az olanı çoğaltan, çoktaki bereketi ortaya çıkaran, uzağı yakın eden, bâtını zahir eden, büyüten, geliştiren, güzelleştiren şey aşk ve sevgidir. (Mesnevi, c. V, s. 228, b. 2725-2735.)

Aşk ve sevgi ile topraktan yaratılan insan, âli işler ve hisler için yüceliğe doğru bir oluş içine girmektedir. Bu oluş kişinin yaratıcısı ile yakınlığına, iç dünyasına, diğer insanlar ile ilişkisine, yaşadığı çevreye kadar her şeyi içine alan bir devinim hâlidir. (Mesnevi, c. VI, s. 84, b. 910-915.)
Doğruluk ve dürüstlük

Mevlânâ’da doğruluk, dürüstlük, istikamet, adalet üzere olmak, bir şeyin haberini aslına uygun vermek, söz ve davranışlarda gerçeğe uygun hareket etmek gibi anlamları karşılayacak şekilde kullanılmıştır. Mevlânâ, doğruluk ve dürüstlüğün, insanı peygamberlik makamına yükselten bir değer olduğunu sık sık hatırlatır. Nitekim doğruluk ve dürüstlük, dine vefanın da bir ifadesi olarak ahlaki zeminde her zaman önemli görülmüş ve öncelenmiştir. Kur’an’ın, “Emrolunduğu gibi dosdoğru ol.” (Hud, 11/112.) hitabı ile de doğruluk ve dürüstlüğün iman açısından taviz verilemeyecek bir alan oluşuna işaret edilmiştir. Mevlânâ, bireysel ve toplumsal hastalık olarak ifade ettiği nifakın ortadan kalkması için bu erdemi öncelemek gerektiğini savunmaktadır. Diğer yandan Mevlânâ, yalanı sözde, hileyi de davranışta doğruluk erdeminden uzaklaşıldığının göstergesi olarak kabul etmekte ve bu koşullarda insan mutluluğu için nihai hedef olan adaletin tesis edilemeyeceğini belirtmektedir. Doğruluktan ayrılmanın insanın kalbinde şüpheli şeyleri çoğaltacağını belirtir ve şüpheyle kirlenen kalbe iyi olan şeylerin tesir etmeyeceğine dikkat çeker. Mevlânâ bu durumu bir hastalık olarak görür, bu kişiyi ahmak bir kişi olarak adlandırır ve bu kişiye karşı sükûtu tavsiye eder.

Mevlânâ’ya göre doğruluk, verdiği sözü tutmak, konuştuğunda yemin etmeye gerek bırakmayan söz söylemektir. Doğruluk, yalandan ve hileden kaçınmayı gerektirmektedir. Mevlânâ, bu özelliklerde bir doğruluk inşa edilememesini dine vefasızlık olarak görmekte ve kişiyi münafıklık tehlikesi konusunda uyarmaktadır. (Mesnevi, c. II, s. 224-227.)

Hoşgörü

Mevlânâ, Yaratıcı ile insan ilişkisinin temelinde var olması hasebiyle hoşgörüyü önemsemiştir. Zira tövbesini sayısız defa bozan bir kula yöneldiği ilahi kapıdan her zaman bir hoşgörü ve kabul vadedilmiştir. Bu sebeple Mevlânâ, hoşgörüyü insan ilişkilerinde gelişmeye, onarmaya, olgunlaştırmaya imkân veren bir psikolojik faaliyet olarak ele alır. Mevlânâ’ya göre hoşgörü kültüründen uzaklaşma, kınama alışkanlığını oluşturmaktadır. Kınama ise kişinin kendi menfaat ve bakış açısından kaynaklanan bir hâldir. Bu yönüyle kınama, zan ve hayallere dayalı bir bakışı simgelemektedir. Mevlânâ, bu bakış ile temsil edilen durumun imana/inanca zarar vereceğini savunmaktadır. Bu bakışın gerek iç gerekse dış dünyada vehimleri, düşünce ve hayalleri ortaya çıkaracağına, psikolojik ve ahlaki çöküşü hazırlayacağına dikkat çekmektedir. Mevlânâ, kınama kültürünün eleştirilme ve toplumsal baskı endişesi doğurabileceğini ifade etmektedir. Mevlânâ, bu durumu ise asli sorumluluklarda ihmalin ortaya çıkmasının sebebi olarak görmektedir. Bu da Mevlânâ’ya göre şahsiyetsiz, tutarsız ve çok yapılı kişiliklerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır.

Hoşgörü zemininin korunamadığı toplumlarda bireysel yaşamda benlik, sosyal yaşamda kimlik sorunu ortaya çıkmaktadır. Mevlânâ, benlik sorunu ile öz denetimini yapamayan bireye, kimlik sorunu ile birbirine saygı duymayan, bütünleşemeyen bireylerin olduğu bir topluma işaret etmektedir. Mevlânâ, bu iki sorunun kişiyi yoldan çıkaran ve değerine aykırı unsurlarla mücadelede alıkoyan yönlerine dikkat çekmektedir.

Mevlânâ’ya göre bu durum, kurban psikolojisi ile hareket eden edilgen bireylerin örneklerini artırmaktadır. Bu sonuç sebebiyle Mevlânâ, “Allah aşkı için çalış, Allah aşkı için hizmette bulun; halkın kabul etmesi ile reddetmesi ile ne işin var?” sorusu ile kişiyi benlik ve kimlik kazanacağı hakiki uğraşlara davet etmekte ve içsel dışsal bir bütünleşmeye imkân verecek bir hoşgörü kültürü kazandırmaya çalışmaktadır. Mevlânâ’da, “Kim bu dünyada bir kulun ayıbını örterse Allah da onun ayıbını kıyamette örter.”, “ Hoş gör ki hoş görülesin.” (Hanbel, Müsned, 6- 145.) sözlerinin işaret ettiği kültürel zemin hem bireysel hem de toplumsal bir ihtiyaç olarak algılanmaktadır.

Sabır

Mevlânâ’ya göre yaşam, kozmik birtakım acılar barındırır ve bir imtihan alanıdır. Mevlânâ hayatın zorluk ve sıkıntılarıyla baş edebilmede sabrı bir ihtiyaç olarak görür. Bu sebeple Mevlânâ’da sabır, meşakkatlere karşın isyana düşmemenin, makul kalabilmenin, sahip olduğu erdemleri korumaya alabilmenin ve gücüne odaklanabilmenin teminatı olarak önemlidir. Mevlânâ, psikolojik anlamda sabrı, “gamdan kurtulmak için bir anahtar” olarak görmektedir. (Mesnevi, c. I, s. 186, b. 2910.)

Mevlânâ’da sabır, yaşanan zorluk ve sorunlar karşısında hareketsiz kalmayı, zillet ve meskenete bürünmeyi değil, aktifliği ve eylemi gerekli kılan erdemlerden biridir. Yani Mevlânâ sabrı, zorluklar karşısında zaruretlere mahkûm olmamak için tahammül içinde olma, şikâyet etme yerine üretme ve çözmeye odaklanma faaliyeti olarak kabul etmektedir. Bununla birlikte Mevlânâ, sabrı zevkin anahtarı, şüphelere karşı bir hazine, her türlü derde karşı savunma ve çözüm imkânı olarak görmekte; bataklıktaki birine el uzatarak onu kurtarma faaliyetine benzetmektedir. (RA. Nicholson, The Matnawi of Jalaluddin Rûmî I-II, Lahore: İslâmîc Book Service, 1989, s. 9.)

Mevlânâ, Allah sevgisi ve rızasına ulaşmış kişinin vasfı olarak darlıkta, insanlarla ilişkide, ibadetlere devam hususunda sabırlı olmayı teşvik etmekte ve sabrın zorluk içindeki lütufları ortaya çıkaran etkisine dikkat çekmektedir. O, sabrın hilmi ortaya çıkaracağına ve hilm ile muamele görmeye vesile olacağına vurgu yapmaktadır. Mevlânâ, sabra ulaşılması zor olmayan, içerdiği güzellikler sebebiyle arzulanması gereken bir erdem bakışı ile bakmaktadır. Ona göre zorluk anlarında öfke, keder ve çaresizlik ortaya çıkmaktadır. Sabır, burada kişiye bu hâlin geçeceğine dair ümit sunarken duyguları kontrol altına almayı, temkinli davranmayı telkin etmektedir. Mevlânâ’da sabır, o an görülemeyen, olayların yönünü değiştirecek sırları keşfetmeye de imkân veren bir erdemdir. Mevlânâ, zorluklardan kurtuluşu ve uhrevi mükâfatları elde etme imkânı üzerinden bir sabır anlayışı oluşturmaya çalışmaktadır.

Kanaat

Mevlânâ, kanaati duygular ile ilişkisi bağlamında ele almıştır. Mevlânâ’ya göre kanaat, olumlu duygular geliştirerek memnuniyeti sağladığı gibi şikâyet etme ile ortaya çıkan mutsuzluk duygusuna karşı koruyucu bir etki alanına sahiptir. Kanaat, imani dünyada yıkıma yol açan hırs, taşkınlık, aşırılık, bencillik, üstünlük gibi duygular karşısında Hakk’ın iradesine teslim olarak aşırı isteklere karşı itidali istemektir. Mevlânâ, kanaat ile maddeye karşı manayı ön plana çıkarmaya çalışmaktadır.

Mevlânâ, kanaat erdemi ile içte huzuru, sekine duygusunu yerleştirmekte ve hayata karşı ümit ile bakılabilen dingin ve hareket bütünlüğü olan bir yaşam örneği ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Zira bu erdem, ümit duygusunu doğuran ve besleyen bir erdemdir. Mevlânâ kanaati iç âlemi tanıma, kişide yaşamının gerçekleri konusunda farkındalık geliştirme imkânı olarak görmekte ve insana yaşamındaki olumlu şeylere odaklanmayı salık vermektedir. Mevlânâ, bu kültürün yerleştirilmediği durumlarda gerçek hayatta karşılığı olmayan arzuların ve çözüme kavuşması mümkün olmayan sorunların ortaya çıkacağını savunmaktadır.

Mevlânâ, kanaat sahibi olmak niçin önemlidir, sorusuna verilecek cevabı hırsa düşmekten koruyucu olması çerçevesinde açıklamaktadır. Kişi kanaat ile şükür ve ümitli oluşu elde ederken; hırs ile de maddi hayat algısı üzerinden erdemsiz ve ölçüsüz çabalar içine girmektedir. Burada Mevlânâ’ya göre kanaat, sabır ve hırs üçgeni içinde alternatif duygu zemini oluşmaktadır. Tam bu noktada kanaat, denge kuracak, sabrı temin edecek, hırs ve tamahtan koruyacak bir fonksiyon üstlenmektedir. Mevlânâ, kişiye kanaati sınırsız bir zenginlik olarak sunmakta ve kanaat ile Allah katında özel bir yer edinme hedefi oluşturmaktadır. Sözde bir kanaatin ruhu aydınlatma gücü olan bu erdemin kazanımlarına ulaşmaya imkân vermeyeceğine dikkat çekmektedir.

Şükür

Mevlânâ’da şükür, nimet sahibini yüceltmek amacıyla verdiği nimeti itiraf olarak anlaşılmıştır. Şükür, ilim, hâl ve amelden oluşan bir erdemdir.

İlim ile o nimeti vereni bilmek, tanımak; hâl ile verdiği nimet için sevinç duymak; amel ile o nimeti maksadına uygun kullanmak kastedilmektedir.

Mevlânâ, şükrü bu yönlerine uygun anlamakta ve dinî bir vazife olarak görmektedir. Mevlânâ’da şükür erdemi kavli bir özellikle sınırlı değildir. Aksine gerçek bir şükür fiillerle desteklenmelidir.

Mevlânâ, şükrün bu sonucunu, “Cenab-ı Hak, böyle ahdine vefalı olan kullarının gönüllerini hoş eder. Özlerini düzgün bir hâle getirir. Onlara verdiği şeyler yok olup gittikten sonra yine verir.” diyerek açıklamaktadır. (Mesnevi, c. V, s. 89, b. 1005.) Bu yönü ile şükür, kişide kendini ve elinde olanları değerli görmeyi, yaşama dair neşe duymayı temin eden bir erdemdir. Mevlânâ, şükürsüzlüğün sonuçları arasında ahlak eğitimi açısından en kötü vasıflardan biri olan kibrin ortaya çıkma ihtimaline dikkat çekmektedir. Şükür duygusu eksik olan kişilerin benliğe kapılışlarının birçok örneği vardır. Mevlânâ, “Kâfir toplumun işleri boştur.” diyerek benliğin insana ait var olan anlam ve değeri ortadan kaldıracağına işaret etmektedir. (Mesnevi, c. V, s. 89, b. 997.) Zira Mevlânâ’ya göre küfür, nimetin varlığına değer vermemeyi ifade etmesi itibarıyla da erdemli olanları yiyip bitiren bir duygudur.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 10:49:10 ÖÖ]


Yalşayan Hurafeler Karşışında Müslümanların Tavırları Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 10:40:06 ÖÖ]


Yalanın Zararları Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 10:02:40 ÖÖ]


Ahiretin kapısı ölümü Hatırlamak ve Ona Hazırlanmak Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:49:11 ÖÖ]


Hicr Süresi Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:32:26 ÖÖ]


Güven Duygusunu Nasıl Elde Ederiz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:22:28 ÖÖ]


Korku ve Ümit Ahiret İnancından Doğar Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:09:23 ÖÖ]


Süleyman Aleyhisselam Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:00:28 ÖÖ]


Zikir İbâdeti Kalbin Cilâsıdır Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:45:16 ÖS]


Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:47:12 ÖS]


Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:42:28 ÖS]


Kaza ve Kadere İmanın Keyfiyeti Üzerine Notlar Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:36:50 ÖS]


İnsan Hakları, Kadın-Erkek Eşitliği ve Adalet Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:31:26 ÖS]


PCLOUD ÜCRETSİZ ÖMÜR BOYU DİLEDİĞİNİZ KADAR DEPOLAMA ALANINA SAHİP OLMAK Gönderen: andrewmemut
[Dün, 05:30:06 ÖS]


İnsan ve Dua Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:59:29 ÖÖ]


İman Etmeyenler Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:33:17 ÖÖ]


Sorumluluk Bilinci Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:57:24 ÖÖ]


Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.): “10 Haslet Vardır Ki Helak Olma Sebebidir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:43:20 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41