Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Allah c.c / Allah’ın Her Emrini Emrettiği Şekilde Yerine Getirmek
« Son İleti Gönderen: KOYLU Bugün, 06:33:07 ÖS »


Allah’ın Her Emrini Emrettiği Şekilde Yerine Getirmek

 Kur’ân-ı Kerim’de, kıssaları haber verilen ve “helâk edildiği sabit olan kavimler”, Allah’a ibadet etmek yerine Tağutlara ibadet eden kavimlerdir. Allah’a ibadet; Allah’ın her emrini, emrettiği gibi yerine getirmektir. Zira ibadette keyfilik olmaz. Dersimizin konusu olan Ayet-i Kerime meâlen şöyledir: “And olsun biz her ümmete şöyle tebliğ yapan bir rasûl görevlendirdik: ‘Allah’a ibadet edin, tağuttan kaçının’. Sonra bunlardan kimini Allah doğru yola iletti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş görün” (En Nahl Sûresi: 36) Allahû Teâla emreden (hakim) bizler ise O’nun verdiği emirleri yerine getirmekle görevlendirilmiş memurlarız. Tevhid akidesi, Hakkullah ile birlikte Hakku’l İbad’ın da garantisidir. Tevhid merkezli olmayan herhangi hak bir din yoktur.
 
“And olsun biz her ümmete şöyle tebliğ yapan bir rasûl görevlendirdik: ‘Allah’a ibadet edin, tağuttan kaçının’. Sonra bunlardan kimini Allah doğru yola iletti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş görün.”(1)

Allahû Teâla emreden (hakim) bizler ise O’nun verdiği emirleri yerine getirmekle görevlendirilmiş memurlarız. Hz. Adem (as)’den Hz. Muhammed (sav)’e kadar gelmiş ve geçmiş Peygamberlerin ortak mesajı, tevhid’dir. Âyet-i kerime’de Tevhid’in özü ve özeti ; “Tağut’tan ictinap edip Allah’a ibadet etmek” şeklinde mutlak bir hakikat olarak ortaya konulmuştur. Tağut’u reddedip Allah’a ibadet etmek, Allah’ın üzerimizdeki hakkıdır. Muaz İbni Cebel radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“- Ey Muaz! Allah’ın kullar üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?”

- Allah ve Rasûlü iyi bilir.

“- Hiç bir şeyi ortak tutmaksızın Allah’a kulluk etmeleridir... Kulların Allah üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?”

- Allah ve Rasûlü iyi bilir.

“- Onlara azab etmemesidir.” (2)

Temel İlke...

Allah’ın, kulları üzerinde ki hakkı, sadece O’ na kulluk etmeleridir. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise onlara azab etmemesidir.”(3)

Dikkat edilirse, bu hadis-i şerifte tevhid hukuku gündeme getirilmiştir. Allah’a ubudiyet, tevhid akidesini şirk akidesine bulaştırmadan ve karıştırmadan kabul etmekle takati nisbetinde gereğini yerine getirmekle mümkündür. Tevhid akidesi, Hakkullah ile birlikte Hakku’l İbad’ın de garantisidir.. Tevhid merkezli olmayan hak din yoktur. Ancak zamanla tevhid merkezinden ve ilkesinden uzaklaşan, yanlış yönlere ve yollara sapan ya da saptırılan dinlerin tümü batıl dinlerdir.

Yeryüzünde Hak dine tâbi olanlar olduğu gibi, bâtıla tapanlar da vardır. Mü’minlerin vasfı Hakk’a tabi olmak, kâfirlerin vasfı ise batıla tabi olmaktır. Rabbimiz haber veriyor:

“Bu, kâfirlerin/inkâr edenlerin batıla uymaları ve iman edenlerin/inananların Rablerinden gelen gerçeğe uymalarından dolayıdır. İşte Allah, onların örnek teşkil edecek durumlarını insanlara böyle anlatır.”(4)

İslâm dini ibadetle yaşanan bir dindir. İbadet, Allah’ın her emrettiğini emrettiği şekilde yerine getirmektir. Dini Allah’tan gayrisine has kılanlar, Allah’ın her emrettiğini emrettiği şekilde yerine getiremezler.

Bu âyet-i kerime’den anlıyoruz ki her kavmin Peygamberi olmuştur. Bütün Peygamberler de evleviyat olarak; “Tağut’tan ictinap edip Allah’a ibadet etmek” ilkesinde birleşmişlerdir. Bunun bir manası da bütün ümmetlerin kurtuluşlarının ilk maddesi de budur. Âyet-i kerime ibadet noktasında insanların iki sınıf olduğunu ortaya koymaktadır. Birincisi Allah’a ibadet edenler. İkincisi Tağut’â ibadet edenlerdir. İnsanoğlu için en mühim mesele, kime ve niçin ibadet ettiğini bilmesidir. Bu konudaki yanılgı, dünya ve âhiret hayatının yanmasına sebeptir. Kul kararını verecek Allah’a mı ibadet yoksa tağuta mı ibadet?

Allah’a ibadet edenler hayat kanunlarını Allah’tan alırlar. Tağuta, ibadet edenler ise hayat kanunlarını Allah’tan değil, Allah’a karşı Rablik iddiasında bulunan tağutlardan alırlar.

Kul ibadet kavramını Allah’ın muradına göre anlamazsa kendisi gibi kullara kulluk etmekten kurtulamaz. İbadet, Kur’ân-ı Kerim’in eksen kavramlarındandır. “İbadet” kelimesi “Abede” fiilinin mastarı olup, “itaat ve kulluk etmek, boyun eğmek, tevazu göstermek, bağlanmak ve hizmet etmek” manalarına gelir.(5)

Efendisine boyun eğip itaat ettiği için köleye de “Abd” ismi verilir.(6)

Görüldüğü gibi ibadet kelimesi, “kişinin yüce ve üstün tanıdığı varlığa karşı boyun eğip itaat etmesini, onun karşısında her türlü isyanı terk edip tam bir bağlılıkla ona bağlanmasını” ifade etmektedir.

Dini bir mefhum olarak ibadet, “yapılması sevap olan, Allah’a yakınlık ifade eden, yalnız O’nun emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmış olmak ve rızasını kazanmak niyetiyle her emrettiğini emrettiği şekilde son Peygamberi Hz. Muhammed (sav)’in örnek ve önderliğini esas alarak yapılan her iyi hareket ve iştir” diye tarif edilmiştir. Bu tariften de anlaşılacağı gibi ibadet mefhumunda üç önemli özellik dikkatimizi çekmektedir. Bunlar, “yapılması sevap olan fiili yapmak” anlamına gelen “taat”, “yapılması sevap olan işi kime yaptığını bilerek ona yaklaşmak” demek olan “kurbet” ve “yapılan işteki irade ve maksat” diyebileceğimiz “niyet”tir. Bu özellikleri taşımayan bir iş veya davranış, dini manadaki ibadet mefhumunun muhtevasına girmez.(7)

Demek ki ibadet, ”insanın ruhen ve bedenen, gizli ve açık bütün mevcudiyetiyle yalnızca Allah’a yapmış olduğu şuurlu bir taat” olmaktadır. İbadet, imanın uygulaması hak ve doğru kabul edilen esasların günlük hayatta yaşanması olduğundan, Allah katında taat sayılan her iş, açıkça yapılmış olmalıdır. Yoksa sadece istek halinde kalıp davranış sahasına çıkmayan duygu ve düşünceler, taat olsalar bile ibadet değillerdir. Bunun içindir ki ibadetlerin başı olan imanda bile sadece kalbin tasdiki yeterli olamayacağından, hiç olmazsa dil ile ikrar edilerek açıklanması gerekli görülmüştür. Bunun yanında sadece görünürde yapılan niyetsiz işler de ne olursa olsun ibadet sayılmazlar. Mesela niyetsiz yatıp kalkmak namaz olmadığı gibi, niyetsiz aç durmak da oruç değildir.

Kur’an’da ibadet kelimesi daha çok, nefislerin sadece Allah için başka kayıtlardan kurtarılıp yalnız O’nun ibadetine tahsis edilmesine işaret etmektedir.(8)

Bunun içindir ki ibadet, “Allah’ın razı olduğu şeyi yapmak, ubudiyyet (kulluk) ise Allah’ın yaptığına razı olmaktır” diye de tanımlanmıştır.

İslâm’ın maksadı; ferd, aile, cemiyet ve devleti bir bütün halinde ıslah etmek, Allah’ın hükmüne ve hâkimiyetine bağlı kılmaktır. İslâm, mensuplarına bir davranış gücü vermeyen inançları pek muteber saymamış, onları uygulama alanına çıkmayan teoriler olarak kabul etmiştir. Oysa İslâm getirdiği iman esasları ve ibadet kurallarıyla fertleri cemiyetleri düzeltmeyi gaye edinmiştir. İslâmda iman, ibadet ve ahlakın bir bütünlük taşıması ibadetlerin gayesinin “insanı mü’min bir kul ve ahlaklı bir varlık haline getirmek” olduğuna işaret eder. İman ile ahlak arasındaki köprünün ibadet olduğu hatırlanırsa, ibadetin olmaması veya noksan yapılması halinde insanın belirtilen gayeye ulaşamayacağı kolayca anlaşılır. Bilgi ve düşünce iman ile sevgiye dönüştüğü gibi insan da ibadet ile Allah’a bağlı bir kul haline gelir. Allah’a bağlanan kişi de O’nun istediği gibi yaşar.

Din ancak ibadet ile tamamlanır. İbadet; kökü imana dayanan İslâm ağacının meyvesidir. İbadet insanın ruh ve bedenini Allah’ın buyruklarında birleştirir, irademizi kuvvetlendirir ve hayatımızın her anında davranışlarımıza yön ve şekil verir. Dinin ikmal ve ıslahında Hz. Muhammed (sav)’in en çok özen gösterdiği mevzunun, “insanlık hayatından bütün sahte mabutları çıkarıp atmak olması,” İslâm’ın insanların sadece Allah’a ibadet etmelerini istemesinden kaynaklanır. Çünkü insanın yaratılışındaki maksat Allah’a ibadet etmesidir. Bu tesbitlerden de anlıyoruz ki, İslâm’da ibadet mefhumu dar bir çerçeve ile sınırlı değildir. Belki bütün iyi amelleri ve doğru işleri ihata edecek kadar geniştir. İnsanın Allah’ın izzet ve celali karşısında kulluğunu izhar etmek için tazarru ve niyazda bulunup kulluk vazifesini hakkıyla eda etmesi, aczini bilerek Allah’ın hükümlerine bağlanması, Hakkın rızası ve sevgisi için işler yapması ibadet mefhumunun kapsamına girer. Yine bu cümleden olmak üzere, temiz rızıklardan nimetlenip bunlara karşılık Allah’a şükretmek, Allah’a tevekkül etmek, zorluk ve müşkilata sabretmek de ibadettir. Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere İslâmda ibadetin temiz bir kalb, saf bir ruh ve halis bir niyetle yapılan işlere mevzu olduğunu görmekteyiz. Şu halde din noktayı nazarından; “takvanın elde edilmesi için yapılmış olan bütün meşru fiil ve ameller ibadettir, diyebiliriz. İbadet sadece ismiyle değil ruh ve manasıyla kavranıp İslâm’ın istediği gibi eda edilirse, insanlık hayatına bereketler yağdırır. Çünkü bu özellikteki ibadet iman-ı kamilin salih amel şeklindeki uygulanışıdır. Din, iman ve ibadetlerle ruhlara ve bedenlere kuvvet verdiğine göre İslâm hayatta ibadetle uygulanabilen bir nizam haline gelir.

Âyet-i kerime’de kendisine ibadet etmekten ictinap etmekle emrolunduğumuz “ Tağut” Arapça bir kelime olup “T-ğ-y” kök harflerinden türemiş olup, tekil ve çoğul, dişil ve eril olarak kullanılan bir cins isimdir. Bu kelimede aslolan onun müzekker olmasıdır. Ancak hem müzekker/eril hem de müennes/dişil için kullanılır.  Tâğut kelimesinin masdarı olan “tuğyân”: “İsyan etmek, haddi aşmak, azgınlık ve sapkınlık” gibi anlamlara gelmektedir.(9)

İlk müfessirlerden Mukâtil bin Süleymân rahimehullâh tâğutu: “Şeytân, putlar ve Yahûdî Ka’b bin Eşref” olarak üç farklı mânâda tefsîr etmiştir.(10)

İmâm Taberî rahimehullâh’a göre tâğut: “ “Allah’ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlık tâgûttur. Bunun insan olması, put, şeytan veya bunların dışında herhangi bir şey olması mahiyetini değiştirmez.” (11)

Yani tağut; Allah’a karşı isyânkâr olup, zorla, zorlamayla veya gönül rızâsıyla kendisine tapınılıp ma’bûd tutulan insân, şeytân, put, heykel ya da herhangi başka bir şeydir.

İmâm Mâverdî rahimehullâh, bu tanımlara kötülüğü emreden nefsi de ilave etmiştir.(12)

İmâm Beğavî rahimehullâh ise tâğutu şöyle tanımlamıştır: “Tâğut: İnsânın tuğyân etmesine sebeb olan her şeydir.”(13)

Kadı Beydâvî rahimehullâh’a göre tâğut: “Tuğyânın zirvesine ulaşan, Allâh’a kulluğu engelleyen şeydir.” (14)

Ragıb el-İsfehânî rahimehullâh “Müfredat” da, Allâh’ın dışında tapınılan şeylerin tamamı, sapkın önderler, hayır yolundan çevirenler ve Ehl-i Kitâb’ın azgınlarının da tâğut olarak isimlendirildiğini belirtmiştir.(15)

Allâme Âlûsî rahimehullâh ise tefsîrinde tâğutla ilgili bütün bu görüşlere yer verdikten sonra şöyle demiştir: “En doğrusu bütün bu sayılanlara tâğut demektir.”(16)

İmâm Mâlik rahimehullâh’a göre tâğut: “Allâh’tan başka (kendisine) ibâdet edilen her şeydir.”(17)

İbn Kayyim rahimehullâh ise tâğut kavramı hakkında takdire şâyân bir tanım yaparak şöyle demiştir: “Tâğut: Kendisine ibâdet edilme, bağlanılma ve itaat edilme noktasında haddini aşan kul demektir. İnsânların tâğutu, Allâh ve Rasûlü’ nün kanunlarıyla hükmetmeyen, Allâh’tan başka kendisine muhâkeme olunan, ibâdet edilen ve Allâh’ın emrine dayanmaksızın, Allâh’a itaat etmeksizin kendisine tâbi olunanlardır.

Bunları düşünür ve insânların durumlarına bakarsan, insânların çoğunun Allâh’a değil tâğutlara ibâdet ettiğini, Allâh ve Rasûlü’nün hükümlerine değil, tâğutların hükümlerine muhâkeme olduklarını, Allâh ve Rasûlü’ne değil, tâğuta itaat edip tâbi olduklarını görürsün.”(18)

Şehid Seyyid Kutub rahimehullâh, şöyle demiştir: “Tâğut, ‘tuğyân’ kökünden türemiştir.

Gerçeği çiğneyen Allâh’ın kulları için çizdiği sınırı aşan düşünce, sistem ve ideoloji anlamına gelir. Bu düşüncenin, sistemin ve ideolojinin, Allâh’a inanmaktan, O’nun koyduğu kanunlara uymak gibi herhangi bağlayıcı bir kuralı yoktur. İlkelerini Allâh’u Teâlâ’nın kanunlarından almayan her sistem, her kurum, her düşünce, her davranış kuralı, her gelenek tâğut kapsamına girer. Buna göre ancak kim tâğutun karşısına çıkar ve sistemindeki kâfirliklerin tümünü kökünden reddederek Allâh’a inanır ve yalnızca ona boyun eğerse kurtuluşa erer.”(19)

Bütün açıklamalardan anlıyoruz ki; Allah’ın inzal ettiği hükümlere mukabil ve onların yerine/önüne geçmek üzere hüküm icad eden her güç tağuttur. Bunun bir insan olması, bir meşrep olması, bir meclis olması, bir devlet olması durumu değiştirmez. Allahû Teâla bizleri bundan sakındırıyor. Allah’ın bu uyarısının ardında hidayet üzerinde kalanlar ile dalalet üzerinde ısrar edenler gündeme gelmiştir. Tağut olanlar, tağuta ibadet edenler, tağuta ibadet etmeye davet edenler dalaleti, Allah’a ibadet edenler, bir tek Allah’a ibadet etmeye davet edenler de hidayeti hak edenlerdir.

Tağut, tuğyandan gelir. Tuğyanın bir manası da suyun üzerindeki köpük manasına gelir. Yani tağutlar suyun üzerindeki köpük gibi çok erken sönüp gideceklerdir. İnsanlık tarihi bunun şahididir. Allah’a karşı Rablık iddiasında bulunan tağutların akıbetlerini yerinde görmek, tefekkür edip ders çıkartmak için âyette, “yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş görün” emri verilmiştir. İnsanların “Tağut’tan ictinap edip Allah’a ibadet edin” diyen Peygamberleri dinlemeyip tağutlarına ibadet eden kavimler, tağutlarıyla helak oldular. Kur’ân-ı Kerim’de, kıssaları haber verilen ve “helâk edildiği sabit olan kavimler”, Allah’a ibadet etmek yerine Tağutlara ibadet eden kavimlerdir. Allahû Teâla ile birlikte tağutlara ibadet edenler, tağutlara kul ve köle olanlardır. Allah’a ibadet; Allah’ın her emrettiğini emrettiği şekilde yerine getirmektir. İbadette keyfilik olmaz. İbadet, din disiplininin hayata amir olmasıdır. Dinin, imanın hududu dışına taşan, kişiye dinin hududunu aşındıran her söz, her amel, Allah’a karşı isyandır, tuğyandır. Müslümanlar Müslüman’ca yaşamak ve Müslüman’ca ölmek istiyorlarsa, hayatlarını Allah’ın her emrettiğini emrettiği şekilde yerine getirmekle sınırlandırmaları şarttır. Allah’ın emirlerine karşı lakayt ve laubali davrananların Müslüman’ca bir hayat yaşamaları mümkün değildir.

-------------------------------------------------------------------

(1)   Nahl Sûresi/ 36

(2)   Sahih-i Buharî, Tevhîd: 1, Libas: 101, Cihad: 46, İsti’zhan: 30; Sahih-i Müslim, İman: 48-49; Sünen-i Tirmizî, İman: 18; Sünen-i İbni Mace Zühd :35, Ahmed İbni Hanbel, II, 309,525,535, III, 260-261

(3)   Bk. Sahih-i Buharî, Libas 101

(4)   Muhammed Sûresi/ 3

(5)   - el- Mu’cemu’l Vasid (A-B-D) Md.

(6)   Lisanu’l Arab, IV, 259.

(7)   İbn Abidin, Reddu’l Muhtar, l, 72

(8)   Fatiha Sûresi/ 5

(9)   Bak: “T-ğ-y” Maddesi: İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab; Firûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît; Zebidî, Tâsu’l-Arus; Ragıb, Mufredat;… İbn Cevzî, Zâdu’l-Mesir: 1/231-232; Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân: 3/281

(10)   Ka’b bin Eşref:) Bakara: 2/257; Nisâ: 4/51. Mukâtil bin Süleymân, el-Eşbâh ve’n-Nezir fi’l-Kur’âni’l-Kerîm: 142-143

(11)   Muhammed b. Cerir et- Taberî, Câmiu’l-Beyân C: 3, Sh: 13,  Mısır/1324

(12)   Mâverdî, en-Nukt ve’l-Uyûn: 1/327

(13)   Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl: 1/350

(14)   Allame Kâdı Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl ve’ Esraru’t Te’vil: 1/155

(15)   İsfehânî, Müfredat: 1/520-521

(16)   Allame Âlûsî, Ruhu’l-Meâni: 2/14

(17)   Mukâtil bin Süleymân, el-Eşbâh ve’n-Nezir fi’l-Kur’âni’l-Kerîm: 142-143.] Leys, Ebû Ubeyd, Kisai, Vahîdî ve lügatçilerin cumhuru da bu görüştedir. [Nevevî, el-Minhâc fi Şerhi Sahîhi Müslim: 3/18

(18)   İbn Kayyim,  İlâmu’l-Muvakkıîn: 1/40

(19)   Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân: 1/292

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
2
Serbest Kürsü / Unutmamak İçin
« Son İleti Gönderen: KOYLU Bugün, 06:24:29 ÖS »


Unutmamak İçin

İnsanoğlu dünyaya kulluk için gönderilmiştir. Fakat  dünya işiyle meşgul olmaya başladığı andan itibaren, bütün her şey onu asıl hedeften uzaklaştıracak bir sebep haline gelebilir. Bu yüzdendir ki Cenab-ı Allah birçok ayet-i kerimede mübah şeylerin de insan için bir imtihan ve aldanma sebebi olduğunu buyurmuştur. Çare olarak da kullarından kendisini unutmamalarını, daima zikir halinde olmalarını emretmiştir.

Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Yedi kat gök, yer ve bunların içindekilerin hepsi Allah’ı tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların zikrini anlamazsınız. O çok halimdir, çok bağışlayıcıdır.” (İsra, 44)

Bu ayetle insanlara bütün kainatın kendisini zikrettiğini bildiren Rabbimiz, bize de şöyle hitap eder:

“Allah’ı çokça zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” (Enfal, 45)

“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. O’nu sabah akşam tesbih edin.” (Ahzap, 41-42)

Zikir, manası itibariyle hatırlamak demektir. Yani unutmamak demektir. Kulun zikretmesi de, Rabbinin varlığını aklından çıkarmaması, dünyaya niçin geldiğini hatırında tutarak hedefine doğru yürümesi demektir. Cenab-ı Mevlâ buyuruyor ki:

“Allah’ı çokça zikreden erkekler ve kadınlar var ya, Allah onlar için bir mağfiret ve büyük bir mükafat hazırlamıştır.” (Ahzap, 35)

Zikrin birçok usulü ve lafzı olmakla birlikte, asıl olarak kulun Allah Tealâ’yı aklında tutarak, O’nun rızasını hedefleyerek yaptığı bütün ibadet ve işlerdir. Dolayısıyla bütün ibadetler bir zikirdir. Kişinin günde beş kez kıldığı namaz, Rabbini bütün gün içinde hatırlaması, huşû ile huzuruna çıkıp kulluğunu tasdik ve ikrar etmesidir. Nitekim Cenab-ı Allah kitabımız Kur’an-ı Kerim’de buyurmuştur:

“Beni zikretmek için namaz kıl.” (Tâhâ, 14)

İbadetler farklı olsa da, ibadet eden kişi öncelikle Allah Tealâ’nın emri olduğu için o ibadeti yerine getirmektedir.

Bu da doğrudan zikrin kula kazandıracağı haldir. Yani Rabbini unutmamak, O’nun emir ve iradesine râm olmak, yasakladıklarından uzaklaşmak…

Yine şekil itibariyle günlük işlerimize benzerlikleri olsa da, hac ibadeti de büyük bir zikirdir. Hatta Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. bu durumu şöyle ifade buyurmuştur:

“Kâbe’yi tavaf etmek, Safa ile Merve arasında koşmak, şeytan taşlamak ancak Allah’ı zikretmek için emredildi.” (Ebu Davud; Tirmizî)

Cenab-ı Allah’nı bizlere emrettiği ibadetler, belirli zaman ve mekânlara has ibadetlerdir. Dolayısıyla kulun ibadet halini, diğer zamanlara da Rabbinin huzurunda olduğunu aklında tutarak taşıması asıl maksattır. Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:

“Onlar öyle er kişilerdir ki, herhangi bir ticaret ve alışveriş onları Allah’ı zikretmekten, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin dehşetten ters döneceği ahiret gününden korkarlar.” (Nur, 37)

Ayet-i kerimede buyrulduğu gibi, zikir hali kişinin her ne iş yaparsa yapsın asıl maksadını ve yolunu unutmaması, bir gün mutlaka hesaba çekileceğinin farkında olmasıdır. Zira insanoğlunun nankörlük yapması ve zalimlerden olmasının sebebi, unutması yahut bir başka tabirle hatırlamamasıdır. Hatırlatanları da dikkate almamasıdır. Oysa ilk insandan beri bütün peygamberler, onların yolundan giden veliler, hak üzere olan alimler insanlara Rablerini hatırlatmakta, doğru yolu göstermektedirler. Bir nimet olarak zikrin kıymetini bilenler ise, her halükârda zikretmeye devam ederler. Cenab-ı Allah bu durumu bizlere şöyle bildirmiştir:

“Onlar, ayakta otururken ve yanları üzeri yatarken devamlı Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler.” (Âl-i İmran, 161)

İnsanoğlu kalbinde neyin korkusu ve endişesi varsa, daima aklında onu tutar, onu zikreder. Dünyalık peşinde koşanların zikri dünyalık şeylerdir. Ahiretin farkında olan, kulluğunun şuurunda olan kişinin zikri ise farklıdır. Çünkü sonunun ölüm ve son durağının ahiret olduğunu idrak eden insan için en büyük hedef, Yüce Yaratıcısı’nın hoşnutluğuna ulaşmaktır. Böylece ebedi saadet yurdu cennete girmek ve Yüce Allah’ın cemalini görmektir. Allah rızası da bu vesileyle elde edilir. Cenab-ı Mevlâ’nın bir kulundan razı olması da en büyük saadettir.

Zikrin bir tarafı ümit hali iken, diğer tarafı da havf yani korku halidir. Nitekim insanın gerçekten endişelenmesi gereken en büyük tehlike, ilahî sevgi ve rahmetten mahrum kalıp Yüce Allah’ın gazabına müstahak olmak ve O’nun cemalini hiç görememektir. Bu azap cehennemden daha şiddetlidir. Dünyadaki bütün korkular ve sıkıntılar bunun yanında anlamsız kalır.

İşte insanın bu hedefe ulaşmasının yolu zikirdir.

Kitabımız Kur’an-ı Kerim ve Fahr-i Kainat Efendimiz’in sünneti, kurtuluş kapısı olarak zikri göstermiştir. Asırlardır Allah dostları, zikir ile gerçek müslümanlığın yaşanabileceğini göstermişler, öğretmişlerdir.

Kulun dünyadan ve nefsinin arzularından kurtuluşu, kalbin huzura kavuşması zikre bağlanmıştır. Zikir bütün hayır kapılarının anahtarıdır. Zikirsiz Allah dostluğu mümkün değildir. Bu yönüyle vuslat yolu zikirdir. Böylece insanın muhabbeti ve marifeti artar, manevi derecesi yükselir. Kalbine ihlâs hakim olur.

Zikir, kulu Yüce Rabbi ile beraber eder. Kul Yüce Rabbini zikrettiği sürece, O da kulunu zikreder. “Siz beni anın ki, ben de sizi anayım.” (Bakara, 152) ayeti bunu ifade eder. Zikir kalbin temizleyicisidir, onu manevi kirlerden temizler, kalbindeki gafleti yok eder.

Zikir manevi zevk kapılarını açar. Kalbi şenlendirir, gamı, kederi, stresi giderir. Alemlerin Rabbi ile huzur bulmuş kalpten boş sıkıntılar ve yersiz korkular çıkar gider. Zikir kalpteki imanı kuvvetlendirir, kalbe manevi hayat ve neşe verir, şek ve şüpheyi giderir. Böylece insanın Allah’a teslimiyeti tam olur. Yakini artar, ihlâsı elde eder. O zaman ibadetler tatlı ve kolay olur. Kul taklitten kurtulur, tahkike ulaşır.

Balık için su ne ise, kalp için de zikir odur. Zikirsiz kalp ölür. Kalbi ölü bir insandan hayırlı işler çıkmaz.Zikir kalbi şeytanın vesvesesinden ve hakimiyetinden kurtarır.

Netice olarak zikir bizi kendimize halimize bırakmaz, Rabbimiz ile irtibatlı tutar.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
3
İslami Yaşam Hayat Toplum ve Aile / Nasıl Bir Mümin
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:57:26 ÖÖ »


Nasıl Bir Mümin

Dünya hayatı imtihandan ibarettir. Bu imtihandan yüz akıyla çıkacak olanlar, Allah Tealâ’ya ve Rasulü’ne iman etmiş, salih amel sahibi müminlerdir. Hayat imtihanında hangi seviyede başarılı olduğumuzu kendimizi muhasebe ve murakabe ederek az çok anlamak mümkündür.

Öncelikle mümin iyi niyetli olmalıdır. İyi niyetli olmak, Allah rızasının hedef alınması ve Cenab-ı Allah’nın bizlere gösterdiği yoldan yürümekle mümkündür. Buna da ihlâs denmiştir. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. şöyle buyuruyor: “Dininde ihlâslı ol. İhlâs ile yapılan az amel bile sana yeter.” (Hakim, el-müstedrek, 4/306; Beyhakî, Şuabu’l-İmân, nr. 6859)

İhlâs ve samimiyetten sonra istikamet gelir. Müminin istikamet üzere bulunduğunu anlayabilmesi için bilgili olması lazımdır. Buna kısaca ilmihal yani halin bilgisi denir. Bu bilgiyle bir hayat inşa edecek, nereye ve nasıl yürüdüğünün farkında olacaktır.

İman, ibadet, muamelât ve ahlâk hususunda Cenab-ı Hakk’ın insandan neyi istediğini, hangi işe dair hükmün ne olduğunu bilmek farzdır. Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de ve Allah Rasulü s.a.v.’in hadis-i şeriflerinde bu bilmenin önemi son derece net ve kesin olarak vurgulanmıştır. İyi niyetli, ihlâslı, istikamet sahibi mümin, bu bilginin kılavuzluğunda hayatına dikkat eder.

Hadis-i şerifte buyurulmuştur ki:

“Helal ve haram şeyler belli ve açıktır. Bir de bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır ki insanların çoğu bunları bilmezler. Kim bu şüpheli şeyleri terk ederse dinini ve şerefini korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur. Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir meranın etrafında otlatan çoban gibi, onun da haramın içine düşmesi muhakkaktır.

Dikkat edin! Her sultanın özel korumaya aldığı bir yasak bölgesi vardır. Unutmayın ki Allah’ın yeryüzünde korumaya aldığı yasak bölgesi de haramlardır.

Şunu iyi bilin ki insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer o iyi olursa bütün vücut iyi olur. Şayet o bozulursa bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.” (Buharî, İmân, 40; Müsim, Müsâkât, 20)

Bu hadis-i şerif müminin hayat rehberi gibidir. Attığı her adımda kendisine Cenab-ı Allah’ın tayin ettiği sınırları dikkate alması gerektiğini hatırlatır. Öyle ki haram ve helalin belirgin sınırları arasında kalan şüpheli işlerden dahi uzak durur ki harama düşmesin.

Mümin, her şeyden önce kendisi ile mücadele eden ve nefsinin kendisini yoldan çıkarmasına müsaade etmeyen kişidir. Dolayısıyla önce kendini sorgular, ibadet ve muamelâtında “Acaba yanlış mı yapıyorum?” tereddütünü yaşar, sorar, öğrenir ve ona göre davranır. İç dünyasının ve ahlâkının müfettişi yine kendisidir. Zaaflarını ve kusurlarını bilir, mazeretlerin arkasına sığınmak yerine kendini tedavi etmenin yoluna düşer. Bu bakımdan daima niyetini kontrol eder.

Mümin kimse sıhhat ve boş vakte aldanmaz. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Şu iki nimet hakkında insanların çoğu aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.” (Buharî, Rikâk, 1; Tirmizî, Zühd, 1)

Bu hadis-i şerifteki uyarıyı çok ciddiye almak gerekir. Çünkü sağlıklı bir beden insana aciz ve muhtaç bir varlık olduğunu unutturabilir. Ölümü, ahireti düşünmesine, dolayısıyla tövbe ve salih amel için acele etmesine engel olabilir. Oysa ecel insana anlık mesafededir, bir sonraki nefesin garantisi yoktur. Güç kuvvet yerindeyken bunu bir fırsat olarak değerlendirip salih amele koşmak gerekir.

Boş vakit de insanı uyuşturan, hayatın hep böyle geçeceğini zannettiren bir tesire sahiptir. Oysa dünyanın nice halleri vardır ve insan ne zaman hangi yüklerin altına gireceğini bilmez. Nefes alıp verdiğimiz her an değerlidir. O halde imkan varken hakka ve hayra koşmak lazımdır. Ayrıca biliyoruz ki sağlığımızı ve zamanımızı neye sarf ettiğimizden hesaba çekileceğiz.

Müminin kalbinde bir tek korku vardır; Allah korkusu.Her hal ve işte Allah korkusuyla, O’na hesap vereceği şuuruyla hareket etmeye takva denilir.

Müminler arasındaki tek üstünlük takva üstünlüğüdür. Allah Tealâ bir insanın malına, mevkiine ve asaletine göre değil, takvasına göre kıymet verir. Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de buyurmuştur ki:

“Hiç şüphesiz Allah katında en değerli ve üstün olanınız, takvaca en ileride olanınız ve O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir ve her şeyden haberdardır.” (Hucurât, 13)

Mümin, niyetine, ihlâsına, istikamet ve takvasına rağmen hata edince özür dileyen, geri dönüp tövbe edendir. Cenab-ı Mevlâ tövbeyi bizlere büyük bir nimet olarak ihsan buyurmuştur. İnsan hata ile malüldür. Önemli olan hatayı fark edip pişman olarak vazgeçmek, yani tövbe etmektir.

Mümin yumuşak huyludur, Allah Rasulü s.a.v.’in tabiri ile yumuşak huyun bir süs, bir güzellik olduğunun farkındadır. Kötü ve sert huyun çirkinleştireceğini görür, uzak durur.

Mümin sadıktır, ihanet etmez. Verdiği sözde durur. Tevazu sahibidir, kibirlenmez. Kanaatkârdır, geçici dünya servetine tamah etmez. Kalbinde mala mülke yer vermenin dünyaya yaka kaptırmak olduğunu bilir. Dünyada da ahirette de zenginlik ister. Fakat dünya zenginliğini keyfi için değil, zillete düşmemek ve düşmüşlerin elinden tutmak için ister. Helalinden kazanıp eline geçene şükreder.

Mümin tevekkül sahibidir, elinden geleni yapar, neticeyi Cenab-ı Mevlâ’ya havale eder. Merhamet sahibidir, kimseye zulmetmez, kimsenin hakkını gasp etmez. Mümin affedicidir, affetmeyi sever. Affettikçe Cenab-ı Allah’nın da kendisini affedeceğini bilir.

Mümin her daim zikir halindedir. Allah’ın muhtaç bir kulu olduğunu aklından çıkarmaz, her dem O’nu hatırlar. Tefekkür halindedir. Niçin yaratıldığını, nereden gelip nereye gideceğini düşünür.

Mümin iyiliği emreden, kötülükten sakındırandır. Kendisinden bir kötülük sâdır olmasın diye gayret gösterdiği gibi, başkalarından da olmasın diye dua ve gayret eder. Hayır konuşur, hayrı murad eder.

Bütün bunlar müminlerin vasıflarıdır. Bu vasıflarla bezeli bir hayat, imtihanın kazanılmış olduğunun işaretidir. Diploması da ebedi saadet yurdudur. Cenab-ı Allah  bizleri muvaffak kılsın.
Amin.
4
Bizden Sizlere / Nesline Kim Sahip Çıkar
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:39:56 ÖÖ »


Nesline Kim Sahip Çıkar

Dinimiz İslâm, dünya ve ahirette insanın saadet üzere olması için hükümlerini şu beş esasa dayandırmıştır:

    Dinin korunması,

    Canın korunması,

    Aklın korunması,

    Neslin korunması,

    Malın korunması.

Bu beş esastan biri olan nesil, hem bugünümüz hem de yarınımızdır. Bu sebeple Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. ve O’nun yolunu takip eden vârisleri gençlere büyük önem vermişlerdir.

Neslin elinden tutmak, onları geleceğe hazırlamak en önemli hedeflerimizden biri olmalıdır. Çocuklarına sahip çıkmayan toplumlar bunun bedelini çok ağır bir şekilde, madden ve manen öderler. Hüccetü’l-İslâm İmam Gazâlî rh.a. gençliğe nasihat için yazdığı “Eyyühe’l-Veled” adlı eserinde şöyle buyuruyor:

“Ey oğul! Eğer bir insanın ömrünün bir saati, yaratılma gayesi olan Hakk’ın rızasının dışında geçerse, o kimse bu bir saati için uzun süre hasret ve pişmanlık çekecektir.”

Bu sözden ömür denen sermayenin ne denli önemli olduğunu ve bir saatinin bile gaflet içerisinde geçirilmemesi gerektiğini öğreniyoruz.

Çocuklarımıza sahip çıkmak, onlara merhamet göstermektir. Böylece onları yaşları icabı farkında olmadıkları tehlikelerden koruyabiliriz. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. öyle buyurmuştur:

“Küçüklere merhamet etmeyen bizden değildir…”

(Ebu Davud, Edeb, 66)

Merhamet sadece şefkat göstermek değil, çocuklarımızı yarınlara ve en önemlisi ebedi hayata hazırlamaktır. Bu noktada hem anne babaya, hem de bütün büyüklere görevler düşüyor. Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur:

“Hepiniz birer çobansınız ve her biriniz sürünüzden sorumlusunuz. Devlet başkanı bir çobandır ve yönetimi altındakilerden sorumludur. Erkek, aile fertlerinin çobanıdır ve onlardan sorumludur. Kadın kocasının evinde bir çobandır ve çocuklarından sorumludur. İşçi, işverenin çobanıdır ve ondan sorumludur. Hâsılı hepiniz birer çobansınız ve her biriniz sürünüzünden mesulsünüz.” (Buhârî, Nikâh, 90)

Cenab-ı Mevlâ çocuklarımızı bize emanet olarak vermiştir. Bu emaneti de fıtrat olarak, hakikate hazır olarak yaratmıştır. Bize düşen görev, çocuklarımızın tertemiz fıtratının kirlenmesine engel olmak, maddi manevi her türlü tehlikeden korumaktır. Efendimiz s.a.v.’in şu hadis-i şerifi bize uyarı olarak yetmelidir:

“Her çocuk (İslâm hakikatini kabul edecek bir) fıtrat üzerine doğar. Ancak onu ailesi yahudi, hıristiyan, müşrik veya mecusî yapar.” (Buhârî, Cenâiz, 79)

Müberra kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:

 “Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrîm, 6)

Alimlerimiz ayet-i kerimede geçen “ateşten koruma” işinin terbiye ile olacağını belirtmişlerdir. Yani anne baba çocuklarına İslâmî terbiye verdikleri takdirde, onların hem dünyadaki hem de ahiretteki hayatlarını ateşten korumuş olacaklardır.

Bir evde dinî bilgilerin öğretilmesinden kılık kıyafet eğitimine, güzel ahlâktan hayata dair konulara kadar her şey öğretilmelidir. Aile reisi olarak bir baba, ailesine İslâm’ın uygun gördüğü kıyafeti anlatmalı, sevdirmeli ve ona göre giydirmelidir. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’in yanına açık vaziyette bir çocuk getirilince onun örtülmesini istemiş ve çocuklarda görülen hayâ eksikliğinin bu hususa dikkat edilmeyişten kaynaklandığını bildirmiştir.

Çocuklarımızın terbiyesinde dikkat edeceğimiz bir başka husus da, arkadaş seçimidir. Onların çevresine dikkat etmeli, kötü arkadaşlardan uzak durmalarını sağlamalıyız. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur: “Kişi dostunun dini üzerinedir. O halde herkes kiminle dostluk ettiğine iyi baksın.” (Ebû Davud, Edeb, 19) İmam Gazâlî rh.a. de ailede terbiyenin aslının çocukları kötü arkadaşlardan muhafaza etmek olduğunu söylemiştir.

Dost ve arkadaş seçimi insanın en ciddi tercihlerinden biridir. Büyükler, “insan huy hırsızıdır”, “kır atın yanında duran ya huyundan ya da suyundan” diyerek arkadaş seçiminde dikkatli olunması gerektiğini belirtmişlerdir.

Ashab-ı kiramın büyüklerinden Abdullah b. Mesud r.a. da şöyle buyurmuştur:

“Salih bir kimseyle oturan, misk taşıyan biriyle oturan gibidir. Bu kimse sana misk vermese de onun kokusu sana da siner. Kötü kimseyle beraber olan kişi ise demirciyle oturan kimse gibidir. Her ne kadar onun ocağından çıkacak ateş elbiseni yakmayacak olsa bile dumanı üstüne siner.”

Günümüzde çocuklarımızı muhafaza edeceğimiz şeylerden biri de, internettir. Aslında hayatımıza birçok kolaylık getiren ve büyük bir nimet olan internet, doğru kullanılmadığında son derece zararlı olabilir. Hem aile içi iletişimin kaybedilmesine hem de pek çok yanlışa düşmeye sebep olabilir. Bu konu bütün ülkelerin üzerinde düşündüğü, önlem almaya çalıştığı bir sorundur. Bu yüzden arkadaş seçimine dikkat edildiği gibi, diğer ortam ve çevrelere de dikkat etmek, doğru yönlendirmek lazımdır. Arkadaş, internet ve benzeri seçimlerde doğru tercihler, çocuklarımızın kötü alışkanlıklardan uzak kalmasını, hiçbir zaman yürek yakan sonuçlarla karşılaşılmamasını sağlayacaktır.

Öncelik, çocuklarımızın tertemiz fıtratını muhafaza etmektir. Ancak bu temiz fıtrat bir kez bozulunca ya da hastalanınca iyileştirilmesi zaman, sabır ve çaba gerektirecektir. Bu sebeple nebevî tıpdaki “hastalıktan önce sıhhatin korunması” ilkesi, terbiyede de ruhun ve fıtratın korunması, bozulmasına izin verilmemesi olarak düşünülmelidir.

Çocuklarımızı asla küçük görmemeli, onlara merhamet etmeli, güzel ahlâk ile süslenmeleri için güzel meclislere götürmeli, güzel arkadaşlar, rehberler tanımalarına imkan sağlamalıyız. Onlara sürekli emretmek, komutlar vermek, nasihat etmek yerine sağlam ve samimi bir yakınlık kurup, birlikte yol almayı tercih etmeliyiz. Allah Rasulü s.a.v.’in ve O’nun yolundan gidenlerin tavrı hep böyle olmuştur.

Kendimizi çocuk terbiyesinde uzman olarak görmesek de iyi niyetli, samimi ve dostane yaklaşımın daima işe yarayacağını akılda tutmalıyız.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
5
Vehbi Tülek / Öfkeden İntikam Hırsı Hüzünden Dert Doğar
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:26:40 ÖÖ »


Öfkeden İntikam Hırsı Hüzünden Dert Doğar

"Ahlâkın en güzeli, gücü yettiği hâlde affetmek ve kendi ihtiyâcı olan şeyi cömertçe vermek."

 Mehmed Rûşen Efendi İstanbul Üsküdar'daki Azîz Mahmûd Hüdâî dergahı şeyhlerindendir. 1719'da Mudanya'da doğdu. Babası Abdurrahmân Efendi İsmâil Hakkı Bursevî hazretlerinin halîfelerindendi. Babası hicret ederek İstanbul'da Kapıağası zaviyesine şeyh oldu. Mehmed Rûşen Efendi tahsiline burada devâm etti. Celvetî yolundan hilâfetini İsmâil Hakkı Bursevî hazretlerinin halifesi Çorlulu Pertev Efendiden, Nakşibendi yolunun hilafetini ise Abdülganî Nablüsî hazretlerinden aldı. 1774 yılında Azîz Mahmûd Hüdâî dergahına tâyin olundu. 1795 yılında vefât etti.
 
Bu mübarek zat, sohbetlerinde buyurdu ki:
 
"Güzel ahlâk şunlardır: 1) Gücü yettiği hâlde affetmek,

2) Her hâlükârda tevâzu üzere olmak,

3) Karşılık beklemeden ve başa kakmadan vermek, bağışlamak."
 
"Hiddet (kızgınlık), şerrin (kötülüklerin) anahtarıdır. Gadab (kızgınlık), seni öyle bir hâle sokar ki, artık orada özür zelîldir, geçmez."
 
"Gazabın (öfkenin) sebebi, kendinden üstün birinin, hoşlanmadığı bir şekilde hücûm etmesidir. Öfke, insanın içinden dışına doğru çıkar. Hüzün ise, dışından içine doğru işler. Öfkeden güç ve intikam hırsı, hüzünden ise dert ve hastalık doğar."
 
“Eğer kendinde, sana düşman olan kimseyi yenmeye bir güç bulursan; bulduğun bu güce, kuvvete şükür olarak onu affet."
 
"Kerim olan kimse, eziyetlere dayanır, belâlardan şikâyetçi olmaz."
 
"Ahlâkın en güzeli, gücü yettiği hâlde affetmek ve kendi ihtiyâcı olan şeyi cömertçe vermek."
 
“İnsan, ölümü hatırladığı müddetçe, hasedi, kıskançlığı terk eder.”
 
“İslâm, insanı îmân nîmetiyle süsler. İnsanın; îmânını, takvâsıyla; takvâsını, ilmiyle; ilmini, hilmi, yumuşaklığı ile; hilmini de rıfk, tatlılık ile süslemesi ne kadar güzeldir.”
 
“Bir âlim, nasıl olur da ilmine riyâ, gösteriş karıştırabilir? Çünkü o, Allah’ın rızâsı olmaksızın elde edilen ilmin, başından bozuk olduğunu bilir. O hâlde bozuk, bâtıl olan bir şeyle insanlara nasıl gösterişte bulunabilir?”
 
“İnsan ölüm zamanından önce nasıl yaşarsa, rûhunu o hâl üzere teslim eder. Ben mala, paraya karşı çok ihtirâslı ve insanları çok çekiştiren bir adamı hastalandığında ziyâret etmiştim. Son anlarını yaşıyordu. Yanında otururken, onun duyup okuması için (Lâ ilâhe illallah) Kelime-i tevhîdini okuyordum. O ise, her defasında para saymakla meşgul oluyordu.”

Vehbi Tülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
6
Yetenekli Kalemler / Büyük Düşünenlerin Kelime Hazinesi
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:19:04 ÖÖ »


Büyük Düşünenlerin Kelime Hazinesi

Büyük insanlar düşüncelerinin büyüklüğüyle ölçülürler. Düşüncelerimizin büyüklüğü başarımızın büyüklüğünü belirler.

 Bir insanın kelime hazinesi, kullandığı veya bildiği kelime sayısı ile ölçülmez. Esas olan kelime ve söylemlerinin gerek kendi gerekse karşısındakinin düşüncelerinde oluşturduğu etkidir. Kişinin ne anlattığı değil karşısındakinin ne anladığı önemlidir. Kelimeler karşı taraftaki insanların anlayabilecekleri seviyede aktarıldığı takdirde daha bir anlam kazanır.
 
Büyük düşünenler gerek kendi gerekse başkalarının zihinlerinde olumlu, ileriye dönük, iyimser düşünceler oluşturmada uzmanlaşmış kişilerdir.

Büyük düşünmek için, büyük, olumlu zihinsel düşünceler üreten kelimeler kullanırlar...
 
Büyük düşünenlerin kelime hazinesini oluştururken kullandıkları yöntemler;
 
-Neler hissettiğinizi açıklarken; büyük, olumlu, neşeli kelimeler kullanın. Biri size “Bugün kendini nasıl hissediyorsun?” diye sorduğunda, ona “Yorgunum, başım ağrıyor gibi kendimi iyi hissetmiyorum” diye cevap verirseniz, sonunda kendinizi daha kötü olmaya yol açarsınız. Bu aynı zamanda bilinçaltınıza olumsuz emir vermiş oluyorsunuz, o da emri yerine getirmeye çalışır. Bilinçaltı sorgulamaz iyi mi-kötü mü diye. Oysa size birisi “Nasılsın” diye sorarsa “Çok iyiyim, her şey yolunda” demek kendinizi daha iyi hissetmenize yol açacaktır. Her zaman kendini müthiş hisseden biri olarak tanının. Sosyal çevreniz genişler.
 
-Diğer insanlara açıklama yaparken hoş, neşeli, güzel kelimeler kullanın. Tüm dost ve yakınlarınıza bu olumlu kelimeleri söylemeyi alışkanlık hâline getirmek gerekiyor. Öfkeli insan olmaktan ve de yerin dibine geçirici sözlerden de mümkün oldukça uzak durmalı.
 
-İnsanları cesaretlendirmek için olumlu bir dille konuşun. İnsanların hoşuna gidecek söylem geliştirmeye çalışın. Zira herkes övülmek ve sevilmek ister. Evde bile eşinize her gün değişik etkileyici sözler ile hitap etme alışkanlığınız olsun.
 
Nurettin Bozan.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
7
Ramazan Ayvallı Prof. Dr. / Peygamberlerin İnsanlığa Hizmetleri
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:08:59 ÖÖ »


Peygamberlerin İnsanlığa Hizmetleri

Peygamberler, insanlığı bütün varlıkların yaratanı ve hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâya ibâdet etmenin şeref ve üstünlüğüne çağırmışlardır.

Peygamberlerin insanlığa yaptıkları çok önemli hizmetler vardır. Bütün Ülü’l-azim Peygamberler, Resûller ve Nebîler (aleyhimüsselâm), insanlığı kendileri gibi birer mahlûk olan varlıklara tapınma karanlığından kurtararak, bütün varlıkların yaratanı ve hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâya ibâdet etmenin şeref ve üstünlüğüne çağırmışlardır.
 
Bilindiği gibi, Hazreti Muhammed aleyhisselâmdan önceki bütün Peygamberler, belli zaman dilimlerine gönderilmişler, onların ahkâm-ı şer’iyyelerinin (dînlerinin) geçerlilik müddetleri belli zamanlarda dolmuş, bitmiş; getirdiği hükümler, kıyâmete kadar geçerli olan bir tek sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed aleyhisselâm kalmıştır.
 
“Peygamberlerin sonuncusu” olan Muhammed aleyhisselâmın dîni bütün dînleri nesh etmiş, ya’nî yürürlükten kaldırmıştır. O’nun kitâbı, geçmiş kitapların en iyisidir. O’nun getirdiği dîn olan “İslâm” da kıyâmete kadar bâkî kalacaktır; kimse tarafından değiştirilemeyecektir.
 
Dârul-fünûn müderrislerinden Seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ Arvâsî (rahmetullahi aleyh), buyurmuştur ki:
 
“Umûmî bir ta’rîf yapmak gerekirse “İslâm dîni”, Allahü teâlânın, “Cebrâîl” ismindeki melek vâsıtasıyle, Sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma gönderdiği, insanların, dünyâda ve âhırette râhat ve mes'ûd olmalarını sağlayan usûl ve kâidelerdir.
 
İslâm âlimlerinin buyurdukları gibi, bütün üstünlükler, faydalı şeyler, İslâmiyetin içindedir. Eski semâvî dînlerin görünür-görünmez bütün iyilikleri, bütün güzellikleri İslâmiyetin içinde toplanmıştır. Bütün saâdetler, muvaffakıyetler ondadır. Yanılmayan, şaşırmayan akılların kabûl edeceği esâslardan ve ahlâktan ibârettir.
 
En son hak dîn olan İslâmiyette emredilen îmân, ibâdet ve ahlâk esâslarıyla insanlar, ma’nen ve mâddeten yükselmeye, üstünlük ve şeref sâhibi olmaya, dünyâ ve âhiret saâdetlerine kavuşmaya dâvet edilmişlerdir.”
 
Allahü teâlâ, insanların îmân etmelerini, adâlete riâyet emelerini ve kardeşçe yaşamalarını emretmiştir. Yüce Allah’ın yeryüzündeki halîfesi olan Hazret-i Âdem, bütün çocuklarına ve torunlarına kardeşliğin esâslarını anlatmış, insanlara nasıl uygulanacağını göstermiş, bu ilk Peygamber’den son Peygamber Muhammed aleyhisselâma kadar Allah’ın bütün Peygamberleri de bu yolda yürümüşlerdir.
 
En yüksek ahlâkın temsîlcisi olan Peygamberler, husûsen onların sonuncusu olan Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (aleyhisselâm), onları örnek alan İslâm ülkelerinin Devlet Başkanları ve orduları, bütün insanlara, hattâ inanmayanlara da âdil davranmışlar, merhamet etmişler, acımışlar, onların da âhırette kurtuluşları için ellerinden gelen gayreti sarf etmişlerdir.

 Târih boyunca bütün Müslümânlar, düşmânlarına bile âdilâne davranmışlardır. Şimdi Müslümânlara kuyu kazmaya çalışan İslâm düşmanlarının, gazab-ı İlâhîye uğrayarak bu kuyuya bizzât kendilerinin düşebileceklerini hâtırlatmak isteriz.

Prof. Dr. Ramazan Ayvallı.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
8
Namaz / Cuma Günü ve Cuma Namazının Faziletti
« Son İleti Gönderen: webtasarim Dün, 11:03:55 ÖS »


Cuma Günü ve Cuma Namazının Faziletti
 
Üzerine güneşin doğduğu günlerin en hayırlısı Cuma günüdür. Aynı zamanda Cuma günü, müminlerin bayramıdır. Müslümanlar Cuma günü, Cuma namazı için Perşembe gününden hazırlık yaparlar. Genel temizlik yaparak temiz elbiselerini giyip erken saatlerde camilerine giderler. Cuma namazını kıldıktan sonra dostlarıyla, akrabalarıyla hasbihal ederler. Birlikte namaz kıldıkları cemaatle tanışma imkânı bulurlar.

Cuma günü vesilesiyle köy ve kent camilerinde cemaatin oldukça yoğun olduğu görülür.

Cuma namazını kılmak için işini, gücünü bırakarak Allahın daveti üzerine camilere koşan müminler, görevlerini ifa ettikten sonra dışarıya çıkarlar. Camiden çıkan her Müslümanın yüzünde bir tebessüm, kendilerinde bir rahatlamanın varlığını görmek mümkündür. Stres, bunalım ve karamsarlığın yerini, huzur ve mutluluk almıştır. Bu durumu sağlayan Müslümanın camide namaz kılar olduğu halde Allah ile beraber olduğu andır. İnsan Yaratanla birlikte olduğunun farkına vardığı zaman geleceğe güvenle bakar. Allahın yardımının kendisi için daim olacağının bilinci içinde olan Müslüman, Onun sevgisinden mahrum kalmak istemez. Bunun için Allahı kızdıracak ve gücendirecek söylem ve eylemlerden uzak olur.

Peygamberimiz (sav) efendimiz: “ Üzerine güneş doğan en hayırlı gün Cuma gündür. Hz Âdem o gün yaratıldı  o gün cennete konuldu ve yine o gün cennetten çıkarıldı” buyurmuştur. Müslim, Cuma, 17. Hadis-i şerifte, üzerine güneş doğan gün ifadesiyle, bütün günlerden bahsedilmekte ve cumadan daha hayırlı bir günün bulunmadığı anlatılmaktadır. Aslında dünler birbirinin aynı olduğu için aralarında bir fark bulunmamakla beraber, günleri birbirinden farklı kılan şey, o günlerde meydana gelen olaylardır. Cuma gününü değerli yapan da ibadetler içinde en büyük değere sahip olan Cuma namazının o gün kılınmasıdır. Cuma gününe üstün değer kazandıran hususlardan biri de, duaların kabul edildiği bir vaktin bu günde bulunmasıdır. Peygamberimiz (sav) efendimiz :”Cuma gününde bir zaman vardır ki, şayet bir Müslüman namaz kılarken o vakte rastlar da Allah tan     bir şey isterse, Allah ona dilediğini mutlaka verir” buyurmuştur. Buhari, Cuma, 37. Böylesi bir günde camiye gelmeden önce bugünün Cuma olduğunun farkında olunması, fiziken v e ruhen hazır hale gelinmesi büyük önem arz etmektedir.

Yüce Allah kuranında,” Ey müminler Cuma gününde namaz için ezan okunduğunda Allahı zikretmek ( Cuma namazı kılmak) için camiye koşun, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Cuma namazı kılınınca yeryüzüne dağılın ve Allahın lütfundan isteyin. Allahı çok zikredin ki, kurtuluşa eresiniz” buyurmuştur.

Cuma, 9-10.  Cuma günü öğle vaktinde ezan okunduğu zaman Cuma namazını kılmak üzere Müslümanları camiye davet eden Yüce Allah, namazı kıldıktan sonra, yeryüzüne dağılmalarını ve Allahın lütfunu talep etmelerini istemektedir. Allahın bu isteği, Müslümanların dünya ve ahiretlerini mamur etmeleri içindir. Allahın verdiği maddi ve manevi nimetlere şükretmek, onu her daim zikretmek ve her işte onu vekil kılmak, müminin hayatında huzur ve bereket meydana getirir. Aile yuvalarında birlik ve dirlik, bireyler arasında saygı ve sevgi duygusunu oluşturur. Cuma namazı, akil ve baliğ olan erkek Müslümanlara farzdır. Aynı zamanda Cuma namazının cemaat halinde kılınması da farzdır.

Peygamberimiz (sav) efendimiz “Bir kimse Cuma günü cünüplükten temizleniyormuş gibi boy abdesti aldıktan sonra erkenden Cuma namazına giderse bir deve kurban etmiş gibi, sevap kazanır. İkinci saatte giderse bir inek, üçüncü saatte giderse boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi sevap kazanır. Dördüncü saatte giderse bir tavuk, beşinci saatte giderse bir yumurta sadaka vermiş gibi sevap elde eder. İmam minbere çıkınca melekler hutbeyi dinlemek üzere topluluğun arasına katılır” buyurmuştur. Buhari,Cuma, 4.  Cuma namazı, Müslümanları manen beslerken, aynı zamanda küçük günahlardan temizlenmelerine imkan sağlamaktadır. Efendimiz, ”Büyük günahlardan kaçınıldığı sürece, beş vakit namaz ile iki Cuma ve iki ramazan, aralarında geçen günahlara keffaret olur” buyurmuştur. Müslim, Taharet,16. Bu bakımdan Cuma gününe ve Cuma namazına gereken değeri vermek lazım gelir. Cuma günü ve Cuma namazı Müslümanların bir araya gelmelerine, tanışıp kaynaşmalarına, yeni bilgiler kazanmalarına, dertlerine ortak, sevinçlerini paylaşmalarına vesile olmaktadır. Böylece toplumdaki bireyler arasında saygı, sevgi ve güven duyguları oluşmaktadır. Bu hal, birey ve toplumun arzu ettiği ortamdır.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
9
Günahlar - Büyük Günahlar / Zulme Rıza Zulümdür
« Son İleti Gönderen: webtasarim Dün, 10:57:11 ÖS »


Zulme Rıza Zulümdür

Dünya sahnesinde zulüm ve haksızlıkla hayatlarını idame ettirenler, belki bir dönem konforlu yaşam kurabilirler. Lakin bu durumun, ilelebet sürmesi mümkün değildir. Çünkü zulümle abat olunmaz diye bir atasözümüz var. Bu sözün gerçekliliğini her ortamda görmek mümkün olabilir. Zulüm Arapça bir kelime olup zaleme kökünden gelir. Zulmün kelime anlamı, adaletin zıttı bir işi, yerinde yapmamak, bir şeyi ait olduğu yere koymamak. Bir başka tanımla zulüm, Güçlü bir kimsenin yasaya veya vicdana aykırı şekilde başkasını uğrattığı kötü bir durum, kaygı, eziyet, işkence, haksızlık ve cefa, kimi zaman keyfi davranış. İnsanların ve diğer canlıların hayatına ve hakkına tecavüz etmek, zorbalık ve şeytanlıkla başkalarına hakaret. Zalim ise, zulmeden kişiye denir. Yani bu tanımlarla meşgul olan kişi ya da kişiler. Ağlayanın malı gülene yaramaz diye bir atasözümüz vardır. Kişinin hakkı verilmezse, elindeki ve evindeki zorla alınırsa, buralarda gözyaşı var demektir. Gözyaşının olduğu yerlerde zulüm vardır. Arakan başta olmak üzere Filistin, Irak, Suriye ve benzeri yerlerde olduğu gibi. Ancak arakanda Müslümanlara yapılan insanlık dışı muamele, dünyanın hiçbir yerinde bu güne kadar görülmemiştir.

Peygamberimiz (sav) efendimiz bir hadisinde; “ Zulümden sakınıp kaçınınız.

Çünkü zulüm kıyamet gününde, zalime zifiri karanlık olacaktır. Cimrilikten de sakınınız.

Çünkü cimrilik, sizden önceki ümmetleri helak etmiş, onları birbirinin haksız yere kanlarını dökmeye, haramlarını helal saymaya sevk etmiştir” buyurmuştur. Müslim, Birr, 55. Görülüyor ki, zulüm de cimrilik de hayatı olumsuz yönde etkilemektedir. Zulüm ahretimizi karattığı gibi, dünyamızı da çekilmez hale getirebiliyor. Hal böyle olunca, kendimize yapılmasını istemediğimizi başkalarına yapmama noktasında duyarlı olmak lazım gelir. Hiçbir kimse, hakkının elinden alınmasını, hakarete maruz kalmasını, eziyet ve işkence edilmesini istemez. Bunu aklından bile geçirmez.

Yüce Allah kuranında, “ yaklaşan gün konusunda onları uyar. Çünkü dehşet içinde yutkunurlarken, yürekleri ağızlarına gelmiş olacak. Zalimlerin ne bir dostu, ne de sözü dinlenir bir şefaatçisi olacaktır” buyurmuştur Mümin,18. Tabii sevginin, saygının olmadığı yerde her şey sunidir. Suni olan şeyde dünya menfaati vardır. Bunlar tükendiği zaman sevgi ve saygıdan bir şey kalmaz. Zulmün, baskının, zorbalığın olduğu yerlerdeki, sevgi ve saygılar da böyledir. Bundan dolayı Zalimlerin dostları olmaz. Düştükleri zaman kaldıran da yardım eden de bulunmaz. Bunun örnekleri her zaman görülebilir. Genelde zalimler de mağdur ve mazlumlar da aynı olumsuz havayı teneffüs ederler. Bu karanlıktan kurtulmak için Kuran ve sünnet ikliminde buluşmak lazım gelir.

Peygamberimiz (sav) efendimiz,” zalime de mazluma da yardım edin buyurdular.. Ashaptan birisi, Ey Allahın Resulü, mazluma yardım edelim de zalime nasıl yardım edeceğiz?. Efendimiz Zalimin zulmüne mani olursanız ona yardım etmiş olursunuz” buyurdular. Riyazüssalihin.  Zulme rıza zulümdür, görüşünden hareketle elimizle, sözümüz ve vicdanımızla her iki tarafa yardım edebiliriz. Gücümüz, kuvvetimiz, mali durumumuz elverdiğince yardım etmek insani ve İslami bir görevdir. Müslüman Türk halkı bunu en güzel şekilde yapmaktadır. Arakan ve myambarda olduğu gibi. Bu sahada başka bir ülke de yok gibi, Mazlumu, zulümden kurtarıp huzura kavuşmasına vesile olmak, mağduru içinde bulunduğu halden çıkarmak her insan gibi yarınlara güvenle bakmasına vesile olacak bir hayatla buluşturmak, yapılacakların en güzelidir. Mazlum ve mağdurun yüzlerinin güldüğünü görmek, biçarelerin dertlerine derman olmak hayırların en büyüğüdür. Zalimin de zulmünü bertaraf etmeye çalışmak, adaleti, hakkaniyeti, insani değerleri kendi yaşantısıyla buluşturmak, toplumdaki huzur ve mutluluğu sağlar.  Bu gün dünyada gördüğümüz göremediğimiz bir hayli mazlum ve mağdurlar var. Bunları kendi hallerine bırakır, gerekli ilgiyi gösterip yardım yapmazsak, onları ölüme terk etmiş oluruz. Bu insani ve İslami açıdan doğru bir davranış olmaz. Müslüman olarak onun bilincinde olduğumuz için gereğini zamanında yapmaya çalışıyoruz. Yolunda bulunmak,  yapma özlemi içinde olmak bile önemlidir. Allah kimseyi mazlum ve mağdur duruma düşürmesin. Allah İslam ümmetine huzur, güven ve mutlu bir hayatta buluşmayı nasip etsin.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
10
İslami Yaşam Hayat Toplum ve Aile / Elem ve Zoorlklara Karşı Sabır
« Son İleti Gönderen: webtasarim Dün, 10:47:42 ÖS »


Elem ve Zoorlklara Karşı Sabır

İnsanoğlunun yaşamının her safhasında sıkıntı, refah, darlık, bolluk, sevinç ve üzüntü, zorluk ve kolaylık gibi durumlar her zaman karşısına çıkabilir. Zira hayatta her şey zıttı ile kaimdir. İnsan yaşamını sürdürürken olumlu ya da olumsuz her duruma karşı hazırlıklı olması lazım gelir. Değilse kendisi için bazen hayal kırıklığı olabilir. Konumuzla ilgili Yüce Allah, Kuran-ı Kerimde şöyle buyurmuştur. “Elbette sizi biraz korku ve açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile sınarız. (Habibim) sabredenleri müjdele” Bakara, 55.

Beklemediğimiz bir anda sel baskınları, yangın, yakınlarımızın vefat etmesi, deprem, açlık, susuzluk gibi haller beklemediğimiz zamanda karşımıza çıkabilir. Bazen acılarımız tahammül gücümüzü zorlayabilir. İşte bu durumlarda sabır nimeti devreye girer. İnsan bu nimeti kullanarak yaşamını devam ettirme imkânı bulur. Zira sabır, her türlü zorluk ve meşakkate karşı göğüs germedir. Neticeye ulaşmak için sebatla mücadeleye devam etmektir. Sabır batılın karşısında boyun eğmek değil, bilakis hakkı kaim kılmak için çalışmağa devam etmektir. Yeni stratejiler geliştirerek ulaşmak istediği noktaya ulaşmak için alternatif yollar bulmaktır. Kişi kendisine en uygun yolu seçerek planladığı eylemini hayatla buluşturmak suretiyle gayesine ulaşabilir. Bunu sağlamak için sebat içinde olmak gerekir.

Yaratanımız bu hususta şöyle buyuruyor.”Ey iman edenler! Sabredin düşmanlarınıza karşı sebat gösterin. Nöbetleşin. Allahın azabından korunun ki, kurtuluşa eresiniz.”  Ali İmran,200. Sabır: sıkıntılara göğüs germe, Allaha tevekkül ederek ondan gelen sıkıntılara katlanma anlamında kullanılan ahlaki bir terimdir. Yüce Allah bize sabır ve sebatı emretmektedir. Her işin başlangıcında sabır gereklidir. Sabır olmadan arzu edilen noktaya erişilemez. Sabır kişiyi başarıya götürür. Onu zorluktan kolaylığa, zilletten izzete iletir. Sabrın sonu selamettir. Kişi sabır nimeti sayesinde meşakkati yenerek başarıya erişir. Böylece hayata güvenle bakar. Yeis ve karamsarlıktan kurtulmuş olur.

Zorluğu yenerek hak ettiği yere ulaşmak, kişiyi hayata bağlanmasına vesile olur.

Bakınız Allah, Kuranında ne buyuruyor?”Ey iman edenler! Başınıza gelecek her şeye sabretmekle ve namaz kılmakla Allah tan yardım isteyin. Allah, sabredenlerle beraberdir” Bakara, 153. Sabır gösterilmeden başarıya ulaşılamaz. En basit bir iş bile sabrı gerektirir.

Çünkü her iş ve görev bitmesi için zaman gerekir. Bundan dolayı her ne meslek sahibi olursak olalım yaptığımız işte başarılı olmamız için sabırlı olmamız lazım gelir. Sabır ve sebatın olmadığı yerde başarı da yoktur. Buna bağlı olarak geleceğe güvenle bakmak da yoktur.

Mesleğinde sabırlı olmayan insanlar arzu ettikleri neticeye ulaşamazlar. Çalışıp üreterek hayatını kazanma zahmetini gösteremeyenlerin bazen başlarına sıkıntılı anlar gelebilir.

Her insanın kendi ayakları üzerinde durabilmesi için, her türlü zorluğa göğüs gererek çalışması kaçınılmazdır. Böyle olduğu zaman kendini kurtardığı gibi topluma da iyi örnek olur.                 

Peygamber efendimiz şöyle buyurdular.” Müminin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hali vardır. Onun her işi hayırdır. Eğer bir genişliğe, nimete kavuşursa şükreder. Bu onun için hayır olur. Eğer bir darlığa, musibete uğrarsa sabreder. Bu onun için bir hayır olur.” Riyazüssalihin.   

Her zaman ve her yerde karşımıza çıkacak olan zorluklar, elem ve ıstıraplara karşı sabırla Allah tan yardım beklemeye devam etmeliyiz. Ümitsizliğe düşmeden bize düşen görevlerimizi yerine getirip işlerimizin sonucunu Allaha havale etmeliyiz. Allah, her zorluğun arkasından bir kolaylık yaratacaktır. Bunu ümitle beklemeye devam etmeliyiz.

Sonuçta sabır edenlerin mutlaka başarıya kavuşacaklarını yakinen inanmalıyız. Kişinin başarıya ulaştığında şükretmesi, bir darlığa veya bir musibete uğradığında sabretmesi iyi mümin oluşundandır.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
Sayfa: [1] 2 3 ... 10