Gönderen Konu: Öz’ün Tercümanı Söz  (Okunma sayısı 285 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2131
Öz’ün Tercümanı Söz
« : Aralık 24, 2019, 10:00:08 ÖS »
Öz’ün Tercümanı Söz

Söz, insanoğlunun en temel iletişim aracıdır. İnsan gerek hem cinslerine karşı duygu ve düşüncelerini, gerekse Yaratanına karşı dua ve niyazlarını sözle ifade ede gelmiştir. Bu yüzden insanlık tarihinde sözün ayrı bir yeri vardır.
Sözün olduğu yerde bir söyleyen, bir de dinleyen vardır. Söyleyenin ifade gücü söze kuvvet verdiği gibi, dinleyenin idrak kabiliyeti de sözün değerini yükseltir. Hz. Musa’nın sözünün gücünü arttırmak için dilindeki düğümlerin çözülmesini istemesi ve ardından Harun’la teyit edilmeyi talep etmesi çok anlamlıdır. (Bkz. Tâha, 20/27-31.)
Kişi, bir mana beyan etmek, bir hususu anlatmak, bir problem ve teori ortaya koymak isterse önce derdini anlatacak bir söz, ardından ise söylediklerini anlayacak akıllı ve seviyeli bir insan arar. Çünkü sözün değerini arttıran, sözü doğru anlayacak muhataptır. Bu yüzdendir ki bütün peygamberler ve fikir önderleri sözü doğru ifade edebilmek kadar doğru anlayacak insan hasreti içinde olmuşlardır. Hz. İsa’nın: “Allah’a giden yolda kim bana yardımcı olur?” (Âl-i İmrân, 3/52.) çağrısı, sözüne kuvvet ve destek için bir arayıştır. Hz. Mevlana’nın Hüsameddin Çelebi’ye hitaben: “Ben bu söylediklerimi senin idrakine göre söylüyorum ve bu âlemden sözü doğru anlayan insan hasretiyle gidiyorum.” (Şefik Can, Mesnevi Tercümesi, III, b. 2098.) şeklindeki tazallüm/yakınması da bu türden bir feryattır.

Sözün değeri, manasında ve söyleyenin gönül dünyasındaki derinliğinde saklıdır. Çünkü söz, kalbin tercümanı olan dilin terennümüdür. Duygunun kaynağı olan kalp ve onun tercümanı konumundaki dil, sözün değerini belirler. Nitekim Zemahşerî’nin tefsirinde naklettiği şu hâdise kalp ve dil ilişkisini hikmetle ne güzel anlatmaktadır:

Rivayete göre Davud (a.s.), Lokman Hekim’den bir koyun keserek en iyi iki parçasını kendisine getirmesini ister. Lokman Hekim ona kestiği koyunun dil ve yüreğini götürür. Aradan birkaç gün geçince Davud (a.s.) yine Lokman Hekim’den bir koyun keserek bu sefer en kötü iki parçasını ister. Lokman Hekim yine ona koyunun dil ve yüreğini götürür. Davud (a.s.) bunun hikmetini sorunca Lokman Hekim şöyle cevap verir: “Bu ikisi iyi olursa, bunlardan daha iyisi; kötü olursa da daha kötüsü bulunmaz.” (Zemahşerî, Keşşâf, V, 18.)

Söz, anlamayana değil, anlayana söylenir. Hatta “sözün uzunu ahmağa söylenir” derler. Sözü kısa söylemek istiyorsanız, anlayan bulacaksınız. Zira leb demeden leblebiyi anlayan için uzun söze hacet yoktur. Arife işaret kâfidir; arif olana beden dili, yüz ifadesi, göz ve kaş hareketi bile yeterlidir.

Sözü anlamayan ya da yanlış anlayanla işiniz zordur. Çünkü “anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az” demişler. Bütün mesele sözü doğru söyleyecek ve söyleneni doğru anlayacak insan bulmaktadır. Bu, insanlığın hasretidir.
Namık Kemal için şöyle bir hikâye anlatırlar. Rivayete göre, Magosa’da zindandayken Namık Kemal’in yanına birini verirler. Üstat, şiirler yazar ve yazdıklarını o zindan arkadaşına okurmuş. O da bu şiirleri ağlayarak dinlermiş. Namık Kemal bu durumdan çok etkilenerek kendi kendine: “Ne kadar duygulu ve hassas insan” dermiş. Hatta dışarıdaki bir arkadaşına şu mealde bir mektup yazmış: “Zindandayım ama çok mutluyum. Çünkü burada beni anlayan birine rastladım. Ben söylüyorum o ağlıyor, o ağlıyor ben söylüyorum.”

Namık Kemal bir gün zindandaki arkadaşına: “Ben şiirlerimi okuyup konuştukça sen hep ağlıyorsun. Neler hissediyorsun bana anlatır mısın?” diye sorar. Zindan arkadaşı Namık Kemal’e: “Sen yazdıklarını okudukça sakalın sallanıyor. Ben de sakalın sallandıkça köyümdeki keçimi hatırlıyorum. Onu çok severdim” diye karşılık verir. Namık Kemal bu cevap karşısında yıkılır. Çünkü ne sandı, ne buldu?

Sözü anlayabilmek için göz ve kulaktan çok kalp ve gönül lâzım. Hz. Ali (r.a.)’ye isnat edilen şöyle bir söz vardır: “Kalpten çıkan söz, kalbe ulaşır. Ağızdan çıkan söz, kulak duvarını aşamaz.” Bir söz gönülden çıkıyorsa mutlaka adresine, kalbe ulaşır. Sözün tesirli olabilmesi aynı zamanda karakter ve şahsiyette model olmakla irtibatlıdır. Bir söz ağızdan çıkıyor ise kulak duvarını aşamaz. Söyleyen de önemli, dinleyen de. Söyleyenin gönülden ve samimiyetle söylemesi, dinleyenin de gönülden kulak vermesi son derece mühim. Nitekim Eşrefoğlu Rumî der ki:
Dil dudak deprenmeden sözden anlayan gelsin.

İnsanoğlu kendisini nasıl biliyorsa karşısındakini de öyle zanneder; sözü gönlündeki duygulara göre algılar ve yorumlar. O yüzden herkese anlayabileceği sözleri söylemek ve layık olduğu muameleyi yapmak İslami hassasiyettendir. Kılıç kullanılacak yerde ihsan; ihsan edilecek yerde kılıç olmaz. Kerim olana kerem, leim/kötü olana levm/kınama yaraşır. Nezaketten anlayana nezaketle muamele etmek edep gereğidir. Ama nezaketten anlamayan, tedip isteyene de tedip göstermek gerekir. Ziya Paşa’nın Terkîb-i Bend’inde dediği gibi:
Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdîr, Tekdîr ile uslanmayanın hakkı kötektir.

Allah Teala, Firavun’a karşı bile yumuşak söz söylemenin önemine dikkat çeker. Bu bir çelişki değil, belki diplomasidir. Musa ve Harun (a.s.)’u, Firavun’a, inkârdan vazgeçirmek üzere gönderdiğinde buyurur ki: “Sen ve kardeşin, ayetlerimle Firavun’a gidin, doğrusu o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alır veya haşyet duyar.” (Tâhâ, 20/42.)

Yumuşak söz söylemenin, hüsnümuamelenin beşeri münasebetlerde büyük etkisi vardır. Gönüller için, yumuşak söz kadar tesirli ve kurtarıcı başka bir şey yoktur. En öfkeli insana hilm ile yaklaştığınız zaman yumuşadığını görürsünüz. Onun için Allah Teala Firavun’a gidin, doğrusu o azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin, buyurmaktadır.

Şairin sözünün değerini şair olanlar anlar. “Şairi mutlu eden şiirden, sözden anlayanların alkışlaması; yıkan ise şiirden anlamayanların alkışlayıp, anlayanların susmasıdır.” Şiirden anlayan şiir karşısında susar, söz söylemez, buna mukabil anlamayanlar alkışlarsa şair: “Eyvah! Ben, bu işi becerememişim” der. Şiiri, ancak şair olan anlar ve takdir eder.

Hatibi konuşturan muhatabıdır. Ehlüllahın: “Ne kadar alıcıysanız, o kadar satıcıyım” sözü bu anlamdadır. Hatibin söyledikleri, muhatabının kulağına, yüreğine ve kalbine ne kadar ulaşıyorsa, o kadar ilgisini çeker. Dinleyenin ilgi ve dikkati hatibi coşturur. “Söz göze verilir” ifadesi muhatabın gözündeki canlılığın hatibi ateşleyeceğini anlatır. Dinleyende kabiliyet yoksa yapılacak bir şey yok. Bu manada Şeyhülislam Yahya Efendi’ye nispet edilen şöyle bir beyit vardır:

Bilmeziz bir dil ki tûtî gibi güftâr eyleye

Söyletir mi yok cihanda, bilmeziz söyler mi yok?

Tûtî/papağan gibi söz söyleyecek birini bilmiyoruz? Acaba söyleten mi yok, yoksa dinleyicilerde mi bir kusur var?

Her işi ehlinden sormak ya da ehline söylemek lazımdır. Ehil olmayan kimselere sorduğunuz ve onların izahlarına kandığınız zaman yeterli cevabı bulamazsınız. Anlamayana söylediğiniz şeylerde de zorlanırsınız. Bu yüzden aynı dili konuşan ve anlayan insana ihtiyaç vardır. Nitekim Mesnevî’de şöyle bir hikâye anlatılır:

Bir Türk, bir Arap, bir Acem ve bir de Rum birlikte yolculuk ederlerken birisi kendilerine “bununla bir şeyler alırsınız” diyerek bir miktar para verir. Dört adam ve dördünün dili de ayrı. İhtilafa düşerler. Fars olan der ki:

– Bu parayla "engür" alalım. Türk der ki:

– Olmaz "üzüm" alalım. Arap der ki:

– Olmaz "ineb" alalım. Rum olan ise:

– "İstafil" alalım, der.

Birbirlerinin dilini, sözlerini, konuştuklarını anlayamadıklarından her kafadan ayrı bir ses çıkar. Herkes kendi istediğinin olmasını ister, birbirleriyle kavgaya tutuşurlar. Nihayet erbab-ı lisan birini bulurlar. Derler ki:

– Bizim problemimizi çöz, anlaşamıyoruz. Birisi bize para verdi. Onunla ne alacağımız konusunda bir karara varamıyoruz.

Dört dili bilen adam hepsine tek tek sorar:

– Sen ne istiyorsun?

– Engür.

– Sen ne istiyorsun?

– Üzüm.

– Sen ne istiyorsun?

– İneb.

– Sen ne istiyorsun?

– İstafil.

Bu durumu gören erbab-ı lisan:

– Siz dördünüz de aynı şeyi istiyorsunuz. Çünkü Farsça engür, Arapça ineb, Rumca istafil hepsi Türkçe üzüm demek.

Dilleriniz farklı, aynı dili konuşmuyorsunuz. O yüzden anlaşamıyorsunuz, aynı dili konuştuğunuz zaman anlaştınız, hepinizin isteği meğer aynıymış, der. (Mesnevî, II, b. 3681-3691.)

Bir adam düşünün ki yüz dil biliyor. Karşısında ise onun bildiği yüz dilden birini bile bilen yok. O insanın, onlara derdini anlatması; ifade-i meram etmesi ne kadar zordur. Bildiğiniz dili bilen varsa o işe yarar, onun anlamadıklarını siz tamamlarsınız. Ama bildiğiniz bütün diller karşınızdakinin meçhulü ise, siz lal ü ebkem kalmaya mahkûmsunuz. Nitekim şu Temel hikâyesi bu gerçeği çok güzel ifade etmektedir:

Temel ile Dursun Sultanahmet parkında oturmaktadırlar. Bu sırada yanlarına bir turist grubu sokulur ve ifade-i meram için İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca ya da İspanyolca bilip bilmediklerini sorarlar. Onlar da pek tabii bilmediklerini ifade ederler. Bunun üzerine Dursun, Temel’e dönerek: “Ula Temel, yirminci asrı pitirdük, yirmi birinci asra girdük. Artık bir yabancı dil öğrenmemiz lazım da…” der. Temel de gayet serinkanlı şu cevabı verir: “Adam peş dil biliy, derdini anlatamadı da sen pi dille mi anlatacasun oni.” Doğru, karşınızdaki bilmeyince sizin bilmenizin anlamı yok.

Söz söylemek, aslında ifade-i meram etmek kadar, zaaf ve kabiliyetlerin ortaya çıkması demektir. Çünkü söz ve konuşma kişinin irfanını ya da noksanını ortaya koyar. O yüzden ehliirfan söz söylemeyi beceremeyenlere sükûtu tavsiye ederler:

Biliyorsan konuş, ibret alsınlar

Bilmiyorsan sus, adam sansınlar.

Bunlar bizim irfan mektebimizin ve söz medeniyetimizin incileridir. Bilen insanların bilgilerini başkalarıyla paylaşması, bilmeyenlerin de sükût ile kendi kariyerlerini muhafazası noktasında güzel nasihatlerdir. Güzel konuşmak aslında susmayı öğrenmeye bağlıdır. Allah Teala çok dinleyip az konuşması için insana iki kulak, bir ağız vermiştir.

Her söz herkese söylenmez. Çünkü söz ok gibidir, ağızdan çıktıktan sonra bir daha geri dönmez. Kişi, sözü söylemeden önce ona hâkimken, söyledikten sonra sözüne mahkûm olur.

Söylenecek sözün yerini ve mahallini bilmek de önemlidir. Sözü yerinde kullanmanın adı belagat, güzel söylemenin adı ise fesahattir. Konuşmanın hem beliğ hem de fasih olması için lafız ve manasının düzgün olduğu kadar yerinde olması gerekir. Yerinde söylenen söz çok ciddi tesirler icra eder. Bu manada sözün güç ve etkisini Yunus’umuz ne güzel dillendirir:

Söz ola kese savaşı / Söz ola kestire başı

Söz ola âğulu aşı / Yağ ile bal ede bir söz.

Önemli olan her sözü her yerde değil, anlayanların bulunduğu yerde söylemektir. Anlamayanların ya da halden anlayanların meclisinde bazen susmak bile en iyi hitabettir. Özellikle dinleyende kabiliyet olmadığı zamanlarda susmak, konuşmaktan daha iyidir. Çünkü anlamayanlara söylenen söz ayağa düşer; kadr u kıymeti bilinmez.

Farsçada bu manada şöyle bir şiir vardır:

Her sözün vakti, her nüktenin yeri var,

Dilsizlerin dilinden ancak anaları anlar.

Sözün yükselmesi için hem konuşanın, hem de dinleyenlerin seviyesinin yükselmesi lâzım. Seviye ne kadar yükselirse konuşulacak kelimeler, söylenecek sözler de o kadar artar. Kelime sayısının artması kültür seviyesini ve gelişmişliği; azalması da fakirlik ve kısırlığı gösterir. Dolayısıyla sözü ve dili geliştirmek, kültür ve birikimi geliştirmek demektir.

Kişinin kalite ve özü, dil ve sözünün altında saklıdır. Konuşma ve sözü edepli olanın gönül dünyası da edeplidir.

Kur’an’a muhatap olan insanın, Kur’an ahlakıyla ve Hz. Peygamber’in hayatıyla şekillenmesi, sözünü de, özünü de değerli kılar. Öz değerlendikçe, söz de kıymet bulur. Çünkü söz, özün tercümanıdır.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2131
Ynt: Kur’an-ı Kerim’de Söz
« Yanıtla #1 : Aralık 24, 2019, 10:11:03 ÖS »
Kur’an-ı Kerim’de Söz

Yaratılış bir söz ile başlamıştır. Yüce Allah âlemi “ol” emriyle yaratmış (Yâsîn, 36/82.), sözü de âlemi de O var etmiştir.

İnsan, “kün” sözüyle vücut bulan bu âlemin en mükerrem varlığı (İsra, 17/70.) olarak Allah’ın hitabına mazhar olmuştur. Kur’an’ın ifadesiyle; “Rahman, insanı yaratmış, beyanı öğretmiştir.” (Rahmân, 55/3-4.) İnsan, “beyan” için gerekli olan donanıma sahip kılınmıştır. Yaratılışın ilk aşamasında bizzat Yaratıcı Kudret tarafından Hz. Adem’e esmanın öğretilmesine dair yapılan vurgunun (Bakara, 2/31.), böyle bir anlamı da içinde barındırdığı söylenebilir. Böylece “halife” insana büyük bir anlama, anlatma gücü verilmiş ve o kavramlarla düşünme, kelimelerle konuşma yeteneğine sahip kılınmıştır.

Evren ve içindekilere dair “esma” aslında insanın bir yönüyle kendisini tanımasına ve anlamlandırmasına da zemin hazırlamaktadır. Çünkü insana özgü kılınan akıl, eşyaya dair kavramlarla “varlık”ı anlamlandırabilir. Bu itibarla insanın düşünce ve inanç dünyasının inşasında kelamın ayrı bir yeri vardır. Söz düşünceye, dil söze araç kılınmıştır. Dünyayı algılayıp anlamlandırışımızın en önemli aracı dildir. “Dil varlık evimdir” diyor Heideger. Dini duyuş, hissediş ve algılayışımız da diğer algılarımız gibi dilde ifadesini bulur. (Bkz. Sadık Kılıç, “Müzakere”, I. Dini Yayınlar Kongresi, Ank. 2004, s. 260.) Kendisi de bir söz üstadı olan Mevlana ise şöyle der: “İnsanoğlu dilinin altında gizlidir. Dil, can kapısının perdesidir. Yel esip perde kalktı mı evin içindekiler görünüverir. O zaman bak evde inci mi var, buğday mı?” İnci değerinde ve kalitesinde söz söyleyebilmek ilmî, fikrî ve irfanî bir derinliği gerektirir.

Söz, ifade için vardır. İfade, faydayı istifadeye dönüştürmektir. (Mehmet Görmez, “Kur’an-ı Kerim’in Işığında Söz ve Davranış Estetiği”, Diyanet Aylık Dergi, Eylül 2006, s. 5.) Söz, minberde “hutbe”ye, kürsüde “vaaz”a dönüşür. Konuşmada marifet, kelama ruh üfleyebilmek ve o ruh ile gönülleri diri tutabilmektir. “Kün” emri misali inşa edici ve var kılıcı bir mahiyet arz etmeli, âdeta güzellikleri oldurmalı, çirkinlikleri öldürmelidir, kelam. Gönlün tercümanı olmalı ve kâinatın ortak dili olan sevgi dilini yansıtmalıdır.

Sözü destekleyen ve besleyen en önemli kaynak Kelam-ı Kadîm’dir. Sözü en güzel, doğru ve etkili biçimde kullanmanın hem yöntemini hem can alıcı örneklerini Kur’an’da bulmak mümkündür.

Kur’an-ı Kerim’de söz ve sözün kullanım formları

Kur’an-ı Kerim’in kendisi de bir kelamdır. Muhataba ağır sorumluluklar yükleyen (kavl-i sakîl) (Müzzemmil, 73/5.) ve doğruyu yanlıştan ayıran bir söz (kavl-i fasl) (Târık, 86/13.) olma niteliğiyle “sözlerin en güzeli” (Zümer, 39/23.) dir.

Onun ahenk ve belağatı tarih boyunca edebiyata, icaza konu olmakla kalmamış, aynı zamanda ona yönelen mümin gönülleri derinden etkilemiştir.

Kelam-ı ilahî olan Kur’an’da kavle ayrı bir önem atfedilmiştir. Sözün, bünyesinde taşıması gereken özellikleri ve estetik unsurları olmalıdır. Bu estetik unsurları, Kur’an’da söz ile birlikte kullanılan sıfatlarda bulmak mümkündür. Kur’an-ı Kerim’e göre söz; maruf, belîğ, sedîd, leyyin, kerîm ve meysûr olmalıdır.

a) Maruf söz

“Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah her bakımdan sınırsız zengindir, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir).” (Bakara, 2/263.)

Örnek olarak zikrettiğimiz bu ayetle birlikte Kur’an-ı Kerim’de beş yerde geçen kavl-i maruf (Bakara, 2/235; Nisa, 4/5, 8; Ahzab, 33/32; Muhammed, 47/21.); doğru, usulüne uygun söylenen, anlaşılır, kırıcı olmayan, net ve açık, kötü anlamlar çağrıştırmayan, meşru sözdür. (İ. Lütfi Çakan, “Hitabet ve İrşad Açısından Kur’an-ı Kerim’de Söz Çeşitleri”, I. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri, Ank. 1995, s. 251; Faruk Bayraktar, Türkiye’de Vaizlik, İst. 1997, s. 71.)

b) Beliğ söz

“Onlar, Allah’ın kalplerindekini bildiği kimselerdir. Öyleyse onlara aldırma. Onlara öğüt ver, kendileri hakkında etkili ve güzel söz söyle.” (Nisa, 4/61.)

Ayet, dinleyenleri etkileyecek, içlerinde derin tesir uyandıracak güzel söz söylenmenin, beliğ konuşmanın önemine vurgu yapmaktadır.

c) Sedîd söz

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin.” (Ahzab, 33/70.) ayetiyle doğrudan inananların sözlerinin niteliğine dikkat çekilmiştir.

“Kendileri, geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar hakkında endişeye kapılanlar, (yetimler hakkında da) ürperip korksunlar. Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.” (Nisa, 4/9.) ayetinde ise özellikle yetimler hakkında doğru konuşmanın önemine vurgu yapılmıştır.

Kavl-i sedîd; gerçeği ortaya koyan, insanı hakka ve doğruya götüren, yalanı ve haksızlığı bulunmayan, yerinde söylenmiş isabetli, sağlam ve doğru sözdür. (Heyet, Dini Kavramlar Sözlüğü, Ank. 2006, s. 583.)

d) Leyyin söz

Hz. Musa ve Hz. Harun’un Firavunla nasıl konuşmaları gerektiği bildirilirken; “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır, yahut korkar.” (Tâhâ, 20/44.) buyurulmuştur.

Kavl-i leyyin, yumuşak konuşmak, muhatabı açık ve sert bir şekilde suçlamamak ancak gerçeği olduğu gibi söylemektir. Buna bir anlamda bugün için diplomasi dili ve üslubu ya da “tebliğ ve irşad diplomasisi” de denebilir. (Çakan, age., s. 253.)

e) Kerîm söz

Anne-babaya karşı nasıl davranılması gerektiği izah edilirken şöyle buyrulmaktadır: “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.” (İsra, 17/23.)

Kavl-i kerîm; nazik, kibar, hoş, tatlı, saygı ve hürmet dolu, gönül alıcı sözlerdir.

f) Meysur söz

“Eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti istemek için onlardan yüz çevirecek olursan, o zaman onlara yumuşak bir söz söyle.” (İsra, 17/28.)

Ayette geçen kavl-i meysur, yardım eli uzatamadığımız fakir ve muhtaç kimselerden hiç olmazsa hoş, yumuşak, yatıştırıcı ve kolaylaştırıcı sözü esirgememek anlamında kullanılmıştır. (Görmez, agm, s. 7.) O halde meysur sözün sadaka hükmünde olduğu söylenebilir. Hz. Peygamber de güzel sözün sadaka olduğunu ifade etmiştir. (Buhârî, Edeb, 34.)

İnsanlardan sözün en güzelini söylemelerini isteyen Kur’an (İsra, 17/53.), bir iletişim aracı olarak sözün dinleyicilerde iyi duygular oluşturacak güzellikte ve aynı zamanda açık ve anlaşılır nitelikte olması gerektiğine de vurgu yapmaktadır. (Bkz. İbrahim, 14/4, 27; Meryem, 19/97; Duhan, 44/58; Ahmet Koç, “Dini İletişim Bağlamında Kur’an’da Kavl Çeşitleri”, Diyanet İlmi Dergi, c. 44, sy. 4, s. 32.)

Bu müspet sıfatların yanı sıra Kur’an’da söz için olumsuz bazı sıfatların da kullanıldığı görülmektedir. Buna göre; kötü, çirkin söz anlamına gelen kavl-i su’ (Nisa, 4/148.), asılsız, düzmece, akla sığmayan söz anlamına gelen kavl-i münker (Mücadele, 58/2.), yalan, asılsız söz demek olan kavl-i zûr (Hac, 22/30.), eğri söz anlamına gelen kavl-i lahn (Muhammed, 47/30.) ve akıl çeldirici, yaldızlı, süslü söz demek olan kavl-i zuhruf (En’am, 6/112.) Kur’an’a göre uzak durulması gereken sözler ve konuşma tarzlarıdır.

Müspet ve menfi tüm bu formlarla Kur’an, sözün nasıl kullanılacağına dair bir söz geleneği inşa etmiştir. Böylece söz, Kur’an-ı Kerim’de büyük bir anlam zenginliğine kavuşmuştur. Kur’an-ı Kerim, güzel ve kötü söze dair kullandığı benzetme ile de bir söz estetiği ortaya koymuştur:

“Görmedin mi Allah güzel bir söze nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkanı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir.” (İbrahim, 14/24-27.) Kur’an’a göre söz, meyveli bir ağaç misali sağlam ve verimli olmalıdır. Bir tek hurmanın yarısıyla bile olsa sadaka ve yardımlaşmaya, böylece cehennem ateşinden korunmaya dair yapılan nebevi uyarıdan hareketle (Müslim, Zekat, 66.), güzel sözün sadaka hükmünde olduğunun altını bir kez daha çizmeliyiz. Mana yüklü güzel bir söz ve hikmet dolu bir hitabet ile ruhları doyurmanın, gönül dünyasında cehennem misali yanan nice ateşleri söndürmenin sadaka olarak taşıdığı anlam tüm takdirlerin ötesindedir.

* Bu makale "Söz Söyleme Sanat Olarak Vaaz Mimar-ı Âdem Olarak Vaiz" başlığı ile Vaaz ve Vaizlik Sempozyumu’nda (17-18 Aralık, Ankara) sunulan tebliğin bir bölümünün yazarı tarafından ele alınmış özetidir.

 


* BENZER KONULAR

Mutsuzluk Kilo Aldırıyor Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:26:02 ÖÖ]


İslâm Ahlâkı-Ahlâkı Güzelleştirmenin Yolu Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:16:18 ÖÖ]


Çocuklarda Çalma Davranışı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:10:15 ÖÖ]


Ayrılığın Acısı ve Tatlısı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:03:45 ÖÖ]


Son Peygamber Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:38:32 ÖÖ]


Abdullah Akbulak - Kutlu Doğum 320 Kbps + Wav Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:30:08 ÖÖ]


Sana sığınırız Ya Rabbi! Gönderen: melek
[Dün, 06:33:30 ÖS]


Kabirdeki Kişi Tekrar Dünyaya Gelse Sizce Ne İle Uğraşır Ne Yapardı Gönderen: melek
[Dün, 06:19:41 ÖS]


Fitne Adam Öldürmekten Daha Kötüdür Gönderen: melek
[Dün, 06:14:32 ÖS]


En Kötü Körlük İdrak Körlüğüdür Gönderen: melek
[Dün, 06:10:00 ÖS]


Kıyametten Sonra Mezarından İlk Diriltilecek Olanlar Gönderen: melek
[Dün, 06:05:30 ÖS]


Abdullah Akbulak - Dertli Yol 320 kbps + Wav Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 05:45:18 ÖS]


Cemaat Anlayışımızı Mümin Sorumluluklarımızı Gözden Geçirelim Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:44:31 ÖÖ]


Müslüman Gençlere Zikir Bildirisi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:27:36 ÖÖ]


Kıskanmak ve Muş Gibi Yapmak Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:20:23 ÖÖ]


Dinine Tarihine Kültürüne Bağlı Gençler Yetiştirmek Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:13:57 ÖÖ]


Meyyit – Ölü - Ziyârete Gelenleri Tanır Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:07:16 ÖÖ]


Abdullah Akbulak - Zakirin Gözyaşı 2001 - 320 Kbps - Wav Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:37:43 ÖÖ]


Abdullah Akbulak - Sensiz Ağlar 2003 - 320 Kbps - WaV Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:34:13 ÖÖ]


Rabbin Gazabını söndüren kulunu Rabbine Sevdiren Gönderen: türkiyem
[Mayıs 04, 2024, 09:20:31 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42