Gönderen Konu: Namaz Gibi Bir Fırsat Varken  (Okunma sayısı 95 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı melek

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2293
Namaz Gibi Bir Fırsat Varken
« : Haziran 02, 2022, 01:16:52 ÖS »
Namaz Gibi Bir Fırsat Varken

Horasan vâlisi âdil bir idareciydi. Fakat bir keresinde adamları bir demirciyi, ellerinden kaçan hırsıza benzeterek tutuklayıp hapse atmışlardı.

Demirci namazlarını aksatmayan bir kişiydi. Hapishanede hemen abdest alıp, namaz kıldı. Sonra ellerini Yüce Dergâha açıp:

“Yâ Rabbi! Bir suçum olmadığını ancak sen biliyorsun. Beni bu zindandan ancak sen kurtarırsın!” diye duâ etti.

O gece vali rüyâsında, dört kuvvetli kimsenin gelip, tahtını ters çevirmek üzere olduklarını gördü. Dehşete kapılarak uyandı ve hemen kalkıp abdest aldı. İki rek’at namaz kıldıktan sonra tekrar uykuya dalmıştı ki yine o dört kimsenin tahtını yıkmak üzere olduğunu gördü ve uyandı. Üzerinde bir mazlumun âhı olduğunu anladı. Hemen hapishane müdürünü çağırtıp sordu:

- Acaba bu gece hapishanede mazlum birisi kalmış mı?

Müdür dedi ki:

- Bunu bilemem efendim. Yalnız biri namaz kılıyor, çok duâ ediyor gözyaşları döküyor.

- Hemen onu buraya getirin.

Demirciyi vâlinin yanına getirdiler. Vâli Demirciye hâlini sorup, meseleyi anlayınca o gece gördüğü rüyayı anlattı. Sonra dedi ki:

- Senden af diliyorum. Hakkını helâl et ve şu bin gümüş hediyemi kabul et. Herhangi bir arzun olunca bana gel!

Demirci de cevabında dedi ki:

- Ben hakkımı helâl ettim. Verdiğiniz hediyeyi kabul ettim. Fakat dileğimi senden istemeye gelmem.

- Neden gelmezsin?

- Benim gibi bir fakir için, senin gibi bir valinin tahtını tersine çevirten Rabbimi bırakıp da, dileklerimi başkasına söylemek kulluğa yakışır mı? Namazlardan sonra ettiğim duâlarla beni nice sıkıntılardan kurtardı, murâdıma kavuşturdu. Artık nasıl olur da başkasına sığınırım? Rabbim, rahmet hazinesinin kapısını herkese açmış iken, başkasına nasıl giderim?

Namaz Ne Büyük Bir Lütuftur

Namaz; bizi Yaratan ve pek çok Iütuflarda bulunan Allah-u Zülcelâl ile buluşmadır. Her gün beş vakit Sahibimizin huzuruna çıkma fırsatıdır. Biraz düşünecek olursak, her türlü nimete muhtaç olan bir kula, her şeye Kadir olan bir Rabbin huzuruna çıkma fırsatı verilmesi ne büyük bir lütuftur.

Hepimiz maddi ve manevi çeşitli sorunlar yaşıyoruz. Çünkü bizler, bilhassa biz hanımlar çok aciz, çok muhtaç, çok dayanıksız ve kolayca müteessir olan kullarız.

En ufak bir problem bizi fazlasıyla üzüyor, korkutuyor veya endişelendiriyor. Öte yandan bizim tasa çekip durmamızın da o meselenin çözümüne hiçbir katkısı yoktur. Böyle olduğu halde neden dua etmek yerine kafamızda kuruntuları büyütüp, söylenip, dert yanıp duruyoruz?

Oysa endişelendiğimiz konuların çözümü, Rabbimizin sonsuz kudreti yanında hiçbir şey değildir. Çünkü O’nun “Ol” demesiyle olmayacak hiçbir şey yoktur.

Birçoğumuz eşimizle dostumuzla bir araya geldiğimiz zaman, dertlerimizle onların da başını ağrıtıyoruz. Oysa onlar, velev ki bizim için çok üzülseler bile çoğu zaman ellerinden gelen bir şey olmadığı için teselli vermekten öte bir şey yapamıyorlar. Zaten herkesin kendi derdi kendine yetiyor.

Hâlbuki Rabbimize el açsak, O’ndan yardım dilesek o bizi ne kapısından kovar, ne de başından savar. Sonsuz rahmet ve kerem sahibi Rabbimiz, kulluğumuzdaki bütün kusur ve kabahatlerimize rağmen bize acır, iyiliğimizi ister ve lütuflarda bulunur.

Öyleyse nedir bizi Rabbimize karşı böyle gafil yapan?

Neden böylesine cömert bir kapıya sırt çeviriyoruz?

Neden bu rahmet sağanağından faydalanmıyoruz?


Elbette bu tamamen kendi nefsimizden kaynaklanıyor. Rabbimiz bize bu sorunun cevabını Kuran-ı Kerim’de veriyor:
“Sabır ve namazla Allah'a sığınıp yardım isteyin. Bu ise huşu duyanlardan başkasına elbette ağır gelir. (Huşu duyanlar ise,) Rablerine kavuşacaklarını ve Ona döneceklerini umanlardır. (Bakara; 45,46)

Bu ayet-i kerimeden anlıyoruz ki, sabır ve namazla Allah'tan yardım dilemenin ağır gelmesi, huşu ile terbiye edilmemiş nefsin özelliğidir. Eğer bizler, Allah'a kavuşacağımıza kuvvetle iman ederek huşu duyarsak o zaman nefsimizin bu direnci kırılacaktır.

Gafletten Uyanmak İçin

Huşu, Allah'a karşı içtenlikle saygılı ve uysal olmak demektir ve bu da Allah'ın kudretinin farkında olmanın verdiği bir şuur halidir. Çoğumuz bu şuur halinden mahrumuz, çünkü Allah'ın Rahmaniyetine aldanmışız. Her gün namazımızda Besmele çekerken, Fatiha-ı şerifeyi okurken er-Rahman ve er Rahim isimlerini zikrediyoruz. Eğer onun manasını da düşünürsek rahmetiyle aldananlardan olmayız.

Evet, Allah-u Zülcelal, bu geçici dünyada er-Rahman isminin tecellisiyle itaat eden kullarına da isyan eden kullarına da nimet veriyor. Hepimize en geniş bir merhametle tevbe etme fırsatı tanıyor, günahları hemen cezalandırmıyor. Nefis bu manzara karşısında kendisini gören Rabbinden gafil olarak sanki kendi başınaymış gibi vehme düşüyor.

Hâlbuki bu geçici bir durum, elbette ölümle başlayacak olan hayatta Allah-u Zülcelâl’in er-Rahim ismiyle tecelli edeceği bir gün başlayacak. O gün Allah-u Zülcelâl’in rahmetinden ancak onun hidayetine tabi olanlar istifade edecek. İşte o zaman aslında Allah'ın bizi her an görüp durduğunu bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu, anlayacağız.

O gün, Rabbimizin kudreti ve azameti tecelli edince hepimizin sesleri kısılacak, gözlerimiz yere inecek. İşte o günkü edepli halimizle namaz kılabilsek Rabbimiz bizi dünyevi ve uhrevi bütün dertlerimizden kurtaracak. Çünkü kulluğunu bilen edebli bir kula karşı Rabbimiz çok affedici ve kerem sahibidir.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:

“Beş vakit namazı Allah-u Zülcelal (kullarına) farz kılmıştır. Her kim bu beş vakit namazın abdestini güzel alır ve belirlenmiş vakitlerinde onları kılar, rükûlarını, secdelerini ve huşûlarını tam olarak yaparsa, Allah-u Zülcelâl’in o kimseyi affedeceğine dair sözü vardır. Kim böyle yapmazsa Allah Teâlâ'nın o kimse hakkında verilmiş bir sözü yoktur, dilerse onu bağışlar dilerse ona azab eder.” (Ebû Davut, Salat, 9; İbn Mâce, Salat, 94)

Namaz İtaattir

Nefsimiz ne yazık ki namazda da bizi rahat bırakmıyor, gereksiz düşüncelerle meşgul ediyor. Bu da bazen insanlarda ye’s yani ümitsizlik haline sebep oluyor.

Elbette namazı huşu ile kılmak efdaldir. Ancak bizim tek çaremiz o huşu halini kazanana kadar şeklen de olsa namazımızı terk etmemektir. Çünkü bir kul gücü yettiği kadar namazını kılmaya çalışmakla “Namaz kıl!” emrine itaat etmiş olur. Ama namazı tamamen terk ederse Allah-u Zülcelal ile bağını koparmış olur ve manevi açıdan çok kötü hallere sürüklenebilir.

Kıyamet günü, cehennemliklere, “Cehennem'e girmenize sebep nedir?” diye sorulduğunda, onların; "Biz namaz kılanlardan değildik, düşkünü yedirmezdik, boş şeylere dalanlarla dalar giderdik ceza gününü yalanlardık" diyecekleri Kur'an-ı Kerim'de haber verilmektedir. (Müddessir, 42-46)

Namaz bizi, boş şeylere dalıp gitmekten bir nebze de olsa kurtaran bir lütfu ilahidir. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Beni hatırlamak için namaz kıl." (Tâhâ; 14)

Namaz kılmak, kulu, Rabbini unutup gitmekten koruyan bir buluşmadır. Bu buluşmanın kalitesi de bizim kulluğumuzun genel kalitesi hakkında bir fikir verebilir.

Namazın farz kılınmış olması bizim için hem bir kulluk imtihanı, hem de bir kazanç fırsatıdır. Aslında biraz düşünürsek bize namazları belli vakitlerde kılmamızı kesin bir surette emretmesi de Rabbimizin lütuflarındandır. Eğer Allah-u Zülcelâl böyle düzenleme yaparak kesin bir şekilde emretmese bunun faydalı olacağını düşünemez, kıymetini bilemez ve düzenli olarak kılmazdık.

Biraz düşünürsek, kırk- elli sene namaz kılan bir kul, milyonlarca tekbir, tehlil, tahmid ve tesbih getirmekte ve sayfalarca Kuran-ı Kerim okumuş olmaktadır. Bunları kendi kendine bir program tatbik ederek kaç kişi yerine getirebilir?

Hem Rabbimizin bize bazı amelleri farz kılıp emretmesi bize de O’nun emirlerine itaat etme fırsatı sağlamaktadır. Emre itaat, bir ecir ve karşılık hakkı doğurur. Rabbimiz hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, “Namaz kıl” emrine itaat eden kulunu kendisine karşı ecir-ücret sahibi hale getirmektedir ki bu büyük bir lütuftur.

Namaz Şefaatçidir

Gereği gibi kılınan namaz, diğer kulluk vazifelerindeki kusur ve aksamaların affedilmesine vesile olan bir şefaatçidir. Mahşer gününde bir kul evvela namazından sorguya çekilmektedir. Eğer namazında devamlı ve huşu halindeyse ekseriyetle diğer kulluk vazifelerinde de durumu iyi olur veya ufak tefek hatasına bakılmaz. Ama namaz hususunda gevşekse ekseriyetle diğer vazifelerinde de ihmalkârdır ve bu sefer ona müsamaha da edilmez. (Tirmizî, Salât, 305)

İşte bu çok korkunçtur, çünkü Allah'ın affı ve mağfireti olmazsa hiçbir kul inceden inceye hesap verip de temize çıkamaz. Öyleyse namazımıza sahip çıkalım ve onu kendimize şefaatçi yapalım.

Sözümüzü Allah dostlarının namazı ile bitirelim:

Hâtem-i Zâhid, Âsım İbn-i Yûsuf rahmetullahi aleyhimanın yanına gelmişti. Âsım ona sordu:

- Ey Hâtem namazı nasıl (güzel bir surette) kılıyorsun?

O büyükler bir araya gelince böyle hususlarda sohbet ediyorlar ve birbirlerinden öğüt alıyorlardı.

Hâtem-i Zâhid rahmetullahi aleyh şöyle anlattı:

- Namaz vakti yaklaştığında abdestimi sünnet üzere tazeliyorum ve namaz kılacağım yere dikiliyorum. Tâ ki her uzvum yerleşiyor.

Sonra Kâbe’yi iki kaşımın arasında, Makâm-ı İbrahimi göğsümün hizasında, Allah Teâlâ’yı mekândan münezzeh (pâk ve uzak) olduğu halde başımda hâzır ve kalbimdeki her şeyi bilir halde görüyorum.

Sanki ayağım sırat köprüsünün üzerinde; cennet sağımda, cehennem solumda, ölüm meleğini de arkamda hissediyorum ve kılacağım namazın son namazım olduğunu düşünüyorum.

Sonra ihsan ile (Mevlâ’yı görür gibi) iftitah tekbirini tekbirini alıyorum, tefekkürle okuyorum, tevâzû ile rükûa eğiliyorum, tazarrû ile secdeye kapanıyorum.

Sonra tamamıyla oturuyor, ümitle teşehhütte bulunuyor ve sünnet üzere selâm veriyorum.

Sonra da o namazı ihlâsa teslim ediyor, korkuyla ümit arasında kalkıyorum ve bu hâl üzere sabra devam ediyorum.

 

Sitemap 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49