Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Yaşar Değirmenci / Modern Hayatın Kölesi Olmaktan Kurtulalım
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 08:03:13 ÖÖ »


Modern Hayatın Kölesi Olmaktan Kurtulalım

Manevi-fikri yapısı güçlü bir insanı, sistematik hale getirilmiş toplum bünyesini bozan olumsuzluklar bozamaz. Şayet bir iyileşme meydana getirmek arzu ediliyorsa, işe örnek insanların sayısını artırmakla başlamaya mecbursunuz. Örnek insan bulamayınca insanlar ümitsizliğe düşer. Burada, ruhun-ruhi hasletlerin üstünlüğü hatırlanmalıdır.

Örnek insan hasretini halletmeden toplum huzur bulmaz. Modern hayatın kölesi olmaktan kurtulmak da örnek insanlar yetiştirmemize bağlıdır.

“Kendin için istediğini başkası için de iste, kendin için istemediğini başkası için de isteme” şeklindeki ahlaki esas yaşanmaya başlasa, sadece bu haslet kazanılsa, hayata yansısa sistematik tersliklerin hepsi aşılır. Ama şüphesiz ki herhangi bir hasletin topluma yayılması, kazanılması, elverişsiz ortamda mümkün olmaz. Ne var ki, aradaki münasebetin böyle olacağını bilmek ve görmek, manevi-fikri yapısı güçlü insanlarla neler yapılabileceğini anlamaya ve anlatmaya yarar.

İnanan insan, inanarak düşünen insan, dinini hayat tarzı olarak görüp yaşamaya çalışan insan, başka amaçlar için konulmuş vasıtaları ve malzemeleri, kendi amacı için kullanmayı başarır. Nerede olursa olsun o imkân ve şartları ‘hizmet yolu’nda kullanır. Yeter ki, nefsi düşünerek, kendine göre hesaplar yaparak mesuliyet ve mükellefiyetlerini unutup gaflete düşerek, kendini akıntıya bırakma rehavetine kapılmasın. Elbette ki, bu iş için aradığımız insan, ‘öncü’ insandır. İçinin sesini her zaman duyabilen dinleyebilen insandır. Bir nevi; ‘kahramanlık’ nasibine erişmiş insandır.

Dünyevîleşme, insanı çürütür. Tatlı-tatlı çürütür, neşelendire-neşelendire çürütür. Mesele, üretim tekniği meselesi değildir. Dünyevîleşme, bir hayat tarzını da beraberinde getirir. Size nasıl yaşayacağınızı, nasıl harcayacağınızı da telkin eder. İhtiyaçlarınızı siz değil; onlar belirler. Sizin de onlar nezdindeki durumunuz ‘tüketici’ olmaktan başka bir şey değildir.

Hayat nizamı olan İslâm’ı hayatın dışına çekip düşüncede, vicdanda bırakan yapı inandığı gibi yaşayan değil, yaşadığı gibi inanan bir toplum oluşturur.

Mukaddesi/kutsalı/değeri olmayan toplumlar yapay/sahte kutsallara tapar hale gelirler/getirilirler.

Alıştırıla alıştırıla getirilen insanımız, hassasiyetlerini kaybeden emre âmâde bir yaratık halini alır.

Zaafımız derindir, esasen imtihanımızın mal ile (maddi cazibeyle) olacağı da malumdur. O zaman da bizi şaşırtan maddenin cazibesi, bugün fevkalade mücehhez hale gelmiştir. Bugün, çarkların içindeyiz. Çıkamadığımız, kıramadığımız çarkların şu maddeyi yenmek o kadar zor değil aslında. Hem sahip olmayı bileceksin hem kullanmayı. Bugün Müslümanlar maddeyi yenecek güçtedir. Fakat o işi başarabilmenin ruhi, fikri kıvamından mahrumdurlar. Sistem meselesi ayrıdır, önce bu meseleyi halletmeliyiz. Bu mesele halledilmezse, fikri gayretler havada kalır, hayata intikal etmez. Ortaya bir yalnızlar kalabalığı çıkar. Kapitalizm, içten içe çürütme seansına devam eder. Tıpkı uyuşturucu müptelaları gibi. 

Çağın bugünkü noktasındaki ikilem şudur: Ya siz maddeyi yeneceksiniz ya madde sizi! Maddeyi yenemezseniz, öylesine yenilirsiniz ki: ibadet sıhhatinden bile mahrum kalırsınız. Böyle bir imtihan karşısındayız işte. Bunu kavrayamazsak, hiçbir fikri meselenin üstesinden gelemeyiz. Fert olarak ne kadar küçük olursak olalım, kendimize bir ‘öncülük’ ve ‘manevi kahramanlık’ nasibi biçmeye sonra da ona ehliyetli ve liyakatli olma gayreti içinde olmamız şarttır.

Bunun için bir günümüzü diğerinden farklı kılacak bir hayat tarzını benimsemeye mecburuz. Öyle ‘okumaya vaktim yok, düşünmeye vaktim yok, aramaya vaktim yok’ deyip bir irade ortaya koyamazsak köleleşiriz. Modern hayatın kölesi! Bu kölelik de bizi varlığımızla yokluğumuz arasında farkı olmayan kölelik.

Ekonomiyi her şeyin üstüne çıkaran bir materyalizm tutkusu, bütün sosyal hayatımızı yüksek voltajlı bir elektrik cereyanı gibi bitirdi. Dünyada öyle bir gelişmenin var olduğu ve bize de sirâyet ettiği söylenebilir; ama bu tatminkâr bir izah tarzı değildir.

Bizdeki bambaşka bir hal. Toplumun en iyi gizlenmiş ve korunmuş dokularını dahi manevi-kültürel değer ölçülerinin belirleyici önderliğinden mahrum bırakan bir sosyal sarsıntı, benzeri görünmeyen bir hadisedir.

Medeniyet tarihindeki örnekler, ferdin iç dünyasını bu derece etkileyen ve mukavemet zenginliklerini böylesine uyuşturan bir anafora şahit olmamıştır. İdeal heyecanının yaprakları bile kıpırdatmaya yetmeyecek derecede zayıfladığı bir ‘sosyal kesit’ tarihin hangi zaman ve mekân dosyasında vardır? Hangi asırda ve nerede göründü böyle bir kavrukluk? (Her şeye rağmen, inanan-okuyan-düşünen bir nesil yetişmiş olması; ümidimizi temsil eden apayrı bir tahlil konusudur.) Bir noktayı atlamayalım. Çok önemlidir. ‘Yaşamak ve hayata geçirmek’ işi nasıl olacak? ‘İnanç ve düşünce’ münasebeti bahsinde gerekenleri başardığımız kanaatinde miyiz? ‘İnanca dayanan düşünce’ bahsinde meydan boş kalmıştır.

İmam-ı Rabbani Hazretlerinin ‘Âlimlerin dünyayı sevmesi ve ona düşkün olması, güzel yüzlerine sürülen siyah bir leke gibidir. Din ilmini dünyalık için kullananlar büyük hüsrandadır.’ İkazı, ‘dünyevileşme hastalığı’na dikkat etmemizi gerektirir.

Neticeleri görüyoruz. Eser, bu! Yaşadığımız hayat, düşüncelerimizin neticesidir ve eseridir. ‘Efendim, yardımsever olalım, bencilliği bırakalım, maddeye çok önem vermeyelim’ nasihatleri, mevcut hayat tarzı ve ‘onu doğuran, onu zorlayan’ sebepler değişmedikçe, havada kalır. Sosyal-iktisadi-siyasi ve fikri tercihler manzumesi sabit kalındıkça, konfor ve refah rağbet gördükçe, Batıcılık yoluyla her şeyi paraya bağlayan garabet modelleri üretilip uygulanırken sessiz kaldıkça; bu toplumun hayatına iyilikleri, güzellikleri hayat tarzımıza koyamazsınız. Ne olursa olsun, her hâlükârda maddeyi yenecek ruh, şahsiyet ve irade sağlamlığına kavuşmak durumundayız. Reçete budur çare budur.

Hayatın bütün safhalarında bir Müslüman gibi davranmak esastır. Unutmayın! Dünyanın en ahmak insanları, başkalarının dünyası için kendi ahiretlerini yakanlardır.

Yaşar Değirmenci.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
2
Süleyman Gülek / Kul Hakkına Riayet Etmek
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:54:32 ÖÖ »


Kul Hakkına Riayet Etmek

Hayatımızın tamamını kuşatan sorumlulukların başında kul hakkı gelir. Kul hakkı kimsenin haksız yere malını almak, bir kimseyi maddi açıdan zarara uğratmak anlaşılır. Kul hakkı; insanların malı, mülkü gibi maddi varlıkları yanında kişilikleri, toplumdaki itibar ve saygınlıkları açısından da dikkate alınması gereken bir hak türüdür.

Bu yönüyle bakıldığında hırsızlık, rüşvet, hile, gasp gibi maddi açıdan insanları zarara uğratan kötü davranışlarla kul hakkı ihlal edilebildiği gibi insanları rencide etmek, alay etmek, zor duruma düşürmek, üzmek ve yalan, iftira, dedikodu, gıybet gibi insanları manevi yönden zarara uğratan olumsuzluklar da kul hakkına girer.

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Bazınızı bazınızla imtihan edeceğiz!” (En’âm, 6/53) Evet, Yüce Allah bizi pek çok şeylerle imtihan etmektedir. İşte bu imtihanlardan biri de bazımızın bazımızla imtihan edilmesidir. Kişinin eşiyle, çocuklarıyla akrabalarıyla ve komşularıyla, tanıdıklarıyla imtihan olmaktadır. Bu imtihan içerisinde kul hakkı da vardır. Kul hakkı, ancak hak sahibi kulun bağışlaması ile ortadan kalkabilir. Bu açıdan insanlar birbirlerine zarar vermemeli, haklarına riayet etmelidir.

Demek oluyor ki, insanlar birbirleriyle de imtihan oluyor; dolayısıyla çok dikkat etmeli, gereken hassasiyet gösterilmelidir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde bizleri şöyle uyarıyor: “Kimse hakkı olmayan bir karış toprağı bile almasın! Eğer alırsa, kıyamet gününde Allah yedi kat yeri onun boynuna dolar.” (Müslim, Müsâkât, 141) O halde hiçbir ayrıcalığın olmadığı, haklı ve haksızın mutlaka ortaya çıkarılacağı, herkese hakkının tam olarak ödeneceği mahşer gününde mahcup olmamak için kul hakkını ihlal etmekten şiddetle sakınalım.

Herhangi bir hak ihlalinde bulunmuşsak hak sahipleriyle mutlaka helalleşelim. Unutmayalım ki, kul ve kamu haklarını ihlal edenleri, hak sahipleri bağışlamadıkça Allah Teâlâ da bağışlamayacaktır. “Öyle bir günden sakının ki, o gün hepiniz Allah’a döndürüleceksiniz.

Sonra herkese kazandığı amellerin karşılığı tastamam verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır.” (Bakara, 2/281)

Yüce dinimiz İslam, kul haklarına saygı gösterilmesini ister. Kul haklarını çiğnemenin büyük bir günah olduğunu haber verir. Dinimize göre, kul hakkını çiğneyen kimse hak sahibi hakkını helal etmediği sürece affedilmez. (Buhari, Mezalim, 10) Peygamberimiz (s.a.v) kul hakkı üzerinde önemle durarak, “Birisinin hakkını alan kimse, ölmeden önce onunla helalleşsin! Paranın, malın geçmeyeceği kıyamet gününe üzerinde kul hakkı bulunarak gitmesin!”. (Buhârî, Mezalim, 10; Rikak, 48) buyurarak bu konuda bizleri uyarmıştır. Müslüman, kul haklarının kendisi için büyük bir sorumluluk olduğu bilinciyle davranmalıdır.

Resulullah (s.a.v), sahabelerle birlikte sohbet ederken onlara, “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu.

Ashâb: “Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdular: “Bu kişi ahirette namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna gelir. Bununla beraber öyle günahlarla gelir ki kimilerine sövüp saymış, kiminin kanını akıtmış, kiminin malını yemiş, kimine iftira etmiştir. Bu durum karşısında onun ibadetlerinden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır. Eğer ibadetleri ve iyilikleri bu hakları ödemeye yetmezse hak sahiplerinin günahlarından alınıp hak yiyenin günahlarına eklenir.

Böylece sevapları elinden gitmiş, günahları ise daha da artmış, dolayısıyla müflis durumuna düşmüş olan bu kişi cehenneme atılır.” (Müslim, Birr, 59)

Kul hakkı ihlali gündelik hayatta bazı tutum ve davranışlarda da karşımıza çıkar. Örneğin trafikte kırmızı ışıkta geçmek, aracını yanlış yere park etmek, sıraya girilmesi gerekirken diğer insanların önüne geçmek gibi davranışlar hak ihlalidir ve kul hakkına girmektir. Kul hakkının toplumun bütün kesimlerini ilgilendirdiği alan ise kamu hakkıdır. Kamu hakkı, sadece hayatta olanların değil, henüz dünyaya gelmemiş çocuklarımızın, tüyü bitmemiş yetimlerin, muhtaç, garip ve kimsesizlerin de hakkıdır. Kamu hakkını ihlal etmek, çok büyük bir vebaldir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Kim devlet malına hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir.” (Âl-i İmrân, 3/161)

Müslüman, her alanda kamu hakkına riayet eder. Rüşvet, hırsızlık, stokçuluk ve karaborsacılıktan uzak durur. Müslüman, kamu hizmetini sorumluluğu ağır bir emanet olarak görür. O, işine özen gösterir, devlet malını gözü gibi korur, asla israf etmez ve devlet malını gasp etmez. Hizmet sunduğu insanlara karşı adaletli, anlayışlı ve sabırlı davranır. Kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına asla yapmaz.

Kul hakları konusundaki tutum ve davranışlarımızın toplumsal sonuçları da vardır. Bir toplumda kul haklarına özen gösterilmediğinde insanlar kendilerini değersiz hissederler. Birbirlerine güvenemezler. Her zaman endişe içinde olurlar. Can ve mal güvenlikleri olmadığı için de mutsuz ve huzursuz olurlar. Sevgi, saygı ve güvenin ortadan kalktığı yerlerde toplumsal birlik ve bütünlük sağlanamaz. Bu da toplum yapısını zayıflatarak tehlikelere açık hâle getirir.

Her insan, kul haklarına riayet etme konusunda özen göstermelidir. Bilerek veya bilmeyerek başkalarının hakkına giren kimse, o hakkı ödemek ve helalleşmek suretiyle üzerindeki kul hakkından kurtulmalıdır.

Unutulmamalıdır ki dünyadaki birçok kötülük, kavga ve cinayetler; insanlar arasındaki huzursuzluklar, kul haklarına saygı göstermemekten kaynaklanmaktadır.

Bu sebeple dünya ve ahiret saadeti için, bizler de bulunduğumuz yerlerde kul haklarına özen göstererek üzerimize düşen sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz.

Süleyman Gülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
3


Resulü Efendimiz (S.A.V.) Evin Camiye Yakın Olması Çok Faziletlidir

Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.) buyuruyor; “Evi mescide yakın olan Müslümanın, evi mescide uzak olan Müslüman’a göre üstünlüğü, dini, namusu ve imanı için savaşan gazinin, evde oturan Müslüman’a üstünlüğü gibidir.” Yani evin camiye yakın olması bu kadar faziletlidir kardeşlerim. Çünkü 5 vakit namazda evi camiye yakın olan Müslüman camiye gider. Uzak olan Müslüman ise birçok şeyi bahane ederekten camide cemaatle olan namazın faziletinden mahrum kalır. Her zaman söylüyoruz camide imama uyarak namaz kılanın namazı garantilidir. Allah (C.C.) mekândan münezzehtir tabi ki ama Kâbe-i Muazzama ’ya Beytullah denildiği gibi camilerde Allah’ın (C.C.) evidir. Efendimizin buyurduğuna binaen “ Allah (C.C.) bir memleketi gazaba uğratacağı zaman o memlekette müminler camileri dolduruyorsa eğer gazap meleklerini geri çağırır” hadis-i şerifinden çıkartacağımız anlam, evi camiye yakın Müslüman, namazlarını camide cemaatle kıldığı sürece iman üzere vefat eder.

CAMİ MÜSLÜMANLIĞIN ALAMETİDİR

Sevgili kardeşlerim birçok semtte artık cami bulunmuyor. Bir yerden ev alacağınız zaman camiye yakınlığına bakarak alın. Eğer camiye yakın olmayan bir yerden ev alma durumunuz var ise o bölgede oturan müminler birleşerek bir cami yaptırın. Ayrıca bildiğiniz üzere bir memlekette cami olması Müslüman olmanın alametidir. Camisi olan bir memleket ile bir şey sormadan ve ortada bir sebep yok iken savaşamayız onlara saldıramayız.

 EFENDİMİZ ÜMMİ BİR PEYGAMBERDİR

Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.) buyuruyor; “Ben şu vasıflar ile diğer peygamberlerden üstün kılındım.

Şunlar üzere ben diğer peygamberlerden üstün kılındım. Allah (C.C.) beni bir kavme değil bütün insanlara peygamber olarak gönderdi. Bana ümmetime şefaat hakkı tanıdı. Şefaat Allah’ın (C.C.) sadece bana mahsus kıldığı bir durumdur. Ben dünyaya gelmeden önce Allah (C.C.) düşmanlarımın kalplerine bana karşı korku saldı. Yeryüzü bana temiz kılınarak mescit yapıldı.

Diğer peygamberler sadece ibadet bölgelerinde ibadet edebilirken bana yeryüzünün her tarafı mescit kılındı.

Benden evvel olan ümmetlerin hiçbirine harp ganimeti helal kılınmazken benimle beraber ümmetime harp ganimeti helal kılındı. Ben bunlar ile Allah’ın (C.C.) diğer peygamberlerinden üstün kılındım.” Efendimizin buyurduğu üzere üstünlüğü tamamen Allah’ın (C.C.) kendisinden gelmiştir. Efendimiz hiçbir kimseden ilim almamış tahsil almamıştır. Direk Allah (C.C.) ona vahiy yoluyla kendisi öğretmiştir. Efendimiz eğer ki birisinden ilim almış olsa bu sefer ona sen ondan bilgi aldın onun sözleri onun lafları diyeceklerdi. Ondan sebeptir efendimiz Ümmi bir peygamberdir.

EFENDİMİZİ (S.A.V.) BİZZAT RABBİMİZ İLİM İLE DONATMIŞTIR

Kur’an-ı Kerim vahiy yoluyla inerken Efendimiz (S.A.V.) okuma yazma bilen kâtipler tutuyor hatta onlara vahit kâtipleri deniyor. Direkt Kur’an-ı Kerim iner inmez Efendimiz onlara yazdırıyor. Kur’an bu şekilde ilk indiği üzere yazılmıştır. Hz. Ebubekir (R.A.) zamanında toplanmış, Hz. Osman (R.A.) zamanında çoğaltılmıştır.

Yani Kur’an-ı Kerim yazıldığı şekilde bizlere kadar geliyor. Peygamberimiz okuma yazma bilmediği halde Kur’an-ı Kerim’in bize bu şekilde ulaşması rabbimizin onu neden tüm insanlıktan ve diğer peygamberlerden üstün kıldığına da delalettir. Allah (C.C.) ona her türlü bilgiyi öğreterek onu kendi donatıyor. Efendimiz (S.A.V.) bununla ilgili buyuruyor; “Benim tahsilim yok ama ben öyle bir laf ederim ki kimse benim ettiğim laf söz gibi laf edemez. Kısacık bir cümlede çok derin anlamlar anlatabilirim” buradan anlayacağımız üzere Efendimizi (S.A.V.) bizzat rabbimiz ilim ile donatmıştır. 

Allah (C.C.)  bizleri yolundan ayırmasın.

Amin.

Prof. Dr. Cevat Akşit.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
4
Nihat Hatipoğlu / Dua Doğru Ama Ağız Yanlış
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:22:52 ÖÖ »


Dua Doğru Ama Ağız Yanlış

Denir ki, iman edenler Hz. İsa'ya gittiler. Şöyle dediler: "Ey Allah'ın Peygamberi! Dua ettiğinizde hastalar iyileşiyor. Sıkıntıları gidiyor. Bize de şu duaları öğretin. Öğretin ki biz sürekli sana gelip de dua istemeyelim. O duayı biz de okuyalım."

Hz. İsa bu istek ve ısrar üzerine hastaların şifası için yaptığı duaları bu kişilere öğretti. Adamlar çekip gittiler. Lakin kısa bir müddet sonra geri dönüp şöyle dediler:

"Ey Allah'ın Peygamberi! Biz sizden öğrendiğimiz duaları yaptık. Ama hastalarımız bir türlü şifa bulmadılar. Acaba bize yanlış dua mı öğrettiniz? Veya yaptığımız dualarda eksik mi vardı?"

GÜNAHSIZ AĞIZ LAZIM

Hz. İsa dedi ki: "Okuyun bakalım öğrettiğim duaları."

Adamlar okudular. Dualar doğruydu. Bunun üzerine Hz. İsa şöyle dedi: "Dualar doğru ama ağız yanlış. Ağız aynı ağız değil. Benim ağzımla olmadığı müddetçe o dualar kabul olmaz."

Temiz ağız, ürperen yürek olmadıkça yapılan dua da, niyaz da makbul değildir. Duanın nefsani bulutları dağıtması lazım.

'HELAL LOKMA YE EY SAD'

Sad b. Ebu Vakkas bir gün Hz. Peygamber'e şöyle dedi: "Allah'ın Peygamberi! Bana dua edin de Allah yaptığım bütün duaları kabul etsin."

Hz. Peygamber şöyle cevap buyurdu: "Ey Sad! Duanın kabul olmasını istiyorsan helal lokma ye. Allah helal lokmayla yoğrulan ağızdan çıkan duayı kabul eder. Çok kimse var ki, yediği haram, giydiği haram. Sonra da ellerini kaldırıp dua eder. Allah neden duasını kabul etsin?"

DUA, BEDDUAYA DÖNMESİN

Duaların kabul edilmediği yerde bereket olmaz, nimet olmaz, rahmet olmaz. Kulların Allah'a arz edecekleri makbul ibadet olmaz. O zaman da insanların Allah katında kıymeti olmaz.

Büyüklerden biri şöyle der: "Muhammed (SAV) ümmetinden ilk kaldırılacak olan iki güzel haslet, rahmet ve şefkattir." Günümüzde insanlar şefkati sadece kendi ailelerine gösteriyorlar. O da gösteriyorlarsa. Zira birçok insanda bu sıfat da kalmadı.

ERMİŞ KİMDİR?

Büyüklerden birine sordular: "Veli-ermiş kimdir." O, şöyle cevap verdi: "Tatlı dilli, güzel ahlaklı, güler yüzlü ve cömert kişidir ermiş. Kimseyle münakaşa etmez. Kendisine yapılan özrü kabul eder. Herkese merhametle davranır. Bu sıfatlar veli-ermiş kişinin sıfatlarıdır."

NİYE SELAM VERMİYORSUN?

Müslim Holani herkese selam vermezdi. Bir gün sordular: "Üstad, herkese selam vermiyorsunuz? Bunun sebebi nedir?" Şöyle cevap verdi: "Beni değersiz görüp selamımı almazlar diye bazı insanlara selam vermiyorum. Onlar beni değersiz görüp selamımı almadıklarında günaha girerler. İşte bundan ötürü herkese selam vermiyorum."

ŞEYTAN ŞÖYLE DEDİ

İnsanoğlunu dört şeyle yoldan çıkarırım: Cimrilik, haset yani çekememezlik, sarhoşluk ve öfke.

İSLAM'DA BÜYÜ VAR MI, VARSA NASIL KORUNMALIYIZ?

Büyü veya sihir, birtakım acayip işler vasıtasıyla başkaları üzerinde tesirler meydana getirmektir. Sihrin gözbağcılığı denilen gerçek olmayan çeşitleri yanında, gerçek netice ve etkileri olan çeşitleri de vardır. Ancak mahiyeti ve nasıl etki yaptığı bilinememektedir. İslam dini, sihri inkâr etmemiş; fakat itikadı bozduğu, tevhid inancına zarar verdiği, kötüye kullanıldığı ve kontrolü mümkün olmadığı için yasaklamıştır. Kur'an-ı Kerim'de, "Sihirbazın felah bulamayacağı" (Taha, 69) buyurulmuştur.

Sihir ve büyüye karşı korunmak için Allah'a sığınmak ve Felak ile Nas surelerini okumak tavsiye edilir.

 Bedensel engelliyim. Su kullanamıyorum, nasıl abdest alayım?

Su bulamayan veya su bulsa da kullanma sıkıntısı yaşayan kişi toprakla teyemmüm alabilir (Maide, 6). Temiz toprağa veya toprak cinsinden bir maddeye avuçla vurulup yüz ve kollar sıvazlanır. Teyemmüm budur. Siz de suyu kullanamayacak durumda iseniz toprakla teyemmüm yapabilirsiniz.

 Lohusa kadının kırkı çıkınca nasıl yıkanacak, tasın içine taş konması gibi şeyler anlatıyorlar doğru mu?

Kadının kırkı şu demektir: Çocuk doğuran bir kadından 40 güne kadar kan gelebilir. Bu süre lohusalık (nifas) dönemi sayılır. Ancak bu akıntı bir günde de kesilebilir.

Ancak 40 günden sonra gelen kan lohusalık kanı sayılmaz, işte bu kan kesilince yıkanmak gerekir. Buna halk arasında kırklının yıkanması denir.

Ancak sizin anlattığınız tasın içine taş konması gibi şeyler hurafedir, batıldır. Normal boy abdesti alacaksınız. Bu bilgi Hanefilere göredir. Şafiilere göre ise lohusanın üst sınırı 60 gündür.

Bilardo ve benzeri oyunları oynamanın dinimize göre hükmü nedir?

Oyun sonunda oyun malzemesinin kirasını veya içilen çayların parasını yenilen tarafın ödemesi gibi küçük de olsa bir menfaat karşılığında oynanan her türlü oyun kumardır. Dinimizde kumar haram kılınmıştır. Menfaat sağlamak söz konusu olmasa da sadece vakit geçirmek amacıyla oynanan tavla, kâğıt ve tombala gibi oyunlar, insanın vaktini boşa harcaması ve kumara vesile olmaları itibarıyla mekruh görülmüştür. İbadeti veya çalışmayı engellemeden ve yenilen tarafın yenen tarafa bir menfaat temin etmeden oynanan bilardo ve benzeri sportif oyunların oynanmasında ise sakınca yoktur.

Nihat Hatipoğlu.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
5
Vehbi Tülek / Allahü Teala Dilediğini Temize Çıkarır
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:11:17 ÖÖ »


Allahü Teala Dilediğini Temize Çıkarır

Nefsin tezkiyesi, temizlenmesi ancak Allah’a sığınmak ve O’ndan yardım istemekle mümkündür.

Ebü’l-Feth Rükneddîn hazretleri Hindistan'ın meşhur velîlerindendir. Mültan’da doğdu. Dedesi Şeyhülislâm Behâüddîn Zekeriyyâ ve babası Şeyh Sadreddîn’den ilim ve feyiz aldı. Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî, Nizâmüddîn Evliyâ ve Ferîdüddîn Şeker Genc gibi büyüklerle sohbet etti. Şihâbüddîn Sühreverdî hazretlerinin yolunda dîn-i İslâma hizmet ile meşgûl oldu. 1320 (H.720) yılından sonra Mültan’da vefât etti.
 
Bu mübarek zat, Mecma’ul-Ahbâr adlı eserdeki bir mektubunda buyurdu ki:

“O azîz, kesin olarak bilmelidir ki, insan iki şeyden ibârettir. Sûret ve sıfat. Hüküm sıfata göredir, sûrete göre değil. Ama sıfatın hükmü, hakîkat üzere, ancak âhirette görünür. Çünkü orada her şeyin hakîkatı zâhir olur. Bu sûret gidicidir ve herkes kendi sıfatına uygun şekilde haşrolunur.

Nitekim Bel’am-ı Bâurâ, o kadar tâatiyle birlikte, köpek sûretinde haşrolunacaktır. A’râf sûresi 176. âyet-i kerîmede meâlen; “Onun hâli köpeğe benzer” buyuruldu. Bunun gibi zulmeden, başkasının malına, canına tecâvüz eden, kendini kurt sûretinde; kibirli olan, kaplan sûretinde; bahîl ve harîs olan da, kendini domuz şeklinde bulacaktır. Kâf sûresi 22. âyet-i kerîmede meâlen; (Şimdi senin perdeni açtık! Artık bugün gözün keskindir) buyurulması, bunu gösterir.
 
İnsan, bu kötü sıfatlardan temizlenmedikçe, hayvanlar sırasında yer almaktadır. A’râf sûresi 179. âyet-i kerîmede meâlen; (İşte onlar, hayvanlar gibidir; doğrusu daha sapık ve aşağıdırlar) buyruldu.
 
Nefsin tezkiyesi, temizlenmesi ise, ancak Allah’a sığınmak ve O’ndan yardım istemekle mümkündür.

Yûsuf sûresi 53. âyet-i kerîmesinde meâlen; (Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefs, gerçekten kötülüğü şiddetle emreder. Ancak Rabbimin koruduğu nefs müstesnâdır. Çünkü Rabbim Gafûrdur, Rahîmdir” buyuruldu. Hakk'ın ihsânı ve yardımı olmadıkça, nefs tezkiye olmaz.

Nûr sûresi 21. âyet-i kerîmede meâlen; (Eğer üzerinize Allah’ın ihsânı ve rahmeti olmasaydı, içinizden hiçbiri ebediyyen (günah kirinden) temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır) buyruldu. Bu ihsân ve rahmetin alâmeti, ayıplarının kendine gösterilmesidir. Bütün kâinâtın yanında yok hükmünde olduğu ilâhî azametin nûrundan bir şuâ onun kalbinde parlasa; bütün dünyâ büyüklükleri, onun nazarında toprak hükmünde olur. Kalbinde dünyâ ehlinin kıymeti kalmaz.

Vehbi Tülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
6
Ahmet Demirbaş / Bu Ümmete Allah'ın Büyük İhsanı
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:04:34 ÖÖ »


Bu Ümmete Allah'ın Büyük İhsanı

Allahü teâlâ, önceki ümmetlere çok ağır yükler yüklemişti, dileseydi öteki ümmetlere yüklediği gibi bize de yüklerdi.

Allahü teâlânın var ve bir olduğunu bildiren ilahi dinlerin hepsi, insanlar tarafından bozulmadan önce, inanılacak şeyler bakımından birbirinin aynıydı. İman yönünden aralarında fark yoktu. Amentünün esası her dinde aynıydı. Her dinde Allah’ın var ve bir olduğu, cennet, cehennem ve âhiret hayatı bildiriliyordu. Bunlarda değişiklik olmaz; fakat amele ait hükümlerde her peygamberin dini farklıydı. Mesela, namaz vakitleri ve rekât sayıları farklıydı. Haram ve helâl farklıydı. Bir âyet-i kerime meali:
 
(Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitabı [Kur’anı] gönderdik.

Artık aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma! [Ey ümmetler,] her birinize bir şeriat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı [tek din gönderirdi]; fakat size verdiği [şeriat, din], sizi denemek içindir. Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın! Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirecek, haber verecektir) [Maide 48]
 
Âyet-i kerimede bildirildiği gibi, insanların tek ümmet yapılmamış, yani tek din gönderilmemiştir. Birkaç örnek verelim:
 
1- Musa aleyhisselamın dininde yenilen hayvanların iç yağları haramdı. Hâlbuki İslamiyet’te haram değildir. Bir âyet-i kerime mealen, (Yahudilere tırnaklı hayvanlarla, sığırı ve koyunun iç yağını haram kıldık) buyuruldu. (Enam 146)
 
2- Diğer ümmetler, kalblerinden geçen düşüncelerden de sorumluydu. Bir günahı yapmaya karar verene, o günahı işlemese de, günah yazılırdı. İslamiyet’te, iyi bir işe niyet edildiği hâlde yapılamazsa sevab verilirse de, yapılmayan kötü işler için günah yazılmaz. Hadis-i şerifte, (Kalbe gelen kötü şey, söylenmedikçe ve buna uygun hareket edilmedikçe affedilir) buyuruldu. (Berika)
 
3- Daha önceki dinlerde insan resmi ve heykeli yapmak günah değildi. Bunun için, İdris aleyhisselam semaya çıkarıldıktan sonra, sevenleri onun resimlerini, heykellerini yapıp, yükseklere koydular. Karşılarında eğildiler, secde ettiler. İslamiyet resim ve heykel yapmayı yasak etti.
 
4- Diğer semavi dinlerde çok güç şeyler de emredildiği hâlde, İslamiyet’te emredilmemiştir. Mesela İsrailoğullarına verilen hükümde, pislik değen uzuv yıkamakla temizlenmez, orayı kesmek gerekirdi. (Beydavî)
 
Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Rabbîmiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme ve bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma!)  [Bekara 286]
 
Bu âyet de gösteriyor ki, önceki ümmetlere çok ağır yükler yüklenmişti, Peygamber efendimizin hürmetine bu ümmete kaldıramayacağı yükler verilmemiştir, dileseydi öteki ümmetlere yüklediği gibi bize de yüklerdi. Bu, Resulullah'ın ümmetine Allahü teâlânın bir ihsanıdır.

Ahmet Demirbaş.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
7
B / Bünyamin Topçuoğlu - Büyük Cevşen
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:20:42 ÖS »
Bünyamin Topçuoğlu - Büyük Cevşen
9 / 00:02:52:30 / 157,93 MB



Bünyamin Topçuoğlu - Büyük Cevşen (9 / 2:52:30)
--------------------------------------------------------------------
Bünyamin Topçuoğlu - 01 Delailün Nur  36:01
Bünyamin Topçuoğlu - 02 Duayı Tercümanı İsmi Azam  08:37
Bünyamin Topçuoğlu - 03 Duayı İsmi Azam  04:15
Bünyamin Topçuoğlu - 04 Evradı Kudsiye  36:15
Bünyamin Topçuoğlu - 05 Münacatı Üveys el Karani  03:04
Bünyamin Topçuoğlu - 06 Münâcâtül Kur'an  55:40
Bünyamin Topçuoğlu - 07 Sekine Duası  02:16
Bünyamin Topçuoğlu - 08 Tahmidiye  22:11
Bünyamin Topçuoğlu - 09 İsmi Azam Mertebesinde Bir Dua  04:08




Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
8
Cuma Hutbeleri - Vaazları / Çocuk Terbiyesi
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 10:56:30 ÖÖ »


Çocuk Terbiyesi

Terbıye Çocuğun iyi yetenek (kâbiliyet, istidad) ve eğilimlerini geliştirme ve kötülerini silme işine denmektedir. Terbiye, sistemli olarak çocuğu etkileme ve iyi alışkanlıklar vermekle mümkündür. Etkileme ve iyi alışkanlıkların verilmesine ne kadar erken başlanırsa sonuç o kadar mükemmel olur.

Ferdin fıtratında, doğuştan getirdiklerine tabiat, sonradan kazandıklarına kültür diyecek olursak terbiyeyi daha vecîz bir ifâdeyle; “Terakkî eden, ilerleyen insanlık kültürünü yeni nesillere aktarma ve doğuştan getirdiği kapasitelerini geliştirme, inkişâf ettirme faaliyetidir.” diyebiliriz.

Terbiye, konuşmakla değil icrâatla, yâni fiiliyâtla olmalıdır. Diğer taraftan yetenek ve eğilimleri geliştirirken, yâni çocuğa şahıs terbiyesi verilirken, aynı zamanda çocuğun sosyal eğilimlerini de geliştirmek gerekir ki terbiye sosyal bir yönde kazanılmış olsun. Böylece çocuk bencil olmaktan kurtulur. Kazandığı niteliklerle cemiyete faydalı bir fert olur. Sosyal olarak yetiştirilmeyen çocukların nitelikleri ne olursa olsun, kendilerini cemiyete ve cemiyet kurallarına uyduramazlar. Her zaman her yerde şahsî çıkarlarına bakarlar. Hattâ bâzan o kadar ileri giderler ki, menfaatleri için her şeyi yapabilirler. Topluma karşı gelirler. Örf, âdet, kânun tanımazlar.

Demek ki, terbiyenin gâyesi, iyi bir insan yetiştirmek ve bu insanı cemiyete faydalı hâle getirmektir.

Bilindiği gibi insanı insan yapan dört özellik vardır:

1-Zekâ ve fikir,

2-Ruh,

3-İrâde,

4-Konuşma.

Bu özelliklerin de sosyal yönde ayrıca geliştirilmesi ve terbiyesi gerekir. Çocuk terbiyesinin esâsını, insandaki bu dört unsurun terbiyesi teşkil eder.

Büyüklerine karşı saygıyı, hitâb etmesini ve edebini gözetmesini belletmelidir.

Çocuk terbiyesinde, en başta anne ve baba olmak üzere, bütün âile efrâdının, mürebbiyenin, öğretmeninin rolü inkâr edilemez. Ancak annenin yerini hiçbir kimse tutamaz. Fakat anne sevgi ve şefkati dolayısıyle, çocuğun yalnız iyi taraflarını değil, noksan ve kötü taraflarını da görmesini bilmelidir. Öyle yetiştirmeli ki kendine olan güven duygusunun tek başına hareket etme ve karar verme yeteneğinin gelişmesine yardımı olsun.

Anne ve baba, çocuk için tam bir örnek olmalıdır. Çocuğun yanında büyükler çok titiz davranmalı, konuşma ve hareketlerine son derece dikkat etmelidir. Hele konuşmaları ile hareketleri aslâ çelişmemelidir. Çocuk büyüdükçe evdeki büyüklerin birbirlerine saygı ve sevgi ile davrandıklarını görerek kendisi de aynı şeyi yapacak, söylemesi istenen nezâket sözlerini ise, ancak âilesinden duya duya öğrenecektir.

Diğer taraftan anne baba tam bir fikir ve görüş birliğinde olmalıdır. Yâni anne ve babadan biri sert davrandığı zaman diğeri şefkat göstermemeli, biri tarafından verilen cezâ, diğeri tarafından affolunmamalıdır. Bilinmelidir ki, yerinde ve haklı olarak verilen cezâ, çocuğun sevgisini hiçbir zaman azaltmaz. Bilakis ciddî ve yerinde cezâ veren anne baba, körü körüne sevgi gösteren, her şeye göz yuman anne ve babadan daha çok sevilir, sayılır. Demek ki çocuk terbiyesinde sevgi, şefkat ve bağlılık mühim olmakla berâber, ciddiyet ve geçici sertlik de çok önemli birer faktördür.

Çocuğa iyi bir terbiye verebilmek için, anne baba ve diğer âile fertlerinin bütün terbiye prensiplerini tam uygulamasıyla berâber, âile hayâtının düzenli olmasının yanında anne babanın da iyi geçimli olması şarttır. Anne baba geçimsizliği, hele ayrılığı kadar çocuk rûhunda fırtınalar koparan bir hâdise yok gibidir.

Unutulmamalıdır ki, çocuklar anne babayı ideâl birer insan olarak görürler. Onlar gibi olmak ve onlar gibi hareket etmek isterler. Huy ve alışkanlıklarını çabuk kaparlar. Onun için çocuk dünyâya geldikten sonra, anne ve baba bütün yönleriyle, olduklarından daha iyi olmak mecbûriyetindedirler.

Kardeşi olmayan çocukların terbiyesi daha zor ve hattâ bir problem olabilir. Halbuki birkaç çocuğun terbiyesi daha kolaydır.Her çocuk kendiliğinden itaat etmesini ve uysallığı öğrenir. Kardeşlerinin de istekleri olabileceğini ve onların da anne baba sevgisine en az kendisi kadar ihtiyâcı olduğunu anlar. Daha doğrusu her şeyini kardeşleriyle paylaşmasını bilir. Böylece karşılıklı sevgi ve hürmeti erkenden öğrenen çocuklar, cemiyete kendini hazırlayarak yetişir. Ancak anne ve babanın her çocuğa aynı sevgi ve bağlılığı göstermesi şarttır.

İyi bir terbiye verebilmek ve cemiyete faydalı bir fert yetiştirmek için para ve servete ihtiyaç yoktur. Hattâ zenginlik ve lüks hayat, ekseriyâ çocuğun fenâ yetişmesine sebeb olabilir. Çünkü acı da olsa, varlık içindeki bâzı anne babaların kendi zevk ve eğlencesini düşünerek, çocuklarını ihmâl ettikleri bir gerçektir. Hâlbuki anne babanın bu ihmalleri çocuk rûhunda fırtınalar koparabilir ve bu fırtınaların, çocuğu nereye sürükleyeceği belli olmaz. Diğer taraftan, zenginlik ve hudutsuz imkânlar, çocuğu kötü yollara saptırabilir.

Müşâhede ve tecrübelere göre, yokluk içerisinde büyümesine rağmen iyi terbiye alan çocuk, daha fazla insan sevgisiyle yetişmekte ve cemiyete daha faydalı olmaktadır. Fakat bu, “Âilelerin çocuklarının daha iyi yetişmesi için fakirlik şarttır.” mânâsına alınmamalıdır; ama âile varlıklı olsa bile, bu varlık çocukta şuurlaştırılmamalı ve çocuk âile servetine güvenmeden yetiştirilmelidir.

Garb müellifleri çocuk terbiyesinde din, cezâ ve mükâfât, oyun ve oyuncaklar, okul gibi faktörlerin önemli olduğunu bildirirler.

Çocuk terbiyesi eğitimciler kadar dinlerin de belli başlı mevzularındandır. Hayâtı, dünyâ ve âhiret olmak üzere iki büyük safhada, ikincisini birincisinin devâmı olarak takdim eden İslâm dîni; insan ömrünü de doğum öncesinden başlayarak çocukluk, erginlik, yetişkinlik, olgunluk ve yaşlılık olarak safha safha, fakat bir zincirin halkaları şeklinde bütün olarak ele alır. Bu arada çocuk terbiyesinin esaslarını, modern pedagogların uzun araştırmalar sonucu elde ettikleri umdeleri de içine almış bir halde, mükemmel bir sistem şeklinde tesbit etmiştir. Çocuk terbiyesiyle ilgili hükümler incelendiğinde, garp müelliflerinin saydığı faktörlerin asırlardır İslâm dîninde var olduğu görülür.

Altı yaşını dolduran çocuk, harfleri, rakamları, kelimeleri anlayabilecek, okula gidebilecek bir durumdadır. Ayrıca o güne kadar bilmediği çalışma ve sorumluluk duygusu, başarıya ulaşma ve yarışma çabası da belirmiştir. Cemiyet geleneklerine ve kânunlara uymasını bilir veya uymak için gayret sarf eder. Kiminin yetiştiği çevre îcâbı görgü ve terbiyesi az, kiminin zekâsı türlü sebeplerle gelişmemiş, kimisi bütün gün anne babadan uzak kalabilecek serbestliğe ulaşmamış olabilir. Böyle çocuklar, okul düzenine ve ortamına uyamazlar, uysalar bile öğrenimde başarısızlığa uğrarlar.

Çocuğun okul düzenine uyamayışının muhakkak bir sebebi vardır. Bu sebepler fizyolojik, sosyolojik veya psikolojiktir. Yâni çocuk okuldan önce veya okul sıralarında geçirdiği hastalık ve sakatlıklar, rûhî rahatsızlıklar, sosyal çatışmalar yüzünden bu duruma gelmiştir. Okula karşı gösterilen tepkinin ve başarısızlığın sebebi ne olursa olsun, çocuk bütün şahsiyeti ile bunun tesiri altında kalır.

Görülüyor ki, okula ve öğretmene çok sorumluluklar düşmektedir. Çünkü öğretmenlik, yalnız okuyup yazmayı öğretmek, bilgi vermek değildir.

Öğretmenin her çocukla ayrı ayrı uğraşması, gelişme mekanizmalarını incelemesi, yetiştiği çevreyi, evdeki hayâtını, sıkıntılarını, korku ve endişelerini bilmesi, hâşin ve dengesiz çocuklara özel ilgi göstermesi gerekir. Fakat bütün bu sorumlulukları öğretmene yüklemek insafsızlıktır. Bu problem âile-öğretmen işbirliği ile berâber çözülmelidir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
9
Hz Muhammed S.A.V Hayatı / HZ. Muhammedin Davranış Modelleri
« Son İleti Gönderen: anadolu Dün, 10:48:36 ÖÖ »


HZ. Muhammedin Davranış Modelleri
       
Peygamberimiz Hz Muhammed (SAV) efendimiz, doğup büyüdüğü Mekkenin Kureyş toplumu içeresinde, doğruluğu, dürüstlüğü, cömertliği, tevazu ve vakarlığı ile halkın güvenini kazanmış tı. Bir gün müşriklerin lideri Ebu Cehil Peygamberimize, “  Ya Muhammed biz senin sözünün doğruluğuna inanıyoruz. Zira sana Muhammedül  Emin ismini veren biziz. Biz senin Peygamberliğine inanmıyoruz “demiştir.

Hayatında şaka da olsa yalan konuşmamış, kimseyi incitmemiş, doğruluk ve dürüstlükten ayrılmamış, insana insan olduğundan dolayı değer veren insanlık için örnek insan. Çocukluğunda ve gençliğinde, Etrafındakilerin hak ve hukukunu daima gözetir, yardımlaşmayı sever, muhataplarıyla yumuşak tonla konuşurdu. Kendisinden bir şey istendiğinde varsa mutlaka verir, var olanı yok demezdi.  Eğer muhatabı yardım isteğini ısrar ederse  bir yerden ödünç alır, ihtiyacını giderirdi.         

Yüce Allah onun hakkında Kuran-ı Kerimde şöyle buyurmuştur.”O, nefis arzusu ile konuşmaz. ( Size okuduğu ) Kuran ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.

Necm/ 3-4 .  Cenab-ı Hak, efendimizi, her hususta vahyi ilahiye dayanarak konuştuğunu, kendi arzusu ile bir söz söylemediğini beyan etmektedir. Bu yönüyle Peygamberimiz ( sav) efendimizin hayatının Kuran olduğunu görüyoruz. Bundan dolayıdır ki, efendimiz bütün insanlık için modeldir. Efendimiz bir hadis-i şerifinde, “ Rabbım beni terbiye etti. O, ne güzel terbiye etti.” Buyurmuştur. Kenzul Ummal, 11/406. Yüce Mevlamızın terbiye ettiği efendimizin, gelmiş ve gelecek tüm insanlık için örnek ve rehber olması tabiidir. Onun söz ve davranışları insanlık için huzur ve mutluluk kaynağıdır.                 

Yüce Allah,  Ayet-i Kerimesinde  (cc) şöyle buyurdular,” And olsun Allahın Resulünde sizin için, Allaha ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allahı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” Ahzab / 21 . Dünya ve ahiretimizin mamur edilmesi için efendimizin hayatının örnek alınması gerekmektedir. Onun örnek alınması, sünneti seniyyesinin yaşanması ile mümkündür. Onun sünnetine baktığımızda, insana saygı  ve sevgiyi , merhamet,, şefkat ve hoşgörüyü görüyoruz. Doğruluğu, dürüstlüğü, hakkaniyeti görüyoruz. Kul ve komşu haklarını, ana- babaya ihsanı, kadın haklarına saygıyı görüyoruz. Vel hasıl onun hayatına baktığımızda insana yakışır hayat tarzı görüyoruz. bu hasletlere sahip olduğumuzda, evimizde ve toplumda huzur ve güven oluşacaktır. Aile yuvamızda ve içinde bulunduğumuz cemiyette arzu ettiğimiz saygı, sevgi ve hoşgörüyü bulamıyorsak sebebini kendimizde aramalıyız. Tek çare evrensel peygamberimiz Hz Muhammed Mustafa (sav) efendimizin hayatını örnek alarak yaşamaktır. Neyi, nasıl yapmamızı tavsiye etmişlerse aynen yapmak, neden uzak durmamızı istemişlerse hemen terk etmektir.                   

Dünya ve ahiretimizin huzur ve mutluluğu, efendimizin hayatını örnek alıp yaşamağa bağlıdır. Öyle ise onun tavsiyelerini mutlaka nazarı dikkate alıp sözlerini ve davranışlarını örnek almak gerekir.. Bizlere emanet ettiği, iki  asıl kaynak olan Kuran-ı Kerim ve sünneti seniyyeden beslenmeye devam etmek lazım gelir. Bu dünya üzerinde yaşayan İslam ümmetinin kendi aralarındaki birlik ve beraberliği, huzur ve barışı sağlamak için buna ihtiyaç vardır. İki kaynaktan beslenebilmek için okumanın gerekli olduğunu idrak edelim. Efendimizin” İki günü eşit olan ziyandadır” sözünü hafızamızdan çıkarmayalım. Böylece Allahın verdiği zaman nimetinin hakkını verelim. Peygamberimiz (sav) efendimizin davranış modellerini hayatımızla buluşturursan yarınlara güvenle bakmak gibi  mutlu bir ortama kavuşma imkanımız doğar.           

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
10
Yaşayan Hurafeler / Bidat ve Hurafelerden Sakınmak
« Son İleti Gönderen: anadolu Dün, 10:40:42 ÖÖ »


Bidat ve Hurafelerden Sakınmak
 
Bidat, dinde yeri olmayan, kuran ve sünnete uygun düşmeyen her şey . Bidat, dinde sonradan ortaya çıkan, her türlü ekleme ve çıkarmadır. Hurafe ise, akla ve ilme aykırı olan hiçbir temeli bulunmayan batıl inanışlardır. Baykuşun geceleyin ötmesinden bir anlam çıkarmak, Cuma gecesi ev süpürmek, kurşun döktürmek, Ar efe günü yaş kesmemek, fal baktırmak, muska taşımak vb batıl inanışlar bu guruba girer. Bidata örnek vermek gerekirse, farz namazlardan önce ihlas suresini okumak, tesbihatlarda  33 olan sübhanallah, elhamdülillah, allahuekber sözlerinin sayılarını  azaltmak veya çoğaltmak, hastaya şifa için muska yazmak, sela vermek vb şeyler bu guruba girmektedir. Müslüman hayatını kuran ve sünnete göre tanzim ettiği için, onun yaşantısında bidat ve hurafeler yer edemez. Müslüman dini yaşantısında kuranı rehber, peygamberiz (sav) efendimizi kılavuz edinmiştir. Her zaman Allahın dediğinin olacağını, Allah izin vermedikçe hiçbir şeyin olamayacağını, ruhi ve psikolojik rahatsızlıklara karşı kuranın şifa olduğunu, bunun için kuranı okumanın önemli olduğunu bilir.

Peygamberimiz (sav) efendimiz bir hadisinde “Kim bizim bu dinimizde olmayan bir şeyi ortaya çıkarırsa o şey ondan kabul edilmez” buyurmuştur. Buhari, sulh, 5. Din, Müslümanların dünya ve ahiretini huzur ve mutlu kılan ilahi kanundur. İnanmak ve yapmak istediğimiz bir şeyin kuran ve sünnete uygun olup olmadığını, ancak bu iki kaynaktan istifade ettiğimiz zaman anlamak mümkün olabilir. Bunun için araştırıp okumak ve kuran ve sünnetten beslenmek gerekir. Peygamberimiz (sav)efendimiz “Sözün en hayırlısı Allahın kitabıdır. Yolların en hayırlısı Muhammed sallah aleyhi ve sellemin yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan ortaya çıkarılmış olan bidatlardır. Her bidat dalalettir,

sapıklıktır,” buyurmuştur.Müslim,Cuma.43. Müslüman olarak ibadetleri ve dünyevi işlemlerin bilerek yapılması esastır. Kulaktan duyma bilgilerle, birileri söyledi veya yapıyor diye yapılan ibadet de her hangi bir iş de fayda yerine zarar doğurabilir. Zamanın boşuna geçmesine neden olabilir. Bu bakımdan efendimizin hayatı ve ümmetine olan tavsiyeleri iyi irdelenmeli ve gerçek bilgiye ulaşılmalıdır.

Yüce Allah kuranında “İşte bu benim dosdoğru yolumdur, ona uyun. Sizi Allah yolundan ayırıp parçalayacak yolara uymayın” buyurmuştur. Enam, 153. Hayır ve şer, hakla batıl, doğru yolla dalalet (sapıklık) kuranda bildirilmiştir. Peygamberimiz de kuranı yorumlayarak Müslümanların anlayabileceği haline getirmiştir. Müminin yapması gereken efendimizin hadislerden sünnetini öğrenmesi, kuran ve sünnette yeri olmayan sonradan ortaya konan hiçbir itikadi meseleye itibar etmemesi lazım gelir. Ölen bir Müslüman için iskatı salat ve devir yapmak, Aynı zamanda yedi, kırk, elli iki ve senesini takip ederek sadece bu tarihlerde kuran okumak ve okutmak, bidattır. Kuran ve sünnette bunun yeri yoktur. Kuran belli tarihlerde değil her zaman okunacak, çünkü kuran hayatta olan Müslümanlar için şifa, ölmüşler için rahmettir. Peygamberimiz (sav)efendimiz Kuran okuyunuz, zira kuan sahipleri için kıyamet gününde şefaatçi olarak önlerine gelecektir” buyurmuştur. Riyazüssalihin.

Cenab-ı Hak kuranında “De ki, Eğer Allahı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” buyurmuştur. Al-i İmran, 31. Allahı sevmek ve rızasına kavuşmak için Peygamberimizin sünnetine uymanın o denli önemli olduğu bu ayetten anlaşılmaktadır. Allah resulünün sünnetinde ve uygulamasında olmayan bir şeyi, inanmaya ve yapmaya kalkışmak efendimizin sevgisinden ve şefaatinden mahrum bırakır. Yapılan işlem de dinde yeri olmadığı için Allah tarafında kabul görmez. Böyle olunca da zaman boşuna harcanmış olur. Müslüman için zaman bir nimettir israf edilemez. Bu bakımdan insana yararı olmayan bidat ve hurafelerden uzak olmak gerekir.

Kuran ve efendimizin sünnetinden aldığımız bilgilerle hayata yön verilmelidir. Bilinmelidir ki, dinimiz İslam, evrensel cihanşümul bir dindir.  Mensubu olan her Müslüman birey, dine dayalı yaşantısını sürdürdüğü müddetçe dünyasını ve ahiretini kazanmış olacaktır inşallah.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
Sayfa: [1] 2 3 ... 10