Gönderen Konu: Akleden Kaibin Dirilişi  (Okunma sayısı 64 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 5777
Akleden Kaibin Dirilişi
« : Temmuz 05, 2023, 08:21:16 ÖÖ »


Akleden Kaibin Dirilişi

Akıl, Hakîm olan Allah’ın yarattığı ruhani ve nurani bir cevherdir. O, aynı zamanda kalpte var olarak doğru ile yanlışı birbirinden ayıran bir nurdur. Bu düşünme nuru ki insan bedenine yön veren ve tasarrufta bulunan maddeden soyutlanmış bir varlığı simgeler. Fikir, tefekkür, düşünce onunla hayat bulur.

Akıl ve zihnî eylemler

Akıl, nefis ve zihin, Seyyid Şerif Cürcani’ye göre (Tâ’rifât Tasavvuf Istılahları, haz: A. Acer, “akıl” mad., İstanbul, 2014.) amaçlar itibarıyla aynı şeylere işaret eder. İdrak etme yönüyle akıl, tasarrufu itibarıyla nefis, kabiliyeti (istidadı) yönüyle de zihin olarak kabul edilmiştir.

Kendisiyle varlığın hakikatini düşünen aklın merkezi hususunda, kafa/beyin ve kalp olduğu yönünde farklı düşünceler bulunmaktadır. Ancak akıl kelimesinin kökenine bakan dil bilimciler, Arapçada “devenin ayağını bağlamaya yarayan bağ” olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu bağ (akıl), sahibi olduğu kişileri doğru yoldan sapmaktan alıkoyar ve korur. Nihayetinde akıl, nefis ve kalple birlikte hakikat ve erdeme yol gösteren eşsiz rahmani hediyelerdir.

Rehberliğinin yanında akıl, insana özgü bir bilme ve bilgi edinme vasıtasıdır. Bilmenin her türlü faaliyeti için akıl, irade edildiğinde kullanılan yalnızca insana bahşedilen bir hazinedir. Onunla varlığın hakikati kavranılır; merak, kaygı, şüphe giderilir ve müspet eleştiriye kapı açılır.

İnsanı diğer canlılardan farklı kılan akıl, bu ayrıcalıklı yönüyle aynı zamanda kişiye sorumluluğu yükler. Sorumluluk; temyiz, düşünme, anlama ve algılama güçleriyle zemin kazanır. Böylece akıl, bilgiyi elde etmeye/kabul etmeye hazır olan güç konumuna geçer.

Bilgiyi üretmenin en önemli aracı olarak akıldan daha değerli bir şey yaratılmamıştır. En güzel şekilde yaratılan insanoğluna, mükemmellik akılla takdim edilmiştir. Bu akli kemalât, kullara dosdoğru yolu gösterir ve onları aşırılıklardan koruyarak fazilet mertebesine yükseltir. Akıl bu açıdan beşeri, imani olgunluğa taşır; dininde de istikamet üzere bir dereceyle mükâfatlandırır.

El-Alim olan Allah’ın vahyettiğine göre, kendisinden imani kemalin ve ahlaki takvanın en yüksek mertebede olması beklenen âlimler, herkesin akledemediklerini fehmeden seçkin kullardır. Akıl; hafıza, bellek, zihinle bilgiyi tutar, alıkor, korur ve ona yapışarak bunları ister ve ona yönelir. (Râğıp el-İsfahanî, ‘akıl’ mad., Müfredât, çev: Yusuf Türker, 5. Baskı, İstanbul, 2018.)

Nihayetinde akıl, insanın kendi davranışlarını tanımasına, bilmesine ve değerlendirmesine yarayan yeteneğidir. Daha doğrusu insanın kendini bilmesini, böylece Yaradan’ını bilmesini sağlayan bir vasıtadır.

Beyin, dimağ, havsala, kavrayış, natıka, us gibi anlamlar aklın eş anlamlı isimlendirmeleridir. Onlara bellek, hafıza, düşünme ve kanaati de eklemek mümkündür. İdrak, anlayış, feraset, basiret, müdrike, müfekkire hatta muhayyile, aklın gerçekleştirdiği yüksek düzeyli zihnî eylemlerdir.

Bunlardan basiret; hikmet, adalet ve cesaretle birlikte dört ana erdemden birisidir. “Bir şeyin iç yüzüne vâkıf olmayı” ifade eden basiret, hakikati keşfetmek, doğru yolu tanımak ve gerçeği yanlıştan ayırmak gibi anlamlara karşılık gelmektedir. Basiret aynı zamanda her şeyi gören El-Basir’in kulları üzerine tecellisi olarak kabul edilmiştir. Basireti bağlanmış kişiler, kör olarak nitelendirilir. Yani bir anlamda akıl gözü ve kalp gözü kapanmış, “kalpleri olup da bununla idrak edemeyenler” olarak görülmüşlerdir.

Gözler uyusa da kalp ve akıl uyumaz. Dolayısıyla basiret, Allah’ın akıl ve kalbe nakşettiği bir nurdur. Basiret, kardeşi ferasetle birlikte Allah’ın nuruyla bakışı ifade etmektedir. (Süleyman Uludağ, ‘basiret’ mad., TDV İslam Ansiklopedisi) Feraset de “insanların, varlık ve olayların iç yüzünü keşfetme, gelecek hakkında doğru tahminlerde bulunma melekesi”dir.

Akli karışıklık ve sır

Akla uygun olmayan, mantık ilkeleriyle uyuşmayan bir bilgi sahih değildir. Akıl dışı fikir ve eylemler, tavsiye, öğüt, nasihat hükmünde değildir. Aklın işleyişi hakikatle ilişkilidir. Ancak aklın ötesinde sezgi, içgüdü ve duygulara önem veren ve bunları bilginin kaynağı yapan ve hayatı bu şekilde okuyan/değerlendiren fikirler de mevcuttur.

Aklın ermediği, sırrını çözemediği olay ve olgular insanlık tarihiyle beraber var olmuştur. Sorular ve cevaplar, sebepler ve sonuçlar arasındaki ilişki, kimi zamanlar gizemle örtülü kalmış, bir kısmı sonraki zamanlarda çözülmüş, bir kısmı şu ana kadar çözülememiştir. Ancak cevabı verilemezse de aklın sorduğu sorular önemlidir ve ciddiye alınmalıdır.

Hz. Musa’nın (a.s.) Hızır’la yolculuğu, akıl, kalp ve bir sır seyahatidir. Orada sorular ve onlara verilen cevaplar, varlığı ve hayatı anlamanın farklı tezahürlerini bize göstermektedir. Olaylar ve sorular, Kur’an’daki bu kıssada gizemle beraber hakikat âlemi ile görünmeyen âlem arasındaki seyahati bize anlatır.

Aklın erdiği konular, anlaşılır olmalı ve mantık ilkeleriyle ters düşmemelidir. Dolayısıyla kabul edilebilir bilgi olması, ona makul/akledilebilir bir seviye kazandırmaktadır.

Aklın yeterli olmadığı durumlarda, bilen âkillerden/bilgelerden yararlanılmalıdır. Yol gösteren, tavsiye eden, nasihat ve öğütte bulunan akıl erbabı, hazine değerinde bir rehberdir. O, bilinmeyeni bilebilir, anlaşılmayanı anlayabilir, idrak edilmeyeni idrak edebilir, fehmedilemeyeni anlayabilir ve anlatabilir.

Kıt anlayış ve sınırlı idrak sahibi, zihni harekete geçir(e)mez. Keşfetmek ve fikretmek, onun gündeminde yoktur. O, tasarlanmamış ve planlanmamış bir şekilde, her şeyi birdenbire yapmaya kalkar; aklına geleni ifşa eder, düşünmeden konuşur ve ağzına geleni söyler. Ancak sonuçlarını hesap etmeden, neler getireceğini düşünmeden istemek, arzulamak ve karar vermek insanı yanlışlar yapmaya sürükler. Ve nihayetinde zararlar vermesine sebep olur.

Yapılması gereken sağlıklı düşünerek aklımıza mukayyet olmaktır. O zaman sapkın fikirler ve batıl düşünceler ortam bulamaz. Yaradan’a karşı “Aklımıza mukayyet ol!” yakarışı, “Beni nefsimle baş başa bırakma!” nebevi duasıyla tamamlanmaktadır. Aklımıza sahip olmak, vahyin nurundan beslenmekle mümkün olur. Vahiy, akla sığmayanı, mantık ilkelerinin açıklayamadığını izah edip çözebilir. Yeter ki onu anlayacak selim bir akıl, temiz bir kalp olsun.

Bedenin can evi kalp

Bedenin hükümdarı kalp, insani etkinliklerin merkezi hatta can evidir. Fizyolojik olarak kanın yer değiştirmesini sağlayan kalp, çevrilmek ve döndürülmek anlamına gelmektedir. Kalp, insanı bulunduğu bir hâlden başka bir hâle döndürmek gibi ulvi ve sufli fikir ve eylemlerin de hareket noktasıdır.

Kalbin isimlendirilmesindeki farklılıklar, onun çokça değişmesini akla getirmektedir. Zira kalbin eylemi; ruh, ilim, cesaret gibi anlamlara gelmektedir. Dolayısıyla kalbi olan için bir nasihat ve öğüt her daim mevcuttur.

İlim ve anlayış, kalple başlar ve biter. Mühürlü kalpler, temiz kalpler gibi anlayamazlar. Çünkü onların “düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları” yoktur. “Ama gerçek şu ki gözler kör olmaz, lakin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (Hac, 22/46.)

Kalp, akıl ve ruh anlamına da gelir. Nitekim ilahi hitabın mahalli ve muhatabı kalptir. O, aynı zamanda marifet ve irfan kaynağı olarak erdemleri ortaya çıkaran latif bir varlıktır. Kalbin gözü açık olursa selim ve temiz bir vicdan, saf bir yürek, sağduyu zuhur eder. Bununla birlikte inanç, düşünce ve bilgilerimizin kaynağı, vasıtası ve mekânı olan kalp, vücut ve bedenin sultanıdır. Onun veziri ise beyin yani akıldır.

Kalp, sadr, fûad, elbab gibi manevi aklı ortaya çıkarır ki o zaman akleden kalbe dönüşür. Böylece insanın anlama, idrak etme, kavrama, düşünme, analiz etme, araştırma, eleştirme kısaca varlığın hakikati üzerinde tefekkür hâli başlar.

Düşünen kalp, tasdik ve inkârın cereyan ettiği merkez olduğu için iman, küfür, öfke, nefret, saygı, sevgi, aşk onunla hayat bulur veya sona erer. Bundan dolayı kalp, acıma, şefkat ve vicdan gibi insani ve İslami duyguların yaşam kaynağıdır. Sevgi ve muhabbet onunla dirilişini gerçekleştirir.

Kalbin dokunduğu ruh, sevinç veya hüzün mekânına dönüşür. Kalp, içine doğan duygularla iyi, kötü, hayır, şer, mutluluk ve üzüntünün belirtilerini önceden hisseder, işaretlerini alır.

Acı da sevinç de kalbi heyecanlandırır; atışını hızlandırır, hızlı çarpmasına sebep olur. Temiz kalp, hayra ve olumlu olana yönelirken bozuk kalp, niyeti, düşüncesi kötü olana meyleder. Açık yürekli, kötülük taşımayan dürüst ve namuslu olan kalp sahipleri fesat, kötülük, kıskançlık ve hasetleriyle şerrin hedefi hâline gelirler. Ancak hayrın ve iyiliğin cephesindeki kalp, hiçbir şeye aldırış etmeyen, “kınayanın kınamasından korkmayan” geniş yürekli kimselere aittir.

Kalpleri kararan katı yürekli olanlar ise şerrin arkadaşlarıdır. Nitekim onlar, dinî inanç ve duygularını yitirerek nefis, şehvet ve şeytanın esiri olurlar. Çok üzüntü duyarak ıstırap çekip içi kanayanlar, duygusal açıdan incinmiş olarak kalpleri kırık bir hâlde yaşarlar. Kin ve garaz ise selim kalbi kirletir ve öldürür. Düşmanlık beslemek ve öç alma duygusunu içinde tutmak da sevgi ve muhabbeti yok eder.

Muhabbetle kalbine girilen kimse, karşılıksız bir şekilde sevgisini hediye eder. Ruh ikizini bulan nasipli kişi, içinden gelerek ve isteyerek karşısındakine kalbini açar; herkesten sakladığı mahrem sırlarını onunla paylaşır.

Duyguların birleştiği merkez kalp, acıyı da merhameti de ilk hisseden kaynaktır. Aşk ve sevgi kalple aşkınlığı yaşar. İçteki niyetler ve gizli maksatlar, duygu ve düşüncelere mekân olan kalpte saklıdır. Onun en gizli köşesinde, ben ve benlik birliktedir. Ben, hayra ve erdeme yolculuk yaparken benlik gösteriş ve kibrin vazifesini yerine getirir.

Samimiyet ve içtenlik, kalbin derinliklerinde gizlidir. Takva, kalple en hayırlı olanı ortaya çıkarır. Kalbin Yaradan’la yakınlığı üstünlük işaretidir. Allah’tan en çok korkan ihlaslı kalp sahipleridir. Nihayetinde kalbi en temiz olanlar, kötülük ve şerden emin olan takva ehlidir.

“Kalpten kalbe bir yol vardır.” diyen şair, fikir, inanç, gönül ve duygu birliğine işaret etmektedir. Kalbi ve aklı kendisi için ne istiyor, düşünüyor ve hissediyorsa başkası için de aynı şeyi düşündüğünde kalpler bir olur. Böylece kalp, kendi tevhidini yaşar.

Kalpler çatışırsa gönüller kırılır, muhabbet biter, yapılan ibadetler boşa gider. Gücendirmek ve nefret ettirmek, kalbi kırmak, gönlü yıkmakla başlar. Karşındakinin yüreğini dinlersen onun kalbini kendi kalbinle birleştirir ve gönüller inşa edersin.

Kalbin dirilişi ve ölümü

Hükümdar olan kalp düzgün olursa onun askerleri de düzgün ve erdemli olur. Kalp, inanç ve fazilet için çalışmalı ve yorulmalıdır. Hırs, kalbi öldüren en büyük marazdır. Doymayan kalbi, Allah’tan başka kimse doyuramaz. Sabır, şükür ve tevekkül, kalbi gençleştiren ve ömrünü uzatan Yaradan’ın bahşettiği erdemlerdir.

Erdemle nurlanan kalp, kurtuluş ve mutluluk içindedir. Dünyevileşmenin cenderesinden kurtuluş, ölüm gelmeden ölmenin huzuru ve mutluluğu, bu kalbin en büyük beslenme kaynağıdır.

Her şeyi gören el-Basir, bedenin şekil ve formuna, güç ve kuvvetin kimin elinde olduğuna bakmaz. O, ancak yapılan eylemlere/amellere ve kalplere bakar.

Dolayısıyla arınmış kalp bize istikameti gösterir. Dosdoğru yoldan ayrılmayan kalp, Hakk’ı ve hakikati kendisine rehber edinmektedir. Zira değişmeye ve bozulmaya muhatap olan kalp, Allah’ın Resulü’nün benzettiği gibi “Çöldeki bir tüy gibidir. Rüzgâr onun içini dışına, dışını da içine çevirir durur.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 409.)

Değişen katı kalp, beraberinde “göz katılığını” yani ağlamamayı getirir. Hırs ve tul-i emel de onlarla beraber bulunur. Hâlbuki kalbi rahatlatmak ve inceltmek, zühd sahibi olmakla mümkün olur. Kalp ve içinde olduğu beden, dünyaya rağbet etmekle katılaşır, duygusuz hâle dönüşür. Onun için kalpler ayrı düşmemelidir. Aynı safta ve beraber olan kalpler, Allah’ın tevhid ipine bağlı olan gönül kuşlarıdır. Bu gönül kuşları ki zarif, refik ve şefiktir.

Kalbin ilmi ve bilgisi dilin ilminden farklıdır. Tevazu ve sadelik, kalbin anahtarıdır. Gurur ve kibir ise kalbin kilitleridir. Kalp, mütevazılıkla büyür, şereflenir; ucupla küçülür, alçalır.

Kanaat sahibi selim kalpli kul, şükürle mükâfatlandırılır. Kendisi için istediğini başkası için de isteyen kalp, sadıkların gönlünü anlatır. Bu anlamda kendisinin ihtiyacı olduğu hâlde onu başkasına veren (isâr) kimse, en zengin ve cömert kalbe sahiptir.

Faziletle yüklenmiş kalpleri körleştirmemek ve öldürmemek gerekir. Nefsin ölümü, kalbin dirilişidir. Nefsin azgınlaşması ise kalbin ölümüdür. Güçsüzleşen kalp, erdem ve takvanın nefesi olmadan hayatta kalamaz. Az gülmek ve çok ağlamak kalbi güçlendirir ve körlüğü önler.

Zevk ve sefa, başkasının derdiyle dertlenmeyen ve kendisini düşünen narsist ve bencil kalp, ölümünü ilan etmektedir. Onu diriltecek olan kalbin ışığı olan imanın nurudur. Bu nur ki veren, infak eden, bağışlayan bir kalbi inşa etmektedir. Kalp, faziletlere bürünüp diğerkâm ve isâr sıfatlarını alır.

Diğerkâm kalp sahibi, “başkalarının yararını da kendi yararı kadar gözeten” bir hassasiyeti taşımaktadır. Yani çıkar ve menfaat gözetmeksizin faydalı olmayı amaç edinmektedir. İsâr sahibi ise kendisinin muhtaç olduğu şeyi, başkasını tercih edip ona veren kimsedir. Böylece o, yüce gönüllülüğünü gösteren faziletleri elde etmektedir.

Erdemlerle bezenen iman, inancın aşkı, kalbi temizleyen en büyük destektir. Kararan kalpler, günahtan uzaklaşıp tövbeye yakınlaşarak arınırlar. Böylece tövbeleri çok çok kabul eden et-Tevvâb’ın rahmet şemsiyesi altına girerler. Sonunda kararan kalpler cilalanıp temizlenir ve nurlanarak parlar. Kalbi ve nefsi özetleyen Hz. Peygamber’in (s.a.s.) duası ne güzel bir duadır: “Allah’ım, fayda vermeyen ilimden, ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten ve kabul olunmayacak duadan sana sığınırım.”

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Asıl Derdimiz Dertsiz İnsanlar Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:27:42 ÖÖ]


Hayatını Düzene Koymak İsteyen Müslüman Gençlere Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:17:49 ÖÖ]


Bizi Aldatan Bizden Değildir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:53:08 ÖÖ]


BenimKkim Olduğumu Biliyor musun Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:42:56 ÖÖ]


Çocuklarımıza Sahip Çıkmalıyız Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:35:33 ÖÖ]


Zulmün Zararları Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 06:22:59 ÖÖ]


Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:49:10 ÖÖ]


Yalşayan Hurafeler Karşışında Müslümanların Tavırları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:40:06 ÖÖ]


Yalanın Zararları Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 10:02:40 ÖÖ]


Ahiretin kapısı ölümü Hatırlamak ve Ona Hazırlanmak Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:49:11 ÖÖ]


Hicr Süresi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:32:26 ÖÖ]


Güven Duygusunu Nasıl Elde Ederiz Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:22:28 ÖÖ]


Korku ve Ümit Ahiret İnancından Doğar Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:09:23 ÖÖ]


Süleyman Aleyhisselam Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:00:28 ÖÖ]


Zikir İbâdeti Kalbin Cilâsıdır Gönderen: fanidunya NET
[Nisan 26, 2024, 09:45:16 ÖS]


Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:47:12 ÖS]


Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:42:28 ÖS]


Kaza ve Kadere İmanın Keyfiyeti Üzerine Notlar Gönderen: KOYLU
[Nisan 26, 2024, 08:36:50 ÖS]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41