Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Serbest Kürsü / Hayra Da Şerre De Aracılık Eden Onu İşleyen Gibidir
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 08:04:17 ÖÖ »


Hayra Da Şerre De Aracılık Eden Onu İşleyen Gibidir

“Görmeyen ile gören, karanlık ile aydınlık, gölge ile sıcak bir olmaz. Diriler ile ölüler de bir olmaz...” (Fatır 19-22)

Hakka karşı kör ve ölü kalp sahibi olanın, karanlıkta debelenenin elde tutulur bir dalı/kaynağı yok ki kendisine ve çevresine faydası dokunsun!

En büyük nankörlük yaratıcısına karşı nankörlüktür.

Rabbini ve verilen sayısız nimetleri inkâra kalkışanın neyine itibar edilebilir?

Tek ve biricik yaratıcısı Rabbinin içinde barınamadığı kalp, altın/gümüş olsa ne yazar.

İstediği kadar “kalbim temizdir” desin.

Hakkı inkâr edecek cürette olan, fırsat yakalasa ne yapmaz ki?

Sahi böylesinin insanlığa dair ne faydası düşünülebilir?

Karanlığı aydınlık, uçurumu kurutuş, yalan/yanlışı doğru diye satar…

Çünkü dayanağı çürüktür!

Ya kendisi haktan uzaklaştıran, azdıran/saptıran ve başkalarına kendisine kulluğa çağıran biridir ya da böyle olanın bizzat kulu, kölesidir.

“Ben Allah’a iman ettim, ben hakka yüzümü çevirdim, ona teslim oldum!” diyen böyle midir?

Allah’a iman edenin doğruya ulaştıran bir dayanağı/mesnedi vardır.

O feraset sahibidir, baktığında Allah’ın nuruyla bakar; hakka karşı asla kör değildir!

“Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürürler. İşte bunlar cehennem ehlidir, onlar orada ebedi kalıcıdır.” (Bakara 257)

Dolayısıyla “Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve “Kuşkusuz ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?” (Fussilet 33)

Evet, kör, sağır, duyarsız ve taş kalpli olanlar, ne kendilerine fayda verebilirler ne de insanlığı doğruya yöneltirler.

Bunlar dünyayı imardan, faydalı hale getirmekten ziyade harap etmeye cüretkârdırlar!

Mayaları öyle çünkü…

Hiçbir dayanakları yoktur hakkı kabule yanaşmayan bu zümrenin. Bu sebeple de onlar kargaşa ve savaştan, dünyayı kan gölüne çevirmekten, her tarafı harap etmekten nemalanırlar, dünyayı ıslah etmek umurlarında olmaz.

Ancak hakka dayananlar, hakkın gerektirdiği üzere olanlar ise sadece faydalı olma derdindedirler.

Zira iman edenlerin hakka dayanan, hakkı yeryüzünde yaşanılır kılmak üzere gönderilen önderleri en seçkin insanlar olan peygamberlerdir.

Peygamberler de sadece hakka/vahye dayanarak konuşur/hareket ederler.

Şu ilâhî kaynaklı nebevi ölçüye bakar mısınız?

“İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır:

Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.” (Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesâî)

İnsanlara kıyamete dek faydalı bir eser, istifa edilen ilim/bilgi ve hayır duayı dilinden esirgemeyen sâlih bir evlat/nesil bırakmaktan daha güzel ne olabilir?

Faydalı eserin zıddı, kötülük aşılayan, zarardan başka faydası dokunmayacak bir yapıttır.

İstifade edilen ilmin zıddı, insanlığı haktan saptıran, zehir saçan yalan dolan olan zehirli bilgidir.

Salih evladın karşıtı ise, başta rabbine isyan eden, anne-babasına karşı duran şeytan dokunuşlu, şer odaklı evlat/nesildir!

Rabbine isyan eden, adı ister Müslüman olsun ister Yahudi veya Hıristiyan olsun ne fark eder?

Rabbinin buyruklarını çiğnediği gibi bütün dünyayı kana boğmaktan imtina etmez!

Bugün dünyayı kana boğan müstekbir güçlerin yaptığı gibi…

Lanetli İsrail, Tahrif ettiği Tevrat’a göre hareket ettiğini söylemiyor mu?

Onun hamisi başta ABD şeytanı ve tüm medeni(!) batı da tahrif ettikleri İncil’e inandıklarını söylemiyorlar mı?

Hiçbir ilâhî Kitaba/Dine inanmadıklarını söyleyen zümreler de şer ve çirkeflikte bunlarla birleşmiyor mu?

İşte dün, 1 Mayıs İşçi Bayramıydı.

Her yıldönümünde etrafı yakıp yıkanların dünyayı kana boğan batıdan ne farkları olabilir?

Başta polis/devlet malı olmak üzere kamu malına, etrafa zarar vermekten başka amaçları olmayan bu mahlûkların insanlığa ne faydası dokunabilir?

Her isyanda birleşen bu şer odakların elde tutulur ne dayanakları var, söyler misiniz?

Batı medeniyetini(!) her fırsatta gözümüze sokarcasına dayatanlar, İslam’a ve Müslümanlara gerici, yobaz ve yıkıcı diyenler sahi bunlar değil mi?

Biz inanıyoruz ki, hayra da şerre de aracılık eden onu işleyen gibidir. Gerisi yalan.

İster bu bilgi olsun…

İster eser olsun…

İsterse de bu türeyen/türetilen nesil olsun.

“Kim güzel bir işe aracılık ederse, ona o işin sevabından bir pay vardır. Kim de kötü bir işe aracılık ederse, ona da o kötülükten bir pay vardır. Allah’ın her şeye gücü yeter.” (Nisa 85)

İnsanlığa faydalı bir eser bırakabiliyorsak, dünya/ahiret saadetine yönlendiren bir bilgi/ilim öğretebiliyorsak ve sadece anne babasına ve yakınlarına hayır dua eden değil, tüm insanlık için hayır temenni eden bir nesil bırakabiliyorsak ne mutlu bize!

Değilse yazıklar olsun…

Nusret Reşber.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
2
Mahmut Tobtaş / En Tehlikeli Mikrop Çeşidi
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:51:19 ÖÖ »


En Tehlikeli Mikrop Çeşidi

“Büyük günahlardan sakınınız” dendiğinde halkımızın aklına ilk gelenler nelerdir?

Haksız yere adam öldürmekten, zinadan, uyuşturucudan, içkiden, kumardan, faizden, kul hakkından, rüşvetten, yalandan… diyerek saymaya devam ederiz.

Doğrudur, bunların hepsi büyük günahtır.

Rabbimiz, bizi bu dünyaya tertemiz getirmiş. İnkar başta olmak üzere kirlenmelerden uzak durmamızı istemiş ve nelerden sakınmamız gerektiğini bildirmiş.

Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyunuz demiş:

“Ey iman edenler, kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Onun (ateşin) üzerinde kaba ve güçlü melekler vardır. Allah'ın onlara emrettiklerine karşı gelmezler ve emredilenleri yaparlar.” (Tahrim Süresi, Ayet 66/6)

Gazze’de ABD, İngiltere, Avrupa silahlarının, bombalarının, füzelerinin ateşi altında can verenleri televizyondan seyrederken içinde yanma hissi duymayanların durumu o Gazze’de şehit olanlardan ve geride gazi olarak kalanlardan daha kötüdür.

Cehennem azabı, bu dünyada insanların tanıdığı odun, kömür, petrol, elektrik, gaz, atom bombası, yanardağ… ateşlerinden daha şiddetli olan cehennem ateşinden koruyunuz.

Rabbimiz buyurur:

“Allah'ın Rasülüne muhalefet edip, geride kalıp oturanlar/oturtulanlar, sevindiler. Allah yolunda malları ve canlarıyla cihat etmekten hoşlanmadılar ve: ‘Sıcaklarda topluca harbe çıkmayın’ dediler. De ki:

‘Cehennem ateşi daha sıcak.’ Keşke bilselerdi (de geride kalmasalardı.)” (Tevbe Süresi, Ayet 9/81)

Önce kendinize dikkat ediniz.

“Ey iman edenler, size gereken kendinizi (ve toplumunuzu) düzeltmektir. Siz doğru yolda olduğunuz zaman sapıtanlar size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O, size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Maide Süresi, Ayet 5/105)

Büyük günahları sayarken birinci sıraya “Şirk” koyulmuştur.

Hatta Rabbimiz isterse bütün günahları afvedeceğini ancak, “Şirk” günahını afvetmeyeceğini haber verir:

“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla afvetmez. Şirkin dışındakileri dilediği için afveder. Kim, Allah'a ortak koşarsa (Allah yolundan) çok uzak bir sapıklığa sapar.” (Nisa Süresi, Ayet /116 ve 48)

Kur’an-i Kerim’de iki yüze yakın şirk, müşrik, üşrik, tüşrik, yüşrik, eşreke, şüreka… gibi kelimelerle bizi uyarmaktadır.

Kovit-19 korona mikrobundan korunmak için, devletin yaptığı çalışmaların onda biri, inkar/gavurluk mikrobuna karşı koyma çalışması olsaydı, bu dünyada, evlerin, canların, malların taciz ve tecavüzünden emin olunur, ahirette cehennem azabına karşı tevhid inancı, kalkan olurdu.

Bu şirk mikrobu, uyuşturucu gibi, insanları bağımlı hale getiriyor.

Bir taraftan ülkemizin etrafındaki devletlerde üsler kuran silahlanan, bütün teröristleri bize karşı kışkırtan, silah ve para vererek bize düşmanca davranan ülke diye şikâyet ederken, öbür taraftan gözüne girmek için yalakalıklar yapmamız, bu şirk mikrobunun en sinsi bir mikrop olduğunu da görüyoruz.

Koronaya karşı aşı olduğumuz gibi, “La ilahe” diyerek şirkin bütün çeşitlerini temizleyip, kırıp, yıkıp yerine “İllallah” diyerek put insanlardan boşalttığımız gönle, bizi yaratan, yaşatan, donatan ve yöneten Allah inancını yerleştirmeliyiz.

Kur’an-i Kerim’de iki yüze yakın ayette, şirkten bahsedildiğinden değerli hocalarımız kendileri çok iyi bildiklerinden en büyük günahın şirk olduğunu söyleyip şirki açıklamadan geçerler.

Dinleyenlerimiz de Mekke’de Lat, Menat, Uzza putlarının adını bilmese de taşa tapınanlardan olmadığına şükreder ve “Çok şükür, Allah’ın varlığına imanım var ve ben müşrik değilim” diye de teselli bulur.

Rabbimiz, Mekke müşriklerinin Allah’a iman ettiklerini haber verir:

“And olsun ki onlara ‘gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş’i ve Ay’ı kim emri altında tuttu? diye sorsan; ‘Elbette Allah’ derler. Öyleyse nasıl da döndürülüyorlar?” (Ankebut Süresi, Ayet 29/61, 63, Lokman 31/25, Zümer 39/38, Zuhruf 43/87)

Kendi kanına, canına, gözüne, gönlüne, vücudundaki hücre sayısına ve onların hava, su ve gıdasına katkısı olmayan insan, ilmi arttıkça atomu parçaladıktan sonra dünya büyüklüğündeki manzarayı ve düzeni gördükten sonra “Allah yarattı” demek zorunda kalmış ama bu dünyada kısa yoldan köşeyi dönmek için insanların yönetimini insanı yaratandan alıp, kendi koyduğu kuralları koyanlara uyarak müşrik olmuşlar.

“Şirk” kelimesi ile şirket kelimesi, aynı köktendir.

Şirket, iki veya daha fazla kişinin, hisseleri oranında söz sahibi olduğu kuruluştur.

Şirkte de, yeri-göğü yaratan, yaşatan, donatan ve yöneten, Allah Celle Celalüh hakkında, yaratmasına, yaşatmasına, donatmasına  ses çıkarmıyorlar.

Çünkü kendi ten ve canındaki hiçbir şeyi kendisi yaratmadığını, şu anda bile ten ve canını yönetmeye hiçbir katkısı olmadan nefes aldığını, nefes sayısı bitince hiçbir doktorun onun ölmesine engel olamadığını gördüğünden, bir Allah’a iman etmek zorunda kalıyorlar ama semirmenin ve sömürmenin engeli olan Allah’ın yönetmesine itiraz ediyorlar.

Büyük günahlardan, hatta Kur’an-i Kerim’in ifadesiyle Allah’a ve Rasülüne savaş ilanı sayılan faizle, dünyadaki insanlardan parası olsun olmasın hepsinde her saat başı, ilan ettiği faiz rakamlarıyla sömürüsünü, televizyonların baş haberi olarak verdiriyor ve verdiği zararı da insanlığa bildiriyor.

“Filan zaman beş liraydı alıvermedik ama şimdi gücümüz yetmez” diye hayıflanmamız, “Allah’a inanırız ama işimize karıştırmayız” diyenlerin koyduğu kurallara boyun eğmemizden kaynaklanmıştır.

Bu dünyada  ahlaki, ekonomik, sosyal, siyasal… krizler, dünyayı yaratan, tabiat kanunlarını koyandan, yönetme yetkisinin alıp, kendi akıllarının salgısıyla bu milleti zehirleyenlerin herzesidir.

Rabbimiz, zalimlere itaat etmek şöyle dursun meyletmeyin bile der bize:

“Zalimlere meyletmeyin, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım olunmazsınız.” (Hud Süresi, Ayet 11/113)

Mahmut Toptaş.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
3
Bahaddin Elçi / İnsan ve İman 1
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:44:17 ÖÖ »


İnsan ve İman   1

Yüce Allah kendisine kulluk etsinler diye insanı yaratmayı murad etti. O zaman meleklere, “Ben yeryüzünde muhakkak bir halife yaratacağım” diye buyurdu. O ki yarattığı her şeyi en güzel şekilde yaratandır. İnsanı da en güzel şekilde yaratan Yüce Allah’tır.

O, insanın yaratılışına çamurdan başladı. Sonra ona şekil verip, içerisine ruhundan üfledi. İnsan için işitmeyi, görmeyi ve gönülleri (kalpleri) yarattı.

İnsanı bir nefisten ve ondan da zevcesini yaratan ve ikisinden birçok erkek ve kadınlar türeten Yüce Allah, kıyamet gününde insanlar; “Biz bundan habersizdik” dememeleri için, Âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini aldı ve onları kendi nefisleri üzerine şahit tuttu. Onlara, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dedi.

Onlar da, “Evet Rabbimiz olduğuna şahit olduk” dediler. (7/172) Bütün insanlar buluğ çağına erişinceye kadar bu ahit üzerinedirler. Yani mümindirler.

Buluğ çağından sonra kendi hür iradeleriyle mümin, kâfir veya münafık olurlar. “Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör” (76/3) ayeti, seçimin tamamen hür iradeyle yapıldığının delilidir. Esasen “Dinde zorlama yoktur.”

Mümin ve muttakiler ki onlar, Allah’ın azabından hakkıyla korkarlar, rahmetine güvenip salih ameller işlerler, gayba (imanın şartlarına) iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar ve zekâtlarını verirler (İslam’ın şartlarını yerine getirirler.) “Her nerede olursanız olun Allah sizinledir, her ne yaparsanız Allah onu görendir.

Allah müminlerin dostudur. Onları karanlıktan kurtarıp aydınlığa çıkarır” beyanlarının şuuru ile hareket ederler.

Böylece doğru yol rehberi Allah kelamı, Kur’an ve sünnete uygun olarak “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (51/56) ayeti mucibince sorumluluklarını yerine getirirler ve Yüce Allah’ın, yeryüzündeki halifesi olarak yaratıldıklarının şuuru ile hükümranlığı Allah adına kullanırlar. Onlar imanlarından mutlak manada emin ve kendilerinden emin olunan kimselerdir. Cennet ve Cemallullah ile müşerref olacaklar da onlardır.

Bir nütfeden yaratılmış olduklarından gafil olarak, “Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diye misal getirenler, “Toprağın içinde kaybolduğumuz zaman biz mi yeniden yaratılacağız?” diyenler her türlü yaratmayı en iyi bilen Allah’ın, onları ilk defa yarattığı gibi dirilteceğini akledemeyenler, zandan başka bir şeye tabi olmayanlar, yalandan başka söz de söylemeyenler, insanları Allah’ın yolundan saptıranlar, Allah’a isyan edip, onları aydınlıktan alıp, karanlığı götüren şeytanı dost edinenler, şehvet ve gazabın kölesi olanlar, nefislerini, heva ve heveslerini ilah edinenler işte onlar kâfirlerdir. “Onların kalpleri vardır ama onlarla gerçeği anlayamazlar; gözleri vardır, lakin onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler, işte onlar hayvanlar gibidir; hatta hayvanlardan aşağıdırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir.” (7/179) Bu demektir ki insan ancak kalbinde, Allah bulunuyorsa insandır, değilse de hayvanlardan da aşağıdır.

Önce iman edip, sonra inkâr edenler, yeminlerini kalkan edip, insanları Allah yolundan saptıranlar, müminler ile karşılaşınca “inandık” deyip, kendi başlarına kaldıklarında müminlere olan kinleri yüzünden parmaklarını ısıranlar, her gürültüyü kendi aleyhlerine sananlar, işte onlar münafıklardır. Onlar düşmandır.

Allah onları kahretsin. Münafıklar tövbe etmezlerse ve bu hal üzere ölürlerse onların varacakları yer cehennemdir.

İnsan “Ahsen-i Takvim” olarak (en güzel şekilde) yaratılmıştır. Ve yaratılış itibarı ile iyiye, güzele, doğruya, tekâmüle “iki günü eşit olan mümin ziyandadır.” (hadis-i şerif) uygunluğu ön görülmüştür.

Yaşamaya ilişkin kimliğin oluşumunu ise, tevhit ve şirk kavramları belirler. Bu meyanda Müslüman kimliği taşımak fazla bir anlam ifade etmez. “Nitekim (Bedeviler ‘inandık’ dediler. De ki: Siz iman etmediniz.

Fakat ‘boyun eğdik’ deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi…” Hucurat/14) ayet-i kerimesi çok açık ve net olarak imanın kalbi bir anlayış olduğunun delilidir.

İman kalben mutlak tasdik niteliğinde olunca davranışlar da haliyle iman ile uyumlu olur. Hâl (salih amel) olmadan lafta Müslümanlık geçersiz bir iddiadır. Nitekim Ali Nihat TARLAN’ın ifadesiyle:

“Elestü bezminde postu serenler

Lafza bakmamışlar, mana demişler.”

Bu demektir ki,  insanın ameli inancının delilidir. İnsanın inancı ile yaşantısı örtüşmüyorsa bu hâl karakter bozukluğudur. Bu bağlamda, “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız” hadis-i şerifi önemli bir uyarıdır.

İnsanın yaşadığı gibi inanmaya başlaması nefsine, dolayısıyla imanına karşı bir zulümdür. Bu zulmün sebebi ise temyiz kabiliyetini kaybeden aklın maddenin karanlığına hapsedilmesi ve madde ile kuşatılmış olmasıdır.

Akıl madde ile kuşatılınca, hakka giden yol insana kapanmış olur. Bu akıl maddeye doğru düşünür, sığdır, hakkı düşünemez, şeytana tabi olur, nefse hizmet eder.

Heva ve heveslerinin peşinde koşar. Sonuçta insanın hayati ihtiyaçları gözünü perdeler. O zaman insan harikulade olanı bayağı olarak niteler, dünyayı sever, ahireti unutur. Oysaki “Dünya sevgisi hataların başıdır.” (hadis-i şerif)

Dünyaya dalıp, ahireti unutan insan dinden uzaklaşır, gaflete düşer. Ruhaniyetini ve manevi dünyasını harabeye çevirir. Hakka teslim olmak yerine Karun gibi abeste direnir. Yaptığı işlerde elde ettiği başarılarda kendi gücünü görür. Dünyevi varlığa ve iktidara dini bir vecd ile yönelir. Elde ettiği başarılarının tezahürlerini ilahlaştırır. Ahiret nimetlerini idrak edemez olur.

Beşeri düşünüşle, idrak edilemeyen şey yok hükmündedir. Bu hal sapıklıktır, azgınlıktır. Yüce Allah bu gibileri, “Onlar kendilerine bir iktidar ve kuvvet (vesilesi) olsun diye Allah’tan başka tanrılar edindiler” (Meryem/81) ayet-i kerimesi ile tanımlamaktadır. Bu bağlamda ahireti unutan veya yok sayıp dünya için çalışan ve Allah’ı anmaktan gafil olanları Rabbimiz, “Kim benim zikrimden yüz çevirirse onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz” (Taha/124) ayet-i kerimesi ile uyarmaktadır.

Öte yandan, “İnanıp da imanlarına zulmetmeyenler (var ya) güven onlarındır. Ve doğru yolda olanlar da onlardır” (6/82) ayet-i kerimesi hem mühim bir uyarı, hem de müjde niteliğindedir. Müjdedir zira “Ahiret için ibadet ve tâatta bulunanlara Yüce Allah dünyada refah ve saadetler ihsan eder.”(hadisi şerif) Bu demektir ki dini ile dünyası çatıştığında dinini tercih edenin, dünyasına Allah kefildir. Bu bağlamda, “Erkek ve kadın kim mümin olarak salih amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz”( Nahl/97) ayet-i kerimesi ile Yüce Allah hem dünya hem de ahiret saadeti vadetmektedir ki onun vaadi haktır.

İmanda, bilgiye dayanan, iradeli ve mutlak tasdik ve ihtiyar (seçme hürriyeti) esastır. Zannı galibe dayalı bir tasdik (mukallidin imanı) makbul değildir. Bu bağlamda insanı dinin icaplarını anlayarak salih amel işlemeye ve ibadete sevk etmeyen iman tehlikededir. Zira insanın ahlakı imanı ile içselleşmeyince, çevresinden etkilenmesi kaçınılmazdır. Tıpkı termometrenin derecesinin hava sıcaklığına bağlı olarak değişmesi gibi.

Bu sebeple Yüce Allah, insanların zulümden kaçınıp adalete yönelmeleri ve felah bulmaları için Asr Suresi ile yol gösteriyor. Şöyle ki, “Asra yemin ederim ki insan gerçekten ziyandadır. Ancak iman edip, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” Rabbimiz bu büyük surenin başında, zamana yemin ederek, zamanın önemine dikkat çekmektedir.

Çünkü zaman Allah-ü Teâlâ’nın yaratma, yok etme, yönetme, rızıklandırma, yüceltme, alçaltma gibi kendi varlığını ve sonsuz kudretini gösteren fiillerin tecelli ettiği bir süreç olduğu gibi, insanların da, hayatın bütün eylemlerini gerçekleştirdikleri bir imkânlar ve fırsatlar alanıdır.

Arkasından felaha ermenin şartlarını iman-ı hakiki, salih amel, hukuka saygılı olmak, Hakk’ı hak bilip, Hakk’a tabi olmak, hakkı tutup kaldırmak (Hak: Yüce Allah’ın bir ismi Celil’idir. Yere düşürülmez.) Allah ve Resulüne itaatte sebat, dolasıyla günah işlememede süreklilik, Allah’ın kader ve mukadderatına rıza ile teslimiyet şeklinde bilgilendirmektedir.

Bu bağlamda hakiki iman tahkiki imandır. Tahkiki iman ehli; Allah’ın emir ve yasaklarını, hükmolunan rabbani prensipleri, ilmi esaslara dayanarak, kalben anlayan, aklen bilen, lisanen ifade eden, fiilen yaşayan, idealist insandır. Bu bağlamda kalp ile aklın birlikteliği din ile bilimin bütünleşmesidir. Zira dinin (Kur’an) izahı ve tefsiri ile bilimin tahlil ve tasviri arasında herhangi bir tezat yoktur. Bu meyanda dinin (İslam’ın) kabul etmediği hiçbir bilimsel gerçek olmadığı gibi, bilimle çelişen hiçbir vahy-i ilahi yoktur. Bilakis Yüce Allah’ın kâinatı yaratmış olduğu gerçeği, bilimin ilerlemesine bağlı olarak bugün, düne nazaran daha güçlüdür.

Bahaddin Elçi.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
4
Yetenekli Kalemler / Haklısın Demeyi Bilebilmek
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:33:45 ÖÖ »


Haklısın Demeyi Bilebilmek

Hayatın bazı anlarında iletişim hâlinde olduğunuz insanlarla çok basit konularda ufak şeyler için zaman zaman tartışmaya girersiniz.

Özellikle pazartesi günleri iş yerlerinde, kahvehanelerde futbol muhabbeti hemen yerini alır. O haftaki sürpriz sonuçlar, takımların, futbolcuların durumu, hakem kararları gibi birçok konu uzun uzadıya anlatılır. İş öyle ana gelir ki kırıcı, küçük görme, ben haklıyım mevzuuna kadar gider. Bir hiç uğruna bütün enerjinizi olumsuz yönde harcarsınız. Gününüz berbat olur...
 
Ufak şeyler için sıkıntıya girmeye değer mi? Enerjinizi, işinizi en iyi şekilde yapmaya, faydalı olmaya kullanmanız daha huzur verici olmaz mı? En iyisi “haklısın” demeyi de bilebilmek, “özür dilerim” demeyi de...
 
Bazen bir futbol yorumunda kendi kendimize bile sonradan şaşıracağımız derecede agresifleşmekte, bazen bu kadar gereksiz söylemle birbirimizi meşgul etmekte sakınca görmeyiz. Oysa havada kalan nice gereksiz tartışmalarla, olumsuz hâl içine girmek yerine gerektiğinde “haklısın” diyerek mevzuu tatlıya bağlayabilmeliyiz.
 
Aynı şekilde siyasi düşünceler, televizyon programları ve dizileri, trafikte araç kullanırken, alışveriş yerlerinde vb. karşılaştığınız özünde birçoğu basit olan konular için kendinizi ve çevrenizdeki insanları üzmenin bir anlamı olmasa gerek.
 
Buradan “asla haklı çıkmaya uğraşmayın” anlamı da çıkarılmamalı. İlkeleriniz, değerleriniz taviz vermeyeceğiniz durumlarda düşüncelerinizi açıkça söylemek elbette önemlidir. Hayatın amacı ufak şeylere takılı kalmadan, sevgi dolu bir hayat sürebilmektir.

Burada dikkat çekeceğimiz husus hayatınızın değerli anlarını sonradan pişman olacağınız biçimde harcamayın.
 
Hayata bakış açınızı oluşturmak için en önemli adım başka insanları sevme kapasitenizi geliştirmektir. Haklı olmak mı yoksa, mutlu olmak mı istersiniz? Çoğu zaman aynı anda ikisi birden mümkün değildir. Hayat denge ve tercih belirlemeye göre şekillenir.
 
Nurettin Bozan

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
5
M. Said Arvas / Yaratılış Gayesini Bize Peygamberler Öğretti
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:27:03 ÖÖ »


Yaratılış Gayesini Bize Peygamberler Öğretti

Yerde ve gökte ne varsa hepsi bizim için yaratılmıştır. Bizi de Rabbimizi tanıyıp O'na ibadet etmemiz için yarattığını bildirdiler.

Rabbimizin üzerimizdeki nimetlerini saymakla bitiremeyiz. Nasıl sayabiliriz ki; kavuştuğumuz, fakat bilmediğimiz nimetler, bildiklerimizden daha çoktur...

Bu nimetlerin büyüklerinden biri de akıl nimetidir...

Ancak akıl, tek başına bir şey yapamaz, onun da ermediği şeyler vardır ve çoktur. Bunu yüce Rabbimiz bildiği için, bizlere acıdı ve en büyük nimet olarak bizlere peygamberler gönderdi, kitaplar indirdi...

Aklımıza kalsaydı; iyi ile kötüyü, hayır ile şerri nasıl ayırt edebilecektik, gözlerimizle göremediklerimizi nasıl tanıyacaktık? Mesela: İmanın şartlarından biri olan meleklere imanı, nasıl elde edebilecektik? Rabbimizi ve O'nun sıfatlarını, kıyamet gününü, tekrar dirileceğimizi ve yaptıklarımızdan hesaba çekileceğimizi onlar bildirmese idi, aklımızla nasıl kavrayabilecektik?..

Peygamberlerin sayısı yüz yirmi dört binden fazla, bunlardan üç yüz on üçü resuldür. Hepsi imanın altı şartını (yani Amentü'yü) kavimlerine bildirdiler, bunlara iman etmeye onları davet ettiler. Bunun içindir ki; bu peygamberlerin birini inkâr, hepsini inkâr demektir.

Nuh aleyhisselam asırlarca kavmini imana davet etti. Bu uzun sürede yalnızca 80 civarında kişinin imanla şereflendiği rivayet olunmaktadır. Dokuz yüz elli yıl onlara mühlet verilmesi, yüce Rabbimizin en büyük ihsanıdır. Kullarına azap vermek istemiyor, ebedî saadete kavuşmalarını arzuluyor...

Ad kavmi Hud aleyhisselamı, Semud kavmi Salih aleyhisselamı, Lut kavmi Lut aleyhisselamı inkâr ettiler. Bunlar için de ayrı ayrı "peygamberleri inkâr ettiler" ifadesi Kur'ân-ı kerimde geçer.

Bütün peygamberlerin aralarında ayrılık olmaksızın bildirdikleri hususlar şunlardır:

1-   Bizleri ve bütün kâinatı yaratan ve yaşatan Rabbimizin varlığına ve birliğine iman etmek, O'ndan başkasına tapmamak, insanların kendi elleriyle şekillendirip meydana getirdikleri ve kendisine dahi faydası olmayan taşlardan, ağaçlardan medet ummamak...

2- Rabbimizin emirlerini, neleri yapmamızı, neleri yapmamamızı bildirdiler. Nasıl hareket edersek Cennete veya Cehenneme gireceğimizi öğrettiler...

3- Yaratılış gayesini onlardan öğrendik. Yerde ve gökte ne varsa hepsi bizim için yaratılmış, bize hizmet etmektedirler. Bizi de O'nu tanıyıp O'na ibadet etmemiz için yarattığını bildirdiler.

4- Yaşamakta olduğumuz bu dünya hayatının geçici olduğunu, bir imtihan salonu olduğunu öğrendik. Gerçek hayatın ahiret hayatı olduğunu yine o mübarek zatlardan öğrendik.
Sevgili Peygamberimizin sünnet-i seniyyesini öğrenip tatbik edebilene iki cihanda da saadet kapıları açılır...

M. Said Arvas.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
6
A / Asfa Temiz Kalpler Korosu - Tertemiz 2 2016 - 320 Kbps + Wav
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:10:26 ÖÖ »
2016Asfa Temiz Kalpler Korosu - Tertemiz 2 2016 - 320 Kbps + Wav
11 / 00:00:34:40 / 79,38 MB - 349,32 MB

Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

Asfa Temiz Kalpler Korosu - Tertemiz 2 2016 - 320 Kbps - Wav (11 / 34:40)
-----------------------------------------------------------------------------------------------
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 01 Sevdim Seni  03:08
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 02 Cürmüm İle Geldim Sana  05:35
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 03 Oruç İlahisi  03:49
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 04 Hu Zikri  02:33
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 05 Mâ Lenâ Mevlân Sivâ'Allah  03:47
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 06 Birsin Allah'ım  03:37
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 07 Dur Etme Namazına  01:33
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 08 Kabe'nin Yolları  02:48
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 09 Cûş'a Gelir Dağ İle Taş  02:44
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 10 Esma Zikri  02:41
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 11 En Büyük Kim Allah  02:19




Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap [/font][/size][/color][/b]

7
İslami Yaşam Hayat Toplum ve Aile / Dinin Faydası Önce Dünyadadır
« Son İleti Gönderen: KOYLU Dün, 08:02:58 ÖÖ »


Dinin Faydası Önce Dünyadadır

İman ve ibadetlerin faydası yalnız ahiret içindir gibi yanlış bir kanaat, eksik bir düşünce Müslüman halk arasında yaygın durumdadır.Hâlbuki stresten alabildiğince uzak, huzurlu, güvenli bir hayat için dinin emirlerine uyma, tavsiyelerine kulak verme, faydası ahirete kalmadan bu dünyada insana dönen en hayırlı işlerdendir. Kur'an ve Hazreti Peygamberin bize öğütledikleri bilgilerin tamamı, insanı hem dünya hem de ahiret hayatında huzurlu ve mutlu kılacak bir programdan başka bir şey değildir. Bilgisayar çağı olan günümüzde bu ifadenin içerdiği manayı kavramak biraz aklını kullananlara hiç de zor olmasa gerekir.

Bilgisayarı çalıştıran programdır. Programlar olmasa bilgisayarlar bir hiçtir. Aynen onun gibi, bilgisayardan daha mükemmel bir yapı olan insanın programı Kur'an ve sahih hadislerdir. Bunlara uyulmadan yaşanan bir hayatın ideal bir hayat olması ve insanı her yönüyle tatmin ve mutlu etmesi mümkün değildir. Her dönem ve devirde olduğu gibi bu gerçeğe asrımızda da şahit oluyoruz. İnsanlar hızla fıtratlarına, yaratılışlarına uygun olan İslam'a koşuyor ve ancak öyle gerçek huzur ve mutluluğu buluyorlar. Bunu özellikle İslam'la şereflenmiş, yeni müslüman olmuş kişilerin itiraflarında açıkça görebiliyoruz.

Dini hayatı içselleştirerek yaşayanların huzurları ve çevrelerine verdikleri pozitif enerji her zaman dikkat çekicidir. Mesela, herkes tarafından bilinen ve meşhur bir örnek anlamında Hz. Mevlana'nın hayatı çok ilgi çekicidir. Yaşamı boyunca çevresine sevgi, hoşgörü bağlamında hep pozitif enerji dağıtmış ölümüyle de eserleri, aynı enerjiyi dağıtmaya ve insanları etkilemeye devam etmektedir. Acaba Hazreti Mevlana, böyle çekici ve etkileyici yaşam tarzını ve hayat felsefesini nereden almıştır. Bu önemli ayrıntı, Hazreti Mevlana anılırken bazılarınca hep gözden kaçırılmaya çalışılır. Ama insan güneşe gözünü kapatsa da, o aydınlatmasına ve ısıtmasına devam eder.

Bizler Hazreti Mevlana'yı Kur'an ve Hazreti Peygamber ile birlikte anmazsak hem onun yaşam felsefesine hem de hayatına en büyük ihaneti etmiş oluruz. Ve inanıyorum ki O'da ahirette kesinlikle böyle yapanlardan, amacını saptıranlardan davacı ve şikâyetçi olacaktır. Şiirlerinde de bunu kendisi söylemekte zaten. Şu bir gerçek ki Hazreti Mevlana ve onun gibi diğer din büyüklerini yücelten şey, örnek aldıkları Hazreti Peygamber ve arkadaşlarının hayatıdır. Mevlana'nın bütün güzelliği onlara benzemeye çalışmasındandır.

Sadede gelecek olursak, hem doğulusu hem batılısı ile her dinden insan Mevlana ile huzur bulduklarını itiraf ederken aslında İslam'ın reklâmını yaparlar. Bu dinin dünya hayatındaki yansıması huzurlu bir yaşam şeklindedir. Bu huzurun sebeplerini sorgulayacak olursak, Din psikolojisi üzerine araştırma yapan psikologlar ve uzmanlar bu etkinin sebebi hakkında şunları söylerler: İnsan eksiktir. İbadetlerle mükemmel varlığın kuşatıcılığında eksik yönlerinin kuşku, kaygı ve korkularından kurtulur, huzur bulur.

İbadetler insanın disiplinli bir hayata alışmasını kolaylaştırır. Duygularını eğitir. Duyguların zararlı etkilerinden korur. Cemaatle yapılan ibadetler sosyal fobiden kurtarır. Sosyal uyuma yardımcı olur.

Dua ve ibadetler Yüce varlıkla insanı sembolik bir beraberliğe ulaştırır. Yüce varlıkla bu tür ilişki ruhsal yönden tedavi edici önemli bir pratiktir. İman ve ibadetler insanlardaki karışık duygu düşünce ve güdüleri manevileştirip bütünleştirerek bireyi belirsizlik ve kaosun bunalım atmosferinden kurtarır. Ruhsal bir bütünlük kazandırır. En önemli temel kaygı olan ölüm korkusuna karşı dini ibadetler korkunun moral çöküntüsünün karşısında kişinin moral kuvvetleri olarak çalışırlar.

İbadetler bilinçli bir şekilde yapıldığımda kişiliğin gerek içe dönük, gerek dışa dönük yüzünün gelişmesine yardımcı olurlar. Bilinçli olarak Allah'ın karşısında olduğunu hisseden insan kendini değerlendirir denetler. İnsanlara inancının zaviyesinden bakar. Bütün yaratılmışla barış içerisinde olur. Huzurlu olur, huzur dağıtır.

İbadetler çeşitli zorluklara karşı dirençli, sabırlı kılar. İnsanlardaki, sabır, cesaret, merhamet gibi güzel yönleri geliştirir. Yaratıcısına tam yönelen insan her türlü kötülükten kaçar. Kendine olan güven ve saygısı artar. Kişiliği gelişir ideal bir şahsiyet kazanır. Henry Link "Dine dönüş" adlı kitabında "bir dine inanan ve mabetlere giden insanların şahsiyet ve karakteri, dine karşı ilgisiz insanlara göre daha sağlamdır ve ahlaki yönden bu insanlar daha üstündürler" der. (1)

Hem fiziki hem ruhsal bünyemize iman ve ibadetlerin faydası saymakla bitmez. Örnek olması anlamında birkaç şey söylenmiştir.

Buradan çıkarmamız gereken ders, dini yaşantının faydası ahirete diye bir yanlış inanış ve cehaletten vazgeçmemiz ve bu dünyada iyilik istiyorsak da dine dönmek zorunda olduğumuzu bilmemizdir.

Allah'a (Celle Celalühü) emanet olun.

----------------------------------------------------------------

Kaynak :

(1) Akif Hayta'nın Dini Pratikler ile Psiko- Sosyal Uyum Arasındaki İlişki Üzerine Bir İncelemesinden

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
8
İnsan ve Hayat / Hayatı Kul Olarak Yaşamak
« Son İleti Gönderen: KOYLU Dün, 07:53:03 ÖÖ »


Hayatı Kul Olarak Yaşamak

Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de şöyle ferman buyurur: "- Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat, 56)

"- Ey insanlar! Hem sizi hem de sizden önceki insanları yaratan Rabbinize ibadet ediniz/ kulluk yapınız" (Bakara, 21).

Yukardaki Ayet-i kerimeler hayatın ve insanlığın gayesini açıkça ortaya koyarken, kainatın ve içindeki bütün varlıklarla beraber insanoğlunun varoluş sebebini sorgulayan Felsefecilere 1400 yıldır cevap verip durmaktadır. Evet, bu ayetlerde insanoğlunun kadim sorularına verilmiş cevaplar vardır. En mühimi olarak da; evren ve içindekiler nasıl olmuştur? Niçin olmuştur? Soruları cevap bulmuştur.

Açıkça anlaşılmaktadır ki, insanı bir yaratan vardır. Ve yaratılışı belli bir gayeye matuftur. Evrenin yaratılış sebebi; Allah'ın (c.c) isim ve sıfatlarıyla yüce sanatını kuvveden fiile çıkarması, insanın gayesi ise bu sanatı ve sanatkarı taktir, teşekkür ve şükürle karşılaması ve kendi yaratılış amacı doğrultusunda kulluk yapmasıdır. Kulluk; bazı güçlerden korkmak neticesi yapılan şuursuz tapınma hareketleri değil, anlamı çok geniş, iman, sevgi, haşyet, tefekkür, teşekkür, tezekkür, ubudiyet vb. gibi duygusal yönü ağırlıklı bir duygu-ilim-eylem işbirliğidir.

Evet insanın yaratılış amacı kulluk. Peki kulluğunu nasıl ortaya koyacak. Kulluktan ne anlayacak... Bunlar çok önemli sorulardır. İnsanoğlunun yalnız aklıyla ve tecrübeleriyle böyle bir soruyu yanıtlaması mümkün değildir. O sebeple yine yüce yaratıcı, peygamberler aracılığıyla insanoğlunu, bu soruların kaos ve karmaşasından kurtarmıştır.

Fussilet suresinin 11. Ayet-i kerimesi evrenin yaratılış sırasına işaret eden ve kainattaki tüm zerrelerin Allah'a (c.c) teslim olduğunu ifade eden ilginç bir Ayet-i kerimedir: "Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: -İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin dedi. Her ikisi de: -İsteyerek geldik dediler."

Bu Ayet-i kerime ilmi bir mucizeye işaret eder. Önce, duman veya gaz halinde yaratılmış olan evrenin içindeki gaz molekülleri veya atomları daha sonra entropi yasalarını hiçe sayarak mevcut galaksileri, içindeki güneş ve yıldızları, yerküreyi meydana getirmek üzere olağanüstü bir güç ve enerjiyle birbirlerine yaklaştırılmış ve birleşti- rilmiştir. Bu birleşme işleminde, yüce yaratıcının emrine isteyerek zerrelerin teslimiyeti söz konusudur. Yine Kur'an-ı Kerim'de: "Hiçbir şey yoktur ki Allah'ı (c.c) tesbih etmesin." (İsra, 44) buyurulur. Ve her varlığın kendine has bir kulluk ve tesbih şeklinin olduğuna işaret edilir. İnsanın bedeni, biyolojik varlığı, fiziki varlığı, yani kendi ihtiyarı dışında eylem gören organları da Allah'ı (c.c) tesbih ederken, burada insan ve cinlere kendi iradeleriyle bir kulluk görevi yüklenmiştir. İnsan ve cinlerin dışında kalan bütün varlık aslında Müslüman'dır. Yani Allah'a ve O'nun buyruklarınateslimdir. O sebepledir ki kainatta hiçbir kargaşa ve karmaşa olmadan işler tıkır tıkır gider. İnsan ve cinlere gelince işler değişir. Her şey karışır. Çünkü insan ve cinler sınava tabi tutulmuşlardır. Onlar kulluk yaparken nefs engeli ve şeytanla karşılaşırlar. İslam fıtratı üzerine yaratılmış olmalarına rağmen Müslüman kalmaları ve İslam'ı yaşamaları çaba ister. Bunun için; iman, akıl, vicdan, kalp gibi müspet güçleriyle nefsin ve şeytanın menfi saldırılarını bertaraf etmeleri gerekir. Ve huzurlu bir yaşam için bu çabayı göstermeleri Allah'ın (c.c) buyruklarına uymaları icap eder.

Kısaca kulluk fıtrat üzerine yaşamaya çalışmaktır. İçimizde hissettiğimiz dirence rağmen doğru olanı yapmak, Allah'ın (c.c) isteklerinin bütününü ifade eden Kur 'an-ı ve bir beşer olarak Kur 'an'ın hayata tatbikinin pratikte mümkün olduğunu gösteren Hazreti Peygamber'i örnek alarak yaşamaktır. Mesela Efendimiz (a.s) bütün hayatını Kur'an'a uydurarak tam bir kulluk şuuru ile yaşamış, hiç boşluk bırakmamıştır. O sebeple de O'nun hayatını her karesiyle taklit etmek ibadetten sayılır. Nerdeyse hiç yanlışsız bir hayat ve hep sınırlara riayet etmiş, kimsenin hakkına tecavüz etmemiş bir yaşam… Ki, bu hal olağan- üstü bir şeydir ve ancak mucizedir.

Evet, gözlerin, kulakların her türlü organın taşkınlıktan uzak kalarak bir ömür bitirmesi... Aslında bu; trafikte aracı hep kurallara uyarak kullanmak gibi bir şeydir. Ama insanoğlu yaratılışındaki acelecilik, bencillik, zalimlik gibi bir çok zaaflar sebebiyle bu kuralları ihlal etmeden asla bir yolculuk yapamaz. Efendimiz (a.s), uzun ve çok zorlu olan hayat yolculuğunu neredeyse hiç kaza yapmadan, hiçbir trafik kuralını ihlal etmeden tamamlamış desek yeridir. Beşer olması hasebiyle birkaç zellesi olmuştur elbette ama Rabbinin koyduğu kurallara uymada O'nun gibi bir ikinci kimse çıkmamıştır. Bu örnekten anlaşılmaktadır ki, trafik kuralları trafik teşkilatına lazım değil trafiğe çıkan sürücülere lazımdır ve faydası onlaradır. Aynen onun gibi Allah'a (c.c) kulluğun faydası direk kullaradır.

Burada önemli bir konuya değinmek gerekir. İbadet deyince avam Müslümanlar arasında genellikle anlaşılan namaz, oruç, hac, zekât gibi zamanı ve şekli belli ibadetlerdir. Şüphesiz bunlar en temel ibadetlerdir, ancak ibadeti yalnızca bunlardan ibaret görmek, ibadetin anlamını daraltıp eksiltmektir. İslâm'ın şartlarından olan bu ibadetler, genel ibadeti, yani hayatın her anını kapsayan kulluğu ayakta tutan temellerdir. İşte bu temelle birlikte bütün hayatı kuşatan ibadet halini de dikkate aldığımızda hayatımızı en verimli bir şekilde değerlendirmiş oluruz. Şuurlu bir Mümin, insan tabiatının gerektirdiği, zevk ve lezzet aldığı yemek, içmek, uyumak, gezmek, çalışmak gibi işleri de Allah'ın (c.c) emrine uygun ve O'nun rızasını talep ederek yapar. Helal olanla yetinir, haramdan korunur. Allah'ın (c.c) emirlerini yerine getirebilmek gayesiyle yer, içer, uyur... Böylece nefsine zevk ve lezzet veren bütün cismani fiiller bu halisane niyet sebebiyle bir nevi ibadete dönüşür ve onlardan sevap kazanır.

Hatta kişi, maddi hayatın meşru zevk ve lezzetleri içinde yaşarken de halisane bir niyetle Allah'a (c.c) teveccüh ederse, bu fiilleri vasıtasıyla da Allah'a (c.c) yaklaşır. Bu gibi lezzet ve nimetlerde de taat ve Allah'a (c.c) teveccüh vardır. İbadette aranan mana da zaten budur.

Bu arada şunu da belirtelim ki, dinimizde ibadetin manasının böylesine genişletilmiş olması, insanı namaz, oruç, hac, zekât gibi farz ibadetleri yapmaktan kesinlikle muaf kılmaz. Çünkü bu farizalar doğrudan Cenab-ı Hak tarafından emredilmiştir. Çünkü bunlar kulun Allah'a (c.c) bağlılığını ve yakınlığını temin eden esas merkezlerdir. Diğer hiçbir iş bu farzların yerine konulamaz. Durum böyleyken, bazı tembel ve umursamaz kimselerin üzerlerine farz kılınan ibadetler hakkında "Asıl olan kalp temizliğidir, iyi niyet ve güzel işlerdir, namaz ve oruçla din olmaz!" gibi sözleri, cehalet, büyük bir aldanıştır. İhmal ve tembelliklerinden dolayı korkunç bir yanlış anlama ve aldanmadır.

Dinimiz ibadetin manasını genişletmekle, beşer hayatını ıslah etmeyi, hayatın güçlüklerine sabırla göğüs germeyi, müşterek hayrı elde etmek için çalışmayı ve kötülükle mücadele etmeyi hedef edinmiştir. Nezih ve kaliteli bir hayat için beşeri ve sosyal kuvvetleri toplumun hayrına kullanmak gerekir. İslâm'ın getirdiği ilâhi esaslar ve ibadetteki geniş anlayış bu hayırlı neticeleri temin etmeye kâfidir.

Rivayete göre Hz. Aişe (r.a) validemiz, zayıflıktan yüzü sararmış, beli bükülmüş bir şahsı görünce, bunun kim olduğunu sormuş. Bu zat zahid bir kimsedir, ce vabını alınca zühdün bu şeklini redde-derek şöyle demiştir: "Ömer b. Hattap insanların en zahidi idi. Fakat bir şey söyleyince sözünü dinletir, yürüyünce hızlı yürür, vurunca da çok acıtırdı." Rabbimiz bizleri her işini rızası için niyet ederek yapan ve ibadet sevabı alan kullarından eylesin.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
9
Ölüm Kıyamet Ahiret / Ahir Zaman Bilinci
« Son İleti Gönderen: KOYLU Dün, 07:43:18 ÖÖ »


Ahir Zaman Bilinci

Açıkça görülüyor ki, zaman ahir zamandır. “Nasıl bu kadar eminsiniz?” derseniz deriz ki şartlarından. Çünkü Hazreti Peygamber Aleyhisselam bugünü, bir şahsı tarif eder gibi tarif etmiş. Adını, soyadını, boyunu, kilosunu yaşını, soyunu ve bir çok yönüyle özelliklerini tarif eder hem de. Bütün bu tariflere bakınca bugünün o tarif edilen gün olduğu açık. Açık ama imtihandayız. Deliller ne kadar güçlü olursa olsun, insan ancak inanmak isterse inanır. İmana delille varılır. Ama neredeyse matematik deliller kadar güçlü deliller de olsa bu delillerle amel etmek sadece akılla alakalı değil, vicdan ve ahlakla da alakalıdır.

Mesela; Allah'ın varlığıyla ilgili deliller milyonlarcadır. Yokluğuyla ilgili bir küçük delil yok. Ama vesvese ve hezeyan vardır. İnanmak istemeyen onca güçlü delili yok sayar ve vesvesesini delil kabul edip inkâr eder. Onun gibi Hazreti Peygamber Aleyhisselam'ın ahir zamanla ilgili bir sürü hadisi vardır. Ahir zamanın en önemli siması ve en tartışmalı konusu ise şüphesiz Mehdi' dir. “Var mıdır, yok mudur, gelecek midir, gelmeyecek midir?” gibi tartışmaların ayaklarını yere bastıracak şey ise bu konudaki hadislerin sıhhatidir. Bunun dışındaki yorumların ve şahsi mülahazaların hiçbir önemi yoktur.

O halde güvenilir altı hadis kitabını ifade eden Kütüb-ü Sitte'de bu mevzu “var mıdır yok mudur?” diye bakınca; altısında da bunları görmek mümkündür. Özellikle Kütüb-ü Sitte'den Ebû Davud, Tirmizî ve İbni Mâce'de geçen hadislerde Mehdî ismi açıkça zikredilerek bahsedilmiş, Buharî ve Müslim'de ise imam, halife tabirleriyle yer almıştır.

İbni Hacer, Teftazanî ve el-Keşmirî, gibi âlimler Buharî'de yer alan, "İmamınız sizden olduğu halde İbni Meryem indiği zaman haliniz nasıl olur?"(1) hadisindeki "imam"dan maksadın Mehdî olduğunu söylerler.(2) İbni Hacer, bu rivayete dayanarak Hz. Mehdî'nin gelişiyle ilgili rivayetlerin sahih olduğunu, onun bu ümmetten olup Hz. İsa'nın onun arkasında namaz kılacağıyla ilgili rivayetlerin de mütevatir olduğunu, bu hususla ilgili İmam-ı Şafiî'den de bir nakil yaparak söyler. (3)

Müslim'de de, âhir zamanda gelen, bolluk ve refah dönemi yaşatan bir halifeden bahsedilmektedir ki( 4), âhir zamanda gelen bu halife de Hz. Mehdîdir.

Netice olarak; sahih hadis kitaplarında da geçen bu hadislerden dolayı meşhur İslam âlimleri Mehdi'nin varlığından şüphe etmemiş, zamanını tayin konusunda tereddütler yaşamışlardır.

Evet, açıkçası merak edenleri yeterince aydınlatacak kadar bu konuda eser vardır. Bunların hepsi güçlü deliller, sahih haberlerdir. Sahih haberler olduklarının ayrı bir teyidi de yaşadığımız süreçtir. Çünkü 1400 yıl öncesinden son yüzyılda yaşadığımız olayları böyle net bir şekilde tasvir ve tarif etmek ancak mucizeyle açıklanabilir. Bir kısım insanlar bu kadar sahih hadisi ve onunla birebir örtüşen bu yaşadığımız süreci görmezden gelmeyi veya yok saymayı marifet, hatta istikamet sayarlar… O kişilere göre imtihanı kazanmak, istikamet üzere olmak gerekçesi de kılıf edilerek onca delili yok saymaktır. Ne diyelim vesveseleriyle baş başa kalsınlar…

"Onların çoğu zandan başka bir şeye uymuyorlar. Zan ise haktan bir şey kazandırmaz." (10/Yunus, 36).(30)" ayeti tam da onlara yakışmaktadır.

Kabul etmek gerekir ki, ahir zaman konusu insanlar için ciddi bir imtihandır.

Müslümanların çoğunluğu bu konuyla ilgili hadisleri kabul ederler. Nitekim neredeyse bütün cemaat mensupları liderlerine ahir zamandaki kurtarıcı kişi gözüyle bakarlar. Veya en azından böyle bir beklenti içerisindedirler.

Evet, ahir zamanla ilgili meseleleri nasıl değerlendireceğimiz konusu gerçekten insanlar için ciddi bir sınavdır.

Bugün için sağlıklı bir düşünce nasıl olmalı?

Ahir zamanda sınavı kazanabilmek için nasıl bir eylem içinde olmalıyız?

Bu olaylara en makul, en mantıklı en objektif nasıl yaklaşabiliriz?

Bu son derece önemli meselede gerçekten istikamet ehli olmak için nasıl bir mantık yolu izlemeliyiz?

Bu ve benzeri sorular, her babayiğidin altından kolay kalkabileceği sorular değildir. O sebeple insanların kafası karma karışıktır. Ama Feyz okuyucuları bu konuda şanslı insanlar. Zira Feyz Dergisi en sağlıklı ve en ihtiyatlı yolu takip etmekte ve okuyucularına da tavsiye etmektedir. Bu iddianın sebebi Şenel İlhan Bey'in bu konuyla ilgili meşhur makalesidir. Bu makale kamuoyunda çok ciddi bir ilgi uyandıran eşi ve benzeri yazılmamış bir makaledir. Sayısız okuyucumuz bu makale sayesinde çok rahatladıklarını, kafa ve kalplerindeki karışıklığın gittiğini ifade ederek takdir, teşekkür ve dualarını iletmişler ve iletmeye de devam etmektedirler. Bahsi geçen bu makale" Mehdilik delilik mi?" isimli makaledir. Okuyucularımızdan bu makaleyi okumamış olanlar varsa, biran önce okumalarını, okuyanların da zaman zaman tekrarlamalarını tavsiye ederiz. Yine arzu eden kardeşlerimiz, Feyz Dergisi'nin internet sitesine girerek bu makaleyi okuyabilirler; bunu hatırlatırız. Ayrıca Şenel İlhan Bey'in son günlerde yapmış olduğu sohbetlerden hareketle bir önemli konuyu da bu meseleye ilave etmek isteriz. Bu mesele" istikamet" sözünün yanlış anlaşılması meselesidir. İstikamet nedir? İstikamet kelimesi, kısaca Allah ve Resulünün emir, tavsiye ve uyarıları doğrultusunda dünya ve ahiret işlerini düzenlemeyi ve yaşamayı ifade eder, diyebiliriz. Bu kelimeye her dönem ve devirde ayrı anlamlar yüklenmiş, özellikle de insanlar biraz kendi hallerine yaşantılarına uygun bir anlam yükleyerek, bu kelimeyi tefsir etmeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Mesela, istikamet sözcüğüne genelde yüklenen anlam;" Dünya hangi hal ve ahvalde olursa olsun ben işimi yaparım, yani dervişan bir şekilde kulluğuma bakarım, dünyanın gidişatından etkilenmemeye çalışırım" şeklindedir. Bu düşüncenin doğru olan yanları vardır ama eksiktir. “Bunun eksiği neresindedir” derseniz... Eksik olanlardan birisi şudur ki, iyiliğin emredilmesi, tavsiye edilmesi, kötülüklerin yapılmasının ve yayılmasının engellenmesi için mücadele edilmesi de müminlerin önemli görevleri arasındadır. Buna, emr-i bil-maruf nehy-i ani'l-münker denilir. Yani, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak. Nitekim şu ayet, ümmet içinde bunu yapacak bir topluluğun bulunmasını gerekli kılar:

"İçinizden, insanları hayra çağıracak iyiliği emredip kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun..." (Al-i İmran Sûresi,104)

O zaman bunun bir adım ötesinde; “şahsi kulluğumun yanında elimden geldiğince emr-i bil-maruf nehy-i ani'l-münker görevini de yaparım ve gerisini Allah'a havale ederim” düşüncesini de katabiliriz. Evet, bu istikamet yaklaşımı diğerine göre daha tamdır ve günümüzde de bir çok tarikat ve cemaatin istikamet anlamında geldiği en iyi nokta burasıdır, diyebiliriz. "Peki, bu istikamet anlayışı, içinde bulunduğumuz zamanımız için kuşatıcı veya yeterli midir?” derseniz; bunun yeterli olmadığı da açıktır. Şundan ki Hazreti Peygamber Aleyhisselam' ın ahir zamanla ilgili söylediği hadislerini sanki söylenmemiş kabul etmek anlamına gelir bu düşünce… O zaman daha sağlıklı bir istikamet anlayışı, zamanın da değerlendirmesi yapılarak yani içinde bulunduğumuz çağı ve ahvali de değerlendirerek ortaya konan istikamet anlayışıdır. Çağın değerlendirmesinin yapılması demek ise elbette ki, bu zamanların ahir zaman olduğunun bilinciyle hareket edilmesi demektir. Yalnız bu konunun değerlendirilmesi ayrı bir ölçü ve hassasiyet gerektirir. Zira bu meselenin akıl, ilim, objektiflik gibi kıstaslar yerine duygusal kararlarla değerlendirilmesi daha büyük bir fitnenin sebebi olabilir. Zira Şenel İlhan Bey’in "Mehdilik delilik mi?" yazısında çok güzel açıkladığı gibi, insanların objektiflikten, akıl ve ilimden ayrılarak sadece duygusal kararlarla hareket etmesi büyük bir olasılıkla kendi liderini kesin olarak ahir zamandaki kurtarıcı olarak görmesi neticesini doğurabilir. Bu da insanları içinden çıkılmayacak başka büyük fitne ve zararlara sokabilir. Çünkü ahir zamandaki kurtarıcının özellikleri o makalede çok güzel anlatılmıştır. O şartlar zahir olmadan böyle bir tespite göre eylemlere karar vermek, vahim sonuçlar doğurabilir. O zaman daha açık bir ifadeyle “böyle bir zamanda en ihtiyatlı, en güzel düşünce sistemi veya en kapsamlı istikamet anlayışı nasıl olur?” derseniz, Şenel ilhan Bey'in sohbetlerinden de yaptığım çıkarıma göre diyebilirim ki: Öncelikli olarak ahir zaman olduğunu kabul edeceğiz. İkinci olarak orada anlatılan Mehdi; İsa; Deccal; Süfyan gibi zatların bu zamanda zuhur edeceğini bileceğiz. Ve bunların bazı cemaatlerin yaptığı zorlama tevillerle "şahs-ı manevi" falan değil; bizzat et ve kemikten beden olarak zuhur edip bizimle beraber yaşayacaklarına inanacağız. Sahih hadislerde ifade edilen zorlukların ardından inşallah akabinde dünya üzerinde güzel bir İslam hâkimiyetinin yaşanacağına inanacağız.

Kafa ve kalplerimizde eyleme dönük kesin kararlarımız olmadan, ahir zamandaki büyük zatlarla ilgili bazı adaylarımızın olmasında da istikamet noktasında bir mahsur söz konusu değildir. Bu şekilde teyakkuz halinde bir duruşla, elimizden geldiğince kulluğumuzu ve emr-i bil-maruf nehy-i ani'l-münker görevimizi yaparak ve Allah-u Teala'nın o zatları bize tanıtması, buldurması için yürekten dua ederek bekleyeceğiz.

Evet, kıymetli okurlar, şöyle objektif olarak içinde bulunduğumuz çağı ve şahit olduğumuz olayları değerlendirirsek, hadislerde ifade edilen kıyamet alametlerinin küçüklerinin hepsinin vuku bulmuş olduğu gerçeği ile karşı kaşıya kalırız. Bu demektir ki, artık büyükleriyle yüz yüze gelmek zamanıdır. O zaman “bugünlere hazır mıyız?” sorusunu da sormak zamanıdır. İnsanlar ne kadar isteseler de günün doğuşuna engel olabilirler mi?

Vakti gelince elbette ki güneş her şeye rağmen doğacaktır. Ancak yarasalar bu doğuşa şahitlik edemeyeceklerdir. Bunun için bizden istenen, büyük alametlerin zuhurunu yok saymak değil, bu konuda bilinçli olmak olmalıdır. Çünkü bu önemli sınavı buna inanmayanlar kaybedebilirler.

Ne diyelim: Allah (c.c) cümlemize yardım etsin. Yanlışa düşmekten korusun. Ve bizleri, her zaman istikamet üzere kalmaya ve razı olduğu işleri yapmaya muvaffak kılsın.

Amin.

----------------------------------------------------------------------------
Kaynak:

1 Buharî, Enbiya: 49.

2 İbni Hacer, sFethu'l-Barî, 6:570; Teftazanî, Şerhu'l-Makàsıd, 5:314

3 Teftazanî, Şerhu'l-Makasıd, V:314.

4 Müslim, Fiten: 67-69.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
10
ÖLÜM AHİRET KIYAMET / Ölüm Gününüz Doğum Gününüz Olsun
« Son İleti Gönderen: KOYLU Dün, 07:37:24 ÖÖ »


Ölüm Gününüz Doğum Gününüz Olsun

Tıp ilminin geldiği müthiş seviyeye rağmen ölüm olayı hala çözülememiş bir sır olarak esrarını korumaya devam ediyor. Biyolojik varlığımızdan hareketle sadece tıbbi terimlerle ölümü açıklamak ise çok yetersiz kalıyor. Zira tıbba göre yaşaması gerekenlerin öldüğü ama ölmesi gerekenlerin ise yaşadığı vakaları sıklıkla yaşıyoruz. "Her canlı ölümü tadıcıdır." (Al-i İmran, 185) ayeti ise Yüce yaratıcının beyanıyla dünya hayatı için ölümden kaçış ve kurtuluşun mümkün olamayacağını ve ölüme çare aramanın anlamsızlığını haber veriyor.

Evet, İnsanoğlu var oluşundan beri, ölümden korkmuş, çekinmiş, ölümün sırrını aramış, onun şiflerini çözmeye ve ölümsüzlüğü elde etmeye çalışmıştır. Ölümün arkasındaki soruların cevabını bulmak onun için hava gibi, su gibi önemli olmuştur.

Zira biraz aklı olan her insan, ister içinde dini bir inancı taşısın, ister taşımasın" Niçin doğarız, niye ölürüz, ölünce ne oluruz? Gibi soruların cevabıyla meşgul olmaktan kendisini alamıyor. Ve bu soruların kendince mantıklı, makul cevaplarını bulmadan da rahat edemiyor. Zira bu sorular insanların çözmeden rahat edemediği, edemeyeceği yaratılış kaynaklı hayati sorular. Gerçektende huzurlu bir hayat yaşamayı arzulayanların bu sorulara karşı mutlaka kendilerince onları ikna edecek yeterli cevapları olmalı. Ki bu iman duygusunun verdiği güvenle bu dünyada huzurlu bir hayat yaşayabilsinler. Bu fıtri ihtiyaç sebebiyledir ki tarih boyunca bu soruların cevabını bulmak için düşünen mütefekkir insanlar eksik olmamış. Fikirleriyle, yaşadıkları toplulukların bu ihtiyaçlarına cevap aramış, düşünce ve ekolleriyle onları etkilemişler de.

Tarihte geçmiş ve bu gün yaşayan topluluklara baktığımızda, yaşamı ve ölümü kendince anlamlandırmayan, hiçbir topluluk veya milletin olmadığını görüyoruz. Yine insanlık tarihi incelendiğinde var oluşun ve ölümün nedeni ve niçin' i hakkında en mantıklı ve etkileyici cevapların Allah'ın Peygamberi olduklarını söyleyen insanlar tarafından verildiğini müşahede etmekteyiz. Nitekim Peygamberlerin getirdiği dinlerin etkisi her zaman ve dönemde diğer din, ekol ve görüşlerin etkisinden fazla olmuş. Tabii bilimlerdeki, fen ve teknolojideki gelişmeler peygamberlerin etkisini yok edememiş.

Mesela, tahrife uğrayarak semavi olma özelliklerini kaybetmiş olmalarına rağmen hala Musevilik ve İsevilik gibi dinlerin müntesipleri varlıklarını ciddi anlamda korumaya devam ediyorlar. Neticede yeryüzü, bugün dini inançları Allah'ın (Celle Celalühü) muradına uygun olmasa bile, bir olan yaratıcıya iman eden milyarlarca insanla dolu…

En son Peygamber Hazreti Muhammed' in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatı ve getirdiği mucize kitap Kur'an ise, çağımızda zirve yapan ilmi gelişmelere meydan okuyarak yeryüzündeki etki alanını hızla geliştiriyor. Hayat ve ölüm hakkındaki en etkileyici sözler hiç şüphesiz Kur' an ve onun tebliğcisi Hz. Muhammed'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ait. Bu nedenle Müslümanlar, yeryüzünde yaşayan en huzurlu en mutlu insanlar… Teknolojide geri, maddede fakir olsalar, bazı çevrelerce terörist gibi gösterilseler de, bu böyle... İslam'ı seçen insanların: "Şimdi çok huzurluyum, gerçek mutluluğu şimdi buldum şeklindeki itiraflarından bu gerçeği her zaman görebiliyoruz. İslam inancına göre var oluş bir tesadüf değil, bilinçli bir kulluk projesinin hayata geçirilişi.

" O (Celle Celalühü) hanginizin daha iyi amel yapacağını denemek için ölümü de hayatı da takdir edip yaratandır" (El- Mülk, 2) ayeti bu gerçeği çok güzel ifade ediyor. Bu ayetten anlaşıldığı üzere doğumumuz da ölümümüz de bilinçli olarak takdir edilmiş… Ölüm meleği, verilmiş bir sürenin sonunda bizi yakalayacak ve sonsuz olan ahiret hayatımız başlayacak.

Ölüm, ayet ve hadislerin ifadesiyle ahiret hayatına geçişin ilk kapısı. Ölen kişi, ölümü anında bu gerçeği fark ederek, bu hakikatle yüzleşecek. Yaşamı süresince ahiret âleminin varlığına dair perdeli olan gözlerinden perde kalkarak, canını alan meleği de hesabını tutan melekleri de görecek ve bu konuda kesin bilgi sahibi olacak. Yani ölümle yok olunmadığını o zaman anlayacak.

Eğer bir insan ölüm hakkında Hazreti Peygamberin getirdiği bilgiye sahipse, ölümü anında şahit olacağı şeyler onun bilgilerinin teyidi ve tasdiki anlamına geldiğinden, sevinci ve şükrü artacaktır. Bu inanç ve imanı taşımayanlar ise, bu karşılaşmayla çok acı bir sürpriz yaşayacaklar.

Şu Kur' an ayeti bu manzaranın dehşetini bizlere açıkça yaşatmakta: " O zalimler, ölümün boğucu dalgaları içinde, meleklerde pençelerini uzatmış onlara; haydi canlarınızı kurtarın, Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve onun ayetlerine karşı kibirlilik taslamanızdan ötürü, bu gün alçaklık azabıyla cezalandırılacaksınız, derken onların halini bir görsen." (Enam, 93)

Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hadislerinde ölümün iki şeklinden bahseder. Birincisi tabi ölümdür. Yani ruhun bedeni terk etmesiyle meydana gelen ölüm…

Bu ölüm bütün canlılar için kaçınılmaz bir son, bir kaderdir. İşte bu ölümle ölen insan yukarıdaki ayette anlatıldığı gibi ahiret âleminin kapısından adımını içeri atmış ve dirilere kapalı birçok gaybi bilgiyle yüz yüze gelmiş olur. Hazreti Peygamber'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "ölmeden önce ölünüz "hadisiyle ifade ettiği ikinci bir ölüm şekli daha vardır.

Bu ölümde ruh bedeni terk etmez, yani dış görünüş haliyle bu kişi hayattadır. Burada anlatılmak istenen kötü arzu ve isteklerin ölümüdür. İnsan hırsından soyunmuş günah arzularına karşı kendini bir bakıma öldürmüştür. İşte kim bu ölümle ölmeyi hayatta iken başarırsa, o'da tabi ölümle ölenlerin fark ettiği hakikatleri, henüz yaşarken kalp gözünün açılmasıyla fark eder diyor, hem Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hadislerinde hem sayısız evliya eserlerinde.

Mesela, Büyük Veli Seyyid Abdulkadir Geylani hazretleri bir sohbetlerinde bu yakin halinden şöyle bahsediyor: "Ey evlat, iman babından kuvvet bulursan marifet âlemine geçersin. Oradan da ilim deryasına. Oradan fani varlığı bırakır, halkın mevhum varlığını geçer, halkın şu veya bu gibi bir varlığının bulunmadığı bir âleme göçersin. Orada ne sen varsın, ne halk, yalnız O var. İşte bu minval üzere devam edersen senin için keder lafı olmaz. Hakkın hafız (esirgeyen )sıfatı sana hizmet eder. O'nun himayesi altına girersin bütün işlerin başarı ile sona erer. Melekler önünde baş eğer. Çevrende yürür. Ruhlar gelip sana selam verir. Hak kulları içinde seninle övünür. Bütün işlerin O'nun emri altında yürür. Seni yakınlığına cezbeder. Zatı ile ülfet ve daima O'na münacat etme zevkini duyarsın." (Fethurrabbani-sh.349)

Bu dünyaya sırf güzel ameller işlemek maksadıyla gelmiş olan insanoğlunun yapabileceği en makbul ve en güzel amel elbette Rabbinin rızasını kazanmaktır. Bir kul ki Rabbini yaptıklarıyla razı etmiş ve daha ölmeden bu dünya hayatında ahirete ait lezzetlerden nasiplenmeye başlamışsa kulluğunun güzelliği ortadır. O'na sebep biz kullar için Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) işaret buyurduğu gibi" ölmeden önce ölümün sırrına varmak" ve ahiret âlemi hakkında yakin sahibi olarak ruhu teslim etmeye çalışmak önemli bir hedef olmalıdır. Bu tür ölümle ölenler fiziki ölümden korkmaz aksine onu arzularlar.

Nitekim Tirmizi de "lezzetleri yok eden ölümü çok anın" hadisi şerifine Nesai İle Beyhaki aşağıdaki şu ilaveyi yaparak bu görüşü hadisle de destekliyorlar:

" Eğer dünyadan ölümü çok anarsanız onu önemsemezsiniz, az anan ise çok önemser." (Tirmizi Zühd,4)

Odununu, kömürünü, kışlık yiyeceklerini yazdan tedarik ederek kış mevsimine hazırlıklı giren bir ailenin, çıtır çıtır yanan bir sobada yağan karın manzarasının tadını çıkararak kıştan korkmaması gibi, ölüme hazırlanan da ölümden korkmaz. Ölümü sevgili bilmek deyince hemen akla meşhur gönüller sultanı ve Allah dostu Hazreti Mevlana geliyor. Ne diyordu Hz. Mevlana: Ben ölünce arkamdan sakın ah- vah diye ağlamayın. Çünkü ben ölünce sevdiğime, Rabbime kavuşacağım. Bugün benim için ölüm değil , "Şeb-i Arûs" (düğün)günüdür.

Hz. Mevlana'nın, bakış açısı kazandıran özlü bir sözüyle yazımızı bitirelim.

Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü,

İnananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
Sayfa: [1] 2 3 ... 10