Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Serbest Kürsü / Modern İnsanın Zaman Kafesi
« Son İleti Gönderen: anadolu Bugün, 03:27:14 ÖS »


Modern İnsanın Zaman Kafesi

İçine doğduğu çağın, tempolu ve sürekli değişen dünyasında yaşamaya mecbur kalmış bir garibandır modern insan. Ritmi yüksek hayatına yetişmeye çalışan bedeni ile inançları arasına sıkışmış bir çaresiz. İmkânları ve altyapısı bakımından zahiren ne kadar gelişmiş, yükselmiş görünse de her nimetin bir külfeti olduğu gibi, her tükettiğinin bir karşılığı oluyor hayatında. Gariban, sözlükte “kimsesiz, zavallı” olarak tabir ediliyor fakat milyonluk büyükşehirlerde kimsesiz kalmak, bunca imkân içinde zavallı olmak nasıl izah edilebilir? Vasata abes gelebilecek yaşantısını muteber örnek gibi servis etmesi şöyle dursun, bununla gurur duyması hangi erdem kütüğüne kayıtlıdır?

Fizik kanunları çerçevesinde bugün bile anlamına tam vâkıf olamadığımız, Zâriyât süresi 47. ayette geçen, “Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz biz genişletmekteyiz.”

sırrına erişmek istercesine, genişlerken birbirinden uzaklaşan galaksiler gibi yekdiğerinden uzaklaşıyor insanlar. Tarımdan sanayiye, oradan bilgi toplumuna doğru evrilen 8 milyar insanın her birinin ayrı bir vagonda yolculuk yaptığı bir trende yol alınıyor.

Trenin kimi vagonunda ekmek bile bulunamazken kimisinde kuş sütünün bile eksik olmadığı adaletsiz bir düzenden geçiliyor. Bir üst vagona geçmek ve imkânları artırmak için mücadele içinde ömürler tüketilirken modern insanın en önemli aracı ise zaman oluyor. Bütün olanaklar zamanı satın almak adına daha hızlı seyahat, daha hızlı yemek, bilgiye daha hızlı ulaşmak için uğraşırken aslında 24 saatin yetmediği bir gerçeklik karşılıyor insanı.

İnternet denilen kara delikten yayılan bilginin, her yıl ikiye katlandığı, süper zekâların bile yetişemediği hızlı artış karşısında belki kendini yapay zekâların kollarında bulacağı günlere geçiyor insanlar. Her an insanı dinleyen hatta fiziken ölçümleyen cihazların, ihtiyaçları ayaklar altına serdiği reklamlar, dokunmatik ve çentiksiz ekranlardan beyinlere sızıyor. Bu sızıntının doğurganlığı ile zihninde yavrulayan tüketme arzusu, farkında bile olmadan parasını ve zamanını değil ömrünü ipotek altına alıyor.

Kısa zaman önce lüks kabul edilenlerin sinsice hayatına girip ihtiyaca dönüşmesine izin veriyor ve ihtiyaçlarının maliyetine yetişmek için ihtiyaç kredisi kullanmaktan çekinmiyor artık insan. Her giydiğini, her yediğini, her içtiğini anında pazarlıyor, reklam ve işbirliği için dm kutusunu işaret etmekten de bir nebze geri durmuyor. Bilmem kaç bin takipçiye ruhunu servis ederken kapı komşusuna anahtarını bırakamıyor, belki onun ismini bile bilmiyor. Sözün senet olduğu günler çok uzaklarda kalırken karşısındaki insana kredi notu ve banka bakiyesi kadar değer biçme yolunu seçiyor. Henüz kazanmadıklarını önden harcarken biraz daha zaman kazanmak için nakit avans limitlerini tüketiyor; bitişi ölüm saydığındandır ki kendi tükenişine kör, sağır oluyor.

Enerjinin, kütle ile ışık hızının karesinin çarpımına eşit olduğuna iman ediyor, ışık hızına ulaşıp belki zamanı bile durdurabileceğini düşlüyor insanoğlu. Trafikte son model aracıyla beş dakika fazla zaman kazanmak için makas atarak ilerlerken son makasında birden kütlesi enerjiye dönüşüveriyor.

Oturduğu koltuktan kıtalar arası ticaretini yönetip şirketine milyonlar katarken üç gün baba ocağına varacak zamanı bulamıyor bir yandan. DNA sarmalında bulunan protein zincirini değiştirmeye muktedirken laboratuvardan kaçan yarasanın çorbasını içen insana zıplayan virüs sebebiyle dünya tedarik zinciri durabiliyor çaresizce.

Tek göz sobalı evlerin sıcaklığından, dört artı bir doğal gazlı evlerin mükellef sofralarına terfi edilirken hep bir eksik oturuluyor akşam yemeklerine. Eğitimini uzaktan aldığı hayatın içinde sanal mabetler inşa ediyor, VR gözlüklerden geleceğine bakıyor modern insan çocukları.

Konfor alanı olarak kendine çizilen sınırlarının güvenli limanından ayrılamaz, kendi kıyısında konforlu acılarını çekmeye mecbur hisseder insan. Zamanı gelince bir depremle hayat düzlemi altüst edilene kadar mecburiyet hâlinden sıyrılmaya çalışmaz. Ürettiği projelerle zaman yönetimini başarıyla sağladığını zannederken sahibi olmadığı bir geleceğin hayalî inşası için işçilik yaptığından bihaberdir. Uyumsuz bir diriliş muştusuna vereceği karşılığın, tüm suni krizlere çözüm olacağına inanmadan dünya misafirhanesinde kısıtlı zamanını yitirir modern insan.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
2


Evlilikle İlgili Gerçekçi Olmayan Beklentiler ve Doğru Bilinen Yanlışlar

Evlilik, toplumun en küçük yapı taşını oluşturan ve toplumun geleceğini teşkil edecek sağlıklı nesillerin yetişmesini sağlayan önemli kurumlarımızdan birisidir. Bu mühim toplumsal süreçle ilgili çok sayıda görüş mevcuttur. Bu görüşler bazen galatımeşhur olarak toplumsal hafızamıza kazınmıştır. Bir mesele ile ilgili doğru bilinen yaygınlaşmış yanlışlar anlamına gelen galatımeşhurlar o mesele ile ilgili alakasız beklentiler içerisine girmemize ve beklentimiz gerçekleşmediğinde ya da hakikatle yüzleştiğimizde büyük bir hayal kırıklığına uğramamıza yol açar. Bu sebeple yazımızda evlilik hakkında en sık rastlanılan doğru bilinen yanlışları inceleyeceğiz.

Eşim Zamanla Değişir

“Eşim zamanla değişir.” ya da “Ben onu evlenince bir şekilde değiştiririm.” düşüncesi en sık rastlanan doğru bilinen yanlışlardandır. Genellikle evlilik öncesi süreçte eş adayımızda içimize sinmeyen, kafamıza yatmayan, soru işareti oluşturan yanlar olabilir.

Ama bir tarafımız ilişkiyi sonlandırmak istemiyorsa bu inanç kapımızı çalar. Burada bir umuda sarılabiliriz; eş adayımızın zamanla değişeceği umuduna. Esasında bu, “sihirli inançlar” sınıfında değerlendirilen bir inanç türüdür. Çünkü değişim süreci, herkes için hızlı ve kolay olmayabilir. Hatta ilişki içerisinde bir tarafı değiştirmeye çalıştığımızda o kişi olduğu hâliyle kabul edilmediğini hissedebilir ve değişime direnç gösterebilir. Değişim hususunu yumurta metaforuyla örnekleyecek olursak; değişim dışarıdan gelirse yumurtayı kırar, içeriden gelirse civciv olur, bir canlıya dönüşür ve ömrünce yaşar. Elbette ki insanın değişmesi mümkündür fakat bu değişim kararı öncelikle kişinin kendisinden gelmeli, kişinin kendisi bu sürece inanmalıdır. Ayrıca “Eşim zamanla değişir.”

Düşüncesinin üzerine bir ilişki inşa etmek, hayal kırıklığı ve öfke duygularına da zeminin hazırlayabilir. Değişmesi beklenen taraf ise evliliğini ve ilişkisini kaybetmemek için pek de inanmadığı, hazır olmadığı bir değişim sürecinin içerisine itilmiş, “mış” gibi yapan ve ilişkiyi sahte bir benlikle idare etmeye çalışan bir pozisyona sürüklenebilir. Bu da zamanla samimiyet ve yakınlık problemleri olarak karşımıza çıkabilir. Bu nedenle özellikle evlilik öncesinde şu soruyu sormak ve buna göre hareket etmek yerinde olacaktır: “Eş adayımın bu hâliyle bir ömür geçirmeye razı mıyım?” Yanıtınız “evet”se sorun yoktur, “hayır”sa bir durup etraflıca düşünmekte fayda vardır.

Evlilikte Her Şey Karşılıklı Olmak Zorundadır

Evlilik, bir maraton koşusuna benzer, uzun solukludur. Ayrıca çok sayıda gelişim evresine ev sahipliği yapar. Evliliğin ilk yılları, çocukların dünyaya gelmesi, iş ve kariyer süreçleri, çocukların evlendirilmesi, sağlık durumları vs. evlilik içi sorumluluklar ve görev paylaşımı zaman zaman çiftler arasında bir çatışma konusu olabilir. Bazen de taraflardan birisi kendi yaptıklarını yüceltip eşinin yaptıklarını küçülterek yahut görmezden gelerek “Her şey benim üzerimde, her şeyi ben yapıyorum, tek başımayım.” gibi bir duruma inanabilir. Bu da diğer tarafın emeklerinin görülmemesine, haksızlığa uğramışlık hissine ve tarafların birbiri ile etkileşimlerinde âdeta ilişki muhasebecileri gibi davranmalarına yol açabilir. İş bu noktaya geldiğinde taraflar her yaptıklarının çetelesini tutarlar ve ilişki, ilişki olmaktan çıkarak bir güç mücadelesine döner. Bu noktaya gelmeden evlilik ilişkisinde her şeyin sayılarla ölçülemeyeceği ve değerlendirmelerin izafi olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bize göre önemli bir iş, eşimiz nezdinde gereksiz olabilir. Zaman zaman sorumluluk paylaşımında bir taraf daha fazla üstleniyor olabilir, başka bir zaman diliminde ise diğeri. Burada zamana ve koşullara göre sorumluluk paylaşımını değerlendirmekte fayda vardır. Örneğin; bebek dünyaya geldiğinde ilk aylar annenin sorumluluğu oldukça fazladır fakat bebek biraz büyüyüp serpildiğinde baba da bebeğin bakımı ile ilgilenebilir ve görev paylaşımı dengelenebilir.

Tartışmaların Olduğu Evlilikler Kötü Evliliklerdir

İki ayrı dünyanın, benzerlikler olsa dahi iki farklı anlayışın ve yaşam tarzının bir araya gelmesi zaman zaman görüş ayrılıklarını, yaklaşım farklarını ve dolayısıyla tartışmaları beraberinde getirmektedir. Bir ilişkide bizatihi tartışmanın varlığı o ilişkiyi kötü ilişki yapmaz. Tartışmalarda önemli olan içerikte nasıl tartıştığınız ve sonrasında o tartışmadan nasıl çıktığınızdır. Münakaşalarınız sarf edilen kırıcı sözler ve tavırlar neticesinde iki yaralı olarak mı sonlanıyor yoksa güçlenerek, anlayarak ve yakınlaşarak mı? Yine bu tartışmalarda en tehlikeli safha tırmanan gerilimle birlikte çiftlerin birbirlerinin şahsiyetlerini hedef almaları ve eleştirileri hakaretle, alayla ve küçümsemeyle birlikte doğrudan şahsiyetlerine yönelttikleri kısımdır. Hepimiz zaman zaman sorumsuzca davranmışızdır fakat “Sen sorumsuz birisin.” dediğimizde bunu eşimizin şahsiyetine yöneltmiş oluruz ve bu da savunmaları beraberinde getirir. Eleştiri ve yakınmaları kişinin şahsiyetine değil de davranışına yöneltmek hem anlaşılmamızın kapısını aralayabilir hem de karşı tarafın savunma kalkanlarına daha az sarılmasına imkân tanır. İyi evliliklerle ilgili yapılan çalışmalarda tartışma şekilleri incelendiğinde tartıştıkları fakat bunu yıkıcı bir biçimde yapmadıkları ortaya konmuştur.

Eşler Birbirinin Aklını/Fikrini Okumalı ve Ne İstediğini Bilmelidir

Sıklıkla karşılaşılan yanlış inanışlardan bir diğeri, çiftlerin birbirinin ne hissettiklerini, zihinlerinden ne geçirdiklerinin henüz onlar ifade etmeden anlamaları beklentisidir. Bu beklenti, ilişkinizde anlaşılmadığınızı, önemsenmediğinizi düşündürebilir. Oysa biz ifade etmediğimiz müddetçe kimse bizim gerçek düşüncemizi, o anda ne hissettiğimizi tam olarak bilemez. Tahminde bulunabilir fakat bu tahmin de kendi dünyasından yola çıkarak olacağı için tam olarak sizin duygu ve düşüncelerinizi karşılamayabilir. Bir duygu yaşıyorsak, bir husus canımızı sıkmışsa, bir konuda önünü almakta zorlandığımız düşüncelerimiz varsa bunu karşı tarafa duyurma ve ifade etme sorumluluğu bize aittir.
İyi Çiftler Her Şeyi Birlikte Yapmalıdırlar

Evlilik, hayatımızın önemli bir kısmını belirleyen bir ilişki sistemidir. Evlendiğimizde sadece eşimizle değil, aynı zamanda eşimizin ailesi ve çevresiyle de yakınlık geliştiririz. Yeni ilişkilere açılır, çevremizi genişletiriz. Eş ilişkisi, evliliğin getirdiği rollerden biridir.

Ancak hayatta sadece eş rolümüz yoktur. Çocuklarımız olur, anne baba rolü gelir. Bir işte çalıştığımızda çalışan rolümüz vardır. Anne babamıza karşı hayatta oldukları sürece devam edecek bir evlat rolümüz vardır. Arkadaşlarımızla dostluk rolünü icra ederiz. Ancak bazen çiftler, diğer tüm rollerini geride bırakarak sadece eş rolüne odaklanır ve diğer rollerden elde edecekleri kabul, kendini ifade etme, sevme ve sevilme gibi ihtiyaçları tek bir rolden umar hâle gelirler. Burada saydığımız veya sayamadığımız birçok rolün yeri ve zamanı farklıdır. Her bir rolümüz, kendilik bilincimizi bir yönüyle besler. Tıpkı yediğimiz, içtiğimiz gıdaların farklı farklı vitaminler ve besleyici unsurlar barındırması gibi. Bu bağlamda rollerimizin arasında denge olması, ilişkilerimizi evlilikten sonra da sürdürmek (evliliğe zarar vermeyecek şekilde olmalı), evlilik öncesinde sahip olduğumuz hobileri evlilikten sonra da devam ettirmek evlilik ilişkisine olumlu yönde yansır. Ayrıca tarafların birbirinden yüksek beklentilere girmesini engeller. Bu bağlamda çiftler, hemcinsleriyle sosyalleşebilir, bilgi ve becerilerini artırıcı faaliyetlerde bulunabilirler.
Kendimi Tamamen Yeterli Hissettiğimde Evlenmeliyim

Evlilik kararı için elbette asgari düzeyde bir yetkinlik, hazır hissetme veya kararlılık gerekebilir. Ancak yüzde yüz bir yeterlilik veya hiçbir endişenin olmamasını beklemek gerçekçi bir beklenti değildir. Başarılı bir evlilikte çift taraflı bir gayret ve işbirliği gereklidir, iki tarafın da en uygun zamanda en mükemmel bir birliktelik oluşturması değil. Taraflarda farkındalık ve çaba varsa evlilik ilişkisi zamanla büyüme imkânına kavuşur.
Biriyle Evlenmek İçin Sevgi/Aşk Kâfidir

Evlilikte yakınlık, sevgi ve aşk duygusu elbette önemlidir fakat tek başına yeterli olmayabilir. Evliliğin, hayatın somut gerçeklerine dayanan bir tarafı vardır. Somut gerçeklik ihmal edildiğinde diğer ulvi duygular anlamsız hâle gelebilir ve hayal kırıklığına neden olabilir. Evlilikte ekonomik geçim, ev işlerinin idaresi, çocukların bakımı, kök ailelerle ilişkilerin yürütülmesi gibi alanlar göz ardı edildiğinde çatışmalar körüklenir. Bu alanlarda bir denge varsa evlilik ilişkisi de dengeli bir biçimde sürdürülebilir. Evlilik, hem kalple hem akılla yürütülmesi gereken çok yönlü bir süreçtir. Duygular, yakınlık, çekim gibi hususlar bizi harekete geçme konusunda tetikleyebilir fakat evlilik kararı alırken diğer hususlardaki uyumu da kontrol etmek lehinize olacaktır.

Kişisel Farklılıklar Evlilik İlişkisini Bozar

Eşimizle benzer yanlarımız olabileceği gibi farklı yanlarımız da olabilir. Burada önemli olan, farklılıklara hangi açıdan yaklaştığımızdır. Farklılıklara bir küçümseme sebebi olarak mı bakıyoruz yoksa farklılıkları bizi tamamlayıcı birer zenginlik olarak mı görüyoruz? İlki çatışmaları körükler ve farklı görülen tarafı kabul edilmemiş hissettirir. İkincisi ise daha olumlu bir yaklaşımı ve saygıyı tesis etmeye yardımcı olur.

Eşim Hayatımı Kurtaracak Kişidir

Hayatımızda bir şeyler kötü gittiğinde birinin ya da bir elin gelip bizi kurtarmasını umduğumuz zamanlar olmuştur. Bazen eşimiz de bu beklentiden nasibini alabilir. Böyle anlarda verilen kararlar insanı aceleci bir şekilde davranmaya iter. Ayrıca eşimize ya da eş adayımıza bir kurtarıcı umuduyla yaklaştığımızda onu kendi dünyamızda yüceltebiliriz.

Bu da bizi en ufak bir başarısızlık, anlayışsızlık ya da beklenti dışı davranışa karşı daha hassas hâle getirebilir. Unutmamalıyız ki ancak kendi kendimizin kurtarıcısı olabiliriz. Eşimiz ise hayat yolunda bizim destekçimiz olabilir.

En Kötü Giden Evlilikler Bile Çocukların İyiliği İçin Sürdürülmelidir

Bazen eşler arasındaki ilişki tamamen biter ve evlilik sadece çocuklar için sürdürülen bir ev arkadaşlığına dönüşür. Fakat çocuklar anne babanın oluşturduğu ilişki ortamı içinde büyürler ve burada olan bitenden olumlu veya olumsuz etkilenirler. İlişki kurmayı aile ortamında öğrenecek çocuk için bu iletişimsiz ortam ya da birbirinden nefret eden ama yine de bir arada olmaya çalışan iki yetişkin son derece kafa karıştırıcı olabilir. Ayrılık kararı ciddi bir karardır, kısa süreli duygusal iniş çıkışlarla değil, gerçekçi gerekçelere dayandırılarak verilmeli fakat öncesinde de çiftlerin ilişkilerini düzeltmek ve güçlendirmek için elinden geleni yapmaları gerekir. Çocuklar için iki tarafın fiziksel varlıklarının yanında duygusal olarak da varlıkları aynı derecede önemlidir.

Eşimizle benzer yanlarımız olabileceği gibi farklı yanlarımız da olabilir. Burada önemli olan, farklılıklara hangi açıdan yaklaştığımızdır. Farklılıklara bir küçümseme sebebi olarak mı bakıyoruz yoksa farklılıkları bizi tamamlayıcı birer zenginlik olarak mı görüyoruz?

Ayrılık kararı ciddi bir karardır, kısa süreli duygusal iniş çıkışlarla değil, gerçekçi gerekçelere dayandırılarak verilmeli fakat öncesinde de çiftlerin ilişkilerini düzeltmek ve güçlendirmek için elinden geleni yapmaları gerekir.

Evlendiğimizde sadece eşimizle değil, aynı zamanda eşimizin ailesi ve çevresiyle de yakınlık geliştiririz. Yeni ilişkilere açılır, çevremizi genişletiriz. Eş ilişkisi, evliliğin getirdiği rollerden biridir. Ancak hayatta sadece eş rolümüz yoktur.

Cihan Uluç

Psikolog

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
3
İslamda Aile / Çocuklara İbadet Billinci Kazandırmanın Önemi
« Son İleti Gönderen: anadolu Bugün, 03:13:58 ÖS »


Çocuklara İbadet Billinci  Kazandırmanın Önemi

Çocukların hayatlarının ilk yıllarında ebeveynleri ile kurdukları iletişim, onların kişisel gelişimleri ve değerlerini şekillendirmeleri açısından son derece önemlidir. Özellikle manevi değerler noktasında çocuklara doğru bilgi aktarımı ve bilinç kazandırılması, aile içi iletişimin kalitesiyle doğrudan ilişkilidir.

Aile içi iletişim, aile bireyleri arasında duygusal bağların güçlenmesine, anlayışın artmasına ve birlikte yaşama kültürünün oluşturulmasına yardımcı olur. Bu bağlamda, çocukların dinî açıdan doğru bir şekilde yetiştirilmeleri için aile içi iletişimin nitelikli bir şekilde yürütülmesi gerekmektedir. İbadet, dinî vecibelerin yerine getirilmesi, dua etme gibi konular çocukların hayatlarında önemli bir yer tutar. Bu konularda doğru bilgiye sahip olmaları ve bilinçli bir şekilde hareket etmeleri, onların dinî kimliklerinin sağlam bir temel üzerine oturmasını sağlar.

Aile bireyleri arasında hoşgörü, anlayış, sevgi ve saygı temelinde kurulan iletişim, çocukların da bu değerleri özümsemelerine yardımcı olur. Ayrıca, aile içi iletişimde açık ve net bir dilin kullanılması, çocukların dinî konularda doğru bilgiye ulaşmalarını sağlar.
Çocukların Dinî ve Manevi Gelişimi

Aile, çocukların dinî ve manevi gelişiminde önemli bir rol oynamaktadır. Çocukların dinî ve manevi değerlerle büyümesi, onların hayatları boyunca sağlam bir temel oluşturmasına yardımcı olur. Bu süreçte ibadet bilincinin kazandırılması da ailenin sorumlulukları arasındadır. Aile, çocuklara ibadetin önemini ve nasıl yerine getirilmesi gerektiğini öğretmekle görevlidir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et...” (Tâhâ, 20/132)

Ailede çocuklara ibadet bilincinin kazandırılması, onların ruhsal yönden sağlıklı bir gelişim göstermelerine yardımcı olur. İbadetlerin düzenli bir şekilde yerine getirilmesi, çocukların manevi olarak güçlenmelerine ve kendilerini daha iyi hissetmelerine katkıda bulunur. Ayrıca ibadetler, çocukların Allah’a olan bağlılıklarını artırarak onların dinî duygularının gelişmesine katkı sağlar.

Ailede ibadet bilincinin kazandırılması, çocukların topluma karşı sorumluluklarının farkında olmalarını sağlar. İbadetler, çocuklara yardımseverlik, paylaşma ve adalet gibi erdemleri öğretir. Bu erdemler, çocukların topluma karşı duyarlı bireyler olmalarını sağlayarak onların sosyal gelişimlerine destek olur.

Ailede ibadet bilincinin kazandırılması, çocukların karakter gelişimine olumlu etki eder.

İbadetler, çocuklara sabır, hoşgörü ve saygı gibi değerleri öğretir. Bu değerler, çocukların yaşamları boyunca karşılaşacakları zorluklarla başa çıkmalarına yardımcı olur ve onların karakterlerinin olgunlaşmasına katkıda bulunur.

Ailede Manevi Atmosferin Oluşturulması

Ailede manevi atmosfer, çocukların ibadet bilincini kazanmalarında büyük bir etkiye sahiptir. Manevi atmosfer, ailenin içinde yaşayarak oluşturduğu dinî ve manevi değerlerin bir bütünüdür. İbadet, bu manevi atmosferin bir parçası olarak çocuklara öğretilir ve onların hayatlarının vazgeçilmez bir parçası hâline gelir.

Ailede manevi atmosferin çocuklara ibadet bilincini kazandırmadaki katkısı, çocukların ibadetleri anlamalarını ve içselleştirmelerini sağlar. Çocuklar, ailelerinden aldıkları örneklerle ibadetin önemini kavrayabilir ve bu sayede ibadetleri sadece bir görev olarak değil, aynı zamanda bir sevgi ve saygı eylemi şeklinde algılar. Ayrıca, ailede oluşturulan manevi atmosfer sayesinde çocuklar ibadetlerini düzenli bir şekilde yapmayı alışkanlık hâline getirirler.

Ailede çocuklara ibadet bilinci kazandırmak için çeşitli kaynaklar kullanılabilir. İşte bazı öneriler:
Aile İçi İbadet Pratiği

Aile içi ibadet pratiği, çocuklara ibadet bilincini kazandırmada önemli bir rol oynamaktadır.

Aile üyeleri, çocuklara ibadetin nasıl yapıldığını göstererek ve onları aile ibadetlerine dâhil ederek bu bilinci pekiştirebilir. Bu pratiğin temel amacı, çocuklara dinin önemini ve ibadetin hayatlarındaki yerini öğretmektir. Aile içinde yapılan ibadetler, çocuklara örnek oluşturarak onların da bu alışkanlıkları kazanmalarına yardımcı olur. Ayrıca, aile içi ibadet pratiği sayesinde çocuklar, ibadetin sadece bireysel bir eylem olmadığını, aynı zamanda ailece yapılan bir aktivite olduğunu da öğrenirler. Bu da onların aile bağlarını güçlendirmeye ve birlikte vakit geçirmenin önemini kavramalarına yardımcı olur.
Bilgi ve Deneyim Paylaşımı

Aile içi ibadet konusunda bilgi ve deneyim paylaşımı yapmak, çocukların ibadet pratiği konusunda daha bilinçli olmalarını sağlar. Aileler, çocuklarına kendi ibadet deneyimlerini anlatarak onların bu konuda daha fazla bilgi sahibi olmalarını; çocuklarına ibadetin faydalarını ve önemini anlatarak onların bu konuda daha motive olmalarını; çocuklarına ibadet konusunda rehberlik ederek onların doğru bir şekilde ibadet etmelerini sağlayabilirler. Aileler, çocuklarına ibadetin sadece dinî bir görev olmadığını, aynı zamanda manevi bir bağlantı ve huzur kaynağı olduğunu anlatarak onların ibadete daha olumlu bir bakış açısı geliştirmelerine yardımcı olabilirler.

Rol Model Olma

Çocuklar, ailelerinden gördükleri davranışları taklit ederler. Bu nedenle, ailelerin ibadet konusundaki tutum ve davranışları, çocukların da bu konuda nasıl bir tutum geliştireceklerini belirleyebilir. Hz. Peygamber (s.a.s.), bir hadis-i şeriflerinde; “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” (Buhari, Cihad, 164) buyurmaktadır. Dolayısıyla ailelerin çocuklara ibadet bilinci kazandırmasında kolaylaştırmak, zorlaştırmamak; müjdelemek, nefret ettirmemek temel metot olmalı, daima çocuklara sevgi, şefkat ve merhametle davranılmalıdır. Çocuklar, ailelerinin ibadetlerini düzenli bir şekilde yaptıklarını gördüklerinde, onların da bu alışkanlığı kazanmaları daha olasıdır. Ebeveynler çocuklarına ibadetin nasıl yapılacağını öğretmeli ve onlara ibadetin anlamını açıklamalıdır. Aileler, çocuklarına ibadetin sadece dini bir görev olmadığını, aynı zamanda ruhsal bir bağlantı ve manevi tatmin sağlayan bir pratik olduğunu da öğretmelidir. İbadetin sadece dinî görevlerin yerine getirilmesi olarak değil, aynı zamanda Allah’a yakınlaşma ve iç huzur bulma amacıyla yapılan bir eylem olduğunu çocuklara anlatmalıdır. Ayrıca, aileler çocuklarına ibadetin günlük hayatın her anında yapılabilen bir uygulama olduğunu; örneğin, sabah kalktıklarında teşekkür etmek veya zor bir durumda dua etmek gibi günlük hayatta karşılaşılan durumlarda da ibadet edilebileceğini öğretmelidir.

Üç Ayları ve Ramazanı Fırsat Bilmek

Ebeveynlerin çocuklarına ibadet bilinci kazandırmasında üç aylar ve ramazan ayını fırsat olarak görülebilir. Çocuklara oruç tutmanın dinî ve manevi faydaları hakkında bilgi vermek, onların oruç tutmaya motive olmalarını sağlayacaktır. Bu aylar; ibadet, dua, sadaka ve manevi kazançların arttığı mübarek zaman dilimleridir. Ayrıca, anne babalar çocuklarına iftar ve sahur yapmanın önemini anlatarak, onların bu güzel geleneği yaşamalarına destek olabilirler.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
4
İslamda Evlilik / Evlilikte Proplerimizi Nasıl Çözeriz
« Son İleti Gönderen: anadolu Bugün, 03:06:14 ÖS »


Evlilikte Proplerimizi Nasıl Çözeriz

“Aşkta üç kahraman vardır; ‘seven, sevilen’ bir de arada ‘problem’ olan! Biz ona âşık, maşuk ve rakip diyelim. Gül, bülbül, diken. Ferhat, Şirin, Hüsrev. Kerem, Aslı ve Keşiş…

Üçüncü kişi güçlük çıkarır, çelme takar, işte onunla yapılan mücadele insanı yüceltir.

Mevzuya tat katar. Eskiler bunu ‘Teberri olmadan tevelli olmaz.’ şeklinde dört kelime ile özetleyivermişler. Yani zararlıdan, kötüden, hayırsızdan uzaklaşmadıkça güzele yanaşamazsınız asla.”

Okuduğum bir kitap bu satırlarla başlıyordu. Ben de sizlere ikram etmek istedim. Öz cümle ile ancak bu kadar nazik anlatılabilirdi çünkü tüm mesele…

Evlilik müessesesinin de “seven, sevilen ve problem” den oluşan bir müessese olduğunu öncelikle kabul etmek gerekir. Problemin olmadığı yerde muhabbet pişmez çünkü. Ancak, küle dönüşmemek ise ustaların işidir. Peki nedir bu ustaların becerisi? Şöyle bir bakalım isterseniz:

Evlilik müessesesi uzun bir yolculuktur. Giriş, gelişme ve sonucu olan! Hikâye nasıl başlarsa öyle gitmez aslında. Bunu hem iyi hem kötü durumları olan hikâyeler için de söyleyebiliriz. Hikâyemiz, sorumluluk farkındalığı ile nasıl başlatırsak öyle devam etmesi için de emek vermemizi ister. Hâliyle yolları birbiriyle iç içe geçmiş, sağlıklı bağlar kurabilmiş hayat yoldaşı yani iletişim ustaları oluveririz.

Esasta evliliğe giriş, kişinin benliği ile kurduğu bağ ile başlıyor. Kişinin kendisiyle tanışması, kendine bakım verebilmesi, hayatında var olan sorumluluklarını yerine getirmesi, kısacası kendi için gayret etmesi gerekir. Bunu da en iyi, hayat yolculuğuyla bağ kurmuş kişiler başarabilirler. Aksi hâlde içten içe veya içten dışa, ötekiyle hep meselesi olur insanın! Bu mesele bazı evliliklerde tahammülle şefkatle karşılansa da çoğu zaman daha sancılı tablolarla süreci daha da sıkıntıya sokar. İşte tam da bu yüzden evliliğe giriş, kişinin benliği ile kurduğu bağ ile başlıyor dedim. Çünkü evlilik, birinin eşi olabilecek olgunluğa gelebilmektir. Ve bunu sadece, hayatını ertelemeyenler başarabilmektedir. Esas olan, kendi ile öteki arasındaki öncelik sırasını olabildiğince dengeli tutabilmektir. Bu bize evliliğimizin gelişim sürecinde, gerektiği yerde ve gerektiği ölçüde; “özverili”, “duyarlı” ve “diğerkâm” olabildiği kadar kendine de zaman, mekân ve enerji ayırabilmeyi sağlayan bir yolculuk sunmaktadır. Elbette ki herkes aynı olamaz, çünkü insanoğlu birbirine benzemeyen, farklı şekilde yaratılmış olandır. Hâliyle yaşadığımız problemlerde benzerlikler olsa da bizim dünyamızdaki anlamları, birbirinden çok farklıdır.

Problem, hayatın her meselesinde olduğu gibi, evlilikte de derya denizdir. Ancak ben sizler için bu kıymetli müessese altında seans odamda da en çok karşılaştığım, sizlerin de yaşamın içinde karşılaşmanızın mümkün olduğu üç genel problem türünden bahsedeceğim. Bu problemlerden hangilerinin çözülebilir, hangilerinin ise çözülemez olduklarını da, ilerleyen satırlarda değineceğim.

Evliliklerde yaşanan problemlerden ilki “uyum problemleri”dir. Hani bir kapıdan içeri girdiğimizde önce biraz gözlemci oluruz, seyrederiz. Tanıdıkça ve tanıştıkça bulunduğumuz ortamda ve çevremizdeki ilişkilerde sorumluluklar almaya; sorumluluklar almaya başladıkça kendimizi olduğumuz yere ait hissetmeye, hâliyle de daha fazla bağ kurmaya başlarız. Ve insanoğlu, bağ kurduğu her şeyi güzelleştirme, iyileştirme ve bakım verme gayretine düşer. Sıklıkla ilk iki veya üç yıl içerisinde görülen, görülmesi muhtemel olan uyum problemleri, eşlerin tanışıklıklarının henüz pekişmemiş olmasından kaynaklanır. Eşler, henüz birbirleriyle aileleriyle hatta çoğu zaman yaşam sürme hayali ile kurdukları evleriyle bile uyum problemleri yaşayabilirler. Elbette eşlerin muhabbetlerinin artmasıyla tanışıklıklarının da zamanla pekişmesiyle bambaşka bir lisan oluşur.

İlişkilerinde ustalaşan eşler arasında zamanla pekişerek oluşan bu lisana “biz dili” denilmektedir. İlişkilerinde “biz dili”ni oluşturabilen kişiler, birbirlerine eleştirel dil kullanmaktan, sürekli bahanelerin ardına sığınarak her defasında kendini savunmaktan, hakaretlerden sakınırlar. Aksine daha yapıcı, onarıcı bir dil kullanırlar. Evliliklerinde biz dilini kullananlar yerli yersiz çıkabilecek problemlerde birbirlerini yargılamadan dinleyerek daha da bağlayıcı ve zamanla daha da uyumlanarak birbirleriyle daha sağlıklı bağ kurarlar. Biz dilini oluşturabilen eşler, düşüncelerinde, kalplerinde, çevrelerinde abartı olan her şeyi kapıda bırakırlar. Bu da onları daha anın içinde erişebilir beklentileri olan bir dinamiğe getirir ve bağlılıklarını pekiştirir.

Diğer bir problem başlığımız da “evliliklerde kriz problemleri”dir. İnsanlar, yaş aldıkça içinde bulundukları çevre ve rolleri de değişmeye başlar. İnsanın birilerinin evladı olarak başladığı hayat yolculuğu, yaş aldıkça birilerinin eşi ve ardından ise birilerinin anne-babası rolleri eklenerek devam eder. Ve hâliyle bireyler, yaşamsal rollerine uyumlanırken bazen kişisel problemler bazen de iletişim problemleri yaşayabilirler. Hayat, iyilikleriyle ve kötülükleriyle bir bütündür. Bu sebeptendir ki her an krizlere gebe bir yolculuktur. Kişiyi, yaşanan krizler, kişisel ve ailevi süreçlerinde de fazlaca etkileyebilir. Bazen bize iyi geleceğini düşündüğümüz şeyler bile kriz oluşturabilir. Örneğin; bir evlat sahibi olmak, iş yerinde terfi almak, yaşadığımız şehri veya ülkeyi değiştirmek de krizlere sebep olabilir.

Bir bebeğin dünyaya gelmesi, evlilik kadar, hayatına yeni roller üstlenen eşleri de etkilediği için beklentilerden kaynaklı krizleri bu dönemlerde sıkça görebiliriz. Veya işyerinde terfi almak, belki maddi bir refah sağlayacak olsa da daha fazla mesai saatleri, evliliklerde duygusal açlık krizlerine sebebiyet verebilir. Oysa iletişimde usta olan bireyler, kriz dönemlerinde de her şeye rağmen birbirlerinin yanında olmak isterler. Var olan krizi aşmak için birbirlerine neye ihtiyaç duyduklarını sorarak ihtiyaçları karşılamaya gayret ederler. Kriz dönemleri beklentilerimizin hayal kırıklığına dönüştüğü dönemlerdir. Özellikle bu dönemler, birbirimize eleştirel ve suçlayıcı bir dil kullanmaktan sakınmamız açısından çok önemlidir. Kriz dönemlerinde sorunun biraz soğuması için, eşlerin birbirlerine alan açmaları veya dışarıdan (geniş aile, aile dostu, terapist) destek almaları çoğu zaman daha iyi gelir. Aksi hâlde iyi yönetilemeyen krizlerin evliliklerde tıkanmalara sebebiyet verebileceği gibi; geleceğe yönelik sessiz sarsılmalara da neden olabilir. Bu sebeple eşlerin kriz anlarında tekrar paydaş olabilmeleri adına sunulan bir katkı da eşlerin rollerini hatırlamalarıdır diyebiliriz. Rollerini hatırlayan eşler, her şeye rağmen birbirlerine, evlatlarına veya geniş ailelerine eşlik edecekleri saatleri, dakikaları ve anları oluşturmaya tekrar başlayabildiklerinde ferahlık yaşayacaktır. Çünkü bizler biliyoruz ki birbirimizden haberdar olmak, hayatımızda ve evliliğimizde o kadar çok şeyi yoluna koyuyor ki…

Son olarak evliliklerde sıkça karşılaştığımız ancak kendimizi manipüle ederek fazlaca yıprandığımız sorun, “kişilik problemleri” dir. Zira en sancılı yer burasıdır. Çoğu zaman eşlerin bir yuva kurulmasının başlangıcından itibaren başlayan ve devam eden bazı problemleri olabilir. Ancak kişiler bunların zamanla geçeceği beklentisini her geçen gün içlerinde büyütürler. Oysa büyüyen, umut değil, hayal kırıklığı olur bu meselede! Çünkü kişilik problemleri ruhsal problemlerdir. Kişilik problemlerine belli terapi destekleri ile hatta çoğu zaman ilaç tedavileri eşliğinde yürütülmesi gereken hastalıklar da diyebiliriz. Hâliyle kişilik problemleri tedavi edilmezse zamanla daha sancılı tablolarla karşımıza çıkabilir.

Eşiniz, tanışıklığınızın en başından beri çok fazla agresif tavırlar sergiliyorsa veya mevsim geçişlerinde çok fazla ruhsal iniş çıkışlar yaşıyorsa, kıskançlık başlığı altında yoğun kısıtlamalar getiriyorsa, kıskançlıkları sınır aşan hâller almaya başlarsa bunların bir uzman gözünden değerlendirilmesi, hem evliliğiniz hem de eşinizin ruh sağlığı için oldukça önemlidir. Usta ilişkilerde eşler, değişim-dönüşüm yaşadıkları ve aynı zamanda tıkanıp çözümsüz kaldıkları kronikleşmiş durumları takip ederler. Bu da problemlerin kronikleşme süreçlerini hızlı görmelerini ve onlara çözüm aramalarını sağlar. Bizler de tanışıklığımızdan itibaren süregelen tıkanmış ve kronikleşmiş, halının altına süpürdüğümüz meselelerimiz var mı diye gözden geçirerek kendimizde veya eşimizde -varsa- kişilik problemlerimizi saptayabiliriz. Her zaman bir kesin çözümü olmasa da belli tedavilerle bu problemleri kontrol altına almak bizlere daha yaşanabilir bir evlilik sunar.

Ez cümle başladığım yeri tekrar hatırlatarak bitirmek istiyorum satırlarımı.
“Aşkta üç kahraman vardır; ‘seven, sevilen’ ve bir de arada ‘problem’ olan!”

Biricik yuvalarımızda problemlerin olabileceğini kabul etmek en büyük meseledir. Çünkü insanoğlu, varlığını kabul etmediği hiçbir mesele için uğraş vermemektedir. Ve bu kabul ile şunu da evliliğimizin içerisinde kendimize sıklıkla hatırlatmalıyız ki “Bazı problemler de çözülmez, çözülemez.” Ancak o olayda birbirimize saygı duyabilir ve akışta kalmaya devam edebiliriz. Bunun için de problemlere “onun” veya “benim” demek doğru değildir! Evliliğimizde oluşan problemler “bizim”dir!

Çünkü evlilik, bizim olan her şeye kıymet verme yeridir.

Biz dilini oluşturabilen eşler, düşüncelerinde, kalplerinde, çevrelerinde abartı olan her şeyi kapıda bırakırlar. Bu da onları daha anın içinde erişebilir beklentileri olan bir dinamiğe getirir ve bağlılıklarını pekiştirir.

Biricik yuvalarımızda problemlerin olabileceğini kabul etmek en büyük meseledir. Çünkü insanoğlu, varlığını kabul etmediği hiçbir mesele için uğraş vermemektedir.

Bunun için de problemlere “onun” veya “benim” demek doğru değildir! Evliliğimizde oluşan problemler “bizim”dir! Çünkü evlilik, bizim olan her şeye kıymet verme yeridir.

Zeynep Gökçen Arslan Adıgüzel Aile Danışmanı

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
5
Sağlık / Otizim ve Beslenme
« Son İleti Gönderen: anadolu Bugün, 02:58:09 ÖS »


Otizim ve Beslenme

Otizm spektrum bozukluğu tedavisinde ispatlı bir beslenme tedavisi bulunmamakla birlikte kişilerin daha iyi olmasına yönelik farklı beslenme çeşitleri vardır.

Yaygınlığı her geçen gün artan otizm spektrum bozukluğu, toplumsal iletişimde ve etkileşimde güçlükler ve sınırlı-yineleyici  Otizmli bireylerin bağırsaklarının aşırı geçirgen olması ve beslenmelerinde seçici davranmaları, otizm tedavisinde beslenme yaklaşımlarının yararlı olabileceği görüşünü ortaya çıkarmıştır.

Glütensiz-kazeinsiz diyet, ketojenik diyet, özel karbonhidrat diyeti, feingold diyeti, candida vücut ekoloji diyeti, elimine alerji diyeti ve yağ asidi, multivitamin, mineral, probiyotik takviyeleri otizm tedavisinde kullanılan beslenme yaklaşımlarındandır. Bu yazımızda bir tedavi yöntemi olarak değil, daha sağlıklı olmalarına yardımcı olacak birkaç beslenme biçimini inceleyeceğiz.

Glütensiz-Kazeinsiz Diyet

Glütensiz diyeti sıkça duyuyoruz, ancak glüten nedir bir bakalım. Glüten, arpa, buğday ve çavdar gibi tahıllarda bulunan bir tür protein grubudur. Bu tahılların kullanıldığı işlenmiş gıdalarda da bulunan glüten, insan vücudu tarafından sindirilmesi zor bir besindir.

Kullanıldığı besinlere kıvam veren, mayalanmasını sağlayan ve ürünlerin birbirine bağlanmasına yardımcı olan glüten, farklı proteinlerin karışımından oluşur. Glütenin ve gliadin, glütende bulunan iki ana proteindir. Örneğin çölyak hastalığında glüten diyetten uzaklaştırılır ve sorun çözülür. Çalışmalarda otizmli bireylerin bağırsaklarının çok geçirgen olduğu için glütensiz beslenme denenmiştir. Bununla birlikte sütte bulunan kazein de diyetten çıkarılmıştır. Kazein, süt ve süt ürünlerinde bulunan bir protein olup, kazein ve glüten çıkarılarak yapılan diyetlerin pozitif etkisi olsa da net bir sonuç henüz görülmemiştir.

Ketojenik Diyet

Önceleri sadece epilepsi hastaları için uygulanan, günümüzde ise popüler diyet kültüründe bolca yer alan ketojenik diyetin otizmli hastalar üzerinde uygun olabileceği düşünülmüş ve üzerine çalışmalar yapılmıştır. Bu diyet otizmli hastalar üzerinde uygulanırken iyileşmeler görülebildiği, ancak kesin bir tedavi yöntemi olmadığı çalışmalarda gösterilmiştir.

Özel Karbonhidrat Diyeti

Bu diyette kompleks karbonhidratlar diyetten alınırken basit karbonhidratlar (rafine şeker gibi) diyetten uzak tutulmuştur.

Feingold Diyeti

Bu diyette amaç, aroma vericileri, renklendiricileri ve koruyucuları diyetten çıkarmaktır.

Bununla birlikte badem, elma, kayısı, çilek, salatalık, köri, üzüm, kuru üzüm, portakal, bal, şeftali, biber, domates de diyetten çıkarılmaktadır. (Reaktif salisilat içerdikleri için.) Ancak, bu diyetin otizmli bireylere iyi geldiğine dair kanıta dayalı bir çalışma bulunmamaktadır.
Candida Diyeti

Candida bir tür mayadır ve arttığında vücutta ciddi sorunlara yol açabilir. Candidanın azaltılmasına yönelik diyet neredeyse glütensiz ve şekersiz beslenmeyi içermektedir. Ayrıca, fermente besinleri içerir ve bağırsak sağlığını desteklemek temel amaçtır. Bu diyette pirinç, mısır ve soya gibi yiyecekler bulunmaz; sadece amarant, kinoa ve kepekli buğday vardır.

Tüm uygulanmış diyet yöntemlerine bakıldığında ortak sonuca varabiliriz: Bu bireylerde şekerin vücuda olan zararı net şekilde görülmektedir. Bununla birlikte, glüteni vücuttan uzak tutmak ve temiz içerikli beslenmek kişilere fayda sağlayabilir. Ancak, bu yöntemlerin hiçbiri net bir tedavi şekli değildir. Kişilerin yaşamını daha kolay, rahat ve sağlıklı hâle getirebilir.

Hem otizmli bireyler hem de sağlıklı bireyler daha iyi olmak için birkaç güzel önlem alabilirler:

• Mümkün olduğunca az basit karbonhidrat almak (şekerler, tatlılar, poğaçalar, börekler vs.); Bazı haftalar hiç almamak, ya da haftanın bazı günleri almamak gibi planlama yapılabilir.

• Fermente besinleri haftada bir iki kez hayatımızda tutmak. Örneğin turşu, şalgam gibi.

• Çeşitli sebzeleri düzenli olarak hem çiğ hem pişmiş şekilde tüketmek. Akşam sağlıklı ev yemeği yemeyi alışkanlık hâline getirmek.

• Kaliteli yağları (balık yağı, zeytinyağı, avokado, zeytin, kaju, badem, ceviz, antep fıstığı, sadeyağ, susam vb. yağlar) hayatımızın içinde tutmak.

• Et, tavuk, balık gibi besinleri yakmadan, kızartmadan sağlıklı yöntemlerle diyetimizde kullanmak.

Merve Bilge Atalay

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
6
HZ MUHAMMED S.A.V / Son Peygamber’in Genç Arkadaşları
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Bugün, 07:39:03 ÖÖ »


Son Peygamber’in Genç Arkadaşları

Mazide, anda ve atide değişmeyen bir şey varsa o da gençliğe dair söylemlerdir.

İnsanoğlunun gençlerle ilişkisi hep çetrefilli olmuştur. Antik Çağ filozoflarının metinlerinden başlayarak günümüze kadar gençlere dair söylemler maalesef şikâyet merkezinde olmuş, yetişkinler her ne kadar iyi niyetli olsa da gençleri biçimlendirme rolü üstlenerek kuşaklar arası çatışmaya zemin hazırlamışlardır. Gençlik, geçmiş ve gelecek arasında muvazenesi korunması icap eden bir köprüdür. Bugünün gençleri yarının yetişkinleridir. Toplum, millî ve manevi değerleri gençler vasıtasıyla geleceğe taşır. Bu nedenle kuşaklar arası çatışmaya mahal bırakmayan, sağlıklı bir iletişim üzerine inşa edilen söylemler geliştirmek, gençleri anlamak ve onlarla sağlıklı ilişkiler kurmak önemlidir.

Hz. Peygamber (s.a.s.) gençlerle kurduğu iletişimde bizlere örnek olmaktadır. Cesaret ve azmin zirvede olduğu bu dönemi hakkıyla değerlendiren, kalıplara sığmayan gençlik enerjisini doğru alanlara yönlendiren Allah Resulü, gençlerle iletişiminde öncelikle onları dinlemeyi ve anlamayı öğütlemiş, ardından gençlere hem sorumluluk hem de yetki vererek toplumun aktif birer parçası hâline getirmeyi başarmıştır. Son Peygamberler’in Genç Arkadaşları adlı eser, bu peygamberî metodu günümüz insanına taşır. Prof. Dr. Seyfullah Kara, çalışmasında, Hz. Peygamber’in gençlerle kurduğu diyaloğun boyutlarını ve onun gençlikle kurduğu irtibatı ele alır. “Bir Müslüman’ın gençlikle ilişkisi nasıl olmalıdır?” sorusuna Allah Resulü’nün yaşamından cevaplar arar.

Her satırında “Nasıl bir gençlik?” sorusunun izi sürülen eserde, geleneksel değerlerin görmezden gelindiği, hesapsız bir dünya hayatının dayattığı, diğerkâmlığın rafa kaldırılarak bencilliğin geçer akçe sayıldığı modern dünyada sadece gençlere değil, onları yetiştiren topluma da bir yüzleşme teklif edilir.

Hz. Peygamber’in yetiştirdiği toplumda somutlaşan yüksek ruh ve ideallere sahip gençler, bugün de Müslüman toplumun eliyle yetiştirilemez mi? Toplum öncelikle kendi hata ve kusurlarını idrak edip Hz. Muhammed’in gençlerle kurduğu iletişimi örnek aldığında Asr-ı Saadet’in gençleri bugün de aramızda dolaşacak, yeni nesiller sağlam adımlarla yürüyecektir. Hz. Peygamber, gençleri toplumun aktif bireyleri kılmış, onların eğitimi ile doğrudan ilgilenmiştir. Gençleri sorumluluklara boğmamış, aynı zamanda onlara söz hakkı ve yetki de vererek kimini müsteşar, kimini vali olarak tayin etmiş, böylece onları toplumun taşıyıcısı konumuna yükseltmiştir. O; gençleri toplumun saygın birer üyesi olarak göz önünde bulundurmuş, onları ilgi ve yeteneklerine göre yönlendirmiştir. Son Peygamber’in Genç Arkadaşları’nda “Tebliğ ve Eğitim Hayatında Gençlik”, “Siyasi, İdari ve Askerî Hayatta Gençlik”, “İçtimai, İktisadi ve Sportif Hayatta Gençlik” bölümlerinde Allah Resülü’nün gençlere hayatın her alanında nasıl değer verdiği ve onların bu alanlarda ne şekilde varlık gösterdikleri görülecektir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
7


İyiliğe Davetin ve Kötülükleri Engellemenin Usulü

İyiliği emretme ve kötülüğü engellemenin hükmü

Âlimlerin çoğunluğu iyiliği emretme ve kötülüğü engelleme vazifesinin farz-ı kifaye olduğu görüşünü benimsemiştir. Buna göre İslam ümmeti içerisinde yeterli sayıda kişi bu görevi yerine getirdiğinde bunu yapmayanlar üzerinden sorumluluk kalkar, bu görevi yapanlar da yaptıklarının ecrini alırlar. Ancak bu görevi yerine getirmenin gerekli olduğu bir durumda hiç kimse yerine getirmezse yapma gücü olduğu hâlde yapmayanların tümü günahkâr olur. Şayet bir iyiliği yapmanın gerekli olduğu bir yerde onu yapma veya emretme imkânı bulunan tek bir kişi bulunuyorsa ya da bir kötülüğün meydana geldiği yerde onu engelleme imkânı olan tek bir kişi varsa onun bu kötülüğü önlemesi farz-ı ayn hâline gelir.
Bazı âlimler ise bu görevin hükmünün emredilen iyiliğin veya engellenen kötülüğün dindeki hükmüne bağlı olduğunu belirtmişlerdir. Buna göre farz olan iyilikleri emretmek farz, vacip olan iyilikleri emretmek vacip, mendup olan iyilikleri emretmek ise menduptur. Aynı şekilde haram olan kötülükleri engellemek farz, tahrimen mekruh olan kötülükleri engellemek vacip, tenzihen mekruh olan kötülükleri engellemek ise menduptur.

İyiliği emretme ve kötülüğü engelleme göreviyle yükümlü olan kişi
İyilikleri emretme ve kötülükleri engelleme görevini yapacak olan kimsenin her şeyden önce mükellefiyet şartlarını taşıması yani akıl sahibi ve yetişkin olması (ergenlik çağına ulaşması) gerekir. Bunun yanında Müslüman olması da şarttır.

Bazı âlimler Kur’an’daki “Sizler insanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz?” (Bakara, 2/44.) ve “Ey iman edenler! Yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?

Yapmadığınız şeyleri söylemeniz Allah katında büyük bir öfkeye sebep olmaktadır.” (Saff, 61/2-3.) ayetlerinden yola çıkarak dindeki emirlere ve yasaklara uymayan bir kimsenin başkalarına iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama görevini yerine getiremeyeceğini savunmuşlardır. Buna karşılık bazı âlimler ise peygamberler dışında günahsız hiç kimse olmadığını, böyle bir şart koşulması hâlinde bu görevi hiç kimsenin yapamayacağını belirterek bunun şart olmadığını belirtmişlerdir. (Mevsuatü’l-fıkhiyyetü’l-Kuveytiyye, 6/249.)

Emretmeye konu olan iyilikler ve yasaklamaya konu olan kötülükler

Bir şeyin iyilik olarak kabul edilip emredilebilmesi için dinde böyle bir emrin var olduğu bilinmelidir. Yine bir şeyin kötülük olarak kabul edilip yasaklamaya ve engellemeye konu olabilmesi için onun din tarafından yasaklandığının kesin olarak bilinmesi gerekir.

Mezhepler arasındaki ihtilafa bağlı olarak bir mezhep tarafından helal ve caiz olarak görülen bir şeyin, o mezhebe mensup kimseler tarafından işlenmesi bir kötülük olarak görülemez ve engellenemez.

Bir kötülüğü engellemenin söz konusu edilebilmesi için an itibarıyla mevcut veya etkilerini devam ettiriyor olması gerekir. Daha önce olmuş, bitmiş bir kötülük için ancak ilgili şahıslar tövbeye davet edilebilir.

Bir kötülüğü engellemenin söz konusu olabilmesi için bu kötülüğün açıkta işlenmesi gerekir. Buna göre insanların özel hâl ve durumlarını araştırarak buralardaki birtakım yanlışlıklar ve kötülükleri tespit etmek ve bunları engellemeye çalışmak doğru değildir. Zira Kur’an, özel hayatın gizliliğine büyük bir önem vererek insanların gizli hâllerinin araştırılmasını yasaklamıştır. (Hucurat, 49/12.)

İyiliği emretme ve kötülüğü engellemenin muhatabı olan şahıslar

İyiliği emretme ve kötülüğü engellemenin muhatabı şahsın mükellef olması yani aklı başında ve ergenlik çağını aşması şart değildir. Söz gelimi henüz buluğ çağına ulaşmamış bir çocuğun alkollü içecek içtiğini gören ve bunu engelleme imkânı bulunan kişinin buna engel olması gerekir. Aynı şekilde bir akıl hastasının kendisine ya da başkasına zarar vermekte olduğunu gören ve bunu engelleyebilecek kimsenin buna engel olması gerekir.

Yine çocukların ibadetlere alıştırılması noktasında onlar henüz mükellef olmasalar bile yedi yaşından itibaren kendilerine namaz kılmalarının, güçleri yeter bir duruma geldiklerinde oruç tutmalarının emredilmesi, onların küfür ve kötü sözlerden uzak tutulması da böyledir.

İyiliği emretme ve kötülüğü engellemenin aşamaları

Allah Resulü’nün (s.a.s.) kötülük karşısında bir Müslümanın nasıl hareket etmesi gerektiğini belirten hadisi, iyiliği emretme ve kötülüğü engellemenin aşamalarını ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) konuya ilişkin hadisinde şöyle buyurmuştur: “Sizden bir kötülük gören bunu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle [buğzetsin]. Bu, imanın en zayıfıdır.” (Müslim, İman, 78.)
Hadis her ne kadar kötülüğü engelleme ile ilgili olsa da aynı aşamalar iyiliği emretme konusunda da geçerlidir. Buna göre iyiliği emretme ve kötülüğü engellemede üç aşama söz konusudur:

a) Bilfiil müdahale

Bu, bir kimsenin dince istenilen bir şeyi yapabilmesini sağlamak için ya da bir kimsenin dince kaçınılması istenilen bir günahtan, kötülükten ve haramdan kaçınması için bilfiil müdahalede bulunmak suretiyle olur.

Söz gelimi kişinin namaz için eşini ve çocuklarını uyandırması, çocuğuna abdest aldırması, çocuğunu camide namaz kılmak üzere camiye götürmesi “iyiliği emretmenin fiil yoluyla gerçekleştirilmesi” bağlamında örnek olarak zikredilebilir.

Buna karşılık mesela kavga eden iki kişinin arasına girerek kavgayı ayırmak, bir kimsenin malını haksız olarak almış olan şahsın elinden o malı alarak sahibine vermek, insanların canlarına, mallarına ve ırzlarına saldıran düşmanlara ve teröristlere kuvvetle karşı koyarak hak ettikleri cezaları vermek kötülüğe bilfiil müdahale örnekleridir.
b) Sözle müdahale

Bir iyiliği bilfiil yaptırma veya bir kötülükten bilfiil sakındırma gücüne sahip olmayan kişi, söyleyeceği sözlerle iyiliğin yapılmasını veya kötülüğe son verilmesini sağlamakla yükümlüdür.

Söz gelimi fakir bir kimseye yardım edilmesi için zenginleri teşvik etmek, namaz vakti geldiğinde kişinin arkadaşlarını namaza davet etmesi iyiliğe sözle davetin örnekleridir.

Buna karşılık kötülük yapan bir kimseyi sözlü olarak uyarmak suretiyle kötülüğüne son vermeye çalışmak, bir konuda yanlış yapan kişiye o işin doğrusunu söylemek, bir yangın görülmesi durumunda itfaiyeye telefonla haber vermek kötülüğe sözlü müdahale örnekleridir.

c) Kalple müdahale

İyiliği bilfiil ya da sözlü olarak emretme imkânı bulamayan bir kimsenin kalbinden iyilik yapılmasını istemesi kalple müdahaledir. Mesela İslam’ın emir ve yasaklarına uymayan bir kimsenin arkadaşı kendisini davet ettiği hâlde olumlu yanıt alamazsa kalbinden o kimsenin hidayetini istemesi, onun iyiliği yapmasını temenni etmesi kalple müdahaledir.

Yine bir kötülüğü bilfiil ya da sözlü olarak engelleme gücüne sahip olmayan bir kimsenin, kalbiyle o kötülüğü kötü görmeye ve bir an önce sonlanmasını temenni etmeye devam etmesi kalple müdahaledir.

İyiliği bilfiil emretme ve kötülüğü bilfiil engelleme güç ve imkânına sahip olan bir kimsenin, yalnızca sözlü bir biçimde iyiliği emretmesi veya kötülüğü engellemeye çalışması yeterli değildir. Aynı şekilde iyiliği sözlü olarak emretme veya kötülüğü sözlü olarak engelleme güç ve imkânına sahip olan bir kimsenin bunu yapmayıp yalnızca kalbinden iyiliğin işlenmesini, kötülüğün ortadan kalkmasını temenni etmesi yeterli değildir.

İyiliği emretme ve kötülüğü engellemenin adabı

İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak son derece hassas bir görevdir. Bu görev usulüne uygun bir şekilde yapılırsa bir kimsenin iyilik yapmasına veya kötülükten uzak kalmasına vesile olmanın sevabını elde etmek söz konusudur. Rabbimiz iyi bir işe aracılık eden kimsenin bu işin yapılmasına vesile olmanın sevabını alacağını belirtir.

(Nisa, 4/85.) Allah Resulü (s.a.s.) de bir hayra aracılık eden kimsenin bizzat o hayrı işleyen kimse gibi sevap alacağını söylemiştir. (Müslim, İmare, 133; Tirmizi, İlim, 14; İbn Mace, Edeb, 123.) Ancak bu görev usul ve adabına uygun yapılmazsa muhatapların iyilikten tamamen uzak kalmalarına, kötülüklere daha çok bulaşmalarına, insanların dinden nefret etmelerine sebep olabilir. Bunun için iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama durumunda olanların şu hususlara dikkat etmeleri gerekir:

a) Yumuşak bir üslup kullanmak

Yüce Allah, Hz. Musa ve Hz. Harun’u Firavun’a elçi olarak gönderirken onlara “Ona yumuşak söz söyleyin. Ola ki aklını başına alır veya korkar.” (Taha, 20/44.) demiştir.

Firavun gibi bir zalim karşısında bile dinden söz ederken yumuşak bir üslup kullanılması isteniyorsa diğer insanlara karşı evleviyetle yumuşak bir üslup kullanılması gerekir.

b) Hikmet ve güzel öğütle davet etmek

Rabbimiz, Resulü’ne davetin üslup ve yöntemini şu şekilde öğretmiştir: “Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!” (Nahl, 16/125.)

Hikmet akla, güzel öğüt ise gönle hitap etmektir. Muhatabımız buna yanaşmadığı takdirde de en güzel mücadele yöntemi ne ise onu esas almak gerekir.

c) Önem sırasına riayet etmek

İyiliği emretme ve kötülüğü yasaklamada hiyerarşiye dikkat etmek gerekir. Daha önemli konular dururken ikinci planda kalan konularda gereksiz ayrıntıya girmek hikmete uygun değildir. Hz. Lokman, oğluna öğüt verirken sırayla iman, ibadetler, ahlak ve adaptan söz etmiştir.

d) Muhatapları tanımak

İyiliğe emretme ve kötülüğü yasaklama görevini yerine getirirken muhatapları tanımak, onların bilgi seviyeleri, ilgi ve meraklarını bilmek son derece önemlidir. Rabbimiz her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdiğini belirtir. (İbrahim, 14/4.) Bu, her peygamberin kendi muhataplarını çok iyi bildiğini ve onlara hitap edecek bir üslup sahibi olduğunu gösterir.

e) Kötülüğü engellemenin daha büyük bir kötülüğe yol açmayacağından emin olmak

Bazen bir iyiliği emretmek ya da bir kötülüğü engellemeye çalışmak, beklenen iyiliğe göre daha büyük bir kötülüğe yol açabilir. Böyle bir durumda iyiliği emretme ve kötülüğü engelleme görevi düşer. Söz gelimi bir iyiliği emretmek ya da bir kötülüğü yasaklamak, muhatabın fiilen saldırıda bulunmasına ya da dini inkâr etmesine yol açacaksa onu o hâlde bırakmak daha uygun olur.

Kuşkusuz bu konuda daha başka hususlar da bulunmakla birlikte iyiliği emretme ve kötülüğü engelleme konusundaki en temel noktalar bunlardır.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
8
HZ MUHAMMED S.A.V / Davetçi Olarak HZ. Peygamber A.S
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Bugün, 07:26:13 ÖÖ »


Davetçi Olarak HZ. Peygamber A.S

Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’i (s.a.s.) önemli vasıflarla nitelemiştir. Bu nitelemeler, onun ne kadar yüce bir şahsiyete sahip olduğunu anlatmasının yanında yüklendiği ağır mesuliyete de işaret etmektedir. Bu konuda en dikkat çeken ayet, Allah Resulü’ne özgü hüküm ve kuralların açıklandığı Ahzab suresinde geçmektedir:

“Ey Peygamber! Seni tanık, müjdeci, uyarıcı, izniyle Allah’a çağırıcı ve etrafını aydınlatan bir ışık olarak gönderdik.” (Ahzab, 33/45-46.) Bu ayette geçen nitelemelerin belki de en önemlisi onun, insanlığı Allah’a çağırıcı/davet edici oluşudur. Nitekim onun görevi, kendi zamanında yaşayan insanları bizzat, sonrasında gelen ve kıyamete kadar gelecek insanları da sünnetiyle ve siretiyle Allah’a imana, İslamiyet’in güzelliklerine, hakka, adalete, iyiliğe ve ebedî kurtuluşa çağırmasıdır. Kendisine risalet görevi verildiği andan itibaren onun hayatına yön veren ana unsur, İslam daveti olmuştur. Bu davet İslam’ın ilk yıllarında gizli bir şekilde ve yakın akrabalara yönelik olarak başlamış, Müslümanların güçlenmesiyle birlikte açık davete dönüşmüş, Medine’ye hicretle birlikte devlet düzeyinde devam etmiş ve uluslararası bir özellik kazanarak geniş coğrafyalara yayılmıştır. Bir başka ifadeyle Allah Resulü kölelere ve zayıflara yönelik olarak başlattığı İslam davetini yirmi yıllık bir süre zarfında Allah’ın inayetiyle dönemin imparatorlarına ve devlet başkanlarına kadar ulaştırabilmiştir. Bu, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir başarıdır.

Sadece bu husus bile Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna yeterli bir delildir.

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’in (s.a.s.) görevleri arasında sayılan tebliğ, irşad, nasihat, uyarma, müjdeleme, hatırlatma, emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker gibi görevler aslında İslam davetinin çeşitli türlerini ifade etmektedir. Bunların hepsi davet başlığı altında toplanabilir. Nitekim Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’e (s.a.s.) hitaben; “Davet et/Çağır!” (Nahl, 16/125.), “Tebliğ et!” (Maide, 5/67.), “Uyar!” (Şuara, 26/214.), “Müjdele!” (Bakara, 2/25.), “Hatırlat!” (Zariyat, 51/55; Alâ, 87/9; Gaşiye, 88/21.) buyurarak İslam dinini insanlara ulaştırma yollarını öğretmiştir.

Kur’an- Kerim’de davet görevi kapsamında Hz. Peygamber’e (s.a.s.) “Cihad et!” (Tevbe, 9/73; Furkan, 25/52; Tahrim, 66/9.) emri de verilmiştir. İslam davetinin önündeki engelleri kaldırmak için her türlü meşru aracı kullanmak suretiyle mücadele etmek anlamına gelen cihad terimi, bu bağlamda Hz. Peygamber’in davet göreviyle doğrudan ilişkilidir. Burada ifade edelim ki; cihadı sadece “kıtal” (sıcak savaş) ile sınırlandırmak eksik bir tanımlama olacaktır. Zira cihad, İslam’a cephe almış; İslam ve Müslümanlar hakkında kara propaganda yaparak insanların İslam’la tanışmasının önüne set çeken kişi ve çevrelerle her platformda mücadele anlamı taşır. Bu mücadele günümüzde medya ve iletişim araçlarıyla olabileceği gibi Müslümanlara karşı ağır saldırı olması durumunda savaş şeklinde de olabilir. Hz. Peygamber risalet hayatında cihadın bütün çeşitlerini uygulamıştır. O, Allah’tan aldığı emre imtisal ederek gerek sözle gerekse -yeterli güce ulaştığında- savaş meydanında İslam düşmanlarıyla mücadele etmiş ve insanların Müslüman olmasının önündeki engelleri kaldırmıştır. Hz. Peygamber’in cihadı ve genel anlamda daveti, asla insan öldürmek maksatlı değil insanları İslam’la diriltmek ve zulmü ortadan kaldırmak için olmuştur.

Kur’an-ı Kerim’de Allah Resulü’nün (s.a.s.) davetinin ana çizgilerini ve ilkelerini görmek mümkündür. Bu konuda zikredeceğimiz ilk ayet İsra suresinde geçmektedir: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla en güzel yöntemle tartış.” (Nahl, 16/125.) Bu ayette söz konusu edilen “hikmetle davet”, muhatabın bilgi düzeyine göre konuşulmasını, mantıki argümanlar kullanılmasını ve davet için uygun ortam ve zamanın gözetilmesini ifade eder. “Güzel öğütle davet” ise muhatabın duygularına da hitap edilerek güzel bir üslup kullanılmasını anlatır. Buradan şunu anlıyoruz ki; İslam davetçisi, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yaptığı gibi İslam’ı anlatırken hem doğru bilgilerle donanmış olacak hem de bu bilgileri aktarırken güzel bir üslup kullanacaktır. Bu iki husustan biri eksik olduğu takdirde davetin başarıya ulaşma şansı gayet az olacaktır. Zira bilgi eksikliği muhatabın ikna olmasını sağlamayacak, kötü üslup ise -bilgi doğru olsa bile- muhatapta olumlu etki bırakmayacaktır. O yüzden “Kötü üslup doğru bilginin katilidir.” denilmiştir.

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) davetinin ana çizgisini oluşturan unsurlardan biri de onun davetinin “basiret üzere” olmasıdır. Bu husus Yusuf suresinde şöyle ifade edilmektedir:

“De ki: İşte bu benim yolumdur. Ben, basiret üzere Allah’a davet ediyorum; ben ve beni takip edenler (bunu yapıyoruz). Allah’ı ortaklardan tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim.” (Yusuf, 12/108.) Basiret kelimesi sözlükte, “delil, kesin kanıt, inanç, bilgi, kalp gözüyle görmek, kestirmek, sezmek, idrak etmek” gibi anlamlara gelmektedir.

Buna göre ayetin anlamı, Allah Resulü’nün daveti, kesin delillerle desteklenmiş; körü körüne olmayan bir tarzda, davetin sonuçlarını hesaba katarak olmuştur. Onun yolundan gidenlerin daveti böyle olmalıdır. Aksi takdirde bu şartları haiz olmayan bir davet, olumlu sonuç vermeyecektir.

Allah Resulü’nün davetindeki ana hedefi, ulaşabildiği herkesin hidayete ermesi ve böylece cehennem azabından kurtulmasıydı. Kur’an-ı Kerim’de onun bu gayreti çeşitli şekillerde ifade edilmiştir. (Kehf, 18/6; Şuara, 26/3.) O, bu gaye uğrunda bitmez tükenmez bir enerjiyle çalışmış ve bunu bir temsille şöyle anlatmıştır: “Benimle ümmetimin durumu (geceleyin) ateş yakan kimsenin hâline benzer. Böcekler ve kelebekler o ateşe düşmeye başlar. İşte ben de sizler ateşe girerken kuşaklarınızdan tutup engellemeye çalışıyorum.” (Müslim, Fedail, 17.)

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) davetinin ana çizgilerini ifade ettikten sonra bize de ışık tutacak davet yönteminden ve ilkelerinden önemli bazı başlıkları açıklamak yerinde olacaktır. Zira davetin başarıya ulaşabilmesi doğru metot ve ilkelerin uygulanmasına bağlıdır.

Hasbilik ve Samimiyet

İşlerin başarıya ulaşmasını sağlayan en önemli unsur, samimiyetle yapılmasıdır.

Samimiyetten uzak, menfaat odaklı işler, ilk başlarda görece başarıya ulaşmış görünse de son merhalede akamete uğrar. İnsanları İslam’a davet ederken samimiyetin en üst düzeyde olması gerekir. Bu yüzden bütün peygamberler, tebliğ görevi için herhangi bir maddi beklenti içinde olmadıklarını beyan etmişlerdir. Onların mükafatı, kullar tarafından değil Allah tarafından verilecektir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de risalet hayatı boyunca kendisine sunulan bütün maddi teklifleri elinin tersiyle itmiş ve sade bir hayatı tercih etmiştir. Onun bu samimi ve hasbi davranışı, insanlar üzerinde müthiş bir etki bırakmış ve birçok kişinin İslam’a girmesine vesile olmuştur.

Kararlılık

Allah Resulü’nün davet konusundaki en bariz özelliklerinden birisi, yılmaması ve kararlı olmasıdır. İslam daveti yolunda güçlük ve zorluklarla karşılaştığında hemen pes etmemiş ve bıkmadan usanmadan İslam’ı anlatmaya devam etmiştir. Yılgınlık ve ümitsizliğe kapılmak onun kitabında hiç olmamıştır. Bütün kapıların yüzüne kapandığı Mekke yıllarında hep Allah’ın yardımını yanında hissetmiş ve kararlı bir şekilde davet yoluna devam etmiştir.

Yakından Uzağa

Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisine risalet görevi verildikten sonra ilk başta ailesini İslam’a davet etmiş, sonra yakın arkadaş ve akrabalarına konuyu açarak onların kendisine destek vermesini istemiştir. Onun hayatına baktığımızda İslam davetinin halka halka genişlediğini görüyoruz. Kendi yakın çevresine İslam’ı anlatmadan daha uzağa gitmemiştir. Bu onun davetinin geniş kitlelere ulaşması açısından önemlidir. Zira önemli bir mesajla ortaya çıkmış birinin, kendi ailesini ve yakın çevresini bile kendi safına çekememesi diğer insanların davete kuşkuyla bakmasına neden olacaktır.

Öncelik Sıralaması

Dinimizin emirleri; inançla ilgili esaslar, amelle ilgili hükümler ve ahlak ilkeleri şeklinde üç ana başlıkta toplanmaktadır. Vahyin iniş kronolojisine baktığımızda özellikle Mekke döneminde inen ayetlerde inanç esasları ve kulluk bilinci tebliğ edilmiş, daha sonra Medine döneminde ise özellikle muamelatla ilgili hükümler beyan edilmiş ve daha erdemli insan olmayı sağlayan ayetler nazil olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s.) de vahye tabi olarak davetinde bu öncelik sırasını dikkate almıştır. O, en önemliden daha az önemliye adım atma şeklinde bir yöntem takip ederek öncelikle imanla ilgili hususları tebliğ etmiş, daha sonra namaz ve zekât gibi temel ibadetleri anlatmış, muhataplarının durumlarına göre öncelikle öğretilmesi gereken hususları anlatmıştır. Hz. Peygamber, şehirlere gönderdiği davetçilerinden de bu metodu uygulamalarını talep ediyordu. Hz. Muaz’ı Yemen’e gönderirken bölge halkını önce Müslüman olmaya, bunu kabul ederlerse beş vakit namaza, bunu da kabul ederlerse zekât vermeye davet etmesini emretmiştir. (Müslim, İman, 29.) Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu davet metodundan da anlıyoruz ki, İslam daveti yapılacak kişiye önce dinin inanç esasları anlatılmalı, şayet inanç alanında soru işaretleri varsa bunların çözümüne odaklanılmalı, bunda başarılı olunduktan sonra ibadetle ilgili meseleler ve dinin amele müteallik konuları anlatılmalıdır.

Kolaylaştırma

Kolaylaştırma, Hz. Peygamber’in İslam’a davetinde uyguladığı temel yöntemlerden biridir. O, bazı emirlerini yerine getirmesi için sahabeden birini bir bölgeye gönderdiği zaman, “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın!” buyuruyordu. (Müslim, Cihad ve Siyer, 6.) Aslında onun bu tavsiyesi Kur’an-ı Kerim’den ilhamla söylenmiştir. Nitekim Allah Teâlâ, Bakara suresinde şöyle buyurmaktadır: “Allah sizin için kolaylık istiyor, güçlük çekmenizi istemiyor.” (Bakara, 2/185.) Bu ayetin nazil olduğu bağlama baktığımızda kolaylaştırma ilkesinin, ruhsatla amel etme imkânı olduğu halde insanları azimetle amel etmeye zorlamama anlamı taşıdığını ifade edebiliriz. Buradan da anlıyoruz ki Allah Resulü insanları İslam’a davet ederken onları yok yere sıkıntıya ve zora sokacak şeyler söylemiyor, ihtiyaç hâlinde insanların ruhsat hükümlerinden istifade etmesine olanak tanıyordu.

Sonuç olarak Hz. Peygamber’in davetçi yönünü birkaç sayfada açıklamak mümkün değildir. Bunun için bu gözle siyer kitaplarını okumak ve konu hakkında yapılmış müstakil çalışmaları incelemek faydalı olacaktır. Bizim için her konuda güzel bir örnek olan Allah Resulü’nün İslam daveti konusundaki duruşunu ve yaklaşımını örnek almak önemlidir.

Zira her Müslüman bildiği konularda imkânı nispetinde bir İslam davetçisidir. Özellikle gayrimüslimlerin çoğunlukta olduğu ülkelerde yaşayan Müslümanların gerek davranışlarıyla gerekse -fırsat bulduklarında- konuşarak İslam’ı tebliğ etmeleri, Müslüman kalabilmeleri açısından büyük önemi haizdir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
9
İslamda Hukuk ve Adalet / Kardeşlik Hukuku
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Bugün, 07:19:30 ÖÖ »


Kardeşlik Hukuku

“Müslümanın Müslümana karşı beş vazifesi vardır: Selamı almak, hastayı ziyaret etmek, cenaze merasimine iştirak etmek, davete icabet etmek, aksırana dua etmek.”

(Buhari, Cenaiz, 2 [1240]; Müslim, Selam, 4 [2162].)

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de müminlerin birbirleriyle kardeş olduklarını şöyle ilan etmiştir: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurat, 49/10.) Şüphesiz kardeşliğin gereği olarak Müslümanların birbirlerine karşı bazı vazifeleri vardır. Bu vazifeler maddi veya manevi olabilir. Bunların yerine getirilmesi veya ihmal edilmesi durumunda mükâfat veya sorumluluk söz konusu olur. Buna göre müminler, diline, ırkına, rengine ve sosyal statüsüne bakılmaksızın icabet ümmeti olan tüm din kardeşlerinden ve davet ümmeti olan tüm insanlıktan sorumludurlar. Bu bağlamda dünyada haksızlık ve zulmün engellenmesine (Âl-i İmran, 3/108.), din ve vicdan özgürlüğü başta olmak üzere temel hakların uygulanmasına katkıda bulunmak (Nisa, 4/75; Hac, 22/40.), müminler arasındaki anlaşmazlıkları adaletle çözüme kavuşturmak, haksızlıkta ısrar edenlere karşı haklının yanında yer almakla sorumludurlar. (Kur’an Yolu Tefsiri, 5/93.) Yukarıdaki hadis Müslümanların birbirlerine karşı temel vazifelerini ifade etmektedir. Müslim’in başka bir rivayeti şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.s.) “Müslümanın Müslümana karşı altı vazifesi vardır.” buyurdu. “Ey Allah’ın Resulü, bu vazifeler nelerdir?” denildiğinde Allah Resulü şöyle buyurdu: “Onunla karşılaştığın zaman selam ver, seni davet ettiğinde icabet et, senden nasihat isterse nasihat et, aksırınca Allah’a hamd ederse ‘yerhamukellah’ (Allah sana merhamet eylesin) diyerek ona dua et, hastalandığında onu ziyaret et, öldüğü zaman cenaze merasimine katıl.” (Müslim, Selam, 5 [2162]; Buhari, Cenaiz, 2 [1240].) Bu rivayet, kardeşlik hukukunun beş veya altı ile sınırlı olmadığının bir delilidir. Çünkü bunlardan başka hak ve vazifelerle ilgili hadisler de vardır. (Buhari, Eşribe, 28 [5635]; Müslim, Libas, 3 [2066].)

Selam vermek, Müslümanlar için âdeta bir şiar ve paroladır. Karşılaştıkları zaman aralarındaki ilk söz selamdır. “Önce selam, sonra kelam” atasözümüz bu prensibi veciz bir şekilde ifade etmektedir. Selam vermek sünnet, almak ise farzdır. (Nisa, 4/86; Mevsıli, el-İhtiyar, 4/164.) Selam aynı zamanda müminlerin birbirine duası ve iyilik temennisidir.

Selam vermenin kardeşlik bağlarını ve karşılıklı sevgiyi artıracağı bir hadiste şöyle ifade edilmiştir: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size yaptığınız zaman birbirinize olan sevginizi artıracak bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayın.” (Müslim, İman, 93 [54].) Unutulmamalı ki, Yüce Allah’ın bir ismi “es-Selam” barış ve esenlik kaynağı (Haşr, 59/23.), cennetin bir ismi de “Daru’s-selam” esenlik yurdudur. (Yunus, 10/25.)

Müslüman kişi Müslümanın sevincini ve üzüntüsünü paylaşmalıdır. Zira Hz. Peygamber’in (s.a.s.) buyurduğuna göre Müslümanların derdiyle dertlenmeyen (Taberani, el-Mu’cemü’l-evsat, 2/[907] 131.) ve komşusu aç iken tok yatan kişiler kâmil mümin değildir. (Taberani, el-Mu‘cemü’l-kebir, 1/259 [751].) Buna göre, Gazze başta olmak üzere Filistin’de binlerce masum Müslümanın, dünyanın gözü önünde İsrail terör saldırıları sonucu katledilmesine göz yuman, acılarını paylaşmayan ve zulmün sona ermesi noktasında elinden gelen çabayı sarf etmeyen kişiler imanını sorgulamalıdır.

Ayrıca Müslüman kişi, hasta olan kardeşini ihmal etmemeli ve onu ziyaret etmekle üzüntüsünü paylaşmalı ve şifa dileyerek ona moral vermelidir. Hasta ziyaretinin fazileti bazı hadislerde şöyle ifade edilmiştir: “Hasta ziyaretinde bulunan kimse, dönünceye kadar cennet yolundadır.” (Müslim, Birr, 39[2568].); “Bir Müslüman, (hasta bir) Müslüman kardeşini ziyaret ettiğinde, ziyaretini tamamlayıp geri dönünceye kadar, (sanki) cennet hurfesi topluyormuş gibi olur. ‘Ey Allah’ın Resulü, cennet hurfesi nedir?’ denilince; ‘Zamanı geldiğinde ağaçtan toplanan meyvedir.’ cevabını vermiştir.” (Müslim, Birr, 41-42 [2568].)

Müslümanların birbirlerine karşı görevlerinin sonuncusu ise ölüm anında cenazeye iştirak etmek, namazını kılmak ve defninde hazır bulunmaktır. Bu, ölene karşı son görev olduğu gibi onun geride kalan yakınlarına karşı da bir kadirşinaslıktır. Cenazeye iştirak aynı zamanda bize ölüm gerçeğini ve ahireti hatırlatır. Ayrıca ölen kişinin yakınlarına taziyede bulunmak, onlara sabır tavsiye etmek ve cenaze evine yemek götürmek de görevlerimizdendir.

Davete icabet etmek Müslüman kardeşimize karşı bir vazifemizdir. Haram ve günah işlenmediği sürece düğün davetlerine katılmanın vacip, bunun dışındaki davetlere katılmanın ise sünnet veya müstehap olduğu ifade edilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) de ashabının davetine icabet etmiş ve davet edenin toplum içindeki sosyal konumuna, zenginlik ve fakirliğine göre bir ayrım yapmamıştır. Ayrıca sadece zenginlerin çağırılıp fakirlerin çağırılmadığı davetleri hoş karşılamamış ve şöyle buyurmuştur: “En kötü yemek, fakirlerin bırakılıp zenginlerin davet edildiği düğün (velime) yemeğidir…”
(Buhari, Nikâh, 72 [5177]; Müslim, Nikâh, 107 [1432].) Zira davetlerde toplumun her kesiminden kişilerin bulunması, toplumsal birliği ve kardeşlik hukukunu güçlendirir. Aksi durum ise kibir, kin ve haset gibi manevi hastalıkların oluşmasına sebebiyet verebilir.
Aksırmanın sağlık açısından çeşitli faydaları vardır. Esnemenin ise uyuşukluk ve miskinlik belirtisi olduğu kabul edilmiştir. Buna göre aksırmak bir nimettir. “Biriniz aksırıp ‘elhamdülillah’ (Allah’a hamdolsun), derse bunu duyan her Müslümanın onu ‘yerhamükellah’ (Allah sana merhamet eylesin), diye karşılaması gerekir.” (Buhari, Edeb, 128 [6226]; Nevevi, Riyazü’s-salihin, Metin ve Çeviri, DİB Yayınları, 2/248.) Aksıran kişinin, kendisine “yerhamükellah” şeklinde dua eden Müslüman kardeşine “yehdikümullahu ve yuslihu baleküm” (Allah size hidayet versin ve hâlinizi güzelleştirsin.) şeklinde dua etmesi de hadislerde tavsiye edilmiştir. (Buhari, Edeb, 126 [6224]; Ebu Davud, Edeb, 98 [5033]; Tirmizi, Edeb, 3 [2739].) Yukarıda zikredilen hadisler, Müslümanların en küçük ayrıntılarda bile birbirlerine karşı bazı hak ve sorumluluklarının bulunduğunu ve her vesileyle birbirlerine dua etmelerinin önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Din kardeşliği hukukuna riayet edenlerin başında ashab-ı kiram, onların başında ise Hz. Ebu Bekir (r.a.) gelmektedir. Nitekim rivayet edildiğine göre bir gün Resulüllah (s.a.s.), “Bugün hanginiz oruçlu?” diye sordu. Hz. Ebu Bekir (r.a.) “Ben oruçluyum.” dedi. Peygamberimiz (s.a.s.) “Bugün hanginiz bir cenazeye iştirak etti?” dedi. Hz. Ebu Bekir (r.a.) “Ben iştirak ettim.” dedi, Peygamberimiz (s.a.s.) “Bugün hanginiz bir fakiri doyurdu?” diye sordu. Hz. Ebu Bekir (r.a.) “Ben doyurdum.” dedi. Peygamberimiz (s.a.s.) “Bugün hanginiz bir hastayı ziyaret etti?” dedi. Hz. Ebu Bekir (r.a.) “Ben ziyaret ettim.” deyince Resulüllah (s.a.s.), “Bu özellikler kimde toplanırsa, o mutlaka cennete girer.” buyurdu. (Müslim, Zekât, 87 [1028]; Fezailü’s-sahabe, 12 [1028].) Yüce Allah cümlemizi, birbirimizin hukukuna riayet eden, din kardeşlerinin sevinci ve üzüntüsüne ortak olan kâmil müminlerden eylesin!

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
10
Ramazan ve Mübarek Günler ve Geceler / Bayramınız Bayram Ola
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Bugün, 07:08:54 ÖÖ »


Bayramınız Bayram Ola

Bayramlar, toplumda kan akışını sağlayan ve toplumu canlı tutan günlerdir. İnsanlar bu günlerin manevi iklimiyle dirilir, birlikte olmanın gücünü ve bereketini bu günlerde yaşar.

Ramazan ayının rahmetine ve bereketine nail olup bayrama erişmek ne büyük mutluluk! Bayramları anne babayla, akrabalarla, komşularla geçirmek ne büyük saadet!

Bayram, insanın içini ısıtan bir kelime. Çocukta ayrı sevinç, büyükte ayrı…
Evlerde bir telaş… Gönüller bayram yeri…

Günler öncesinden akşam yemeklerinde, çay saatlerinde bayrama kaç gün kaldığı konuşuldu, ağızlar bu sözcükle tatlandı. “Bizim zamanımızda...” diye başlayan cümlelerin nereye varacağını bilen gençler, önce büyüklerine sonra da birbirlerine bakıp gülümsediler.

İnsan, zamanının geçtiğini kabullenmekte zorlanıyor. En çok da bayramlarda hissediyor bu duyguyu. Oysa önemli olan maziden bugüne taşıyabildiklerimiz değil mi? Geçmişi düşünüp hayıflanmak, günü zehir etmekten başka bir şeye yaramıyor ki! Zaman elimizden kayıp giderken avucumuzdaki boşlukla kalıvermek de var. Aslolan mazideki güzellikleri, bugünde yaşatabilmek ve atiye taşıyabilmek.

Bizler bayramların bayram gibi yaşandığı zamanları gördük. Bizden büyükler elbette bu konuda daha şanslıydı. Geniş ailelerde yaşadılar, akrabalarıyla belirli günlerde bir araya geldiler ve komşuluk bağlarını sımsıkı tuttular. Ne yazık ki her nesil bir öncekine göre çözülme yaşıyor. Bu çözülmenin tedavisi ailede başlar. Gelenek ve görenekler kitaplardan öğrenilmez. Aile içinde öğrenilir. Önlem alınmaz ve akışına bırakılırsa çözülme artar sosyal bir felakete kapı aralanır.

Bayramlar ruhuna uygun yaşandığında toplumsal tedavi için en elverişli zamanlar. El öpmeyi bilmeyen, sorulan sorulara boş bakışlarla karşılık veren çocuklara bir toplumun parçası olduğunu öğretme fırsatı. Biz bayramlara, kutsalımıza, büyüklerimize ne kadar değer verirsek çocuklarımız da izimizi takip eder. Elbette belli çatışmalar yaşanacak, isyanların had safhada olduğu zamanlar anne babaları yoracaktır. Fakat toprağa atılan tohum er geç filizlenir. Tohumuna güven, güneşi ve yağmuru Allah’a havale et!

Bayramlar, Allah’ın rızasına kavuşmak için de bir vesiledir. Allah, dağılıp çözülmemizi değil bir ve beraber olmamızı istiyor.

Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette ana babaya iyilik yapmaya, akrabalık ilişkilerine ve komşu hakkına değinilmiş. Bunlardan biri de Nisa suresi 36. ayet: “Allah’a kulluk edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın. Allah kendini beğenen ve böbürlenip duran kimseyi asla sevmez.”

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” (Hakim, Müstedrek, 4/183, [7307].) diyen bir Peygamber’e (s.a.s.), komşusunun öldüğünden haberi olmayan bir ümmet hâline geldiğimizi nasıl izah edebiliriz? Büyük şehirlerin kargaşasına kapıldık. Sistemin çarkında öğütülen, un ufak olan hâlimiz içler acısı. Dairemizin kapısını açmak için merdiven boşluğunda gölge takip ediyor, asansörde tek kelime etmeden on kat iniyoruz. “Aranızda selamı yayın.” diyen peygambere muhalefet edip selamı esirgeyenlerden olduk. Yıllardır aynı apartmanda yaşayıp komşularımızı hiç tanımadık. Bizim tekrar eski bağlarımıza kavuşmaya ve sımsıkı kenetlenmeye ihtiyacımız var.

Modern dünyanın realitesi, insanı gün içerisinde bir ölüm kalım savaşına sürükledi. Nefes alıyoruz fakat yaşamıyoruz. Bu karmaşadan bir kaçış arayanların büyük çoğunluğu, bayramları bir tatil fırsatı olarak görüyor ve aylar öncesinden rezervasyonlar yapılıyor.

Beş altı günlük bir tatilin taksitleri bitmeden yeni tatiller planlanıyor. Bunların hepsi sıkışmışlık hissi ve insanın özüne dönme girişimleri. Peki adresler doğru mu? Yanlış adreste aradığını bulan var mıdır? Aslında aradığımıza ulaşmak için bayramlar bir fırsat değil mi? Toprağa, temiz havaya ve arı suya hasret kalan insan; kendini arama yolculuğunda… Kendine yolculuk da köklerden dallara doğru mana kazanır. Kökünden kopan her canlı kurur, hâliyle insan da köklerine yaklaştıkça nefes alabilecektir.

Televizyonlarda, sosyal medyada bayram paylaşımlarına bakın. Hepsi kalabalık, cıvıl cıvıl aile sofraları. Kimse otelinde havuz başında meyve kokteyliyle paylaşım yapıp “bayramın güzelliği” diye yazmaz. Çünkü o manzara kelimenin ruhuna, bayramın manevi iklimine aykırı. Modern dünya dediğimiz dünya aileler arasına mesafe koydu. Çocukları ekranlara, ihtiyarları yalnızlığa hapsetti maalesef. Komşuluk ilişkilerimiz zedelendi, akrabalık ilişkilerimiz zayıfladı. Sosyal çözülmeyi iliklerimize kadar hissediyor ve direniyoruz. Güven duygusuna sığınmak niyetindeyiz ama gündüz kuşağında iki saat televizyon izleyenin akıl sağlığı bozuluyor. Oysa bizim büyüklerimize sarılmaya, akranlarımızla dertleşmeye ihtiyacımız var. İşte bayramlar en azından bunun için bir fırsat. Zayıflayan aile bağları bu vesileyle biraz olsun kuvvetlenir. Akrabaya güvenmemeyi, büyükleri evlerden uzak tutmayı, kendinden başkasını düşünmemeyi aşılayan bu çürük sisteme boyun eğersek ruhumuzu da bedenimizi de kaybedebiliriz.

“Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğüt veriyor.” (Nahl, 16/90.) Bu ayeti okuyup da hâlâ akrabaları ile küs olanlarımız var. Nefsin, şeytanın ve münafıkların telkinlerine aldanıp Allah’ın emrine karşı gelmeyelim. Bu bayram bir milat olsun. Depremde ölenleri düşünelim. Bir daha aileleri ve akrabaları ile bayram yaşayamayacak olanları düşünelim. Filistin’de, Doğu Türkistan’da gözümüzün önünde gerçekleşen soykırımları düşünelim. Bırakın Müslüman olmayı insan olmanın bile gereğini yapamadığımız, zalime söz geçiremediğimiz günlerde zaten bir yanımız hep kırık. Bir de Allah’ın emrine karşı gelerek kaybedenlerden olmayalım.

Bütün bu olumsuzluklar bir yana Anadolu’nun ilçelerinde, köylerinde yaşananlar umudumuzu yeşertiyor. Günlerdir ramazan ve bayram hazırlıkları yapılıyor. Komşular bir araya geliyor. Mahallede ihtiyaç sahibi olan ailelere gösterişten uzak yardımlar yapılıyor.

Ve hâlâ bayramlık ayakkabılarını yastığının yanına alıp uyuyan çocuklarımız var. Şükürler olsun ki var.

Bayramınız Bayram Ola!

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
Sayfa: [1] 2 3 ... 10