Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
KUR'ANI KERİM / Kur'an ve Hadisler Çerçevesinde Din
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 08:34:28 ÖÖ »


Kur'an ve Hadisler Çerçevesinde Din

Din kelimesi lügatte inkıyâd yâni boyun eğme ve teslim olma; âdet ve cezâ mânâlarına gelmektedir. Dînin insanlar nezdindeki yeri düşünüldüğünde, her üç anlamı da kapsayan bir özelliği vardır. Çünkü fıtrî ve ilâhi menşeli olan dinde, ahkâma zâhir ve bâtın anlamıyla inkıyâd istenir. İlâhî emirleri yerine getirme ve yasaklardan kaçınmanın i'tiyâd ve âdet hâlinde benimsenmesi umulur. Ve nihâyet bunlara mutâbaat ve muhâlefet durumuna göre insana uhrevî cezâ terettüb eder. Nitekim âhiret gününe "din günü" (yevmü'ddîn) denmesi bundandır.

İnsanın yaratılışında fıtrî olarak bir din duygusunun bulunduğu genel olarak kabul edilen görüştür, Kur'an-ı Kerim bu özelliğe şu ifâdelerle dikkkat çeker: "Ey Muhammed, Hakk'a yönelerek kendini Allah'ın insanlara fıtraten verdiği dîne yönelt. Zîrâ Allah'ın koyduğu fıtrat kanununda değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur." (er-Rûm, 30/30)

Fıtratta meknûz olan dinin insanlardan ne istediğini bu âyetin devamında Allah Teâlâ şöyle ifade buyurmaktadır: "Allah'a yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, namaz kılın, dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olan ve her fırkasının da kendisiyle bulunanla sevindiği müşriklerden olmayın." (er-Rûm, 30/31-32) Ayetin bu bölümü dinin temel niteliklerinin başında tevhid inancının geldiğini göstermektedir. Ardından iyi bir kulluk anlayışıyla namaz ve ibadete devamı ve onun peşinden ise sosyal münasebetler içinde birlik ve beraberlik istenmekte; ihtilâfa düşüp birbiriyle boğuşan fırkalar hâline gelmek yasaklamaktadır. Yâni âyet önce Allah ile ilişkilerde inanç ve teslimiyeti, ardından ona kulluğa ve nihâyet beşerî ve ahlâkî münâsebetleri düzenlemektedir.

Fıtrat dininin "İslâm" ve bunun Allah'ın indindeki din olduğu yine Kur'an'ın beyânıdır. "Allah katında dîn İslâm'dır" (Âl-i İmrân, 3/19) Âyette din lâfzının harf-i târif denilen "el" takısıyla kullanılması onu, herkes tarafından bilindiğine işârettir. Bir başka din değil herkesçe bilinen din demektir.

İşte bu herkesce bilinen Allah'ın fıktrata koyduğu dîn olan İslâm, tevhîd inancına dayalı ilâhî dinlerin genel adıdır. Bundan başkasının Hakk katında kabûle kârin olmasının söz konusu olamayacağı şu âyetle belirtilmiştir: "Kim İslâm'dan başka bir dine yönelirse onunki kabul edilmeyecektir. O âhirette de kaybedenlerdendir." (Al-i İmran, 3/85) nitekim Allah Teâlâ, İbrâhim peygambere İslâm olmasını emretmiş, o da "âlemlerin rabbına teslim oldum." diyerek İslâm'ını ilân etmişti. İbrahim neslinden gelen Yakub (a.s.) da oğullarına: "Ey oğullarım, Allah sizin için din intihab etti (seçti). Artık insanların koyduğu ahkâm ve kavâidin bir hükmü kalmadı, onlara tâbi olmaktan vaz geçin. Siz de ancak ona tâbi olarak ölmeye bakın." (el-Bakara, 2/132). Evet, "Allah katında din İslâm'dır." ve bütün peygamberlere Hakk'ın bildirdiği din de odur. İslâm inkıyâddan ibarettir. Kulun vücûdunda biri bâtın, diğeri zâhir olmak üzere iki inkıyad vardır. Bâtın ile inkıyâd, Hakk'ın gönderdiği peygamberleri tasdik ve onlara îmândır. Zâhir ile inkıyâd Allah'ın peygamberler aracılığıyla emrettiklerini organlarla fiile getirmektir. İbâdet ve tâatların, beden ve kalb ile ifâsı, zâhiri ve bâtınî inkıyâddır. (bk A.Avni konuk Füsûsül-hikem şerhi, II, 170 vd.)

Bu âyet, Allah'ın seçtiği ve râzı olduğu dinin anlık ve bir zamanlık değil, ölünceye kadar sürekli olduğuna dikkat çekiyor, İslâm üzre ölmenin müyesser olması, İslâmî esasların inkıyâd ve i'tiyâd hâlinde yapılmasıyla gerçekleşecek bir keyfiyyettir. Orda burda gönül eğleyerek, istikamet duyarlılığı ve devamlılık bilinci olmadan "hüsn-i hâtime" denilen İslâm üzre yaşayıp müslümanca ölmek, kolayına müyesser olacak bir husus değildir.

Allah, hüküm vermede, tapmada ortak kabul etmediğini şu âyette ifâde buyurmaktadır: "Hüküm vermek ancak Allah'a âiddir. O'ndan başkasına değil, O kendisine tapmanızı emretmiştir, Bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bunu bilmez." (Yûsuf, 12/40)

En son indiği kabûl edilen âyetlerden olan şu âyet, Allah'ın râzı olduğu dinin tamamlandığını belirtmektedir. "Bugün sizin için dininizi ikmâl ettim; üzerinize olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim; ondan razı oldum." (Âl-i İmran, 3/19)

Bir başka âyet ise şöyle: "Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekâtı vermekle emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan din de budur." (el-Beyyine, 98/5) Bu âyette "İslâm" adını alan fıtrat dîninin tevhîd inanç ve Hakk'a yöneliş boyutuyla Allah'a kulluk, namaz ve zekât gibi emirlerine dikkat çekilmektedir.

Toplum düzeni nüfûsun devâmı, fıtrat kanunun sürekliliği konularında zinâ gibi dejenerasyon sebebi olan bir fiile acıma nazarıyla bakılmaması dini bir hükümdür. "Allah'ın dini konusunda zinâ eden kadın ve erkeğe acımayın!" (en-Nûr, 24/2)

Dini hafife alan kimsenin toplumda şefkat ve merhamet gerektiren konularda zaaf göstereceği şu ayetin beyanıdır: "Dini yalan sayanı gördün mü? Öksüzü kakıştıran, yoksulu doyurmaya yanaşmayan kimse işte odur." (el-Mâun, 107/2-3)

Ancak İslâm ile ihsânı birleştiren kimsenin en iyi din yolunu tuttuğu şöyle buyurulmaktadır. "İhsân ile kendisini teslim edip hakka yönelen ibrahim'in dinine uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir." (en-Nisâ, 4/125) İslâm inkıyâd, ihsân Allah'ı görüyormuşcasına kulluk manasına düşünülürse dinin kıvamı ve kıymeti ortaya çıkar. Din ve iman işi, insanın tercihi olmakla birlikte bir te'yid-i ilâhiye ihtiyaç gösterir. Bu aynı zamanda dinin kadrini bilmektir. "Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, gerçek dine, doğruya yönelen ve puta tapanlardan olmayan İbrahim'in dinine iletmiştir." (el-En'am, 6/161) Doğru yolun kadrini bilmek, bu nimeti ziyâdeleştirir. Bu nimete küfran ise nimetten mahrûmiyete sebep olur.

Sonuçta bu değer bilmezlik insanı dinden uzaklaştırmaya kadar götürür. Ama dinin sâhibi dinini koruyacak ve ehil olanları onu teyid edecektir:

"Ey iman edenler, aranızda kim dîninden dönerse bilsin ki Allah, sevdiği ve onların kendisini sevdiği, inananlara karşı alçak gönüllü, inkârcılara karşı güçlü, Allah yolunda cihâd eden, yerenin yermesinden korkmayan bir millet getirir. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bol nimetidir. Allah, herşeyi kuşatır ve bilir. Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılan, zekât veren ve rükû eden müminlerdir." (el-Mâide 5/54-55)

Din, insanlardan ciddiyetle sarılmayı ve hakkını vererek yaşamayı bekliyor. Kendisini olduğundan fazla gösteren ve inanmadığı halde inanç gösterisinde bulunan, Allah Teâlâ'nın beyânıyla cehennemin en alt tabakasında yer alacak olan münâfıkları bu âkıbete düşmekten kurtarabilecek olan tevbedir. Nitekim; "Tevbe edenler, nefislerini ıslah edenler, Allah'ın kitâbına sarılanlar ve dinlerine Allah için candan bağlananlar - inananlarla beraberdir." (en-Nûr, 4/145 - 146) buyurulur.

Hadislerde de Allah'ın râzı olduğu dine kulların râzı olmasını tavsiye eden lâfızlar dikkat çekmektedir. Nitekim bir hadiste müezzin sesini duyanın şunları söylemesi hâlinde mağfirete, nâil olacağına işâret edilmektedir. "Rabb olarak Allah'dan peygamber olarak Muhammed'den, din olarak İslâm'dan râzı oldum." (bk. Müslim, Salât, 13; Ebû Dâvud, salât, 36; Tirmizi, salat, 43; Nesai, ezân, 38; İbn Mâce; ezan, 4; Dârimi, Vesâyâ, 4; İbn Hanbel, IV, 337; V, 297, 303. 367)

Allah Teâla inananlar için seçtiği din hakkında da şunları vaad buyurmaktadır: "Allah içinizden inanıp yararlı iş işleyenlere, onlardan öncekilere halef kıldığı gibi onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için seçtiği dini temelli yerleştirerek korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar bana kulluk eder, hiçbir şeyi bana ortak koşmazlar. Bundan sonra inkar eden kimseler, işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır." (en-Nûr, 24/55)

Demek ki, Allah, kendisinin seçtiği ve râzı olduğu dine liyâkatle sarılınca kullarının önünü açacak, onları dünya ve âhiret mutluluğuna erdirecek, onları yeryüzünde söz ve ses sahibi hâline getirecektir. Ama bunun yolu insanları seçtiği din ve dindarlık sınır ve boyutları ile değil, Allah'ın seçtiği ölçülerledir. Dolayısıyla dini gönülden çıkarmak ve hayattan uzaklaştırmak insanların ufkunu karartır ve fizik endişelerin, dünyevî telâşların zebûnu; nefis ve hevânın esîri haline getirir. Bugün top-yekün yaşadığımız da budur.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
2
Ayın Konusu / Duanın Fazileti ve Vakti
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 08:16:55 ÖÖ »
İnsan ve Dua

Seslenmek, çağırmak, yardıma çağırmak, Allah'a yalvarmak, O'ndan dilekte bulunmak, O'na yakarmak.

Dua, insanda fıtrî bir olgudur. Bu sebepledir ki, bütün dinlerde mevcuttur. Üstün bir varlığa inanan her insan şu veya bu şekilde dua eder.

İnsanlar hayatları boyunca, üstesinden gelemeyecekleri birçok şeylerle karşılaşmakta, keder, sıkıntı, acz ve ümitsizliklere maruz kalmaktadırlar.

Yüce Allah şöyle buyurur:

"İnsana bir darlık dokunduğu zaman yanı üzere yatarken, otururken yahut ayakta bize yalvarır, ama biz onun sıkıntısını giderince sanki kendisine dokunan bir darlıktan ötürü bize hiç yalvarmamış gibi hareket eder. İşte aşırı gidenlere yaptıkları iş böylesine süslü gösterilmiştir." (1) (2)

Her şeyi Allah yarattığından bütün yaratıklarda O'na doğru bir yöneliş vardır.(3)

Yaratılmış varlıkların en üstünü ve değerlisi de insandır.(4)

Allah insanı yaratıp onu kendi varlığından haberdar etmiştir. bu da insanın özü itibari ile Allah'ı tanıma ve O'na inanma yeteneği ile donatıldığını gösterir.(5)

Ayrıca Kuran'da, insana Allah'ı Rab olarak tanıma özelliğinin verildiğinden söz edilir.(6)

Bu özelliğinden dolayı insan, Rabb'inden uzak kalamaz ve O'na her zaman ihtiyaç duyar.

İnsan, bu ihtiyacını ancak Allah'a kulluk ederek karşılayabilir. Çünkü onun yaratılış gayesi ve esas görevi Allah'a kulluktur.(7)

Kulluk faaliyetlerinin en önemlilerinden biri de duadır. Dua kelimesi, sözlükte "çağırmak, istemek, yalvarmak ve yardım talep etmek" gibi anlamlara gelir. Bu kelime, "büyükten küçüğe, aşağıdan yukarıya vaki olan talep ve niyaz" anlamında bir isim olmuştur. Bunun için, "insanın Allah'ın yüceliği karşısında aczini itiraf etmesine, sevgi ve tazimle O'nun lütuf ve ihsanını istemesine veya bu amaçla icra edilen ibadet şekline" dua denir.

Dua, insanın halini Allah'a arz etmesi, O'na niyazda bulunması, Rabb'ine doğru yönelip O'nunla iletişim kurmasıdır. Dua, insanın kibirlenme ve istiğnadan vazgeçip Allah'ın mutlak kudretini, adaletini ve merhametini kavramasından doğan bir boyun eğmedir. O, insanın kendi ihmallerini ikmal eden bir ikbal kapısı değildir. Kuran'daki dua örneklerinin büyük bir bölümünün, dünyevi nimet ve menfaatlerden ziyade bağışlanma, hidayet ve Allah yolunda yardım isteme niteliğinde olması(8), değinilen gerçeği desteklemektedir.

Şu halde insan, kendi sorumluluğunu bütünüyle yerine getirdikten sonra karşısına çıkabilecek engellerin aşılması hususunda Allah'tan yardım isteyebilir. Kişinin duayı, bir sihir tekniği gibi algılamaması ve uygulamaması gerekir.

Kuran'da, insanın çaresizlik içinde ve zor şartlarda duaya başvurması üzerinde ısrarla durulur. Dini yönelişin belirgin veya zayıf hale geldiği durumlar açıklanırken aynı zamanda bu yönelişin, insan tabiatında fıtri ve genel bir motif olarak bulunduğu ortaya konulur. Ayetlerin beyanına göre insan bir tehlike ve sıkıntıya düşerse, bütün samimiyetiyle Allah'a yönelir; bıkmadan usanmadan dua edip iyilik ve başarı ister. Fakat kendisini emniyet içinde ve başarılı gördüğü durumlarda dua isteği zayıflar, kendi güç ve yeteneğine güvenip Allah'tan yüz çevirir.(9)

Buradan şöyle bir sonuca varılabilir. Din duygusu zayıfladığı zaman insan hayatında olumsuz gelişmeler görülebilir. Bunu önlemek için insan şuurunda dini inanç ve duygunun mümkün olduğu kadar canlı ve etkili bir halde bulunması gerekir. Bu da dua ve ibadetle sağlanır. Bu yüzden Kuran'da insanların Allah'a dua etmeleri istenmiş ve bu dua O'na kulluk etme belirtisi olarak kabul edilmiştir.(10)

Şu halde dua ve ibadette amaçlanan şey, insan şuurunda Allah inancının canlı ve devamlı kalmasını sağlamaktır.

Bir insanın Allah'a iman ettiğini gösteren önemli alametlerden bir tanesi de duadır. Dua eden insan, kendisinin aciz ve zayıf bir kul olduğunu, istediklerini kendi başına yerine getiremeyeceğini ve bunları ancak kendisine Allah'ın verebileceğini kabul etmiş olur. Dua, Allah'a kul olmanın en saf, en temiz, en samimi ifadelerindendir. Kuran'da da müminlerin temel vasıflarından birinin "sabah akşam sabrederek Allah'a dua etmek" olduğu şöyle haber verilir:

‘’Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi "istek ve tutkularına (hevasına)" uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.’’ (11)

Ancak duanın ne demek olduğunu ve nasıl yapıldığını iyi bilmek gerekir. Çünkü Kuran dışı kaynaklardan (örneğin, geleneklerden, anne-babadan, çevreden) öğrenilen dua anlayışı, çoğu kez Kuran'da tarif edilen gerçek dua kavramına uymamaktadır. Bu nedenle Kuran'da bu konuda verilen bakış açısını ve ruh halini iyi kavramak gerekmektedir.

Duanın gerçekten istenerek ve gerçekten Allah'a karşı insanın acizliğinin ve fakirliğinin kavranarak yapılması gerekir. Bu durumda yapılacak bir dua, Kuran'da tarif edilen "için için ve yalvara yalvara" tanımına uygun olacaktır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

‘’Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez.’’(12)

Allah, samimi bir biçimde, Kendi rızası aranarak yapılan bir duayı kabul edecektir. Kuran'da, bu konuda bildirilen ayetler şöyledir:

‘’Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.’’ (13)

‘’Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir.’’ (14)

Mü’min duasına icabet edileceğinden emin olmalıdır. Çünkü Allah dualara icabet edendir. Müminlerin samimi dualarını asla cevapsız bırakmaz. Geçmişte peygamberlerin duası ile helak edilen kavimler bu konuda bir örnektir:

(Peygamberler) Fetih istediler, (sonunda) her zorba inatçı bozguna uğrayıp -yok oldu- gitti. (15)

Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Acele etmediği müddetçe herbirinizin duasına icâbet olunur. Ancak şöyle diyerek acele eden var: "Ben Rabbime dua ettim duamı kabul etmedi." (!6)

Bunun yanı sıra, mümin, Allah'ın Kuran'da övdüğü ve hedef olarak gösterdiği her türlü nimeti Allah'tan isteyebilir. Bu konularda yaptığı duasında ise son derece samimi ve içten davranmalı, istediği herşey için Allah'a dua etmekten çekinmemelidir. Çünkü insanın neler istediğini bilen, bunun da ötesinde o isteği onun içine koyan, zaten Allah'tır.

Mümin herhangi bir iş üzerindeyken de yaptığı işte başarılı olmak ve yapılan iş sayesinde Allah'ın rızasını kazanmak için dua edebilir. Nitekim Kuran'da Hz. İbrahim'in bu tür bir duası örnek gösterilmektedir:

İbrahim, İsmail'le birlikte Evin (Kabe'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): "Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin." (17)

Mümin, "Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler" (18) ayetinde tarif edildiği gibi, her durumda Allah'a dua edebilir, O'na dönüp-yönelebilir. Nitekim Kuran'da müminlerin bu özelliği sık sık övgüyle anlatılmaktadır:

Duanın önemini kavramak için, aşağıdaki ayet önemlidir:

De ki: "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır." (19)

Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Her gece, Rabbimiz gecenin son üçte biri girince, dünya semasına iner ve; "Kim bana dua ediyorsa ona icabet edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım" der. "

Rivayetin Müslim'deki bir vechi şöyle: "Allah’u Teâla gecenin ilk üçte biri geçinceye kadar mühlet verir. Ondan sonra yakın semâya inerek şöyle der:

"Melik benim, Melik benim. Kim bana dua edecek?" (20).

Bu arada Kuran'da sık sık vurgulanan önemli bir noktaya dikkat etmek gerekir. Kuran'da bildirildiğine göre, Allah'tan başka ilahlar edinenler (müşrikler) de kimi zaman Allah'a dua etmektedirler. Ancak bu kişilerin duası ile müminlerin duası arasında büyük bir fark vardır. Müminler, her zaman ve her durumda Allah'a yönelirler. Sıkıntı ya da rahatlık karşısında tavırları değişmez. Sürekli olarak Allah'a karşı olan acizliklerini bilir ve dua halini korurlar. Müşrikler ise, hayatlarının büyük kısmında Allah'ı unutmuş, O'ndan yüz çevirmiş durumdadırlar.

Kuran'da, bu müşrik tavrının pek çok örneği verilir:

‘’İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara Bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir.’’ (21)

‘’İnsana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman ise, artık o, geniş (kapsamlı ve derinlemesine) bir dua sahibidir.’’ (22)

‘’İnsana bir zarar dokunduğu zaman, gönülden katıksızca yönelmiş olarak Rabbine dua eder. Sonra ona kendinden bir nimet verdiği zaman, daha önce O'na dua ettiğini unutur ve O'nun yolundan saptırmak amacıyla Allah'a eşler koşmaya başlar. De ki: "İnkârınla biraz (dünya zevklerinden) yararlan; çünkü sen, ateşin halkındansın." (23)

Bazı ayetlerde ise denizde çaresizlik içinde kalmış insanların örneği verilir: İnsanlar, batmak üzere olan bir gemide olduklarında son derece samimi bir şekilde dua etmekte, Allah'tan bağışlanma ve kurtuluş dilemektedirler. Burada yaptıkları dua samimidir, çünkü Allah'tan başka taptıkları herhangi bir varlığın (örneğin, aileleri, kavimleri, liderleri vb.) kendilerini kurtaramayacağını anlamış ve yalnızca Allah'a yönelmişlerdir. Ancak Allah onları boğulmaktan kurtarıp karaya çıkardığında hemen müşrik tavrını yeniden gösterir ve Allah'ı unuturlar. Kuran'da onların bu tavırları şöyle bildirilir:

‘’Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na "gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)" olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız."

Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz.’’ (24)

‘’Onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O'na "halis kılan gönülden bağlılar" olarak Allah'a yalvarıp yakarırlar (dua ederler). Böylece onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutuyor. Bizim ayetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası inkar etmez.’’ (25)

De ki: "Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz." De ki: "Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra siz yine şirk koşmaktasınız." (26)

Oysa müminlerin yapması gereken her ortamda dua halini sürdürmek, Allah'tan başka dost ve yardımcı olmadığını kavrayarak Allah'a güvenmektir:

‘’Öyleyse, dini yalnızca O'na halis kılanlar olarak Allah'a dua (kulluk) edin; kafirler hoş görmese de.’’ (27)

 Allah Resûlü: "Dua ibâdetin iliğidir." (28) ifadesiyle duânın ibâdet içindeki yerini tesbit buyurmaktadır.

De ki: "Ben gerçekten, yalnızca Rabbime dua ediyorum ve O'na hiç kimseyi (ve hiçbir şeyi) ortak koşmuyorum." (29)

Mümin dua ettiği, Allah'tan yardım dilediği zaman gerçek mutluluğu ve huzuru yakalar. Kendi gücünün hiçbir şeye yetmediğini, ancak gücü herşeye yeten Rabbimizin kendisini koruyup-gözettiğini hisseder. Bu, insan için en büyük mutluluktur. Bu nedenle dua bir zevktir ve cennette de sürecektir. Kuran'da, müminlerin cennette de dua halinde olduğu şöyle haber verilir:

‘’İman edenler ve salih amellerde bulunanlar da, Rableri onları imanları dolayısıyla altından ırmaklar akan, nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip-iletir (hidayet eder). Oradaki duaları: "Allah'ım, Sen ne yücesin"dir ve oradaki dirlik temennileri: "Selam"dır; dualarının sonu da: "Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (30)

Duânın sâbit bir zamanı ve mekânı olmaz. Her yerde ve her zaman duâ edilebilir. Ancak Allah'ın iç huzûru ve itminâna ermiş bir gönülle yapılan duâya icâbet etmesi daha çok umulur. Bununla birlikte duâların kabûlü için kapıların açıldığı Kadir gecesi, cuma saati, seher vakti gibi özel zamanlar; Kâbe, Arafât ve Mescid-i Nebî gibi müstesnâ mekânlar da vardır. Buraları duâ mekanı olduğu için, toplu tazarru ve niyazlarla kulların hüzünlenip gönüllerinin pozitif enerjiyle yüklenme şansı daha yüksektir. Ama duâyı sadece buralara hasretmek olmaz.(31)

İslam ölçülerine uyan gerçek bir duanın iki önemli vasfı vardır. Bunlardan biri teşebbüs diğeri de tevekküldür. Duanın değerinin olması ve hedefini bulması için, önce gayretin kuldan gelmesi gerekir. Zira insandan istenen, ilahi düzenin gerekleri içinde elinden geleni yapmasıdır.
İnsanın kendi güç ve kapasitesi oranında sebeplere sarılıp işin gereğini yerine getirmesi, o sebeplerin Yaratıcısına karşı fiili bir duadır. Teşebbüs dediğimiz de budur. Kim yaparsa yapsın böyle bir dua çoğu kez karşılıksız kalmaz. Demek ki Allah'ın kainatta koymuş olduğu düzenin gereklerine göre davranmak, bir tür fiili dua olmaktadır. Bu aynı zamanda Allah'ın rahmet kapısını çalmaktır. Fakat cevap O'na aittir.

Arzu edilen şeyi elde etmek için teşebbüs gerekli olmakla birlikte tek başına yeterli değildir. Bir de işin tevekkül boyutu vardır. Teşebbüsün son sınırına gelince tevekkül alanına girilir. Bu yüzden teşebbüsten sonra güven içinde Allah'a iltica etmeye tevekkül denir. İşte dua, bu iki esası kendine toplayan bir ibadettir. O, maddi hayat için gerekli olan teşebbüsle manevi hayat için gerekli olan iman ve tevekkülü dengeli biçimde yürütme işlemidir. Bunun için teşebbüs ve tevekkül, İslam'da duanın iki yönü ve birbirinden ayrılmaz bütünüdür.

Duânın müstecab ve makbul olması için gerekli birtakım adâbı vardır. Sûfîlere göre bunun en önemli şartı "huzûr-ı kalb"dir. Çünkü Allah Teâla'nın gaflet içinde yapılan duâyı kabul buyurmayacağına inanılır. Duânın kabûlünün bir başka temel şartı "helâl lokma" ve "tıyb rızık"tır. Bunlardan başka İmam Gazalî, İhya'nın duâ âdâbı bahsinde şu şartlara da temas etmektedir:

1. Şerefli vakitleri aramak: Duâ için belli bir zaman olmamakla birlikte belli zamanlarda duâların kabûlüne dair nass vârid olmuştur. Arefe günleri, Ramazan ayı, cuma ve kandil geceleriyle seher vakitleri bu türdendir.

2. Şerefli hallerden yararlanmak: Oruç, cihad, yağmur yağması gibi içinde güzel hallerin bulunduğu demler duâ için teşvik edilen zamanlardır.

3. Kıbleye dönerek ellerini kaldırıp duâ etmek: Nitekim: "Rabbınız; kulları ellerini kaldırıp kendisinden bir şey istedikleri zaman onları boş çevirmekten haya eder." (Tirmizi, Ebu Davud) buyurulmuştur.

4. Duâyı gizlice; yani bağırıp çağırmadan yapmak: Nitekim Allah Rasulü: "Sizin duâ ettiğiniz ne gâibdir ne de sağır. Sizin duâ ettiğiniz atlarınızın boynu ile sizin aranızda, yani yanınızdadır." (Buhari ve Müslim) buyurduğu gibi Allah Teâla da: "Rabbınıza gönülden ve gizlice duâ edin!" (el-A'râf, 7/55) buyuruyor.

5. Duâda yapmacık sözlerden kaçınmak: Dua eden kimse tekellüfsüz; tumturaklı ifadelerden çok, samimi ve ihlaslı sözlerle tevazu içinde rabbına iltica ederse Allah bundan daha çok memnun olur.

6. Huşû ve hudû ile Allah'tan sakınarak ve kabûlünü umarak duâ etmek: Nitekim Allah Teala: "Onlar iyi işlere koşarlar, sevab umarak ve cezadan korkarak Bize duâ ederler" (el-Enbiya, 21/90) buyurmaktadır.

7. Allah'a karşı duânın kabûlü konusunda hüsn-i zan sâhibi olmak: Nitekim buyrulur: "Dua ettiğiniz zaman kabul olunacağına inanarak duâ edin Bilmiş olunuz ki, gafletle yapılan duaları Allah kabul etmez." (Tirmizi)

8. Duada ısrar ve devamlılık: Efendimiz buyurur: " Dua ettim Allah kabul etmedi" diye acele etmedikçe Allah sizin duanızı kabul eder." (Buhari)

9. Duâya Allah'ın adını anarak başlamak.

          10. Duânın bâtınî şartlarına uymak: Duânın bâtınî şartları tevbe, hak sahipleriyle helalleşme ve bütün himmetini Allah'a teksif etmektir. (32)
Bu sayılan şartları taşıyan bir duâ, gönül kapılarını da; gök kapılarını da bi-iznillâh açacaktır.

Duâ kalitesine ve ısrarla tekrarlanmasına göre ruh ve beden üzerinde etki yapar.

Duâ insanın ilâhî âlem ile irtibâtını sağlamaktadır. Duâ ile insan Allah'a ulaşır, Allah insanın kalbine yerleşir. Duâyı sadece zayıf ruhların, miskinlerin fiili olarak görmemelidir. İnsan suya ve oksijene olduğu kadar Allah'a muhtaçtır.

İnsanın iç ve dış dünyasında kendisini zarara sokan düşmanlarına karşı mücadelede en önemli silahı, duâsıdır. Özellikle insanın, ihtiyacı içindeki nefsin ve onun kurduğu desîselerin üstesinden gelmede duâya ihtiyacı vardır.

Sonuç olarak dua, insanın Allah'tan bir şey istemesi, O'nu anması ve yardıma çağırmasıdır. O hamd, şükür, zikir, tesbih, istiane ve istiaze gibi eylemleri kapsayan dini duygu ve yönelişin ifadesi, kulluk makamlarının da en önemlisidir. Bu yüzden Kuran'da insanın, ancak Allah'a olan yönelişi ile değer kazanacağı belirtilmiş, "duanız olmasa Rabb'iniz size ne diye değer versin" (Furkan, 77) denilmiştir. Öyleyse insan, Allah'a yönelmeli, daima O'nun ilgi ve rahmetini çekecek bir başvuru içinde olmalıdır. Tabii ki dua kadar onun makbul olması da önemlidir. Bunun için Hz. Peygamber: "Allah'ım! Ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, fayda vermeyen ilimden ve kabul olmayacak duadan sana sığınırım."(33) diyerek Rabb'ine yalvarmıştır.

Rabb'im, dualarımızı kabul, hatalarımızı da affeylesin.

Amin.

---------------------------------------------------------------------------------------------
   
Dipnotlar:

1-   Yunus, 12

2-   Şamil İslam Ansiklopedisi, Dua mad.


3-   En’am, 102

4-   Tin, 4

5-   Rum, 30

6-   A’raf 172-173

7-   Bakara, 21; Zariyat, 56

8-   Fatiha, 5-7; A’raf, 155-156; Hud, 47

9-   Yunus, 12; İsra, 11, 67

10-   Mü’min, 60

11-   Kehf, 28

12-   A’raf, 55

13-   Bakara, 186

14-   Mü’min, 60

15-   İbrahim, 15

16-   Buhari, Daavat 22; Müslim, Zikr 92 (2735)

17-   Bakara, 127

18-   Al-i İmran, 191

19-   Furkan, 77

20-   Buhari, Tevhid 35, Teheccüd 14, Daavat 13; Müslim, Salatü’l-Müsafirin 166 (758)

21-   Yunus, 12

22-   Fussilet, 51

23-   Zümer, 8

24-   Yunus, 22-23

25-   Lokman, 32

26-   En’am, 63-64

27-   Mü’min, 14

28-   Tirmizi, Daavat 1

29-   Cin, 20

30-   Yunus, 9-10

31-   Hasan Kamil Yılmaz, Altınoluk Dergisi Ekim 2000, sayı 176

32-   İhya-u Ulumi’d-Din, c.1, s.877-888 Bedir Yay. İstanbul, 1975

33-   Tirmizi, Daavat 69

34-   Fahreddin Yıldız, Altınoluk Dergisi Ekim 2000, sayı 176 (Özetle)

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
3
Haftanın konusu / Aile Reisi Olarak HZ. Muhammed Aleyisselam
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:46:18 ÖÖ »


Aile Reisi Olarak HZ. Muhammed Aleyisselam


I. Konunun Planı

   A- Hz. Muhammad (a.s)’ın Aile İçindeki Örnek Davranışları

      B- Evlilik ve Aile Hayatı

C- O’nun Nazarında Ailenin Önemi

D- Bir Eş ve Baba olarak Hz. Peygamber (a.s)

E- Hz. Muhammed’in  Örnek yaşantısı
      
   П. Konunun Açılımı ve İşlenişi

Konuya ailenin önemine ve kudsiyetine vurgu yapılarak başlanır.Hz. Peygamber (a.s)’ın aileye verdiği önem anlatılarak O’nun aile yaşantısından örnek kesitlere yer verilir.Her konuda örnek bir rehber olan Hz. Muhammed (a.s)’ın aile hayatındaki uygulamalarında, topluma verdiği mesajın iyi algılanması gerektiğine dikkat çekilerek konu özetlenir.

Ш. Konunun Özet Sunumu

İslam dini, aileyi yaratılıştan itibaren varolan, insanlığın en eski ve en köklü kurumu olarak kabul etmiş; bütün insanlığın, bu saygın kurum sayesinde neşv-u nema bulduğunu  bildirmiştir. Bu birlikteliğe bütün insanlık tarihinde rastlanmış olup, aile bugün dahi, önemini korumaktadır.

Kur'an-ı Kerim aile hayatını, karşılıklı anlayış, saygı, sevgi ve olgunlukla yürütülebilecek insani bir müessese saydığından, aile fertlerinin hak ve görevlerini tam olarak yerine getirebilmeleri için, aile bireylerinde temel insani ve ahlaki erdemlerin oluşmasını, kişilerin Allah'tan çekinir, kuldan utanır bir sorumluluk bilincine ulaşmasını, aile müessesesinin sağlam kurulması ve iyi işlemesi için vazgeçilmez bir ön şart olarak belirlemiştir.

Hz. Peygamber yirmi beş yaşına kadar, hemşehrileri arasında iffetli, şerefli ve namuslu bir şahsiyet olarak tanınıyordu. Yirmi beş yaşında iken, kendisinden yaşça büyük ve iki defa evlenip dul kalmış olan Hz. Hatice ile evlenmiş; onunla uzun yıllar mutlu bir hayat geçirmiştir. Hz. Peygamber'in, Hz. Hatice ile beraberliğinde göze çarpan en önemli husus, sıcak bir dostluk ve arkadaşlıktır. Hz. Peygamber, Allah'tan aldığı vahyi, gelip ilk defa O’na anlatmış ve O’nunla paylaşmıştır. Hz. Hatice de kendisini anlayış ve olgunlukla karşılamıştır. Hz. Hatice'nin vefat ettiği yıl, Rasul-i Ekrem'in en çok üzüldüğü yıl olarak "hüzün yılı'' tabiriyle anılmıştır. Hz. Peygamber, onun sağlığında başka bir kadınla evlenmemiştir. Halbuki, o dönemin örf ve adetleri, çok kadınla evliliğe müsaitti. Hz. Hatice'nin vefatından sonra, O’nun aziz hatırasına saygı duyarak, yaklaşık iki buçuk yıl yalnız ve bekar olarak yaşadıktan sonra Sevde bint-i Zem'a ile evlenmiştir.

Hz. Peygamber, Hz. Hatice'ye olan saygısını, onun sağlığında olduğu gibi, vefatından sonra da unutmamış, her fırsatta onu sevgi ve saygı ile anmıştır. Yine O’nun hatırasını andığı bir günde; Hz. Aişe:

"O yaşlı kadını ne diye anıp duruyorsun? Allah onun yerine sana daha iyisini verdi" deyince; Peygamberimiz buna tepki göstermiş ve:

  "Allah bana ondan daha hayırlısını vermedi. O, hiç kimsenin kabul etmediği bir zamanda bana iman etti, herkesin beni yalanladığı bir zamanda O beni tasdik etti, kimsenin bana bir şey vermediği esnada; O, malını benim için harcadı ve kimsenin çocuk vermediği bir dönemde O, bana çocuk verdi" diye cevap vermiştir.

Sevgili Peygamberimiz (a.s)’ birçok hadislerinde, ailenin önemine işaret etmiş ve ailenin bir huzur yeri olduğunu belirtmiştir. O, aile reisi olarak bir müslümanın aile fertlerine nasıl davranması gerektiğini emir ve tavsiyeleriyle ifade ettiği gibi, bizzat kendi uygulamaları ile de örnek olmuştur.

O'nun, iman, ahlâk ve aile fertlerine yumuşak davranma arasında kurduğu bağlantıyı dile getiren şu sözü çok manidardır:

عَنْ أَبِي هُرَيْ‏.‏رَةَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَكْمَلُ الْمُؤْمِنِينَ إِيمَانًا أَحْسَنُهُمْ خُلُقًا وَخِيَارُهُمْ خِيَارُهُمْ لِنِسَائِهِمْ

 ''Mü'minlerin iman bakımından en mükemmel olanı, onların ahlak bakımından en güzel olanlarıdır, onların en hayırlıları da aile fertlerine karşı hayırla muamelede bulunanlarıdır.''

İnsanın üzerinde hakkı olan kişilerin başında aile fertleri gelmektedir. Kişinin sevincini ve üzüntüsünü ilk önce paylaştığı kimseler aile fertleridir.
Sevgili Peygamberimiz örnek aile reisi idi. Hanımlarına ve çocuklarına karşı görevlerini en iyi şekilde yerine getirirdi. O'nun evi örnek bir evdi, hanesinde her zaman burcu burcu mutluluk kokardı.

Hz. Peygamber (a.s)’ın aile hayatı ve aile içindeki davranışları, taşıdığı özellikler nedeniyle, maddi alanda olduğu kadar, manevi alanda da örnek konumdadır. O’nun aile hayatında uyguladığı prensipler, her dönemde önemini kaybetmeden varlığını sürdürmüştür.      Toplumların en küçük ünitesi olan ailenin mutlu ve huzurlu olmasının, toplumun huzurunu sağlayacağı gerçeğini, en güzel örnekleriyle Hz. Peygamber'in aile hayatında görmek mümkündür.

IV. Konu İşlenirken Başvurulabilecek Bazı Ayetler

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يرًا

   “Andolsun, Allah’ın Resülünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”

  Kur'an-ı Kerim'de Hz. Peygamber'in hanımları ve aile hayatı hakkında bilgi verilmektedir. Eşleri ile aralarında geçen tartışmalarda hem Peygambere ve hem de hanımlarına öğütlerde bulunulmakta ve yol gösterilmektedir. Bunun yanısıra Hz. Peygamber'in eşlerinin mü'minlerin anneleri oldukları bildirilmekte ve mü'minlerin O'ndan sonra, O’nun eşleriyle asla evlenemeyecekleri belirtilmektedir.

  “Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha önce gelir. Onun eşleri de mü’minlerin analarıdır. Aralarında akrabalık bağı olanlar, Allah’ın Kitabına göre, (miras konusunda) birbirleri için (diğer) mü’minlerden ve muhacirlerden daha önceliklidirler. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız başka. Bu (hüküm) Kitap’ta yazılıdır”.

 “Ey Peygamber! Hanımlarına de ki, “Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size mut’a vereyim ve sizi güzelce bırakayım. Eğer Allah’ı, Resülünü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki Allah içinizden iyilik yapanlara büyük bir mükafat hazırlamıştır.”

Aile hayatı, evlenme ile başlar. Evlilik eşlerin evlenerek cinsel ihtiyaçlarını karşılamasına, böylece neslin devam ettirilmesine, hem de eşlerin birbirlerine maddî ve manevî destek olarak hayat arkadaşlığı kurmasına vesile olduğundan çok yönlü yarar ve hikmetler taşır.

“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”

V. Konu İşlenirken Başvurulabilecek Bazı Hadisler

Hz. Peygamber, kadınları erkeklerin şiddetinden korumak için gerekli uyarılarda bulunmuş ve daima onlara hayırla muamelede bulunmayı tavsiye buyurmuşlardır.

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرٍو، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلى الله عليه وسلم ـ ‏"‏ خِيَارُكُمْ خِيَارُكُمْ لِنِسَائِهِمْ ‏"‏

“En hayırlılarınız hanımlarına karşı iyi davrananlarınızdır."

Hz. Peygamber, çeşitli vesilelerle erkeklerin kadınlar üzerinde, kadınların da erkekler üzerinde hakları bulunduğunu söylemiştir. Kadınlar hakkında Allah'tan korkulmasını, onlara haksızlık yapılmamasını istemiştir. Kocasını şikayet için kendisine gelen kadınların sayısı artınca, kadınlara kötü davranışta bulunanların iyi kimseler olmadıklarını söylemiştir.

Peygamberimiz, karı- kocaya karşılıklı sorumluluklar yüklemiştir:

أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عُمَرَ يَقُولُ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ ‏"‏ كُلُّكُمْ رَاعٍ، وَكُلُّكُمْ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ، الإِمَامُ رَاعٍ وَمَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ، وَالرَّجُلُ رَاعٍ فِي أَهْلِهِ وَهْوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ، وَالْمَرْأَةُ رَاعِيَةٌ فِي بَيْتِ زَوْجِهَا وَمَسْئُولَةٌ عَنْ رَعِيَّتِهَا، وَالْخَادِمُ رَاعٍ فِي مَالِ سَيِّدِهِ وَمَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ

Abdullah b. Amr, Rasulullah (s.a.s)’i şöyle söylerken işittiğini söylüyor:

“Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürüsünden sorumludur. İmam çobandır ve sürüsünden sorumludur.Erkek ailesinin çobanıdır ve aile efradından sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır ve ondan sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının çobanıdır ve onu korumaktan sorumludur."

Bu hadis, aynı zamanda aile içerisinde edep, ahlak, fazilet ve bilgi açısından eğitime de işaret etmektedir.. Peygamberimiz de tasvip ettiği veya etmediği durumları açıklamak suretiyle, aile içi eğitimin en güzel örneklerini vermiştir. Diğer yandan Hz. Peygamber, çocuklarını İslami terbiye altında yetiştirmiş, evliliklerinden sonra da onlarla ilgilenmeye devam etmiştir. Bu ilgi, onların birtakım maddi ihtiyaçları yanında, manevi ihtiyaçlarını da kapsamaktadır. Bu konuda kendi çocukları ile daha sonra evlendiği hanımların önceki evliliklerinden olan çocukları arasında bir farkta gözetmemiştir. Onlara da aynı sevgi ve şefkati göstermiş, zaman zaman da gerekli uyarılarla onları eğitmiştir. Bir defasında Hz. Peygamber, Ümmü Seleme'nin önceki eşi Ebu Seleme'den olan oğlu Ömer'in yemek yerken tabağın her tarafından yediğini görünce onu:

‏"‏ يَا غُلاَمُ سَمِّ اللَّهَ، وَكُلْ بِيَمِينِكَ وَكُلْ مِمَّا يَلِيكَ ‏"‏‏.‏ فَمَا زَالَتْ تِلْكَ طِعْمَتِي بَعْدُ‏.‏

"Oğul, besmele çek, sağ elinle ye ve hep önünden ye. (Ömer diyor ki:) Bundan sonra bu benim huyum olmuştur."

Medine döneminde kızı Fatıma ile damadı Ali'nin evlerine, her gün sabah namazına kalktığı zaman, uğrayıp onları namaza kaldırması ,  O'nun çocuklarının evliliklerinden sonra bile eğitimlerine verdiği önemi göstermesi açısından son derece önemlidir.

Hz. Peygamber'e Medine hayatı boyunca on yıl hizmet eden ve O'nun aile hayatını en iyi bilenlerden biri olan Enes b. Malik şöyle der: "Çoluk-çocuğuna ve aile fertlerine karşı Hz.Peygamber’den daha şefkatli olan bir kimse görmedim."

Hz. Peygamber, evinde bulunan hizmetçi ve işçilere son derece şefkat ve merhametle muamele eder, hiçbir zaman onları incitecek söz ve davranışta bulunmazlardı. Hz. Enes bu konuda şöyle der:

عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ، قَالَ خَدَمْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَشْرَ سِنِينَ وَاللَّهِ مَا قَالَ لِي أُفًّا ‏.‏ قَطُّ وَلاَ قَالَ لِي لِشَىْءٍ لِمَ فَعَلْتَ كَذَا وَهَلاَّ فَعَلْتَ كَذَا

"Rasul-i Ekrem'e on yıl hizmet ettim. Allah'a yemin ederim ki, bana hiçbir zaman 'öff' demedi. Herhangi bir şey için de bana: "Bunu niçin böyle yaptın? Şöyle yapsaydın ya" dememiştir.

Hz. Peygamber, bir baba olarak, çocuklarının sevinçleriyle sevinmiş, üzüntüleriyle üzülmüştür. Büyük kızı Zeyneb'in kocası Ebu'I-As, Bedir Harbi’nde müşrikler safında savaşa katılmış ve müslümanlara esir düşmüştü. Fidye karşılığında esirlerin serbest bırakılması esnasında Ebu'l-As,  hanımının bir gerdanlığını vermek suretiyle serbest kalmak istemişti. Hz. Peygamber, Hz. Hatice'nin evlilik hediyesi olarak kızına verdiği bu gerdanlığı görünce çok üzülmüş ve ashabına: "İsterseniz bunu alır, isterseniz geri verirsiniz" demişti. Peygamberimizin çok üzüldüğünü gören ashabı da bu gerdanlığı hemen kendisine iade etmişlerdi. Daha sonra Hz. Peygamber, Ebu'I-As'dan kızını Medine'ye getirmesini istemiş, o da verdiği söz üzerine Zeyneb'i Rasulüllah'a getirmişti. Kızının kendi yanına gelmesine sevinen Hz. Peygamber, bu konuda Ebu'l-As'ı takdir etmiştir. Aynı şekilde kızı Rukiyye, kocası ile Habeşistan'a hicret ettikten sonra, Peygamberimiz, uzun süre O’ndan haber alamaması nedeniyle üzülmüş, bir kadının onları gördüğünü ve iyi olduklarını haber vermesi üzerine de sevinmiştir. Yine diğer kızı Ümmü Gülsüm'ün kabri başında göz yaşı dökmüştür. Diğer kızı Fatıma, damadı Ali ile torunları Hasan ve Hüseyin hakkında buna benzer  birçok örneği, tarih ve hadis kaynaklarında görmek mümkündür.

VІ. Yararlanılabilecek Bazı Kaynaklar

1-A. H. BERKİ, O. KESKİOĞLU, Hz. Muhammed ve Hayatı, D.İ.B.yay. Ankara 1991

   2- Doç. Dr. İbrahim SARIÇAM, Hz. Peygamber'in Çağımıza Mesajları, T.D.V. yay. Ankara, 2000

   3- Dr. M. Bahaüddin VAROL, Hz. Muhammed'in Ailesi ve Yakın Akrabaları İle İlişkileri (Makale), Diyanet İlmî Dergi, Özel Sayı 2000, I49-160.
   4- Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL, Alemlere Rahmet Hz. Muhammed, T.D.V. yay. Ankara 1994

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------

1 - Ahmed b. Hanbel, Müsned, (VI/117-118.)

2 - Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/250.

3 - Ahzab, 33/21

4 - Ahzab, 33/6

5 - Ahzab, 33/28-29

6 - Rum, 30/21

7 -  İbn-i Mace, Sünen, Nikah, 9/50. (I.636.)

8 - ibn-i Mace, Sünen, Nikah, 9/3-4 (I. 593-594.)

9 - Buhari, Sahih, Cum’a, 11/11.(I. 215.)


10 - Buhari, Sahih, Et’ıme, 70/2,3. (VI. 196); Müslim, Sahih, Eşribe, 36/108. (Π. 1599)

11 - Ahmed b. Hanbel, Müsned, Ш/259

12 - Tirmizi, Sünen, Birr ve’s-Sıla, 25/69, ( IV/368

13 - Müslim, Sahih, Fazail, 43/51. (Π. 1804)

14 - Dr. M. Bahaüddin VAROL, Hz. Muhammed'in Ailesi ve Yakın Akrabaları İle İlişkileri (Makale), Diyanet İlmî Dergi, Özel Sayı 2000, s. I49-160.

Mehmet Kapukaya.
4
Ahmet Demirbaş / Lokman Aleyhisselam
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:20:52 ÖÖ »


Lokman Aleyhisselam

Davud aleyhisselam zamânında, Umman tarafında yaşayan Hazreti Lokman, tabiplerin pîridir.

Hikmetli sözleri ve nasîhatleri meşhurdur...

Hazreti Lokman, peygamber veya velîdir. Davud aleyhisselam zamânında, Arabistan’ın Umman tarafında yaşadı. Davud aleyhisselamla görüşüp ondan ilim öğrendi. Davud aleyhisselama peygamberlik bildirilmeden önce, müftî olan Lokman Hakim, Davud aleyhisselama peygamberlik bildirildikten sonra fetvâ vermeyi bıraktı ve ona ümmet oldu. Kendisine hikmet verildi. Eyyub aleyhisselamın teyzesinin oğlu olduğu da rivâyet edilmektedir...

Lokman ismi Kur’ân-ı kerîmde geçmekte olup, bir sûreye (otuz birinci sûre) Lokman ismi verilmiştir.

Bu sûrenin on ikinci âyetinde meâlen; “Biz Lokman’a hikmet verdik” buyurulmaktadır.

Buradaki hikmet tâbirinin; akıl, anlayış, ilim, ilimle amel etmek ve doğru karar vermek demek olduğu tefsîr kitaplarında yazılıdır.

Lokman Hakim tabiplerin pîridir. Hikmetli sözleri ve oğluna verdiği nasîhatler meşhurdur...

Lokman Hakim’e "Sen bu hâle nasıl geldin?" dediklerinde; “Doğru sözlü olmak, emâneti yerine getirmek, lüzumsuz söz ve işi terk etmekle” cevâbını verdi...
 
İnsanlar ondan nasîhat istediler, o da şöyle nasîhat etti: "Öncekilerin ve sonrakilerin ilimleriyle amel edilebilmesi için sekiz şeye dikkat etmek herkese lâzımdır. Dört zamanda dört şeyi korumak gerekir: Namazda gönlü, halk arasında dili, yiyip içmede boğazı, bir kimsenin evine girince de gözü korumaktır... İki şeyi hâtırdan hiçbir zaman çıkarmamalıdır. Bunlar; Allahü teâlânın büyüklüğü ve ölümdür... İki şeyi de tamâmen unutmaya çalışmalıdır. Bunlar da; bir kimseye yapılan iyilik ile dost ve yakınlardan görülen kötülüktür.”

Lokman Hakim’in oğluna nasihatlerinin bir kısmı şöyledir:
 
“Ey oğlum! Dünyâ derin deniz gibidir. Çok insanlar onda boğulmuştur. Gemin takvâ, yükün îmân, hâlin tevekkül olsun, umulur ki kurtulursun.”

“Ey oğlum! Allahü teâlâyı anan (hâtırlayan) insanlar görürsen onlarla otur. Âlim olsan da, ilminin faydasını görürsün ve ilmin artar, sen ehil isen sana öğretirler. Allahü teâlâ onlara olan rahmetinden seni de faydalandırır. Allahü teâlâyı zikretmeyenleri görürsen onlardan uzak dur.”
“Ey oğlum! Yalandan çok sakın! Çünkü dînini bozar ve insanlar yanında mürüvvetini azaltır. Bununla hayânı, değerini ve makâmını kaybedersin.”

“Ey oğlum! Hep üzüntülü olma, kalbini dertli kılma. İnsanların elinde olana tamah etmekten sakın. Kazâya râzı ol ve Allahü teâlânın sana verdiği rızka kanâat et.”
 
“Ey oğlum! Sükût etmekle pişmân olmazsın. Söz gümüş ise sükût altındır.”

“Ey oğlum! Ölümden şüphe ediyorsan uyku uyuma. Uyuduğun ve uyumak mecbûriyetinde kaldığın gibi, ölüme de mahkûmsun. Dirilmekten de şüphe ediyorsan, uykudan uyanma. Uykudan uyandığın gibi öldükten sonra da dirileceksin.”

“Ey oğlum! Helâl kazanç ile yoksulluktan korun. Yoksul kimse şu üç musîbetle karşılaşır: Din zayıflığı, akıl zayıflığı ve mürüvvetin kaybolması.”
 
“Ey oğlum! Tövbeyi yarına bırakma, çünkü ölüm ansızın gelip yakalar.”

Ahmet Demirbaş.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
5
Nihat Hatipoğlu / En Büyük Zikir Allah’ı Anmaktır
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:12:36 ÖÖ »
En Büyük Zikir Allah’ı Anmaktır

Yüce Rabbimizi isimleriyle anmak en büyük zikir ve en büyük dua kabul edilmiştir. Rabbimiz bize dua etmemizi emrederken kendi isimleriyle dua etmemizi emreder.

Ayet-i kerime bu hususta şöyle buyuruyor: "En güzel isimler Allah'ındır. Bu güzel isimlerle O'na dua ediniz." (Araf, 180).

Bir hadiste de Hz. Peygamber bu ayete işaret ederek şöyle buyurur: "Allah'ın yüzden bir eksik -yani 99- ismi vardır. Kim bu isimleri öğrenip gereğiyle amel ederek sayarsa cennete girer." (Buhari, Şürut, 18).

SADECE O'NA KULLUK EDİLİR

Allah'ı duayla anmak O'na kulluğu devam ettirmektir. Sadece O'na kulluk ve sadece O'na ibadet edilir (Fatiha). Zira Allah kullukta, ibadette, yönelişte kendine ortak kabul etmez. Allah yerine konulan her ortak puttur ve şirktir.

Kur'an-ı Kerim, yüce Allah'ın isimleri hususunda bir sayı belirtmez. Ancak birçok ayetin sonunda isim ve sıfatları önümüze koyar ki, onlarla O'na yalvaralım. Mesela; Aziz der, Rezzak der, Gaffar der ve bu isimlerin anlamını bilerek O'na yönelmeyi emreder.

99 İSİM BİR ANAHTARDIR

Bir hadiste yüce Allah'ın 99 isimle sınırlandırılmış gibi görülmesi bizi yanıltmasın. Hadisin verdiği 99 isim bir anahtar gibidir. O isimlerle manevi hazinelere, sonsuz esmaya ve tecellilere doğru yol alınabilir. 99 isim dahi tevhide-birliğe dikkat edildiğine işarettir. 100 denmemiş, 99 denmiş.

Esasen Rabbimizin isimlerini saymaya gücümüz yetmez. O'nun yüce zatı hakkında kabul buyurduğu ve ama bizim bilmediğimiz belki milyonlarca ismi vardır. Biz sadece bize bildirilenle yetiniriz. Zatına bıraktığı isimlerin tecellilerini bize öğrettiği esmayla anarız.

O'NU GÖRÜR GİBİ OLMAK

Allah'ı anarken, ki zikir anmaktır, O'nu görür gibi olmak lazım. Buna "ihsan makamı" denmiş. "Allah'a kulluk ederken O'nu görürcesine kulluk etmek. Gerçi Allah'ı görmüyorsun ama O, yüce zatı ve kemal sıfatıyla tecelli eder ve seni görür."

Onun için İbn Mesud, Kur'an-ı Kerim'i indiği zarafetle okuduğunda Hz. Peygamber (SAV) mübarek ve muazzez elini onun göğsüne vurup "Mübarek olsun sana" dediğinde İbn Mesud o kadar ürperir ki, "Sanki Allah'ı görür gibi oldum" demiştir.

Bu nedenle "Üpermeyen kalpten sana sığınırım" denilmiştir.

GEREKTİĞİ ŞEKİLDE ANMAK

Yüce Allah'a kulluk sözde bir tespihata dönüşmemeli. Bu nedenle büyüklerden biri, eline şuursuzca tespihi alıp güya Allah'ı andığını zanneden birine şöyle dedi:

"Diğer eline de başka bir tespih al ve onunla da günahlarını say." Dediği şuydu aslında: Allah'ı anarken kalbinin bir köşesinde yaptığın günahların farkında ol ki, zikrin bir tövbe olsun ve bu zikir makbul sayılsın.

ALLAH'TAN BAHSEDİN İNSANLARDAN DEĞİL

Başlıktaki söz Hz. Ömer'e aittir. "Sürekli Allah'tan bahsedin" der. Sürekli insanlardan bahsetmeyin. Zira Allah'tan bahis birer zikirdir. İnsanlardan bahsetmeye başlayınca illa söz dedikoduya, boş lakırdıya dönüşür.

Sonra insanlardan bahsetmek dedikodu, boş laf, hakaret ve eleştiriden başka nedir? Halbuki Allah'tan bahis bir zikirdir, nurdur, berekettir, rahmettir, duadır.

GÜNDE KAÇ KEZ ESMA OKUYAYIM?

SAYI önemli mi? Elbette Kur'an ve hadis bize bir sayı önerirse ona tabi oluruz. Ama bizi bu hususta sınırlandırmadıysa bol bol zikrederiz. 99 isimle meşgul olalım. Bilin ki çok okumak gibi çokça tefekkür de önemlidir. Sayıdan çok, O'nu hissederek bir kez Allah demek dahi bütün zincirleri kırar. Allah der ki şeytandan uzaklaşın. Nefis öne çıkmasın.

Mahşerden bir sahne

Mahşer yerinde bir kadın veya erkeğin elinden tutulur ve şöyle seslenilir: "Bu falanca oğlu falancadır. Kimin ondan alacağı varsa gelsin ve alsın." Bütün alacaklıları oraya kümelenir. Artık her mazlum, her hak yemişten haklarını alır.

Yolculuk duası

"Allah'ım, sana sığınırım, sana dayanırım. Allah'ım, işlerimin zor olanlarını kolaylaştır, yol boyu sıkıntılarımı gider. İstediklerimin daha hayırlısıyla rızıklandır. Kötülüklerin tümünü benden kaybet. Göğsümü genişlet ve işimi kolaylaştır. Allah'ım, senden korunmamı ister, nefsimi, dinimi, çoluk çocuğumu ve bütün akrabamı sana teslim ederim. Üzerime akıttığın ve onlara verdiğin dünya ve ahiret nimetlerinin bütününü bize ver. Her kötülükten hepimizi koru ey kerem sahibi."
Bir ayet

Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet.

Onlar için Allah'tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. (Âli İmran, 159)

Babam alkollüyken bize beddua ediyor, tutar mı?

Babanıza karşı içki içiyor olsa bile saygılı olmanız gerekir. Ancak onu vazgeçirmek için zaman zaman ikaz edin. Alkollüyken size beddua etmesinin ise bir suçunuz olmadıktan sonra zararı olmaz.

 Bir kızla nişanlandım. Ama onun çok güvendiği bir hanımanne "Kızım senin kısmetin bu oğlan değil, boşver" demiş. Kız benden ayrıldı. Dinen bu olabilir mi?
Hanımanne dediğiniz hanımefendinin böyle bir şey söylemesi doğru değildir. Geleceği kimse bilemez.

İnsanların hayatıyla oynamak yanlıştır, günahtır. Ama sizin nişanlınız, bir hanımannenin sözü üzerine sizden vazgeçebiliyorsa bu evlilikten hayır beklenir mi?

 Mahkemece olan boşanmalar dini açıdan da boşanma sayılır mı?

Herhangi bir kişinin avukatı yoluyla dava açması, hâkime eşini boşamak için yetki vermesi (tefviz-i talak) anlamına gelir. Bundan ötürü erkek veya kadından herhangi birinin açtığı davada boşanma kararı verildiğinde dini açıdan da boşanma gerçekleşmiş olur.

Bu boşanma bir bain talak sayılır. Eşler isterlerse ileride yeniden dini açıdan nikâh kıyabilirler.

Nihat Hatipoğlu.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
6
A / 2024 - Ammar Acarlıoğlu - İlahi Ninniler 320 Kbps
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 08:32:56 ÖS »
2024 - Ammar  Acarlıoğlu - İlahi Ninniler 320 Kbps
2 / 00:00:16:28 / 37,69 MB



Ammar  Acarlıoğlu - İlahi Ninniler 2024 - 320 Kbps (2 / 16:28)
------------------------------------------------------------------------------------
Ammar  Acarlıoğlu - 01 Allahu Allah  07:20
Ammar  Acarlıoğlu - 02 Sordum Sarı Çiçeğe  09:07




Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap




İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

7
Dini Şiir Albümleri / İbrahim Sadri - Dil-i Yunus 320 Kbps + Wav
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 08:27:46 ÖS »
2018 - İbrahim Sadri - Dil-i Yunus 320 Kbps + Wav
7 / 00:00:19:08 / 43,81 MB - 193,32 MB





İbrahim Sadri - Dil-i Yunus 2018 - 320 Kbps - Wav (7 / 19:08)
-----------------------------------------------------------------------------------
İbrahim Sadri - 01 Ben Yürürüm Yana Yana  03:11
İbrahim Sadri - 02 Haktan Bana Nazar Oldu  02:43
İbrahim Sadri - 03 Taştın Yine Deli Gönül  02:46
İbrahim Sadri - 04 Aşk İle Gelen Erenler  02:56
İbrahim Sadri - 05 Geldi Geçti Ömrüm Benim  02:45
İbrahim Sadri - 06 Gönül Nerde Dolana  02:28
İbrahim Sadri - 07 Hak Cihana Doludur  02:16




Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

8
H / 2024 - Hikmet Ayyıldızlı - İlahiler 320 kbps
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 08:14:11 ÖS »
2024 - Hikmet Ayyıldızlı - İlahiler 320 kbps

Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

Hikmet Ayyıldızlı - 01 Can Muhammedim  03:44
Hikmet Ayyıldızlı - 02 Derman Sende  02:53
Hikmet Ayyıldızlı - 03 Ne Olursan Ol Gel  03:47
Hikmet Ayyıldızlı - 04 Pamuk Annem  05:06
Hikmet Ayyıldızlı - 05 Selam Olsun  03:58
Hikmet Ayyıldızlı - 06 Selavat-ı Şerif  03:42
Hikmet Ayyıldızlı - 07 Tırnağın Taşa Değse  03:04
Hikmet Ayyıldızlı - 08 Ey Allahım Benim Senden Dileğim  03:16
Hikmet Ayyıldızlı - 09 Amelinle Kalırsın  04:23
Hikmet Ayyıldızlı - 10 Cennetin Kapısından Mümin Olan Girecek  03:15
Hikmet Ayyıldızlı - 11 Allah Sana Yalvaralım  03:28

PCLOUD.

Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
9
İslamda Hukuk ve Adalet / İslam ve İnsan Hakları
« Son İleti Gönderen: anadolu Dün, 08:37:24 ÖÖ »


İslam ve İnsan Hakları

Körle yatan şaşı kalkar. atasözümüz ne hikmetli sözdür ki buna yaşayarak şahit olanlardanız. Nerden çıktı bu söz derseniz; Yaklaşık iki asırdır Batı'yla yatıp Batı'yla kalkmak bizi kendi tarih ve kültürümüze karşı şaşı yaptı, derim. Evet, ne yazık ki, soylu tarihimize ve zengin kültürümüze şaşı bakar olduk. Bu nedenle, tefekkürümüz, düşünce sistemimiz de bir garip oldu. Batı'nın değer kalplarıyla düşünüyor, sloganlarıyla konuşuyoruz. Ve Batı'ya ait değerleri sanki birer dogma olarak kabul ediyor ve doğruluklarını tartışmaya bile yanaşmıyoruz. Ve Batı'nın ürünü olduğu için hatasız kusursuz sanıyoruz.

Mesela; insan hakları, özgürlük, demokrasi, barış diyorlar. Dışında ambalajı güzel ama içi doldurulamamış kavramlar bunlar. Ne yazık ki, Müslüman aydınlardan bazıları da bu kavramların sihrine kapılıp gider oldu. Dünya ekonomi ve siyasetine hâkim dış güçlerin psikolojik baskı, reklâm ve propagandalarıyla bu kavramlar, sanki matematiksel gerçekliklere dönüştü…

Doğruluklarını şöyle aklı başında bir şekilde sorgulayamadık bile. Mesela; demokrasiyi sanki hatasız bir sistemmiş gibi göstermeye kalkarlar ama ünlü bir bilim adamıyla, mektep medrese görmemiş cahil bir vatandaşın oyları aynı değerdedir bu çelişkinin izahını yapamazlar.

Bu gerçekten hareketle; bir memlekette cahil vatandaşların sayısı her zaman okumuş tahsilli vatan-daşlardan çok olacağına göre aslında memleketin yöneticilerini cahil halkın seçmiş olduğunu söylesek belki bize kızarlar.

Eşitlik derler; çalışkanla tembelin, okumuşla cahilin, sahtekârla dürüstün nasıl eşit olacağını izah edemezler. Hâlbuki bu durumlarda hak eşitlik üzerine değil adalet üzerine olmalıdır.

Özgürlük derler, insan hakları derler, ama sınırlarını çizmeyi beceremezler. Fıtratla bağdaşmayan sınırsız bir özgürlük anlayışını, özgürlük adına dayatmaya kalkarak, gerek insanlığa, gerekse topluma karşı en büyük kötülüğü yaparlar. Mesela eşcinsellik onlara göre bir insanlık hakkıdır. Böyle bir insan hakkını kabul etmenin bırakın dinen mahzurunu, yaratılış ve doğanın işleyiş kanunlarıyla uyumu nasıl olacak düşünmezler.

Barış derler ama barış adaletin sağlandığı bir memlekette olur, haksızlığa, gaspa her türlü tecavüze rağmen Müslümanlardan seslerini çıkarmamalarını istemek midir barış? Barışın temini bu ise bu nasıl barış olur, izah edemezler.

Şunu iyi bilmek gerekir ki, İslam dini bütün mahlûkata hakkını vermiştir. Ama bu haklar haddi aşmamalı, sınıra tecavüz etmemelidir. Burada sınırı fıtrat, yaratılış belirler.

Mesela; özgürlük var diye, bir fabrikatör, fabrika atıklarını derelere gönderip hem insanların hem o dere ve göllerde yaşayan balıkların hayatlarına nasıl kastedemezse; bir vatandaş ülkenin ciğerleri mesabesinde olan ormanları nasıl tahrip edemezse; bir şebeke esrar, eroinle okul önlerinde gençliği nasıl avlayamazsa, yani bu işler, doğaya, insanlığa bir tecavüz ise, aynen bunlar gibi; eşcinselliği, zinayı özgürlük ve insan hakkı adına yaymak da aile kurumlarına ve insan nesline tecavüzdür. Fıtratı çiğneyip geçmektir. Bunu Batı yapıyor, uygun görüyor diye bizimde uygun görmemiz batıdan şaşılık kapmaktır, bilmek gerekir.

Aynı şekilde, televizyon aynasında kadın yapılı erkeklere program yaptırmak, onların reklâmını yapmak gençliği, çocukları onlara özendirmek de hem insan fıtratına hem de milletin geleceğine tecavüzdür. Bu ifadelerimizden eşcinselleri küçük gördüğümüz, onları horladığımız manası asla anlaşılmasın. Aksine onların düştüğü durum bizleri üzmektedir. Çünkü o insanların birçoğu basit bir takım psikolojik takıntılar yüzünden aslında kendilerinin de istemedikleri bir ortamın içindedirler.

Bu durumlar kesinlikle normal bir durum değildir. Bunlar nasıl bir insan hakkı olarak savunulabilir. İşte bütün bu şaşılıklara biz kendi kültürümüze, tarihimize yabancılaşarak düştük. Yavaş yavaş değiştik, değişimi fark edemedik bile.

İnandığın gibi yaşamazsan yaşadığın gibi inanmaya başlarsın sözü aynıyla üzerimizde cereyan etti. Çevre kirliliğine karşı ayaklananlar insan kirliliğine karşı niçin sessizler. İnsanı tahrip etmek ağacı tahrip etmekten daha mı önemsiz?

Buradan şu gerçeğin altını da iyice çizmek gerekir ki, Yüce Yaratıcı'yı ve onun insan hakkındaki ilmini görmezden gelerek yapılan bütün insan hakları tespitleri, fertlerin ihtiyaçlarına asla cevap veremeyecek ve insan hakları kaza ve yaralanmaları devam edip gidecektir. Bugün her konuda ortaya çıkan bir gerçek şudur ki, insanlık İslam'a her zamandan daha fazla muhtaçtır. O zaman Müslümanlara düşen en önemli görev her alanda İslam'ın üstünlüklerini haykırmaktır. Yani zaman o zamandır. Çünkü İslam üstündür. Ve dünyanın geldiği şu dönemeçte herkes için bir kurtuluş reçetesidir. Bu açık üstünlüklerinden biriside insan hakları konusunda yaklaşık bin beş yüz yıl öce yaptığı devrim niteliğindeki yeniliklerdir şüphesiz.

Batıda insan hakları 1776 Virginia, 1789 Fransız İnsan Hakları Beyannameleriyle başlar. Ve bu tarih bütün dünya için geçerli kabul edilip yeryüzünde ilk insan hakları bu tarihlerde başlamış gibi bir uyanıklık yapılmaya çalışılır... Ama biz biliriz ki asıl insan hakları savucuları Peygamberlerdir ve bu iş ta Âdem (as) la başlar. Her peygamber, ya bir zalime veya zalim bir topluluğa karşı, zulmü ortadan kaldırmak ve adaleti yaymak için mücadele etmiş. Bu görevi Allah'ın yeryüzündeki halifesi ünvanıyla gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu görevi en son olarak bundan 1500 yıl önce Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz bihakkın yerine getirerek, her hak sahibine hakkını iade etmiş ve bizlere de bu hakları korumayı görev bırakıp gitmiştir. Veda Hutbesi bu konuda en güzel bir beyannamedir. Dolayısıyla en güzel insan hakları beyannamesi Kur'an'dır. Ve Efendimizin hayatı ve tavsiyeleridir. İnsan hakları denilince bizim bize yabancı ama batıya hayran aydınlarımızın Fransız insan haklarını işaret etmesi kendi kültür ve tarihini inkârdan başka bir şey değildir. Bu memleketin düzelmesi için önce bu garip aydın tiplerinin düzelmesi gerekir. Bu millet yaklaşık 200 yüzyıldır bu batıcı aydın tiplerinden çok çekti. Hala da çekmekte. Çünkü bu tipler; "körle yatan şaşı kalkar." atasözünde tasvir edildiği gibi, kör batıdan şaşılık kapmış, kendine ait olan çok açık doğru ve güzellikleri dahi göremez hale gelmişlerdir.

Batı ortaçağın karanlıklarında debelenirken, 1500 yıldır İslam memleketlerinde aydınlık vardı, huzur ve insan hakları vardı. O çağlardaki Batıya ait karanlık sıfatını İslam ülkelerine yapıştırmakta ayrı bir kurnazlıktır. Batıda ne zaman insan hakları başladı, batı ne zaman palazlandı ve doğuya el attı, el attığı yeri karıştırdı, sömürdü, hak falan bırakmadı. Zorla demokrat yapılmaya çalışılan İslam ülkelerinde azınlıkların haklarını koruma adına Müslümanların hakları gasp edildi. Yahudi veya Hristiyan azınlıklara her türlü özgürlükler verilirken Müslü-manların müslümanca yaşama hakları ellerinden alındı. Ve hala da bu despotluk devam ediyor.

Netice olarak diyebiliriz ki, Kur'an'ı ve Hazreti Peygamberin hayatını okuyan her insaflı insan görecektir ki, en kâmil manada insan hakları, hatta hayvan ve bitki hakları sadece İslam'da vardır. İslam insanı genel olarakta değil fert fert ayırmış, genel olduğu gibi özel haklarda vermiştir ki bu hakları hiçbir beyannamede görmek mümkün değildir. Mesela; anne hakkı, baba hakkı, çocuk hakkı, komşu hakkı, kardeşlik hakkı, işçi hakkı, işveren hakkı v.s gibi. Velhasıl İslam'ın belirtmeyip es geçtiği ne genel ne de özel hak sahibi vardır... Yani İslam her hak sahibine hakkını iade etmiştir.

İnsan hakları mahkemeleri en güzel vicdanlarda kurulur. İslam ta vicdan duygularına kadar düzenlemeler getirmiştir. Ama bu güzellikleri görebilmek için Batı'nın efsunlu söylemlerinden çıkmak, kendine gelmek, şaşılıktan kurtulmak gerekir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
10
HZ MUHAMMED S.A.V / İnsanlık Efendimiz'e (SAV) Şükran Borçludur
« Son İleti Gönderen: anadolu Dün, 08:33:23 ÖÖ »


İnsanlık Efendimiz'e (SAV) Şükran Borçludur

İnsanlık, Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şükran ve minnet borçludur.

Müslümanların şükran borcu ise çok daha fazladır. Zira İslamın ilk neferi O'dur. Kat kat karanlıkları elindeki meşaleyle aydınlatmaya ilk o başlamış, küfrü imana, zulmü adalete O dönüştürmüş, çığırından çıkmış insanlığa, insanlığını tekrar O hatırlatmış, bunun için en büyük zorlukları O göğüslemiştir… (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Bugün İslam'a aşina sinelere dahi İslam'ı anlatmanın zorluğunu görünce, Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabrını, azmini taktir etmemek ve bu mevzuda hayranlığını dile getirmemek mümkün mü?

Aslında bu minnet ve şükran duygularımız bütün peygamberlere, zira insanoğlunda bugün ne kadar güzel haslet varsa, hepsi de insanlığı şereflendiren peygamberlerden mirastır.

Hayatta öyle karanlıklar vardır ki, onları aydınlatmak hususunda insanlık aciz kalır. İllaki ıslahatçı şahsiyetlere ihtiyaç vardır. Mesela cahiliye dönemini hatırlayın kız çocukları bir utanç sebebi ve Hz. Ömer gibi deha bir şahsiyet bile bu geleneğin kurbanı… O dahi bu inanca kapılmış ve kendi öz yavrusunu elleriyle toprağa diri diri gömebiliyor. Belki bu yanlışın farkında ama çaresiz bu utanca teslim olmuş… Yine o günlere dönelim; kadınların insan olarak bir değeri yok… Kölelik yaygın ve insanlar yine insanlar tarafından hayvanlar gibi alınıp satılıyor. Ve daha ne kadar akıllara ziyan ve insanlığın şerefine yakışmayan, insanlıkla bağdaşmayan inanç, ibadet, gelenek görenek adı altında zulümler, işkenceler….

Peygamber Efendimizin (SAV) o günlerde bu alemi şereflendirmediğini bir düşünün, her halde o günlerin çirkin ve bütün vahşi gelenekleri, inanç ve ibadetleri yüzyıllar boyu sürecek ve belki bu günlere kadar gelecekti ve bugün belki de dünyanın bazı yerlerinde hala kız çocukları bu vahşi geleneklere, inançlara kurban olarak veriliyor olacaktı. Şu çok açık bir gerçektir ki, Peygamber Efendimiz (SAV) insanlığın gönlüne çökmüş kara bir kışı taze bir bahara, kat kat karanlıkları imanın nuruyla gündüze çevirmiştir.

Getirdiği şeriat hem dünya hem ahiret için gerçek bir kurtuluş vesilesidir. Kim ki O'nun hayatını kendine rehber yaparsa karanlıklar içinde sönmez bir meşaleye sahip olmuş olur. Ve düşme korkusu, ayağı kayma endişesi olmaksızın ebedi kurtuluşa ulaşır.

Ahzab suresi 45-46.ayette bu durum şöyle ifade edilir: "-Ey peygamber, biz seni hakka bir şahit, hem bir müjdeci ve ihtarcı olarak gönderdik. Hem Allah'ın izniyle Allah'a bir davetçi ve nur saçan bir ışık."

Hz. Muhammed (AS) bu alemde Allah'ın emirlerine ve hidayetine şahid olmuştur. Bu emirlere uyan, bu hidayete talip olan kulların ebedi bir kurtuluşla kurtulacakları müjdesini vermiştir. Gaflete dalanlara haykırmış, sağır kulaklara nidasını duyurmuş, günahkarları günahlarının acı akıbeti hususunda uyarmış, küfredenlere Allah'ın şiddetli azabını ve ebedi helaklarını ihtar etmiş. Yolunu sapıtanları, Allah'a davet etmiştir. Yaptığı bu işler sebebiyle O bir şahid, O bir müjdeci, O bir ihtarcı ve hem de O bir hakka davetçi ve kat kat küfür karanlıklarını delen bir nur, bir ışıktır.

Bu gün gerek Müslümanlar gerekse bütün insanlık bu davetten ve hidayetten çok faydalanmıştır. İster bu nimeti fark edip şükreder, ister küfredip nankörlük eder… Ama yaptıklarının faturası bir gün mutlaka önüne konacak ve cezası mutlaka kesilecektir.

Evet, dünyayı yaşanılır hale getiren Efendimize (SAV) bu sebeple şükran ve minnet borcumuz sonsuzdur. Ümmetine en güzel bir şekilde örnek olmak üzere, Peygamber Efendimizin (SAV) hayatının her safhası kusursuzdur. Hayatında utanç duyacağı, birilerinden gizleyeceği hiçbir davranışı olmamıştır. Her yönüyle kamil bir hayat sürmüştür. Ve hayatı hiçbir liderde olmayacak şekilde şeffaf ve açıktır. O sebeple Efendimiz (SAV) emsalsiz bir insandır. Beşerin en hayırlısıdır. Kullukta bir zirve olduğu gibi insan ilişkilerinde de öyledir.

-Hanımlarına karşı en müşfik, en sabırlı, en sevecen ve en anlayışlı bir eştir.

-Çocuklarına karşı en güzel bir babadır.

-Anne ve babasına karşı en hayırlı bir evlattır.

-Komşularına, arkadaşlarına karşı en cömert, en mütevazi, en keremli bir dosttur.

Savaşlarda en iyi bir komutan, devlet idaresinde en iyi bir idareci ve dolayısıyla her yönüyle örnek bir insandır. Gelmiş geçmiş bütün günahlarına bağışlanma müjdesi verilmesine rağmen, Rabbine karşı saygı, sevgi ve kulluğu da dillere destandır. Evet, kulluk cihetiyle de en edepli, en alim, en abid ve en zahid bir kuldur. Düşmanlarının ağzından dahi övülmüş, yegane insandır.

Ebu Cehil, Hz. Peygamberin en azılı düşmanı idi. Günün birinde O'na şöyle demişti:

"Ya Muhammed, ben sana yalancısın demiyorum. Fakat şu getirdiğin ve davet ettiğin şeyi inkar ediyorum."

Bizans Kayseri Herakliyus da Hz. Peygamber'den bir davet mektubu almıştı. Mektubu alınca ticaret için orada bulunan Ebu Süfyan'ı çağırarak ondan bu davet sahibi hakkında malumat istedi.

Ebu Süfyan o zamanlar, Hz.Peygamber'in 6 yıldır amansız bir şekilde mücadele ettiği düşmanıydı. Herakliyus şu soruları sordu: -Aranızda nesebi sülalesi nasıldır? Ebu Süfyan cevap verir;

- O'nun nesebi yüksektir.

- O'ndan önce bu sözü söyleyen olmuş mudur?

- Hayır

- Ataları içinde hükümdar olanı var mıdır?

-Yoktur

-O'na eşraf mı tabi oluyor, yoksa zayıf kimseler mi?

-Zayıf kimseler tabi oluyor.

-Adetleri artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?

- Günden güne artıyor.

- O'nun dinini beğenmeyerek ayrılanlar oluyor mu?

- Hayır.

-Ataları içinde hükümdar olan var mıdır?

-Yoktur.

-O'nu bundan önce yalan söylemekle itham eder miydiniz?

-Asla.

-Gadr edip sözünden döndüğü oluyor mu?

-Hayır, ancak Onunla bir müddetten beri muahede halindeyiz, ne yapacağını bilmeyiz.

-Size neleri emrediyor?

-Bize ancak bir Allah'a ibadet edin, Ona şerik koşmayın, atalarınızın dediklerini bırakın diyor. Bize namaz kılmayı, sadaka ve zekat vermeyi, haramlardan sakınmayı ve namuslu olmayı, bir de sılayı-akrabaya iyiliği emrediyor. (Buhari)

Bütün güzel hasletleriyle beşere örnek olan, Peygamber Efendimiz (Sav)'i Kur'an şöyle ifade ediyor; "Resulullah'ta sizin için ittiba gereken en güzel örnekler vardır." (Ahzab, 21)

Müslümanlar, Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) karşı şükran borcunun bir ifadesi olarak O'na bolca salat ve selam getirmeli, getirdiği şeriat'ı yaşamaya çalışmalı ve O'nun ashabını ve ehl-i beytini hayır dua ile anmalı, hayatta olanlarına sevgide ve saygıda kusur etmemelidir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
Sayfa: [1] 2 3 ... 10