Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Hac ve Umre / Tavaf Namazı Nasıl Kılınır
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 05:35:36 ÖS »


Tavaf Namazı Nasıl Kılınır?

Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

Tavaf namazı nerede kılınır? Tavaf namazından sonra okunması gereken dua, Namaz kılınması mekruh olan vakitlerde tavaf namazı kılınabilir mi?

Her tavaftan sonra iki rekat tavaf namazı kılınır. İhramlı olan erkeklerin tavaf namazı esnasında omuzlarını örtmeleri gerekmektedir.

Bu namazın birinci rekatında fatiha’dan sonra Kâfirun, ikinci rekatında ise İhlas suresi okunur.

Tavaf namazından sonra okunması gereken dua

Namazdan sonra şu duanın okunması müstehaptır:

“Allah’ım! Burası senin beldendir. Şu da Mescid-i Haram ve saygın evindir. Ben de senin kulunum ve kulunun çocuğuyum. Buraya Senin rızanı kazanmak için geldim. Sen de bunu bana lütfettin. Beni bağışla ve bana merhamet et. Şüphesiz sen her şeye gücü yetensin.”

Tavaf namazı nerede kılınır?

Tavaf namazının Makâm-ı İbrahim’de kılınması efdal olmakla birlikte, tavaf edenlere eziyet vermemek bakımından imkân nisbetinde Harem’in içinde uygun bir yerde kılınması da mümkündür (Kâsânî, Bedâi‘, II, 148). Buna da imkân bulunamazsa bu namaz, Harem’in dışında da kılınabilir. Bu itibarla tavaf namazını Makâm-ı İbrahim’de kılmaya çalışarak tavaf edenlere engel teşkil etmekten sakınılmalıdır.

Tavaf namazının hükmü

Tavaf namazı Hanefîlere göre vaciptir. Ancak tavafın vacibi olmayıp, haccın müstakil vaciplerinden olduğu için, kılınmaması tavafın sıhhatine mani değildir. Şafi mezhebine göre tavaf namazı sünnettir.

Tavaf namazını kılmadan birkaç defa tavaf yapmak doğru olur mu?

Peş peşe birden fazla tavaf yapan kimsenin her bir tavafın arkasından iki rekât tavaf namazı kılması gerekir. Tavaf namazı kılmadan iki tavafı peş peşe yapmak Hanefîlere göre mekruhtur (İbn Nüceym, el-Bahr, II, 356). Şâfiîlere göre ise bunun bir sakıncası yoktur (Nevevî, el-Mecmû‘, VIII, 54).

Namaz kılınması mekruh olan vakitlerde tavaf namazı kılınabilir mi?

Hanefî mezhebine göre tavaf yapıldıktan sonra kerâhet vakti değilse, ara vermeden tavaf namazı kılmak efdaldir. Mekruh vakitlerde ise daha sonraya tehir edilir (Haddâd, el-Cevhera, I, 83). Şâfiî mezhebine göre ise tavaf namazının kerâhet vaktinde kılınmasında hiçbir sakınca yoktur (Nevevî, el-Mecmû‘, VIII, 57).

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
2
DUA BAHÇESİ / Kâbe'yi Görünce Okunacak Dua
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 05:27:09 ÖS »


Kâbe'yi Görünce Okunacak Dua

Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

Kabe'yi görünce nasıl dua etmeliyiz? Kâbe'yi görünce okunacak duanın arapçası, Kâbe'yi görünce okunacak duanın Türkçesi

Kabe görününce üç defa " Allahuekber" ve üç defa " Lâ ilahe illalahu vallahu ekber" dedikten sonra şu dua okunur:

اَللّٰهُمَّ زِدْ هٰذَا البَيْتَ تَشْرِيفًا وَ تَعْظِيمًا وَ تَكْرِيمًا وَ مَهَابَةً، وَ زِدْ مَنْ شَرَّفَهُ وكَرَّمَهُ مِمَّنْ حَجَّهُ أَوِ اعْتَمَرَهُ تَشْرِيفًا وَ تَكْرِيمًا وَ تَعْظِيمًا وَ بِرًّا، اَللّٰهُمَّ أَنْتَ السَّلَامُ وَ مِنْكَ السَّلَامُ، حَيِّنَا رَبَّنَا بِالسَّلَامِ

Allah’ım Bu Kâbe’nin şerefini, yüceliğini, saygınlığını ve heybetini artır. Hac ve umre yapanların şerefini, saygınlığını ve iyiliğini de artır.

Allah’ım Sen esenlik sahibisin, esenlik sendendir. Ey Rabbimiz! Bizi esenlikle yaşat.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
3
HADİS'İ ŞERİFLER / Hac İle İlgili Hadis-i Şerifler
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 04:19:45 ÖS »


Hac ile ilgili Hadis-i şerifler  Peygamberimiz (sas)'in Dilinden Hac

Hac İle İlgili Hadis-i Şerifler

بُنِيَ الْإِسْلاَمُ عَلَى خَمْسٍ شَهَادَةِ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ وَإِقَامِ الصَّلاَةِ
وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ وَحَجِّ الْبَيْتِ وَصَوْمِ رَمَضَانَ

İslâm beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şahitlik etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekât vermek, Kâbe’yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.
(Müslim, Îmân, 21)

أَيُّهَا النَّاسُ! قَدْ فُرِضَ عَلَيْكُمُ الْحَجُّ فَحُجُّوا

Ey insanlar! Hac size farz kılındı, haccedin! 
(Müslim, Hac, 412)

لِتَأْخُذُوا مَنَاسِكَكُمْ، فَإِنِّي لَا أَدْرِي لَعَلِّي لَا أَحُجُّ بَعْدَ حَجَّتِي هَذِهِ

Hac ibadetlerinizi (benden iyi) öğrenin! Çünkü bilmiyorum; belki bu haccımdan sonra bir daha haccedemem! (Müslim, Hac, 310)

مَنْ أَرَادَ الْحَجَّ فَلْيَتَعَجَّلْ فَإِنَّهُ قَدْ يَمْرَضُ الْمَرِيضُ وَتَضِلُّ الضَّالَّةُ وَتَعْرِضُ الْحَاجَةُ

Haccetmek isteyen kimse acele etsin! Olur ki hastalanır veya binek hayvanı kaybolur ya da (hacca gitmesini engelleyen) bir ihtiyaç ortaya çıkar.  (Ebû Dâvûd, Menâsik, 5)

مَنْ حَجَّ هَذَا الْبَيْتَ، فَلَمْ يَرْفُثْ، وَلَمْ يَفْسُقْ، رَجَعَ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ.

Her kim bu evi (Kâbe’yi) haccederken, (söz ya da eylemle) cinsel yakınlığa yeltenmez ve kötülük işlemezse, anasının onu doğurduğu günkü gibi (günahsız) hâline dönmüş olur. (Buhârî, Muhsar, 10)

سُئِلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : أَيُّ الْأَعْمَالِ أَفْضَلُ ؟ قَالَ : إِيمَانٌ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ". قِيلَ : ثُمَّ مَاذَا ؟ قَالَ : جِهَادٌ فِي سَبِيلِ اللَّهِ. قِيلَ : ثُمَّ مَاذَا ؟ قَالَ : حَجٌّ مَبْرُورٌ

Hz. Peygamber’e (sas) “Amellerin hangisi daha faziletlidir?” diye soruldu. O: “Allah’a ve Resûlü’ne iman etmek.” diye cevap verdi. “Sonra hangisi?” denildi. O:

“Allah yolunda cihad.” buyurdu. “Bundan sonra hangisi?” denildi. O: “Kabul olunan hac.” cevabını verdi. (Buhârî, Hac, 4)

الْحَجُّ الْمَبْرُورُ لَيْسَ لَهُ جَزَاءٌ إِلاَّ الْجَنَّةُ

(Allah tarafından) kabul edilmiş haccın karşılığı ancak cennettir.
(Buhârî, Umre, 1)

حَجَّ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى رَحْلٍ رَثٍّ وَقَطِيفَةٍ تَسْوَى أَرْبَعَةَ دَرَاهِمَ، أَوْ لَا تَسْوَى، ثُمَّ قَالَ : " اللَّهُمَّ حَجَّةٌ لَا رِيَاءَ فِيهَا وَلَا سُمْعَة

Hz. Peygamber (sas) basit bir binek üzerinde ancak dört dirhem eden veya dört dirhem bile etmeyecek bir ihramla haccetti ve şöyle dedi: ‘Allah’ım! Bu haccımı gösteriş ve şöhretten uzak bir hac eyle!’
(İbn Mâce, Menâsik, 4)

الْحُجَّاجُ وَالْعُمَّارُ وَفْدُ اللَّهِ، إِنْ دَعَوْهُ أَجَابَهُمْ، وَإِنِ اسْتَغْفَرُوهُ غَفَرَ لَهُمْ

Hacılar ve umreciler Allah’a gelen elçilerdir. Kendisine dua ederlerse dualarına icabet eder, O’ndan bağışlanma dilerlerse onları bağışlar.
(Nesâî, Cihad, 13)

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ سُئِلَ : أَيُّ الْحَجِّ أَفْضَلُ ؟ قَالَ : الْعَجُّ ، وَالثَّجُّ

Rasulullah’a (sas) “Hangi hac daha faziletlidir?” diye sorulunca: “Yüksek sesle bolca telbiye getirilen ve kurban kesilerek yapılan hacdır.” buyurdu.
(Tirmizî, Hac, 14)
عَنْ عَائِشَةَ أَنَّهَا قَالَتْ : يَا رَسُولَ اللَّهِ، تُرَى الْجِهَادَ أَفْضَلَ الْعَمَلِ، أَفَلَا نُجَاهِدُ ؟ قَالَ : لَكِنَّ أَفْضَلَ الْجِهَادِ حَجٌّ مَبْرُورٌ

Hz. Aişe: “Ey Allah’ın Rasulü! Cihadı amellerin en faziletlisi görüyoruz, biz (kadınlar) de cihad etsek?” diye sormuş, Hz. Peygamber (sas): “Hayır! (Siz kadınlar için) cihadın en faziletlisi kabul olunmuş hacdır.” buyurdu.
(Buhârî, Hac, 4)

أَنَّ تَلْبِيَةَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : لَبَّيْكَ اللَّهُمَّ لَبَّيْكَ لَبَّيْكَ، لَا شَرِيكَ لَكَ لَبَّيْكَ، إِنَّ الْحَمْدَدَ وَالنِّعْمَةَ لَكَ وَالْمُلْكَ لَا شَرِيكَ لَكَ

Rasulullah (sas)’in telbiyesi şöyleydi: “Buyur Allah’ım buyur! Emrindeyim buyur! Buyur Allah’ım! Senin hiçbir ortağın yoktur. Buyur Allah’ım! Şüphesiz hamd sana mahsustur. Nimet de senin, mülk de senindir. Senin hiçbir ortağın yoktur.”
(Buhârî, Hac, 26)

مَا مِنْ مُسْلِمٍ يُلَبِّى إِلاَّ لَبَّى مَنْ عَنْ يَمِينِهِ وَ شِمَالِهِ مِنْ حَجَرٍ أَوْ شَجَرٍ أَوْ مَدَرٍ
حَتَّى تَنْقَطِعَ الْأَرْضُ مِنْ هَهُنَا وَهَهُنَا

Bir Müslüman telbiye getirdiğinde sağında ve solunda (eliyle işaret ederek) şuradan şuraya kadar yeryüzündeki taş, ağaç, toprak ne varsa hepsi onunla birlikte telbiye getirir.  (Tirmizî, Hac, 14)

أَتَانِي جِبْرِيلُ فَأَمَرَنِي أَنْ آمُرَ أَصْحَابِي وَمَنْ مَعِي أَنْ يَرْفَعُوا أَصْوَاتَهُمْ بِالْإِهْلَالِ

Cebrâil bana geldi ve ashabıma yüksek sesle telbiye getirmelerini söylememi emretti.  (Tirmîzî, Hac, 15)

إِنَّ اللَّهَ حَرَّمَ مَكَّةَ لَا يُخْتَلَى خَلَاهَا ، وَلَا يُعْضَدُ شَجَرُهَا، وَلَا يُنَفَّرُ صَيْدُهَا،
 وَلَا تُلْتَقَطُ لُقَطَتُهَا إِلَّا لِمُعَرِّفٍ

Allah, Mekke’yi haram kıldı… O’nun otu koparılmaz, ağacı kesilmez, av hayvanları ürkütülmez, duyuran kişiye verme dışında buluntusu alınamaz.
(Buhârî, Cezâü’s-sayd, 9)

إِنَّ مَكَّةَ حَرَّمَهَا اللَّهُ، وَلَمْ يُحَرِّمْهَا النَّاسُ، فَلَا يَحِلُّ لِامْرِئٍ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ
أَنْ يَسْفِكَ بِهَا دَمًا، وَلَا يَعْضِدَ بِهَا شَجَرَة

Mekke’yi insanlar değil, Allah haram kıldı. Allah’a ve âhiret gününe iman eden hiç kimse için orada kan dökmek ve ağaç kesmek helâl olmaz.
(Buhârî, İlim, 37)

مَنْ صَلَّى صَلَاتَنَا، وَاسْتَقْبَلَ قِبْلَتَنَا، وَأَكَلَ ذَبِيحَتَنَا، فَذَلِكَ الْمُسْلِمُ الَّذِي لَهُ ذِمَّةُ اللَّهِ،
 وَذِمَّةُ رَسُولِهِ، فَلَا تُخْفِرُوا اللَّهَ فِي ذِمَّتِهِ

Her kim bizim namazımızı kılar, kıblemize yönelir ve kurbanımızdan yerse Allah’ın ve Resûlü’nün ahit ve emânına sahip Müslüman odur. Sakın ahit ve emânı hususunda Allah’a hiyanet etmeyin.”  (Buhârî, Salât, 28)

إِنَّ أَحَدَكُمْ إِذَا اسْتَقْبَلَ الْقِبْلَةَ فَإِنَّمَا يَسْتَقْبِلُ رَبَّهُ عَزَّ وَجَلَّ
Sizden biri, kıbleye yöneldiği zaman, ancak Yüce Rabb’ine yönelmiştir.  (Ebû Dâvûd, Salât, 22)

مَا أَطْيَبَكِ وَأَطْيَبَ رِيحَكِ، مَا أَعْظَمَكِ وَأَعْظَمَ حُرْمَتَكِ، وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَحُرْمَةُ الْمُؤْمِنِ أَعْظَمُ عِنْدَ اللَّهِ حُرْمَةً مِنْكِ ؛ مَالِهِ وَدَمِهِ، وَأَنْ نَظُنَّ بِهِ إِلَّا خَيْرًا

(Ey Kâbe!) Sen ne güzelsin, kokun da ne güzel! Sen ne yücesin ve saygınlığın da ne yüce! Ama Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah nezdinde malıyla, kanıyla ve hakkında hüsn-i zan beslenmesiyle müminin hürmeti (dokunulmazlığı),
Senin hürmetinden daha büyüktür!  (İbn Mâce, Fiten, 2)

إِنَّمَا جُعِلَ الطَّوَافُ بِالْبَيْتِ وَبَيْنَ الصَّفَا وَالْمَرْوَةِ وَرَمْيُ الْجِمَارِ لِإِقَامَةِ ذذِكْرِ اللَّهِ

Kâbe’yi tavaf, Safâ ile Merve arasında yapılan sa’y ve şeytan taşlama işi (dünya kelâmı konuşmak veya gafletle geçirmek için değil) ancak Allah’ın adının anılması içindir.  (Tirmizî, Hac, 64)

الطَّوَافُ حَوْلَ الْبَيْتِ مِثْلُ الصَّلَاةِ، إِلَّا أَنَّكُمْ تَتَكَلَّمُونَ فِيهِ، فَمَنْ تَكَلَّمَ فِيهِ فَلَا يَتَكَلَّمَنَّ إِلَّا بِخَيْرٍ

Kâbe’yi tavaf etmek, namaz kılmak gibidir. Ancak tavafta konuşabilirsiniz.

Kim tavaf esnasında konuşursa sadece hayır(lı şeyler) konuşsun.  (Tirmizî, Hac, 112)

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ السَّائِبِ قَالَ : سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ مَا بَيْنَ الرُّكْنَيْنِ : رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

Abdullah b. Sâib anlatıyor: Hacer-i Esved ile Rükn-i Yemâni arasında Rasûlullah’ın (sas) şöyle dua ederken işittim: “Rabbimiz bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru.”  (Ebû Dâvud, Menâsik, 51)

وَاللَّهِ، لَيَبْعَثَنَّهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لَهُ عَيْنَانِ يُبْصِرُ بِهِمَا، وَلِسَانٌ يَنْطِقُ بِهِ يَشْهَدُ عَلَى مَنِ اسْتَلَمَهُ بِحَقٍّ

Vallahi kıyamet günü Allah Hacer-i Esved’i mahşer yerine getirecektir. Onun göreceği iki gözü, konuşacağı bir dili olacak ve kendisini hakkıyla selâmlayanlara şahitlik yapacaktır. (Tirmizî, Hac, 113)

عَنْ عُمَرَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أَنَّهُ جَاءَ إِلَى الْحَجَرِ الْأَسْوَدِ فَقَبَّلَهُ، فَقَالَ : إِنِّي أَعْلَمُ أَنَّكَ حَجَرٌ لَا تَضُرُّ وَلَا تَنْفَعُ، وَلَوْلَا أَنِّي رَأَيْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُقَبِّلُكَ مَا قَبَّلْتُك

Hz. Ömer Hacer-Esved’e gelerek onu öpmüş ve “Biliyorum ki sen bir taşsın, ne bir fayda verirsin ne de zarar! Rasûlullah’ı (sas) seni öperken görmeseydim, seni öpmezdim.” demiştir. (Buharî, Hac, 50)

يَرْحَمُ اللَّهُ أُمَّ إِسْمَاعِيلَ، لَوْلَا أَنَّهَا عَجِلَتْ لَكَانَ زَمْزَمُ عَيْنًا مَعِينًا

Allah, İsmail’in anasına (Hacer’e) rahmet etsin! Şayet o, (suyun etrafını çevirmede) acele etmeseydi, zemzem, akan bir pınar olurdu.
(Buhârî, Ehâdîsü’l-enbiyâ, 9)

إِنَّهَا مُبَارَكَةٌ، إِنَّهَا طَعَامُ طُعْمٍ

O (Zemzem) gerçekten mübarektir ve doyurucudur.
(Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 132)

مَاءُ زَمْزَمَ لِمَا شُرِبَ لَهُ

Zemzem suyu ne amaçla içilirse o yararı sağlar.
(İbn Mâce, Menâsik, 78)

أَنَّ ابْنَ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا سَقَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ زَمْزَمَ فَشَرِبَ وَهُوَ قَائِمٌ

İbn Abbâs anlatıyor: ‘Rasûlullah’a (sas) zemzem ikram ettim, ayakta içti.’
(Buhârî, Hac, 76)

إنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللَّهِ فَابْدَءُوا بِمَا بَدَأَ اللَّهُ بِه
Şüphesiz Safa ile Merve Allah’ın sembollerdendir. Şu halde siz de Allah’ın başladığı şekilde sa’ye önce Safa Tepesi’nden başlayın.
(Nesai, Menâsikü’l-Hac, 163)

الْحَجُّ عَرَفَةُ

Hac Arafat(ta bulunmak)tır…
(Tirmizî, Hac, 57)

أَفْضَلُ الدُّعَاءِ دُعَاءُ يَوْمِ عَرَفَةَ، وَأَفْضَلُ مَا قُلْتُ أَنَا وَالنَّبِيُّونَ مِنْ قَبْلِي :
لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ

Duaların en faziletlisi Arefe günü yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediklerinin en faziletlisi de: “Tek olan Allah’tan başka ilah yoktur,
 
O’nun hiç bir şekilde ortağı yoktur.” sözüdür.  (Muvatta’, Hac, 81)

مَا مِنْ يَوْمٍ أَكْثَرَ مِنْ أَنْ يُعْتِقَ اللَّهُ فِيهِ عَبْدًا مِنَ النَّارِ مِنْ يَوْمِ عَرَفَةَ، وَإِنَّهُ لَيَدْنُو،
 ثُمَّ يُبَاهِي بِهِمُ الْمَلَائِكَةَ، فَيَقُولُ : مَا أَرَادَ هَؤُلَاءِ

Yüce Allah’ın Arefe günü kullarını ateşten azad ettiği kadar fazla sayıda azad ettiği başka bir gün yoktur. Yüce Allah, o gün kullarına (rahmetiyle) yaklaşır ve onlarla meleklerine övünerek der ki: “(Bakın bakalım!) Bunlar ne istiyorlar?”  (İbn Mâce, Menâsik, 56)

مَا رُئِيَ الشَّيْطَانُ يَوْمًا هُوَ فِيهِ أَصْغَرُ وَلَا أَدْحَرُ وَلَا أَحْقَرُ وَلَا أَغْيَظُ مِنْهُ فِي يَوْمِ عَرَفَةَ ؛ وَمَا ذَاكَ إِلَّا لِمَا رَأَى مِنْ تَنَزُّلِ الرَّحْمَةِ، وَتَجَاوُزِ اللَّهِ عَنِ الذُّنُوبِ الْعِظَامِ، إِلَّا مَا أُرِيَ يَوْمَ بَدْرٍ

Şeytan, Bedir günü dışında Arefe günü görüldüğünden daha hor ve hakir, daha zelil ve öfkeli hiçbir zaman görülmemiştir. Bunun sebebi de onun, rahmetin indirilişini,  Allah’ın büyük günahları affedişini görmesidir.
(Muvatta’, Hac, 81)

أَيُّهَا النَّاسُ، عَلَيْكُمْ بِالسَّكِينَةِ ؛ فَإِنَّ الْبِرَّ لَيْسَ بِالْإِيضَاعِ

(Arafat dönüşü birisinin devesine şiddetle bağırıp vurduğunu işitince) Allah Rasulü (sas) şöyle buyurdu: “Ey insanlar, sakin olun! İyilik acelecilik değildir.”
(Buhârî, Hac, 94)

يَا أَيُّهَا النَّاسُ، إِيَّاكُمْ وَالْغُلُوَّ فِي الدِّينِ ؛ فَإِنَّهُ أَهْلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمُ الْغُلُوُّ فِي الدِّين

Allah Rasulü (sas) (şeytana atılacak taşların büyük olmamasını hatırlattıktan sonra): “Ey insanlar! Dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekileri, dinde aşırılık helâk etmiştir!” buyurdu. (İbn Mâce, Menâsik, 63)

أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : " اللَّهُمَّ ارْحَمِ الْمُحَلِّقِينَ ". قَالُوا : وَالْمُقَصِّرِينَ يَا رَسُولَ اللَّهِ. قَالَ : " اللَّهُمَّ ارْحَمِ الْمُحَلِّقِينَ ". قَالُوا : وَالْمُقَصِّرِينَ يَا رَسُولَ اللَّهِ. قَالَ : " وَالْمُقَصِّرِينَ ". وَقَالَ اللَّيْثُ ، حَدَّثَنِي نَافِعٌ : " رَحِمَ اللَّهُ الْمُحَلِّقِينَ " مَرَّةً أَوْ مَرَّتَيْنِ. قَالَ : وَقَالَ عُبَيْدُ اللَّهِ : حَدَّثَنِي نَافِعٌ ، وَقَالَ فِي الرَّابِعَةِ : " وَالْمُقَصِّرِينَ

Rasulullah (sas): “Allah’ım, saçlarını kazıtanlara merhamet et!” diye dua etti. Sahâbe: “Kısaltanlara da dua etseniz ey Allah’ın Resûlü!” dediler. O, “Allah’ım, saçlarını kazıtanlara merhamet et!” buyurdu. Sahâbe:

“Saçlarını kısaltanlara da dua etseniz ey Allah’ın Resûlü!” dediler. Sonunda O: “Kısaltanlara da merhamet et!” diye dua etti.  (Buhârî, Hac, 127)

عُمْرَةٌ فِى رَمَضَانَ تَعْدِلُ حَجَّةً

Ramazan’da yapılan bir umre, (sevap bakımından) hacca denktir.  (Tirmizî, Hac, 95)

سُئِلَ عَنِ الْعُمْرَةِ أَوَاجِبَةٌ هِيَ؟ قَالَ: لاَ وَأَنْ تَعْتَمِرُوا هُوَ أَفْضَلُ

“Umre yapmak farz mı?” diye sorulunca Hz. Peygamber (sas): “Hayır, fakat umre yapmanız, (yapmamanızdan) daha faziletlidir.” buyurdu. (Tirmizî, Hac, 88)

العُمْرَةُ إِلَى العُمْرَةِ كَفَّارَةٌ لِمَا بَيْنَهُمَا ، وَالحَجُّ المَبْرُورُ لَيْسَ لَهُ جَزَاءٌ إِلَّا الجَنَّةُ

İki umre, aralarında işlenen günahlara kefarettir. Allah tarafından  kabul gören haccın karşılığı ise cennettir.  (Buhârî, Umre, 1)

عَنْ عُمَرَ أَنَّهُ اسْتَأْذَنَ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ فِى الْعُمْرَةِ فَقَالَ: أَيْ أُخَيَّ أَشْرِكْنَا فِى دُعَائِكَ وَلاَ تَنْسَنَا.

Hz. Ömer umreye gitmek için izin isteyince Hz. Peygamber (sas) ona şöyle demişti: “Kardeşçiğim! Duana bizi de ortak et ve bizi unutma!  (Tirmizî, Deavât, 109)

عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ :لَيُحَجَّنَّ الْبَيْتُ وَلَيُعْتَمَرَنَّ بَعْدَ خُرُوجِ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ.

Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Ye’cûc ve Me’cûc’un çıkmasından sonra bile mutlaka Beytullah’a hac ve umre (ziyareti) yapılacaktır.
(Buhârî, Hac, 47)

Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ. 
4
H / Hasan Ergüçlü - Hira Dağı
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 10:16:42 ÖÖ »
22002 - Hasan Ergüçlü - Hira Dağı  320 Kbps + Wav
8 / 00:00:39:37 / 90,71 MB - 399,91 MB





Hasan Ergüçlü - Hira Dağı 2002 - 320 Kbps - Wav (8 / 39:37)
---------------------------------------------------------------------------------
Hasan Ergüçlü - 01 Hira Dağı  04:30
Hasan Ergüçlü - 02 Bülbüllerin Ötüşünde  07:31
Hasan Ergüçlü - 03 Ciğerparem  03:44
Hasan Ergüçlü - 04 Ya Rusullallah  04:11
Hasan Ergüçlü - 05 Özledim Seni (Yâ Nebi)  04:37
Hasan Ergüçlü - 06 Nurlu Hacılar  04:15
Hasan Ergüçlü - 07 Huzura Gidelim  04:17
Hasan Ergüçlü - 08 Tez Gidelim Medine'ye  06:28




Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
5
H / Hasan Ergüçlü - Düştüm Çöllere
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 10:11:43 ÖÖ »
2023 - Hasan Ergüçlü - Düştüm Çöllere  320 Kbps + Wav
8 / 00:00:44:06 / 100,94 MB - 445,08 MB





Hasan Ergüçlü - Düştüm Çöllere 2003 - 320 Kbps - Wav (8 / 44:06)
---------------------------------------------------------------------------------------
Hasan Ergüçlü - 01 Ya Rasullallah  05:42
Hasan Ergüçlü - 02 Düştüm Çöllere  05:32
Hasan Ergüçlü - 03 Medine Yollarında  05:00
Hasan Ergüçlü - 04 Ölüm  05:44
Hasan Ergüçlü - 05 Kerbela  06:16
Hasan Ergüçlü - 06 Ravza'na Gelmeye  05:57
Hasan Ergüçlü - 07 Aşkın Gülleri  05:30
Hasan Ergüçlü - 08 Seyda'm  04:21




Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.


6
Hatice Kübra Ergin / Öfkeyle Kalkan Zararla Oturur
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Bugün, 08:50:20 ÖÖ »


Öfkeyle Kalkan Zararla Oturur

Bir gün vapura binmek için iskelede beklerken perişan görünümlü, orta yaşlı bir adam gelip gişe memurundan içeriye girmek için izin istedi. Elinde yeni yetme bir delikanlının fotoğrafını tutuyordu. “Oğlum üç ay önce evi terk etti. O günden beri her yerde onu arıyorum. İzin verirseniz girip vapur bekleyen yolculara da fotoğrafını göstereyim, belki bir gören, bilen çıkar,” dedi. Adamın hikayesi gişe memurunu etkilemişti, girmesine izin verdi.

Adam içeri girip herkese tek tek oğlunun fotoğrafını göstermeye başladı. Başını iki yana sallayan, “Görmedim,” diyen her bir kişiyle birlikte yüzü biraz daha çöküyor, gözlerindeki umut ışığı biraz daha azalıyordu. Bir kişinin çıkıp, “Ben gördüm” demesi için neler vermezdi, kim bilir.

Babam bu adamcağızın haline acımıştı. Bizim yanımıza geldiğinde sohbet etti, derdiyle ilgilendi. “Oğlunun aklî dengesi yerinde değil miydi? Neden evi terk etti?” gibi sorular sordu. Adam yüreğini yakan hikâyeyi, pişmanlık dolu ifadelerle anlatmaya başladı.

Oğlu, kendisinin istemediği kişilerle düşüp kalkıyor, söz dinlemiyor, kızıp bağırınca karşılık veriyormuş. Bunun üzerine öfkelenip dövmüş, “Defol git! Benim senin gibi oğlum yok!” demiş. Çocuk da çıkıp gitmiş. Gidiş o gidiş…

Adamcağızın hali içler acısıydı. Boğazında hıçkırıklar düğümlenerek “Keşke elim kırılsaydı,” diyordu.

Öfke Bir Çeşit Deliliktir

İlmin kapısı Hz. Ali radıyallahu anhu, "Gazap ve gayzdan (öfkeden) sakınınız. Çünkü onun başlangıcı delilik, sonu ise pişmanlıktır." Buyurmuş. Gerçekten de öfke insanın gözünü bürüdüğü zaman bir çeşit delilik gibidir. Öfkeyi yenmek ise hiç kuşkusuz herkes için dünya ve ahirette selamette olmanın ilk basamağıdır.

Dünya felaketlerine uğramış insanların da, ahiret pişmanlığı çeken insanların da çoğu; “Bir anlık öfkeye kapıldıkları” için nedamet duyarlar. Mesela hapishanelerde ömür çürüten on binlerce kişiye, “Dünyaya bir daha gelseniz ne yaparsınız?” diye sorulsa, eğer yaşadıklarından ders almışlarsa şöyle diyeceklerdir: “Kendi hislerime, bilhassa öfkeme hâkim olurdum!”

Psikologlar öfkenin sebep ve sonuçlarını şöyle tarif ediyorlar: “Kişinin benliğine bir saldırı yapıldığını, bir haksızlığa uğradığını, ihtiyaçlarının karşılanmadığını, duygularının incitildiğini hissetmesi sonucu; nefesinin hızlanması, kan basıncının ve kalp atışlarının artması, adrenalin hormonlarının salgılanmasıdır.”

Bu tariften de anlaşılabileceği gibi öfkenin kaynağı kişinin benliğidir. Kişi benliğini ve haklarını savunma duygusuyla gerginlik yaşamakta ve buna bağlı olarak vücut kimyası değişmektedir. Vücuttaki bu kimyevi değişim, büyük bir enerjinin açığa çıkmasına sebep olmaktadır.

Öfkesi kabaran insan, kanını kaynatan bu enerjiyi, kendisini öfkelendiren duruma tepki göstermekte harcamak ister. Mesela kendisini kızdıran kişiyi incitmek, öfkelenmesine sebep olan eşyayı fırlatıp kırmak gibi… İşte bu aniden çoğalan enerjiyi aklıyla kontrol edemediği takdirde sonunda çok pişman olacağı şeyler yapabilir.

Akıllı bir adam, “Öfke aklın ışığını söndüren bir rüzgar gibidir” demiş. Bilim adamları, insanın beyninde, böyle heyecan ve duyguların kabardığı zamanlarda aklı devreden çıkaran bir sistem olduğunu söylüyor.

Bu sistem normalde insanın nefsini koruması için işe yarar; mesela üzerinize doğru gelen bir otomobili gördüğünüzde “can havliyle” kendinizi kaldırıma atarsınız. O anda düşünüp taşınmaya hiç ihtiyaç hissetmezsiniz; çünkü akılla karar vermeye gerek yoktur.

“Can” kendini korumak için acele devreye girer, kontrolü ele alır. Ancak bu sistem öfke anında da işe karıştığı takdirde kişi, kendi benliğini savunmak adına saldırganlığa başvurabilir. İnsanı pişmanlığa sürükleyen öfke patlamalarının altında yatan da beyindeki bu sistemdir. Ancak insanın beynine bu sistemi yerleştiren Rabbimiz, onu kullanmak için bir kullanma kılavuzu da vermiş.

Öfkelenmemek Elde Değilse Affet

Kuran-ı Kerimi dikkatle okuyan bir insan, onun pek çok ayetinin insana kendi nefsini doğru şekilde kullanmakta kılavuzluk ettiğini görebilir. Mesela böyle rehber ayetlerden biri: “(Rasûlüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.” (A’râf; 199) ayetidir.

Âlimlerin ve evliyanın büyüklerinden Cafer-i Sâdık Hazretleri; bu ayet hakkında, “Güzel ahlakı özetleyen bir ayettir” demiştir. Dikkat edilirse ilk nasihat, yani, “Af yolunu tut!” öfkenin en büyük ilacıdır. Çünkü insanın hayatı boyunca hiçbir şeye öfkelenmemesi mümkün değildir; ancak öfkelendiren durumları affetmesi mümkün olabilir.

İnsanoğlu benliğine dokunan bir durum karşısında öfkelendiği vakit bunu bastırsa bile yok edemez. Eğer sırf korkusundan dolayı öfkesini ifade etmekten kaçınır, hep geri adım atarsa kendine saygısı kalmaz. Ama affetmek farklı bir tutumdur.

Af, kişinin öfkesini yuttuğu anda kendisine saygısını korumasını sağlar. Çünkü korkusundan dolayı sinmiş değildir; karşısındakinin cahilane hareketini bağışladığı için öfkesini tutmuştur.

Bugün psikologlar, kızgınlığı sürekli içe atmanın ileride daha büyük öfke patlamalarına yol açacağını bildiriyorlar. Haddini bilmeyen kişileri sürekli affetmek onları daha büyük hadsizlik için cesaretlendirebilir.

Oysa affetmek, yapılan kötü davranışı kabullenmek manasına gelmez. İnsan iyilikle kötülüğü bir tutmamalıdır; ancak kötülüğe karşı aceleyle ceza vermeye girişmeyip, iyilikle terbiye etmeye çalışmalıdır.

Allah-u Zülcelâl bize çok önemli bir ölçü veriyor; “İyilikle kötülük bir olmaz, Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet, 34)

Nitekim Peygamberimiz kendisine yapılan kötülüklerden intikam almazdı. Ancak bu kötülükler onun şahsına karşı düşmanlıktan çok, peygamberlik vazifesini yapmasına engel olan bir kötülük olduğu için onlara karşı en güzel tarzda mücadele ederdi.

Aynı şekilde bir aile reisi de terbiyesi altındaki kişilerin söz dinlemezliği ve hatalarda ısrarı sebebiyle haklı olarak öfkelenebilir. Böyle durumlarda en etkili mücadele yöntemini soğukkanlılıkla, basiretle ve kararlılıkla uygulamak gerekir.

Peygamberimiz kendi nefsi adına asla öfkelenmezdi ancak Allah'ın emirlerini yerine getirmede ağırdan alma veya aşırıya giderek zarara sebep olma gibi bazı durumlarda öfkelenirdi. Hz. Âişe Validemiz, Peygamber Efendimiz'in şahsî bir meseleden dolayı kimseden intikam almadığını bildirmiş; ardından da, "Allah'a ait bir hak ayaklar altında çiğnenirse, onu hiç affetmez, hemen o kimseye Allah'ın emrini tatbik ederdi." (Müslim, Fedâil, 79) buyurmuştur.

Esasen Allah-u Zülcelâl’in beğendiği makbul ahlak, her türlü hadise ve vaziyet karşısında duyarsız kalmak, tepkisizlik, umursamazlık değildir. Aksine iyi insan, iyilikleri emir ve teşvik etmeli, kötülüklerden de sakındırmalıdır.

Ayetin devamında “iyiliği emret” buyrularak af yolunu tutmanın hakiki mahiyeti açıklanır.

Demek ki affetmek, her türlü yanlışı görmezden gelip geçmek değildir; ceza vermekte acele etmemeli ama bir daha yapılmaması için kararlılıkla ikazda bulunmayı da ihmal etmemelidir.

Cahillerden Yüz Çevir

Peki ya karşımızdaki hatasında direniyorsa? İşte ayetin sonundaki “cahillerden yüz çevir” kısmı tam da bu noktayı işaret ediyor. Elbette bir insan, uğradığı haksızlığı affettiği ve güzellikle uyarıda bulunduğu halde karşısındaki haddini aşıyorsa daha büyük bir öfke duyacaktır. Bu durumdaki kişiye tavsiyenin “yüz çevir,” olması adeta Kuranın bir mucizesidir.

Çünkü bugün bilim dünyası, insan beyninde başkalarının yaptıkları hareketleri anlama, yansıtma ve taklit etme kabiliyetinin kaynağı olan ayna nöronları/mirror neurons bulunduğunu söylüyorlar. Bu nöronlar, tasavvufta in’ikas ve insibağ denilen, muhatabın halini yansıtma, onun duygularına bürünerek ortak duyguda birleşme imkânını sağlıyor.

Bu yetenek olumlu yönde kullanılırsa, yani sadıklarla beraber olmak, onların haliyle hâllenmek için tevcih edilirse çok faydalı iken, kötü kişilere yöneltildiğinde de kötü duygulara bürünmeye sebep oluyor. Bundan dolayı, hırçın, kaba, cahil, insanın öfkesini tahrik eden hal ve hareketlere sahip muhataptan yüz çevirerek onun halinden etkilenmeyi en aza indirgememiz emrediliyor.

Karşımızdaki kişi cahilse; cahile uyup öfkelenmemeli, kontrolümüzü kaybetmemeliyiz. Öfkeyle kalkıp zararla oturan birçok kişiye sorsanız şöyle diyecektir: “Şimdiki aklım olsaydı, kızgınlığım geçinceye kadar çekip gider, sokaklarda dolaşırdım. Öfkem biraz dininceye kadar düşünür taşınır, dönüşte dokunaklı bir söz söyleyip sonra bir süre susardım. Anlaması için biraz zaman verir, affediciliğimle ona büyüklüğümü gösterirdim. Anlarsa ne âlâ, anlamazsa zaten dövmenin faydası yok, hiçbir zaman da anlamayacaktır.”

İş işten geçtikten sonra “Şimdiki aklım olsaydı” dememek için, kriz zamanları gelip çatmadan önce akıllanmak gerek. Peygamberimizin “öfke kontrolü”yle ilgili çok güzel tavsiyeleri var, öğrenip uygulamalıyız.

Tasavvuf yolu bizi kendi nefsimiz konusunda bilinçlendiriyor. “En büyük düşmanın kendi içindeki nefistir” diyor. Nefsimizin akılsızca tepkilerle, bizi aklımızı kullanmaktan alıkoymasına izin vermemeliyiz.

Bilhassa aile reisi olmak, gelişi güzel yapılacak bir iş değil; bilerek, düşünerek, ölçüp biçerek, ileri görüşlülükle yapılacak büyük bir iş… Bugün aile kelimesinin hep şiddetle, geçimsizlikle, boşanmayla birlikte söylenir hale gelmesinin en büyük sebebi, bu vazifenin anlık hislerin tesirinde, rastgele yapılmaya başlanması…

Bir ailede çocuklar, yeni yetme gençler, ileri yaştaki ihtiyarlar ve kadınlar hisleriyle hareket edebilir. Ama ailenin en akıllısı olması beklenen aile reisinden öfke kontrolüne sahip olması beklenir. Allah-u Zülcelâl talak (boşama) kelimesini erkeklere emanet etmiş; sadece bu bile erkeklerin kendilerine hâkim olması gerektiğini ispat etmeye yeter…

Elbette evin hanımı da öfke krizlerini önleyici tedbirleri iyi bilip uygulamalı. Aile reisini şiddete başvurmaya ihtiyaç bırakmadan saydırmalı, otoritesini kabul ettirmeli.

Eskiden anneler kaş göz işaretiyle çocuğu ikaz ve terbiye ederdi. Çocuk babasına bir saygısızlık yaparsa hemen tenhaya çeker “Babaya öyle cevap verilmez! Allah saygısızlık yapanları sevmez! Çabuk özür dile!” derlerdi.

Yorgun argın, bütün günün stresiyle eve gelmiş bir babayı sorunlarla baş başa bırakmak iyi bir anneye yakışmaz. Anneyle baba devamlı işbirliği içinde olmalı ve terbiye hususunda birbirlerinin destekçileri olmalı. Bilhassa anne, babanın kurallarına uyulmasını desteklemeli. Yoksa pişmanlık ateşi en çok anneyi yakar, Allah korusun…

Allah-u Zülcelâl hepimizi iki dünya pişmanlıklarından muhafaza etsin.

 Âmin.

Hatice Kübra Ergin

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
7
İnaç Ahlak / Öfkeyi Kontrol Altına Almak İçin
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Bugün, 08:46:24 ÖÖ »


Öfkeyi Kontrol Altına Almak İçin

Günlük hayatın telaşı içinde ister istemez birçok durum bizi öfkelendirir. Bazen trafik, bazen insanların düşüncesizlikleri, bazen haksız davranışlar bazen de kontrolümüzden çıkan olaylar… Öfke, bizi gerginleştiren, mantıklı düşünmeyi zorlaştıran ve kontrol edilemediği zamanlarda ise kendimize ve çevremize zarar vermemize yol açan, şiddetli bir duygudur. Ancak öfkenin şiddetli olması kontrol edilemez olduğu anlamına gelmez.

Psikologlar, öfkeyi, bize ve başkalarına zarar verme riski en yüksek duygu olarak tanımlamaktadır. Saldırganlık, suç işleme, boşanma, iş yerinde ve ailede ilişkilerin bozulması gibi birçok sorunun kaynağı, öfke duygusudur. Saldırgan davranışlar herkeste farklı bir şekilde ortaya çıkabilir. Bazı kişiler öfke anında tokat atma, itme, kakma gibi fiziki saldırganlık gösterirken kimisi hakaret etme, tehdit etme, bağırarak konuşma gibi sözlü şiddet uygulayabilir. Bazen de öfke kişiyi devamlı gerginliğe sokar ve onun karşısındakine karşı hoşgörüsüz, aşırı eleştirici, hata arayıcı, tartışma çıkarıcı bir tavır içinde olmasına sebep olur.

Bazı kişiler ise öfkeyi açıkça ifade etmez ama dolaylı olarak gösterir veya pasif bir tepki sergilerler. Mesela insanlardan uzak durma, iş¬ birliğini reddetme, somurtma gibi davranışlarla öfkeyi sürekli bir husumete çevirirler. Bu da kişiyi mutsuzluk, gerginlik, hayata küskünlük ve için için acı çekme haline sürükler. Öfke ister dışa vurulsun ister bastırılsın her halükarda en büyük zararı kişinin kendi sağlığına verir. Hiddet eğilimi fazla olan kişilerin kalp damar hastalıkları, yüksek tansiyon ülser ve baş ağrısı gibi hastalıklara yatkın olduğu tespit edilmiştir. Bu sebeple öfkeyi bastırmak değil sebeplerini inceleyerek kontrol altına almak gerekir.

Öfkenin Sebepleri

Basit öfke, bir istek ve ihtiyacın karşılanmaması, hayal kırıklığı, haksızlığa uğrama gibi tabi sebeplerle ortaya çıkar. Ancak öfke olarak dışa yansıyan bir kısım duyguların arka planında aşırı kaygı, korku, suçluluk duygusu gibi başka sebepler de olabilmektedir. Eğer kişi kızgınlık halinin arkasında yatan asıl sebebin, öz güven eksikliği, alınganlık, kendini ifade edememe, sorunlarını çözme becerisinden yoksunluk, çeşitli korkular ve kaygılar olduğunu bilirse onunla baş etmesi daha kolay olacaktır.

Öfkenin kalıcı bir şekilde çözümlenmesi için kişinin kendisini öfkelendiren durumların altında yatan nedeni ortadan kaldırması gerekir. Mesela bir adam işsiz olduğu için etrafındaki kişilerce eleştirilir ve buna öfkelenir. Bu kişi bağırıp çağırarak başkalarını susturmakla sorunu kalıcı olarak çözemez. Asıl sorun sorumluluklarını yerine getirmemesidir ve bunu çözmedikçe sorunu ortadan kaldıramayacaktır.

Çoğu zaman insanlar asıl meseleyi çözmek yerine öfke krizleri sergileyerek karşılarındaki kişileri sindirmeyi tercih ederler. Oysa öfke bir problem çözme aracı değildir. Tam tersi, sorunun çözümünü zorlaştırır.

Yine birçok kişi, için için hissettiği suçluluk duygusunu bastırmak için suçu başkalarına yıkmak ister, bunu da öfke patlamaları sergileyerek yaparlar. Oysa öfkeli davranmak bir kişiyi haklı yapmaz. Aksine daha da haksız bir duruma düşürür.

Öfkeyi başkalarını sindirmek ve hak arayışlarını bastırmak için kullanmak hiçbir sorunu çözmez. Bilakis muhatabın çözümden umudunu kesmesine sebep olur ve istenmeyen neticeleri ortaya çıkarır. Bu sebeple bir insan öfkesinin gerçek sebebini, haklı mı haksız mı olduğunu iyi analiz etmeli, insaflı hareket etmelidir.

Bu durumun dışında günlük hayatın akışı içinde doğal olarak öfkelenmeye sebep olan aksilikler, gecikmeler ve kazalar da olabilir. Bunlara karşı aşırı tepki göstermemek için kendimizi eğitmemiz faydalı olur.

Öfkeyi Kontrol Altına Almak İçin:

1- Öncelikle öfkemizi tetikleyen durumları tanıyalım. Bu gerçek sebep mi, yoksa başka sebeplerle biriken kızgınlık hissini tetikleyen bir durum mu; bunun farkına varalım. Mesela, iş hayatındaki istenmeyen neticeler, gecikmeler, trafik sıkışıklığı gibi; ufak bir konu neden bizi bu kadar sinirlendiriyor; farkına varabiliriz.

2- Duygumuzun bizi esir almasına izin vermeyelim, mantıklı olalım. “Bizi öfkelendiren durumlardan hangisi değiştirebileceğim şeylerdir? Bunları nasıl düzeltebilirim?” diye düşünelim.

3- Sorunlara, çözüme odaklı olarak yaklaşalım. Yani olumsuz bir sonuç için birilerini suçlamak ve kızmak yerine “Bu durumu nasıl düzeltebiliriz?” diye düşünelim. Devamlı sorun çıkaran kişileri sakin bir şekilde uyaralım, düzelmesi için yol gösterelim.

4- İnsanlara karşı empati yapalım. Herkes aynı derecede yetenekli, akıllı, tecrübeli, hızlı, becerikli olmayabilir. İnsanlara anlayışla, hatta merhametle yaklaşalım. Bizi kasten öfkelendiriyormuş gibi tepki göstermeyelim.

5- Bu şekilde çözemediğiniz durumlar için, kendi kendimizi sakinleştirmek için yöntemler uygulayın. Mesela tıkanan trafik için gerildiğiniz zaman, derin nefes alarak içinizden dualar okuyun.

6- Birçok zaman kişiyi öfkelendiren durum aslında küçük bir şeydir ama bu bardağı taşıran son damla işlevi görür. Bunun önüne geçmek için geçmişin kızgınlıklarını sürekli güncelleyip durmayın. Mesela kendinizi öfkelendirecek şekilde iç konuşma yapmayın. “Ya hep beni mi buluyor bunlar!? Yeter artık bu kadar da olmaz!” demeyin. “İnsanlık hali, herkesin başına geliyor,”deyin.

7- Aksi giden işler sizi öfkelendirdiği zaman kendinize sakin olmayı telkin edin. Tahammülsüzlük, acelecilik gibi duyguların yersiz olduğunu düşün. “Yarım saat geç gitsem ne olacak, dünya mı yıkılacak?” gibi… Daha güzeli, “Hepimiz Allah'a aidiz ve ona döneceğiz” deyin. Her şeyin geçici olduğunu düşünmek gerginliği azaltacaktır. Ya affedin, ya ifade edin ve çözüm arayın.

8- Acemiliklere, kazalara, istenmeyen durumlara biraz esprili yaklaşın. Bu sizi de etrafınızdaki kişileri de rahatlatır. Mesela acemi birisi, gergin ve endişeli olduğu için daha çok sakarlık yapıyor. Siz işi şakaya vurursanız biraz rahatlayacaktır, daha az hata yapacaktır. Siz acele ettikçe kazalar ve hatalar eksik olmaz. Sakin olursanız daha iyi netice alırsınız.

9- Olaylara tepkili ve önyargılı bakmayın. Sanki her hareket özellikle sizi sinirlendirmek için yapılıyormuş gibi görmeyin. “Bu yemek neden bu kadar tuzlu! Benim tansiyonum olduğunu bilmiyor musun?” diye sinirlenmek yerine, şakayla karışık, “Hanım, galiba fazla yemeyeyim diye yemeğe fazla tuz atmışsın. Bari bana bir tabak yoğurt getir de onunla karnımı doyurayım,” deyin. Zaten bir daha ki sefere dikkat edecektir.

10- Öfkenin arkasında bazen hayal kırıklığı duygusu yatar. Mesela takdir beklerken görmezden gelinmek, adaletsiz muameleye uğramak, hak ettiğini alamamak gibi… Unutmayın ki öfkelenmek ve öfkeyle sergileyeceğiniz davranışlar size arzu ettiğiniz neticeyi sağlamayacak tam tersi kötü duruma düşürecektir. Bu sebeple isteklerinizi sakince ve ikna edici bir tarzda dile getirin..

Öfkeyi Büyütmemek İçin:

İnsanoğlu ne kadar dikkat etse de bazı durumlarda duygularına kapılır. Hayatın getirdiği bazı durumlar karşısında ne kadar istemesek de öfke bizi esir alabilir. Böyle anlarda öfkenin daha da büyümemesi ve kötü netice vermemesi için bazı tedbirler alın. Bunlardan birkaçı:

1- Eve sinirli bir şekilde geldiyseniz, kimseye çatmayın, kimseyi eleştirmeyin. Hatta bir süre hiç konuşmayın ve hiçbir şeyle ilgilenmeyin. Gelip size dert anlatmak isteyen olursa “Bana biraz müsaade edin. Çok kötü bir gün geçirdim. Bir saat sonra konuşuruz” deyin.

2- Kavga çıkacağı belli olan durumlarda ortamdan uzaklaşın. Olayın sıcaklığı geçene ve duygular yatışana kadar mekana dönmeyin. Önce kafanızda bir çözüm stratejisi veya konuyu nasıl konuşup anlaşmaya bağlayacağınıza dair bir plan yapın, sonra dönün.

3- Ne kadar haklı olursanız olun, vurmayın, kırmayın, hakaret etmeyin. Bunun sizi haklıyken haksız duruma düşüreceğini düşünün. Geriye dönüşü olmayan sözler ve hareketlerden sakının. Muhatabınız sizi çok kışkırtıyorsa çıkıp gidin.

4- Sizi öfkelendiren durum bir türlü düzelmiyorsa, şimdiye kadar başvurduğunuz çözüm yollarının neden işe yaramadığını düşünün, yeni bir bakış açısı ile farklı çözüm yolu arayın. Gerekirse bazı kişilerle yolları ayırmayı göze alın.

5- Siz öfkelendiren eleştirilere karşılık vereceğim derken haddi aşmayın. Pişman olacağınız sözler sarf etmeyin. Onun yerine bir süre için dargın durun, sonra üzüntünüzü ifade edin. Muhatabınız pişman olmuşsa özrünü kabul edin. Hatanız varsa kabul edin ve ortak noktalarda uzlaşmaya çalışın.

Genel olarak sık sık öfkeleniyorsanız kendinizi kalıcı olarak değiştirmeniz iyi olur. Mesela gücünüzü aşan sorumluluklar yüklenmeyin ve her şeyle tek başına başa çıkmaya çalışmayın. Yalnızlık duygusu başkalarını düşmanca görmenize veya hayatı bir mücadele alanı gibi algılamanıza sebep olur. Böyle durumlarda derdinizi anlatın, yardım isteyin, destek alın. İşbirliği yapmak ve yardımlaşmak hayata daha iyimser bakmanızı sağlar.

Kendinize saygı duymanız, değerli hissetmeniz hayata olgunlukla ve hoşgörüyle bakmanızı sağlar. Bunun da çaresi kendinizi Allah'ın değerli bir kulu olarak hissetmektir. Allah'ın veli kullarının en zor şartlarda bile şahısları adına öfkelenmedikleri anlatılmaktadır. Bunun sebebi, Allah'a kulluk görevini yaparak iyimser duygular kazanmaları ve olgun bir şahsiyet geliştirmeleridir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
8
İslamda Çocuk Yetiştirme / Hayâlı Çocuk Yetiştirmek İçin
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Bugün, 08:43:35 ÖÖ »


Hayâlı Çocuk Yetiştirmek İçin

Hayâ sözlükte “utanma, çekinme” manasına gelir. Din ve ahlâk ilminde ise hayâ “nefsin çirkin huylarından utanma, çirkin davranışlardan çekinme” manasında kullanılır.

Hayâ İslam dininde güzel ahlâkın en temel vasıflarından biridir. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem; “Her dinin bir ahlâkı vardır. İslâm’ın ahlâkı da hayâdır” (İbn Mace, Zühd, 17) buyurmuştur.

Hayâ duygusu insanı kınanmaktan korkmaya, bu sebeple çirkin halleri terk edip güzel davranışları sergilemeye sevk eder. Peygamber Efendimiz, “Eğer utanmıyorsan istediğini yapabilirsin!” (Buhari, Edeb, 78) buyurarak, çok önemli bir hakikate dikkat çekmiştir. Âlimlere göre bu özlü manalara sahip hadis-i şerif, utanma hissini kaybettiği takdirde kişiyi yanlışlardan alıkoyacak hiçbir duygunun kalmayacağına işaret etmektedir.

Dikkat edildiğinde açıkça görülebileceği gibi, hayâ duygusu gelişmemiş bir insanı artık kötülüklerden alıkoyacak bir engel kalmamıştır. Hayâsız kişiler, nefsinin istediğini yapar, canı nasıl isterse öyle yaşar. Bu durumda da nefsinde gizli bulunan bütün çirkinlikler meydana çıkar. Bilhassa şehevî hislerine hiçbir ölçü koymayan utanmaz insanlar, hayvanların seviyesine hatta onlardan da daha aşağı bir çirkinliğe dûçar olurlar.

İnsanı insan yapan duygu hayâdır. İnsanı güzel insan, şahsiyetli ve şerefli bir insan yapan ise en ufak bir hata işlemekten bile utanmaktır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Fuhuş (kötülük) bir şeyde bulunursa mutlaka onu çirkinleştirir. Hayâ da bir şeyde bulunursa onu mutlaka güzelleştirir.” (Tirmizi, Birr, 47) buyurmuşlardır.

Gelmiş geçmiş en hayâlı insan, azim bir ahlak sahibi olan Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemdir. Sahabeler onun, yüzünde örtüsüyle oturan bir gelinlik kızdan daha hayâlı olduğunu belirtmişlerdir. (Buhari, Edeb, 73)

Hayâ üstün bir şahsiyete yükselmenin anahtarı olduğu gibi, hayâ duygusunu yitirmek de esfel-i safiline yuvarlanmanın ilk basamağıdır. Bir hadis-i şerifte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Allah, bir insanı helâk etmek istedi mi, ondan önce hayâyı çeker alır. Hayâsı bir kere gitti mi sen onu artık herkesin nefretini kazanmış bir kimse olarak bulursun. Sonra ondan emanet çekilip alınır, artık güvenilmeyen kimse olarak bilinir.” (İbn Mace, Fiten, 27)

Hayâ Duygusu Fıtridir

Bu hadis-i şerif de, hayânın insan karakterinde adeta bir temel taşı olduğu, o yerinden oynayınca kişiliğin kaymaya uğradığını bildirmektedir. Gerçekten de hayâ duygusu insanın yaratılışında mevcut bir temeldir. Kuran-ı Kerim’de Hz. Âdem ile Havva’nın fıtrî hayâ duygusuyla cennet yapraklarıyla örtündükleri şöyle anlatılmaktadır:

"Şeytan onlara, gözlerinden gizlenmiş olan edep yerlerini açığa çıkarmak için vesvese verdi. Onlara şöyle telkinde bulundu: "Rabbinizin size bu ağacın meyvesini yasaklamasının tek sebebi, sizin meleklerden veya ölümsüz hayata nail olanlardan olmanızı önlemektir." Ve onlara: "Elbette ben size öğüt verenlerdenim." diye de yemin etti. Böylece onları aldatarak önceki mevkilerinden düşürdü. Ağacı(n meyvesini) tadınca, çirkin yerleri kendilerine göründü ve cennet yapraklarını üst üste yamayıp üzerlerini örtmeğe başladılar. Rableri onlara seslendi: "Ben sizi o ağaçtan men etmedim mi ve şeytan size apaçık düşmandır, demedim mi?’” (Araf; 20-22)

Hayâ duygusu insanın çocukluğunda bulunan fıtri bir duygudur. Ancak insanın fıtratındaki diğer güzel duygular gibi hayâ duygusunun da maneviyat ile beslenip kuvvetlendirilmesi gerekir. Eğer çocuklara hayâ duygusunu geliştirecek mahremiyet ve edep eğitimi verilmezse bu duygu körelerek, yok olur.

Hayâ duygusunu geliştirecek en temel manevi eğitim, he konuda olduğu gibi öncelikle imandır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, “Hayâ imandandır.” (Müslim, İman, 59) buyurarak iman ile hayâ arasındaki sıkı bağa dikkat çekmiştir.
Biz de yüksek ahlaka sahip çocuklar yetiştirmek istiyorsak ilk alacağımız tedbir, onlara yakîn derecede güçlü bir iman aşılamak olmalıdır.

Bir çocuk, sadece insanlardan utanmakla hakiki bir hayâ sahibi olamaz. Çünkü bu şekildeki yüzeysel utanma duygusu onu insanların görmediği yerde nefsine uymaktan alıkoyamaz. Asıl hayâ, Allah'tan utanarak her nerede olursa olsun kötülük işlememektir. Peygamber efendimiz ashabını böyle bir hayâ ile ziynetlenmeye teşvik etmiştir.

Abdullah bin Mesud radiyallahu anhu’nun rivayetine göre, bir gün Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem sahabelere şu tavsiyede bulundu: “Yüce Allah'tan hakkıyla, gerçek hayâ ile hayâ ediniz.” Sahabeler: “Ya Resulallah, Allah'a hamd olsun, biz Allah'tan hayâ edip utanıyoruz.” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) şu tavsiyede bulunur: “Hayâ etmek böyle değildir. Allah'tan hakkıyla hayâ etmek, başı ve başın taşıdığı organları; karnı ve karnının içine doldurduğu organları; haramdan korumak, ölümü ve toprak altında çürümeyi hatırda tutmaktır. Âhireti isteyen kişi de dünyanın ziynetini bırakır. İşte, kim böyle yaparsa Allah'tan gerçek manada hayâ etmiş olur.” (İmâm Ahmed, Müsned, 1; 387)

Mahremiyet Eğitimi

Hayâ duygusunu korumanın bazı uygulamalı yöntemleri de vardır. İslam dinimiz bu hususlarda da tedbirler almıştır. Bunlardan ilki mahremiyet eğitimidir.

Anne babaların çocuklarını yetiştirirken mutlaka mahremiyet eğitimi vermesi zorunludur. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz bu eğitimin esaslarını şöyle açıklamıştır:

“Aranızdaki çocuklar ergenlik çağına girdikleri zaman da, öteki yetişkinlerin yaptığı gibi, (evinize yahut belirtilen vakitlerde odanıza girmek istediklerinde, her defasında) sizden izin istesinler. Allah ayetlerini size işte böyle açıklamaktadır; çünkü O doğru hüküm ve hikmetle buyuran mutlak ve sınırsız bilgi Sahibidir!”(Nur; 59)

Bu ayet-i kerimende öğrendiğimize göre çocuklar anne babalarının yatak odalarına izin almadan girmemelidirler. Bu hususta çocuğa; “ Anne babaların yatak odasına, kapı tıklatılmadan ve izin verilmeden girilmez.” Şeklinde uyarı yapılmalıdır. Çocuklar akılları ermeye başladığı dönemden itibaren mutlaka bu konularda eğitilmelidir.

Bir diğer tedbir, kız ve erkek kardeşler aynı yatakta yatırılmamasıdır. Peygamber efendimiz bazı hadislerinde yedi bazı hadislerinde ise on yaşından itibaren çocukların yataklarını ayırmayı emretmiştir. İmam Nevevî ise bu hadisleri yorumlarken şu hükümleri ifade eder:

“Kız ve erkek çocuklar on yaşına basınca onların yataklarını anne, baba, kız ve erkek kardeşlerinin yataklarından ayırmak vaciptir. Erkeğin erkekle, kadının kadınla aynı yatakta yatmaları aslâ caiz değildir; her biri yatağın birer kenarında olsa bile...” (Feteva’n-Nevevî, s. 215a; İbranim Canan, Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, s. 309.)

Ergenlik dönemine ulaşıldığında ise imkân ölçüsünde kız ve erkek çocuklarımızın odaları ayrılmalıdır. Ayrılamıyorsa araya perde konulmalıdır.

Hassasiyet Şart

Çocukların hayâ eğitimi konusunda anneler çok özenli davranmalıdır. Mesela çocuğun üstünü değiştirirken mutlaka başka bir odaya götürmeye dikkat etmeleri gerekir. Anne babalar da ev içinde kılık kıyafetlerine dikkat etmeli, mahremiyet eğitimine zarar verecek açıklıkta kıyafetler giymemelidir. Çocukların da dört yaşından itibaren ev içi veya ev dışında açık saçık, yarı çıplak kalmamasına dikkat etmek gerekir.

Bilhassa çocuklarımızın avret bölgelerinin görünmesi noktasında hassasiyet kazandırılmalıdır. Bunun için çocuklarımızın elbiseleri ve iç çamaşırları avret bölgelerinin kazara görünmeyeceği şekilde seçilmelidir.

Çocuğun tuvalet eğitiminden itibaren mahrem yerlerini kimseye göstermemeleri ve dokundurmamaları gerektiği öğretilmelidir. Çocuklarımıza kapısı kapalı olan banyo veya tuvalete girmeden önce kapıyı mutlaka çalma hassasiyeti kazandırılmalıdır.

Banyoda mahremiyet konusu da önemlidir. Bazı anneler çocuklarıyla beraber yıkanmakta bir sakınca görmemektedir. Oysa bu doğru değildir. İster kız ister erkek olsun dört yaşından itibaren çocuğun yanında anne çıplak olmamalıdır. Yine bu yaşlardan itibaren çocuğu yıkarken kendi eliyle kendi avret yerini örtmesi öğretilmelidir. Böylece çocuk hayâ duygusunu kaybetmemiş olur.

Çocuklara taharet bilgisi kazandırmak da hayâ eğitiminin bir parçasıdır. Çocuklar beş altı yaşlarından itibaren tuvalet ihtiyaçlarını tek başına giderip kendileri temizlenebilmelidir. Böylece annenin artık çocuğunun avret mahalline bakmaması ve dokunmaması sağlanmış olur. Zaruret olmadıkça annenin dahi çocuğun belli bölgelerine bakmamaya dikkat etmesi önemlidir.

Bilhassa sevgimizi gösterirken çocukların hayâsını zedeleyecek tarzda dokunma ve öpmelerden kaçınmalıyız. Bu hususlarda hassasiyet göstermeyen akraba ve komşuları da uyarabiliriz.

Çocukların yanında müstehcen sözlerin kullanılmamasına özen göstermeli, bunun ayıp ve çirkin olduğu şuurunu kazandırmalıyız. Çünkü bunlar çocukların mahremiyet hassasiyetlerini azaltır ve hayâ duygularını yok eder. Bilhassa müstehcenliği komik ve eğlenceli gibi görmek, müstehcen konularda şaka yapmak çocuğun hayâ duygusuyla çelişen bir davranış olacaktır.

Edeb ve hayâ duygusunu pekiştirmenin en iyi yolu, çocuklara güzel bir örnek olmaktır.

Anne baba televizyonda ayıp bir görüntü görmemeye dikkat ediyorsa çocuk bunun bir edeb olduğunu anlar. Bir eve çıplak bedenlerin teşhir edildiği gazete ve dergiler giriyor, kimse de bundan rahatsızlık duymuyorsa çocuğun çıplaklığa karşı tepkisi azalır.

Anne komşularıyla mahrem konuları çekinmeden konuşursa, baba küfrederek ağza alınmayacak sözler söylerse çocuk hayâ duygusunu nasıl muhafaza edebilir?

Bu sebeple anne babalar çocuklarının onları devamlı izlediğini, neyin normal neyin ayıp olduğunu onlardan örnek aldığını unutmamalıdır. Müslümanlar Allah'ın sevmediği, razı olmadığı şeyleri sevmezler.

İmanın en zayıf derecesi kalpteki tepkidir, elimizle dilimizle mani olamadığımız hayâsızlıklara hiç değilse tepki duyalım. Bu tepkimizi çocuklarımızın duyacağı şekilde dile getirelim. Mesela açık-saçıklığın çirkinliğini, hayâsız yaşantıların sonunun felaket olacağını mutlaka anlatalım.

Şehvani duygular nefse hoş geldiği için gençler kötü örnekleri gördüğü ortamlarda hayâ duygularını çabuk kaybedebilirler. Mutlaka onların fıtratında mevcut bulunan utanma duygusunu geliştirecek eğitimi uygulayalım.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
9
Hatice Kübra Ergin / Cennet Annenin Ayakları Altındadır
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Bugün, 08:33:08 ÖÖ »
Cennet Annenin Ayakları Altındadır

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,

Allah'ın Rahmeti ve Bereketi üzerimize olsun.

İnsanlığın hep maddeci ölçülerle biçimlendirildiği ve değerlendirildiği bir devirdeyiz. Böyle bir zamanda gelecek nesilleri Allah'ın emrine göre eğitip terbiye eden bir anne olmanın önemi pek de anlaşılmıyor.

Ne yazık ki zamanımızda kadınlara, “Evlerinizden çıkın, çalışın, para kazanın. Ancak o zaman değerli olabilirsiniz,”deniliyor. “Kadının sosyal konumunun yükseltilmesi” denilince akla daima kadının annelik görevini ikinci plana atarak, ekonomi düzenine emekçi olması kastediliyor. Çünkü ekonomik bir karşılığı olmayan annelik vazifesinin hiçbir önem taşımadığı düşünülüyor.

Oysa bugün dünyadaki bütün medeniyet birikimi, binalar, müesseseler, teknik gelişmeler ve maddi servetler sadece ve sadece gelecek nesiller iyi yetişirse bir anlam kazanır.

Bizler geleceği kuracak evlatlarımızı maneviyatlı olarak yetiştirip yüksek ahlakla donatmazsak sahip olduğumuz hiçbir şeyin değeri kalmaz.

Peygamber efendimiz salih evlatlar yetiştirmenin önemine şu hadis-i şerifle dikkat çekmiştir: "İnsan öldüğü zaman amel işlemesi kesilir. Ancak üç şey bundan müstesnadır. Sadaka-i cariye, kendisinden yararlanılan ilim veya kendisine hayır dua eden salih çocuk." (Dârimi, Mukaddime, 46)

Bu hadis-i şerifte, salih evlat yetiştirmek, vakıflar kurmakla, ilmi eserler yazıp, talebeler okutup ardında bırakmakla eş tutulmuştur. Çünkü gelecek nesiller güzelce yetiştirilmezse ne bırakılan vakıflara ne de ilme sahip çıkan kalmayacaktır. İşte gelecek nesillere annelik etmek böyle önemlidir.

Dinimiz kadınların değerli olması için erkekleşmesini şart koşmamış, kadınları, erkeklere yüklediği bazı görevlerden muaf tutmuştur. Çünkü kadınların, hiçbir erkek tarafından yapılamayacak bir görevi vardır; annelik. Kadınların izzet ve saygınlığı da, annelik vazifelerini en güzel şekilde yapmalarıyla gerçekleşecektir. Peygamber efendimiz,

“Cennet annenin ayakları altındadır” buyurmuştur. (Nesâî, Cihâd, 12)

Beşiği sallayan eller, geleceği inşa etmektedir. Kadınların sosyal hayatta yapabilecekleri en önemli görevleri de geleceğe yazılan birer mektup olan evlatlarımızı, en yüksek değerlerle yetiştirmektir. Bu sebeple geleceğin anneleri olan kadın ve kızlarımızın bu yüksek mevkilerinin farkında olması, bu görevlerini şuuruna vararak yapmaları gerekmektedir.

Allah-u Teâlâ bizi, gelecek nesilleri, Kendi rızasına uygun şekilde yetiştirmeye muvaffak kılsın.

Âmin.

Hatice Kübra Ergin

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
10
Seyda Muhammed Konyevi / Gönülden Boyun Eğelim
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Bugün, 08:29:30 ÖÖ »


Gönülden Boyun Eğelim

Allah-u Zülcelâl, kullarına karşı kıyamet gününde nasıl muamele edeceğini, Rablerine gönülden bağlananlara nasıl mükâfat vereceğini bize bir ayet-i kerimede şöyle beyan etmiştir:

“İman edip, salih ameller işleyen ve Rablerine (ihbat edip) gönülden bağlananlara gelince, işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Hud; 23)

Yani o kullar ki, Allah-u Zülcelâl’in zatına taliptirler; Allah-u Zülcelâl onların yanında her şeyden daha mühimdir. Bu ayet-i kerimede iman edenler ve amel-i salih işleyenler ve “Rablerine ihbat edenler” buyruluyor. İhbat etmek, kalbi tatmin olmuş şekilde Allah'a gönülden bağlananlar demektir. Böyle kullar, cennetin nimetlerine ermek için veya cehennemin azabından muhafaza olmak için değil, sadece Allah’ın zatına karşı rağbet ederek Allah'a kulluk ederler.

İnsan böyle yalnız Allah'ın rızasına talip olursa o zaman her şey onundur. Allah-u Zülcelâl onu cehennemden muhafaza eder, cenneti de ona nimet olarak verir. İnşallah Allah o iman edenlere ne istiyorsa verecektir.

Allah-u Zülcelâl, nefsi mutmain olmuş, gönülden boyun eğmiş kullarımı müjdele buyuruyor:

“Hepinizin ilâhı bir tek ilâhtır. Onun için yalnız O'na teslim olan müslümanlar olun. (Ey Muhammed!) Allah'a gönülden boyun eğenleri (Muhbitleri, ihbat edenleri) müjdele.” (Hac, 34)

İnsan Ne Kadar Hırslıdır

İnsan bu dünyada ne kadar yaşamışsa o derecede kabre yaklaşmış oluyor. Fakat tabiatı gereği ne kadar yaşlanırsa, hırsı ve tamahı da o kadar fazla oluyor. Hz. Enes radıyallâhu anhu anlatıyor: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “İnsan yaşlandıkça, iki şeyi gençleşir: “Mala karşı hırsı ve yaşamaya karşı hırsı." (Buharî, Rikâk 5; Müslim, Zekât 115,)

Hâlbuki insan saat saat, dakika dakika, her gün kabrine doğru biraz daha yaklaşıyor. Bazı insanlar o kadar kabirlerine yaklaşmışlar ki kefenlerini dahi hazırlamışlar. Buna rağmen: “Ben ilerde şöyle şöyle yapacağım” diyerek dünyaya dalmaktalar. Bu ne kadar hatalı bir davranıştır.

Lain şeytan bizim düşmanımızdır, devamlı olarak bizi Allah’ın rızasından alıkoymak için çalışıyor. Bakın şeytan: “Kul kırk yaşına yaklaştığı zaman onun hayrı şerrinden daha fazla değilse yani sevabı günahlarından fazla değilse, onun iki gözünün arasını öperim ve “Bu yüze canım feda olsun! Bu artık iflah olmaz!”derim.”diyor.

Kırk sene yaşamış bir kişinin hayrı şerrinden fazla değilse ve hala günah işlemeye devam ediyorsa; o zaman şeytan o kişinin alnından öpüyor, “Benim canım sana feda olsun. Bu kişi benimle beraber cehenneme girecek.” diyor.

Hemen hemen hepimiz kırk yaşına yaklaşmışız. Kırk yaşına geldiğimiz zaman sevaplarımızın günahlarımızdan fazla olması gereklidir. Önceden işlediğimiz günahlarımızdan da tövbe etmeliyiz. Ondan sonra yaşadığımız her gün ise sevaplarımız günahlarımızdan fazla olması için çalışmalıyız. Ta ki kıyamet gününde, inşallah, sevaplarımız günahlarımızdan fazla olsun.

Bir zerre miktarı, sevaplar günahlardan fazla olursa cennete gireceğiz, inşallah. Bir hata yapıp da nefsimize mağlup olduğumuz zaman, hemen tövbeye koşalım. Allah-u Zülcelâl’in merhametinin kapısı olan tövbe kapısını kapatmadığı için bizim daima o kapıda durarak Allah’a yalvarmamız gerekiyor.

Tövbe etmek niyetiyle, Allah’ın o merhamet kapısına gittiğimiz zaman, Şeytan “Bu yüze canım feda olsun. Bu artık iflah olmaz.” demek yerine, başına kül atıyor ve “Eyvah! Yazıklar olsun bana! Bu kadar emek sarf ettim, günah yaptırdım, sonra bütün o günahları Allah affetti ve sevaba çevirdi.” diyerek kendi kendine kahroluyor. Bu sebeple insanın kurtuluşu tövbedir.

Allah-u Zülcelâl’in kahır ve azap kapısı olduğu gibi lütuf, merhamet ve şefkat kapısı da vardır. Hangisini istersen o kapıyı çalabilirsin. Allah’ın sana rahmet etmesini istiyorsan merhamet kapısını çal, şefkat kapısını çal. Eğer günah kapısını çalarsan o zaman kendini Allah’ın azabına müstehak edeceksin.

Bu noktada Allah insanı serbest bırakmıştır. Yani cüz-i ihtiyar ile seçebileceği her iki kapı da insanın önündedir. Günaha, gaflete yönelmek, kahır kapısını çalmaktır. Tevbe edip, ilim ve salih amel yapmak ise merhamet kapısını çalmaktır.

Nasıl ki bu dünyada başımız sıkışınca, bir insan başka bir insandan dahi merhamet istiyor; “Kardeşim bana zulmetme, bana hakaret etme, bana yardım et.” diyor. Hâlbuki o da senin gibi zayıf bir kuldur. Ama ondan merhamet istiyor.

Fakat Allah öyle kudret ve azamet sahibidir ki, Neuzubillah, insan onun azap kapısını çalarsa sonunda kendini helak eder. Onun için elimizden geldiği kadar daima Allah-u Zülcelâl’in lütuf, merhamet, şefkat kapısını çalalım inşallah.

Allah-u Zülcelâl Davud aleyhisselama: “Ya Davud! Kim benim kapımı çalmış da ben açmamışım?” diye buyurmuş. Allah-u Zülcelâl’in merhamet kapısını çaldığımız zaman merhametle bize muamele edecektir inşallah.

Namaz kıldığımız, zikir yaptığımız, Kur’an okuduğumuz, hayır yaptığımız zaman, Allah-u Zülcelâl’in kapısını çalmış oluyoruz.

Hiçbir zaman günah veya hata ile Allah-u Zülcelâl’i gazaba getirecek olan hareketler yapmayalım. Çünkü bu hareketlerle onun azap kapısını çalmış oluyoruz. Eğer o kapıyı açarsa helak oluruz. Bir hata yaparak nefsimize mağlup olduğumuzda, “Özür dilerim ya Rabbi. Ben hata yaptım, ama şimdi pişman oldum. Bir daha yapmayacağıma sana söz veriyorum.” diyerek hemen tövbe kapısını çalalım inşaallah. İnsan hangi kapıyı çalarsa Allah o kapıyı açacaktır.

Allah-u Zülcelâl Kalbimize Bakıyor

Allah-u Zülcelâl bizim Rabbimizdir, kudret ve azamet sahibidir. Devamlı olarak kalbimize bakmaktadır. Kalbimiz O’nun nazargâhıdır. Hz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor: "Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve amellerinize bakar." (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9)

Bizler de Allah kalbimize baktığı için kalben O’nun zatına karşı hararetli olalım. Eğer biz Allah'a gönülden bağlanarak, sadece O’nun Zatına talip olursak bize cennet nimetlerinden daha büyük bir nimetini, cemalini lütfedecek. Hz. Ali radiyallahu anhu şöyle anlatıyor:

“Cennetlikler cennete girdikten sonra Allah-u Zülcelâl, meleklerine: “Dostlarıma yemek verin.” buyurur. Bunun üzerine, oraya türlü türlü yiyecekler getirilir. Cennetlikler, bu yiyeceklerin her lokmasında farklı bir lezzet bulurlar. Yemekler bitince, Allah-u Zülcelâl:

“Kullarıma içecek sunun” buyurur. Bunun üzerine ortaya türlü türlü içecekler getirilir. Cennetlikler bu içeceklerin her yudumunda, diğerlerinde bulunmayan bir lezzet bulurlar. İçecekler bitince Allah-u Zülcelâl: “Ben sizin Rabb'inizim, size verdiğim sözü gerçekleştirdim. Şimdi canınız ne diliyorsa, isteyiniz de vereyim” der. Cennetlikler iki veya üç kere: “Ey Rabb'imiz, biz senin rızanı istiyoruz,” derler. Bunun üzerine Allah-u Zülcelâl kendilerine şöyle buyurur: “Ben sizden razıyım. Üstelik bugün, tarafımdan size bundan daha fazlası bağışlanacaktır. Ardından perde kalkar, cennetlikler Allah azze ve cellenin cemalini görürler.

Cennetlikler Allah'ın cemalini görünce, derhal secdeye kapanırlar ve Allah'ın dilediği sürece secdede kalırlar. Arkasından Allah-u Zülcelâl kendilerine:

“Kaldırın başlarınızı, burası ibadet etme yeri değildir.” buyurur. Cennetlikler Allah'ı görünce, oranın tüm nimetlerini unutuverirler, onlara diğer bütün nimetlerden daha tatlı gelir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, “Gökteki şu Ay’ı nasıl net görüyorsanız, (Cennette) Rabbinizi, böyle açıkça göreceksiniz. O’nu görmekte sıkışıklığa düşmeyeceksiniz. O’nu rahatça göreceksiniz.” Buyuruyor. (Buhârî, Tevhid 24; Müslim, Mesacid 211, (633)

İşte, bu güzel nimetler bizi bekleyip dururken, dünyalık zevklerin peşinde koşup durmak çok büyük bir hatadır. Allah'ın rızası için kalbimizde binlerce merak bulunduralım. Allah-u Zülcelâl o zaman bütün azalarımızı sevaplarla, taatle meşgul edecektir.

Kim kalbini temizleyerek selamete çıkarırsa, Allah-u Zülcelâl onun zahiri azalarına sahip çıkar. O sahip çıktığı zaman inşallah gözümüzü, elimizi, ayaklarımızı ve her azamızı hayırlarda kullanacaktır.

Allah-u Zülcelâl kalbimize baktığında “Ben hakikaten Allah’ın rızasına talibim.” isteğini görsün. Yani kalp böyle istesin. Sadece dille söylenilmesin. Belki de dil hiç söylemesin. Ben dile hiç itibar etmiyorum. Ben ruha, kalbe, sırra itibar ediyorum. Çünkü Allah oraya bakıyor. Hâşâ huzurdan, münafıklar da dille “İman ettik,” diyorlar. Fakat Allah’ı kalben inkâr ediyorlar. Onun için hem kendimden hem sizden sadece dil ile değil, kalp ile istiyorum.

Müminin Bayramları

İnsan dünyanın sadece zahirine baktığı zaman dünyanın sevgisi ahirete galip geliyor. Fakat derin bir düşünce ile bakarsa dünyanın mahiyetini, ahiretin mahiyetini, kendi sonunun nasıl olacağını düşünürse dünyanın ne kadar adi, ahiretin ise altın cevheri gibi değerli olduğunu anlayacaktır. İnsan önce dünyayı sever. Fakat kendi sonunu ve dünyanın fani olduğunu düşünürse dünyaya olan muhabbetin yerini baki olan ahiretin muhabbeti alacaktır. Fakat insan ahiretin hakikatini düşünmediği ve idrak etmediği zaman zahiri olarak dünyaya muhabbet besliyor.

Enes bin Malik radıyallahu anhu, buyuruyor ki: “Mümin için şu bayramlar vardır:

Birincisi, Allah’a karşı günah işlemediği gün onun bayramıdır. İbadetle, zikirle gününü tamamladığı zaman o gün o müminin bayramıdır. Şayet o gün bir hata yapmış ise hakiki olarak Allah-u Zülcelal’e karşı tövbe ederse o da sanki günah yapmamış gibidir, o gün onun bayramı sayılır.

İkinci bayramı ise dünyadan imanla ayrıldığı zamandır. Çünkü Peygamberler dahi “Acaba biz imanımızı kurtaracak mıyız” diye korkuyorlardı. Peygamberler dahi son nefeste imansız ölmekten çok korkmuşlardır. Bakmayın biz böyle rahat davranıyoruz, onlar gibi olamıyoruz.

Üçüncüsü sırat köprüsünün üzerinden geçtiği ve zebanilerin elinden kurtulduğu zaman da onun bayramıdır.

Dördüncüsü cennete girip de Allah-u Zülcelal’in cemaline baktığı zaman. Bunlar onların bayramlarıdır.

Kabristanlara baktığımızda sessiz ve sakindir. Hâlbuki bazıları cehennem çukurudur (neüzubillah), bazıları da cennet köşkleridir. Herkes kendi ameline göre kabirde yaşıyor.

Bir insan kabirlerin önünden geçtiği zaman kabirdeki ona seslenerek “Kardeşim siz gaflettesiniz, eğer sen bizim bildiğimizi bilseydin senin bütün etin eriyecekti. Ahiret hayatını, bizim gördüğümüzü sen de görseydin üzüntüden senin üzerindeki et eriyip yok olacaktı,” diyorlar. Nasıl ki kar suyun içine ya da ateşe atıldığında eriyorsa senin etin de bu şekilde eriyecekti, diyorlar.

Allah-u Zülcelal’e çok hamd-u sena ve şükür edelim ki tövbe etmeyi, Allah sohbeti edilen böyle yerlerde toplanmayı bize nasip etmiştir. Allah-u Zülcelal’e ne kadar şükretsek, hamdetsek yine de azdır. Allah-u Zülcelal’e daha fazla ibadet ederek, zikir yaparak ve bu gibi meclislere devam ederek şükrümüzü arttırmaya çalışmalıyız.

Cennete Temiz Girilir

Tövbe Allah’ın merhamet kapısıdır. Dünya pisliğinin kokusu çok kötü olup nasıl ki insanı rahatsız ediyorsa işlenilen günahların da çok kabih kokusu vardır ki eğer hissedebilseydik günahkâr insanların yanında oturamazdık. Ama insan zamanla o kötü kokulara alışıyor.

Deri tabaklayanların yanına insan ilk gittiği zaman o kokuya dayanamıyor. Fakat orada bir miktar kaldıktan sonra burnu alışıyor, artık koku almıyor. Bizim burnumuz da bu günahların pis kokusuna alışmış.

Bütün necasetlerin en kötüsü, en galizi günah necasetidir. Günah necaseti o kadar pis ve kabihtir. Gülistan kitabında Şeyh Sadi Şirazi diyor ki: Bir adam üzerinde necaset bulunduğu halde camiye girecekti. Başka biri “Burası Allah’ın evidir, üzerindeki bu pislikle giremezsin,” dedi. “Allah cenneti o kadar temiz yaratmış ki, insanın üzerindeki bir pislikle camiye girmesine izin verilmiyorsa o zaman günah necaseti ile cennete girmesine nasıl izin verilecek?” dedim ve günahlardan uzak durdum.

Eğer günah işlemiş isek samimi olarak Allah-u Zülcelal’e karşı tövbe edelim, Allah bizi günahlardan temizlesin o şekilde cennete günahsız gireceğiz, İnşaallahu Teala. Çünkü Allah-u Zülcelâl : “Allah tövbe ile günahlarından temizlenenleri sever.’’(Bakara; 222) buyuruyor.

Demek ki insan tövbe ederse günahlardan da temizlenmiş oluyor. O günahın pisliği ve kokusu insandan gidiyor, tertemiz oluyor.

Hepimiz kendi derecemize göre günah ve hata sahibiyiz. Onun için kurtuluş tövbedir ve tövbe yanımızda çok kıymetli olsun. Bütün mümin kardeşlerimize de daima tövbenin ne kadar kıymetli olduğunu anlatalım inşallah. Anlattığımız zaman tövbe etse de etmese de biz karlıyız. Ederse ona sevap oluyor ve biz sebep olduğumuz için sevabından bize de hisse alıyoruz. Eğer tövbe etmezse Allah’ın emir ve nehiylerini anlattığımız için yine sevap kazanmış oluyoruz.

Her mümin diğer insanlara, bahusus kötü yolda olanlara yardımcı olmalı, onların hidayetine vesile olabilmek için gayret sarf etmelidir. Bakınız bir kişi tövbe etmiş namazını kılıyor, zikir ve taatini yapıyorsa; akrabasından veya arkadaşlarından namaz kılmayıp oruç tutmayan günahkâr insanları tövbeye davet etmelidir. “Gel kardeşim, bu halin iyi bir hal değildir,” demelidir.

Nasıl ki trafik kazası yapanların hemen yardımına koşuyoruz, onları alıp hastaneye götürüyoruz, elimizden ne gelirse yapıyoruz. Günah işleyenleri de böyle kurtarmaya çalışalım. Günah da ahiret yolunun trafik kazası gibidir. Onun için nasıl dünyada birbirimize yardımcı oluyoruz, ahiret bakımından da birbirimize yardımcı olalım.

Hatta etrafımızdaki insanlar, mahşerde bizim yakamızı tutup “Sen namaz kılıyordun, oruç tutuyordun. Niye bana da anlatmadın?” diyebilir. Onun için elimizden geldiği kadar akrabalarımıza, arkadaşlarımıza anlatalım. Görevimizi yapalım geri kalanı Allah’a havale edelim inşallah.

Allah-u Zülcelâl hepimize razı olacağı ameli salih nasip etsin inşallah.

Seyda Muhammed Konyevi

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
Sayfa: [1] 2 3 ... 10