Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Biz Bize / Keşke Bilmiş Olsalardı
« Son İleti Gönderen: anadolu Bugün, 09:02:12 ÖÖ »


Keşke Bilmiş Olsalardı

Bu dünya fânidir, geçicidir. İmtihanlarla dolu bir hayatı içerir.  Gerçek hayat ahiret hayatıdır. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyuruyor: “Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.” (Ankebut, 64) Dolayısıyla hakiki hayat üzüntü ve meşakkatlerin, hastalık ve illetlerin kirletmediği ölüm ve fevtin (elden kaçırma endişesi) arız olmadığı bir hayattır.

Bu, cennet ehlinin ve Allah’a yakın kulların hayatıdır. Şayet onun kemalini, değerini ve hakiki eşsizliğini anlamış olsalardı dünyada iken onu kazanmaya daha hırslı ve daha istekli olurlardı. Bu sebeple onu kaçıran ahirette ona yetişemez. Nitekim bilindiği gibi cehennem ehlinin vasıflarından biri de orada ne ölürler ne de yaşarlar. Yani onlar orada istirahat edecek hakiki bir hayatla yaşamazlar. Ölmek isterler onu da bulamazlar. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’inde “Ki onlar en büyük ateşe girecektir. Sonra orada ne ölecek, ne de diri kalacaktır.” (Âlâ, 12-13) buyuruyor.

Akıllı kimse hevasının peşinde, alçak ve rezil dünya ile meşgul olarak pek değerli bir plan olan ömrünü harcamaz, boşa geçirmez. Bilakis devamlı ve ebedî olan hayatı kazanmak için acele eder. Bilesin ki insanlar dünyada on şeyle iftihar edip övünürler. Hâlbuki kıyamet günü bunların faydası olmaz:

1. Mal: Mal bir kimseye fayda verseydi Karun’a verirdi. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Onu da yurdunu da yerin dibine geçirdik.” (Kasas, 81)

2. Çocuk: Evladın bir kimseye faydası olsaydı İbrahim -aleyhisselam-’ın babası Âzer’e faydası olurdu. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ey İbrahim! Bundan vazgeç.” (Hud, 76)

3. Güzellik: Güzelliğin faydası olsaydı Rumlara olurdu. “Çünkü güzelliğin onda dokuzu Rumlara verilmiştir.” denilmiştir. Allah Teâlâ, “O gün nice yüzler ağarır, nice yüzler kararır.” buyuruyor. (Âl-i İmran, 106)

4. Şefaat: Şefaatin faydası olsaydı Rasulullah -aleyhisselam-’ın iman etmesini istediği kimselere olurdu. Nitekim Allah Teâlâ: “Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin.” (Kasas, 56) buyuruyor. Sanki şöyle demiş oluyor: “Sen benim suç ve günahlar konusunda şefaatçimsin, hidayet konusunda ortağım değilsin.”

5. Hile ve Düzenbazlık: Bunun bir kimseye faydası olsaydı kurdukları tuzakların kâfirlere faydası olurdu. Nitekim Allah Teâlâ: “Onların bütün tertip ve düzenleri başarısızlığa mahkûmdur.” (Fatır, 10) buyurmaktadır.

6. Fesahat/ Güzel Konuşma: Fesahatin bir faydası olsaydı Araplara olurdu. Hâlbuki Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Rahman’ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar.” (Nebe, 38)

7. İzzet ve Şeref: Bunun bir kimseye faydası olsaydı Ebu Cehil’e olurdu. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Tat bakalım, hani sen kendince üstündün, şerefliydin.” (Duhan, 49)

8. Dostlar: Dostların bir faydası olsaydı fasıklara olurdu. Nitekim Allah Teâlâ: “O gün muttakiler hariç dost olanlar bile birbirine düşman kesilirler.” (Zuhruf, 67) buyurmuştur.

9. Taraftar ve Tâbiler: Peşinden gidilmek bir kimseye fayda verseydi liderlere fayda sağlardı. Bu konuda Allah Teâlâ: “İşte o zaman görecekler ki kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, uyanlardan hızla uzaklaşırlar.” (Bakara, 166)

10. Asalet, Soy: Bunun bir faydası olsaydı Yakub -aleyhisselam-’ın Yahudilere faydası olurdu. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler.” (Mümtehine, 3) Bütün bu anlatılanları anladınsa fayda vermeyecek bu şeyleri bırakıp Allah’a dön. Bu ancak imanın kemali ve takva ile mümkündür. Allah’ım bizleri Rıza’na ulaştır.

Amin.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
2
Serbest Kürsü / Temiz ve Murdar
« Son İleti Gönderen: anadolu Bugün, 08:57:55 ÖÖ »


Temiz ve Murdar

“De ki: Murdarın çokluğu hoşunuza gitse de murdarla temiz bir olmaz.  Ey temiz akıl sahipleri Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide, 100)

Bir gün Hz. Peygamber -aleyhisselam- Efendimiz: “Allah Teâlâ size putlara tapınmayı, içki içmeyi, birbirinizin nesebine saldırmayı haram kılmıştır. Uyanın; içki içene, içki yapmak üzere üzümü sıkana, içki dağıtana, satana, parasını yiyene lanet olunmuştur.” buyurmuş, bunun üzerine bir bedevi kalkmış ve “Ey Allah’ın elçisi, ben daha önceleri bunun ticaretini yapardım. İçki satışından epeyce de mal edindim. Allah’a itaat yolunda harcayacak olursam bu mal bana fayda sağlar mı?” diye sormuş, Efendimiz -aleyhisselam-: Bir hacda veya cihatta veya sadaka olarak harcasan bile Allah katında bir sinek kanadı kadar bile bir değeri yoktur. Allah ancak hoş ve temiz olanı kabul buyurur.” buyurmuştu.

Allah Teâlâ da Rasulü’nün bu sözünü tasdik anlamında olmak üzere “De ki: Murdarın çokluğu hoşunuza gitse de murdarla temiz bir olmaz...” ayet-i kerimesini indirmiştir.

Ayette iki mihver kelime vardır. Bunlardan bir tanesi “EL-HABÎS (pis)” diğeri de “ET-TAYYİB (temiz)”dir. Yüce rabbimiz bu iki kavramı mukayese ederek kötünün ve kötülüğün geçiciliğini ele almış ve insandan algı yanılmasının önüne geçmesini istemiştir.

EL HABÎS kelimesi Kur’an-ı Kerim’de; Âdî, değersiz, yozlaşmış, iffetsiz, lekeli, yanlış, pis düşünceler, fikirler, söz ve davranışlar ile çorak verimsiz topraklar gibi gelişimden uzak kısırlığın ve kötülüğün hülasası bir kelimedir. Örneğin; Araf Suresi 58. ayetinde Rabbimiz; “ İyi ve temiz (Tayyib) ülkenin bitkisi Rabbinin izniyle çıkar. Kötü (Habis) olan topraktan ise faydası çok az olandan başkası çıkmaz. Şükreden bir kavim için ayetleri işte böyle yerli yerince açıklarız.”

Bu habis/çorak toprak Rabbimizin bereketli yağmurlarından çok fazla istifade edememiştir. Zira bu toprak rahmeti üzerinde tutmuş, içine kadar ulaştırıp değerini bilememiştir. Tıpkı gördüklerinin özünü ve hakikatini kavrayamayan, ayetleri duyduğu halde gönlüne ulaştıramayan sağır ve kör kesilenler gibi. Bunlar da işitir ve görürler ancak etraflarındaki murdarların, gayri meşruluğun ahlaksız saltanatı onları mest eder.

Kendinin fiziki konumunu bildiği halde manevi konumunun bilgisini kaybedenler Kuranî ifade ile ‘dalalet’te olan şaşkınlardır. Manevi konumumuzun bilgisi nedenlerin ve niçinlerin sorgulanmasından geçer. Neden zamanı ve her şeyi tüketen bu kadar murdarla kuşatıldım? Neden bu gayri meşruluğun içindeyim? Niçin insanım diye dolaşan ruhsuz ceset yığınlarının arasındayım? Ya da neden şeytanın allayıp pulladığı yaldızlı yalanlara koşuluyor? Bana da bu hayatın tellalları bütün ihtirası ile göz kırpıyor?

Manevi konum sorgulaması yapmayan Müslüman’ın algısına göre herkes bu bataklığın içindedir, bundan kurtulmanın da imkânı yoktur. Bu nedenle onun da orada olmasında hiçbir beis yoktur. Oysa hakikat mü’minin kalabalıklarla değil, üretken, verimli ve yararlı olan hak ve hakikat erleri ile beraber olmasıdır.

Rasulullah -aleyhisselam- şöyle buyurdu: “Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidayet ve ilmin misali, bir araziye yağan çokça yağmura benzer. O arazinin birazı temizdir, suyu kabul eder ve bunun sonucunda pek çok bitki ve ot bitirir. Bazısı da serttir, suyu tutar, Allah onunla insanları faydalandırır. İçerler, hayvanlarını sularlar, ekinlerini sularlar. Bir başka bölümüne de isabet eder ki, orası suyu tutmayan, ot bitirmeyen dümdüz kayalık yerdir. İşte Allah’ın dinini iyice öğrenip Allah’ın benimle gönderdiği bilgilerden yararlandırdığı ve bunları öğrenip öğreten kimsenin durumu ile bunları önemsemeyip aldırmayan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidayetini kabul etmeyen kimsenin misali böyledir.” (Müttefekun aleyh)

Dünyada kötülük, çirkinlik ve edepsizlik hep çok olmuştur. Gülden diken, elmastan cam, insandan hayvan, âlimden cahil, mü’minden kâfir, masumdan da günahkâr çoktur. Hatta bazen bunlar insanı hayrete düşürecek kadar yaygın ve yasal da olabilir. İnsanlar çok zevk ve keyif de alabilir. İyiye denk değildir. Mutluluk, zevkle kıyaslanamayacağı gibi çok olsa dahi pisle pislikle, temiz ve pak birbiri ile kıyaslanamayacak kadar yücedir.

Bazı insanlar etraflarındaki sayı kalabalılığına ya da şekil güzelliğine değer verip manevi yenilgiyi kabul edip kendilerini aşağı hayatın akışına bıraksa da mü’minlerin çelik iradelerini Âl-i İmran Suresi’ndeki “Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer hakikaten inanıyorsanız, muhakkak üstün olan sizsinizdir.” (139) ayet hep parlak tutar. Onlar söz söylerken İbrahim Suresi 24 ve 26. ayeti hatırlarlar;

“Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz, kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş bir ağaç gibidir ki Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Düşünüp ders çıkarsınlar diye Allah insanlara böyle temsiller getirir. Kötü söz ise, gövdesi toprağın üstünden kolayca çıkarılabilen, kökleşip yerleşmeyen değersiz bir ağaca benzer.”

Eş seçerken Bakara Suresi’nin 221. ayetini hatırlarlar: “Allah’a ortak koşanlarla iman etmedikçe nikâhlanmayın. Allah’a ortak koşan bir kadın sizi imrendirse bile iman etmiş bir cariye her halde ondan daha hayırlıdır, Allah’a ortak koşan erkeklerle de nikâh etmeyin. Allah’a ortak koşan bir erkek size hoş görünse bile, mü’min bir köle elbette daha hayırlıdır. Onlar sizi ateşe davet ederler, Allah ise izni ile cennete ve mağfirete davet ediyor. …”

Faizin getirisi çok olabilir, uyuşturucunun getirisi çok olabilir, kumarın ve şans oyunlarının getirisi çok olabilir. Bunlar Kur’an’a göre ahırdaki hayvanın pisliği gibi bile değildir. Bunlar şeytanın pisliği ve pis işleridir. Bu yol, şeytanın dünyada uçuruma götüren, ahirette de cehenneme götüren pis, kirli, murdar yolu ve adımlarıdır.

Mü’min kişiyi Batı hayranları ve küfrün peşinde koşuşturanlar yıldırmaz. O, Yüce Rabbinin vaadinin gerçekleşeceği güne hazırlanır. “Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler hoş görmese de Allah nurunu tamamlayacaktır.”  Saff, 8
3
Zeki - Nureddin Soyak / Ahmaktan Kaç
« Son İleti Gönderen: anadolu Bugün, 08:51:12 ÖÖ »


Ahmaktan Kaç

Rabbimiz insana sayısız nimetler bahşetmiştir. Bu nimetler amacı doğrultusunda yerli yerince kullanılınca hem dünya hem ahiret için nimet oluyor. Aksi halde bu nimetler dünyada da ahirette de külfet oluyor. Hizmet insanı, aklını hem nefsine hem de davasına hizmet ettirmeyi bilmelidir. Aklın nefse hizmeti, onu behimî arzuların esiri olmaktan koruması, davaya hizmeti ise davasını nefsine değil, nefsini davasına hizmet ettirmesidir. Bu ölçü kaçırılınca her şey birbirine karışıyor, muhteşem hizmetler akamete uğruyor.

Rabbimiz buyurdu ki: “Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının.” (Bakara, 197)

Hizmet ehli Müslümanın en büyük hedefi, ferdî, ailevî ve toplumsal hayatında Rabbine karşı gelmekten sakınmaktır. Bunu gerçekleştirebilen Müslüman, hayatın her safhasında başarıyı ve huzuru yakalamış olur.

Rabbimiz buyurdu ki: “Yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan sağırlar, dilsizlerdir.” (Enfal, 22)

Aklı olmayanlarla, olduğu halde onu amaca uygun bir şekilde kullanmayanlar arasında netice bakımından fark yoktur. Müslüman hayatının her safhasında aklını en güzel şekilde kullanmayı bilmelidir. Ferdî, ailevî ve toplumsal sıkıntıların bulunduğu her yerde aklın gerekli şekilde kullanılmadığına şahit oluyoruz. Aklın en verimli kullanımı vahyin nuruyla birlikte olur. Bundan dolayıdır ki Rabbimiz aklını kullanmayanları hayvanlara benzetmiştir. Aklı olup da aklını kullanamayan veya yerli yerince kullanmayana ahmak denmiştir. Bunlardan uzak durulmalıdır.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz buyurdu ki: “Akıllı kimse nefsine uymaz, ibadet yapar. Ahmak olan nefsine uyar, günah işler. Sonra Allah affeder diye ümitlenir.” (Tirmizi)

“Ahmakla arkadaşlık yapmaktan kaçın, çünkü sana iyilik yapayım derken zararı dokunur.” (Hz. Ömer)

“Ahmaklar arasında bulunan horlanır, âlimler arasında bulunan hürmet görür.” (Cafer-i Sadık)

“Dünyayı ele geçirmek için ahireti vermek, insanlara yaranmak için Allah Teâlâ’yı bırakmak ahmaklıktır.” (İmam Rabbani)

“Yaratılmışların en ahmağı nefistir. Çünkü daima kendi zararına olan şeyleri ister.” (İmam Rabbani)

İster eş, ister arkadaş; hayatın hangi safhasında olursa olsun, hayata ahmaklarla beraber devam etmek zorunda olan için hayat zindan olur.

Mevlana şöyle der: “Peygamberin vahiy kâtibi de hikmeti kendinde gördü, kendine de vahiy geliyor zannetti.”

Mevlana ahmağın halini şöyle anlatır; “Meryem oğlu İsa, sanki bir aslan kanını dökmek istiyormuş da ondan kaçıyormuş gibi dağa doğru çıkıyordu. Birisi ardından koşup dedi ki ‘Hayrola, peşinde kimse yok, neden böyle kuş gibi kaçıyorsun?’

İsa öyle hızlı koşmaktaydı ki acelesinden cevap bile vermedi. Adam bir müddet İsa’nın peşinden koştu. Ardını bırakmayıp bağırdı: ‘Allah rızası için bir an olsun dur. Neden kaçıyorsun. Merak ettim. Ardında ne aslan var, ne de düşman. Kimden kaçıyorsun ey kerem sahibi?’

İsa dedi ki: ‘Bir ahmaktan kaçıyorum. Yürü, benim yolumu kesme, kendimi kurtarayım!’ Adam dedi ki: ‘Körün gözlerini, sağırın kulağını açan Mesih sen değil misin?’ İsa ‘Evet, benim.’ dedi. Adam ‘Gayb efsunlarına me’va olan. O efsunu ölüye okuyunca ölüyü, av bulmuş aslan gibi sıçrayıp dirilten padişah sen değil misin?’ dedi. İsa ‘Benim.’ dedi.

Adam ‘Peki öyleyse ey temiz ruh, dilediğini yaparken kimden korkuyorsun? Alemde bu kadar mucizelerin varken senin tarafından olmayan kim?’

İsa dedi ki ‘O efsunu, o ism-i Azam’ı köre okudum, gözleri açıldı; sağıra okudum, kulakları duydu… Fakat ahmağın gönlüne yüz binlerce kere okudum, fayda vermedi.’

Adam ‘Allah adının köre, sağıra, ölüye tesir edip de ahmağa tesir etmemesinin hikmeti ne?’ dedi.

İsa dedi ki ‘Ahmaklık Allah kahrıdır. Hastalık, körlük, kahır değildir; bir iptiladır. İptila acınacak bir illettir. Ona kul da acır Allah da. Fakat ahmaklık öyle bir illettir ki ahmağa da mazarrat verir, onunla konuşana da! Ahmağa vurulan dağ, Allah mührüdür. Ona bir çare bulmanın imkânı yok!’

İsa nasıl kaçtıysa sen de ahmaktan kaç! Ahmakla sohbet nice kanlar döktü! Hava, suyu yavaş yavaş çeker alır ya ahmak da dininizi böyle çalar, alır işte. Kıçının altına taş koymuş adamın harareti nasıl gider, o adam nasıl soğuk alırsa ahmak da sizden harareti, aşkı, iştiyakı çalar, size soğukluk verir! İsa’nın kaçışı korkudan değildi. O zaten emindi, fakat size öğretmek için kaçmıştı. Zemheri rüzgârları alemi doldursa bile o parlayıp duran güneşe ne gam.

Müslüman hizmetleri kiminle yaptığına tekrar tekrar bakmalı, kendini Rabbine bağlayan, her geçen gün hizmet şevk ve heyecanını artıran, kendisiyle hizmetten huzur bulduğu bir çevre oluşturmaya çalışmalıdır.

Mevlana şöyle der: ‘Ya Rabbi’ de; ‘Kötülüğe kuvvetle adım attım. Bu yüzden kahrınla daima zarar ve ziyan içindeyim. Senin öğütlerine karşı kulağım sağırdır. Put kırıyorum diye davadaydım ama put yapıyormuşum meğer.’

Put mu kırıyor, put mu yapıyor bilmeyenler hem kendilerinin hem de tâbilerinin felaketini hazırlar.

Nureddin Soyak

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
4
DUA BAHÇESİ / Müslümanın 24 Saati
« Son İleti Gönderen: anadolu Bugün, 08:37:18 ÖÖ »
Müslümanın 24 Saati

1. Uyumadan önce Okunacak Dua:
Allah’ım Sen’in isminle ölür ve dirilirim. (Buhari
daavat 6312)

2. Uykudan uyandığında okunacak dua:
Bizi öldürdükten sonra tekrar dirilten Allah’a hamd
olsun. Toplanma yeri O’nun huzurundadır.

3. Elbise okurken okunacak dua:

Hiçbir gayret ve kuvvet uygulamaksızın bana bu
(Elbiseyi) giydiren ve veren Allah’a hamd olsun.
(Ebu Davud 4023)

4. Elbise çıkarırken okunacak dua:

Allah’ın ismiyle. (Tirmizi -2/505)

5.Tuvalete girildiğinde okunacak dua:

Allah’ım pislikten ve pis olan (dişi ve erkek)
şeytanlardan sana sığınırım. (Tirmizi Taharet 6)

6. Tuvaletten çıkıldığında okunacak dua:

Allah’ım, beni bağışlamanı isterim. (Tirmizi Taharet 7)

7. Abdestten önce okunacak dua:

Allah’ın isminye(Ebu Davud)

8. Abdestten sonra okunacak dua:

Allah’ım, beni, tevbe eden ve günahlarından
temizlenen kullarından eyle. (Tirmizi – 1/78)

9. Evden çıkarken okunacak dua:

Bismillah, Allah’a tevekkül ettim. Allah dilemedikçe
hiçbir hareket ve güç yoktur. (Ebu Davud - 5095)

10. Eve giderken okunacak dua:

Allah’ın adıyla girdik, Allah’ın adıyla çıktık,
Rabbimize tevekkül edip güvendik. (Ebu Daavat –
edeb 5096)

11. Ayakkabı giyerken okunacak dua:
Sizden biri ayakkabısını giymeye sağdan başlasın,
çıkardığı zaman ise soldan başlasın. Sağ ayak
ayakkabıyailk giyilirken ve son çıkarılan olsun.
(Muslim 2907)

12.Ayakkabı çıkartırken okunacak dua:Resulullah
(SAV) tenizliği, saçını taraması, ayakkabısını giyme
gibi tüm durumlarda sağdan başlamayı severdi.
(Müslim 268)

13. Geceleyin uyanıp da bir yandan bir yana
dönerken okunan dua:

Tek ve Kahtar olan Allah’tan başka hakkıyla ibadet
edilecek başka bir ilah yoktur. Göklerin, yerin ve
ikisi arasındakilerin Rabbi Aziz ve Gaff<r’dır.
(Sahihu’l – Cami, 213)

14. Cami’ye girerken okunacak dua:
Sizden biri mescide girerken Nebi(S.a.v)’e selam
etsin. “Allah’ım bana rahmetin kapılarını aç.”
Desin.(Ebu Davud – Salad 466)

15.Camiden çıkarken okunacak dua:

“Allah’ım Sen’den iyiliğinden bana vermeni
istiyorum.”(Ebu Davud – Salat 466)

16. Yemeğe başlarken okunacak dua.

Allah’ın adıyla başlıyorum. (Ebu Davud 347)

17. Şayet unutursa yemek başında okunacak dua:
Başında ve sonunda Allah’ın ismiyle başlarım.(Ebu
Davud 347)

18. Yemekten sonra okunacak dua:

Hiçbir hareket ve kuvvet sarfetmediğim halde
bana bunu rızık olarak veren ve yediren Allah’a
hamd olsun (İbni Mace Eime 3285)

19. Yemek yiyenin ikram edene duası:

“Allah’ım! Onlara lütfettiğin rızıkları onlara
bereketli kıl, onları bağışla ve onlara merhamet
et.” (Muslim 1615)

20. iftar sofrası sahibine dua:

Sofranızda oruçlular iftar etsin ve yemeklerini
hayırlı kişiler yesin ve melekler sizin için dua etsin
(Ebu Davud 367)

21. Su içirene yapılan dua:

Allah’ım! Bana yedirene yedir ve içirene içir.
(Muslim 1615)

22.Yolculuğa çıkarken okunacak dua:

Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah en
büyüktür. (Bunu bizim hizmetimize veren Allah’ı
tüm noksan sıfatlardan tenzih ederim. Yoksa biz
bunlara güç yetiremezdik. Hiç şüphesiz sonunda
rabbimize döneceğiz.) (Muslim 2/998)

23. Yolculukta dönerken okunan dua:

Bizle, sağ-salim dönenler, dövbe edenler, ibadet
edenler ve Rabbimize ham edenleriz. (Muslim
2/998)

24. Hastayı ziyaret sırasında:

Zararı yok, inşallah (günahlarını )temizler.(Buhari
118)

25. Musibet esnasında:

Yüce arşın sahibi olan Allah’tan sana şifa vermesini
dilerim.(Yedi defa okunur.) (Tirmizi 180)

26. Kabir ziyareti duası:

Ey bu diyarın Müslüman ve mü’minleri! Allah’ın
selamı üzerinize olsun. İnşallah bizlerde sizlere
katılacağız. Allah içimizden önce ölenlere ve
sonraya kalanlara merhamet etsin. Allah’tan bize
ve size afiyet vermesini isterim. (Muslim 671)

27. Düşmana karşı yapılan dua:

Ey kitabı indiren ve hesabı çabuk gören Allah’ım!

Düşman gruplarını bozguna uğrat. Allah’ım! Onları
hezimete uğrat ve onları altlarından sars. (Muslim
1362)

28. Bir topluluktan korkan kişinin yapacağı dua:

Allah’ım! Beni o topluluğa karşı dilediğin gibi
muhafaza eyle.(Muslim 2300)

29. Borçtan kurtulma duası:

Allah’ım! Haramdan uzak durup, helal olanla
yetinmemi bana nasip et. Beni fazlından
zenginleştir ve başkalarına muhtaç eyleme.(Tirmizi
180)

30. Zor bir işle karşılaşanın okuyacağı dua:

Allah’ım! Senin kolay kıldığından başka kolay
yoktur. Şayet sen dilersen zoru kolay kılarsın.
(İbn Hibban es-Sahih 2427)

31. Günay işleyenin yapacağı dua:

Diri ve zatıyla kaim olan, O’ndan başka
hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah
olmayan yüce Allah’tan bağışlanma diler ve
O’na tövbe ederim. (Ebu Davud 86)

32. Hoşa gitmeyen bir şey olur veya istenilen
olmazsa okunacak dua:

Bu Allah’ın takdiridir ve O diledğini yaptı.

33. Rüzgar eserken okunan dua:

Allah’ım Bu rüzgarın hayranı Sen’den diler,
şerrinden Sana sığınırım. (Ebu Davud 326)

34. Gök gürlerken okunan dua:

Gök gürültüsünün hamd ederek, meleklerin
heybetinden dolayı teşbih ettiği Allah’ın tüm
noksan sıfatlardan tenzih ederim. (Muvatta 992)

35. Aksıranın okuyacağı dua:

Şayet biriniz aksırırsa: Elhamdulillah desin. Bunu
işiten yanındaki kardeşi veya arkadaşı da ona:

Yerhamukellah desin. Buna karşılık o da;
Yehdikümullah ve yuslihu baleküm desin.

36. Evlenen kişiye yapılacak dua:
Allah sana mübarek kılsın ve bereketini daim
eylesin. İkinizin arasını hayırda birleştirsin. (Tirmizi
- 316)

37. Çocuğu olana yapılacak dua:

Sana ihsan edileni Allah sana mübarek kılsın. Onu
sana karşılıksız veren Allah’a şükredesin. Çocuğun
buluğa ersin ve onun iyiliği ile rızıklandırılsın.
(Nevevi el-Ezkar 349)

38. Bir mecliste okunacak dua:

Rabbim! Beni bağışla ve tövbemi kabul buyur.
Muhakkak ki sen, kullarının tövbelerini kabul eden
ve günahlarını bağışlayansın. (Sahih-i Tirmizi –
3/153)

39. Sohbet sonunda okunacak dua:

Rabbim! Beni bağışla ve tövbemi kabul buyur.
Muhakkak ki sen, kullarının tövbelerini kabul eden
ve günahlarını bağışlayansın. (Sahih-i Tirmizi -
3653)

40. Uykudan korkan veya korkutucu birşeyle
karşılaşanın okuyacağı dua:

Gazabından, cezasından, kullarının şerrinden,
şeytanların vesveselerinden ve burada hazır
bulunmalarından Allah’ın tam olan kelamına
sığınırım. (Ebu Davud 12

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
5
HADİS'İ ŞERİFLER / 40 Ayette Merhamet
« Son İleti Gönderen: anadolu Bugün, 08:23:17 ÖÖ »
40 Ayette Merhamet

“Her çeşit hamd ve övgü, yalnızca bütün âlemlerin
Rabbi olan Allah’a mahsustur. O, Rahmandır
(sonsuz şefkat ve merhamet sahibidir), O,
Rahim’dir (çok şefkatli ve merhametlidir).”
(Fatiha, 1/2-3)

“Bu Kur’an, Bizim indirdiğimiz mübarek bir
kitaptır. Şu halde ona uyun ve Allah’ın buyruklarına
karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.”
(En’âm, 6/155)

“Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra
kalplerimizi hakikatten saptırma ve yüce katından
rahmetini bizlere bağışla. Şüphesiz
ki Sen çok lütuf sahibisin.”
(Âl-i İmrân, 3/8)

“Hesap gününden yüzlerinin akıyla çıkan
müminlere gelince, Allah onları rahmetiyle
kuşatmıştır, ebedi olarak da cennette kalacaklardır.”
(Âl-i İmrân, 3/107)

“Allah’a ve Peygamberlere itaat edin ki ilahî rahmet
ve merhamete nail olasınız.” (Âl-i İmrân, 3/132)

“(Ey Peygamber!) Allah’ın rahmeti sayesinde sen
müminlere yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı
kalpli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp
giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için
Allah’tan bağışlanma dile. Toplumu ilgilendiren
konularda onlara danış. Sonra bir hareket tarzına
karar verince, Allah’a dayanıp güven. Şüphesiz
Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.”
(Âl-i İmrân, 3/159)

“Kim kötülük yapar veya günah işleyerek nefsine
zulmeder, sonra da Allah’tan af dilerse, Allah’ın çok
bağışlayıcı ve çok merhamet edici olduğunu görür.”
(Nisâ, 4/110)

“Allah’a iman edip O’na sımsıkı bağlananlara
gelince, Allah onları rahmeti ve lütfu ile kuşatacak
ve Kendisine varan dosdoğru bir yola iletecektir.”
(Nisâ, 4/175)

“(Ey Peygamber! İnkârcılara) ‘Göklerde ve yerde
olanlar kime aittir?’ diye sor ve şöyle de: ‘Şefkati
ve merhameti kendine ilke edinen Allah’ındır.

Andolsun ki O, mutlaka sizi kıyamet gününde
toplayacaktır. Bunda hiç şüphe yoktur. Ancak,
inkâra saparak kendilerine yazık edenler
var ya, işte onlar buna inanmazlar’.”
(En’âm, 6/12)

“(Ey Peygamber!) Ayetlerimize iman edenler sana
geldiklerinde onlara şöyle de: ‘Size selâm olsun,
yarattığı varlıklara şefkatli ve merhametli olmayı
Rabbiniz Kendine prensip edinmiştir. Eğer sizden
biri cahillikle kötü bir fiil işler ve sonra tövbe edip
dürüst ve erdemlice bir hayat sürerse, hiç şüphe yok
ki Allah’ın çok bağışlayan, çok şefkatli ve
merhametli olduğunu görecektir’.”
(En’âm, 6/54)

“(Ey Rabbimiz!) Bize hem bu dünyada hem de
ahirette iyilik ve güzellikler nasip et. Şüphesiz biz
tövbe ederek Senin yolunu tuttuk. Allah da şöyle
buyurdu: ’Ben dilediğimi cezalandırırım, ama
merhamet ve şefkatim her şeyi kuşatmıştır.

Bu sınırsız rahmetimi özellikle Bana karşı
gelmekten sakınan, zekât veren ve ayetlerimize
gönülden inananlara nasip edeceğim’.”
(A’râf, 7/156)

“Kur’an-ı Kerim okunduğu zaman ona kulak verip
sessizce dinleyin ki Allah’ın rahmet ve
merhameti sizinle olsun.”
(A’râf, 7/204)

“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin
dost ve yardımcılarıdır. Onlar, hep iyi ve doğru
olanın yayılması, kötü ve zararlı olanın da ortadan
kalkması için uğraşırlar. Namazı dosdoğru kılar,
zekâtı verirler. Allah’a ve peygamberine itaat
ederler. İşte Allah bunları rahmet ve merhametiyle
kuşatacaktır. Şüphesiz Allah mutlak güçlü,
hüküm ve hikmet sahibidir.”
(Tevbe, 9/71)

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber
gelmiştir ki sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir.

O, siz müminlere çok düşkün, son derece
şefkatli ve merhametlidir.”
(Tevbe, 9/128)

“Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden bir öğüt,
kalplerdeki manevî hastalıklara şifa, inananlar için
bir rehber ve rahmet kaynağı olan Kur’ân geldi.”
(Yunus, 10/57)

“Ey Peygamber! Kullarıma benim elbette çok
bağışlayan, çok şefkatli ve merhametli olduğumu;
haber ver.” (Hicr, 15/49)

“Allah’ın size lütfettiği nimetleri saymaya
kalksanız, asla sayamazsınız. Şüphesiz Allah, çok
bağışlayıcı, çok merhametli ve şefkatlidir.”
(Nahl, 16/18)

“Anne babana alçakgönüllü olarak sevgi ve şefkatle
kol kanat ger ve onlar için şöyle yalvarıp yakar:

‘Ey Rabbim! Nasıl ki beni küçüklüğümde koruyup
yetiştirdilerse, Sen şefkat ve merhametinle
onlara muamele et’.” (İsrâ, 17/24)

“Ey Peygamber! Biz seni âlemlere ancak rahmet
olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 21/107)

“Ey müminler! Namazı gerektiği şekilde kılın,
zekâtı verin peygambere itaat edin ki ilahî rahmet
ve merhamete nail olasınız.” (Nûr, 24/56)

“Allah, sizlere olan rahmet ve merhametinin bir
eseri olarak, dinlenmeniz için geceyi, lütfettiği
nimetlerden geçiminizi sağlamanız için de gündüzü
yaratmıştır. O halde O’na şükretmelisiniz.”
(Kasas, 28/73)

“Allah’ın sınırsız kudretinin delillerinden biri de,
kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için
türünüzden eşler yaratması ve aranızda sevgi
ve merhamet duygusu var etmesidir.

Şüphesiz bunda düşünen kimseler için
çıkarılması gereken ibretler vardır.”
(Rûm, 30/21)

“Allah’ın rahmet ve merhametinin işaretlerine hele
bir bak! O, ölmüş topraklara nasıl da hayat veriyor?
İşte ölüleri tekrar diriltecek olan da O’dur. Zaten O,
dilediği her şeyi gerçekleştirme gücüne sahiptir.”
(Rûm, 30/50)

“Ey müminler! Karanlıklardan aydınlığa çıkarmak
için Allah rahmetiyle sizlere muamele eder;
melekleri de sizler için dua ederler. Şüphesiz ki
Allah, müminlere çok şefkatli ve merhametlidir.”
(Ahzâb, 33/43)

“Ey Peygamber! Kullarıma söyle: ‘Ey benim
günaha dalarak kendilerine yazık eden kullarım!

Allah’ın rahmet ve şefkatinden ümidinizi asla
kesmeyiniz. Şüphesiz Allah, bütün günahları
affeder. Çünkü O, çok bağışlayan ve
çok merhamet edendir’.” (Zümer, 39/53)

“Arşı taşıyan ve onun etrafında bulunan melekler,
her daim Rablerini överek tespih eder ve O’na
gerçekten inanırlar. Müminler için de şöyle diyerek
bağışlanma dilerler: ‘Ey Rabbimiz! Senin rahmetin
ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O hâlde, tövbe eden
ve senin yolundan gidenleri bağışla; onları
cehennem azabından koru’.” (Mü’min, 40/7)

“(Melekler, Allah yolunda kararlılıkla yürüyenlere
ölüm anında şöyle derler): Biz, dünya hayatında
sizin dost ve yardımcılarınız idik. Ahirette de böyle
olacaktır. Çok bağışlayan ve çok merhametli olan
Allah’tan bir ağırlama ve ikram olarak, cennette
canınızın çektiği her şey vardır, istediğiniz
her şeye orada kavuşacaksınız.”
(Fussilet, 41/31-32)

“Muhammed, Allah’ın elçisidir. Onunla beraber
olanlar, inkârcılara karşı zorlu ve tavizsiz,
birbirlerine karşı da son derece şefkatli ve
merhametlidirler. Onları rükû ve secde hâlinde,
Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün.
Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir…”
(Fetih, 48/29)

“Müminler, ancak kardeştirler. Öyleyse
kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’ın
buyruklarına karşı gelmekten sakının ki ilahî
rahmet ve merhamete nail olasınız.”
(Hucurât, 49/10)

“Ey iman edenler! Gerek eşlerinizden ve gerekse
evlatlarınızdan size düşmanlık edenler çıkabilir.

Onlara karşı dikkatli olun. Eğer onları affeder, hoş
görür ve bağışlarsanız, hiç şüphe yok ki Allah da
(size karşı) çok affedici ve çok merhametlidir.”
(Teğâbun, 64/14)

“Sonra, gönülden iman edip zorluklara karşı
birbirlerine sabrı, şefkati ve merhameti tavsiye
edenler yok mu, işte bunlar, amel defterleri sağ
ellerine verilecek ve gerçek kurtuluşa
erecek olanlardır.” (Beled, 90/17-18)

“Rabbinize sessizce ve bütün samimiyetinizle
yalvararak dua edin; şüphesiz O haddi aşanları
sevmez. Yeryüzünde düzen sağladıktan sonra orada
bir daha asla bozgunculuk çıkarmayın. Hem
azabından korkarak hem de hoşnutluğunu umarak
Allah’a kulluk edin ve O’na yalvarıp yakarın.

Doğrusu, Allah’ın şefkat ve merhameti, iyi ve güzel
ameller yapanlara pek yakındır.”
(A’râf, 7/55-56)

“Ey Peygamber! Rableri, müminlere hem rahmet ve
hoşnutluğuna nail olacaklarını hem de içinde bitmez
tükenmez nimetler bulunan cennetlere
kavuşacaklarını müjdeliyor.”
(Tevbe, 9/21)

“Hesap gününde her kim azaptan kurtulacak olursa,
hiç şüphe yoktur ki Allah rahmet ve merhametiyle
ona muamele etmiştir. İşte en büyük mutluluk, en
açık başarı budur.” (En’âm, 6/16)

“Allah’ın insanlar için açtığı rahmet kapısını hiçbir
güç kapatamaz. O’nun kapattığı kapıyı da
kendinden başka hiçbir kimse açamaz. O gerçekten
çok güçlü, hüküm ve hikmet sahibidir.”
(Fâtır, 35/2)

“(Allah katında inkâr eden mi) yoksa geceleyin
ayakta durarak ve secde ederek ibadet eden,
ahiretten çekinen ve Allah’ın rahmetini uman kimse
mi (daha değerlidir)? De ki: Hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl sahipleri
düşünüp öğüt alırlar.” (Zümer, 39/9)

“Böylece Biz, Yusuf’un ülkede iktidar sahibi
olmasını sağladık. O, dilediği yerde konaklardı. İşte
Biz, rahmetimizi dilediğimiz kimselere böyle
lütfederiz, iyilik yapanların mükâfatlarını
da asla zayi etmeyiz.”
(Yusuf, 12/56)

“İman edip doğru ve yararlı işler yapanları Rableri,
rahmet ve şefkatiyle kuşatır. İşte en açık
başarı ve mutluluk budur.”
(Casiye, 45/30)

“Ey iman edenler! Allah’ın buyruklarına karşı
gelmekten sakının, elçisine de gönülden inanın ki
rahmet hazinesinden size iki kat bağışlasın, manevî
aydınlığında yürüyeceğiniz bir ışık lütfetsin, üstelik
günahlarınızı da affetsin. Şüphesiz ki Allah, çok
affedici ve çok merhametlidir.”
(Hadîd, 57/28)

“Şöyle yalvarıp yakar: ‘Ey rabbim, Sen beni
affeyle, bana rahmet ve şefkatini ihsan eyle. Çünkü
merhamet edenlerin en hayırlısı Sensin Sen!”
(Mü’minûn, 23/118

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
6
İman Amel Ecel / İmanla Yücelmek
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:43:19 ÖÖ »


İmanla Yücelmek

Her şeyden önce Rabbimize ve kendimize olan inanç ve güvenimiz, hayatın olumsuzluklarını daha kolay göğüslememizi sağlayacaktır.

وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَ

“Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin; eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz.” (Âl-i İmran, 3/139.)

İslam tarihinde meydana gelen Uhud savaşı, Müslümanlar açısından pek çok tecrübeye vesile olmuştur. Bedir Savaş’ında elde edilen zafere karşılık Uhud Savaşı’nda yaşanan birtakım olumsuzluklar, Müslümanlara birçok mesaj da vermiştir aynı zamanda. Yüce Allah’ın, “O günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz ki Allah gerçek müminleri ortaya çıkarsın...” (Âl-i İmran, 3/140.) buyurduğu üzere hayat, iniş ve çıkışlarıyla, acısı ve tatlısıyla, olumlu ve olumsuz yönleriyle her an bir imtihan vesilesidir.

Uhud Savaşı bağlamında, başlarına gelenlerden dolayı üzülmemelerini, ümitsizliğe kapılmamalarını Müslümanlara tavsiye eden yukarıdaki ayet-i kerime, güçlü bir imana sahip olmanın verdiği azim ve kararlılık sayesinde nice zaferlere ulaşmanın mümkün olacağını müjdelemek suretiyle onları teselli etmektedir. Aynı zamanda, karşılaştıkları olumsuzluklardan dolayı sorumluluklarını terk etmemeleri gerektiğini de hatırlatmaktadır.

(Nesefi, Medariku’t-Tenzil, 1/295; Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri, c.1 s.678.) Zira “güvende olmak, korkmamak, emniyette olmak” gibi anlamları bulunan “emn” kökünden gelen iman kelimesi (İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, “emn” md.) Allah’a inanmakla birlikte O’na güvenmeyi, iman sayesinde güvende olmayı da ifade etmektedir.

İslam tarihinde yaşanan bu tecrübe bağlamında nazil olan yukarıdaki ayetler elbette ki bizler için de önemli mesajlar içermektedir. Hayatın her anını bir imtihan olarak değerlendiren bilinçli bir mümin, sahip olduklarıyla övünmeyecek, kibirlenmeyecek, “ben yaptım” demeyecektir. Tıpkı kaybettikleri karşısında sabredeceği gibi, sızlanmayacağı gibi, isyan etmeyeceği gibi... Zira çalışan, gayret eden, gerekli tedbirleri alan başarıya ulaşacaktır. Çalışmayan ve sorumluluğunu yerine getirmeyen için ise başarısızlık kaçınılmaz olacaktır.

Bir mümin, Allah’ın rahmetinden ümit kesemeyeceği gibi (Zümer, 39/53.) Allah’ın rahmetine güvenerek tembellik de etmeyecek, sorumluluktan kaçmayacaktır. (Fatır, 35/5.) Hayatın her alanında olduğu gibi bu hususta da dengeyi gözetecektir. Allah’ın müminleri, müttakileri, salihleri, sabredenleri, şükredenleri, ihaslı olanları... sevdiğini ve onlarla beraber olduğunu bilen, idrak eden bir mümin öncelikle bu vasıflara sahip olmaya gayret edecektir. Sonrasında ise Yüce Allah’ın bu özelliklere sahip olan mümin kullarına karşılığını vereceğine inanarak sorumluluk bilinciyle hareket edecektir. Zira sahih bir iman, güçlü bir kalbi, Allah’a ve O’nun müminlere olan vadine güvenmeyi gerektirir. (Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, 2/39; Nesefi, Medariku’t-Tenzil, 1/295.) Kur’an’ın, insanın çalışıp çabalamasının karşılığını alacağı (Necm, 53/39.) yönündeki beyanlarının insanın sorumluluğuna işaret eden ayetlerden olduğunu da hatırlamakta fayda vardır.

Kur’an-ı Kerim’de, “Ey iman edenler! Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” (Muhammed, 47/7.) buyrulduğu üzere, Allah’a gereğince inanan, O’na karşı gelmekten sakınan, O’nun dinine ve peygamberine yardım edenleri Allah yardımsız bırakmayacaktır. Bu ayet aynı zamanda ilahi bir kanuna da işaret etmektedir. Buna göre imtihan için yaratılan dünya hayatında Allah’ın yardımı da kulun üzerine düşeni yerine getirmiş olmasına, sözlü dua yanında amel ve çabalarıyla fiilî duasını da yapmış olmasına bağlıdır. Kul sorumluluklarını yerine getirirse Allah (c.c.) bunu karşılıksız bırakmayacaktır. (Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsiri, c.5 s.49.) Nitekim Kur’an’da anlatılan peygamber kıssalarına baktığımızda, inkârcı toplumları cezalandıran Yüce Allah’ın, kendisine ve peygamberlerine iman eden kullarını yardımsız bırakmadığını, onları inkârcılar arasından çekip kurtardığını görmekteyiz. Buna mukabil, inkârcıların sonu ise felaket olmuş, yaptıkları ameller de boşa gitmiştir. (Muhammed, 47/8.)

Güçlü bir iman, sağlam bir teslimiyet ve doğru bir tevekkül aslında hayata bakış açımızı, hayatı nasıl anlamlandırdığımızı belirleyen temel değerlerdir. Allah’a inanan/güvenen, O’nun kanunlarına teslim olan ve bu doğrultuda hayatını yönlendiren bir mümin kazandıklarının da kaybettiklerinin de iman, teslimiyet ve tevekkül sınırları içerisinde meydana geldiğini idrak edecektir. İstediği sonuca ulaşmışsa şükredecek ve bu, onun imanını daha büyük da güçlendirecektir. Başarısız olmuşsa bundan ders çıkaracak, eksiklerini giderecek, daha bir gayretle o işe sarılacaktır. Yılmayacak, yıkılmayacak, her hâl ve şartta ayakta kalmayı başaracaktır. Hz. Peygamber’in buyurduğu üzere, mümin taze ekin gibidir; rüzgâr her taraftan eser ve onu eğer ama o yıkılmaz, tekrar kalkar ve doğrulur. (Buhari, Tevhid, 31.)

Allah’a gereğince iman eden bir mümin, imanın kendisini yücelteceğini, imanı sayesinde üstün olacağını bilmelidir. Öyle ki Allah’a gereğince inanan bir mümin, salih amelleri ve sahip olduğu güzel ahlakı sayesinde insanlar arasında saygın bir konuma ulaşacaktır. İnananların inanmayanlara ahiretteki üstünlüğü ise Kur’an’ın her vesileyle vurguladığı ve çarpıcı örneklerle ortaya koyduğu bir hakikattir.

Müslümanların içinde bulundukları olumsuz durumlardan hareketle iman ve İslam gibi değerlerimize yönelik günümüzde karşılaştığımız sorgulamalarda, iman ve İslam üzere yaşama konusundaki eksikliğimizin payı olduğu bir gerçektir. İmanımızın sözde değil özde olduğu, Müslümanlığımızın dilde kalmayıp hayata yansıdığı güçlü bir iman bizi de güçlü kılacaktır aynı zamanda. Her şeyden önce Rabbimize ve kendimize olan inanç ve güvenimiz, hayatın olumsuzluklarını daha kolay göğüslememizi sağlayacaktır. İbadet, salih amel ve güzel ahlakla süslenmiş bir iman dünyada da ahirette de sahibini koruyacak, güçlü kılacak ve kurtuluşa ulaştıracaktır. Rabbimizin buyurduğu üzere, ümitsizliğe kapılmaya, gevşeklik göstermeye, zaafa düşmeye fırsat verilmemelidir. Zira Allah’a iman gibi güçlü bir silahımız vardır. Yeter ki bunun idrakinde olalım ve gereğince yaşayalım. İşte o zaman başarı da başarısızlık da gerçek anlamını bulacaktır hayatımızda. Müslüman, Allah’a olan imanıyla güçlü olacak, diri kalacaktır. Dünyada mutluluk, ahirette kurtuluş vesilesi olan sağlam bir Allah inancı hayatımızın merkezinde olduğu sürece Allah’ın yardımı da bizimle olacaktır.

Yunus Emre’nin şu dizeleri aslında konunun bir özetidir:

Ne varlığa sevinirim,

Ne yokluğa yerinirim,

Aşkın ile avunurum,

Bana seni gerek, seni!

Dr. Bayram Köseoğlu.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
7
İslami Aşk ve Sevgi / Amellerin En Faziletlisi Allah İçin Sevmek
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:34:58 ÖÖ »


Amellerin En Faziletlisi Allah İçin Sevmek

Sevgiyi değerli kılan, dünyevi çıkar beklemeden sırf Allah rızası için olmasıdır.

“أَفْضَلُ الْأَعْمَالِ الْحُبُّ فِي اللَّهِ وَالْبُغْضُ فِي اللَّهِ”

“Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek ve Allah için nefret etmektir.” (Ebu Davud, Sünnet, 2 [4599].)

Sevgi, insan ruhunun derinliklerine işleyen ve yaratılıştan gelen bir duygu olup değişik tezahürleri bulunan bir kavramdır. Kur’an-ı Kerim ve hadislerde, genellikle “hubb” ve “muhabbet/mahabbet”, bazen de “vüdd”, “meveddet” kelimeleri ve bunların türevleriyle ifade edilmekte olup sevginin coşkulu şekli için aşk, zıddı için ise “buğz” ve “adâvet” kelimeleri kullanılmaktadır. (Süleyman Uludağ, “Muhabbet”, DİA, 30/384.)

İnsanın hayatını sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmesi için yeme içme gibi maddi ihtiyaçlarının yanı sıra iman, ibadet ve dua gibi manevi ihtiyaçları da vardır. Dolayısıyla insanın mutlu olabilmesi için bu ihtiyaçların dengeli bir şekilde karşılanması gerekir. Hiç şüphesiz manevi ihtiyaçlarımızdan biri de sevmek ve sevilmektir. Sevgi, yaratılıştan gelen önemli bir duygudur. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ifadesiyle “Mümin, seven ve sevilen kimsedir. Sevmeyen ve sevilmeyen kişide hayır yoktur.” (Taberani, el-Mu‘cemü’l-Evsat, 6/58 [5787].) Ancak sevgi, iman ve onu besleyen salih amelle zirveye ulaşır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “İman edip salih amel işleyenler için Rahman, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır.” (Meryem, 19/96.) Sevgi ve muhabbet kavramı hem Allah’a hem de insanlara nispet edilmektedir. Sevginin değişik tarifleri olmakla beraber bunların müşterek noktası, sevenin Allah, sevilenin kul veya sevenin kul, sevilenin Allah oluşudur. (Raşit Küçük, Sevgi Medeniyeti, s. 25.) Zira Allah’ın bir ismi de el-Vedûd olup (Hud, 11/90; Buruc, 85/14.) rızası doğrultusunda hareket eden mümin kullarını seven ve yaratılmışlar tarafından sevilen anlamına gelmektedir. (Bekir Topaloğlu, “Vedûd”, DİA, 42/598-599.) Hz. Peygamber, insanların Allah’ı tanımalarına ve sevmelerine vesile olduğu için (Âl-i İmran, 3/31.) hem yaratanı hem de yaratılmışı seven kâmil bir insandır. Kendisi, Allah’ın sevgili kulu anlamına gelen “habibullah” olduğunu, fakat bunu övünme vesilesi yapmadığını söylemiştir. (Tirmizi, Menakıb, 3 [3616].) “Habibullah” nitelemesi, Müslümanların, “Resulüllah” lafzından sonra en çok zikrettikleri bir vasıf olmuştu. (Topaloğlu, “Muhammed”, DİA, 30/438.)

Hz. Peygamber, sevgi ile iman arasındaki ilişkiye şöyle dikkat çekmektedir: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız…” (Müslim, İman, 93 [54].) Allah’a iman edip salih amel işleyenlerin, Allah’ın sevgisini kazanacakları bir ayette şöyle dile getirilmektedir: “... İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.” (Bakara, 2/195.)

Sevgiye öncelikli olarak layık olan elbette Allah ve Resulü’dür. Nitekim hadislerde Allah ve Resulü’nün, herkesten daha çok sevilmesi gerektiği (Buhari, İman, 8 [15]; Müslim, İman, 69-70 [44].), böyle davranmanın âdeta tadının iliklerde hissedildiği kâmil bir imanın göstergesi olduğu ifade edilmiştir. (Buhari, İman, 9 [16]; Müslim, İman, 67 [43].) Birbirini Allah için seven, bu sevgiyle buluşup bu sevgiyle ayrılanların, mahşer gününde Allah’ın özel konukları olarak arşın gölgesinde ağırlanacak yedi bahtiyar zümreden olacakları müjdelenmiştir. (Buhari, Zekât, 16 [1423]; Müslim, Zekât, 91 [1031].) Ancak Allah ve Resulü’nü sevmek kuru bir iddiadan ibaret olmayıp onların rızası doğrultusunda yaşamayı gerekli kılmaktadır. Zira seven kişi, sevdiğine itaat edendir. İmam Şafi’ye nispet edilen bir şiirde şöyle denilmektedir: “Allah’ı sevdiğini söylersin, O’na isyandan geri durmazsın. Böyle bir sevgi sahte olup gerçek olması muhaldir. Şayet sevginde samimi olsaydın elbette O’na itaat ederdin. Zira seven kişi, sevdiğine itaat edendir.” (Divanü’l-İmami’ş-Şafii, s. 96.) Ashab-ı Kiram da Hz. Peygamber’i canlarından daha çok sevmişler ve sevgilerini, “Anam babam sana feda olsun ya Resulüllah!” diyerek ifade etmişlerdir. (Beyhaki, Şu‘abü’l-iman, 13/27 [9903].)

Allah ve Resulü’nden sonra sevgiye layık olanların başında, dünyaya gelmemize vesile olan anne ve babamız, onlardan birer parça olan kardeşlerimiz, acısı ve tatlısıyla hayatı paylaştığımız eşimiz ve amel defterimizi açık tutmaya namzet evlatlarımız gelmektedir. Dolayısıyla bunları sevmeli ve sevdiğimizi dile getirmeliyiz. Zira sevmek kadar sevdiğimiz kişiye bunu hissettirmek de önemlidir. Sevgililer sevgilisi Hz. Peygamber (s.a.s.) diğer konularda olduğu gibi sevgi konusunda da bize örnektir.  Bir hadis-i şerifinde torunu Hz. Hasan’a yönelik, “Allah’ım! Ben bunu seviyorum, onu sen de sev, onu sevenleri de sev!” (Buhari, Libas, 60 [5884]; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe, 56-57 [2421].) demek suretiyle sevgisini dile getirmiştir. Biricik kızı Hz. Fatıma yanına geldiği zaman, ayağa kalkar, elinden tutar, onu öper ve kendi yerine oturturdu. Hz. Fatıma da bu güzel ahlakı örnek alarak babasına aynı şekilde davranırdı. (Ebu Davud, Edeb, 143-144 [5217].)

Rivayet edildiğine göre bir adam, Hz. Peygamber’in yanında iken oradan birisi geçti. Adam, “Ey Allah’ın Resulü, ben o adamı gerçekten seviyorum.” dedi. Peygamber de ona, “Bunu ona söyledin mi?” diye sordu. Adam, “Hayır” dedi. Hz. Peygamber, “(Git) ona söyle.” buyurdu. Bunun üzerine adam, o kimsenin yanına gitti ve “Ben seni Allah için seviyorum.” dedi. Öteki adam da “Beni kendisi için sevdiğin Allah da seni sevsin.” karşılığını verdi. (Ebu Davud, Edeb, 112-113 [5125].)

Resul-i Ekrem efendimiz bir gün Muaz b. Cebel’in elini tutarak ona, “Ey Muaz! Ben seni seviyorum.” dedi. Muaz da “Ben de seni seviyorum, ey Allah’ın Elçisi!” diye karşılık verdi. (Nesai, Sehiv, 60 [1304].) Bunun ardından Hz. Peygamber (s.a.s.) ona şu tavsiyede bulundu: “Ey Muaz! Sana her namazın ardından şu duayı söylemeyi terk etmemeni tavsiye ediyorum: ‘Allah’ım! Seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzelce ibadet etmekte bana yardım eyle!’” (Ebu Davud, Vitir, 26 [1522].)

Yüce Allah, kudsi hadiste şöyle buyurmaktadır: “Sırf benim rızam için birbirini seven, benim rızam için toplanan, benim rızam için birbirini ziyaret eden ve benim rızam için infakta bulunanlar, benim sevgimi hak ederler.” (Muvatta, Şa‘ar, 16.); “Benim rızam uğrunda birbirlerini sevenler için peygamberlerin ve şehitlerin bile imreneceği nurdan minberler/köşkler vardır.” (Tirmizi, Zühd, 53 [T2390].) Bu hadislerden anlaşıldığı üzere sevgiyi değerli kılan, dünyevi çıkar beklemeden sırf Allah rızası için olmasıdır. (Hadislerle İslam, 3/71-84.) Ashab-ı kiram da bu müjdeye nail olmak amacıyla birbirlerini Allah için sevmiş ve her türlü fedakârlıkta bulunmuşlardır. (Haşr, 59/9.)

Ahmet Oğuz.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
8
İnsan ve Hayat / Hayat Bizden Ne İster
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:25:50 ÖÖ »


Hayat Bizden Ne İster

Hayat bir denge üzerine dizayn edilerek yaratılmıştır. Cenab-ı Allah bizden dengeyi kurup ölçüyü bozmamamızı, bilhassa dünya ve ahiret dengesini iyi kurmamızı istiyor.

Güneş her gün doğar, hayat tekrar dün kaldığı yerden devam eder. Yaşanan güzelliklerin devamı, aksaklıkların da düzeltilmesi için yeni günde, yeni bir başlangıca adım atılır. Yeni güne, yeni bir hayata başlarken kimi nefesler sönerken yeni canlar hayata gözlerini açar. Bazı kötülüklerin izleri silinir, bazılarının da yaraları deşildikçe deşilir, yeni gün merhem olmak için bu yaraların üzerine serilir. Yeni başlangıçlar ve sonlar için güneş, hayata can katmak üzere her sabah doğar. Bu yeni gün, içinde neler saklıyor neler. Bunları yaşadıkça görürüz.

Bir soru aklıma geliyor. Yukarıdaki saydıklarımız neden oluyor? Kimileri hüzün yaşarken kimileri sevinç yaşıyor. Yeni umutlar doğarken bazı umutlar ölüyor. Yeni canlar hayat bulurken bazı canlar hayata veda ediyor. Bunlar hep yaşanan gün içinde aynı anda oluyor. Herhâlde bu soruya verebileceğimiz cevabı her zaman danıştığımız en büyük rehberimiz olan Kur’an’a bakarak bulabileceğiz. “Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir. Otlar ve ağaçlar (Allah’a) boyun eğerler.

Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu. Ölçüde haddi aşmayın. Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın.” (Rahman, 55/5-9.), “Gerçekten biz her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.” (Kamer, 54/49.) ayetlerinde her şeyin bir denge üzerine kurulu olduğu bildirilmektedir. Doğada her şey tam bir denge üzerine kurulmuştur. Yağmur bile yağdığı yere bu dengeyi korumak için belli bir ölçüde yani tam ihtiyacı karşılayacak kadar yağar. “Biz gökten belli bir ölçüde su indirdik de (faydalanmanız için) onu yeryüzünde tuttuk. Bizim onu tamamen gidermeye de muhakkak gücümüz yeter.” (Müminun, 23/18.)

Hayatı daima diri ve canlı tutan, hayatı yaşanır kılan en büyük etken dengedir. İyilik ve kötülük, sevinç ve hüzün, ölüm ve can, hepsi birlikte dengede yani bir uyum ve ahenk içinde devam edecek ki hayatın anlamı ve manası anlaşılsın ve hayattan lezzet alınsın.

Allah, her şeyi bir denge üzerine yaratmıştır. “O, göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olandır. Çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı da yoktur. O her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.” (Furkan, 25/2.) Sonsuz kudret sahibi Allah, var olan ne varsa en mükemmel bir şekilde yaratmıştır. Bu mükemmellik tüm varlıkların birbirleriyle uyum içinde hareket etmeleridir. Allah, yarattığı varlıklarının, uyumu devam ettirebilmeleri ve iletişim hâlinde olmaları için dengeyi kurmuştur. Bu sebeple ne gece ne de gündüz, ne yaz ne de kış birbirlerini geçmektedir. Gece ve gündüz, yaz ve kış sırasıyla gelip gitmektedirler.

Denge kelimesinin manalarına baktığımızda şunları görmekteyiz: “Bir nesnenin veya bir insanın devrilmeden durma hâli, muvazene. Ekonomik hayatın uyumlu düzeni. Birbirini ortadan kaldıran güçlerin sonucu olan durma hâli. Zihinsel ve duygusal uyum, istikrar…” Bu manalar içinde insanı ilgilendiren ve insanın hem kendisi ile hem insan ve diğer varlıklarla hem de dünya ile uyumlu olarak yaşamasını sağlayacak manası, “zihinsel ve duygusal uyum, istikrarı” ele alacağız. Bir kişinin çevresiyle barışık yaşaması için ilk önce kendisi ile barışık olması, kendisini sevmesi ve kendi içindeki dengeyi kurması lazım gelir. Kişi kendi içindeki dengeyi kurması için ilk önce kendisinin dünyaya gönderiliş gayesini bilmelidir. Bu gayenin Allah’ı bilmek, tanımak ve O’na iman edip kulluk vazifelerini yapmak olduğunu bilmelidir. Dünyanın ve her şeyin insan için ve insanın tüm varlıkların merkezinde olduğunu ve insan olmadığında evrenin hiçbir hükmünün kalmayacağını anlamalıdır. Kısacası kişi kendi iç âlemi ile çevresi arasında manevi bir bağ kurup o bağı sağlam ilişkilerle kuvvetlendirmeli, bunu da kendi ruhu ile dış dünya arasındaki dengeyi koruyarak yapmalıdır.

“Hey şey zıddı ile kaimdir. (bilinmektedir ve varlığını devam ettirmektedir)” sözü dünyanın bir denge üzerinde olduğunu gösteren delillerden biridir. Sıcaklık kavramını anlamamız için soğuğun olması gerekir. Kısayı ölçmemiz için uzunluğun olması gerekir. Güzeli, karşıtı olan çirkinlikle severiz. İki zıtlık arasındaki ilişki dengedir. Bu zıtlıklar arasındaki dengeyi muhafaza edip zıtlıklar arasında muvazeneli, dengeli bir şekilde yaşadığımız takdirde bizden iyisi olmaz. Bu zıtlıklar arasındaki denge ise kötü hâldeyken sabır, iyi hâldeyken şükür, kötü hâldeyken iyiliği düşünüp bir gün iyiliğe kavuşacağımıza inanarak o kötü hâlin durumuna ve şartlarına göre hareket etmektir.

İnsan bu hayatta huzur, saadet ister. Bu mutluluğu da ancak kendinde ve dünyadaki dengeyi kurabilirse kazanabilir. En başta bu denge bize bulunduğumuz hâlin devamlı olmayacağını, gündüzün, yazın, baharın devamlı olmadığı gibi ister neşe olsun ister hüzün olsun mutlaka bir gün geçeceğine inanmamızı sağlar. Bilhassa musibet anlarında nasıl gece gündüz oluyorsa, biz gecede iken diğer yerler gündüzü yaşıyorsa başkalarının yaşadığı saadetler mutlaka bir gün bize de gelecektir inancı ile hüzünlerimiz sevince dönüşür.

Evet, hayat bir denge üzerine dizayn edilerek yaratılmıştır. Cenab-ı Allah bizden dengeyi kurup ölçüyü bozmamamızı, bilhassa dünya ve ahiret dengesini iyi kurmamızı istiyor. Peygamberimiz (s.a.s.), “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalış, yarın ölecekmiş gibi de ahirete çalış.” (Camiu’s-Sagir, II/12, Hadis No:1201.) hadis-i şerifi ile hakiki dengeyi nasıl kuracağımızı bize öğretmektedir.

Mesut Akdağ.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
9
Vehbi Tülek / Kibirden Mahrûmiyet Hâsıl Olur
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:14:51 ÖÖ »


Kibirden Mahrûmiyet Hâsıl Olur

"Birini zincire vurulmuş görürsen gülme. Senin de başına gelebilir..."

 Şeyh Sa'dî-i Şîrâzî hazretleri meşhur şair velîlerdendir.

1193 (H.589) senesinde İran’da Şîrâz'da doğdu. İlk tahsîlini Şîrâz'da Abdülkâdir-i Geylânî'nin halîfesinin derslerinde tamamlayarak kemâle geldi. Moğol istilâsı üzerine Bağdât'a gitti. Nizâmiyye Medresesinde ilim tahsîli ile meşgûl oldu. Burada tahsîlini tamamladıktan sonra, İslâm memleketlerini gezmeye başladı. Anadolu, Mısır, Sûriye, Delhi, Âzerbaycan ve Belh'e uğradı. Buralarda, Şihâbüddîn Sühreverdî başta olmak üzere birçok âlim ile görüştü. 1292 (H.691) senesinde orada vefât etti.

Şâirin manzum ve nesir olan eserleri ölümünden sonra külliyât hâlinde bir araya toplanmıştır. Bostân: Manzum eserlerinin başında gelir. Gülistân ise, nesir kısımlar arasına birtakım manzûmeler ilâvesiyle meydana gelmiş bir önsöz ve sekiz bölümden ibarettir. Gülistan adlı eseri ibretli hikâyelerle doludur. Bunlardan bâzıları:

Hikâye: Bir pâdişâhın acemi bir kölesi vardı. Bir gün bu köle ile gemiye binmişti. Köle o zamana kadar hiç gemiye binmemiş ve deniz görmemişti. Gemi yolculuğunun birtakım sıkıntıları ve zorlukları vardı.

Köle, gemi limandan ayrıldığı andan îtibaren titremeye başladı. Ne yaptılarsa köleyi sâkinleştiremediler. Gemide âlim bir kişi vardı. Hükümdâra; "Müsâde ederseniz ben onu susturayım" dedi. Hükümdar da o zâta izin verdi. O zât, köleyi denize attırdı. Köle birkaç kere suya battı, çıktı.

Geminin bir tarafına can havliyle tutundu. Onu saçından tutup gemiye aldılar... Bu olaydan sonra köle, köşesinde sessiz ve sâkin oturdu.

Hükümdar âlimden bu işin hikmetini sordu. O da; "Köle suya girmeden evvel, gemideki selâmetin kadrini ve kıymetini bilmiyordu. İşte huzûrla, saâdet ve sıhhat de böyledir. Huzûr içinde yaşayan, mesûd olan, bir felâkete uğramadıkça, o huzûr ve saâdetin kıymetini bilemez. İnsan hasta olmadıkça da, sağlığının kıymetini bilemez" dedi...

Hikâye: Bir fıkıh âlimi, yere yıkılmış bir sarhoşun yanından geçerken, kendi hâlini düşünerek böbürlendi. Sarhoşa göz ucuyla bile bakmaya tenezzül etmedi.

Sarhoş başını kaldırarak fıkıh âlimine; "Ey iyi zât! Kavuştuğun bu nîmete şükret. Sakın büyüklenme. Zîrâ kibirden mahrûmiyet hâsıl olur. Birini zincire vurulmuş görürsen gülme. Senin de başına gelebilir. Mukadderâtın belli olmaz. Belki bir gün sen de sarhoş olup yerlerde sürünebilirsin" dedi...

Vehbi Tülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
10
Ramazan Ayvallı Prof. Dr. / Her Gün Tekâmül Etmelidir
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:02:25 ÖÖ »


Her Gün Tekâmül Etmelidir

Tekamül etmek kelimesinin Türk Dil Kurumu sözlüklerinde anlamı.

 - Olgunlaşmak

 - Evrim geçirmek ve gelişmek.

İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurdu ki: "Vakit keskin bir kılıç gibidir. Mühim işleri bugün yapmalı, mühim olmayanları yarına bırakmalıdır."

 Sevgili Peygamberimiz, bir hadîs-i şerîfinde: “İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır” buyurmuştur. Kezâ Resûlullah (aleyhis-salâtü ves-selâm): "Yarın yaparım diyenler helâk oldular" buyurmaktadır.
 
Zamân nimeti, Allahü teâlânın bizlere en önemli lutuflarından birisidir. Unutmayalım ki, zaman en büyük sermâyedir. Dünyâ ve âhiret saâdetini kazanmak, bu sınırlı zamânı iyi kullanmaya bağlıdır. Onun içindir ki, büyük âlim ve velîlerden İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi aleyh): “Vakitleri çok kıymetli ganîmet bilmelidir” buyurmuştur.
 
Onun oğlu, yine büyük bir âlim ve velî olan Muhammed Ma'sûm Fârûkî de (rahimehullah): “Vakit keskin bir kılıç gibidir. Kıymetli ve şerefli şeylere sarf etmek gerekir” buyurmuştur.
 
Bizler, geçmiş günlerimize yönelik bir muhâsebe ve murâkabe içerisinde olmalıyız. Nitekim İmâm-ı Gazâlî (rahmetullahi aleyh), “bir Müslümân, her akşam yatağına girince, o günün muhâsebesini yapmalıdır” buyuruyor. Esnâf, dükkânlarında her akşam kasayı kapatırlarken bunu yapmaktadırlar.
 
Tâbiîn-i kirâmın en önde gelenlerinden, müfessir, muhaddis, mütekellim, fakîh ve mutasavvıf Hasan-ı Basrî (rahmetullah aleyh), "Sizin, bugün, parayı sarf ederken gösterdiğiniz hassâsiyeti, Eshâb-ı Kirâm (aleyhimür-rıdvân), zamanlarını kullanırken gösterirlerdi" buyurarak ne kadar önemli bir noktaya dikkat çekmiştir.
 
“Seyyidü’t-tâife” ve “Seyyidü’t-tâifeteyn” diye anılan büyük velî Cüneyd-i Bağdadî (kuddise sirruh) da, "İnsanların sâhip oldukları, ama geçtikten sonra bir daha, ebediyyen bulamayacakları en kıymetli sermâye zamandır" buyurmaktadır.
 
Büyük âlim Ebû Saîd Muhammed el-Hâdimî de, “geçen zamanı geri getirmek için bütün sultânlar, pâdişâhlar, krallar ya’nî devlet başkanlarının tamâmı bir araya gelseler ve bütün hazînelerini de harcasalar, yine de geri getiremezler” buyurmuştur.

 Silsile-i aliyye büyüklerinden Ubeydullah-ı Ahrâr (kuddise sirruh) da, "Tasavvuf, ehemmi mühimme tercîh etmektir. Vakti en değerli olan şeye sarf etmektir" buyurmaktadır.
 
İmâm-ı Rabbânî müceddid-i elf-i sânî Ahmed Fârûkî Serhendî (rahmetullah aleyh) ise, "Vakit keskin bir kılıç gibidir. Mühim işleri bugün yapmalı, mühim olmayanları yarına bırakmalıdır" buyurmuştur.
 
Allahü teâlâ, bütün kullarının, îmân etmelerini, ibâdet yapmalarını, verdiği ni’metlere şükretmelerini, güzel ahlâka sâhip olmalarını, kendi aralarında kardeşçe yaşamalarını, birbirlerine yardımcı olmalarını istemiş ve bunları emretmiştir.
 
Cenâb-ı Hak, bütün Peygamberleri vâsıtasıyla, onlara saâdet yollarını göstermiş, iyi ve güzel, kötü ve çirkin her şeyi öğretmiştir. Bu “Peygamber”leriyle, insanların dünyâda ve âhirette râhat etmeleri, huzûr içerisinde, iyi bir şekilde yaşamaları için, emirlerini ve yasaklarını, yanî neleri yapmaları ve nelerden sakınmaları lâzım olduğunu açıklamıştır. Peygamberlerin hepsinin hedefi, insanların dünyâda huzûr ve sükûn içerisinde yaşamaları, âhirette de ebedî saâdete kavuşmalarıdır.
 
Peygamberlerin vârisleri olan İslâm âlimleri ve Evliyâ-yı kirâm da, hep gıdâ gibi, bütün insanlara lâzım olan iyi fertler, iyi âileler ve iyi cemiyetler teşkîl etmek için uğraşmışlardır.

Prof. Dr. Ramazan Ayvallı.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
Sayfa: [1] 2 3 ... 10