Gönderen Konu: Zor Zamanda Komşuluk  (Okunma sayısı 279 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2149
Zor Zamanda Komşuluk
« : Aralık 25, 2019, 10:45:58 ÖÖ »
Zor Zamanda Komşuluk

Yalnızım dostlarım!

Yalnızlığın sessiz, karanlık ve soğuk kozasına kendini hapseden insan, neleri kaybettiğini görse, o kozayı yırtıp, bir an önce oradan çıkmak isterdi herhalde. Gelişen teknoloji sayesinde birbirimizle daha yakın iletişim içinde olmamıza rağmen hâlâ yalnızlığı derin şekilde yaşayabiliyoruz. Etrafımıza ördüğümüz kalın duvarlar öyle girift ki, âdeta bir labirenti andırıyorlar. Dünya global bir köye dönüşeli beri daha bir yalnızlaştık, tenhalaştık.

Her mit gibi, dünyanın global bir köye dönüştüğü algısı da içerisinde bir yanılsama taşımakta. Dünya, iletişim sayesinde küçüldü küçülmesine ama diğer taraftan insan, kendine ve çevresine yabancılaştı. Dünyanın bilmem hangi ucundaki biriyle çok kolay iletişim kuran insan, kapı komşusundan, yanı başındaki arkadaşından ve akrabasından bihaber olabiliyor çoğu zaman. O zaman durup düşünmek gerekiyor; dünya küçülürken, bizim dünyamız da mı küçülüyor, sanal ortamda sosyalleşmek adına insan kendini sosyal çevresinden izole edip, bilgisayarların dört duvarları arasına mı hapsediyor, karşımızda muhatap olarak samimi ve sıcak insan yüzleri yerine artık bilgisayarların soğuk yüzü mü olacak? Ve daha bir yığın soru peşi sıra geliyor aklıma…

Hâlbuki pencereyi biraz aralasak, çok tanıdık, çok sıcak çok içten ve bizden yüzler göreceğiz karşımızda. Hani sadece bir resimden veya bir isimden ibaret olmayan birilerini tanıyacağız. Belki kapısını çalmayı bekleyen komşumuz yalnızlığımızın çaresi olacaktır. Uzatılan bir sıcak el, samimi bir selam, bir tas çorba eritecektir buzları… İnsan kelimesi, ünsiyet kurmaktan, yakın olmaktan geliyor; bu yüzdendir ki insan, ancak insanla insanlığa erebilir ve insanca yaşayabilir zannımca.

Tebessümünü kaybetmiş dünya

Yüzler tebessümünü yitireli, dünya da grilerini giyinip tebessümünü kaybetti sanki. Dostluğumuzu, arkadaşlığımızı, komşuluğumuzu, insanlığımızı esirgediğimiz komşularımızdan, tebessümümüzü de esirgedik. Daha soğuk, daha mesafeli, daha ciddi bir dünyada kim yaşamak ister ki? Tebessümle yıkabileceğimiz duvarları, asık suratlarımızla daha da kalınlaştırıp insanlığımızı da oraya hapsediyoruz... Halbuki tanış olabilsek, yüzlerimiz gülecek ve dünyamız kaybettiği tebessüme tekrar kavuşacak.

İnsanlardan uzaklaşıp yalnızlaşırken biraz da insanlığımızdan uzaklaşıyoruz bir bakıma. Ama sorarsanız muhatabınıza doğru mudur, diye; sanırım kabul etmeyecek ve belki de; daha yakınlarda bilmem hangi kıtada, kaç bin kilometre uzaklıktaki bir adada tsunamiden zarar görenler için düzenlenen yardım kampanyasına katıldığını veya nesli tükenen kutup ayıları için oluşturulan bloğa üye olduğunu gururla söyleyecektir. Ancak 32 daireli apartmanında komşularından haberi yoktur çoğu zaman. Ara sıra merdivende, asansörde karşılaşılan komşular görmezden gelinir ya da baştan savma bir selamla geçiştirilir. Komşunun varlığından haberi yoktur ki; açlığından, tokluğundan, kederinden, sevincinden haberi olsun. “Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir.” hadis-i şerifi yalnızca bir serlevha olarak süslemektedir duvarları.

Apartman blokları arasına sıkışmış gecekondudan yükselen ahlar duyulmaz olur. Sofrasına bir ekmek götürme savaşı veren komşular bilinmez… Kim bilir ne zorluklarla okumaya çalışan öğrenciler, yetimler, kimsesizler unutulanlar defterine yazılır. Kutuplara uzanan yardım eli yakındaki komşudan esirgenir. Birbirini duymayan, görmeyen, bilmeyen komşular sırt sırta yaşarlar ama birbirlerinin haliyle hallenmedikleri için duyarsızlık yaftasını hak ederler…

Hasılı kelam insan, dünyayı keşfetme, bilinmeyeni öğrenme, sınırları ortadan kaldırıp her kültüre, her ülkeye yakın olma arzusunu gerçekleştirirken bir şeyi gözden kaçırdı: Uzaklara gitme arzusu, yakın olanları görmesini engelledi!

Bizim mahallemiz… Bizim komşuluklarımız…

Bizim çocukluğumuzda, çok da uzak olmayan zamanlarda, mahallemiz ve komşularımız vardı. Evlerimiz bahçeli, en fazla iki katlı olurdu. Daha apartmanlar dikilip, devasa siteler kurulmamış, komşuluklar sayılara indirgenmemişti. İnsanların hafızalarından komşuluk diye bir değer henüz silinmemişti. Komşu evlerde yaşayan komşu annelerimiz, komşu teyzelerimiz, ablalarımız vardı. Onları ailelerimizden biri gibi bilir, severdik.

Ev almadan önce komşu alınırdı ve bu komşuluklar uzun öyle uzun sürerdi ki, başka semtlere, mahallelere taşınsalar bile, eski komşular unutulmaz, arada yoklanırdı. Yakın komşu evin halkından sayılırdı, hakkına hukukuna riayet edilirdi. Bazılarıyla ahiret kardeşliği gibi daha derin bağlar kurulur, bu dünyada başlayan komşuluk, ahirette de sürdürülmek istenirdi.

Bir derdi mi var komşu teyzenin, hemen annemiz bir kahve yapar, derin sohbetlere dalınır, kahvenin telvesinde eritilirdi cümle sıkıntılar… Şimdi olsa psikiyatrlar buna “komşu terapisi” derlerdi herhalde. Her fırsatta komşular bir araya gelir, akşamları bir manileri yoksa ailecek görüşülürdü.

Hele komşunun başı sıkışsın, hasta olsun, cenazesi olsun, önce komşular seferber olur; yaralar sarılır, acılar paylaşılır ve elden ne geliyorsa yapılırdı. Düğünler, sünnetler, doğumlar hep beraber kutlanır, acılar kadar sevinçler, mutluluklar da paylaşılırdı. İşler imece ile yapılır, herkes birbirinin yardımına koşardı.

Mahalleye yeni biri taşınmayıversin, hemen yardıma koşulur, yemekler hazırlanır, evlerine gönderilirdi. Üç- beş gün geçince “hoşgeldin”e gidilir, yeni komşularla tanışılıp kaynaşılırdı. Böylelikle uyum sorunları yaşanmaz, bunalımlara girilmezdi. Komşuluklar öyle eften püften değildi ki, bir üflemeyle sönsün; sabır, hoşgörü ve sevecenlikle her sorun halledilirdi.

Komşuda pişen mutlaka komşuya düşerdi. Bilhassa fakir fukara, garip gureba gözetilir, onlar mahalle komşularının bu dayanışması sayesinde gül gibi geçinir giderdi. Komşu hakkı, esastan tanınır, bu kadirşinaslık sebebiyle kusurlar, hatalar hoş görülür, huzur ve sukûnet içerisinde yaşanırdı.

Ramazanlar komşuluk ilişkilerinin daha bir perçinleştiği zamanlardı. Rahmetin dalga dalga yayıldığı Ramazan ayında paylaşma, kardeşlik ve dayanışma doruğa çıkardı. İftar ve sahur sofraları kurulur, konu komşu davet edilir, hep beraber coşku içerisinde yenir içilirdi. İftara yakın yemek tabakları gidip gelirdi komşu evler arasında. Çocuklar iftar topu atılıncaya kadar sokakta bekler, topun sesiyle beraber herkes evine doğru koşmaya başlardı.

Komşu komşuya o kadar bağlı ve iç içeydi ki, bu samimiyet ve fedakârlık “komşu komşunun külüne muhtaçtır” atasözüyle çok güzel ifade edilmiş. İnsan olarak pek çok şeye sahip olabiliriz, ancak iyi ve sağlam ilişkiler, dostluklar sayesinde bu dünyada ayakta kalabilir, huzur ve barışı tesis edebiliriz.


Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2149
Ynt: Çocukların Topunu Kesen Komşular
« Yanıtla #1 : Aralık 25, 2019, 10:50:22 ÖÖ »
Çocukların Topunu Kesen Komşular

Aaa, bu kadarcık mıymış, bu kadar küçücük mü, bu kadar daracık mı, bu kadar minicik mi, bu kadar silik, bu kadar sönük, bu kadar önemsiz miymiş!..

Ne zannetinizdi kuzum; çocukluk mevsiminin bütün endazeleri mübalağalıdır böyle. Bir keresinde saatlerce bıkıp usanmadan top koşturduğumuz bir arsanın yanından geçerken, “Yahu mendil kadar yerde, öyle büyük bir iştahla nasıl da top oynamışız?” diye hayretlere düşmüştüm. Eni iki buçuk, boyu sekiz metrelik uzunlamasına dar, zeminine dişli beton dökülmüş bir apartman giriş koridoru. Bir taraf üç metrelik duvar; nihayetinde ızgaralı demir kapı, ucu sokağa açık, peşkir kadar bir yercik...

Geçenlerde Mecidiyeköy’den geçerken Ali Sami Yen stadyumundan arta kalan moloz yığınına şöyle bir göz attım; küçücük bir yer. Koca stadyumu oraya nasıl sığdırmışlar şaştım kaldım.

İşte komşu deyince aklıma o “havlu” geliyor; aslında havlu filan değil, bildiğiniz avlu. Sivas ağzında havlu oluvermiş. Vâkıa arka tarafta kocaman bostan yok değil ama, oraya kadar inip kim salatalık devşirecek? El ön avlunun yarısını belleyip soğan maydanoz, dereotu bahçesi yapıvermiş komşumuzun hanımı. Orada top oynamak yasak. Aslında top oynamak, sigara, içki, uyuşturucu gibi temel yasaklar listesinde.

Uzun yaz günlerinde veya kısa kış günlerinde, ne zaman ki güneş batı ufkuna doğru devrilip göz gözü görmez hale gelince akşam ezanları hep o alelacele edayla, “Çabuk olun, vakit kısa, yetiştiniz ne âlâ!” tavrıyla müminleri namaza çağırmaya başlasa canımız sıkılırdı, ebeveyn zılgıtı neyse fakat topu görememek, sokak arası futboluna ister istemez son vermek manasına gelir. Uzak mesafelerle mahalleye serpiştirilmiş cılız sokak lambalarının altında ortada sıçan çevirerek maçı “temdid”e taşımaya çalışsak bu defa yoldan geçenler, sanki her gün mühürleme merasime bizzat şahit oluyorlarmış gibi endişeli ve vahim bir yüz ifadesiyle:

“Yerler gökler mühürlendi, hadi bakayım evlerinize, günah günah!” diyerek ekşirler ve içtimai vazifelerini ifa etmenin hazzıyla ağır adımlarla kapılarını çalarlardı. Komşu çocuğuna “saap” çıkılmış, muavenet edilmiş, terbiyesine katkıda bulunulmuştu. Önemliydi. Sadece kapı bir “Him hime” (Yani duvar duvara) komşunun değil, üç sokak ötedeki komşunun otoritesine bile saygı duymak vacipti. Şimdilerde ele geçmeyen bir nimet. Ne zaman komşu çocuğunu bir nasihat, hafif tertip bir ikaz sözü ile tedip etmeye kalkışsanız, annesi veya annannesi, “Sen benim çocuğuma ne karışıyorsun bakayım; bak kendi işine” dercesine hışımla görünür; pek bir şey söylemez ama siz durumdan vazife çıkarırsınız artık.

Yıllar sonra kendimi kendi çocuklarıma, “Yerler gökler mühürlendi, hadi bakalım eve, günah!” derken yakalayınca, yerlerin ve göklerin akşam namazı saatlerinde gerçekten melekler tarafından mühürlendiğini anladım, onların göremeyecekleri bir tebessüm dolaştı yüzümde.

Yerler gökler gerçekten mühürlenir miydi? Evet mühürlenirdi; en azından eğriyi doğrudan ayırmayı henüz geliştirememiş çocuklar için kesin bir hükümdür bu. Akşam ezanıyla birlikte “birileri” yeryüzüne iner, yerleri gökleri mühürler!

Buna rağmen, yerler gökler mühürlenmesine rağmen eve girmemekte inat edenlerimiz bakımından bu hâlimizi uzaktan müşahede eden büyüklerimiz acı acı kafalarını salladıktan sonra “cık cık” yapıyor ve:

“Ne günlere kaldık; hiç ahlak, namus, din, iman, hayâ, ar, edep kalmamış, bunlardan ne köy olur ne kasaba” diye iç geçirerek hayıflanıyorlardı. O günden beridir kim ki yeni neslin terbiyesizliğinden, dalgacılığından, vurdumduymazlığından, milli ve manevi meselelere karşı ilgisizliğinden yakınıp avurdunu doldura doldura şikâyetlenmeye koyulsa ciddiye alasım gelmiyor ama başıma iş almamak için, “Haklısın, hakikaten yeni nesilde iş yok ama çocuktur belki ilerde düzelirler” diye bir küçük ricat kapısı aralayıp başka mevzulara çeviriveriyorum sözü.

Koca sokağın ortasında tekmelenmekten baygınlık geçirmek üzere olan top, sanki intikam alırcasına havalanır ve gidip daracık avlusunun sokağa açılan kapısı hep duvar gibi asık yüzlü ve ketum, pencereleri hep kapalı evin bahçesine düşerdi. O zaman bir tabunun peçesini istemeden aralamışçasına korkar, hatta dehşete kapılırdık çünkü o adam eğer oradaysa topu eline alır, sokağa çıkar ve yere yatırıp koyun boğazlar gibi keserdi topu. Nasıl bir dehşet hissi anlatılmaz. Kötü bir rüya gibi.

Belki evde hastası var, belki asabı doğuştan bozuk, belki bizim top havada hayli müddet süzüldükten sonra hep adamcağızın cacık kâsesinin içine düşüyor. Siz olsanız, müşfik komşu rolü oynayacağım diye, mahallenin veletlerine şefkat gösterisi yapar mısınız?

İyidir, hoştur da komşuluk aslında meşakkatli iştir. Kendi çocuğunuza gösteremediğiniz anlayış ve şefkati komşunun çocuğuna göstermeniz beklenir sizden. Evde gürültü olsa diklenir, baba-anne otoritesini güm diye vaz edersiniz ama komşudan gelen gürültünün mutlaka makul, inandırıcı ve ille de hoş görülmesi gereken bir sebebi olduğuna kendinizi inandırmanız gerekir. İyi komşuluğun sırrı budur zaten.

Belki otuz sene olmuştur. Tatil günü, apartmanın bütün duvarlarında eşit olarak titreşerek bütün binayı zangırdatan matkap sesiyle irkildim. Bir, üç, beş değil, gürültü mütemadi bir faaliyete işaret ediyor. Galiba komşulardan biri enikonu tadilatta.

Çıkıp baktım. Oturma ruhsatı alınmaksızın teras katına korsanlamasına çıkılan çekme katın yeni “maliki” harman tuğlasıyla örülmüş duvarın birini yıktırıyor. Dur durak dinlemiyor, mal benim yıkarım havalarında. Belediyeye şikâyet ettim; zabıta geldi. Yeni komşunun annesi olacak hatun, pek de terbiyeli sayılamayacak bazı suçlayıcı kelimeler eşliğinde üzerime yürüdü, o güne kadar hiç bir kadın beni o kadar korkutmamıştı.

Malımda gözün mü kaldı hain herif, çatla da patla, yaptıracağız işte!
Yaptırdılar nitekim; patırtı günlerce sürdü. O günden beridir kötü komşu nedir bilirim az buçuk.
İyi komşuyla herkes geçinir, herkes iyi komşunun kadr ü kıymetini bilir; oysa ki cennetin anahtarlarından biri de kötü komşunun boynunda asılıdır; bunu size söyleyen olmuş muydu daha önce?

“Kötü komşu insanı hacet sahibi yapar” diye bir söz vardır, şöyle bir araştırdım. Bizim oralarda bu atasözünü “hacet” ile söylüyorlar. Kısaca “Hacat” derler ki, alet, avadanlık, ne bileyim, keser, tencere, kap-kacak gibi gündelik hayatta işe lazım olan gereçleri ihtiva eder. Başka yerlerde ise kötü komşunun insanı mal, ev, para sahibi yaptığı ileri sürülüyor ki, mübarek komşunun kötüsü bile bir noktada işe yarıyor demektir. Kötüsü böyleyse iyisi tadından yenmez vallahi...

Gelelim kıssadan hisse faslına; kötü komşu hep başkalarıdır, biz nedense oldum olası iyi komşuyuzdur, kötülüğü kendimize yakıştırmaz, üzerimize kondurmayız, peki doğru mudur? Haydi gözden geçirelim; iyi komşu muyuz? İyi insan mıyız, iyi miyiz?

Sor nefsine, o sana söyler söyleyeceğini...

 


* BENZER KONULAR

Cuma Günü ve Cuma Namazının Faziletti Gönderen: webtasarim
[Dün, 11:03:55 ÖS]


Zulme Rıza Zulümdür Gönderen: webtasarim
[Dün, 10:57:11 ÖS]


Elem ve Zoorlklara Karşı Sabır Gönderen: webtasarim
[Dün, 10:47:42 ÖS]


İyilikleeri Yok Eden Haset Gönderen: webtasarim
[Dün, 10:39:51 ÖS]


Gençlik Gönderen: webtasarim
[Dün, 10:33:40 ÖS]


Mehmet Kemiksiz - Dert Söyletir 320 kbps + Flac Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:10:00 ÖS]


Gülbe Şeker - Ellerim Küçük Daha 2 - 320 kbps + Flac Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:02:48 ÖS]


Mutsuzluk Kilo Aldırıyor Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:26:02 ÖÖ]


İslâm Ahlâkı-Ahlâkı Güzelleştirmenin Yolu Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:16:18 ÖÖ]


Çocuklarda Çalma Davranışı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:10:15 ÖÖ]


Ayrılığın Acısı ve Tatlısı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:03:45 ÖÖ]


Son Peygamber Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:38:32 ÖÖ]


Abdullah Akbulak - Kutlu Doğum 320 Kbps + Wav Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:30:08 ÖÖ]


Sana sığınırız Ya Rabbi! Gönderen: melek
[Mayıs 05, 2024, 06:33:30 ÖS]


Kabirdeki Kişi Tekrar Dünyaya Gelse Sizce Ne İle Uğraşır Ne Yapardı Gönderen: melek
[Mayıs 05, 2024, 06:19:41 ÖS]


Fitne Adam Öldürmekten Daha Kötüdür Gönderen: melek
[Mayıs 05, 2024, 06:14:32 ÖS]


En Kötü Körlük İdrak Körlüğüdür Gönderen: melek
[Mayıs 05, 2024, 06:10:00 ÖS]


Kıyametten Sonra Mezarından İlk Diriltilecek Olanlar Gönderen: melek
[Mayıs 05, 2024, 06:05:30 ÖS]


Abdullah Akbulak - Dertli Yol 320 kbps + Wav Gönderen: fanidunya NET
[Mayıs 05, 2024, 05:45:18 ÖS]


Cemaat Anlayışımızı Mümin Sorumluluklarımızı Gözden Geçirelim Gönderen: fanidunya NET
[Mayıs 05, 2024, 08:44:31 ÖÖ]

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42