Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Yaşar Değirmenci / Ölçülerimizi Sâbitelerimizi Bilelim Yaşayalım
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 08:18:21 ÖÖ »


Ölçülerimizi Sâbitelerimizi Bilelim Yaşayalım

Milletin, ümmetin, insanlığın derdiyle dertli Müslüman olalım!

Dinimiz İslâm’ı, kitabımız Kur’an-ı Kerim’i, Peygamberimizin Sünnetini sahih kaynaklardan öğrenelim, öğretelim. Bunu yapmadığımız, dikkat etmediğimiz takdirde dinimizin sabiteleri ile değişkenleri yer değiştirir. Böyle olunca da ibâdetler âdetleşir, âdetler ibadetleşir. Birbirinin yerine otururlar.

Bu yapılanlara “edilleyi şer’iyye’ye uyma yerine yetiştiği zemine/ortama uyunca, onların koyduğu ölçüler; dinimizin koyduğu (Allah ve Resulü’nün ölçüleri) yer değiştirince her kafadan bir ses çıkar. Karışıklık, hercümerç, sıkıntılar, fitneler baş gösterir.

Fıtratı bozmaya çalışmadan, zulme giden yolu açmaktan, yangını söndürme yerine çıkarılan fitne ateşine odun taşımaktan hiç geri durulmaz. Peygamberimizin şu uyarısı da dikkate alınmaz. “İnsanlar zalimin zulmünü görür de ona engel olmazsa, Allah’ın onları genel bir azaba uğratması kaçınılmazdır.”

İslâm, insanların toplumsal statülerine önem vermez. İslam katında ülkelerin, milletlerin, dünya çapındaki gücünün bir değeri yoktur. Adaletin hizmetinde olmayan güç, büyük bir zulüm aracıdır. İslam, Müslümanlardan düşmanlarının haklarının da tanımalarını, dostları haksızlık yaptığında buna karşı çıkmalarını ister. İslam nazarında güzel olan, bütün milletler için güzeldir. İslam nazarında çirkin olan, bütün milletler için de çirkindir. Ortak paydamız ilahi ölçülere dayanarak olması gerekir. Ölçüler dinin sabitelerine dayandığı gerçekleşirse Müslümanların ortak paydası olmuş olur. İslam evrensel bir ailenin adıdır. İslam bireylerin bencilliğini hoş görmediği gibi toplumların da milletlerin de bencilliğini hoş görmez. Bireylerin, toplumların ve milletlerin bencilliği adalet duyurusunu yok eder.

İlahi iradenin temel gayesi insanlık çapında hak ve adaletin kurulmasını sağlamaktır. İslam bireysel ve sosyal bütün hakları güvence altına alır.

İslam bütün bireylerin birbirlerine karşı karşılıklı yükümlülükler ve sorumluluklar taşımasını ister. Müslüman bireyler birbirlerine karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmezlerse toplum yozlaşır, bozulur. Eski tabirle tefessüh eder. İslam’a davet, İslam’a çağırmak, insanı insanlığa ve fıtrata çağırmaktır.

İslam ailesinin adı ümmet’tir. Ümmet bir inanç topluluğu kadar aynı zamanda da birbirinin derdini dert edinen, üzüntüsünü, sevincini paylaşan, aynı zamanda siyasi düşünceleri, görüşleri olan bir topluluk. Bakara 143. Ayette, “Biz doğru yolu gösterdiğimiz gibi, sizi de, Kur’ân’ı bilen ve bütün insanlara tebliğ eden, çözüm getiren, güvenilir örnek önderler ve doğruları konuşan şâhitler olmanız, ilâhî hükümleri icraya, ülkeyi imara, dünya düzenini kurmaya, sağlamaya memur tek yetkili Resulün, Muhammed’in de Kur’ân’ı tebliğ eden, çözüm getiren güvenilir örnek önder, doğruları konuşan şâhit olması için sizi mûtedil, âdil, hayırlı, makul, seçkin, ahlâkî değerleri, itidali ve adâleti belirleyici güç kabul eden açık bir toplum, bir millet haline getirdik…” (Burada, ‘vasat ümmet’ten kasıt nitelik anlamında bir ‘orta’lıktır. Bunu da en güzel “denge” ifade eder. Bu vurgu, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta dengenin bozulduğu îmâsını içerir. Şehîd “tanık” anlamına, “hayatını imanına şahit kılan ve çağına şahit olan” anlamına geldiği gibi; “örnek, model” anlamına da gelir. Ümmetin “şehîd” olması; insanlığın imanına şahit olan ve insanlığı imanına şahit kılan ana yürekli toplum olması demektir. İmam ümmetin mânevî annesi, ümmet insanlığın mânevî annesidir.

Allah imanda sebatınızın, sadakatinizin, imanınızın eseri olan amellerinizin karşılığını yok etmez, kaybetmez. Allah insanlara karşı çok şefkatli, engin merhamet sahibidir.)

İslam ailesi bünyesinde fikri, kültürel bir birlik sağlanamadan hiçbir zamanda ümmet bilinci, şuuru birlik sağlamaz. Bizler Müslümanlarız. Aynı zamanda da Müslümanların en önemli vasfı ihsan sahibi olmaktır.

İhsan sahibi olmak; cömert, bağışlayıcı, affedici, yardımsever, dayanışmacı bütün bu özelliklerin taşınması demektir. İhsan sahibi olmak aynı zamanda da bencil, cimri olmamaktır. Olumsuzlukları barındırmaz hiçbir zaman. Müslümanın; kaliteli, seviyeli hâli etkiler. Derinlikli, yoğun ve çok yönlü düşünür. Bu sebepledir ki biz Müslümanların hayatını ‘laik bakış açıları’ ile kuşatılamayacağı göstermelidir.

İslam ilahi iradenin, insan hayatının bütün safhalarına yansıtılmasını, yaşanmasını, yaşatılmasını ister. İslam hayatın bütün yönlerine açıktır. Bu bakımdan Müslümanlar İslam’ı yalnızca ibadetleriyle sınırlandıramaz. Sadece ibadet eşittir İslam değildir.

İslam ibadeti de içine alır. Sahabeler arasında müfessir olarak bilinen İbni Abbas’ın buyurduğu gibi “İslâm; akait- ahlak-ibadet-muamelat olmak üzere dört cüzdür.” Bizim için hayatın bütün safhalarında bir Müslüman gibi davranmak esastır. Yani İslam’ı caminin, mescidin dört duvar arasına, hitap eden bir din olarak görmek yanlıştır. Bu din sosyal, kamusal, bireysel vs. bir sürü özellik taşır. Gayri müslim insanlar; İslam’ın insana verdiği değerle ve İslam nizamının topyekûn hayata kattığı anlamla buluştukça İslam’da karar kılıyorlar. Ya biz?! Dindar olarak bilinenlerin hayat tarzlarında İslam’ı yaşamadıkları için yaptığı yanlışları, dikkatsizlikleri, haram/helâl hassasiyetlerini kaybedişleri, safını Mümin şahsiyet ve kimliğinde gösteremeyişleri yüzünden insanımızın İslâm’dan uzaklaştırmalarına sebep oluyor. Hep verilen örnek de İslam ülkelerinin durumu. “İslâm ülkeleri yok, Müslümanlar var” dememizin de faydası olmuyor.

Her hâl ve şartta İslâm’ı yaşayalım, yaşatalım. Hayat tarzımızın İslâm olduğunu da “örnek Peygamberimiz”in örnek ümmeti olarak gösterelim. Peygamberimizin savaş esirlerini sahabeyi kirâmın yanlarına yerleştirerek onların Müslüman olmalarını sağladığını da unutmayalım. Bugün hangi Müslüman tutum ve davranışlarıyla dinden uzak insanları dinimizle buluşturamayışlarıyla dertlensin, kafa yorsun. Kısaca; Dertlerimiz, Allah yolunda davet olsun. Böylesi bir dert ile dertlendirdiği için Rabbimize hamdü senalar edelim.

Yaşar Değirmenci.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
2
Sağlık / Polen Alerjisi
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 08:09:30 ÖÖ »


Polen Alerjisi

Baharın güzellikleriyle mücadele etmek zorunda kalan milyonlarca insan, alerji semptomlarıyla başa çıkmak için çeşitli önlemler almak zorundadır.

Ancak, hayatınızı polen alerjisiyle savaşarak geçirmek yerine, doğayla uyum içinde yaşamayı öğrenmek mümkündür.

İşte polen alerjisiyle başa çıkmanın bazı yolları:

Polen seviyeleri mevsimlik olarak değişiklik gösterir.

Bu nedenle, polenin yoğun olduğu zamanları takip ederek dışarıda geçireceğiniz zamanı planlayabilirsiniz.

Polen yoğunluğunun en düşük olduğu sabah saatlerinde açık havada aktivitelerinizi gerçekleştirmek daha az semptom yaşamanıza yardımcı olabilir.

Dışarı çıkarken gözlerinizi, burnunuzu ve ağzınızı polenden koruyan bir güneş gözlüğü ve bir maske takmak önemlidir.

Ayrıca, uzun kollu ve uzun pantolonlu giysiler giymek ve saçınızı sıkı bir şekilde toplamak da polenin cildinize ve saçınıza temasını azaltabilir.

Evde polen miktarını azaltmak için düzenli olarak temizlik yapmak önemlidir.

Pencereleri kapalı tutmak, polenin içeri girmesini engeller.

Halıları ve kumaşları düzenli olarak temizlemek, polenin ev içinde yayılmasını önler.

Evdeki hava temizleyicileri ve filtreler, poleni azaltmaya yardımcı olabilir.

Özellikle uyurken kullanmak, gece boyunca temiz bir hava solumanıza olanak tanır.

Bahçenizde veya evinizde bitki yetiştirirken, polen yayıcı bitkilerden kaçınmak önemlidir.

Düşük polen üreten bitkileri tercih etmek alerji semptomlarını azaltabilir.

Polen alerjisi semptomlarını hafifletmek için over-the-counter ilaçlar mevcuttur.

Ancak, semptomlarınızı yönetmek için en uygun tedaviyi belirlemek için bir doktora danışmak önemlidir.

Doktorunuz size antihistaminikler, burun spreyleri veya alerji aşısı gibi tedaviler önerebilir.

Polen alerjisi, baharın güzelliklerini yaşamayı zorlaştırabilir, ancak yukarıdaki önlemleri alarak semptomları azaltabilir ve doğayla uyum içinde yaşayabilirsiniz.

Unutmayın, herkesin alerji semptomları farklıdır, bu nedenle en iyi tedavi yöntemini bulmak için doktorunuza danışın.

Allah'a emanet olun ...

Mustafa Ceylan.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
3


İyiliğe ve Cömertliğe İlk Önce Evlerimizden Başlayalım

Bizim dinimiz, İnancımızı ilk önce evlerimize hâkim kılmayı, tebliğe, davete ve örnekliğe ilk önce evlerimizden başlamayı emreden bir din olduğu gibi iyilikte, cömertlik ve infakta da ilk önce evlerimizden ve ailelerimizden başlamayı emreden bir dindir.

Efendimiz (S.A.V.) bir gün sadaka vermenin, infakın ve cömertliğin öneminden o kadar bahsetti ki, orada bulunan herkes bir şey vermek istedi. Herkesin bir şeyler verdiği gören ve yeni Müslüman olmuş bir bedevi de mecburen kendisini bir şeyler vermek zorunda hissetti. Çok fazla bir şey vermek istemediği için de Efendimize (S.A.V.) benim sadece bir dinarım var Ya Rasûlallah dedi. Efendimiz (S.A.V.), “O zaman onu kendine tasadduk et” dedi. Yani kendine harcadığının da bir sadaka olarak yazılacağını söyledi.

Bu durum, adamın çok hoşuna gitti. Peki, Ya Rasûlallah ya bir dinarım daha varsa dedi. Efendimiz (S.A.V.) tebessüm ederek, “O zaman onu da çocuklarına tasadduk et” dedi. Bu durum adamı daha da sevindirdi.

Çünkü hem parasını kendine ve ailesine harcıyor hem de sadaka sevabı elde ediyordu. Bu durum onun hem yeni gönderilen dine hem de Peygamberimize bakışını değiştirmişti. Ve bir anda dayanamayarak benim bir dinarım daha varmış Ya Rasûlallah dedi. Bu sefer de Efendimiz (S.A.V.), “Onu da eşine tasadduk et” dedi.

Efendimizin (S.A.V.) dini kolaylaştıran ve dine karşı kalpleri ısındıran ve tüm iyiliklere ilk önce aileden ve yakınlardan başlatan bu üslubu ve metodu sayesinde adeta sadaka vermek için can atan birine dönüşen adam, biraz da mahcup bir şekilde benim bir dinar daha varmış Ya Rasûlallah dedi. Bunun üzerine Efendimiz (S.A.V.), “Onu da hizmetçilerine/yakınlarına infak et” diye buyurdu.

Az önce sadece bir dinarı olduğunu söyleyen adam, ashabın hayretli bakışları arasında herhâlde bir dinarım daha var deyince Efendimiz (S.A.V.) tebessüm ederek, “Artık onu da nereye vereceğini sen daha iyi bilirsin” diye buyurdu. (Ebu Dâvud, Zekât 45, (1691)

Evet, bu böyledir. Kolaylaştırıcılık ve kalpleri fetheden bir üslup, en cimri insanları bile bir anda dünyanın en cömert insanlarına dönüştürebilir. Cömertliğin en güzeli de aile reislerinin evlerinde ailelerine karşı sergiledikleri cömertliktir.

Eğer ailemize dinimizi ve davamızı benimsetmek ve sevdirmek istiyorsak iyilik yapmaya ve cömertliğe ilk önce aile fertlerimizden ve yakınlarımızdan başlayalım.

Bir kimse ne kadar ilim sahibi olursa olsun, ibadetlerine ne kadar dikkat ederse etsin, İslami çalışmalarda ne kadar yoğun olursa olsun imkânı olduğu halde eşine, çocuklarına ve akrabalarına karşı cimri olanlar asla onların kalplerini fethedemezler.

Sadece malda değil, nezakette, saygıda, ahlâkta, merhamette, affedicilikte, sabırda, vefada ve yumuşak üslupta eşine ve ailesine karşı cimrilik yapanlar, insanları dinden ve dindarlıktan soğutan etkenler listesinde yer almaktan kurtulamazlar.

Bir partide, bir vakıfta, bir tarikatta, bir cemaatte veya herhangi bir İslami çalışmada üye kazanmak, insan kazanmak, oy kazanmak, destek kazanmak için dünyanın en iyi kalpli, en nazik, en cömert, en ahlaklı ve en iyiliksever insanları olarak tanınabiliriz.

Ancak eşimize, çocuklarımıza, anne-babalarımıza ve yakınlarımıza karşı aynı cömertliği, aynı ahlâkı, aynı sabrı ve aynı nezaketi gösteremiyorsak tüm çabamız, iyi planlanmış bir görsellikten ve çift kişilikli bir hayata mahkûmiyetten başka bir şey değil demektir.

Dr. Abdülaziz Kıranşal.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
4


Osmanlı’nın Çöküşü ve Kutsal oprakların Bizden Kopmasında Nüfus Azlığının Etkisi

Yıllar önce Üstad Sezai Karakoç merhum, Türkiye’nin küresel güç olma yolunda ilerlediği yönündeki değerlendirmelere ilişkin görüşlerini açıklarken bir konuşmasında demişti ki: "İslam dünyasından herhangi bir devletin küresel bir güç olabilmesi için en az Hindistan büyüklüğünde olması lazımdır. Türkiye'nin küresel bir güç olması için ne ekonomisi ve ne de nüfusu müsait."

Evet bugün bile nüfus en önemli güç kaynağı. Özellikle Avrupa kültürünün egemen olduğu ülkelerde azalan ve yaşlanan nüfus o ülkeler için şu an en büyük sorun haline gelmiş durumda. Osmanlı Devleti de birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde çok büyük bir Müslüman nüfus sorunu ile karşı karşıya idi.  Sultan İkinci Abdülhamid’in 1893'te yaptırdığı nüfus sayım sonuçlarına göre Osmanlı Devleti’nin sayım yapılabilen topraklarında yaşayanların sayısı yaklaşık 18 milyon kişi idi.  Sayım yapılamayan topraklardakiler de eklenince bu sayı 39 milyon civarına çıkıyordu. Ancak daha sonra yaşanan savaşlar ve toprak kayıpları sonucu İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yılına gelindiğinde bu rakam 23 milyon seviyesine gerilemişti. Bu nüfusun yaklaşık 17 milyonu bugünkü Türkiye sınırları dâhilinde 3,5 milyon civarında Hicaz, Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin'de, 2,5 milyon kadarı ise bugünkü Irak topraklarında yaşıyordu.

Esasen bu kadar az nüfus ile bu kadar büyük bir vatanı korumak oldukça güçtü. Bir de Osmanlı Devleti farklı milletlerden farklı dinlerden oluşan bir yapıya sahipti.

Yer altı zenginlikleri açısından zengin ve geniş bir coğrafyaya yayılmıştı. Bu topraklar emperyalist devletlerin iştahını kabartıyordu. Sanayi Devrimi’nin ardından hammaddeye özellikle de petrole olan ihtiyaç nedeniyle Osmanlı toprakları Emperyalist devletlerin iştahını kabartıyordu. Zira o gün bilinen petrol kaynaklarının üçte ikisi Osmanlı topraklarında idi. 

Osmanlı Devleti, 1450’den 1900’e kadar zamanının %61’ini savaş meydanlarında geçirdiğini düşünürsek bu coğrafyada var olabilmenin nüfusa ne denli ihtiyaç duyduğunu daha iyi anlarız.

Bu nüfus Batı Trakya’dan Basra Körfezi’ne ve Yemen'e kadar uzanan geniş Osmanlı coğrafyası için çok azdı. O günlerde dünya nüfusu ise bir milyar beşyüz milyondu. 

Bu birbuçuk milyar dünya nüfusunun üçte biri de Osmanlı’nın can düşmanı İngiltere’nin idaresi altındaki devletlerde yaşıyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında Osmanlı'ya karşı bizzat savaşan devletlerden İngiltere 461 milyon, Rusya 181 milyon, Fransa 84 milyon, İtalya 38 milyondu. Bu devletlere destek veren ABD ve diğer müttefiklerini saymasak dahi bu dört devletin nüfusu toplamda 764 milyon ediyor. 

İngiltere’nin asker sayısı 9 milyon, Fransa'nın 8,5 milyon, İtalya'nın 5 milyon, Rusya’nın ise 12 milyondu. Diğer düşman unsurlarını katmasak bile sadece bu dört devletin toplam asker sayısı Osmanlı nüfusunun çok çok üzerindeydi. Osmanlı’nın ittifak yaptığı Almanya’nın nüfusu 79 milyon, Avusturya – Macaristan İmparatorluğu 55 milyon, Bulgaristan 5 milyondu. Görüldüğü gibi müttefik olduğumuz devletlerin nüfusları da kendi ülkelerini savunmaya yeterli ama böylesine bir dünya savaşını sürdürme için çok yetersizdir.   

Osmanlı’nın elinde tutmak için bütün gücünü seferber ettiği kutsal bölgelerde ise askeri yok gibiydi. Birinci Dünya Savaşı başladığında Osmanlı ordusunun Mekke-i Mükerreme’de 1.200; Medine-i Münevvere’de 3.500 ve Cidde’de 2.600 askeri bulunuyordu. Nitekim Hicaz bölgesinde İngilizlerin çıkarttığı isyanları bastırmakta bu kadar az askeri birlikler yetersiz kaldı ve isyan bastırılamadı. 400 yıl boyunca hizmet ettiğimiz bu kutsal beldeden 1916 yılında yani savaşın bitiminden 2 yıl önce Mekke-i Mükerreme’den çekilmek zorunda kaldık.  Medine-i Münevvere’yi ise Hicaz demiryolunun zaman zaman sağladığı ikmal sayesinde 10 Ocak 1919 tarihine kadar elimizde tutmayı başardık.

Asker kıtlığı sadece Hicaz bölgesi ile sınırlı değildi. Osmanlı orduları daha çok payitahtın korunmasına önem verdikleri için güney cephelerine gerekli insan ve teçhizat kaynağı ayıramıyordu. Filistin, Suriye ve Irak cephelerinde oluşturulmuş olan ordularda daha çok Osmanlı subayları komutasında yerel halk yer alıyordu.

Ancak onların sayısı da askeri teçhizatın yetersizliğinden öte sayıca dahi çok büyük ordularla saldıran düşman kuvvetlerinin karşısında yetersiz kalıyordu. Buna rağmen Osmanlı orduları çok büyük kahramanlıklarla savaşmış, dört yıl süren savaş boyunca vatanı savunmuştur. İngilizlere karşı Kutul Amare gibi büyük bir savaş üç-beş Osmanlı subayının Irak halkından oluşturduğu birliklerle kazanılmıştır. Ama mevzii olarak kazanılan bu savaşlar devasa insan gücüne ve ekonomik kaynaklara sahip düşman kuvvetlerine karşı ancak 4 yıl sürdürülebilmiştir. Bu esnada kazanılan Çanakkale, Kutul Amare, Gazze savaşları da neticeye etkili olamamıştır.  Müttefikimiz Almanya savaştan çekilince Osmanlı, savaşı bırakmaktan başka seçenek bulamamıştır. 

Neticede bir oldubittiye getirilerek sokulduğu bu savaş sonrası Osmanlı Devleti 700 bin askerini şehit vererek sürdürdüğü bu ümitsiz mücadeleden büyük bir hüsranla ayrıldı. Osmanlı çöktü, Hz. Ebubekir’in (R.A.) halife seçildiği 632 yılından itibaren 1292 yıl korunan halifelik kaldırıldı. Kudüs, Yahudilerin eline geçti. Filistin toprakları Yahudilere yurt yapıldı. O gün bu gündür yüzümüz gülmedi. Sözde özgürlüğüne kavuşmuş olan İslam ülkelerinin gerçekte nasıl Batılı emperyalist ülkelerin uşağı olduklarını son Gazze direnişi apaçık ortaya çıkardı. O günkü Osmanlı topraklarından çıkarılan ve bugün dahi dünya petrol ihtiyacının yüzde ellisini karşılayan kaynakların yüz yılı aşkın bir zamandır emperyalist devletlerin, uluslararası Yahudi sermayesinin sahip olduğu şirketlerin zenginliklerine zenginlik katmaya devam ediyor.

O günlerden bu günlere gelirsek bugün de bir Siyonist proje olan Avrupa Birliği safsatasıyla ülkemizde çıkarılan kanunlarla aile darmadağın edildi. Lutilik, zina, her türden ahlaksızlık, müstehcenlik kanun koruması altına alınıp meşrulaştırıldı. Ekonomik darboğaz oluşturularak evlilikler zorlaştırıldı. Kadınlara sınırsız hürriyet, beyanının tek başına delil kabul edilmesi, kocanın en ufak bir tartışmada evden uzaklaştırılması, karı-koca arasında çıkan en küçük bir tatsızlıkta kocaya hapis cezası verilmesi, sınırsız nafaka gibi zulüm ve zorba kanunlarla evlilik yapma genç delikanlılar için bir kâbus haline getirildi. Nitekim geçtiğimiz yıl yapılan nüfus sayımında Türkiye’nin nüfusunun çok sert bir şekilde düştüğü tesbit edildi. Ortodoks Rusya, Lût Kavmi’ni helak eden oğlancılığı yani LGBT’cileri terör örgütü olarak kabul eden bir yasa çıkardı. Zira bugün Rusya’da 17 milyon kilometrekarelik koca bir coğrafyada 145 milyonluk azıcık bir nüfusla var olma savaşı veriyor. Biz hala neyi bekliyoruz?

Bu konuda Erzurum Mebusu Salih Efendi’nin “İzdivaç Kanunu Teklifleri” başlıklı 1921 yılında TBMM’ye sunduğu kanun teklifi yol gösterici olabilir.

Mustafa Kasada.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
5
Yetenekli Kalemler / Annelerimiz
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:44:25 ÖÖ »


Annelerimiz

 “Bana okuduğum kitapların en güzelinin hangisi olduğunu sorarsanız, söyleyeyim: Annemdir.”

Aklımıza gelebilen en anlamlı ve değerli vasıfları sıralasak da “anne” kelimesinin içerdiği ve taşıdığı önemi anlatmamız yetersizdir. Çünkü annelik erişilmesi, anlaşılması ve anlatılması çok zor, fakat en zevkli, nadide bir sanattır.
 
Anne, yüreğinde biriktirdiği bu güzelim hasletleri yaşatabilmek için, hayatın kendisine ördüğü engelleri de aşmak zorundadır.
 

Evi çekip çevirme geçim sıkıntısı, eşiyle uyumlu ve sağlıklı bir yuva kurabilmenin mücadelesi, çocuklarını koruyup kollama rolünün ağırlığı, hayata hazırlama telaşı, kaynana, görümce çekişmeleri, komşuluk ilişkileri vb. sorunlar da annenin yüreğindeki onulmaz yaralardır.
 
Hani derler ya; “Yuvayı dişi kuş yapar...”
 
Anneler için bu söylem de az gelir. Aslında bir erkeği saygılı, itibarlı, ayaklarının üzerinde durabilen ve işinde başarılı kılan da annedir.
 
Çoğu anne, eşinin pazar harçlığı diye zoraki verdiği cüzi paradan gıdım gıdım biriktirerek, eşinin zor anında, paraya zorlandığında getirerek eline sıkıştırır. Bir erkek başarısını kendinden sanarak sakın övünmesin. Bu başarının mimarı inanın ki hanımıdır. Çoğu zaman babaların yapması gereken işler de anneye havale edilmektedir. Çocukların eğitimi, veli toplantıları, oyun oynamaları, ödevlerine, proje hazırlamalarına yardım, gözlem, kitap okuma vb. bunlara örnek verilebilir.
 
Babadan yeterince yardım alamayan anneler ise yalnız ve çaresizdir bu sorunlarla baş etmede. Yine de o, çocuğunu itinayla besler, üstünü başını giyeceklerini, yiyeceklerini eşyalarını özenle seçer yıkar ütüler. Zaman ayırarak odasını toplar, temizler, gezdirir, isteklerini karşılar.
 
Okula hazırlar, öpücüklerle uğurlarken de harçlığından mutfağından kestiği bir miktar parayı evladının cebine koymadan edemez.
 
Dertlerini dinler, moral verir, teselli eder. Üzüntülerine, acılarına, can sıkıntılarına, tebessümle, tatlı söylemlerle, okşamalarla merhem olur, mutlu olmasını sağlar.
 
Seyfettin Karamızrak

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
6


Allahü Teâlânın Gazabı Günahlar İçinde Saklıdır

Günahtan sonra hemen tövbe etmek farzdır. Tövbeyi geciktirmek de, bu günahı işlemekten daha büyük günahtır.

Tövbe edebilmek, Hak teâlânın büyük nimetlerinden biridir... Tövbe ve istiğfar, kalp ile, dil ile ve günah işleyen âzâ ile birlikte olmalıdır. Kalp pişman olmalı. Dil ile dua etmeli, yalvarmalı. Âzâ da günahtan çekilmelidir.

Şartlarına uygun yapılan tövbe mutlaka kabul olur. Tövbenin kabul edileceğinde şüphe etmemelidir. Tövbenin şartlarına uygun olup olmamasında şüphe etmelidir.

 Her Müslüman, günah işlemekten çok korkmalıdır. Ufak bir günah işlediğinde tövbe ve istiğfar etmesi, yalvarması lazımdır. Günahları, büyük günah ve küçük günah diye ikiye ayırmışlar ise de, küçük günahlardan da, büyük günah gibi kaçınmak, hiçbir günahı küçümsememek gerekir. Allahü teâlânın gazabı, günahlar içinde saklıdır. Küçük sanılan bir günah, Allahü teâlânın gazabına sebep olabilir. Tövbe edilmeyen herhangi bir günahtan  dolayı azap edebilir.
 
Allahü teâlâ ile kul arasında olan, kul hakkı bulunmayan günahların af olması için, gizlice tövbe etmek kâfidir.

İşlenen günahta kul hakkı varsa, bunlara tövbe etmek için, o kulu hoşnut etmek, razı etmek de lazımdır.

Günahtan sonra hemen tövbe etmek farzdır. Tövbeyi geciktirmek de, bu günahı işlemekten daha büyük günahtır. Bu günah, her gün bir misli artar. Bunun için de ayrıca tövbe etmek lazımdır. Bir günahın tövbesi yapılınca, bunun tövbesini geciktirme günahlarının hepsi af olur. Farzı yapmamanın tövbesi, ancak kaza etmekle sahih olur. Her günahın affı için, kalb ile tövbe etmek ve dil ile istigfar etmek ve beden ile kaza etmek lazımdır.
 
Tövbeyi geciktirmemelidir. Bir hadis-i şerifte, (Helekel müsevvifûn) yani (Sonra yaparım diyenler helâk oldu) buyuruldu. Bu, (Dinin emir ve yasaklarını sonraya bırakanlar helak oldu) demektir. Lokman Hakîm oğluna nasihat ederek "Oğlum, tövbeyi yarına bırakma! Çünkü ölüm ansızın gelip yakalar) dedi.

İmam-ı Mücahid de şöyle buyurdu: "Her sabah ve akşam tövbe etmeyen kimse, kendine zulmetmiş olur."

İslam âlimlerinin büyüklerinden Muhammed Masum hazretleri, Mektubat adındaki kitabında buyuruyor ki:

"Dertlerin, belaların gitmesi için istiğfar okumak çok faydalıdır. Çok tecrübe edilmiştir. Hadis-i şerifte (İstiğfara devam edeni, çok okuyanı, Allahü teâlâ dertlerden, sıkıntılardan kurtarır. Onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır) buyuruldu." [c.2, m.80]
 
Muhammed Osman Müceddidî “rahmetullahi aleyh”, çeşitli duaları anlatan Fevaid-i Osmaniyye adındaki kitabında şöyle buyuruyor:
 
"İstiğfar, insanın her murada, afiyete kavuşmasına vesile olur. Şifa için, tövbe etmeli, istiğfarı çok okumalı. Bütün dertlere, sıkıntılara karşı faydalıdır. Çünkü Allahü teâlâ, istiğfar okuyanların imdadına yetişir."

Salim Köklü.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
7
Vehbi Tülek / İhlâs Hiçbir Amelini Beğenmemektir
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:30:52 ÖÖ »


İhlâs Hiçbir Amelini Beğenmemektir

"Sabır; şikâyeti terk etmek, belâlara zevk alarak rızâ göstermektir."

 Rüveym bin Ahmed hazretleri meşhur velîlerdendir. Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin arkadaşı idi. Bağdât'ta doğdu. İdrîs bin Abdülkerîm el-Haddâd'dan kırâat ilmini öğrendi. 915 (H.303) târihinde Bağdât'ta vefât etti. Buyurdu ki:
 
"Allahü teâlâ rızâsını tâatte, gazabını mâsiyette (O'na isyân etmede) saklamıştır."
 
"Allahü teâlâdan râzı olmak demek, O'ndan gelen bütün belâ ve elemlerden zevk almaktır."
 
"Allahü teâlâ, söz ve amel kuvvetini verdikten sonra, senden konuşma kuvvetini alsa, ameli bıraksa hiç üzülme! Çünkü bu senin için bir nîmettir. Zîrâ konuşmada âfet ve ziyan çok olur. Maksat, Allahü teâlânın istediği iş ve ibâdetleri yapmaktır. Eğer ameli alıp, sende konuşmayı bırakırsa, bağırarak ağla ki, senin için büyük bir musîbettir. Eğer ikisini birden alırsa; senin için dert, kötülük ve büyük bir yaradır."
 
"Sabır; şikâyeti terk etmek, belâlara zevk alarak rızâ göstermektir."
 
"Fütüvvet; din kardeşlerinden gördüğün eziyetlere sabretmen ve onları affetmendir."
 
"İhlâs; ameline bakmamak, yâni hiçbir zaman amelini beğenmemektir."
 
"Bir kimse âlimler ile oturup, onların bildiği bir şeye muhâlefet etse, Allahü teâlâ o kimsenin kalbinden îmân nûrunu alır."
 
"Sırrını muhâfaza etmek, kalbini kötülüklerden korumak ve farzları edâ etmek, Allah'a yakın olanların vasıflarındandır."
 
"Zühd; dünyâyı küçük görüp, onun sevgisini kalbden silmektir."
 
“Amellerde mütâbeat, yâni Resûlullah’a ve getirdiklerine uymak; uzuvları, O’nun yasak ettiği ve mekruh buyurduğu işlerden, söz ve fiil olarak uzak tutup bağlamak, faydasız meclis ve toplantılara gitmemektir. Tâlibi, Hak’tan meşgûl edip alıkoyan her şey, o vaktin mâlâyânîsi, yâni faydasızı, boş şeyi demektir. Bâtılların sohbetinden, arkadaşlığından kaçınmalıdır. Hakk'ı istemeyen ise, hakîkatte bâtıldır.”
 
“Bir gün Emîr-ül-Müminîn hazret-i Ali; 'Ben hiç kimseye aslâ iyilik ve kötülük etmedim' buyurdu. Oradakiler bu söze hayret ettiler ve; 'Ey Emîr-ül-müminîn, belki sizden hiç kimseye karşı bir kötülük meydana gelmiş değil, ama iyilik için ne buyurursunuz?' dediler. Buyurdu ki:

'Allahü teâlâ, Câsiye sûresi 15. âyetinde meâlen; (Sâlih [iyi] amel eden kendine, kötülük eden de kendine etmiş olur) buyurdu. O hâlde benden meydana gelen her iyilik ve kötülük, aslında benim içindir ve banadır, başkasına değil."
 
Bu sebebledir ki büyükler; “Bu, kişinin iyiliği için yeter” demişlerdir.

Vehbi Tülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
8
E / Ebubekir İpek - Benim Sevdam
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 10:00:30 ÖS »
2013 - Ebubekir İpek - Benim Sevdam 320 Kbps + Wav
8 / 00:00:44:32 / 101,95 MB - 449,15 MB





Ebubekir İpek - Benim Sevdam 2013 - 320 Kbps - Wav (8 / 44:32)
---------------------------------------------------------------------------------------
Ebubekir İpek - 01 Benim Sevdam  04:26
Ebubekir İpek - 02 Hu Allah  04:08
Ebubekir İpek - 03 Gidemedim  05:01
Ebubekir İpek - 04 Uhud  07:04
Ebubekir İpek - 05 Anam  06:54
Ebubekir İpek - 06 Ölüm Vardır  06:00
Ebubekir İpek - 07 İmam Hüseyin  05:42
Ebubekir İpek - 08 Ey Ya Sultan  05:16



Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.

9
Eğitimle İlgili Makaleler / Ahlakî Eğitimde Annenin Önemi
« Son İleti Gönderen: melek Dün, 07:33:28 ÖÖ »


Ahlakî Eğitimde Annenin Önemi

Markette bir anne, küçük kızının elinden tutmuş, aldıklarının ücretini ödemek için bekliyordu. Bilirsiniz market sahipleri, çocukların ilgisini çekecek şekerlemeleri bu kasaların başındaki bekleme alanına yerleştirirler. Böylece çocuklar bu ürünleri görür ve son anda annelerine aldırırlar. Bu ufak kız da aynı tuzağa düştü ve bir çikolataya sarıldı. Annesi ise elinden sertçe çekti, bağırdı ve yerine koydu. Bu sırada annenin ağzından çok feci bir kelime çıktı:

- Seni gidi ş….

Yazmaya hayâ ettiğim bu kelime, ahlakî seviyesi düşük kadınlar için kullanılan hakaret ifadesiydi. Argo kelimeler arasında kadınlar için kullanılan böyle pek çok çirkin sözler var ki, bazı kimseler bunların manasını bilmeden ağız alışkanlığıyla kullanıyor. Hem de kendi öz evladına bile bu iğrenç hakaretleri söyleyebiliyor.

Hâlbuki bu kelimeler, kadını aşağılayan ve zevk metaı olarak görüldüğünü, bu durumunun kaçınılmaz bir durum olduğunu “normalleştiren” ifadeler. Bu sebeple hiç kimse için, hiçbir zaman kullanılmamalı. Hele çocuklar için asla kullanılmamalı.

Ne gariptir ki ülkemizde bu kelimeleri, kız çocuklarını severken veya takılmak için de kullanan bazı bayağı kişiler var. Bu kelimeyi kullananın o çocuğun annesi olması ise tam bir facia!

Çocuklar Sözlerden Çok Etkilenir

Allah-u Teâlâ biz hanımlara çok fazla sorumluluk yüklememiş ki, çocuklarımızı terbiye etmeye zaman ayıralım. Fakat ne yazık ki annelerimizin birçoğu çocuk eğitimi noktasında bilgili değil. Sadece ufak tefe eksikler, hatalar yapmıyorlar, bazen çok büyük yanlışlar da yapabiliyorlar. Çocuklara kötü lakaplar takmak, hakaret ifadeleri kullanmak, asla küçümsememiz gereken bir hata.

Çocuklar anne babaların kullandıkları kelimelerden çok etkilenirler. Çünkü onlar ana dillerini aile içinde ve bilhassa anneden öğrenirler. Ailelerinden duydukları kelimeler onların dünyayı nasıl gördüklerini belirleyecek kadar etkilidir. Annenin herhangi bir şey hakkında kullandığı kelime bile çocukta tesir meydana getirir. Hele kendisi hakkında kullanılan ifade ve hitaplar çocuğun üzerinde çok daha fazla etki yapar.

Çocuklar anne babalarının kendilerine seslenişi ve taktığı isimlerle kendilerine bir rol yakıştırırlar. Anne baba o kelimeyi kullandığı zaman “Demek ki benim böyle olmam bekleniyor,” diye düşünürler. O kelimenin, böyle, manası çok çirkin bir kelime olması halinde çocuk ne düşünür? Bir annenin mutlaka bunu hesaplaması gerekir.

Çocuğun yanında, herhangi bir kadın hakkında bile böyle çirkin ve aşağılayıcı kelimeleri kullanmak çok yanlıştır. Esasen namuslu bir kadına, namusunda bir zaaf varmış gibi bir lakap takmak veya hakaret etmek, ciddi bir kul hakkı ihlalidir. Allah-u Teâlâ namuslu kadınlara iftira atma suçuna hem dünyada hem ahirette büyük bir ceza takdir etmiştir. Böyleyken namus zafiyetini hafif ve basit bir mesele imiş gibi böyle dile dolamak, rastgele kullanmak çok çirkindir.

Bir kız çocuğu namuslu bir kadın hakkında böyle çirkin sözün söylenebildiğini görünce namus konusundaki hassasiyetini kaybeder. Rastgele bir şekilde herkes için böyle çirkin sözlerin söylenebiliyor olması, çocuğun iç dünyasında büyük bir yıkıma yol açar.

Artık o çocuk böyle çirkinliklerden uzak durarak saygın ve itibarlı bir hanımefendi olmanın önemini kavrayamaz. Ahlaki zafiyetleri hafife alır ve basit bir durum olarak görür.

Zaten günümüzde medyada düşük ahlaklı kişileri, normal ve hatta örnek gösteren yayınlar çok fazladır. Bu sebeple toplumda ahlaki düşüklüğe karşı tepki azalmış, bunlar adeta sıradanlaşmıştır. Mesela eğlence yerlerinde vücudunu teşhir ederek, iç gıcıklayıcı şarkılar söyleyip gösteriler yaparak erkekleri eğlendiren kadınlar, sanki cazibeli ve başarılı kadınlar arasında gösterilmektedir. Eğer ailenin de hassasiyeti yoksa bunlar kızlarımıza örnek olabilmektedir.

Birçok anne farkında olmadan sanki o kadınlar örnek alınabilir kişilermiş gibi konuşabiliyor. Mesela “Filanca şarkıcı şu yöntemle zayıflamış. Ben de denedim, gerçekten de onun gibi güzel oldum” ifadeleri kullanabiliyor. Bazen de “Filancanın giydiği kıyafetin modelinde bir kıyafet diktireceğim. O çok yakışmış, hoşuma gitti,” diyor. Çok sık yapılan bir hata da, “Kızımın gözleri filanca oyuncunun gözlerine benziyor, çok güzel,” diyerek, ona benzemeyi bir marifet gibi sunmak.

Bunlar büyüklere göre sakıncası olmayan sıradan sözler. Ama çocuklar iyiyi kötüyü ayırt etme gücüne sahip olmadıkları için, çocuğun bu kişilerin her yönden örnek alınabilir zannetmesine yol açabilir. Hele bir de kızlarımızı severken, hafif meşrep kadınlar için kullanılan çirkin lakapları takarsak, çocuğun bu rolü kendine yakıştırmasına sebep olabilir.

İyiyi Kötüyü Ayırt Etmek İçin

Esasen Allah'ın insan fıtratına koyduğu bazı manevi yetenekler, onun iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırt etmesine, çirkin şeylerden tiksinip rahatsız olmasına imkân sağlar. Tamamen bozulmamış akıl ve vicdanda, çirkin şeylerden hayâ etme ve tepki duyma yeteneği bulunur. Yeter ki biz hatalı konuşmalarımızla o yeteneği köreltmeyelim.

Eğer biz çirkin vasıfları işaret eden lakapları, hafife alırmışçasına veya gülünüp eğlenilecek basit bir meseleymişçesine dilimize alırsak çocuğun bu ahlakî yeteneği körelir. İşte bu sebeple biz anneler olarak çocuklarımızın yanında konuşmalarımıza çok dikkat etmeliyiz. Mesela medyada gördüğümüz, çirkin bir hayat tarzına sahip kişilerin bu yönlerini göz ardı ederek isimlerini zikredip durursak onların şahsında o çirkinlikler normal sayılır hale gelebilir. Bu sebeple kötü örnek olan kişilerin, mümkün olduğu kadar adını ve görüntülerini evimizden uzak tutmalıyız.

Çocukların yanında her sözümüzü ölçüp tartarak konuşmalı, çocuğun vicdanında çelişkiye sebep olacak veya hassasiyetleri köreltecek sözlerden kaçınmalıyız. Hatta çocuğumuz bize o kelimelerin manası hakkında soru sorduğu zaman, cevabını verirken bile o kelimeleri ağzımıza almak istemediğimizi söylemeliyiz. Böylece bunlara karşı tepki ve hassasiyetlerini korumalıyız.

Anneler Örnektir

Anneler farkında olmadan çocuklarının kimi seveceğine, kime benzemek isteyeceğine rehberlik eder. Çünkü çocuklar duygu yönetimi konusunda annelerden çok etkilenir. Severken “Allah için sevmek” tepki duyarken “Allah için tepki duymak” Allah sevgisinin bir gereği ve alametidir. Mutlaka çocuklarımıza bu özellikleri kazandırmalıyız.

Bir annenin kızına vereceği eğitimde kendi örnekliği çok önemlidir. Çünkü kızlar küçük yaşlarda anneyi taklit ederler. Annenin evde kocasına karşı bakımlı, hoş geçimli, nazik ve sevecen olması; dışarıya çıkarken ağır başlı, ciddi, saygın bir giyim ve tavır içinde olması kızına güzel örnek teşkil eder.

Kızlar büyüdükçe annelerinden başka kadınları da yakından tanımaya başlarlar. Mesela anaokulunda ve ilkokulundaki bayan öğretmenler kızlarımızın bütün gün muhatap olduğu yetişkin kadın modelidir. Bunların kişiliklerine ve örnek teşkil etme yönlerine dikkat etmek gerekir.

Unutulmaması gerekir ki, insanın nefsanî yönü kötü örnekleri taklit etmeye eğilimlidir. Çocuklarımız da henüz iyiyi kötüden ayırt etme gücüne sahip olmadıkları için kötü örnekleri daha cazip bulabilirler. Sonuçta çocuklar ahlaki incelikleri anlayıp takdir edebilecek bir bilgiye sahip değildirler. Bu sebeple çocuklarımızı kötü örneklerden olabildiğince korumamız uygun olur.

Elbette bugün bizler çocuğumuzu bütün olumsuz örneklerden koruma imkânına sahip değiliz. İster istemez çocuklarımız farklı dünya görüşüne sahip kişilerle karşılaşacak hatta Allah'ın sevmediği hal ve hareketleri adeta bir marifetmiş gibi övünerek sergileyen kişileri de görecek.

Mademki çocuğumuzu kötü örneklerden tamamen koruyamıyoruz o halde onların, iyiyi iyi, kötüyü kötü olarak bilmesine dikkat etmeliyiz. Bunun için de Allah'ın lanetlediği çirkin şeylere karşı kalbinde bir tepki olması, bunları normal şeyler gibi görmemesi konusunda hassas olmalıyız. Çocuklar iyiyi iyi, kötüyü kötü bildikten sonra kötü örneklerle karşılaşsa bile onların kendisine örnek olamayacağını anlar.

Kızlar Kendini Sevdirmek İster

Kız çocukları yaratılış olarak sevgi ve beğeni kazanmaya meyillidir. Esasen bu meyil kötü de değildir. İnsan kendini sevdirme isteği sayesinde kendini yetiştirir, çirkinliklerden kaçınıp güzel davranışlar kazanır. Ama bunun için kız çocuklarımızın kendini beğendirme isteğini yönlendirme konusunda hassas davranmalıyız.

Kızlarımızın kendini sevdirme meylini “Asıl Rabbinin rızasını ve sevgisini kazanmalısın. Bunun yanında helal dairesi içinde eşinin beğenisini kazanman da senin için helal ve faydalıdır. Ama yabancı kişilerin seni beğenmesinden hiçbir fayda yok, aksine dünya ve ahirette çok büyük zararı var. Bu sebeple kendini beğendirmek için gayret edeceğin kişileri doğru seçmelisin,” diyerek doğru yönlendirmemiz çok önemlidir. Bu konuda tutarlı olmaya çok dikkat etmeliyiz.

Anneler bilhassa kız çocuklarının sevgi ve saygısını iyi örneklere yönlendirmelidir. Bunun için de etrafımızdaki takva ehli, temiz ahlaklı, ibadetine devamlı hafız hanımları, sohbet arkadaşlarını, hayırsever hanımefendileri sevmeli ve övmeliyiz. Eğer ufak tefek meseleleri abartarak onların dedikodusunu edersek çocuklarımızın gözündeki değerini kaybetmelerine sebep olmuş oluruz. İmanları ve takvaları hatırına ufak tefek kusurlarını örtüp onları örnek alınacak kişiler olarak göstermeliyiz. Bunun için onlara güzel hitap etmeli, değerini bilmeli, iyi münasebetler kurmalıyız.

Etrafımızdaki iyi örnek olacak kişilerle birlikte zaman geçirmek bizim için de, çocuklarımızın maneviyatı için de çok faydalı olacaktır. Sohbet arkadaşlarımız ilim irfan sahibi, maneviyatlı kişiler olursa onlarla konuşmalarımız da seviyeli olacaktır. Biz sohbet ederken yanımızda oyun oynayan çocuklar da bizden hep doğruları duymuş olacaklardır. Unutmayalım ki çocukların edindiği kültür birikiminin önemli bir kısmı büyüklerini dinlerken duydukları sözlerdir.

Ayrıca çocuklarını iyi yetiştirmiş bu annelerin çocukları, bizim çocuklarımız için en yararlı oyun arkadaşlarıdır. Çocukların kendi aralarında evcilik oynarken büyüklerinde gördükleri hareketleri taklit ettiklerini bilirsiniz. Manevi hayatı düzgün kişilerin çocukları, oyun sırasında bile ailelerinden aldıkları değerleri oyunlarına yansıtırlar. Bu sayede manevi konuların bizim çocuklarımızın da his ve hayal dünyasında yer edinmesini sağlamış olurlar. Ayrıca bizim kazandırmaya çalıştığımız ahlaki vasıfları övüp pekiştirerek eğitimimizin etkisini artırırlar.

Kısacası çocuklarımızın eğitimi basit bir mesele değildir. Bütün bir hayat tarzımızı, konuşmalarımızı, sohbet arkadaşlarımızı, çocuklarımıza güzel bir manevi atmosfer hazırlama gayesiyle düzenlemeliyiz. Çocuğumuzu iyi yetiştirmek için de öncelikle kendimizi iyi yetiştirmeli, ağzımızdan çıkan her bir kelimeye kadar dikkatli olmalıyız.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
10
Yaşayan Hurafeler / Kurşun Döktürmek Neden Caiz Değildir
« Son İleti Gönderen: melek Dün, 07:28:41 ÖÖ »


Kurşun Döktürmek Neden Caiz Değildir

Halk arasında yaygınlaşmış inançlardan birçoğu İslam’dan önceki dinlerden geçmiş uygulamalardır. Bunlardan biri de Türklerin Şaman dininin kalıntılarından biri olan kurşun döktürme inancıdır.

Ekseriyetle kadınlar arasında yaygın olan bu inanç, kişide büyü, nazar, cin çarpması gibi rahatsızlıkların tespitini ve iyileştirilmesini hedefler.

Kurşun döktürme işiyle uğraşan kişiler, kurşun külçelerini eritme kepçesi içine koyup ateşte eritir, sonra geniş bir madeni tas içindeki suya boşaltırlar. Bu işlemi kim için yapıyorlarsa o kişinin başının üzerinde yaparlar. Duruma göre göbeği üzerinde veya evinin kapısının eşiğinde yapıldığı da olur.

Bazen çocukların üzerinde de kurşun dökerler ki, hareketli çocuklar açısından çok tehlikelidir. Çoğu zaman çocuğun üzerine bir kumaş örterler ama çocuğun başına döküldüğü takdirde bu kumaşın onu erimiş madenden koruması çok zordur.

Ayrıca bazı yerlerde kurşun eriyiğini döktükleri sudan kişiye içirmektedirler. Hâlbuki kurşun zehirli ve kanserojen bir madendir. Yine fayda umarak, su içine aniden döktükleri tuhaf şekilli kurşun külçesini üzerinde taşıyan ve bundan medet umanlar vardır. Bu da sağlık için zararlı ve dinen sakıncalıdır.

Kurşun döktürmek eski Türklerdeki kut inancıyla alakalıdır. Türkler Müslüman olduktan sonra bu inançlar cahil insanlar arasında varlığını sürdürmüştür. Bazı kadınlar bunu yaparken “El benim elim değil, Fatıma anamızın eli,” diyerek İslami bir görünüş verirler.

Eski Türklerde bunu ancak kendisinde ocak olan yani eski bir şamanın (ermişin)neslinden gelenler yapabilirdi. Bir şamandan veya onun neslinden gelen birinden izin almadıkça kimse bunları yapamazdı. İzin almaya halk arasında “el almak” demişlerdir. Güya bu işleri yapanlar Hz. Fatıma annemizden el aldıklarını iddia etmiş oluyorlar. Hâlbuki Peygamber efendimizin kızı Hz. Fatıma radıyallahu anhâ asla böyle işlerle uğraşmamıştır.

Halk arasında “Hz. Fatıma’nın eli” diye inanılan tılsım aslında Eski Mısır’lıların şans ve şifa umdukları tanrıçaları İsis’in elidir. Gemiciler ekseriyetle ondan uzakken de onun yardımını görmek için onun elini temsil eden tılsımı kolye olarak boyunlarında taşırlardı. Böylece bu inanç önce Eski Roma’ya, sonra Hıristiyanlara geçmiştir.

Hıristiyanlar bu tılsıma Hz. Meryem’ in eli diyorlardı. Müslümanlar arasındaki cahiller de ona Hz. Fatıma’nın eli dediler. Batıl inançlar bir dinden diğerine geçerken böyle isim değiştirebilir. Aslını araştırdığınız zaman altından şirk inançları çıkmaktadır.

Şirk inançlarında, âlemdeki her varlığın bir ateşi, bir enerjisi ve ruhu olduğu, bunların başıboş ve tesadüfî şekilde etkileşip durduğuna inanılır. Bunun sonucu olarak Eski Türklerde de, insanda “kut” denilen manevi bir gücün olduğuna, bu gücün insanın sağlıklı, mutlu ve şanslı olmasını sağladığına inanılırdı. Eğer nazar ve benzeri nedenlerle kişinin manevi gücü bozulduysa onu böyle bir uygulama ile geri getirmeyi hedeflerlerdi.

Türkler bir dönem ateşe tapan kavimlerle de komşuluk ettiği için onlardan geçmiş inanç ve uygulamaları da almışlardır. Maniheizm inancında da ekseriyetle, ateş iyiliğin ve iyileştirici gücün kaynağı sayılmıştır. Ateşin üzerinden atlama, hastanın ağrıyan kısmına ateşle dağlama, hasta kişinin etrafında tutuşturulmuş bir çaputu üç kere çevirme (alazlama) gibi adetler de bunların devamıdır. Ateşin, büyü ve benzer nedenlerle zayıflamış olan manevi gücü ve şansı iyileştireceğine inanılmaktadır.

Hâlbuki İslam inancımızda hiçbir şey başıboş değildir, Allah'ın yönetimi altındadır. Böyle büyü inancını hatırlatan uygulamalara başvurmak Müslüman’a yakışmaz.

Ne yazık ki bu inançlar hala birçok kişiyi etkilemektedir. Mesela pek çok kişi “Benim kısmetim bağlanmış, uygun bir talibim çıkmıyor,” “Bir türlü işlerim rast gitmiyor,” “Üzerimizde nazar var, ailemizde huzursuzluğa neden oluyor,” diyerek bu durumu böyle batıl inançlarla çözmeye çalışır. Ekseriyetle kurşun dökme işleriyle uğraşan kadınlar, erimiş külçenin aldığı tuhaf şekle bakarak “Bak görüyor musun? Bir düşmanın var, sana büyü yapmış, kısmetini bağlamış,” “Üzerinde kem göz var,” gibi yorumlar yapar.

İslam’da insanın başına gelen iyi ve kötü haller, şansla, iyi ve kötü ruhlarla, perilerle ilgili değildir. İslam itikadına göre insanın başına gelen iyi ve kötü haller Allah'ın ezelde yazdığı kadere göredir. Allah-u Zülcelâl kulunu bazen bir şey vererek bazen de vermeyerek imtihan eder. Verdiği nimetlerin kıymetini bilip şükretmesini, aksi giden işlere de sabretmesini ister. Dünya hayatı asıl hayat değildir, bir imtihan yurdudur. Geçici dünyada bize düşen Allah'ın verdiği her imkânla Allah'ın rızasını kazanmaktır.

Bunun yanında insanın kaderindeki nimet ve imkânlar, kişinin önüne gelen fırsatların kıymetini bilmesi, çalışıp gayret etmesi, iyi niyetli olmasıyla bereketlenir, gelişir. Ne yazık ki birçok kişi önüne çıkan kısmetlerini tepiyor, iş beğenmiyor, kendini dev aynasında görüp aşırı beklentiye giriyor. Sonra da başkalarının elindekine göz dikip kendi nasibine itiraz ediyor.

Bu sırada karşısına çıkan hurafelere inanıp, “Kısmetim bağlanmış, büyü yapılmış,” diyerek suçu başkasını üzerine atmak insanın hiçbir sorununu çözmüyor. Şimdiye kadar üfürükçüler, büyücülerin kapısında gezip de hali daha iyiye gitmiş kimseyi gören olmamıştır.

İslam’da nazar, büyü ve cin inançları vardır ama insanın kaderini bunlar belirlemez. Kurşun dökmek de bunların bir çözümü değildir. Eğer insan bir manevi sıkıntı yaşadığına inanıyorsa, Allah'ın ayetlerini okuyarak O’nun yardımına sığınmalıdır. Kudret ve kuvvet Allah'a aittir, O dilemedikçe hiç kimse fayda ve zarar veremez

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
Sayfa: [1] 2 3 ... 10