Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
İslamda Hukuk ve Adalet / İslam ve İnsan Hakları
« Son İleti Gönderen: anadolu Bugün, 08:37:24 ÖÖ »


İslam ve İnsan Hakları

Körle yatan şaşı kalkar. atasözümüz ne hikmetli sözdür ki buna yaşayarak şahit olanlardanız. Nerden çıktı bu söz derseniz; Yaklaşık iki asırdır Batı'yla yatıp Batı'yla kalkmak bizi kendi tarih ve kültürümüze karşı şaşı yaptı, derim. Evet, ne yazık ki, soylu tarihimize ve zengin kültürümüze şaşı bakar olduk. Bu nedenle, tefekkürümüz, düşünce sistemimiz de bir garip oldu. Batı'nın değer kalplarıyla düşünüyor, sloganlarıyla konuşuyoruz. Ve Batı'ya ait değerleri sanki birer dogma olarak kabul ediyor ve doğruluklarını tartışmaya bile yanaşmıyoruz. Ve Batı'nın ürünü olduğu için hatasız kusursuz sanıyoruz.

Mesela; insan hakları, özgürlük, demokrasi, barış diyorlar. Dışında ambalajı güzel ama içi doldurulamamış kavramlar bunlar. Ne yazık ki, Müslüman aydınlardan bazıları da bu kavramların sihrine kapılıp gider oldu. Dünya ekonomi ve siyasetine hâkim dış güçlerin psikolojik baskı, reklâm ve propagandalarıyla bu kavramlar, sanki matematiksel gerçekliklere dönüştü…

Doğruluklarını şöyle aklı başında bir şekilde sorgulayamadık bile. Mesela; demokrasiyi sanki hatasız bir sistemmiş gibi göstermeye kalkarlar ama ünlü bir bilim adamıyla, mektep medrese görmemiş cahil bir vatandaşın oyları aynı değerdedir bu çelişkinin izahını yapamazlar.

Bu gerçekten hareketle; bir memlekette cahil vatandaşların sayısı her zaman okumuş tahsilli vatan-daşlardan çok olacağına göre aslında memleketin yöneticilerini cahil halkın seçmiş olduğunu söylesek belki bize kızarlar.

Eşitlik derler; çalışkanla tembelin, okumuşla cahilin, sahtekârla dürüstün nasıl eşit olacağını izah edemezler. Hâlbuki bu durumlarda hak eşitlik üzerine değil adalet üzerine olmalıdır.

Özgürlük derler, insan hakları derler, ama sınırlarını çizmeyi beceremezler. Fıtratla bağdaşmayan sınırsız bir özgürlük anlayışını, özgürlük adına dayatmaya kalkarak, gerek insanlığa, gerekse topluma karşı en büyük kötülüğü yaparlar. Mesela eşcinsellik onlara göre bir insanlık hakkıdır. Böyle bir insan hakkını kabul etmenin bırakın dinen mahzurunu, yaratılış ve doğanın işleyiş kanunlarıyla uyumu nasıl olacak düşünmezler.

Barış derler ama barış adaletin sağlandığı bir memlekette olur, haksızlığa, gaspa her türlü tecavüze rağmen Müslümanlardan seslerini çıkarmamalarını istemek midir barış? Barışın temini bu ise bu nasıl barış olur, izah edemezler.

Şunu iyi bilmek gerekir ki, İslam dini bütün mahlûkata hakkını vermiştir. Ama bu haklar haddi aşmamalı, sınıra tecavüz etmemelidir. Burada sınırı fıtrat, yaratılış belirler.

Mesela; özgürlük var diye, bir fabrikatör, fabrika atıklarını derelere gönderip hem insanların hem o dere ve göllerde yaşayan balıkların hayatlarına nasıl kastedemezse; bir vatandaş ülkenin ciğerleri mesabesinde olan ormanları nasıl tahrip edemezse; bir şebeke esrar, eroinle okul önlerinde gençliği nasıl avlayamazsa, yani bu işler, doğaya, insanlığa bir tecavüz ise, aynen bunlar gibi; eşcinselliği, zinayı özgürlük ve insan hakkı adına yaymak da aile kurumlarına ve insan nesline tecavüzdür. Fıtratı çiğneyip geçmektir. Bunu Batı yapıyor, uygun görüyor diye bizimde uygun görmemiz batıdan şaşılık kapmaktır, bilmek gerekir.

Aynı şekilde, televizyon aynasında kadın yapılı erkeklere program yaptırmak, onların reklâmını yapmak gençliği, çocukları onlara özendirmek de hem insan fıtratına hem de milletin geleceğine tecavüzdür. Bu ifadelerimizden eşcinselleri küçük gördüğümüz, onları horladığımız manası asla anlaşılmasın. Aksine onların düştüğü durum bizleri üzmektedir. Çünkü o insanların birçoğu basit bir takım psikolojik takıntılar yüzünden aslında kendilerinin de istemedikleri bir ortamın içindedirler.

Bu durumlar kesinlikle normal bir durum değildir. Bunlar nasıl bir insan hakkı olarak savunulabilir. İşte bütün bu şaşılıklara biz kendi kültürümüze, tarihimize yabancılaşarak düştük. Yavaş yavaş değiştik, değişimi fark edemedik bile.

İnandığın gibi yaşamazsan yaşadığın gibi inanmaya başlarsın sözü aynıyla üzerimizde cereyan etti. Çevre kirliliğine karşı ayaklananlar insan kirliliğine karşı niçin sessizler. İnsanı tahrip etmek ağacı tahrip etmekten daha mı önemsiz?

Buradan şu gerçeğin altını da iyice çizmek gerekir ki, Yüce Yaratıcı'yı ve onun insan hakkındaki ilmini görmezden gelerek yapılan bütün insan hakları tespitleri, fertlerin ihtiyaçlarına asla cevap veremeyecek ve insan hakları kaza ve yaralanmaları devam edip gidecektir. Bugün her konuda ortaya çıkan bir gerçek şudur ki, insanlık İslam'a her zamandan daha fazla muhtaçtır. O zaman Müslümanlara düşen en önemli görev her alanda İslam'ın üstünlüklerini haykırmaktır. Yani zaman o zamandır. Çünkü İslam üstündür. Ve dünyanın geldiği şu dönemeçte herkes için bir kurtuluş reçetesidir. Bu açık üstünlüklerinden biriside insan hakları konusunda yaklaşık bin beş yüz yıl öce yaptığı devrim niteliğindeki yeniliklerdir şüphesiz.

Batıda insan hakları 1776 Virginia, 1789 Fransız İnsan Hakları Beyannameleriyle başlar. Ve bu tarih bütün dünya için geçerli kabul edilip yeryüzünde ilk insan hakları bu tarihlerde başlamış gibi bir uyanıklık yapılmaya çalışılır... Ama biz biliriz ki asıl insan hakları savucuları Peygamberlerdir ve bu iş ta Âdem (as) la başlar. Her peygamber, ya bir zalime veya zalim bir topluluğa karşı, zulmü ortadan kaldırmak ve adaleti yaymak için mücadele etmiş. Bu görevi Allah'ın yeryüzündeki halifesi ünvanıyla gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu görevi en son olarak bundan 1500 yıl önce Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz bihakkın yerine getirerek, her hak sahibine hakkını iade etmiş ve bizlere de bu hakları korumayı görev bırakıp gitmiştir. Veda Hutbesi bu konuda en güzel bir beyannamedir. Dolayısıyla en güzel insan hakları beyannamesi Kur'an'dır. Ve Efendimizin hayatı ve tavsiyeleridir. İnsan hakları denilince bizim bize yabancı ama batıya hayran aydınlarımızın Fransız insan haklarını işaret etmesi kendi kültür ve tarihini inkârdan başka bir şey değildir. Bu memleketin düzelmesi için önce bu garip aydın tiplerinin düzelmesi gerekir. Bu millet yaklaşık 200 yüzyıldır bu batıcı aydın tiplerinden çok çekti. Hala da çekmekte. Çünkü bu tipler; "körle yatan şaşı kalkar." atasözünde tasvir edildiği gibi, kör batıdan şaşılık kapmış, kendine ait olan çok açık doğru ve güzellikleri dahi göremez hale gelmişlerdir.

Batı ortaçağın karanlıklarında debelenirken, 1500 yıldır İslam memleketlerinde aydınlık vardı, huzur ve insan hakları vardı. O çağlardaki Batıya ait karanlık sıfatını İslam ülkelerine yapıştırmakta ayrı bir kurnazlıktır. Batıda ne zaman insan hakları başladı, batı ne zaman palazlandı ve doğuya el attı, el attığı yeri karıştırdı, sömürdü, hak falan bırakmadı. Zorla demokrat yapılmaya çalışılan İslam ülkelerinde azınlıkların haklarını koruma adına Müslümanların hakları gasp edildi. Yahudi veya Hristiyan azınlıklara her türlü özgürlükler verilirken Müslü-manların müslümanca yaşama hakları ellerinden alındı. Ve hala da bu despotluk devam ediyor.

Netice olarak diyebiliriz ki, Kur'an'ı ve Hazreti Peygamberin hayatını okuyan her insaflı insan görecektir ki, en kâmil manada insan hakları, hatta hayvan ve bitki hakları sadece İslam'da vardır. İslam insanı genel olarakta değil fert fert ayırmış, genel olduğu gibi özel haklarda vermiştir ki bu hakları hiçbir beyannamede görmek mümkün değildir. Mesela; anne hakkı, baba hakkı, çocuk hakkı, komşu hakkı, kardeşlik hakkı, işçi hakkı, işveren hakkı v.s gibi. Velhasıl İslam'ın belirtmeyip es geçtiği ne genel ne de özel hak sahibi vardır... Yani İslam her hak sahibine hakkını iade etmiştir.

İnsan hakları mahkemeleri en güzel vicdanlarda kurulur. İslam ta vicdan duygularına kadar düzenlemeler getirmiştir. Ama bu güzellikleri görebilmek için Batı'nın efsunlu söylemlerinden çıkmak, kendine gelmek, şaşılıktan kurtulmak gerekir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
2
HZ MUHAMMED S.A.V / İnsanlık Efendimiz'e (SAV) Şükran Borçludur
« Son İleti Gönderen: anadolu Bugün, 08:33:23 ÖÖ »


İnsanlık Efendimiz'e (SAV) Şükran Borçludur

İnsanlık, Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şükran ve minnet borçludur.

Müslümanların şükran borcu ise çok daha fazladır. Zira İslamın ilk neferi O'dur. Kat kat karanlıkları elindeki meşaleyle aydınlatmaya ilk o başlamış, küfrü imana, zulmü adalete O dönüştürmüş, çığırından çıkmış insanlığa, insanlığını tekrar O hatırlatmış, bunun için en büyük zorlukları O göğüslemiştir… (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Bugün İslam'a aşina sinelere dahi İslam'ı anlatmanın zorluğunu görünce, Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabrını, azmini taktir etmemek ve bu mevzuda hayranlığını dile getirmemek mümkün mü?

Aslında bu minnet ve şükran duygularımız bütün peygamberlere, zira insanoğlunda bugün ne kadar güzel haslet varsa, hepsi de insanlığı şereflendiren peygamberlerden mirastır.

Hayatta öyle karanlıklar vardır ki, onları aydınlatmak hususunda insanlık aciz kalır. İllaki ıslahatçı şahsiyetlere ihtiyaç vardır. Mesela cahiliye dönemini hatırlayın kız çocukları bir utanç sebebi ve Hz. Ömer gibi deha bir şahsiyet bile bu geleneğin kurbanı… O dahi bu inanca kapılmış ve kendi öz yavrusunu elleriyle toprağa diri diri gömebiliyor. Belki bu yanlışın farkında ama çaresiz bu utanca teslim olmuş… Yine o günlere dönelim; kadınların insan olarak bir değeri yok… Kölelik yaygın ve insanlar yine insanlar tarafından hayvanlar gibi alınıp satılıyor. Ve daha ne kadar akıllara ziyan ve insanlığın şerefine yakışmayan, insanlıkla bağdaşmayan inanç, ibadet, gelenek görenek adı altında zulümler, işkenceler….

Peygamber Efendimizin (SAV) o günlerde bu alemi şereflendirmediğini bir düşünün, her halde o günlerin çirkin ve bütün vahşi gelenekleri, inanç ve ibadetleri yüzyıllar boyu sürecek ve belki bu günlere kadar gelecekti ve bugün belki de dünyanın bazı yerlerinde hala kız çocukları bu vahşi geleneklere, inançlara kurban olarak veriliyor olacaktı. Şu çok açık bir gerçektir ki, Peygamber Efendimiz (SAV) insanlığın gönlüne çökmüş kara bir kışı taze bir bahara, kat kat karanlıkları imanın nuruyla gündüze çevirmiştir.

Getirdiği şeriat hem dünya hem ahiret için gerçek bir kurtuluş vesilesidir. Kim ki O'nun hayatını kendine rehber yaparsa karanlıklar içinde sönmez bir meşaleye sahip olmuş olur. Ve düşme korkusu, ayağı kayma endişesi olmaksızın ebedi kurtuluşa ulaşır.

Ahzab suresi 45-46.ayette bu durum şöyle ifade edilir: "-Ey peygamber, biz seni hakka bir şahit, hem bir müjdeci ve ihtarcı olarak gönderdik. Hem Allah'ın izniyle Allah'a bir davetçi ve nur saçan bir ışık."

Hz. Muhammed (AS) bu alemde Allah'ın emirlerine ve hidayetine şahid olmuştur. Bu emirlere uyan, bu hidayete talip olan kulların ebedi bir kurtuluşla kurtulacakları müjdesini vermiştir. Gaflete dalanlara haykırmış, sağır kulaklara nidasını duyurmuş, günahkarları günahlarının acı akıbeti hususunda uyarmış, küfredenlere Allah'ın şiddetli azabını ve ebedi helaklarını ihtar etmiş. Yolunu sapıtanları, Allah'a davet etmiştir. Yaptığı bu işler sebebiyle O bir şahid, O bir müjdeci, O bir ihtarcı ve hem de O bir hakka davetçi ve kat kat küfür karanlıklarını delen bir nur, bir ışıktır.

Bu gün gerek Müslümanlar gerekse bütün insanlık bu davetten ve hidayetten çok faydalanmıştır. İster bu nimeti fark edip şükreder, ister küfredip nankörlük eder… Ama yaptıklarının faturası bir gün mutlaka önüne konacak ve cezası mutlaka kesilecektir.

Evet, dünyayı yaşanılır hale getiren Efendimize (SAV) bu sebeple şükran ve minnet borcumuz sonsuzdur. Ümmetine en güzel bir şekilde örnek olmak üzere, Peygamber Efendimizin (SAV) hayatının her safhası kusursuzdur. Hayatında utanç duyacağı, birilerinden gizleyeceği hiçbir davranışı olmamıştır. Her yönüyle kamil bir hayat sürmüştür. Ve hayatı hiçbir liderde olmayacak şekilde şeffaf ve açıktır. O sebeple Efendimiz (SAV) emsalsiz bir insandır. Beşerin en hayırlısıdır. Kullukta bir zirve olduğu gibi insan ilişkilerinde de öyledir.

-Hanımlarına karşı en müşfik, en sabırlı, en sevecen ve en anlayışlı bir eştir.

-Çocuklarına karşı en güzel bir babadır.

-Anne ve babasına karşı en hayırlı bir evlattır.

-Komşularına, arkadaşlarına karşı en cömert, en mütevazi, en keremli bir dosttur.

Savaşlarda en iyi bir komutan, devlet idaresinde en iyi bir idareci ve dolayısıyla her yönüyle örnek bir insandır. Gelmiş geçmiş bütün günahlarına bağışlanma müjdesi verilmesine rağmen, Rabbine karşı saygı, sevgi ve kulluğu da dillere destandır. Evet, kulluk cihetiyle de en edepli, en alim, en abid ve en zahid bir kuldur. Düşmanlarının ağzından dahi övülmüş, yegane insandır.

Ebu Cehil, Hz. Peygamberin en azılı düşmanı idi. Günün birinde O'na şöyle demişti:

"Ya Muhammed, ben sana yalancısın demiyorum. Fakat şu getirdiğin ve davet ettiğin şeyi inkar ediyorum."

Bizans Kayseri Herakliyus da Hz. Peygamber'den bir davet mektubu almıştı. Mektubu alınca ticaret için orada bulunan Ebu Süfyan'ı çağırarak ondan bu davet sahibi hakkında malumat istedi.

Ebu Süfyan o zamanlar, Hz.Peygamber'in 6 yıldır amansız bir şekilde mücadele ettiği düşmanıydı. Herakliyus şu soruları sordu: -Aranızda nesebi sülalesi nasıldır? Ebu Süfyan cevap verir;

- O'nun nesebi yüksektir.

- O'ndan önce bu sözü söyleyen olmuş mudur?

- Hayır

- Ataları içinde hükümdar olanı var mıdır?

-Yoktur

-O'na eşraf mı tabi oluyor, yoksa zayıf kimseler mi?

-Zayıf kimseler tabi oluyor.

-Adetleri artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?

- Günden güne artıyor.

- O'nun dinini beğenmeyerek ayrılanlar oluyor mu?

- Hayır.

-Ataları içinde hükümdar olan var mıdır?

-Yoktur.

-O'nu bundan önce yalan söylemekle itham eder miydiniz?

-Asla.

-Gadr edip sözünden döndüğü oluyor mu?

-Hayır, ancak Onunla bir müddetten beri muahede halindeyiz, ne yapacağını bilmeyiz.

-Size neleri emrediyor?

-Bize ancak bir Allah'a ibadet edin, Ona şerik koşmayın, atalarınızın dediklerini bırakın diyor. Bize namaz kılmayı, sadaka ve zekat vermeyi, haramlardan sakınmayı ve namuslu olmayı, bir de sılayı-akrabaya iyiliği emrediyor. (Buhari)

Bütün güzel hasletleriyle beşere örnek olan, Peygamber Efendimiz (Sav)'i Kur'an şöyle ifade ediyor; "Resulullah'ta sizin için ittiba gereken en güzel örnekler vardır." (Ahzab, 21)

Müslümanlar, Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) karşı şükran borcunun bir ifadesi olarak O'na bolca salat ve selam getirmeli, getirdiği şeriat'ı yaşamaya çalışmalı ve O'nun ashabını ve ehl-i beytini hayır dua ile anmalı, hayatta olanlarına sevgide ve saygıda kusur etmemelidir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
3
Kur'an'ı İklimi / Kur'an ve İnsan
« Son İleti Gönderen: anadolu Bugün, 08:26:11 ÖÖ »


Kur'an ve İnsan

İnsan, derinliklerinde nelerin gizli olduğu yeterince tespit edilemeyen bir sırlar okyanusu. İnsan muhteşem bir bilmece… İnsan bilmecesinin bütün sırları Kur'an da gizli… Eğer Kur'an nazil olmasaydı insan sır olarak kalmaya devam edecekti. Hiç bir Felsefecinin aklı ve hiçbir âlimin ilmi onu yeterince anlamaya kifayet etmeyecekti. Kur'an ile insanın şifreleri çözüldü. İnsanda gizlenen sırlara en geniş anlamıyla sadece Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vâkıf oldu. Veya insan sırrıyla buluşmak en geniş anlamıyla sadece Hz. peygambere (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nasip oldu. Bu okyanusun sahillerinden ve içindeki gizliliklerden en yüce payeyi Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aldı. Onun da nedeni en son Nebi oluşu ve en yüce kitap Kur-an'a mazhar oluşu idi.

Zira İnsanın kendinden etraflıca haberdar olması ancak Kur'an-ı Kerim'in nüzulünden sonra gerçekleşebildi. İnsanlık, kadim asırlarda henüz çocukluk ve gençlik dönemlerindeydi. Kur'an ise insanlığın olgunluk devresinde geldi. İslam âlimleri bu değerli kaynağa müracaatla insan bilmecesini çözmeye çalıştılar ve ona ait pek çok hususiyeti izaha kavuşturarak bizlerin istifadesine sundular.

Kur'an bir taraftan insanoğlu, bir taraftan kâinat, diğer bir yönüyle Yüce Yaratıcı hakkındaki en kapsamlı bilgilerin hamili bir kitaptı. Onda yaş ve kuru her bilgi şifreler, remzler, işaretler halinde mevcut idi. Kur'an bir taraftan insanın zaaflarına işaret etti, bir taraftan da yüceliklerine. Çünkü zaaflarının farkına varmasa yücelemezdi. Zira zirveye çıkan yollar tehlikelerle dolu idi.

Kur'an bildirmese insanlar bu zaaflarını bilebilirler miydi? Zira insan cahildi ve kendi hakkında detaylı bilgiye sahip olması mümkün değildi. Zira o bir yaratıktı ve yokken var edilmişti. Nereden bilebilirdi kendine verilen meziyetlerin nerede başlayıp nerede bittiğini. Zaaflarının nelerden ibaret olduğunu…

İnsan öyle bir haldeydi ki, şayet Kur'an olmasaydı, onca ihtişamına rağmen zaaflarını meziyet sanabilirdi. Mesela kibriyle övünebilir, onu büyüklük sanabilirdi. Cimriliğiyle övünebilir, cömertliği ise israf görebilirdi. Hırsı azim, deliliği cesaret olarak değerlendirebilirdi. O sebeple Kur-an'sız insan bir hiçti. Uçsuz bucaksız evrende kaybolmuş bir hiç. Kim Kur'an dan yüzünü çevirirse onun en büyük ve peşin cezası kendini bir hiçlik deryasına atmak olur.

Kur'an ve insan bir ikizdir. Eğer insan her şeyi ile bilinen, bilinebilen bir varlık olsaydı, Kur'an a ihtiyaç olmazdı. Peygamberlerin gönderilmesine gerek kalmazdı. İnsan meçhul bir varlık olduğu için dinlere ihtiyaç mecburdur. İnsan bu konu üzerinde iyice düşünürse, Allah tarafından gönderilmiş bir dine kulak vermeden yaşaması halinde asla mutluluk ve huzuru bulamayacağını anlayacaktır. Kur-an'sız bir insan, koyu karanlıklar içinde bilmediği bir yolda el yordamıyla giden bir insan gibidir. Hem bu yol öyle bir yol ki sonu dipsiz uçurumlara, korkunç cehennemlere ve gayyalara çıkar. El yordamıyla gidenler sadece aklına ve ilmine güvenenlerdir.

İnsan bir buz dağıdır… Görünen kısmı küçük görünmeyen kısmı dağlar gibi büyük. İnsan kendi hakkında ancak görünen kısmı kadar konuşabilir. Ki o kadarcık bilgi insan hakkında gerçekten hiçbir şey ifade etmez. İnsanın yüceliğini ifade etmek için bir kutsî hadiste Cenab-ı Hak; "Ben insanın sırrıyım, insan da benim sırrımdır." buyuruyor. Yani insanın hakikatine Cenab-ı Hak kendi sırrını gizlemiş. İnsan, eğer sıradanlıktan kurtulabilir, Kuran ve Hz. Peygambere (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kulak vererek kâmil insan olabilirse bu sırra mahrem olur. İnsan-ı kâmilden maksat, hakikat-i insaniyedir. Aynı zamanda Kâmil insan, insanlığın kemal mertebesini ve Hakk'ın halifesi derecesini bulmuş kimsedir.

Cenab-ı Hak bunu Kur'an-ı Kerîm'de kelime sözü ile ifade ediyor ve o kelimeyi anlatmak için, Allah katında insana verilen değeri denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsalar yazamaz diyor.

Kamil insanlık vasfı her şeyiyle Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de kemal ve cemal bulmuştur. O sebeple Cenab-ı Hak yine bir kutsi hadiste Habîbine; "Sen olmasaydın, ben bu dünyayı halk etmezdim", (her şeyi senin için, senin mânânı yükseltmek ve yüceltmek için yarattım.) buyuruyor. Allah gözükmez ama insan-ı kâmil'de tecelli eder. Bunu, Mağribi Hz. şöyle ifade ediyor; Benim vücudum sendendir. Senin zuhurun da bendendir. Sen olmasaydın ben vücut bulmazdım. Ben olmasaydım sen zuhur etmezdin.

O anlamda Kur'an, insan denen eşsiz varlığın manevi bir haritasıdır. Aynı zamanda hem insanın nereden gelip nereye gittiğini ifade eden kadîm bir insanlık tarihi kitabı, hem de insan davranışları ve ruhunun bütün derinlikleri hakkında en özlü bilgiler veren bir psikoloji kitabıdır. Felsefecilerin ve bilim adamlarının asla ulaşamayacağı bilgileri yüce yaratıcının makamından bizlere ulaştıran değeri en yüce bir kitaptır. İnsanlığa huzurlu bir yaşamın mutlu bir hayatın en gizli detaylarını ulaştıran eşi benzeri olmayan bir ahlak kitabıdır. İnsanı önce bir potansiyel olarak ele alıp onun melek ve şeytan taraflarını en açık ve kesin bir şekilde ortaya koyarak, ona yüceliklere uçmanın yollarını gösteren bir rehberlik kitabıdır. Kur'an, insanı yüce yaratıcısıyla diyaloga geçiren, her an insanı vahiyle buluşturan, Rabbiyle konuşturan bir diyalog ve hatta bir monolog kitabıdır.

Kur'an hayatınıza ve hayatımıza yön versin.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
4
Mutlulık Yolu İslam / Mü’minler Ancak Kardeştirler
« Son İleti Gönderen: anadolu Bugün, 08:19:10 ÖÖ »


Mü’minler Ancak Kardeştirler

Allaha gönülden bağlı olan müminler arasında öylesine sıcak ilişki vardır ki, birbirlerinin dilinden anlamasalar da işaretlerle diyalog kurarlar. Selam verip musafaha ederler. Her yerde karşılıklı paylaşım içinde olurlar. Yolda, iş yerinde, camide vb yerlerde buluşup göz göze geldiklerinde yüzlerinde bir tebessüm, sevinç oluşuverir. Birbirlerinin din kardeşi olması hasebiyle, etrafındakilerin dertlerine ortak olmayı görev addederler.

Peygamberimiz (sav) efendimiz, bir hadislerinde: “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede tıpkı bir vücud gibidirler ki,.Vücudun bir uzvu rahatsızlanırsa, diğer uzuğlar da onun rahatsızlığına ortak olur.”.( Buhari Edep,27) buyurmuştur. Efendimiz müm inleri bir vücuda benzetmekte. Nasıl k, vücudun organlarından birisi rahatsız olup, diğer uzuğların rahatsız olan organın rahatsızlığlnı hissediyorsa, müminler de böyle olmalıdırlar

Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır.” Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allahın emrine dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse aralarını adaletle düzeltin ve her işte adaletli davranın. Şüphesiz ki, Allah, adil davrananları sever.” Hucurat,9.         

Allah, müminler arasında meydana gelen kavganın izale edilmesini, barış ortamının sağlanmasını biz Müminlere görev olarak vermektedir. Müminlerden birinin diğerine haksızlık etiğinde haksızlık edenin bu halinden vaz geçirilmesi için bir çaba sarf edilmesi istenmektedir. Yüce Mevla “ sulhda hayır vardır” buyurmaktadır. Müminler her zaman ve mekanda sulhu, barışı, huzur ve mutluluğu istemelidir

Peygamberimiz (sav) efendimiz 14 asır sonra içine düşebilecekleri hali görüyormuş gibi, ümmetini veda hutbesinde uyarmıştır. Efendimiz veda hutbesinin bir yerinde “ Ey ashabi, sakın benden sonra birbirinizin boynuna vurmayın. Kadınlarınız ve çocuklarınız Alllahın size verdiği birer emanettir. Müslümana, Müslümanın kanı, malı, namusu haramdır. Sizlere iki emanet bırakıyorum. Bunlara sım sıkı sarılırsanız, dosdoğru yoldan sapmaz ve saptırılmazsınız. Eğer bu iki nimeti terk ederseniz, ozaman sapar ve saptırılırsınız. İşte bu iki nimetten birisi, Kuran-ı Kerim, diğeri ise Sünnet-i seniyedir.” Buyurdular.

Bu gün Muhammed ümmetinin içinde bulunduğu manzara, 14 asır önce Peygamberimiz (sav) efendimizin yaptığı uyarının dikkate alınmadığını göstermektedir.

Özellikle Suriye ve Mısır başta olmak üzere bazı İslam ülkelerinde meydana gelen kavgalar, Sokak çatışmaları, atılan bombalar, kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı demeden akıtılan kanlar, Açlık ve susuzluk, rakamlarını bile teleffuz etmekte zorluk çektiğimiz ölümler, bütün bu olumsuz tablanun İslamda yeri yoktur. İnsanlar zorla yerinden, yurdundan, evinden ediliyor. Bir hiç uğruna insanlar katlediliyor. Dini hayatta böyle bir zulüm yok. Allah ve onun evrensel elçisi, sulhu, barışı, kardeşliği, kaynaşmayı, birlik ve bütünlüğü istiyor. Öyleyse dünyanın sahibi olan Allaha dönerek, bizlere verdiği hayat nmetinden Peygambeerimiz (sav) efendimizin ahlakını örnek alarak gerektiği şekilde istifade etmeliyiz.
                                                 
Bilmeliyiz ki, din kardeşliğinde bereket vardır. Huzur ve mutluluk vardır. Sevgi ve saygı, geleceğe güvenle bakmak vardır. Her birimizin kalbinde olan arzu da bu olsa gerek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
5
Tevekkür Tevhid / İslamda Tevekkül Ve Önemi
« Son İleti Gönderen: anadolu Bugün, 08:13:30 ÖÖ »


İslamda Tevekkül Ve Önemi

İnsanların, bütün işlerinde Allaha dayanıp güvenmesi, onun iradesine boyun eğerek, işin sonucunu ona bırakması demektir. Tevekkülün sözlük anlamı, güven duymak, işi başkasına havale etmektir. Dini terim olarak tevekkül, esbabına tevessül ettikten sonra işin sonucunu Allaha bırakmaktır. Yani bir taraftan meşru hedefe ulaşmak için gerekli tüm çabayı gösterirken diğer taraftan da Allaha dayanıp güvenmek ve işin sonunu ona havale etmek demektir.

Yüce Allah, Kuran-ı Kerimde bu hususta şöyle buyurmuştur.” Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allaha tevekkül et. “  Ona dayanıp güven) Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever. Al-i İmran 159. Ayette bir iş yapmağa karar verdiğimizde Allahın yardımının geleceğinin ümidi içinde neticenin ona bırakılması beyan edilmektedir. Maddi ve manevi yönden bize düşen görevin ifasından sonra neticeyi yaratandan beklemenin Mevlamızın hoşuna gideceği vurgulanmıştı.

Tevekkül İslam akidesinin bir gereğidir. Tevekkül müminlerin işidir. Gayri Müslimlerde tevekkül anlayışı yoktur. Yüce Allah, Kuranında,” müminler yalnız Allaha tevekkül l etsinler “buyurmaktadır. Al-i İmran / 122. Esbabına tevessül ettikten sonra işin neticesinin hayırlı olmasını Allahtan beklemek, bizleri güvenli ve huzurlu kılar.  Allahın bizlere verdiği sınırlı irademizle arzu ettiklerimiz, onun mutlak iradesinde yer bulmazsa beklentilerimiz gerçekleşmez. Zira her şeyi dileyip yaratan Allahtır. Tedbir bizden takdir Allahtandır.

Enes b. Malik anlatıyor. Bir gün Peygamberimiz (sav) efendimize bir adam gelp”,Ey Allahın Resulü devemi bağlayayıp damı tevekkül edeyim bağlamadan mı, tevekkül  edeyim diye sordu. Efendimiz, deveni bağla ve Allaha dayanıp güven” buyurdular.  Ebu İsa ,Tirmizi. Çalışmak, yolunda bulunmak, tedbirli olmak bizlere aittir. Yaratmak,  nasip etmek, ihsan etmek, Allaha mahsustur. Allahı her işimizde vekil kılıyor olmak, onunla daima zikirle, tefekkürle, tesbih, dua ve şükürle birlikte olduğumuzu gösterir. Böyle olunca da kalben mutlu oluruz. Bu mutluluk bizleri zinde kılar. Stresten, karamsarlıktan, bunalımdan, güvensizlikten kurtulmuş oluruz.

Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerimde şöyle buyurdular “ ( Ey muhammed) Eğer aldırmazlarsa onlara de ki, Bana Allah yeter. Ondan başka ilah yoktur. Ben ona dayanıp güvenmekteyim. O, o büyük Arşın Rabbidir”. Tevbe / 129.Ayet-İ Kerimeden Allahın bizlerden kendine dayanıp güvenmemizi istediğini anlıyoruz. Allah dilemezse bizim isteğimiz bir anlam ifade etmez. Her arzu ettiğimizin meydana gelmesi için Allahın yardımına daima muhtaç olduğumuzu bilmeliyiz.

Peygamberimiz  (sav) efendimiz bir hadisinde şöyle buyurdular.” Eğer siz Allaha hakkıyla tevekkül edip güvenseydiniz, kuşların sabah aç karnına yuvalarından çıkıp, akşam karınları doymuş olarak yuvalarına döndükleri gibi size de ( kolayca bol) rızık ihsan ederdi.” Tirmizi, zühd, 33.

Demek oluyor ki, önce biz, bize düşeni yapıyoruz. İşin meydana gelmesi için çalışıyoruz, çabalıyoruz neticenin hayırlı olarak ortaya çıkması için Allahı vekil kılıyoruz. İşte İslamdaki tevekkül anlayışı bu olsa gerek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
6
Yaşar Değirmenci / İtikadımızı ve Zihniyetimizi Gözden Geçirelim
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:49:11 ÖÖ »


İtikadımızı ve Zihniyetimizi Gözden Geçirelim

İnsan fıtratına uygun bir itikat ve zihin inşasına ihtiyacımız var. Yaşadığımız her olayın peşinden sürükleniyoruz. O hâle geliyoruz ki selin önündeki kütük, rüzgârın önündeki yaprak gibi olmaktan kurtulamıyoruz. Zihnî ve itikadi yapımızı âcilen gözden geçirmemiz gerekiyor. Bunu yapmazsak sadece bilim, teknoloji ve ekonomik kalkınma ile insanlığınbunalımlarına çözüm bulmak mümkün olmayacak, yeryüzü her gün problem üreten çaresiz, bunalımlı toplum olmaktan kurtulamayacağız.

Öncelikle zihin ve zihniyet kavramlarını kendi değerlerimizle tanımlamamız lazım. 

Zihin; insanda anlayış, kavrayış, algılama, hâfıza anlamlarına geldiğine göre Batı’ya bakarak mı tanımlayacağız?

Zihniyet; bir toplumdaki bireylerde, görüş ve inançlarının etkisi ile oluşan düşünme yolu, düşünüş biçimi, bakış açısı, ortak tavır alış olduğuna göre biz kendi ölçü ve millî manevi değerlerimiz içinde bir zihniyete sahip olmalıyız. Ancak o zaman ortak/müşterek değerlerde buluşuruz. Hangi meseleye el atarsak atalım dönüp dolaşıp Millî Eğitim’de bitiyor.

Hep yazdığımız, söylediğimiz mesele! Son yüz senedir Batı uşaklığından kurtulamadık. Kanın, zulmün, katliamın, câniliğin ‘uygarlık’ etiketini çöpe atamadık.

Muhafazakâr iktidarlar da Kemalizm ve sekülerizmin esaretinden kurtulamayıp her konuşmalarında ‘çağdaş uygarlık’ hedefini göstermelerinden kurtulamadılar.

Belli bir bakış açısı ile sürdürülen değer hükümleri ve tercih edilen eğilimler; bizi biz yapan kutsallarımız olmalı. Çünkü zihin üretir, zihniyet üretileni kendi amacı doğrultusunda kullanır. Zihin yapar, zihniyet uygular. Öncelikle insanlığın hayrına olacak bir zihniyet inşasını önemsemek durumundayız. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim; toplumsal zihniyet inşaası ile işe başlar. Kur’an her şeyden önce bir zihniyet kitabıdır. Zihinlerde bir inanç, bir bilinç, bir direnç oluşturmak için geldi.

Gönderilen bütün peygamberler bir zihniyet değişimi ile görevlendirilmişlerdir. Böylece toplumlarda yaşanan fıtrata yabancılaşma ve yozlaşmanın önüne geçmek için mücadele etmişlerdir. Vahyin rehberliğinde ilahi değeri hâkim kılmanın gayretiyle yaşamış ve yaşatmışlardır.

Cahili zihniyete karşı tevhidi ve fıtri bir zihniyeti ve itikadı yerleştirmek, hayata hâkim kılmak için bedel ödemişlerdir. İtikat yerine ‘inanç’ kelimesini yerleştirmek yanlıştır. İnançlar vahye dayanmadığı, vahiy çerçevesinde kalmadığı müddetçe hep yanlıştır, bozuktur, hatadır.

Zihniyet ve itikadi zafiyetler; şahsiyet ve hassasiyetlerimizi zorluyor. Kapalı, tutuk, donuk, bağımlı zihinler zihniyet inşasına giden yolu tıkıyor.

Zihniyet değişimi toplumsal değişimin ayrılmaz parçasıdır. Yüce Allah, “İnsanın önünde ve arkasında, Allah’ın var ettiği ve koruduğu düzenin gereği olarak kendisini koruyan kanunlar, korumalar ve davranışlarını zapta geçirmek için nöbet tutan melekler vardır.

Bir millet, sahip olduğu ilahî-insanî değerleri, benliğini, kendilerindeki yüksek hasletleri değiştirmedikçe, Allah o milletin elinde olan nimetleri değiştirmez, sosyal, siyasî ve ekonomik düzenlerini bozmaz. Allah toplumların başına hak ettikleri bir felâket getirmek, onları cezalandırmak istediği zaman da artık bu felâketin, bu cezanın geri çevrilme imkânı yoktur.

Onların Allah’ın dışında, kulları durumundakilerden velileri, koruyucuları, yardım edenleri de bulunmaz. (13 Ra’d, 11) buyurmaktadır. Bir toplum kendini değiştirmedikçe Allah da onların durumunu değiştirmez.

İslami itikat ve zihniyette evren, hayat yeniden tanımlanmış, insan yaratılış amacına uygun konumlandırılmış, varlık algısı yenilenmiş, Allah’ın ve Resulünün bak dediği yerden hayata bakılmıştır. Ahiret inancı, sorumluluk bilinci (takva) zihniyeti inşasında merkezi bir etkiye sahiptir. Hayatı, doğru temellendirmenin imkânı öncelikle bu itikat ve zihniyete sahip olmaktan geçiyor. Düzgün bir itikat ve zihniyet üzerinden aidiyet, kimlik, aksiyon anlam kazanır. Bu sayede sorgulayan, savunan, sebat eden, seferi sürdüren şahsiyetler hayatta yerlerini alırlar.

Olumsuzluklar karşısında savrulmamak, sürüklenmemek, sürüleşmemek, silikleşmemek için sağlam bir itikat ve zihniyete sahip olmak zorundayız.

Aklımızı askıya almadan, düşünmeyi dondurmadan, bilincimizi başkasına emanet etmeden, ayağımızı yere sağlam basarak başarı basamaklarını tırmanabiliriz.

Sağlam/sahih bir itikat ve zihniyet kitap istifleyerek, hıfzederek veya bilgi depolayarak inşa edilmiyor.

Bilginin önce zihinde işlenmesi, kalpte tasdik edilmesi sonra insanın tutum ve davranışlarına sinerek onda hayat tarzı haline gelmesi gerekir ki kendi zihniyetimize dönüşe bilsin.

Zihniyet inşasında belirleyici iki ana unsur:

*Kur’an’ın muhteviyatının manevi gücü olan itikadımızın sağlamlığı ve yaşanması.

*Peygamber Efendimizin örnek şahsiyeti.

Vahyin inşa ettiği bir zihniyete sahip olmakla çevreye uyma yerine çevreye mührümüzü vururuz. Zihin dağarcığımızdaki tortuları, tabuları, takıntıları, taassupları, tembellikleri, anlamsız tartışmaları, gereksiz alışkanlıkları, adetleri tasfiye etmemiz gerekiyor.

Kelimeyi şehadetin ve kelimeyi tevhidin ‘lâ’ ile başladığını, görünür görünmez zihnimize yerleştirilen putları temizlemeden olmayacağını unutmayalım.

Yaşar Değirmenci.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
7
Süleyman Gülek / Lüks ve İsraf
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:41:08 ÖÖ »


Lüks ve İsraf

İsraf: Lüzumsuz yere harcamak, malı ve parayı lüzumsuz yere sarf etmek, saçıp savurmak anlamlarına gelmektedir. Yani ihtiyaç duyulandan fazla alınan her şey israftır. İslâm, insanoğlunun yeme, içme ve harcama konusunda dengeli davranmasını istemiştir. Bir âyette, Allah Teâlâ: “Yiyin, için; fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A'râf, 7/31) buyurarak israftan kaçınmamız gerektiğini bildirmektedir.

Günümüzde lüks ve israf insanları esir almış, burnunun dibindeki fakir ve ihtiyaç sahiplerini göremez hale getirmiştir. Dünyaya aşırı düşkünlük illeti müslümanların zekât, sadaka, borç verme, yardımlaşma vb. infak duygularını oldukça zayıflatmış, sahip oldukları zekât potansiyelini gerektiği gibi hesaplayıp yerine ulaştırsalar açlık ve sefalet içinde kıvranan müslümanlar bu durumdan kurtulabilir.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, halen 32 milyon 150 bin kişi Türkiye'de açlık sınırının altında yaşarken, günlük 6 milyon ekmek çöpe atılıyor. Ayrıca zengin-fakir bütün ailelerde gördüğümüz lüzumsuz elektrik tüketimi, yemek ve ekmek israfı da korkunç bir şekilde artmaktadır. Bu sebeple birey, aile ve özel sektörde, kamuda, israfın önlenmesi için gerekli çalışmalar yapılması önem arz etmektedir.

Öncelikle Yüce Allah’ın insana bahşettiği her türlü nimetin hesabının sorulacağı ayette ifade edilmiştir.

(Tekâsür, 102/8) Peygamberimiz de hadisi şeriflerde, malın gereksiz yere asla zayi edilmemesi, (Buhârî, İ’tisâm 3) evde ihtiyaç fazlası eşyanın bulundurulmaması, (Ebû Davud, Libâs 42) yeme, içme ve giyinmede kibir ve israfa kaçılmaması gerektiğini (Buhârî, Libâs 1) vurgulanmıştır.

Ayrıca Peygamberimiz şöyle buyurur:

“Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini bil. İhtiyarlığından önce gençliğinin, hastalığından önce sağlığının, fakirliğinden önce zenginliğinin, meşguliyetinden önce boş vaktinin ve ölümünden önce hayatının.” (Buhârî, Rikāk 3)

Bu açıdan aile huzurunu ve mutluluğunu sağlayan en önemli faktörlerden biri de israftan uzak sade bir yaşam biçimini tercih etmektir. Sadelik; özentiden, gösterişten, lüks ve israftan uzak durma halidir. Sadeliğin ölçü olarak alınmadığı bir hayatta mâneviyat bozulur, duygular sahteleşir, gösteriş öne çıkar.

Günümüzde maalesef her konuda gösteriş meraklılığı ve gayreti ön planda! İnsanlar Allah'ı, peygamberi çok severiz derler, fakat dünya sevgisi, dünya hayatının cazibesine kapılma, makam ve mevkiye düşkünlük, kendini öne çıkarma, kendisini başkalarına beğendirme çabası iman, ibadet ve ahlaki konularda gerekenin yapılmasına mani olmaktadır.

İsraf, sadece mal ve eşya ile sınırlı değildir. İnsan için en büyük israf, ne için yaratıldığını ve varlığını hangi uğurda kullanması gerektiğini unutarak ömrünü heba etmektir. Kendisine verilen akıl nimetini iman ve hikmetle buluşturamamaktır. Bedenini, gücünü, iradesini iyilik ve hakikat yolunda kullanmayıp beyhude meşgalelerle heba etmektir. Sahip olduğu bilgi ve tecrübeyi, bilim ve teknolojiyi insanlığın faydasına değil ifsadına kullanmaktır.

Bunun sonucu olarak da, hayatın dengesi bozulur, tatminsizlik belirir ve dünyaya aşırı bağlılık, mala ve lükse düşkünlük hastalığı baş gösterir. Lüks hayatın temelinde dünyevîleşme, ölümü unutma ve israf tutkusu yatmaktadır. Nice kişilerin lüks merakı yüzünden aile hayatları son bulmuştur.

İsraf ve lüks; harcamada ölçüsüz ve gereksiz harcamadır. Cimrilik ise, çok az harcamak, pintilik yapmaktır. İkisi de dinimizce hoş görülmemekte ve yasaklanmaktadır. Dinimiz “Veren el alan elden üstündür.” (Tirmizî, Zühd, 32); “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” (Buhari, İman, 74) gibi hadislerle cimriliği reddedip “Vermeyi” emrederken, “Elini boynuna bağlayan kimse gibi, eli sıkı, cimri olma” (İsrâ, 17/29) gibi âyetlerle de cimriliği yasaklamış ve cömertlik tavsiye edilmiştir. Müslüman daima itidali tercih etmeli, bir taraftan vermesi gereken yerlere verirken, bir taraftan da tutumlu olmalı, tasarrufa önem vermelidir. İsraftan sakınıp infak etmeli, cimrilikten sakınıp tasarrufa yönelmelidir. Zira israf etmede hayır, hayırda israf olmaz.

Yaşadığımız hayat içersinde özendirilen lüks tüketim ve savurganlık, kişileri giderek daha çok maddeci olmaya yöneltiyor. Bir taraftan yoksulluk, fakirlik, diğer taraftan ise lüks, moda arzusu insanları bunalımlara itiyor. Arzu ettiği lükse kavuşamayan pek çok kişi, neticede para kazanma adına gayr-i meşru işler yaparak ahlâkî işlerden uzaklaşıyor. Böylece kötü işleri rahatça yapıyorlar. Neticede para kazanma adına her türlü ahlâksızlk, haksızlık, hırsızlık, rüşvet, kötülük çekinmeden yapılıyor. İsraf, her türlü kötülüğe, yanlışlığa, haksızlığa sebep olabileceği açısından dinimizce haram kılınmıştır.

Dolayısıyla israfın çok çeşidi vardır; israf, yemede, içmede, giyimde, sözde haddi aşmak; akıl, fikir, zekâ ve zamanı lüzumsuz şeylerle meşgul etmektir. İnsanlara maddi ve manevi zarar veren lüks ve israftan sakınmalıyız. Müslüman kişi her hususta dengeli davranmalıdır, aşırıya gitmemelidir. Ne israf etmeli ne de cimrilik yapmalı, dengeyi sağlamayı bilmelidir. Ne mutlu her konuda İslamî hassasiyeti ön plana çıkarma gayreti içerisinde olanlara!

Süleyman Gülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
8


Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.): “Allah’ım, Duyduğum ve Sakındığım Ağrıdan Sana Sığınırım''

Sahabeden Osman bin Ebi’l Âs, güzel Peygamberimize gelerek; “Ya Resulullah benim şu bölgem ağrıyor” demiş. Bunun üzerine Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.) buyuruyor: “Ey Osman bin Ebi’l Âs, vücudunda ağrıyan yerin üzerine sağ elini koy. 3 defa besmele çek.

Arkasından 7 defa Allah’a (C.C.), ‘Duyduğum ve sakındığım ağrıdan sana sığınırım’ diyerek dua et.” Bu dua güzel Peygamberimizin bizlere tavsiyesidir. Tıbbı ilahinin ilacı olan bu tavsiyede Allah’a (C.C.) sığınıyoruz.

Bu hadis-i şerif doktora gitmeyin anlamına gelmez. Derdi veren Rabbimiz devasını da vermiştir. Derdin devasını arayın diye hadis-i şerif de vardır. Yaşadığımız ağrılı durumlarda doktora giderek problemimizi anlattıktan sonra bir de Efendimizin bu duasını yaparsak Allah’ın (C.C.) izni ile hiçbir ağrımız kalmayacaktır. Bizler nice güzel insanlar tanıdık ve gördük vücudunda ağrı olan bir insanın ağrısı olan yere sağ ellerini koyup bu duayı okudukları zaman ağrıyı geçirmişlerdir.

“EFENDİMİZİN DUALARI BİZLERE YOL GÖSTERİCİDİR”

Konuyla alakalı hadis-i şeriflerden bir diğeri ise Hz. Ebubekir’in (R.A.) kızı Esma annemiz, Efendimize gelerek boynunda çıban çıktığını söyler.

Efendimiz (S.A.V.) buyurur; “Ey Esma, sağ elini boynunda çıkan çıbanın üzerine koy ve 3 defa besmele çek. Ardından Rabbim bana şifa ver şifa veren sensin. Senin şifandan öte şifa yoktur. Sevgili Peygamberimizin hürmetine senden hiçbir hastalığı hariç tutmayan şifa istiyorum diyerek dua et.” Bunlar Efendimizin bizlere tavsiyesidir.

Günümüzde tıp alanı çok gelişti, bu tip durumlarda tabi ki doktora gidip muayene olmamız gerek. Ama Efendimiz bizlere bu tip durumlarda okumanın faziletini anlatmıştır. Vücutta çıkan ağrılar sadece sağlıksal sebeplerden ötürü olmayabilir. Büyü yapılmış olabilir. Şeytan da cinlerdendir ve inanmayan cinlerden bizlere zararlar gelebilir. Efendimizin duaları ve yaptıkları her konuda olduğu gibi bu konuda da bizlere yol göstericidir.

“MAL VE MÜLKTEN KAYNAKLI AĞRILARDAN ZEKÂTLARINIZI VEREREK KURTULUN”

Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.) buyuruyor: “

Vücudunuzda olan bir ağrı gibi malınızda da sizi üzen, canınızı acıtan, ağrıya sebep olan bir kayıp olduğu zaman zekâtlarınızı verin. Zekât bu gibi durumlarda mallarınızın korumasıdır. Malın ve paranın zekâtını vermek aynı zamanda malınızdan kaynaklı başınıza gelecek sıkıntıları, ağrıları da def eder.” Efendimizin bu konu üzerinde birçok başka hadis-i şerifleri bulunuyor.

Vücutta olan ağrının dışında mal ve para ile gelecek sıkıntılar ile ilgili de yol gösteren Efendimiz, bu gibi durumlarda kurtarıcının da zekât olduğunu bizlere hatırlatıyor.

“DUA ETMEYİ İHMAL ETMEYELİM”

Bir kadın Hz. Aişe annemize gelerek “Ya Aişe, Allah’ın (C.C.) Peygamberi Muhammed’in (S.A.V.) bir duası ile imdadıma yetiş” der. Hz. Aişe annemiz Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.) buyurduğu üzere kadına tarif ederek, “Kalbinin üzerine sağ elini koy, onu mesh ederek besmele çek. Ardından Allah’ım senin devaların ile beni deva et. Senin şifan ile bana şifa ver. Senin fazlın ile beni başkalarına muhtaç kılmaktan müstağni kıl. Ben sana sığınırım. Rabbim kalbimi genişlet, acımı dindir diyerek dua et” diyerek kadına Efendimizden öğrendiği üzere yol gösterir. Buradan anlayacağımız üzere sadece vücut ağrıları değil ruhen daraldığımız zamanlarda da Efendimiz bizlere Rabbimizle beraber olmayı anlatıyor.

Doktora da gidelim, dua da edelim kardeşlerim. Rahatsızlandığımız zamanlar bu duaları yapalım, dua yapmayı ihmal etmeyelim. Allah (C.C.) bizleri yolundan ayırmasın.

Prof. Dr. Cevat Akşit.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
9
Bahaddin Elçi / İslâm Dininin Ana Kaynakları
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:21:33 ÖÖ »


İslâm Dininin Ana Kaynakları

İnsanların dünya ve âhiret saadetini isteyen İslâm dininin, bütün hükümleri dört ana kaynaktan elde edilmektedir. İslâm dininin en önemli iki referans kaynağı Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerdir. Bu iki temel kaynaktan sonra gelen icmâ-i ümmet ve kıyas-ı fukaha ile temel referanslar tamamlanmış olur.

“Edille-i şer’iyye” veya “edille-i erbaa” dediğimiz bu dört ana kaynaklar yani şer’i deliller “aslî deliller”dir. Bunların dışında “fer’î delil” dediğimiz bazı deliller de vardır. Bunlar şunlardır: “Mesalih-i mürsele, istihsan, örf-adet, şer’u men kablena (Hz. Peygamberden önceki dinlerin hükümleri), sahabe kavli ve istishab”.

1-KİTAP: Kitaptan kasıt Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim, Allah-u Teâlâ tarafından Hz. Muhammed Aleyhisselâtu Vesselam’a Cebrail Aleyhisselam vasıtasıyla Arapça olarak indirilmiş ve 22 yıl 2 ay 22 günde tamamlanmıştır. Peygamber Efendimizin (S.A.V.) ezberlediği ayetler vahiy kâtibi sahabeler tarafından yazılmış, yazılan mushaflar bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiştir. Kur’an-ı Kerim, Fatiha Suresi ile başlayıp Nas Suresi’yle sona ermektedir. Daha önce gönderilen kitaplar “inanç, ibadet ve ahlak” esaslarını muhtevi iken, Kur’an-ı Kerim, hayatın her alanına dair kurallarla indirilmiştir.

İnanç esaslarından, ibadetlere, ahlak esaslarından insanlar arasındaki münasebetlere, devlet yönetimine; yaratılış öncesi, yaratılış, yeryüzüne indiriliş, kâinattaki mükemmel ahenk, yıldızlar, gezegenler, canlılar, yeryüzü ve üzerinde yaşayan insanlar, ölüm ve ötesi gibi birçok konuyu ihtiva eden Kur’an-ı Kerim, hayatın her alanına dair görüşleri olan ve müdahil olan bir kitaptır.

Kur’an-ı Kerim’deki “inanç hükümleri”, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kadere imanı ihtiva eder. “Ahlakî hükümler” beşeri münasebetleri düzenler. İslâm’ın getirdiği ahlak hükümleri tam ve kâmil manada uygulansa insanlık çok farklı bir konuma gelir; bunda hiç şüphe yok.

“Amelî hükümler” ise, ibadet ve muamelatı ihtiva eder ki, tam ve kâmil manada uygulansa yeryüzü esenlikler yurduna dönüşür.

2-SÜNNET: Kur’an’ı telakki edip, insanlığa tebliğ eden son Peygamber Hz. Muhammed Aleyhisselâtu Vesselam’ın söz, fiil ve takrirleridir. Peygamber Efendimizin (S.A.V.) sözleri, fiilleri yani uygulamaları ve takrirleri yani gördüğü yahut işittiği bir işi ikrar ve kabul etmesi Kur’an-ı Kerim’den sonra ikinci büyük delildir.

Sünnetin Kur’an-ı Kerim’den sonra ikinci kaynak ve delil olduğunda görüş birliği vardır. Sünnetin şer’i delil olduğu ayetlerle sabittir. “Peygamber size neyi verirse onu alın; size neyi de yasaklarsa, ondan da uzak durun” (Haşr Sûresi, 7), “Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar” (Nisa Sûresi, 65), “Peygambere itaat eden Allah’a itaat etmiş olur” (Nisa Sûresi, 80).

Peygamber Efendimizin (S.A.V.), “Bir kimse uyuyarak veya unutarak namazını geçirirse, hatırlayınca kılsın” (Ebu Davut, Salat 11) sözlü sünnete örnektir. “Ben namazı nasıl kılıyorsam siz de öyle kılın” (Buhari, Ezan 18) uygulaması fiilî sünnete örnektir. “Yolculuk esnasında su bulamadığı için teyemmümle namaz kılan sahabenin namazdan sonra su bulduğu halde namazı iade etmemesini” Peygamber Efendimizin (S.A.V.) uygun bularak tasvip etmesi ise takriri sünnete örnektir.

3-İCMÂ’: İcmâ, sözlükte bir işe azmetme ve bir konuda görüş birliğine varma anlamına gelir. Terim olarak ise, Ashab-ı Kiram’dan günümüze kadar Kur’an ve sünnetten istihsal (istimbat) edilen dini ilim/hükümlerin, en yetkili âlimlerin (müçtehit) görüşlerinin bir noktada toplanmış haline “İcmâ-i Ümmet” denir. Yani ittifak edilen esaslar, hükümler, kurallar takarrür etmiş, değiştirilmesi düşünülmeyecek kadar kesin bilgilerdir. Bunu değiştirmeye kalkışmak bir bid’at hatta ilhad olduğu kesindir.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: “Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir” (Nisa Sûresi, 115).

“Ümmetim dalâlet üzerinde birleşmez” (İbni Mace, Fiten 8) ve Ahmed bin Hanbel’in Müsned’indeki “Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir” hadis-i şerifler icmâ-i ümmetin delil olduğunu göstermektedir.

4-KIYAS: Sözlükte “bir şeyi başka bir şeyle ölçmek, karşılaştırmak” anlamına gelir. Terim olarak ise “hakkında ayet ve hadislerde bir hüküm bulunmayan bir meseleyi ortak özelliklerinden dolayı, hakkında hüküm bulunan bir mesele ile karşılaştırmak, onun hükmünü buna da vermek” demektir. Kıyas-ı fukaha, dördüncü temel referanstır. Kıyasın şer’î bir delil oluşu ayet, hadis ve sahabe uygulamalarıyla sabittir.

Şarap, Kur’an-ı Kerim’de yasaklanmıştır. Sonraki devirlerde “bira, rakı, votka, viski ve şampanya” gibi değişik adlarla içkiler ortaya çıkmıştır. Kur’an-ı Kerim malumat kitabı olmadığı için her bir türün ismi tek tek zikredilmez. Şarabın sarhoşluk verdiği için yasaklandığı belli olduğundan, yeni içkilerin de sarhoşluk verici özellikleri var olduğundan, şarabın hükmü, ortak illet olan sarhoş etme özelliği yönüyle kıyas yoluyla diğer içkilere şamil olur, bağlanır.

Kitap, sünnet, icma-i ümmet ve kıyas-ı fukaha, Müslümanların yolunu aydınlatan kandillerdir. Bu delillerin yok sayılması ve bertaraf edilmesi, ucu Kur’an-ı Kerim’e kadar uzanacak tahrifat girişimlerinin önünü açacaktır.

Bu bakımdan Müslümanların dinini öğrenirken temel referans kaynaklarını ifade eden “Edille-i Şer’iyye” dediğimiz “Kur’an-ı Kerim, sünnet-i seniyye, icma-i ümmet ve kıyas-ı fukaha”yı en temel referans bilmeli, bunları temel referans gören âlimlerin eserlerini okumalıdır. Peygamber Efendimiz (S.A.V.), “… Dininizi kimlerden aldığınıza dikkat edin” (Müslim, Mukaddime, 7) buyurmaktadır.

Siyami Akyel.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
10
Bahaddin Elçi / İnsan ve İman 2
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:10:43 ÖÖ »


İnsan ve İman  2

Bilim ile din arasında sadece yöntem farkı vardır.

            Din vahye dayanır, deneyüstü olanları izah veya tefsir eder. İnsana, ruhun en yüksek mertebeden ifadesi niteliğindeki; en yüce varlık ve en yüce hakikat olan Allah fikrine ulaşmasında rehberlik eder.

            Bilim, deney ve gözleme dayanır. Duyu organlarının intibalarını değerlendirir, bilgileri düzenler Kur’an ayetlerinin akli delillerini keşfeder. Dinin daha güzel anlaşılmasına yardımcı olur. İmamının kuvvetlenmesine katkı sağlar. “Dinsiz ilim kör, ilimsiz din topaldır.” (Hz.Ali)

            Örneğin;Kur’an diliyle Yüce Allah, “İki denizibirbirine karışmamak üzere salıvermiştir.Aralarında bir engel vardır. Birbirlerine geçip karışmazlar.” (Rahman/19-20) Din ile ifade edilen bu gerçek on dört asır sonra araştırma ve gözlem yoluyla, tuzluluk oranları farklı iki deniz arasında, var olan bir engel sebebi ile bu iki denizin, sularının karışmadığı gerçeği, bilimsel olarak keşfedilmiştir. Örnekleri çoğaltabiliriz.

           İnsan, akıl melekesiylekâinat nizamını idrak edebilir. Ve bu nizamın şuuruna vakıf olabilir. Yaratanı tanımak bu şuurla mümkündür. Bu şuur en kâmil manada Fahr-i Kâinat Efendimizde tecelli etmiştir.

            İslam ideali bütün nimetleri kapsar. Bu ideal adına müminin katlandığı her zahmet kendisi için bir nimettir. Zira mutlu sonun kapıları, ancak acıların anahtarı ile yani nefse muhalefet etmekle, nefsani lezzetlere kapılmaktan korunmak sureti ile açılabilir.

            İslam bedenen ve ruhen, ahenk içinde yaşayan insanı hedefleyen, ilahi bir nizamdır. Bedenin organları, nasıl bir ahenk içinde hareket ediyorsa insan, manevi varlığı ve ruhaniyeti ile de aynı ahenge sahip olmalı ki dengeli bir hayat yaşayabilsin. Bu bağlamda kalp nerede ise insan orada muteberdir.

            İslam, insanın ahlaki ve sosyal tekâmülünde en önemli faktördür. Zira cemiyetler iman ile kurulur, ilimle tekâmül eder. Devlet egemenliği, hükümranlığı Allah adına kullanmakla süreklilik kazanır.

            İslam’ın, beşer saadeti için gerekli olan kuralları, bütünü ile kapsadığına, kalben inanan, inandığı gibi yaşayan mümin, İslam idealini en geniş hatları ile ruhaniyetine sindirmiş olur. Sonuçta nefse muhalefet ederek nefsini arındırır, şeytanı düşman bilir, onun şerrinden emin olur. Kalbini dünya sevgisinden ve masivadan temizler, dosdoğru yola ulaşır. Heva ve heveslerini terk eder, onları ilah edinmekten necat bulur. Böylece ahlaken güzelleşir.

           “Din nedir? Ahlak (hadis-i şerif)”mucibince inanç bütünlüğünü kazanır ve karakter bozukluğundan kurtulup, mümtaz bir şahsiyet olur. “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” ayet-i kerimesinde beyan edilen yaratılış amacına uygun olarak ve kulluk bilinci ile hayatını yaşar. Bu hâl kula kulluk kapısını kapatıp, Allah’a kulluk kapısına yöneliştir.

            “Kulum bana farz olan ibadetler ile yaklaşır.

Nafile ibadetler ile de yaklaşır. Ozaman kulumun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı ben olurum” (hadis-i kutsi) mucibince Hakk’a giden yol, mümin için açılmış olur. Bu süreçte akıl hikmeti, ruh kudreti ve azameti kavrar, muhabbet idraki dinamik hale getirir.

            Muhabbetullah ile çıkılan bu yolda, varılan bir menzilden sonra aklın idrak sınırı biter. Bu defa kalp devreye girer. “Ben ancak mümin kulumun kalbine sığarım” (hadis-i kutsi) beyanınca Yüce Allah’ın isimleri, sıfatları ve fiilleri ile kâinattaki zerrelerin tecelligâh noktalarındaki tecellilerine aşina olur. Bu yol müminin ruhaniyeti ile Allah’a yönelişi, kendini bilmesi, acziyetini idrak etmesi sonucunda, erişilen dosdoğru bir yoldur.

Ancak engelleri çoktur. Bu yolda Resülullahın, “Allah’ım bana eşyanın hakikatini öğret” duası mümin hakkında tecelli edince, kalbi uyanıklık meydana gelir. Mümin feraset sahibi olur ve Hakk’ınayetlerini her zerrede kalben idrak eder.

            “Müminin ferasetinden (anlayış) korkun. O,Allah’ın nuru ile bakar” (hadis-i şerif) gereği feraset sahibi olan mümin yaratılmışlara Allah’ın nuru ile bakar.

            Her varlıkta arşın nurunun, dolayısıyla Yüce Allah’ın tecelligâh noktası vardır.Allah’ın nuru ile bakan mümine bu tecelligâh noktası ayan olur. Görülen bu nur varlığın yaratılış hikmeti, eşyanın hakikati, İlm-i Ledün’dür.  (gaybın gizliliklerinin bilgisi)

            Bu yola açılan kapı acziyet, yokluk kapısıdır. Zira varlıkta nefsin zevki, “Gerçek o ki insan (ilim ve malda) zengin olduğunu görmesi ile azar” (Alak-6) yoklukta muhabbetullah (Allah sevgisi), Allah’a aşk vardır. Ancak yakınlığınhâsıl olabilmesi için salikin de Yüce Allah tarafından sevilmesi esastır.

            “(Resulüm) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir”(3/31) ikazı Kur’an ve sünnete tabi olmadan bu yolda mesafe katledilemeyeceğinin beyanıdır. Kur’an ve sünnete, sımsıkı sarılarak çıkılan bu yolda, seven ve sevilen aynileşince,mürid (isteyen) ile muradullah da (Allah’ın istediği) aynileşir ve böylece müminin ruhaniyetiyle Allah’a yönelişi sonucunda muhhabbetullahhâsıl olur.

            Muhabbetullah, müminin idrakinden ve bütün hücrelerinden fışkıran bir kudrettir. Ve bütün kudretlerin fevkindedir (üstünde). Muhabbet var olmanın temelidir. Akıl ile ruh, akıl ile vicdan, kafa ile kalpmuhabbetullahta yani Allah aşkında birleşirler. Kalp Allah aşkı ile yanar ve yine onunla hayat bulur. Cümle eşkâl aşkla görülür. Bu durum marifetullahtır (Allah’ı bilmek). Bu halde mümin Yüce Allah’ın kendisine bildirmek istediklerini bilmek ister ve Allah da ona bilmek istediklerini bildirir. Böylece irade-i cüz’iyle ile irade-i külliye aynileşmiş olur.

            Salikin Hakk’a yürüyüşü kâh coşkun ve bulanık kâh durgun ve berrak akarak ummana kavuşan, sonuçta adı sanı kalmayan ırmak gibidir.

            Bu yolda derviş kâhvecd ile (kendini kaybedercesine ilahi aşka dalma) kâh sevgi bağında ve dost ikliminde saklı olan hakikatlere aşina olarak, sakinleşen ve berraklaşan, Hak indiğinde veli, halk nazarında deli nitelemesi haliyle seyrini sürdürür. Salik seyrini sürdürürken:

                        “Az ye az uyu az iç

                        Ten mezbelesinden geç

                        Dil gülşenine gel göç”

İbrahim Hakkı Hazretlerinin mısralarını rehber edinir.

Çünkü riyazet (kanaatle yaşama) olmadan ruhaniyetin bedene galebe çalması mümkün olamaz.  Bu sebeple nefsin hakkını verip, hazzından kaçınmak esastır. Nefsin hakkını asgari düzeyde tutmakla bedeni varlık giderek gerilerken ruhaniyet aynı oranda güçlenir. Böylece ruh, bedeni arzulardan uzaklaşınca insan ulûhiyeteyaklaşmış olur.

            Bu süreçte nefis;nefs-i emmare (Allah’a isyanda ısrarcı olan nefis) nefs-i levvame (Allah’a isyan edince üzülen, sevap işleyince sevinen nefis), nefs-i mülhime (Allah’ın emir ve yasaklarına uyan nefis), basamaklarından geçip nefs-i mutmainneye yükselir (Mümin olan, huzura eren Allah ile manen irtibatta olmanın hazzına ulaşan nefis). Rab olarak Allah’tan razı olan, Allah’ın da kendisinden razı olduğu niteliğe erişir, aslına döner ve kalbi safiyethâsıl olur. (Allah’tan başka her şeyin kalpten silinmesi)

            İmam-ı Rabbani Hz. ifadesi ile“Bedenin, her zerresini diri tutan ruha, beden ile birleşmesi sonucunda terakki (yükselme) miraç kabiliyeti verildi, bu nitelik onu meleklerden üstün ve şerefli kıldı.” Nefis bu niteliğe erişince; gündüzün gelmesi sonucunda karanlığın sona ermesi gibi kalp masivadan (Allah’tan başka her şey) temizlenir ve Allah’ınnazargâhı olur. O zaman salik, gönül penceresinden; baş gözüyle dünyayı, kalp gözüyle ahireti, sır gözüyle Mevla’yı seyretme haliyle hâllenir.Tevhit ile erişilen bu makamda kesretten vahdete, sonludan sonsuza intikal (bir halden başka bir hale geçiş) vuku bulur. Böylece, “Biz insana şah damarından daha yıkınız.” (Kaf: 16) ayeti kerimesi ile ifade edilen hakikate farkındalık hâsıl olur. Ummana kavuşunca eseri kalmayan ırmak misali, beşeri nitelikler bütünü ile işlevsizleşir ve kul Allah’ta fani olur, ruh safiyetine ulaşır. “Biz ona o insana kendi ruhumuzdan üfledik” ayet-i kerimesişümulünce (delalet) üflenen ruh, onu üfleyen Hakk’a dönmüş ve sükûnet bulmuş olmasına uygun olarak, salik de sır gözü ile Mevla’yı seyretmesürurunu (zevk) tadar.

            Ulaşılan bu makam irşatmakamı ve bu makama ulaşan salik de mürşittir. “Yalan yere mürşitlik iddiasında bulunmak imansız gitmeye sebeptir.” (Hacı Şaban Efendi Hz.)

            “Elestü” bezminde postu serenler,

            Lafza bakmamışlar mana demişler.

            Uykudan uyanıp, sırra erenler,

            Bu fani âleme rüya demişler.”

            “Aşk ile bul hakka yol

            Boş bulunma hakla dol

            Kimsenin kulu olma

           Olursan aşka kul ol.”

      (Ali Nihat Tarlan)

Kelamın kemali, sözün hale dönüşmesi, insanın yaradılış amacına ulaşmasını sağlar.

Gönül dilinin aracı güzel söz, akıl dilinin ise doğru sözdür. Sözlerin en doğrusu Allah kelamıdır.

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.” (Ahzab/70)

“Çünkü böyle davranırsanız, Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar.” (Ahzab/71)

Hayırların celbi, şerlerin def-i niyazlarımla…

Halit Eşkan

Matematik Muallimi

Bahaddin Elçi

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
Sayfa: [1] 2 3 ... 10