Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
İslami Yaşam Hayat Toplum ve Aile / Okumak Anlamak Yaşamak
« Son İleti Gönderen: webtasarim Bugün, 08:24:42 ÖS »


Okumak Anlamak Yaşamak

Akıllı ve sorumlu bir varlık olarak yaratılan insanın bunun bir gereği olarak bilmediği şeylerin peşine düşmemesi ve bilgisizce hareket etmemesi yine Kur'an'ın bir tavsiyesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذٖينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذٖينَ لَا يَعْلَمُونَؕ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَاب

"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu, ancak akıl izan sahipleri bunu anlar.” (Zümer, 39/9.)

Yüce Allah’ın (c.c.) insana vermiş olduğu ve onu diğer varlıklara karşı üstün kıldığı en önemli özelliklerden biri akıldır. İnsan, aklı sayesinde öğrenir, düşünür, doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü ayırt eder. Akıl ve irade sahibi olması insanı aynı zamanda sorumlu bir varlık hâline getirir. Bu durumda insan aklını kullanacak, okuyacak, öğrenecek, iradesiyle doğruyu bulacak, hakikati arayacaktır. Aklını kullanmak suretiyle bilgiye ulaşacak, elde ettiği ilimle eşyanın ve olayların hakikat ve mahiyetini kavrayıp idrak edecektir.

Kur’an’da ilim kökünden türeyen kelimelerin yaklaşık 750 yerde geçmesi (Muhammed Fuad Abdülbaki, el-Mu’cemü’l-müfehres li elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, s. 469-481.), bilginin ve bilme faaliyetinin Kur’an mesajı bakımından önemini ortaya koymaktadır. Bilmek, anlamak, düşünmek, idrak etmek gibi anlamlara gelen fehm, şuur, taakkul ve tefekkür gibi kelimeler de dikkate alındığında Kur’an’da ilim ve idrake verilen önem daha iyi anlaşılmaktadır. (Mevlüt Erten, Kur’an’da Bilgi-Amel (Eylem) İlişkisi, Diyanet İlmi Dergi, 43/2 (2007), s. 138.)

İlmin nazari ve amelî olmak üzere iki kısma ayrıldığını söyleyen Ragıp el-İsfehani’ye göre nazari bilgi, bilinenin idrakiyle kemale ulaşır; varlıkları bilmek gibi. Amelî bilgi ise ancak amelle tamam olur; ibadetler ilmi gibi. (Ragıb el-İsfahani, el-Müfredat, 343.) Bu tanım, ilmin amelî yönünü ortaya koyması açısından dikkat çekicidir. Zira ibadetler için sadece bilmek yeterli değildir. İbadet, bilginin amele yansımasıdır.

En güzel şekilde yaratılan insanın (Tin, 95/4.) bu üstünlüğünün bir yönü de akıllı bir varlık olmasından dolayı ilim öğrenme yeteneğine sahip olmasıdır. Hz. Âdem’in yaratılışını konu edinen ayetlerde onun yeryüzünde halife olarak yaratılacağı ifade edilirken bu sorumluluğu yerine getirebilmesi için Yüce Allah (c.c.) tarafından kendisine bütün isimlerin öğretildiği de bildirilmektedir. (Bakara, 2/30-31.) Bu hakikat, aynı zamanda bilginin sorumluluk gerektirdiğinin de ifadesidir. Aynı şekilde, bilgi ile iman arasında da sıkı bir ilişki vardır. Zira iman, taklidî ve tahkikî olmak üzere iki kısma ayrılır. Kişinin bilgiye dayanmaksızın, çevresinin etkisi ve telkiniyle iman etmesi taklidî iman iken delillere, bilgi ve araştırmaya dayanarak iman etmesi ise tahkikî imandır. Aslolan ise bir Müslümanın imanını taklitten tahkike çıkarabilmesidir. Böylece imanı güçlenecek, dışarıdan gelen saldırılar karşısında direnebilecek, sarsılmadan ayakta kalabilecektir.

Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ve insanlığa ilk hitap olan Alak suresinin “Oku!” emri ile başlaması, ilmin insan için önemini ifade etmesi açısından son derece manidardır. Burada emredilen okuma, basit bir okuma değildir. Zira ilim salt bir okuma değil kavrama, idrak etme ve amele yansıtma gibi çok yönlü bir faaliyettir. Kur’an ayetlerinin yanında tabiattaki ayetleri de okuması istenen insan, okuyup anlamlandırmak ve gereğince amel etmekle mükellef kılınmaktadır. Eşya ve olaylara bakmak, aralarındaki ilişkileri kavramak, varlık sebeplerini keşfetmek Kur’an’ın öngördüğü bir husustur. Kur’an, eşya ve olayları zahirî görünüşleriyle algılamayı yeterli bulmaz; onların künhüne vâkıf olunmasını ister. Zira Kur’an’da yer verilen Hz. Musa ile Hızır kıssası bize gösteriyor ki olayların gerisinde muhakkak bir hikmet vardır. (Kehf, 18/65-82.)

O hâlde insan, tüm bu okumaları “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak, 96/1.) ayeti gereğince, Allah’ın (c.c.) kendisine verdiği bilgi ile Allah adına yapmalıdır ki doğru okuyup anlamlandırabilsin. Temelinde iman, ihlas ve samimiyet gibi değerler olmayan bir okuma insanı hakikate ulaştıramayacaktır. Tüm bu okumaları yapıp gereğince amel edebilmenin sonucu ise tam bir kulluktur. Çünkü bilmek, sorumluluğu yani teslimiyet ve kulluğu gerektirir. Kur’an’da akıl sahiplerine yönelik yer alan hitaplar, yine “düşünmez misiniz?”, “akletmez misiniz?”, “öğüt almaz mısınız?” şeklindeki hatırlatmalar hep Allah’a (c.c.) yaraşır şekilde kulluk etmeye tembihte bulunan ifadelerdir. Bu hakikatleri okuyup anlayabilen ve gereğince kulluk edebilen insanlar, “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu, ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer, 39/9.) buyruğu üzere Allah (c.c.) nezdinde diğer insanlardan daha üstün olacaklardır. “Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (c.c.) (gereğince) korkarlar.” (Fatır, 35/28.) mealindeki ayet de ilmin sorumlulukla olan ilişkisine bir diğer örnektir.

Akıllı ve sorumlu bir varlık olarak yaratılan insanın bunun bir gereği olarak bilmediği şeylerin peşine düşmemesi ve bilgisizce hareket etmemesi yine Kur’an’ın bir tavsiyesi olarak karşımıza çıkmaktadır. “İşte siz böyle kimselersiniz! Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysaki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.” (Âl-i İmran, 3/66.); “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra, 17/36.) mealindeki bu ve benzeri ayetler (Araf, 7/33; Hac, 22/3,8; Lokman, 31/20.) bilginin sorumluluk gerektirdiği gibi aynı zamanda bilgisizce hareket etmenin de sorumluluk gerektirdiğini öğretmektedir bizlere. İnsanın bilgisizce hareket etmemesi ve doğru bilgiye ulaşması adına kendisine ulaşan herhangi bir haberi araştırması da doğru bilgiye ulaşma yolu olarak Kur’an’da insana tavsiye edilen bir husustur. (Hucurat, 49/6.) Böylece insan hata etmekten kurtulmuş ve doğruya ulaşmış olacaktır.

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’e (s.a.s.) yönelik olarak yer alan “…’Rabbim, ilmimi artır’ de.” (Taha, 20/114.) mealindeki ilahi beyan, bilgi edinme konusunda ilahi yardımın talep edilmesine yönelik bir işarettir. İlk emri oku olan Kur’an’ın ilme, öğrenmeye, tefekkür etmeye, düşünüp ibret almaya yönelik emir ve tavsiyeleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde ortaya çıkan şudur ki bütün bunlar pratik hayata yansıdığı, gereğince yaşandığı zaman anlamlı ve değerlidir. Zira amelsiz bir ilmin meyvesiz bir ağaç gibi olduğu düşünüldüğünde davranışa yansımayan imanın, insanın ahlaki gelişimine katkısı olmayan bilginin Kur’an açısından bir önemi olmadığı ortadadır.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
2
Hüseyin Saray - Single Eserleri
5 / 00:00:21:25 / 49,03 MB

Hüseyin Saray - Benim Adım Türk (Single) 2024 - 320 Kbps (1 / 04:03)
------------------------------------------------------------------------------------------
Hüseyin Saray - Benim Adım Türk  04:03


Hüseyin Saray - Benim Adım Türkiye (Single) 2024 - 320 Kbps (1 / 03:39)
---------------------------------------------------------------------------------------------
Hüseyin Saray - Benim Adım Türkiye  03:39


Hüseyin Saray - İstemem (Single) 2023 - 320 Kbps (1 / 05:06)
----------------------------------------------------------------------------------
Hüseyin Saray - İstemem  05:06


Hüseyin Saray - Sana Olan Hasretimi Anlatamıyorum (Single) 2024 - 320 Kbps (1 / 05:56)
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hüseyin Saray - Sana Olan Hasretimi Anlatamıyorum  05:56


Hüseyin Saray - Türk'ler Geliyor (Single) 2024 - 320 Kbps (1 / 02:39)
-------------------------------------------------------------------------------------------
Hüseyin Saray - Türk'ler Geliyor  02:39




Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.


3
Oruç / Oruç İnsanlığı Geliştirmelidir
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:40:52 ÖÖ »


Oruç İnsanlığı Geliştirmelidir

Gösterişin bulaşmadığı tek ibadettir oruç. Namaz, zekat ve hac gibi  ibadetlerde gösteriş söz konusu olabilir, ancak orucunu tutan kişi yalnız Allah için tutmuştur, başka bir seçenek yoktur. Bu sebepledir ki, Hz. Peygamberin bildirdiğine göre Allah (cc) şöyle buyurur;
"Oruçlu, yemesini, içmesini ve cinsel isteklerini benim için terk ediyor. Oruç benim içindir. Onun mükâfatını ben vereceğim." (Buhârî, Savm, 2)

Yüce Allah’ın, Dünya ve dünyadaki her şeyi insan için yaratmış olması, insana çok değer verdiğini gösterir ki, insanlara da bu değeri korumak ve yaşatmak düşer. Bu da, başta canın ve alınteri kazancın dokunulmazlığını korumakla gerçekleşebilir. Ne yazık ki, bugün dünyada yaşananlara bakıldığında, çağımızın en büyük sorununun insana gereken değerin verilmediği gerçeğidir. Akıl almaz buluşlar keşfeden insan, insanlığını geliştirme noktasında bir adım ileriye gidemiyor, hep geriye gidiyor, kan ve göz yaşı eksik olmuyor.

Kötülük ve düşmanlıkta yarışı bırakıp, iyilikte yarışma ve yardımlaşmaya geçilmeden insanlık gelişmeyecek. İnsanı yaratan Allah, yaşamı için gerekli her ihtiyacını düşünüp verdiği gibi, insanlığını geliştirecek yöntemleri de öğretmiştir; İman, adalet, merhamet, şefkat duygularıyla bedeni donatmak, şekilcilikten ziyade özü ve yaşantısı arasında uyumlu bir duruş sergilemektir.

Allah (cc) şöyle buyurur;

“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlilik değildir. Asıl erdemli kişi Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; sevdiği maldan yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgürlüğünü kaybetmiş olanlara harcayan; namazı kılıp zekatı verendir. Böyleleri anlaşma yaptıklarında sözlerini tutarlar; darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabrederler. İşte doğru olanlar bunlardır ve işte takva sahipleri bunlardır.(Bakara,177)

Ayetin verdiği mesajdan anlaşıldığına göre, Allah’a karşı ibadet vazifeleriyle birlikte insanlığa hizmet noktasında iyilikte yardımlaşmayan ve yarışmayan bedenlerde, insanlık yok olup gidiyor. Bu sorun genel olarak dünyanın sorunu olmakla birlikte, Müslümanlar arasındaki ilişkilerde de insani erdemlilik maalesef istenilen düzeyde değildir. Allah’a iman ve bunun gereği olarak O’na ibadet etmek çok kıymetlidir, ancak “Yaratılanı severim yaratandan ötürü” bilinci olmadan erdemli mertebesine ulaşılmıyor.
Yıllarca Kaben’nin özlemini çeken Hz. Muhammed (sas), Kâbe’yi tavaf ederken onun ihtişam ve azameti karşısında;

“Ey Kâbe! Sen ne güzelsin ve kokun da ne güzel!

Sen ne yücesin ve saygınlığın da ne yüce!

Ancak, Allah’a yemin olsun ki, müminin Allah kadındaki saygınlığı senden daha büyüktür.”  buyurmuştu. (İbn Mâce, Fiten, 2.)

Hiç bir mümin Kabe’ye hakaret etmez, Kabe’ye zarar verici bir davranışa cesaret edemez, ona saygısızlık yapamaz. Bu hassasiyeti ve nezaketi Kabe’den üstün sayılan mümin kardeşine karşı da göstermelidir. Aksi halde, o evin sahibi Allah’ın hoşnutluğuna ulaşamayabilir.

Bu yüzden oruç, sadece mideyi tutmak değil, aynı zamanda elini, dilini, gözünü ve kötü duyguları da tutmaktır. Nitekim Hz. Muhammed buyurur ki;

“Oruç bir kalkandır. Oruçlu, saygısızlık yapmasın, kötü konuşmasın. Eğer biri kendisiyle dövüşmeye veya sövüşmeye kalkışırsa, iki defa, "Ben oruçluyum." desin.” (Buhârî,Savm,2)

“Yalanı ve yalana göre hareket etmeyi terk etmeyenin yemeyi içmeyi bırakmasına Allah"ın ihtiyacı yoktur.”(Buhârî, Savm,8)

Alınteri helal kazancını Allah’ın isteği üzerine yemeyen ve içmeyen kişi, Allah’ın şiddetle yasakladığı başkasının alınteri kazancını çalarak veya aldatarak zimmetine geçirmesi düşünülemez.

Oruç, Allah’ın yarattığı temiz fıtratı hatırlatır ve on bir ay boyunca manen yıpranan bedenin özüne dönmesine yardımcı olur. Allah ile kurduğu bu bağ sayesinde ölmüş  insanlığın yeniden canlanmasına vesile olur. Diğer zamanlarda kaybettiğimiz merhameti ve yardımlaşmayı hatırlatır, sene boyu karnı aç olan yoksul ve muhtaçların durumu daha iyi anlaşılır.

Sonuç olarak; Allah’ı unutan, insanlığını unutur, kulluk ve sorumluluk bilincini kaybeder.

Kur’an der ki;

“Allah’ı unutan, bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar gerçekten yoldan çıkmışlardır.” (Haşr,19)

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
4
İSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE / Sözleri İyi Okumak Gerekir
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:35:25 ÖÖ »


Sözleri İyi Okumak Gerekir

Doğru sözleri yakalayıp ardından gidenler Allah’ın kulu olma şerefine ulaşırlar.
Kur’an buyurur ki;

“Söylenenleri dinleyip de en güzeline uyan kullarımı müjdele! Doğru yolu bulan ve gerçek akıllı kimseler onlardır.” (Zumer, 18).

Kitaplar, dergiler, televizyonlar, gazeteler derken şimdi de sosyal medyanın gücüyle sözler kitlelere yön veriyor. Yukarıda geçen Kur’an ayetinde de temas edildiği üzere ifade özgürlüğü insan hakkıdır. Herkes konuşsun ve herkes dinlesin, ama dinleyenler duyduklarını mutlaka akıl süzgecinden geçirsin. İnanıyorsa, ayrıca Allah’ın kelamı Kur’an’a da arzetsin. Kur’an, güzel ve yararlı olan ne varsa serbest kılar, zararlı olanı da yasakladığından, doğru ve yanlışların tespiti noktasında dengi olmayan bir ölçüdür.

Araştırmadan ve anlamadan her söze inananlar kötü emellere alet edilir, kaos ve kargaşa çıkartmak için maşa olarak kullanılır. Dolayısıyla, sözler içerisine serpilen zehirlerle beyinleri felç etmek isteyenlere engel olmak ve hakikati algıyla perdeleme çabalarını boşa çıkarmanın yolu, sözleri iyi okumaktan geçer.

Kur’an-ı Kerim en güzel sözü şöyle tarif eder;

“İnsanları Allah’a çağırıp dine ve dünyaya yararlı iş yapan ve “Ben müslümanlardanım” diyenden daha güzel söz yoktur.” (Fussılet, 33)

Allah’ı hatırlatan ve O’nu sevdiren söz en güzel sözdür. Çünkü Allah, kulunun hem dünya hem ahiret mutluluğunu ister ve Allah’ı bilen dünyaya yararlı fert olur. “Müslüman” ismi de, Allah’a teslimiyeti ifade ettiği için güzel söz olarak nitelendirilmiştir. Bütün peygamberler, insanları Allah’a çağırmış ve kendilerini “Müslüman” adıyla tanıtmışlardır. İslam, bütün ilahi dinlerin ortak adıdır.

Nuh Peygamber der ki;

“Bana, müslümanlar içinde olmam emredildi.”(Yunus, 72)

İbrahim Peygamber;

“Ey rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan (müslümanlardan) eyle, soyumuzdan da sana teslim olacak bir ümmet çıkar.”(Bakara, 128)

Yakup Peygamber de;

“Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti; öyleyse Müslümanlar olarak can verin!”. (Bakara, 132)

Musa Peygamber der ki;

“Ey kavmim! Eğer Allah’a iman ettiyseniz, gerçekten Müslüman olduysanız, artık yalnız O’na güvenip dayanın.” (Yunus, 84)

İsa Peygamber ile ilgili olarak da Kur’an şunu nakleder;

“Îsâ onlardaki inkârcılığı sezince, “Allah’a giden yolda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?” diye sordu. Havâriler cevap verdiler: “Biz Allah için yardımcılarız; Allah’a inandık, şahit ol ki bizler Müslümanlarız.”(Al-i İmran, 52)

Allah’a çağıran sözün en önemli özelliği samimiyettir. Samimiyet ise  Allah’a, Peygambere, Kur’an’a, bütün insanlara karşı dürüst ve sözle yaşantı arasında uyumlu olmaktır. Zira, Allah’ın en nefret ettiği kişi, yapmadığını başkasına söyleyendir.

Kur’an der ki;

“Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok çirkin bir davranıştır.” (Saf, 2-3)

“Sizler kitabı okuduğunuz halde insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara,44)

Kaynağından aldığı bilgiyle kendisini aydınlatamayan, başkasına ışık olamaz. Peygamberimizin sözlerinin insanlarda kabul görmesinin arkasında yatan en önemli etken, söyledikleriyle yaşantısının uyumlu olmasıydı. O yapmadığı bir şeyi insanlara söylemezdi.

Allah’a çağıran sözde, toplumsal birlik ve beraberliği koruma, barış ve güveni hakim kılma, tevhid inancında insanları kardeş yapma gayesi vardır. Kur’an, din kardeşliğine çok önem verir. Çünkü dinin insanlara kazandırdığı birlik ve beraberliği hiçbir şey sağlayamaz. Renk, ırk ve dil gibi farklılıkları zenginlik ve Allah’ın varlığının kanıtı sayar. Irkçılığı üstünlük kabul edenleri şiddetle kınar. “Yaratılanı sev yaratandan ötürü” yaklaşımıyla en güçlü, kapsamlı ve samimi kardeşliği topluma kazandırır.

Bu sebeple, toplumu bölük parçalara ayıran, nefret ve kin tohumları eken sözler, Allah’tan uzaklaştıran zararlı sözlerdir. Allah’tan uzak kalmak nefse esir olmaktır. Nefis ise sadece kendisini düşündüğünden, başkalarının dünyasını kan gölüne çevirmekten rahatsızlık duymaz. Yaşanan acıların, akan kan ve göz yaşlarının arkasında bencillik ve nefsin ilahlaştırılması yatmaktadır.

Kur’an şöyle buyurur;

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın.” (Al-i İmran, 103)

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayınız. İşte onlar için büyük bir azap vardır.”  (Al-i İmran, 105)

“Ey Muhammed! Dinlerini bölüp gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” (Enam, 159)

“Bütün gönlünüzle O’na yönelin, O’na saygısızlıktan sakının, namazı kılın ve şirke sapanlardan, dinlerini parçalayıp her bir grubun kendindekini beğendiği fırkalara ayrılanlardan olmayın.” (Rum, 32)

“Allah ve resulüne itaat edin, birbirinize düşmeyin, sonra zayıflarsınız ve zaferi elden kaçırırsınız.”(Enfal, 46)

Ne ad altında olursa olsun tefrika ve bölücülük yapan, Müslüman olduğunu söyleyenleri tekfir ederek “Müslüman” ismini değersizleştiren, kulluk ve ibadet noktasında Allah’tan başkasına çağıran sözler, zararlı ve kötü sözlerdir.

Din, Allah’a aittir ve gayesi insanları sadece O’na kul yapmaktır. Allah’a kul olan kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Özünü Allah’a teslim eden kendisini iyiliğe adamıştır.

Dini istismar edip insanları kendi emellerine alet edenler ve böylece dini asli amacının dışına çıkarıp kula kul olmaya çağıran sözler Kur’an’a uygun değildir.

Allah’a alenen düşmanlık eden ve Allah’ın ayetlerini alay konusu yaparak insanları Allah’tan uzaklaştıranlara da itibar edilmez.

Allah (cc), Kur’an’la alay edenleri şöyle uyarıyor;

“İnsanlar arasında öyleleri vardır ki bilgisizlik yüzünden başkalarını Allah yolundan saptırmak ve o ayetleri alay konusu etmek için eğlendirici sözler kullanırlar; işte bunları alçaltıcı bir azap bekliyor.” (Lokman, 6)

Alay edenlere kananlara da şu hatırlatmayı yapar;

“Yüzleri ateşe çevrildiği gün, “Keşke Allah’a itaat etseydik, resulü dinleseydik” diyecekler. Ve ekleyecekler: “Rabbimiz! Biz efendilerimizi ve büyüklerimizi dinledik, onlar da bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları ağır bir şekilde lânetle!” (Ahzab, 66-68)

Allah, en iyisini bilendir.

MAHMUT GÖL.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ..
5
İnsan ve Hayat / Okumak Anlamak Yaşamak
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:28:47 ÖÖ »


Okumak Anlamak Yaşamak

Akıllı ve sorumlu bir varlık olarak yaratılan insanın bunun bir gereği olarak bilmediği şeylerin peşine düşmemesi ve bilgisizce hareket etmemesi yine Kur'an'ın bir tavsiyesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذٖينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذٖينَ لَا يَعْلَمُونَؕ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ

"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu, ancak akıl izan sahipleri bunu anlar.” (Zümer, 39/9.)

Yüce Allah’ın (c.c.) insana vermiş olduğu ve onu diğer varlıklara karşı üstün kıldığı en önemli özelliklerden biri akıldır. İnsan, aklı sayesinde öğrenir, düşünür, doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü ayırt eder. Akıl ve irade sahibi olması insanı aynı zamanda sorumlu bir varlık hâline getirir. Bu durumda insan aklını kullanacak, okuyacak, öğrenecek, iradesiyle doğruyu bulacak, hakikati arayacaktır. Aklını kullanmak suretiyle bilgiye ulaşacak, elde ettiği ilimle eşyanın ve olayların hakikat ve mahiyetini kavrayıp idrak edecektir.

Kur’an’da ilim kökünden türeyen kelimelerin yaklaşık 750 yerde geçmesi (Muhammed Fuad Abdülbaki, el-Mu’cemü’l-müfehres li elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, s. 469-481.), bilginin ve bilme faaliyetinin Kur’an mesajı bakımından önemini ortaya koymaktadır. Bilmek, anlamak, düşünmek, idrak etmek gibi anlamlara gelen fehm, şuur, taakkul ve tefekkür gibi kelimeler de dikkate alındığında Kur’an’da ilim ve idrake verilen önem daha iyi anlaşılmaktadır. (Mevlüt Erten, Kur’an’da Bilgi-Amel (Eylem) İlişkisi, Diyanet İlmi Dergi, 43/2 (2007), s. 138.)

İlmin nazari ve amelî olmak üzere iki kısma ayrıldığını söyleyen Ragıp el-İsfehani’ye göre nazari bilgi, bilinenin idrakiyle kemale ulaşır; varlıkları bilmek gibi. Amelî bilgi ise ancak amelle tamam olur; ibadetler ilmi gibi. (Ragıb el-İsfahani, el-Müfredat, 343.) Bu tanım, ilmin amelî yönünü ortaya koyması açısından dikkat çekicidir. Zira ibadetler için sadece bilmek yeterli değildir. İbadet, bilginin amele yansımasıdır.

En güzel şekilde yaratılan insanın (Tin, 95/4.) bu üstünlüğünün bir yönü de akıllı bir varlık olmasından dolayı ilim öğrenme yeteneğine sahip olmasıdır. Hz. Âdem’in yaratılışını konu edinen ayetlerde onun yeryüzünde halife olarak yaratılacağı ifade edilirken bu sorumluluğu yerine getirebilmesi için Yüce Allah (c.c.) tarafından kendisine bütün isimlerin öğretildiği de bildirilmektedir. (Bakara, 2/30-31.) Bu hakikat, aynı zamanda bilginin sorumluluk gerektirdiğinin de ifadesidir. Aynı şekilde, bilgi ile iman arasında da sıkı bir ilişki vardır. Zira iman, taklidî ve tahkikî olmak üzere iki kısma ayrılır. Kişinin bilgiye dayanmaksızın, çevresinin etkisi ve telkiniyle iman etmesi taklidî iman iken delillere, bilgi ve araştırmaya dayanarak iman etmesi ise tahkikî imandır. Aslolan ise bir Müslümanın imanını taklitten tahkike çıkarabilmesidir. Böylece imanı güçlenecek, dışarıdan gelen saldırılar karşısında direnebilecek, sarsılmadan ayakta kalabilecektir.

Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ve insanlığa ilk hitap olan Alak suresinin “Oku!” emri ile başlaması, ilmin insan için önemini ifade etmesi açısından son derece manidardır. Burada emredilen okuma, basit bir okuma değildir. Zira ilim salt bir okuma değil kavrama, idrak etme ve amele yansıtma gibi çok yönlü bir faaliyettir. Kur’an ayetlerinin yanında tabiattaki ayetleri de okuması istenen insan, okuyup anlamlandırmak ve gereğince amel etmekle mükellef kılınmaktadır. Eşya ve olaylara bakmak, aralarındaki ilişkileri kavramak, varlık sebeplerini keşfetmek Kur’an’ın öngördüğü bir husustur. Kur’an, eşya ve olayları zahirî görünüşleriyle algılamayı yeterli bulmaz; onların künhüne vâkıf olunmasını ister. Zira Kur’an’da yer verilen Hz. Musa ile Hızır kıssası bize gösteriyor ki olayların gerisinde muhakkak bir hikmet vardır. (Kehf, 18/65-82.)

O hâlde insan, tüm bu okumaları “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak, 96/1.) ayeti gereğince, Allah’ın (c.c.) kendisine verdiği bilgi ile Allah adına yapmalıdır ki doğru okuyup anlamlandırabilsin. Temelinde iman, ihlas ve samimiyet gibi değerler olmayan bir okuma insanı hakikate ulaştıramayacaktır. Tüm bu okumaları yapıp gereğince amel edebilmenin sonucu ise tam bir kulluktur. Çünkü bilmek, sorumluluğu yani teslimiyet ve kulluğu gerektirir. Kur’an’da akıl sahiplerine yönelik yer alan hitaplar, yine “düşünmez misiniz?”, “akletmez misiniz?”, “öğüt almaz mısınız?” şeklindeki hatırlatmalar hep Allah’a (c.c.) yaraşır şekilde kulluk etmeye tembihte bulunan ifadelerdir. Bu hakikatleri okuyup anlayabilen ve gereğince kulluk edebilen insanlar, “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu, ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer, 39/9.) buyruğu üzere Allah (c.c.) nezdinde diğer insanlardan daha üstün olacaklardır. “Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (c.c.) (gereğince) korkarlar.” (Fatır, 35/28.) mealindeki ayet de ilmin sorumlulukla olan ilişkisine bir diğer örnektir.

Akıllı ve sorumlu bir varlık olarak yaratılan insanın bunun bir gereği olarak bilmediği şeylerin peşine düşmemesi ve bilgisizce hareket etmemesi yine Kur’an’ın bir tavsiyesi olarak karşımıza çıkmaktadır. “İşte siz böyle kimselersiniz! Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysaki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.” (Âl-i İmran, 3/66.); “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra, 17/36.) mealindeki bu ve benzeri ayetler (Araf, 7/33; Hac, 22/3,8; Lokman, 31/20.) bilginin sorumluluk gerektirdiği gibi aynı zamanda bilgisizce hareket etmenin de sorumluluk gerektirdiğini öğretmektedir bizlere. İnsanın bilgisizce hareket etmemesi ve doğru bilgiye ulaşması adına kendisine ulaşan herhangi bir haberi araştırması da doğru bilgiye ulaşma yolu olarak Kur’an’da insana tavsiye edilen bir husustur. (Hucurat, 49/6.) Böylece insan hata etmekten kurtulmuş ve doğruya ulaşmış olacaktır.

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’e (s.a.s.) yönelik olarak yer alan “…’Rabbim, ilmimi artır’ de.” (Taha, 20/114.) mealindeki ilahi beyan, bilgi edinme konusunda ilahi yardımın talep edilmesine yönelik bir işarettir. İlk emri oku olan Kur’an’ın ilme, öğrenmeye, tefekkür etmeye, düşünüp ibret almaya yönelik emir ve tavsiyeleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde ortaya çıkan şudur ki bütün bunlar pratik hayata yansıdığı, gereğince yaşandığı zaman anlamlı ve değerlidir. Zira amelsiz bir ilmin meyvesiz bir ağaç gibi olduğu düşünüldüğünde davranışa yansımayan imanın, insanın ahlaki gelişimine katkısı olmayan bilginin Kur’an açısından bir önemi olmadığı ortadadır.

Dr. Bayram Köseoğlu.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
6
Yaşar Değirmenci / Halk ve Yönetim Olarak Biz Nerede Yanlış Yapıyoruz
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:18:39 ÖÖ »


Halk ve Yönetim Olarak Biz Nerede Yanlış Yapıyoruz

Son dönem yaşadıklarımız; iki üç hususta yoğunlaşmamızı, düşünüp kafa yormamızı ve çare bulmamızı gerektiriyor. Şimdiye kadar devletin ulaşamadığı hizmetleri vererek bilhassa öğrencilerin/gençlerin iyi yetişmesi için gayret gösteren cemaatlerin durumu, devlet ile rejimin özdeş hâle getirilmesiyle Kemalizmin-sekülerizmin ve laikliğin kutsallaştırılması ve İslâmsız Türkçülük ve İslâmsız Kürtçülük meselesi!

Cemaatlerin lüks, israf, konfor ve rehavet içinde basına ve sosyal medyaya yansıyan görüntüleri, vefat haberlerinin sonrasında meydana gelen başa geçme/liderlik sorunu dikkat çekici hâle getirilmiştir.

Ayet ve hadislere dayanan “Sade Hayat” hayat tarzımız olmalıydı. “Allah verdiği nimetleri kulunun üzerinde görmek ister” Hadis-i Şerifin yanlış anlamlandırılması, bencillik, üstünlük, gurur ve kibrin oluşmasının vesilesi olmuştur. Mümin önce “kul”dur. Peygamberler de “önce kul, sonra Resul”dür. Müslüman sadece Allah’ın rızasını kazanmak için yaşar. Allah’ın rızasını ihmal edenler; dünyayı da hayatı da imha ederler. Genel olarak yaşadığımız ahlak fecaatinin farkında bile değiliz.

Ahlâki davranış; Sadece iyi şartlarla sınırlı bir sorumluluk değil, her şartta yerine getirilmesi gereken bir yükümlülüktür. Şartların değişmesiyle değişen bir davranış ahlaki olma vasfını yitirmiştir. Müslümanların şu andaki hal-i pürmelali insan ve İslam diye bir derdi olan herkesi üzmekte ve derin derin düşündürmektedir.

Müslümanların imrenilen bir tarihi geçmişleri olmasaydı şu andaki halimize bakarak kimse İslam’ın iyi ve insani bir din olduğunu iddia edemezdi. Dünyayı ıslah ve her iki dünyanın mutluluğunu temin için gelen mükemmel bir ilahi nizam olduğuna inanamazdı. Yine de Müslümanların bunca perişanlığına rağmen İslam’ın; bilimin, teknolojinin, ‘ileri ülkelerin’ merkezlerinde bile yükseliyor olması onun böyle bir nizam olduğunu ispata yeter ama bizim Allah’ın istediği gibi kullar olmadığımız da açıktır. O halde keramet Müslümanlarda değil, İslam’ın fıtrat dini oluşundadır.

Verilen din eğitimi yetersizdir. İmanın şartları, İslâm’ın şartları, Allah’ın ve Peygamberlerin sıfatları gayet güzel sayılırken “küfür ve şirk” hakkında bilmemiz gereken hususlar bilinmemektedir. Meselâ ‘tâğut nedir’ biliniyor mu? Öğretiliyor mu? Sahabe çocuğa öğretirken “Amentü billahi ve kefertü tâğutî” (Allah’a iman ettim, tâğuti reddettim) diye öğretiliyordu, Ayetel Kürsi’den hemen sonra gelen ayetti öğretilen ayet. 

Yaşayalım diye gönderilen hayat tarzımızın kılavuzu, dirilerin/yaşayanların kitabı olan Kur’an-ı Kerim; ölülerin arkasından okutulan kitap olmuş Peygamber Efendimizin ümmetini Kıyamette Allah’a şikâyet ettiği tek konu “ümmetin Kur’an’ı mehcur bırakması” olmuştur.

Ayetteki mehcur bırakma; ‘hiç bilmeme, yabancı kılma, tamamen terk etme” değildir. Elinin altında olduğu halde faydalanmama, istifade etmemedir.

Dini, Kur’an-ı Kerim’i öğrenme gayreti göstermeyen, onunla amel etmeye çalışmayan, mânâsı üzerinde düşünmeyen, kafa yormayan, dindarlık; mümin kimliğini, mümin şahsiyetini sosyal hayata taşımayan dindarlık olur. Namazın her rek’atında okuduğu Fatiha’da “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz” deyip, daha namazdan çıkar çıkmaz tam tersini yapan bir dindar çıkar. Kur’an “Hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu yüklenmez” derken, kendi sorumluluğunu yükleyecek bir hoca, bir üstad, bir mürşit, bir şeyh, bir imam arayan dindar tipi çıkar. Salih amel işlemeden, Allah yolunda cihad etmeden, grup, fırka taassubuyla ‘din kardeşliği’ hissiyatını kaybeden, ‘Ümmeti Muhammed’in derdiyle dertlenmeyen, ‘mânevi egoist’ tipler, bağlı olduğu hocasının şefaatıyla kurtulacağına inanır. Başkalarının sırtında cennete girmek için planlar yapan bir dindar tipi çıkar.

Peygamber Efendimiz, “Kızım Fatıma! Babam Peygamber diye güvenme! Vallahi senin için de yarın bir şey yapamam. Ameline dikkat et!” diye çağları aşan sesiyle bizleri ikaz ederken, güzelim “şefaat” kelimesini istismar edenler çıkar. Dahası, her müminin boynuna yüklenen “Allah yolunda var gücünü harcama” (cihad) gibi bir farzın yanına yaklaşmayıp, gözleri ufukta Mehdi ve Mesih bekleyenler çıkar. Onların bu talebine bakıp iştahı kabaran ve “Ben Mehdi’yim, Ben Mehdi’nin habercisiyim! Ben Mesih’im” diyen uyanıklar ve onları pazarlayarak geçinenler çıkar. Siyasî kararlar dahil, verilecek “oy”ların partisi, patırtısı dahil, talimat ve emirlerin ‘Mânevî Rical’den mülhem verildiğini söyleyebilen tipler çıkar. Sorumluluğu, yapılanın yanlışlığını hatırlatırsanız; bu defa ‘vebal bana ait değil, emri verene aittir’ diyerek iradeyi iptal eden bir yapı ve anlayış çıkar. Hâsılı çıkar oğlu çıkar!

Hayatımızı Vahye inşa ettirmediğimiz, Peygamber Efendimizi rehber olarak almadığımız takdirde, ifrat ve tefride düşeriz, düşebiliriz. Masum ve mahfuz olan yalnız Peygamberlerdir.

Allah dini; “insanlığın dünyevi ve uhrevi saadeti” için göndermiştir. O dinin yaşanmasında örnek alınacak ilk şahsiyet, Peygamber Efendimizdir.

Kur’an-ı Kerim’deki ifadesiyle bizler için “üsveyi hasene”dir. Güzel bir örnektir. İmamlar, müezzinler, din görevlileri, vs. kendilerini sadece ‘devlet memuru’ olarak gördükleri müddetçe içinde bulundukları yanlışlıktan kurtulamazlar. Öncelikle Allah’ın memurudurlar. Allah Resulü bilinmeden, O’nun memuru ve temsilcisi olarak konuştuğu bilincini kuşanmadan ve anlattıklarıyla öncelikle kendisi amel etmeden bu heyecanı yaşamadan olmaz. Bilgi, icraat (eylem/amel), heyecan ve tefekkür olmadan hiçbir iş yürümez. İmam Rabbanî Hazretleri bunu ilim, amel ve ihlas formülüyle özetler. Benim mezhebim, meşrebim ya da üstadım böyle diyor, o halde doğru olan budur şeklindeki düşünce hatadır, yanlıştır.

Hata etmeyen bir kul yoktur. Kur’an-ı Kerim bizi ortak akılla düşünmeye teşvik eder. Bir mezhebe, meşrebe, fırkaya mensup olanlar; onun bütün söylediklerinin doğru olduğunu, onlara muhalif bir görüşün asla doğru olamayacağını iman derecesinde kabullenir ve diğerlerini bu imanın gereği olarak eleştirip reddeder. Bunun adı fırkacılıktır.

Çünkü kişinin hareket noktası İslam’ın sabiteleri değil fırkasının, mezhebinin ya da meşrebinin doğrularıdır.

Bunlar ilim konusu olmaktan çıkıp iman konusu haline gelmiştir, getirilmiştir.

Yaşar Değirmenci.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
7


Başkasının Ayıbını Araştıran Kendi Ayıplarını Göremez

"Söz taşıyan, eski düşmanlıkları yeniler, kinleri tâzeler. En yumuşak insanları bile çileden çıkarır!"

Ali Sâdık Efendi Diyarbakır velîlerindendir. Diyarbakır'da doğdu. İbrâhim Gülşenî hazretleri Diyarbakır'da iken onun sohbetlerine devam etti ve yasavvufta yüksek derecelere kavuşarak İbrâhim Gülşenî hazretlerinden icâzet aldı ve talebe yetiştirmeye başladı. 1553 (H.961) târihinde Diyarbakır'da vefât etti.
 
Bu mübarek zat buyurdu ki:
 
Hak teâlânın lütuf ve ihsân buyurduğu bahta ve rızka kanâat etmeyen kimse, Rabbini bilmemiş ve O'na itâat etmemiş olur. Ey bir yerde durmayan, sebât etmeyen, rızık için didinip duran, koşan kişi! Sakin ol, yuvarlanan taş üzerinde ot bitmez."
 
"İster iyi, ister kötü olsun, kimsenin arkasından konuşma. Çünkü hakkında konuştuğun kişi gerçekten kötü ise, onu kendine düşman etmiş olursun. İyi ise, çok kötü bir iş yapmış olursun. Biri sana gelip de filân adam kötüdür derse, iyi bil ki, o kendi kusûrunu söylemiş olur."
 
"Birisi şu ibretli sözü söyledi: Gıybet edecek olursam, anamdan başkasının gıybetini etmem. Zîrâ böylece sevaplarım anama yazılmış olur!"
 
“Bir insanın iki şeyi dostlarına haramdır. Birisi; onun malını haksız yere alarak yemek, diğeri; arkasından iyi olmayan şekilde konuşmaktır. Biri senin yanında başkasının aleyhinde konuşuyorsa, zannetme ki başkasının yanında seni medheder. Benim nazarımda bu dünyâda en akıllı insan, kendisiyle meşgûl olup, başkalarından gâfil olandır."
 
"Düşmandan lâf getiren, insana düşmandan daha büyük düşmandır. Ey laf taşıyıcı! Düşmanım bile yüzüme karşı kötü şey söylemiyor. Sen ondan daha büyük düşman olmasan, onun arkamdan söylediğini, gelip de yüzüme karşı söyler misin? Söz taşıyan, eski düşmanlıkları yeniler, kinleri tâzeler. En yumuşak insanları bile çileden çıkarır. Uyuyan fitneyi uyandıran kimseden en kısa zamanda kaç! Kavga iki kişi arasında yanan bir ateşe benzer. Söz taşıyıcı ise, o ateşin sönmemesi için odun taşıyan oduncu gibidir."
 
"Adının unutulmamasını istersen, çocuğuna ilim, hüner, mârifet öğret ve onu akıllı fikirli yetiştir. Böyle yaparsan, arkanda seni rahmetle anan bir kişi bırakmış olursun."
 
"Kalbini temiz tut. Kararmış ayna iyi göstermez. Yarın, azâba müstahak olmamanın yolunu ara. Başkalarının ayıplarını arama. Başkalarının ayıbını araştırmakla meşgûl olan, kendi ayıplarını göremez."

Vehbi Tülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
8
Biz Bize / Keşke Bilmiş Olsalardı
« Son İleti Gönderen: anadolu Dün, 09:02:12 ÖÖ »


Keşke Bilmiş Olsalardı

Bu dünya fânidir, geçicidir. İmtihanlarla dolu bir hayatı içerir.  Gerçek hayat ahiret hayatıdır. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyuruyor: “Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.” (Ankebut, 64) Dolayısıyla hakiki hayat üzüntü ve meşakkatlerin, hastalık ve illetlerin kirletmediği ölüm ve fevtin (elden kaçırma endişesi) arız olmadığı bir hayattır.

Bu, cennet ehlinin ve Allah’a yakın kulların hayatıdır. Şayet onun kemalini, değerini ve hakiki eşsizliğini anlamış olsalardı dünyada iken onu kazanmaya daha hırslı ve daha istekli olurlardı. Bu sebeple onu kaçıran ahirette ona yetişemez. Nitekim bilindiği gibi cehennem ehlinin vasıflarından biri de orada ne ölürler ne de yaşarlar. Yani onlar orada istirahat edecek hakiki bir hayatla yaşamazlar. Ölmek isterler onu da bulamazlar. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’inde “Ki onlar en büyük ateşe girecektir. Sonra orada ne ölecek, ne de diri kalacaktır.” (Âlâ, 12-13) buyuruyor.

Akıllı kimse hevasının peşinde, alçak ve rezil dünya ile meşgul olarak pek değerli bir plan olan ömrünü harcamaz, boşa geçirmez. Bilakis devamlı ve ebedî olan hayatı kazanmak için acele eder. Bilesin ki insanlar dünyada on şeyle iftihar edip övünürler. Hâlbuki kıyamet günü bunların faydası olmaz:

1. Mal: Mal bir kimseye fayda verseydi Karun’a verirdi. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Onu da yurdunu da yerin dibine geçirdik.” (Kasas, 81)

2. Çocuk: Evladın bir kimseye faydası olsaydı İbrahim -aleyhisselam-’ın babası Âzer’e faydası olurdu. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ey İbrahim! Bundan vazgeç.” (Hud, 76)

3. Güzellik: Güzelliğin faydası olsaydı Rumlara olurdu. “Çünkü güzelliğin onda dokuzu Rumlara verilmiştir.” denilmiştir. Allah Teâlâ, “O gün nice yüzler ağarır, nice yüzler kararır.” buyuruyor. (Âl-i İmran, 106)

4. Şefaat: Şefaatin faydası olsaydı Rasulullah -aleyhisselam-’ın iman etmesini istediği kimselere olurdu. Nitekim Allah Teâlâ: “Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin.” (Kasas, 56) buyuruyor. Sanki şöyle demiş oluyor: “Sen benim suç ve günahlar konusunda şefaatçimsin, hidayet konusunda ortağım değilsin.”

5. Hile ve Düzenbazlık: Bunun bir kimseye faydası olsaydı kurdukları tuzakların kâfirlere faydası olurdu. Nitekim Allah Teâlâ: “Onların bütün tertip ve düzenleri başarısızlığa mahkûmdur.” (Fatır, 10) buyurmaktadır.

6. Fesahat/ Güzel Konuşma: Fesahatin bir faydası olsaydı Araplara olurdu. Hâlbuki Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Rahman’ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar.” (Nebe, 38)

7. İzzet ve Şeref: Bunun bir kimseye faydası olsaydı Ebu Cehil’e olurdu. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Tat bakalım, hani sen kendince üstündün, şerefliydin.” (Duhan, 49)

8. Dostlar: Dostların bir faydası olsaydı fasıklara olurdu. Nitekim Allah Teâlâ: “O gün muttakiler hariç dost olanlar bile birbirine düşman kesilirler.” (Zuhruf, 67) buyurmuştur.

9. Taraftar ve Tâbiler: Peşinden gidilmek bir kimseye fayda verseydi liderlere fayda sağlardı. Bu konuda Allah Teâlâ: “İşte o zaman görecekler ki kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar.” (Bakara, 166)

10. Asalet, Soy: Bunun bir faydası olsaydı Yakub -aleyhisselam-’ın Yahudilere faydası olurdu. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler.” (Mümtehine, 3) Bütün bu anlatılanları anladınsa fayda vermeyecek bu şeyleri bırakıp Allah’a dön. Bu ancak imanın kemali ve takva ile mümkündür. Allah’ım bizleri Rıza’na ulaştır.

Amin.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
9
Serbest Kürsü / Temiz ve Murdar
« Son İleti Gönderen: anadolu Dün, 08:57:55 ÖÖ »


Temiz ve Murdar

“De ki: Murdarın çokluğu hoşunuza gitse de murdarla temiz bir olmaz.  Ey temiz akıl sahipleri Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide, 100)

Bir gün Hz. Peygamber -aleyhisselam- Efendimiz: “Allah Teâlâ size putlara tapınmayı, içki içmeyi, birbirinizin nesebine saldırmayı haram kılmıştır. Uyanın; içki içene, içki yapmak üzere üzümü sıkana, içki dağıtana, satana, parasını yiyene lanet olunmuştur.” buyurmuş, bunun üzerine bir bedevi kalkmış ve “Ey Allah’ın elçisi, ben daha önceleri bunun ticaretini yapardım. İçki satışından epeyce de mal edindim. Allah’a itaat yolunda harcayacak olursam bu mal bana fayda sağlar mı?” diye sormuş, Efendimiz -aleyhisselam-: Bir hacda veya cihatta veya sadaka olarak harcasan bile Allah katında bir sinek kanadı kadar bile bir değeri yoktur. Allah ancak hoş ve temiz olanı kabul buyurur.” buyurmuştu.

Allah Teâlâ da Rasulü’nün bu sözünü tasdik anlamında olmak üzere “De ki: Murdarın çokluğu hoşunuza gitse de murdarla temiz bir olmaz...” ayet-i kerimesini indirmiştir.

Ayette iki mihver kelime vardır. Bunlardan bir tanesi “EL-HABÎS (pis)” diğeri de “ET-TAYYİB (temiz)”dir. Yüce rabbimiz bu iki kavramı mukayese ederek kötünün ve kötülüğün geçiciliğini ele almış ve insandan algı yanılmasının önüne geçmesini istemiştir.

EL HABÎS kelimesi Kur’an-ı Kerim’de; Âdî, değersiz, yozlaşmış, iffetsiz, lekeli, yanlış, pis düşünceler, fikirler, söz ve davranışlar ile çorak verimsiz topraklar gibi gelişimden uzak kısırlığın ve kötülüğün hülasası bir kelimedir. Örneğin; Araf Suresi 58. ayetinde Rabbimiz; “ İyi ve temiz (Tayyib) ülkenin bitkisi Rabbinin izniyle çıkar. Kötü (Habis) olan topraktan ise faydası çok az olandan başkası çıkmaz. Şükreden bir kavim için ayetleri işte böyle yerli yerince açıklarız.”

Bu habis/çorak toprak Rabbimizin bereketli yağmurlarından çok fazla istifade edememiştir. Zira bu toprak rahmeti üzerinde tutmuş, içine kadar ulaştırıp değerini bilememiştir. Tıpkı gördüklerinin özünü ve hakikatini kavrayamayan, ayetleri duyduğu halde gönlüne ulaştıramayan sağır ve kör kesilenler gibi. Bunlar da işitir ve görürler ancak etraflarındaki murdarların, gayri meşruluğun ahlaksız saltanatı onları mest eder.

Kendinin fiziki konumunu bildiği halde manevi konumunun bilgisini kaybedenler Kuranî ifade ile ‘dalalet’te olan şaşkınlardır. Manevi konumumuzun bilgisi nedenlerin ve niçinlerin sorgulanmasından geçer. Neden zamanı ve her şeyi tüketen bu kadar murdarla kuşatıldım? Neden bu gayri meşruluğun içindeyim? Niçin insanım diye dolaşan ruhsuz ceset yığınlarının arasındayım? Ya da neden şeytanın allayıp pulladığı yaldızlı yalanlara koşuluyor? Bana da bu hayatın tellalları bütün ihtirası ile göz kırpıyor?

Manevi konum sorgulaması yapmayan Müslüman’ın algısına göre herkes bu bataklığın içindedir, bundan kurtulmanın da imkânı yoktur. Bu nedenle onun da orada olmasında hiçbir beis yoktur. Oysa hakikat mü’minin kalabalıklarla değil, üretken, verimli ve yararlı olan hak ve hakikat erleri ile beraber olmasıdır.

Rasulullah -aleyhisselam- şöyle buyurdu: “Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidayet ve ilmin misali, bir araziye yağan çokça yağmura benzer. O arazinin birazı temizdir, suyu kabul eder ve bunun sonucunda pek çok bitki ve ot bitirir. Bazısı da serttir, suyu tutar, Allah onunla insanları faydalandırır. İçerler, hayvanlarını sularlar, ekinlerini sularlar. Bir başka bölümüne de isabet eder ki, orası suyu tutmayan, ot bitirmeyen dümdüz kayalık yerdir. İşte Allah’ın dinini iyice öğrenip Allah’ın benimle gönderdiği bilgilerden yararlandırdığı ve bunları öğrenip öğreten kimsenin durumu ile bunları önemsemeyip aldırmayan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidayetini kabul etmeyen kimsenin misali böyledir.” (Müttefekun aleyh)

Dünyada kötülük, çirkinlik ve edepsizlik hep çok olmuştur. Gülden diken, elmastan cam, insandan hayvan, âlimden cahil, mü’minden kâfir, masumdan da günahkâr çoktur. Hatta bazen bunlar insanı hayrete düşürecek kadar yaygın ve yasal da olabilir. İnsanlar çok zevk ve keyif de alabilir. İyiye denk değildir. Mutluluk, zevkle kıyaslanamayacağı gibi çok olsa dahi pisle pislikle, temiz ve pak birbiri ile kıyaslanamayacak kadar yücedir.

Bazı insanlar etraflarındaki sayı kalabalılığına ya da şekil güzelliğine değer verip manevi yenilgiyi kabul edip kendilerini aşağı hayatın akışına bıraksa da mü’minlerin çelik iradelerini Âl-i İmran Suresi’ndeki “Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer hakikaten inanıyorsanız, muhakkak üstün olan sizsinizdir.” (139) ayet hep parlak tutar. Onlar söz söylerken İbrahim Suresi 24 ve 26. ayeti hatırlarlar;

“Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz, kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş bir ağaç gibidir ki Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Düşünüp ders çıkarsınlar diye Allah insanlara böyle temsiller getirir. Kötü söz ise, gövdesi toprağın üstünden kolayca çıkarılabilen, kökleşip yerleşmeyen değersiz bir ağaca benzer.”

Eş seçerken Bakara Suresi’nin 221. ayetini hatırlarlar: “Allah’a ortak koşanlarla iman etmedikçe nikâhlanmayın. Allah’a ortak koşan bir kadın sizi imrendirse bile iman etmiş bir cariye her halde ondan daha hayırlıdır, Allah’a ortak koşan erkeklerle de nikâh etmeyin. Allah’a ortak koşan bir erkek size hoş görünse bile, mü’min bir köle elbette daha hayırlıdır. Onlar sizi ateşe davet ederler, Allah ise izni ile cennete ve mağfirete davet ediyor. …”

Faizin getirisi çok olabilir, uyuşturucunun getirisi çok olabilir, kumarın ve şans oyunlarının getirisi çok olabilir. Bunlar Kur’an’a göre ahırdaki hayvanın pisliği gibi bile değildir. Bunlar şeytanın pisliği ve pis işleridir. Bu yol, şeytanın dünyada uçuruma götüren, ahirette de cehenneme götüren pis, kirli, murdar yolu ve adımlarıdır.

Mü’min kişiyi Batı hayranları ve küfrün peşinde koşuşturanlar yıldırmaz. O, Yüce Rabbinin vaadinin gerçekleşeceği güne hazırlanır. “Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler hoş görmese de Allah nurunu tamamlayacaktır.”  Saff, 8
10
Zeki - Nureddin Soyak / Ahmaktan Kaç
« Son İleti Gönderen: anadolu Dün, 08:51:12 ÖÖ »


Ahmaktan Kaç

Rabbimiz insana sayısız nimetler bahşetmiştir. Bu nimetler amacı doğrultusunda yerli yerince kullanılınca hem dünya hem ahiret için nimet oluyor. Aksi halde bu nimetler dünyada da ahirette de külfet oluyor. Hizmet insanı, aklını hem nefsine hem de davasına hizmet ettirmeyi bilmelidir. Aklın nefse hizmeti, onu behimî arzuların esiri olmaktan koruması, davaya hizmeti ise davasını nefsine değil, nefsini davasına hizmet ettirmesidir. Bu ölçü kaçırılınca her şey birbirine karışıyor, muhteşem hizmetler akamete uğruyor.

Rabbimiz buyurdu ki: “Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının.” (Bakara, 197)

Hizmet ehli Müslümanın en büyük hedefi, ferdî, ailevî ve toplumsal hayatında Rabbine karşı gelmekten sakınmaktır. Bunu gerçekleştirebilen Müslüman, hayatın her safhasında başarıyı ve huzuru yakalamış olur.

Rabbimiz buyurdu ki: “Yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan sağırlar, dilsizlerdir.” (Enfal, 22)

Aklı olmayanlarla, olduğu halde onu amaca uygun bir şekilde kullanmayanlar arasında netice bakımından fark yoktur. Müslüman hayatının her safhasında aklını en güzel şekilde kullanmayı bilmelidir. Ferdî, ailevî ve toplumsal sıkıntıların bulunduğu her yerde aklın gerekli şekilde kullanılmadığına şahit oluyoruz. Aklın en verimli kullanımı vahyin nuruyla birlikte olur. Bundan dolayıdır ki Rabbimiz aklını kullanmayanları hayvanlara benzetmiştir. Aklı olup da aklını kullanamayan veya yerli yerince kullanmayana ahmak denmiştir. Bunlardan uzak durulmalıdır.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz buyurdu ki: “Akıllı kimse nefsine uymaz, ibadet yapar. Ahmak olan nefsine uyar, günah işler. Sonra Allah affeder diye ümitlenir.” (Tirmizi)

“Ahmakla arkadaşlık yapmaktan kaçın, çünkü sana iyilik yapayım derken zararı dokunur.” (Hz. Ömer)

“Ahmaklar arasında bulunan horlanır, âlimler arasında bulunan hürmet görür.” (Cafer-i Sadık)

“Dünyayı ele geçirmek için ahireti vermek, insanlara yaranmak için Allah Teâlâ’yı bırakmak ahmaklıktır.” (İmam Rabbani)

“Yaratılmışların en ahmağı nefistir. Çünkü daima kendi zararına olan şeyleri ister.” (İmam Rabbani)

İster eş, ister arkadaş; hayatın hangi safhasında olursa olsun, hayata ahmaklarla beraber devam etmek zorunda olan için hayat zindan olur.

Mevlana şöyle der: “Peygamberin vahiy kâtibi de hikmeti kendinde gördü, kendine de vahiy geliyor zannetti.”

Mevlana ahmağın halini şöyle anlatır; “Meryem oğlu İsa, sanki bir aslan kanını dökmek istiyormuş da ondan kaçıyormuş gibi dağa doğru çıkıyordu. Birisi ardından koşup dedi ki ‘Hayrola, peşinde kimse yok, neden böyle kuş gibi kaçıyorsun?’

İsa öyle hızlı koşmaktaydı ki acelesinden cevap bile vermedi. Adam bir müddet İsa’nın peşinden koştu. Ardını bırakmayıp bağırdı: ‘Allah rızası için bir an olsun dur. Neden kaçıyorsun. Merak ettim. Ardında ne aslan var, ne de düşman. Kimden kaçıyorsun ey kerem sahibi?’

İsa dedi ki: ‘Bir ahmaktan kaçıyorum. Yürü, benim yolumu kesme, kendimi kurtarayım!’ Adam dedi ki: ‘Körün gözlerini, sağırın kulağını açan Mesih sen değil misin?’ İsa ‘Evet, benim.’ dedi. Adam ‘Gayb efsunlarına me’va olan. O efsunu ölüye okuyunca ölüyü, av bulmuş aslan gibi sıçrayıp dirilten padişah sen değil misin?’ dedi. İsa ‘Benim.’ dedi.

Adam ‘Peki öyleyse ey temiz ruh, dilediğini yaparken kimden korkuyorsun? Alemde bu kadar mucizelerin varken senin tarafından olmayan kim?’

İsa dedi ki ‘O efsunu, o ism-i Azam’ı köre okudum, gözleri açıldı; sağıra okudum, kulakları duydu… Fakat ahmağın gönlüne yüz binlerce kere okudum, fayda vermedi.’

Adam ‘Allah adının köre, sağıra, ölüye tesir edip de ahmağa tesir etmemesinin hikmeti ne?’ dedi.

İsa dedi ki ‘Ahmaklık Allah kahrıdır. Hastalık, körlük, kahır değildir; bir iptiladır. İptila acınacak bir illettir. Ona kul da acır Allah da. Fakat ahmaklık öyle bir illettir ki ahmağa da mazarrat verir, onunla konuşana da! Ahmağa vurulan dağ, Allah mührüdür. Ona bir çare bulmanın imkânı yok!’

İsa nasıl kaçtıysa sen de ahmaktan kaç! Ahmakla sohbet nice kanlar döktü! Hava, suyu yavaş yavaş çeker alır ya ahmak da dininizi böyle çalar, alır işte. Kıçının altına taş koymuş adamın harareti nasıl gider, o adam nasıl soğuk alırsa ahmak da sizden harareti, aşkı, iştiyakı çalar, size soğukluk verir! İsa’nın kaçışı korkudan değildi. O zaten emindi, fakat size öğretmek için kaçmıştı. Zemheri rüzgârları alemi doldursa bile o parlayıp duran güneşe ne gam.

Müslüman hizmetleri kiminle yaptığına tekrar tekrar bakmalı, kendini Rabbine bağlayan, her geçen gün hizmet şevk ve heyecanını artıran, kendisiyle hizmetten huzur bulduğu bir çevre oluşturmaya çalışmalıdır.

Mevlana şöyle der: ‘Ya Rabbi’ de; ‘Kötülüğe kuvvetle adım attım. Bu yüzden kahrınla daima zarar ve ziyan içindeyim. Senin öğütlerine karşı kulağım sağırdır. Put kırıyorum diye davadaydım ama put yapıyormuşum meğer.’

Put mu kırıyor, put mu yapıyor bilmeyenler hem kendilerinin hem de tâbilerinin felaketini hazırlar.

Nureddin Soyak

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
Sayfa: [1] 2 3 ... 10