Gönderen Konu: Toplumsal Bilinç - ŞUUR  (Okunma sayısı 1250 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı KOYLU

  • *****
  • İleti: 2126
Toplumsal Bilinç - ŞUUR
« : Kasım 21, 2014, 11:08:15 ÖS »
Toplumsal  Bilinç   -   ŞUUR

  İnsanlar, yaratılış itibariyle toplu yaşamak mecburiyetindedirler. Bu sebeple aralarında karşılıklı birtakım vazifeler vardır. Bunlara önem verilmediği taktirde,  toplum hayatının barış, huzur ve güven içinde devam etmesi mümkün değildir.
Bireyin kulluk görevini noksansız yapabilmesi, ailesine, devletine, milletine ve hatta  bütün insanlara karşı vazifelerini hakkıyla yerine getirebilmesi için toplumun huzur ve güven içinde olması gerekir.  Tefrikanın, anarşinin, fitne ve fesadın hakim olduğu bir cemiyette Müslüman bir kimsenin İslâm'ı yaşayabilmesi ve aslî görevlerini icra edebilmesi oldukça  güçtür.
Birlik ve beraberlik, toplumun her alanda ilerleyebilmesinin temel taşıdır.  Bu taş  yerinden oynamayadursun, artık o toplumda başta güven ve itimat sarsılır,  neticede korku, endişe ve güvensizlik o topluma egemen olur.
   İslâm Dini, birlik ve beraberliğin sağlanmasını toplumun temel ögesi olarak kabul eder  ve bunun temini için de  azami hassasiyeti gösterir. Allah Teâlâ, birliğin ve toplum düzeninin sağlanması amacıyla Müslümanları, periyodik aralıklarla bir araya toplayacak ibadetleri emretmiştir. Günde beş vakit, haftada bir, senede iki defa olmak üzere meşru kılınan; vakit, Cuma ve bayram namazlarını buna örnek verebiliriz
Toplumun birlik ve dirliğini temin edecek en önemli unsurların başında, mesuliyet kavramı gelmektedir. Bireyin, ailenin, yöneticilerin kendi sorumluluklarını kavramaları ve bu konuda   kendi görev alanlarına ait mesuliyet sınırlarını bilinçli bir şekilde tayin etmeleri, toplumun güven ve huzur içinde yaşayabilmesi açısından hayatiyet kazanmaktadır.
 Çevremizde meydana gelen çeşitli hadiselere karşı gereken müspet veya  menfi tepkiyi göstermek, önemli bir husustur. Aynı toplumda yaşayan fertler yaşadığı muhitin ve çevrenin dışında kalamazlar. Bu açıdan toplumda gelişen her olay karşısında fert, ölçer, biçer, tartar, değerlendirir, kendine düşen payı alır, gerekli dersi çıkarır, bu hususta hesaplar ve planlar yapar ve neticede duruma göre reaksiyonunu gösterir. Toplumu ve milleti ilgilendiren meselelerde herkesin duyarlı ve hassas olması gerekir. Çeşitli olaylar karşısında tepkisiz kalmak, ilgisiz davranmak, meseleye karşı soğuk ve yabancı kalmak iyi bir  Müslümanın ve vatandaşın vasfı değildir.
Toplumda cereyan eden zulüm adaletsizlik, haksızlık ve her türlü olumsuzluk karşısında gereken hassasiyeti göstermek ve gerekirse bunları yok etmek için mücadele etmek, taşıdığı mesuliyete göre herkesin görevidir. Böyle bir mücadele ve uğraş esnasında eza ve cefaya göğüs germek, sabır ve sebat göstermek herkesin vazgeçemeyeceği bir prensip olmalıdır. Şarimizin şu ifadaleri bu hususta önemli bir fikir ve mesaj vermektedir:
"Zulmü alkışlayamam; zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için  geçmişe kalkıp sövemem
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta, boğarım.
Boğamazsın ki ,
Hiç olmazsa yanımdan kovarım!
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim.
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git diyemem, aldırırım:
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım(l)
Toplumda yaşayan her fert, böyle bir duygu, böyle bir heyecan taşımalı ve yeri geldiğinde de gereken cesaret ve azmi göstermelidir. Hiçbir kimse, haksızlıklar karşısında   yılmamalı gevşeklik ve zaafiyet göstermemelidir. Olumsuzluklara karşı ilgisiz kalmak, görmezlikten gelmek, gereken tepkiyi ortaya koymamak, toplumda kötülüklerin yaygınlaşmasına vesile olmaktadır. Bu açıdan kötülüklerle ve haksızlıklarla mücadele  konusunda her birey, elinden gelen gayreti göstermelidir. Kişi, böyle bir hareketin içinde   uğraş verirken yukarıda şairimizin de belirttiği gibi çiğner, çiğnenir, ama bu arada da hakkı tutar kaldırır, haklının yanında ve hakkın tarafında yerini alır ki, bu da şerefli ve kutsal bir görevdir.
Böyle bir azim ve duygudan mahrum olan fertlerden oluşan toplumlarda haksızlığı ortadan kaldırmak mümkün değildir. Toplumun ve o toplumda yaşayan insanların problemleri ve dertleri ile ilgilenmeyen kimselerin, toplum barışına katkıda bulunmaları sözkonusu olamaz. Peygamberimizin şu hadisleri bu konudaki yükümlülüklerimizi şöyle açıklamaktadır:

"Mü'minler, birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerine şefkat göstermekte bir cesede (vücuda) benzerler. O vücuttan bir organ rahatsızlanırsa, diğer organlar da uykusuzluk ve humma (ateşli hastalık) gibi sebeplerle tesir altında kalır ve hastalanır." (2)
"Müslümanlar bir kişi gibidir. Kişinin gözü ağrırsa, bütün vücudu ağrır. Başı ağrırsa,  vücudu ağrır." (3)
Bir Müslümanın başına bir sıkıntı, musibet, felaket gelirse bütün Müslümanların bundan üzüntü duyması gerekir. Bu konuda soy-sop, cinsiyet, bölge ve ülke, farkının hiç önemi yoktur. "Müslümanların derdi ile ilgilenmeyen onlardan değildir."(4)
Müslümanların dertlerine problemlerine karşı ilgisiz ve yabancı kalmak, onları sevmemektir. Müslümanların ıstıraplarını kendi ıstırabı saymayan kimseler, Hz. Peygamberin sevgisine de  mazhar olmazlar. Millî şâirimiz Akif, böyle bir hareketten Peygamberimizin ruhaniyetinin davacı olacağını ne güzel ifade etmiştir.
"Hiç sıkılmaz mısınız Hz. Peygamberden?
Ki, uzaklardaki bir mü'mini incitse diken,
Kalb-i pakinde duyarmış o musibetten acı
Sizden elbette olur rûh-u Nebî davacı." (5)
Yukarıda sunduğumuz hadisler, bir müslümanın, yaşadığı çevre, toplum ve hatta dünyanın en uzak yerlerinde dahi olsalar bütün mü'minlerin sıkıntıları ile ilgilenmesinin gerekliğine işaret etmektedirler.
 Bireyin kendisine, ailesine, yaşadığı topluma ve milletine karşı sorumluluğu vardır.  Toplumun, her türlü anarşi fitne, fesat ve kargaşadan uzak kalması için herkes üstüne düşen  görevi yapmalıdır. Bu konuda sırası geldikçe elini hiç çekinmeden taşın altına koymalı, feragat ve fedakarlıktan asla çekinmemelidir. Toplum bir bütündür ve bir vücuda benzer. Toplumun organlarındaki herhangi bir rahatsızlık, bütün toplumu sarsar, etkiler, zayıflatır ve toplumun direncini kırar. Bu açıdan toplumun birliği ve dirliği için her ferdin sorumluluk alması ve taşıması zaruridir. "Bana ne, beni ilgilendirmez, bana dokunmayan yılan bin yaşasın gibi, sözlerle mesuliyetten kaçmak, riske girmekten imtina etmek, zarar ve ziyana  uğramaktan korkmak, toplum barışını tehdit eden önemli unsurlardandır. Aşağıda  sunacağımız hadis, toplumsal barışın sağlanmasında kötülüklere karşı elbirliği ile mücadelenin  şart olduğunu, aksi takdirde bütün toplumun yıkılıp gideceğini izah etmektedir.
 
"Allah'ın hududuna (emir ve yasaklarına) giren meseleleri tatbik eden kimse ile  yasakları işleyen kimselerin durumları, bir gemiye binip de kura çekmeleri neticesinde, bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt (zemin) katına yerleşen yolculara benzer. Alt katta oturanlar su ihtiyaçlarını giderirken üsttekilerin yanından geçip onları rahatsız ediyorlardı. Bu yüzden zemin katta bulunanlar "Biz geminin tabanını delelim oradan suyumuzu alalım  da üst katta bulunanlara eziyet etmeyelim" derler. Şayet onların ellerinden tutulup bunu yapmalarına izin verilmezse, geminin içinde bulunanların hepsi kurtulur. Şayet onların, böyle bir haraketine müsaade edilir ve kendi hallerine bırakılırlarsa, hepsi birden boğulurlar." (6)
Hz. Peygamber, kötülükler karşısında iyilerin seyirci kalmaması gerektiğini ifade etmektedir. Ayrıca kötülüklere müdahale edilmediği takdirde gelecek olan fitne, anarşi, tefrika vs. gibi sosyal ızdırap ve felaketlerin iyi kimseleri de etkileyeceğini ve bundan bütün toplumun zarar göreceğini beyan etmektedir. Şayet iyi kimseler, kötü kimselerin yaptıklarına göz yumar, bana ne der ve nemelazımcı bir zihniyetle meseleye yaklaşırlarsa, o cemiyetin   huzur içinde yaşaması imkansızdır. Kötülükler  çirkinlikler ve her türlü olumsuzluklara karşı  toplumun elbirliğiyle mücadele etmesi şarttır.
 Yukarıda anlamını sunduğumuz hadiste iyi kimselerin, kötü kimselerin yaptıklarına göz  yumması, alt katta bulunup da en kestirme yoldan su ihtiyaçlarını karşılamak için geminin tabanını delmek isteyenlere ses çıkarmayan kimselerin haline benzetilmektedir. Ayrıca toplum bir  gemiye benzetilmiştir. Geminin su almasını hazırlayan sebeplerin önüne geçilmemesi halinde, içindekilerle beraber batması nasıl mukadderse, toplumun su alması  yani toplumu çökertecek, çözecek, yıkacak, tahrip edecek her türlü kötülüğün yaygınlaşması ve bunlara ses çıkarılmaması veya müsamahalı davranılması da toplumsal çözülmeyi hızlandıracak, belki de zamanla toplumu tahrip edecek veya çökertecektir.
Bir toplumda fitne ve fesat kargaşa, zulüm adaletsizlik güvensizlik gibi etkenlere karşı önlem almak ve hatta yok edilmesi için çaba sarfetmek herkesin görevidir. Oran olarak herhangi bir yüzdelik verilmesi zor olmakla birlikte herkes taşıdığı yükümlülük nisbetinde toplumda gelişen menfi hadiselere karşı sorumludur. Çünkü toplumda meydana gelen fitne ve musibetlerden, sadece  bunlardan doğrudan doğruya etkilenenler zarar görmemektedir. Bu konuda şu ilahî buyruğun, bütün fertlere yüklediği sorumluluk önemli ve ayrıca evrensel anlamda çok mühim bir mesajdır.
"Bir de öyle bir fitneden sakının ki, o içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz. (umuma sirayet ve hepsini perişan eder.) Biliniz ki Allah'ın azabı şiddetlidir." (7)
Demek ki, zulüm sadece zulüm yapanı veya zulme uğrayanı ve o çevreyi etkilemiyor.   Fitne, yalnız, onu çıkaranı zarara uğratmıyor. 0 kimi zaman bir toplumu kimi zaman bir ülkeyi ve kimi zaman da bütün dünyayı etkilemektedir. Bu açıdan toplumun varlığını, birliğini hedef alan insanların can ve mal emniyetini tehdit eden her hareketin ve fiilin karşısında yerini almak her bireyin vazifesidir. Bu konuda duyarlı ve bilinçli davranmak önemli bir insanlık görevidir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi kişilerin yükümlülükleri farklıdır. Elbette bir aile reisinin, bir okulun, bir üniversitenin, bir kurumun, bir devletin idaresini üstlenenlerin sorumluluğu birbirinden farklı ve bulundukları mevki açısından birbirinden ağır ve kapsamlıdır. Toplumsal barışın temininde bireylere önemli vazifeler düşmektedir. Fakat idari   mesuliyeti yüklenenler, görevleri icabı daha fazla bir kesimin sorumluluğunu   üstlenmektedirler. Bu sebeple idari görevler hem kutsal ve hem de ağırdırlar .

Hz. Ebû Bekir'in devlet başkanı seçildiğinde yaptığı konuşma, riyaset makamının ne derece önemli ve mesuliyeti mucip olduğunu gösterir. Ayrıca bu hitap, bütün idarecilere büyük bir ders niteliğindedir.
"Ey Müslümanlar! En iyiniz olmadığım halde riyaset makamına geçirilmiş  bulunuyorum. Eğer iyi idare edersem bana yardım ediniz. Yanlış hareket edersem beni  doğrultunuz. Doğruluk emanet, yalancılık hıyanettir. Sizin en zayıfınız (haklı ise ),  hakkını alıp kendisine verinceye kadar benim nazarımda en güçlünüzdür. İnşallah, bunu böyle yapacağım.  Sizin en güçlünüz de (haksız ise) kendisinden hak sahibinin hakkını alıncaya kadar benim nezdimde en zayıfınızdır. İnşallah bunu da böyle yapacağım. Bir millet Allah yolunda cihadı bırakacak olursa Allah onları yardımsız bırakır, zillete düşürür. Bir millette -kötülükler yaygınlaşırsa  Allah, o millete umumi bir bela verir. Ben Allah ve Resûlüne itaat ettiğim müddetçe bana itaat ediniz. Şayet Allah ve Resulüne isyan edersem bana itaat  etmekle mükellef değilsiniz."(8)
 
Hz. Ömer'in halife seçildiği zaman okuduğu hutbe, bütün idareci ve hakimlere dokunaklı ve ibretli bir mesaj vermektedir. "Bilesiniz ki, bu sertliğim, hilafetim sırasında zalime, mütecavize karşı ve zayıf bir Müslümanın hakkını kuvvetliden aldığım sırada kat kat fazlalaşacaktır. Bu kadar sert olmama rağmen sizin namuslularınızın çekingenlerinizin ve  hakkı teslim edenlerinizin başım üzerinde yeri vardır. Eğer, içinizden biriyle benim ihtilaflı bir meselem olursa istediğiniz birisinin önünde onunla muhakeme olmaktan kaçınmayacağım. Eğer  benden bir şikayeti olanınız varsa kadı huzuruna çıkmaya hazırım. Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun,  canınızı kurtarmak pahasına kendi aleyhinize de olsa bana yardımcı olun. Benim aleyhime olan hususlarda da iyiyi emredip kötüden sakındırarak bana yardımcı olun. Allah'ın bana tevdi ettiği hususlarda nasihatlerinizi esirgemeyin." (9)
Hz. Ömer,  çok şiddetli soğuğun olduğu bir gecede, Hz. Peygamberin arkadaşlarından    biriyle etrafı teftiş etmek için dışarı çıkar. Bir müddet yürüdükten sonra yanan bir ateş görür ve ona doğru koşar. Çocukları ile beraber bir kadını görürler. Ateşin üzerine bir tencere koyulmuş ve çocuklar ise bağrışıp durmaktadırlar . Halife Ömer, selam verir ve kadın Ömer'in selamını alır. Ömer, "yanına yaklaşmama izin verir misin" diye izin ister. Kadın: "İyilik yapmak istersen yaklaş, değilse benden uzak ol" der. Hz. Ömer: "Bu çocuklar neden bağırıp çağırıyorlar?" diye sorar. Kadın: "Açlıktan"diye cevap verince, Hz. Ömer, tencerenin içinde neyin olduğunu sorar. Kadın su olduğunu, uyuyuncaya kadar çocukları,  tencerinin içindeki suyu kaynatmak suretiyle susturmaya çalıştığını, Ömer'le kendisi arasında Allah'ın olduğunu ve Allah'ın her şeyi gördüğünü belirtir. Bunun üzerine Ömer: "Allah  sana merhamet etsin. Ömer, senin durumunu nereden bilsin?" der. Kadın: "İşlerimizin idaresini üzerine alıyor da, bizden habersiz mi davranıyor?" karşılığını verir. (10)
Bu konuyu Mehmet Akif Ersoy, ''Kocakarı İle Ömer'' adlı bir başlık altında şiir üslubu ile ele almış, adaleti ile İslâm tarihinde haklı olarak ün almış Hz. Ömer'in, sorumluluk duygusu ile nasıl iki büklüm bir kat olduğunu  önemle vurgulamıştır. Kanaatimizce bu, idâri görevde bulunan bütün yöneticilere önemli bir irşad ve ikaz mahiyetindedir.
Zavallının işi pek çok zaman bulup gelemez;
Gidip te söylememişsen ne haldesin bilemez
Niçin hilafeti vaktiyle eylemişti kabûl?
Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbul.
Zavallının işi çokmuş... Nedir, muharebe mi?
İşitme sen de civarında inleyen elemi,
Medine halkını üryan bırak, Mısır'da dolaş...
''Gaza Gaza'' diye git soy cihanı, gel paylaş
Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa koyunu,
Gelir de adl-i ilahi sorar Ömer'den onu!
Bir ihtiyar karı bi-kes kalır, Ömer mes'ul. (11)
Yetimi girye-i hüsran alır, Ömer mesul (12)
Zemine gadr ile bir damla kan dökünce biri(13)
O damla bir koca girdap  olur boğar Ömer'i(14)
Ömer Halife iken başka kim çıkar mes'ul?
Ömer ne yapsın ilâhî! Beşer zalûm-ü cehûl (15)
Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed'den...
Ömer Ömer nasıl aldın bu bârı (16)sırtına sen(17)
"Toplum bir bütün olduğuna göre, gelişen müspet veya menfi hadiselerde, herkesin yetki ve etki alanına göre sorumluluğu vardır. Hiçbir kimse, gerek sosyal alanda, gerek ekonomik ve gerekse siyasal alandaki olumsuzluklardan belirli bir kesimi sorumlu tutma yetkisine sahip değildir. Ülke içinde, milletimizi ve halkımızı derinden üzen kahredici hadiselerden sadece belirli kesimi sorumlu tutmak, onları bu konuda derin muhasebeye davet etmek subjektif ve haksız bir davranıştır. Bireyi ile, ailesiyle, idarecisi ve idaresi ile,  milletiyle, devletiyle, medyası ile, eğitimi ile; kısacası her kesim bulunduğu ortama ve yetki alanına göre gelişen üzücü olaylardan derece derece sorumludur. Herkes bu sorumluluğu duymalıdır. Sadece belirli bir kesim başını aşağı eğmeli gibi yaklaşımlarla meselenin psikolojik ve sosyolojik yönünü düşünmeden karar vermek ve önyargılı davranmak, millet ve devletin barışına asla katkı sağlayamaz.
Zulüm, işkence, şiddet, vahşet ve barbarlık gibi insanlık onuruna yakışmayan etkenleri oluşturan sebepleri tahlil etmek ve objektif değerlendirme yapmak akılcı ve kalıcı bir çalışma  ve çare olabilir. Aksi takdirde, yine başa dönülür. Eski gelinen noktaya tekrar gelinir ve zaman kaybetmeye devam edilir. İnsanlık dışı hareketlerde bulunanlar vahşilikte hayvanları dahi geçen caniler, teröristler, yol kesiciler, eşkiyalar bu topraklarda, bu coğrafyada yetişmiş ve bu topraklarda yaşayan insanların arasından çıkmış ise, bu konuda çok boyutlu derin bir düşünceye toplum olarak ihtiyacımız var demektir. Hangi alanda kusur vardır. Bu eğitimden mi, idareden mi, ekonomiden mi, idareciden mi, aileden mi, hukukî boşluk ve zaafiyetten mi kaynaklanmaktadır? Gibi soruların cevabını toplum olarak  cevaplamak zorundayız.
Şayet bu konuda ilmî ve aklî veriler öne çıkartılır, grup, cemaat, ideoloji ve politik taassuplar bir tarafa bırakılırsa, işte o zaman toplumsal şuura ulaşılmış demektir. Hep başkalarını suçlayarak, dediğimiz, düşündüğümüz, tasarladığımız şeyler, bakınız nasıl ortaya çıktı diyerek belirli kesimi suçlamak ve töhmet altında bırakmak meseleleri çözme yerine  daha da zorlaştıracaktır . Çünkü toplumda oluşan ve yaygınlaşan suçların, toplumun barışını,  huzurunu ve güvenini sarsacak hale gelmesinde  yukarıda da belirttiğimiz gibi herkesin belirli  bir payı vardır.
O halde problemleri devlet, millet ve toplum olarak hep beraber çözmek mecburiyetindeyiz. Bu açıdan teşhisleri dosdoğru koymak ve ona göre çare aramak en akılcı bir davranıştır.
Bizim de baştan beri vurgulamaya çalıştığımız mesele budur. Bu da toplumsal bilinç, bir diğer adıyla toplumsal şuur ile halledilebilir. Toplumsal şuurun var olduğu bir toplumda  birey başta sorumluluğunu, eksikliğini, kabahatini, acziyetini itiraf eder ve ona göre meseleye  bakar. Toplumsal bilincin hakim olduğu bir toplumda kişi, kusur ve eksiklikleri, öncelikle kendisinde arar.  Başkalarını suçlama yerine, her şeyden önce kendisini suçlar. Olumsuzluklar  karşısında birbirini suçlayıp kimsenin sorumluluğu üzerine almadığı bir cemiyette, toplumun barış içinde yaşaması kolay değildir.  Özür dilemek, zafiyetini itiraf etmek, beceriksizliğini ve ilgisizliğini kabul etmek bir erdemliliktir. Her şeyden önce böyle bir toplum oluşturmadan,  hak ve adaletin sağlanması barış ve huzurun temini zordur. Herkesin kendisini haklı gördüğü bir cemiyette, doğruların ve hakların netleşmesi zordur. Toplumsal alanda çekilen sıkıntıların temelinde böyle bir olumsuzluğun yattığını söylemek kanaatimizce abartılı değildir. Bu anlamda, cemiyetimizin birlik ve beraberlik içinde yaşayabilmesi için toplumsal bilince ihtiyacı vardır.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kaynaklar
1- Mehmet Akif Ersoy, Safahat, (Asım), İstanbul  1977, 400.
2- Buhârî, Sahih, Edeb, 27; Müslim, Sahih,  Birr,  66; Ahmed b. Hanbel, Müsned,  IV, 270.
3- Müslim, Birr, 67; Ahmed b. Hanbel, IV, 271- 276.
4- İsmail Muhammed b. el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ ve Müzîlü'l İlbâs, Beyrut, ts. II, 277.
5- M. Akif Ersoy, Safahat (Süleymaniye  Kürsüsünden), s. 179.
6- Buhârî, Sahih, Şeriket, 6; Şehadât, 30; Tirmizi   Fiten, 12; Ahmed b. Hanbel,  IV, 268, 270-273; İbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l Bârî, Beyrut,  1988, V, 277.
7- Enfal, 25.
8- İbn-i Kesir, El-Bidâye ve'n-Nihâye (Büyük  İslâm Tarihi), trc. Mehmet Keskin, İst. 1994,
VI, 426; Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet (İslâm Tarihi), trc. Ömer Rıza Doğrul, İst. 1978, IV,
 39; Yusuf Kandehlevî, Hayatü's-Sahâbe  (Hadislerle Müslümanlık), trc. Ahmet M.
  Büyükçınar, A. Ömer Tekin, Ömer Faruk  Harman, İst. 1971, II, 608.
9- Y. Kandehlevî, a.g.e., II, 634.
10- Hayrettin Karaman, Bekir Topaloğlu, Arapça Okuma ve Eski Metinler Kitabı, İst.
  1970,  s. 57-58.
11- Bîkes: Kimsesiz.
12- Girye-i hüsran: Hüsran gözyaşları.
13- Gadr: Zulüm, haksızlık.
14- Girdâp: Suların döndüğü ve çukurlaştığı yer, anafor, çevrinti, burgaç, tehlikeli yer.
15- Zalûm-ü cehûl: Fazla zalim ve cahil.
16- Bâr: Yük.
17- M. Âkif Ersoy, Safahat, (Birinci kitap, Kocakarı İle Ömer) s. 96-98.

Dr. Kerim BULADI.

 


* BENZER KONULAR

Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 11:22:37 ÖÖ]


Hac Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 11:14:26 ÖÖ]


Yetim ve Kimsesiz Çocuklara Sahip Çıkalım Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 10:49:10 ÖÖ]


Yalşayan Hurafeler Karşışında Müslümanların Tavırları Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 10:40:06 ÖÖ]


Yalanın Zararları Gönderen: gurbetciyim
[Bugün, 10:02:40 ÖÖ]


Ahiretin kapısı ölümü Hatırlamak ve Ona Hazırlanmak Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:49:11 ÖÖ]


Hicr Süresi Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:32:26 ÖÖ]


Güven Duygusunu Nasıl Elde Ederiz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:22:28 ÖÖ]


Korku ve Ümit Ahiret İnancından Doğar Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:09:23 ÖÖ]


Süleyman Aleyhisselam Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:00:28 ÖÖ]


Zikir İbâdeti Kalbin Cilâsıdır Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:45:16 ÖS]


Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:47:12 ÖS]


Ölüm Hadisesi ve Mümin’in Tutumu Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:42:28 ÖS]


Kaza ve Kadere İmanın Keyfiyeti Üzerine Notlar Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:36:50 ÖS]


İnsan Hakları, Kadın-Erkek Eşitliği ve Adalet Gönderen: KOYLU
[Dün, 08:31:26 ÖS]


PCLOUD ÜCRETSİZ ÖMÜR BOYU DİLEDİĞİNİZ KADAR DEPOLAMA ALANINA SAHİP OLMAK Gönderen: andrewmemut
[Dün, 05:30:06 ÖS]


İnsan ve Dua Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:59:29 ÖÖ]


İman Etmeyenler Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:33:17 ÖÖ]


Sorumluluk Bilinci Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:57:24 ÖÖ]


Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.): “10 Haslet Vardır Ki Helak Olma Sebebidir Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 06:43:20 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41