Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Bizden Sizlere / Hasta Kalp
« Son İleti Gönderen: türkiyem Bugün, 09:05:04 ÖÖ »


Hasta Kalp

“Onların

kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır.
Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elim bir azap vardır.” (Bakara 10)

Âyet-i kerîmede kalblerinin hasta olduğu bildirilen bu kimseler, sâdece dilleriyle inandıklarını söyleyen, lâkin nefsâniyetin sultası altında bulundukları için sâlih bir yaşayışı olmayan kimselerdir. Îmân, bunların kalblerine tam olarak yerleşmemiştir. Bu nevî kalb
sâhiplerinin hâli, bedenen hasta insanların ıztırap içindeki hâline benzer.
Ne dünyevî hayatlarında bir âhenk, ne de iç âlemlerinde huzur vardır.
İç âlemlerindeki belirsizlik dış âlem¬erini, dış âlemlerindeki düzensizlik
de iç âlemlerini menfî tesir altında bırakır. Allâh Teâlâ bu kişilerin
içine düştüğü durumu şöyle ifâde buyurur:

“İşte
onlar, hidâyet karşılığında dalâleti satın almışlardır. Onların bu ticâ¬reti
kazançlı olmamış ve doğru yolu da bulamamışlardır.” (Bakara, 16)

Al¬lâh'ın âyet¬le¬ri¬ni lâyıkıyla
idrâk etmeye mâ¬nî olan vasıflar; ki¬bir, ucub, hased ve dün¬ya sev¬gi¬si gi¬bi
kal¬bî has¬ta¬lık¬lardır. Bu kişiler, mânevî bir terbiye görüp nefslerini
tezkiye etmediği müd¬det¬çe Allâh'ın râzı olduğu davranış güzelliğine
kavuşamazlar ve Kur'ân'ın es¬râ¬rın¬dan his¬se alamazlar. Ni-te¬kim ayet-i
kerimede şöyle buyrulur:

“Dünyada haksız yere kibirlenip büyüklük taslayanları, âyetlerimi gereği gibi anlamaktan uzaklaştıracağım...” (Arâf, 146)

Demek oluyor ki kalb, mânevî terbiye yoluyla terakkî etmediği takdirde, Kur'ân, kâinât ve insa-nın esrârından lâyıkıyla hisse alabilmek mümkün değildir.

Şu hadîs-i şerîf, kalbi her türlü hastalıktan muhâfaza¬ etmenin zarûretini ne güzel ifâde eder:

“Haberiniz olsun ki, bedende bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün beden iyi
olur; o bozuk olursa bütün beden bozuk olur. İşte o, kalbdir.” (Buhârî)

Bedenimizdeki her bir parçanın ayrı ayrı görevi ve özelliği vardır. Her biri kendine mahsus muayyen bir iş için yaratılmıştır. Hastalığı ise hangi işi için yaratılmışsa onu yapamamasıdır. Ya işi hiç yapamaz veya zorlukla yapabilir. Mesela elin hastalığı tutamamak, gözün hastalığı görememek gibi şeylerdir. Bunun gibi kalbin hastalığı da hangi iş için yaratılmışsa onu yapamaması, ondan uzak kalmasıdır. Kalb ilim, hikmet,
marifetullah, Allah sevgisi, Allah’a kulluk, Allah’ı zikirden zevk almak, Allah
Teâlâ’yı bütün arzuları üzerine tercih etmek ve bütün şehevi arzularına karşı
Allah’dan yardım dilemek için yaratılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yarattım.” (Zariyat,56)

Her azanın bir faydası vardır.

Kalbin faydası hikmet ve marifet sayesinde insanı hayvandan ayırt etmektir.

Çünkü insan yemek içmek ve şehevi arzularını yerine getirmek gibi vasıfları ile hayvanatla birleşir. Hayvandan ayrılması, eşyayı olduğu gibi bilmesi, yaratanın kudretini, azametini, kulluk görevini ve sorumluluğunu idrak etmesi ile mümkündür. Allah Teâlâ bunu şöyle ifade buyuruyor: “Heva ve hevesini tanrı edinen kimseyi gördün mü? Şimdi onun üzerine sen mi vekil olacaksın Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun?

Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar.” (Furkan, 43-44)

Eşyayı eşya yapan ve onu var ede Allah Tealadır. İnsan her şeyi bilse de Allah’ı bilmese bir şey bilmemiş sayılır. Allah’ı bilmenin alameti O’nu sevmektir. Allah’ı bilen O’nu sever.
Sevginin alameti hiçbir sevgiliyi ona tercih etmemektir. Seven sevdiğinin emir
ve nehiylerini yerine getirir. Seven sevdiğinin sözünden ayrılmaz.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
2
Zeki - Nureddin Soyak / O’nun Rızası İçin
« Son İleti Gönderen: türkiyem Bugün, 08:51:01 ÖÖ »


O’nun Rızası İçin

Rabbimiz buyurdu ki;

“O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır.” (Bakara, 22)

Rabbimiz yeri ve göğü içindekilerle beraber insana vakfetmiştir.  İnsana da bu bahşettiklerinden sürekli infak etmesin istemiştir. Peygamberler başta olmak üzere, gönül insanı vakıf adamlar, varını yoğunu Allah yolunda vakfetmişlerdir. Hz. Ebubekir varlığının tamamını, Hz. Ömer yarısını, Hz Osman da kıtlık zamanın da gıda yüklü kervanın tamamını bağışlamıştı, fi sebilillah. Ve ismini sayamayacağımız niceleri. Çünkü onlar akıllarını kullanmış, bakiyi faniye tercih etmişlerdir.

Rabbimiz buyurdu ki;

“O Allah, sizin için yeryüzünü bir döşek, bir beşik, durulacak bir yer, bir sergi yaptı ve size boyun eğer kıldı. Sizin için göklerde ve yerde olan her şeyi, güneşi ayı, geceyi gündüzü, denizleri, gemileri, nehirleri, hayvanları sizin emrinize verdi.”

İnanan inanmayan tüm insanlara ve tüm diğer canlılara karşılıksız veren, sayısız nimetler bahşeden Yüce Allah Rahmandır, Vehhâb (Her türlü nimeti karşılıksız bol bol veren), Razzâk (Yaradılmışlara faydalanacakları şeyleri ihsan eden), Latîf (İnce ve sezilmez yollardan kullarına çeşitli faydalar lutfeden), Mukît (Her yaratılmışın azığını veren), Kerîm (Keremi bol olan), Vedûd (Sevgi kaynağı olan, iyileri hep seven ve sevdiren), Kayyûm (Her şeyi ayakta tutan, ayakda durabilmesi için ihtiyacı olan her şeyi bahşeden) Velî (İyilere hep dost olan), Vekîl (İşleri en güzel ve mükemmel bir biçimde planlayıp icra eden), Berr (iyilik ve ihsanı bol olan), Ğanî (Çok zengin ve her şeyden müstağni olan), Nâfi' (Hep hayır ve faydalı şeyleri yaratan) dır.

"Ben, bu irşad görevime karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum, benim mükâfatım ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir" diyen peygamberler de gönül insanı vakıf adamlarıdır. Gönül insanı vakıf adamı, sahip olduğu şeyleri insanlığın hizmetine sunan kişidir. Allah ve peygamberinin ahlakıyla ahlaklanmaya çalışan insan gönül insanı vakıf adamıdır.

Gönül insanı olmadan, vakıf insan olunamaz. Gönül insanları en zengin insanlardır.

Sürekli verirler ama ne sevgileri ne de verecekleri biter. Gönül insanı, Rabbinin rızasından başka hiçbir şeye talip değildir. O’nun rızasına ulaşmak için veremeyecekleri hiçbir şey yoktur. Vakıf adamı hizmet gönüllüsüdür, hizmetleri gönülden yapar, fakat kendini hizmetlere zorunlu hisseder. İşi sadece gönlüne bırakmaz.

İslam medeniyeti, kendini insanlığın hizmetine adamış, vakıf insanlar yetiştirmiş ve yetiştirmeye de devam etmektedir. Bu insanlar bulundukları yerin yardım ve infak. Sevgi ve muhabbet merkezi olmuşlardır.

Gönül insanı vakıf adamın dünyası, sevgi, muhabbet, şefkat, merhamet, diğergamlıkla doludur.  Yaradılanı yaradandan dolayı seven bir gönüle sahiptir.

Gönül insanı vakıf adamlar, nereye bakarsa hizmet nazarıyla bakarlar. İnsana baksa insana, hayvana baksa hayvana, tabiata baksa tabiata nasıl hizmet edeceğinin hesabını yapar. Bu anlayıştan dolayıdır ki, Osmanlı da insana hizmetten, hayvana ve tabiata hizmete varıncaya kadar binlerce vakıflar kurulmuştur.

Fransız Comte de Bonneval, Osmanlı topraklarında gördüklerini şu şekilde dile getirmekten kendini alamamıştır: "Osmanlı Ülkesinde verimsiz ağaçların sıcaktan kurumasına meydan vermemek üzere her gün sulanmaları için işçilere para vakfedecek kadar çılgın Türkler görmek mümkündür." Gönül insanı vakıf adamlara hizmet delisi diyebilirsiniz. Onlar hizmetle yatar hizmetle kalkarlar. Onlar için zaman ve mekân önemli değildir. Allah için nerede bir hizmet var oraya koşarlar.

Gönül insanı vakıf adamlar;  öğretirken öğrenir, yedirirken doyar, içirirken kanar, giydirirken ısınır, tedavi ederken şifa bulur, yetim başı okşarken huzur bulur. Onlarda bıkkınlık ve yorgunluktan eser bulamazsın. Bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle hizmetten hizmete koşarlar. Onların bu halini gören vasat insanlar, bu duruma bir türlü anlam veremez de, kimi lehde kimi aleyhte ileri geri konuşurlar. Kimileri de neredeyse insanüstü varlıklar olduğuna bile inanmaya başlarlar.

Rahmetli babam Zeki Soyak hocaefendi anlatmıştı: Soğuk bir kış günü sabah namazına giderken soğukta titreyen bir merkep görür. Eve döner bir kilim alarak üzerine örter.

Bunun üzerin hayvan şefkatle babama bakar. Rahmetli babam “O soğuk günde tüm vücudumun bir anda ısındığını hissettim.” demişti.

“Ya Rasululah hayvanlara yaptığımız iyiliklerden dolayı bize sevap var mı?” diye soran ashabına “Her canlı için yaptığınız iyilikten dolayı size sevap vardır” buyurmuştur, nitekim bir köpeğe iyiliğinden dolayı bir adamın cennete, aç bırakarak bir kedinin ölümüne sebep olan kadının da cehenneme gittiğini haber vermiştir.

Rabbimiz buyurdu ki;

“Biz yeri, göğü ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.” (Enbiya, 16)

Müslümanlar dedikoduları, ne dünyaya ne de ahirete faydası olmayan, boş şeylerle uğraşmayı bırakıp, dünya ve ahiret saadetine ulaştıracak işlerle uğraşmalıdır. Bunları da sırf Allah rızası için yapmaya gayret etmelidir. Dünyevi çıkar ve menfaatlerin, dünyevi kaygı ve endişelerin fırtınalarında oradan oraya savrulan insanlardan, ne gönül insanı ne de, vakıf adamı olur. Onlar basit birkaç hizmetle hem kendilerini ve hem de çevrelerini avutmaya çalışırlar.

Muhteşem bir vakıf medeniyeti kurmuş bir Rasulün ümmeti, muhteşem bir vakıf medeniyeti kurmuş bir neslin torunları olarak bizlere yakışan, insanlığa hizmettir. “Halka hizmet, hakka hizmettir” anlayışıyla, imandan mahrum olanlara iman, ibadetten mahrum olanlara ibadet, ahlaktan mahrum olanlara ahlak, insanlıktan mahrum olanlara insanlık, hürriyetten mahrum olanlara hürriyet, temel ihtiyaçlardan mahrum olanlara da temel ihtiyaç ulaştıracak müesseseleri kurup en güzel şekilde, hizmet etmekle mükellefiz.

Rabbimiz yoluna, dinine uygun şekilde, ihlâs ve samimiyetle nefislerini bulaştırmadan hizmet edenlerin yar ve yardımcısı olsun. Gönül insanı vakıf adamı nasıl olmalı?

"Şefkat ü merhamette güneş gibi ol!
Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol!
Sehavet ü cömertlikte akarsu gibi ol!
Hiddet ü asabiyette ölü gibi ol!
Tevazu ve mahviyette toprak gibi ol!
Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol!"

Mevlana.

Nureddin Soyak

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
3
Eğitimle İlgili Makaleler / Akıl Eğitimi
« Son İleti Gönderen: türkiyem Bugün, 08:44:10 ÖÖ »


Akıl Eğitimi

“Ne öğretelim?”, “neyin eğitimini verelim?” ya da “neyi eğitelim?” türünde sorulara verilecek cevaplardan biri, “akletmeyi öğretelim”, “akletme eğitimi verelim” ya da “aklı eğitelim” şeklinde olabilir/olmalıdır. Buna göre eğitim çalışmalarının “içerik” ögesinin temel boyutlarından birinin “akıl eğitimi” olduğu söylenebilir.

Bu aşamada sorulması gereken sorulardan biri, akıl eğitiminin neyi ifade ettiği, neyi kapsadığı ve gerçekten de önemli bir içerik boyutu olup olmadığıdır. Bu sorulara cevap verilebilmesi için öncelikle aklın ne olduğu ile ilgili bir çerçevenin çizilmesi gereklidir.

Sözlükler incelendiğinde akıl kelimesinin;

“(1) düşünme ve anlama gücü,

(2) hafıza, bellek,

(3) düşünce, kanı,

(4) us” gibi kelimelerle eşleştirildiği dikkati çekmektedir. Bu kelimelerin ise bir kısmı aklın bir bilgi depolama aracı olmasını (hafıza, bellek); diğerleri ise yüklendiği işlevini (düşünme ve anlama gücü) öne alan betimleme çabası ile ilişkili olduğu söylenebilir. Daha dar ve özel anlamı ile akıl; anlama, kavrama ve hükme varma kapasitesini ifade etmektedir.

Hepsinin ötesinde akıl; düşünsel eylemlerin gerçekleştiği ve böylelikle bilgi, tutum ve davranışların şekillenmesinde, gelişmesinde, değişmesinde belirleyici olan bir gücü ifade etmektedir. Bu güç nedeniyledir ki akıl sahibi olan insanoğlu, bitki ve hayvan gibi diğer canlı varlıklardan farklılaşmakta; onlara bir üstünlük kurma ve onları kendi hâkimiyetlerine alma imkânına sahip olabilmektedir. Bu gücün doğru temellendirilmesi doğru kullanılmasını; buna karşılık yanlış temellendirilmesi de yanlış kullanılmasını ve hiç arzulanmayan durumlarla karşı karşıya kalınması anlamına gelmektedir. Buna göre akıl eğitimine, aklın doğru temellendirilmesi süreci olarak bakmak ve önemini buradan hareket ederek anlamlandırmak gerektiği söylenebilir.

Aklın; bilme, hatırlama, kavrama, anlama, soyutlama, derinlik oluşturma, teşhis etme, düşünme, ilişki kurma, çıkarımda bulunma, analiz etme, sentezlemelerde bulunma, yargılar oluşturma; böylelikle de diğer akıl, ruh, duygu ve beden faaliyetlerine yön tayin etme gibi işlevlerini bir düşünün. Bu işlevlerin yanlış bilgi temeline dayandığı ve tüm işlevlerin bu yanlış temel üzerine inşa edildiğini bir hayal edin. Ne kadar korkunç ve dönülmesi zor sonuçlara yol açabilir değil mi?

Bu soruya verilecek cevap, akıl eğitiminin doğru temellere dayandırılmasının ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle akıl eğitiminin, eğitim çalışmalarında kesinlikle üzerinde önemle durulması gereken bir içerik olarak ele alınması gerekmektedir. Şeyleri doğru bilmek, hatırlamak, anlamak ve kavramak; bu anlama ve kavramalardan yola çıkarak doğru tespit ve tahliller yapıp doğru çıkarımlarda bulunmak, doğru yollar belirleyip doğru yargılara ulaşmak yoluyla doğru uygulamalarda bulunmak, tamamıyla aklın doğru eğitilmesi ile mümkündür.

Burada önemli sorun, aklın nasıl doğru eğitileceğidir. “Nereden nasıl yola çıkmalı ve akıl eğitimi süreci nasıl biçimlendirilmelidir?” sorunu, tartışılmaya değerdir. Bu sorulara doğru ve gerçekçi cevaplar bulabilmek, aklın fıtratından, oluşum ve gelişim süreçlerinden hareket etmeyi gerektirir. Başka bir ifade ile akıl, nasıl oluşmakta, nasıl işlenmekte ve gelişmekte, hangi işlevleri ne zaman ve ne şekilde yerine getirmektedir?

Bilindiği üzere akıl, doğumla birlikte ve kapasite (potansiyel) şeklinde ve hazır olarak gelmektedir. İnsanoğlunun dünyaya aklı dolu olarak geldiğini, yaşam sürecinde bu bilgileri hatırlamaya başladığını savunan bazı ekoller olsa da daha çok kabul gören yaklaşım, aklın üzerine işleme yapılması gereken boş bir levha olarak gelindiği yönündedir. Buna göre akıl, yaşam sürecinde gözlem ve deneyimlerle birlikte akıl doldurulmakta; kendinden beklenen işlevleri etkin ve yetkin yerine getirebilir ya da getiremez hale gelmektedir. Bu çerçevede ana rahmine düştüğü ve yeterli olgunluğa geldiği dönemden itibaren ve doğrum sonrası özellikle ilk yıllarda, akıl zemin oluşumu süreci geçirmektedir.

Buna göre akıl eğitimi ile ilgili olarak şu tespitler yapılmalıdır:

1. Aklın temeli ilk yıllarda atılır. Doğum öncesi belirli bir evrede başlayıp özellikle doğrum sonrası ilk yıllardaki gözlemleri, deneyimleri; duyu organları ile algıladığı varlık, eşya, duygu ve düşüncelere ilişkin bilgiler, sözler, davranışlar, tepkiler gibi uyaranlar, çocuğun aklının temelini atar. Aklın temel şablonu ve çerçevesi bu dönemde oluşur. Adeta bir kamera gibi bu uyaranları hafızasına kaydeder. Bu kayıtlar bir döne sonraki tepkilerinin şekil, biçim ve düzenliliğinin temelini oluşturur. Bu dönemde çevresindeki insanların tutum ve davranışları ile söylemlerinden aldığı mesajlar, zihin âleminin akıl deposuna biriktirilerek ilerleyen dönemlerdeki düşünme ve diğer davranışlarına temel olacak yapı taşlarını oluşturur. Kavramlar, semboller, somut ve soyut varlıklara ilişkin algılar ve duygu gösterim biçimleri vb. bunlara örnektir. Belirli bir dönem çocuğun konuşmaksızın yalnızca izlemesi, dokunması vb. bu bekleyişin; düşünce dünyasının söze ve eyleme dönüşmesinin hazırlık evresidir. Bu nedenle bu dönemdeki çocukların, çevrelerinde doğru şeyleri duyması, izlemesi, aklına doğru temeller atılması açısından oldukça önemlidir. Anne ve babalar başta olmak üzere kardeşler ve diğer yetişkinler bu aşamada çocuklara doğru mesajları izlemesi ve dinlemesi konusunda dikkatli davranmalıdırlar.

2. Akıl bilgi depolama yeridir. Aklın önemli bir boyutu, hafıza olmasıdır. Bir depo alanıdır ve bilgi deposu olarak işlev görür. Duyu organı ile algılanan ve anlamlı hale dönüşebilen her bilgi birimi, burada depolanır. İlerleyen dönemde hatırlanmak yoluyla farklı bilgilerin anlamlandırılmasında, kavranılmasına ve öğrenilmesinde zemin olarak işlev görür. Başka bir ifade ile gelecekte biçimlenecek ve daha işlevsel hale gelecek zihin yapısının zeminini oluşturur. Bu nedenle ilerleyen dönemlerdeki düşünmelerin sağlıklı olması, beynin ve aklın işlevlerini yerine getirmesi açısından bu hafız boyutunun temiz, doğru, gerçek bilgilerle donatılması önem arz etmektedir. İlk dönemlerde duyulan ya da gözlenen/hissedilen şeyler, ilerleyen dönemlerde de okunulan kitaplar vb. doğru bilgilerle donanık olması; çocukların doğru bilgileri barındıran bilgi kaynakları ile yüzleşmeleri önemli bir gerekliliktir. Zaman zaman anne ve babaların ya da diğer kişilerin onları çocuk olarak değerlendirip yanlış, yalan ya da abartılı söz ve davranışlarda bulunmaları, içinde yanlış bilgilerin bulunduğu kitaplar okumaları vb.,çocuğun zihin dünyasının yanlış temellenmesi açısından önemli zararlara yol açabilecektir. Çocuk henüz o dönemlerde muhakeme yeteneğini henüz etkin kullanamayacağı için olduğu şekliyle kayıt altına alma durumundadır.

Diğer taraftan aklın hafıza olma işlevinin eğitilmesi de önemlidir. Çocuğun dikkatini odaklayabilmesi; varlık, söz ya da davranışları olabildiğince farklı yönleriyle görebilmeleri ile ilgili ilk deneyimler de bu ilk dönemlerde temellenmektedir. Bu çerçevede çocuğa dikkat etme, dikkatini toplama, doğru algılama, algıladıklarını hatırlama türünde davranışları etkin gösterebilmeleri için yetişkinlerin yardımcı olması gerekmektedir.

Zaman zaman dikkat yoklayıcı sorular sorulması, konuşturulması, hatırlama egzersizlerinin yaptırılması gerekmektedir. Henüz anlama ve muhakeme etme sorunu yaşasa da çocuklara ezberleme ve hatırlama yönünü güçlendirecek egzersizler yaptırılmalı; böylelikle dikkat etme, odaklanma, hafızaya alma ve bilgi depolama yeteneği güçlendirilmeye çalışılmalıdır.

3. Akıl, düşünme ve zihinsel üretimlerde bulunmaya ilk hareketi veren unsurdur. Aklın bilgi öğrenmenin ötesindeki önemli bir işlevi, düşünme ve bilgi üretme merkezi olmasıdır. Akıl etme olarak ifade edilen deyim, aklın bu işlevi ile ilişkilidir. Var olan bilgileri muhafaza etmenin ötesinde bunu işlemek yoluyla yararlanılabilir formata dönüştürmek, var olanlardan yola çıkarak ilişki kurmak, çıkarımda bulunmak vb. yollarla var olmayan yeni bilgiler üretmek, aklın depolamaya göre daha önemli bir işlevini oluşturmaktadır. Aklın, bilgisayardan olan farkı da burada ortaya çıkmaktadır. Bilgisayarı üreten akıl, henüz ona düşünme ve düşünce üretme işlevini yükleyememiştir. O halde aklın bu düşünme ve düşünce üretme merkezi olması, insana ve onun aklına ayrı bir önem ve değer kattığı söylenebilir. Analitik düşünme, eleştirel düşünme, yansıtıcı düşünme gibi daha birçok düşünme türü bulunmakta ve özellikle son dönemlerde bu konuda önemli çalışmalar yapılmaktadır. Düşünme eğitimi konusu ilerleyen aylarda ayrı bir konu olarak ele alınacağından daha çok ayrıntıya girilmemiştir.

Bir sonraki yazımızda buluşmak üzere selam ve dua ile…

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
4
Yaşar Değirmenci / Modern Hayatın Kölesi Olmaktan Kurtulalım
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 08:03:13 ÖÖ »


Modern Hayatın Kölesi Olmaktan Kurtulalım

Manevi-fikri yapısı güçlü bir insanı, sistematik hale getirilmiş toplum bünyesini bozan olumsuzluklar bozamaz. Şayet bir iyileşme meydana getirmek arzu ediliyorsa, işe örnek insanların sayısını artırmakla başlamaya mecbursunuz. Örnek insan bulamayınca insanlar ümitsizliğe düşer. Burada, ruhun-ruhi hasletlerin üstünlüğü hatırlanmalıdır.

Örnek insan hasretini halletmeden toplum huzur bulmaz. Modern hayatın kölesi olmaktan kurtulmak da örnek insanlar yetiştirmemize bağlıdır.

“Kendin için istediğini başkası için de iste, kendin için istemediğini başkası için de isteme” şeklindeki ahlaki esas yaşanmaya başlasa, sadece bu haslet kazanılsa, hayata yansısa sistematik tersliklerin hepsi aşılır. Ama şüphesiz ki herhangi bir hasletin topluma yayılması, kazanılması, elverişsiz ortamda mümkün olmaz. Ne var ki, aradaki münasebetin böyle olacağını bilmek ve görmek, manevi-fikri yapısı güçlü insanlarla neler yapılabileceğini anlamaya ve anlatmaya yarar.

İnanan insan, inanarak düşünen insan, dinini hayat tarzı olarak görüp yaşamaya çalışan insan, başka amaçlar için konulmuş vasıtaları ve malzemeleri, kendi amacı için kullanmayı başarır. Nerede olursa olsun o imkân ve şartları ‘hizmet yolu’nda kullanır. Yeter ki, nefsi düşünerek, kendine göre hesaplar yaparak mesuliyet ve mükellefiyetlerini unutup gaflete düşerek, kendini akıntıya bırakma rehavetine kapılmasın. Elbette ki, bu iş için aradığımız insan, ‘öncü’ insandır. İçinin sesini her zaman duyabilen dinleyebilen insandır. Bir nevi; ‘kahramanlık’ nasibine erişmiş insandır.

Dünyevîleşme, insanı çürütür. Tatlı-tatlı çürütür, neşelendire-neşelendire çürütür. Mesele, üretim tekniği meselesi değildir. Dünyevîleşme, bir hayat tarzını da beraberinde getirir. Size nasıl yaşayacağınızı, nasıl harcayacağınızı da telkin eder. İhtiyaçlarınızı siz değil; onlar belirler. Sizin de onlar nezdindeki durumunuz ‘tüketici’ olmaktan başka bir şey değildir.

Hayat nizamı olan İslâm’ı hayatın dışına çekip düşüncede, vicdanda bırakan yapı inandığı gibi yaşayan değil, yaşadığı gibi inanan bir toplum oluşturur.

Mukaddesi/kutsalı/değeri olmayan toplumlar yapay/sahte kutsallara tapar hale gelirler/getirilirler.

Alıştırıla alıştırıla getirilen insanımız, hassasiyetlerini kaybeden emre âmâde bir yaratık halini alır.

Zaafımız derindir, esasen imtihanımızın mal ile (maddi cazibeyle) olacağı da malumdur. O zaman da bizi şaşırtan maddenin cazibesi, bugün fevkalade mücehhez hale gelmiştir. Bugün, çarkların içindeyiz. Çıkamadığımız, kıramadığımız çarkların şu maddeyi yenmek o kadar zor değil aslında. Hem sahip olmayı bileceksin hem kullanmayı. Bugün Müslümanlar maddeyi yenecek güçtedir. Fakat o işi başarabilmenin ruhi, fikri kıvamından mahrumdurlar. Sistem meselesi ayrıdır, önce bu meseleyi halletmeliyiz. Bu mesele halledilmezse, fikri gayretler havada kalır, hayata intikal etmez. Ortaya bir yalnızlar kalabalığı çıkar. Kapitalizm, içten içe çürütme seansına devam eder. Tıpkı uyuşturucu müptelaları gibi. 

Çağın bugünkü noktasındaki ikilem şudur: Ya siz maddeyi yeneceksiniz ya madde sizi! Maddeyi yenemezseniz, öylesine yenilirsiniz ki: ibadet sıhhatinden bile mahrum kalırsınız. Böyle bir imtihan karşısındayız işte. Bunu kavrayamazsak, hiçbir fikri meselenin üstesinden gelemeyiz. Fert olarak ne kadar küçük olursak olalım, kendimize bir ‘öncülük’ ve ‘manevi kahramanlık’ nasibi biçmeye sonra da ona ehliyetli ve liyakatli olma gayreti içinde olmamız şarttır.

Bunun için bir günümüzü diğerinden farklı kılacak bir hayat tarzını benimsemeye mecburuz. Öyle ‘okumaya vaktim yok, düşünmeye vaktim yok, aramaya vaktim yok’ deyip bir irade ortaya koyamazsak köleleşiriz. Modern hayatın kölesi! Bu kölelik de bizi varlığımızla yokluğumuz arasında farkı olmayan kölelik.

Ekonomiyi her şeyin üstüne çıkaran bir materyalizm tutkusu, bütün sosyal hayatımızı yüksek voltajlı bir elektrik cereyanı gibi bitirdi. Dünyada öyle bir gelişmenin var olduğu ve bize de sirâyet ettiği söylenebilir; ama bu tatminkâr bir izah tarzı değildir.

Bizdeki bambaşka bir hal. Toplumun en iyi gizlenmiş ve korunmuş dokularını dahi manevi-kültürel değer ölçülerinin belirleyici önderliğinden mahrum bırakan bir sosyal sarsıntı, benzeri görünmeyen bir hadisedir.

Medeniyet tarihindeki örnekler, ferdin iç dünyasını bu derece etkileyen ve mukavemet zenginliklerini böylesine uyuşturan bir anafora şahit olmamıştır. İdeal heyecanının yaprakları bile kıpırdatmaya yetmeyecek derecede zayıfladığı bir ‘sosyal kesit’ tarihin hangi zaman ve mekân dosyasında vardır? Hangi asırda ve nerede göründü böyle bir kavrukluk? (Her şeye rağmen, inanan-okuyan-düşünen bir nesil yetişmiş olması; ümidimizi temsil eden apayrı bir tahlil konusudur.) Bir noktayı atlamayalım. Çok önemlidir. ‘Yaşamak ve hayata geçirmek’ işi nasıl olacak? ‘İnanç ve düşünce’ münasebeti bahsinde gerekenleri başardığımız kanaatinde miyiz? ‘İnanca dayanan düşünce’ bahsinde meydan boş kalmıştır.

İmam-ı Rabbani Hazretlerinin ‘Âlimlerin dünyayı sevmesi ve ona düşkün olması, güzel yüzlerine sürülen siyah bir leke gibidir. Din ilmini dünyalık için kullananlar büyük hüsrandadır.’ İkazı, ‘dünyevileşme hastalığı’na dikkat etmemizi gerektirir.

Neticeleri görüyoruz. Eser, bu! Yaşadığımız hayat, düşüncelerimizin neticesidir ve eseridir. ‘Efendim, yardımsever olalım, bencilliği bırakalım, maddeye çok önem vermeyelim’ nasihatleri, mevcut hayat tarzı ve ‘onu doğuran, onu zorlayan’ sebepler değişmedikçe, havada kalır. Sosyal-iktisadi-siyasi ve fikri tercihler manzumesi sabit kalındıkça, konfor ve refah rağbet gördükçe, Batıcılık yoluyla her şeyi paraya bağlayan garabet modelleri üretilip uygulanırken sessiz kaldıkça; bu toplumun hayatına iyilikleri, güzellikleri hayat tarzımıza koyamazsınız. Ne olursa olsun, her hâlükârda maddeyi yenecek ruh, şahsiyet ve irade sağlamlığına kavuşmak durumundayız. Reçete budur çare budur.

Hayatın bütün safhalarında bir Müslüman gibi davranmak esastır. Unutmayın! Dünyanın en ahmak insanları, başkalarının dünyası için kendi ahiretlerini yakanlardır.

Yaşar Değirmenci.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
5
Süleyman Gülek / Kul Hakkına Riayet Etmek
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:54:32 ÖÖ »


Kul Hakkına Riayet Etmek

Hayatımızın tamamını kuşatan sorumlulukların başında kul hakkı gelir. Kul hakkı kimsenin haksız yere malını almak, bir kimseyi maddi açıdan zarara uğratmak anlaşılır. Kul hakkı; insanların malı, mülkü gibi maddi varlıkları yanında kişilikleri, toplumdaki itibar ve saygınlıkları açısından da dikkate alınması gereken bir hak türüdür.

Bu yönüyle bakıldığında hırsızlık, rüşvet, hile, gasp gibi maddi açıdan insanları zarara uğratan kötü davranışlarla kul hakkı ihlal edilebildiği gibi insanları rencide etmek, alay etmek, zor duruma düşürmek, üzmek ve yalan, iftira, dedikodu, gıybet gibi insanları manevi yönden zarara uğratan olumsuzluklar da kul hakkına girer.

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Bazınızı bazınızla imtihan edeceğiz!” (En’âm, 6/53) Evet, Yüce Allah bizi pek çok şeylerle imtihan etmektedir. İşte bu imtihanlardan biri de bazımızın bazımızla imtihan edilmesidir. Kişinin eşiyle, çocuklarıyla akrabalarıyla ve komşularıyla, tanıdıklarıyla imtihan olmaktadır. Bu imtihan içerisinde kul hakkı da vardır. Kul hakkı, ancak hak sahibi kulun bağışlaması ile ortadan kalkabilir. Bu açıdan insanlar birbirlerine zarar vermemeli, haklarına riayet etmelidir.

Demek oluyor ki, insanlar birbirleriyle de imtihan oluyor; dolayısıyla çok dikkat etmeli, gereken hassasiyet gösterilmelidir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde bizleri şöyle uyarıyor: “Kimse hakkı olmayan bir karış toprağı bile almasın! Eğer alırsa, kıyamet gününde Allah yedi kat yeri onun boynuna dolar.” (Müslim, Müsâkât, 141) O halde hiçbir ayrıcalığın olmadığı, haklı ve haksızın mutlaka ortaya çıkarılacağı, herkese hakkının tam olarak ödeneceği mahşer gününde mahcup olmamak için kul hakkını ihlal etmekten şiddetle sakınalım.

Herhangi bir hak ihlalinde bulunmuşsak hak sahipleriyle mutlaka helalleşelim. Unutmayalım ki, kul ve kamu haklarını ihlal edenleri, hak sahipleri bağışlamadıkça Allah Teâlâ da bağışlamayacaktır. “Öyle bir günden sakının ki, o gün hepiniz Allah’a döndürüleceksiniz.

Sonra herkese kazandığı amellerin karşılığı tastamam verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır.” (Bakara, 2/281)

Yüce dinimiz İslam, kul haklarına saygı gösterilmesini ister. Kul haklarını çiğnemenin büyük bir günah olduğunu haber verir. Dinimize göre, kul hakkını çiğneyen kimse hak sahibi hakkını helal etmediği sürece affedilmez. (Buhari, Mezalim, 10) Peygamberimiz (s.a.v) kul hakkı üzerinde önemle durarak, “Birisinin hakkını alan kimse, ölmeden önce onunla helalleşsin! Paranın, malın geçmeyeceği kıyamet gününe üzerinde kul hakkı bulunarak gitmesin!”. (Buhârî, Mezalim, 10; Rikak, 48) buyurarak bu konuda bizleri uyarmıştır. Müslüman, kul haklarının kendisi için büyük bir sorumluluk olduğu bilinciyle davranmalıdır.

Resulullah (s.a.v), sahabelerle birlikte sohbet ederken onlara, “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu.

Ashâb: “Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdular: “Bu kişi ahirette namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna gelir. Bununla beraber öyle günahlarla gelir ki kimilerine sövüp saymış, kiminin kanını akıtmış, kiminin malını yemiş, kimine iftira etmiştir. Bu durum karşısında onun ibadetlerinden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır. Eğer ibadetleri ve iyilikleri bu hakları ödemeye yetmezse hak sahiplerinin günahlarından alınıp hak yiyenin günahlarına eklenir.

Böylece sevapları elinden gitmiş, günahları ise daha da artmış, dolayısıyla müflis durumuna düşmüş olan bu kişi cehenneme atılır.” (Müslim, Birr, 59)

Kul hakkı ihlali gündelik hayatta bazı tutum ve davranışlarda da karşımıza çıkar. Örneğin trafikte kırmızı ışıkta geçmek, aracını yanlış yere park etmek, sıraya girilmesi gerekirken diğer insanların önüne geçmek gibi davranışlar hak ihlalidir ve kul hakkına girmektir. Kul hakkının toplumun bütün kesimlerini ilgilendirdiği alan ise kamu hakkıdır. Kamu hakkı, sadece hayatta olanların değil, henüz dünyaya gelmemiş çocuklarımızın, tüyü bitmemiş yetimlerin, muhtaç, garip ve kimsesizlerin de hakkıdır. Kamu hakkını ihlal etmek, çok büyük bir vebaldir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Kim devlet malına hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir.” (Âl-i İmrân, 3/161)

Müslüman, her alanda kamu hakkına riayet eder. Rüşvet, hırsızlık, stokçuluk ve karaborsacılıktan uzak durur. Müslüman, kamu hizmetini sorumluluğu ağır bir emanet olarak görür. O, işine özen gösterir, devlet malını gözü gibi korur, asla israf etmez ve devlet malını gasp etmez. Hizmet sunduğu insanlara karşı adaletli, anlayışlı ve sabırlı davranır. Kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına asla yapmaz.

Kul hakları konusundaki tutum ve davranışlarımızın toplumsal sonuçları da vardır. Bir toplumda kul haklarına özen gösterilmediğinde insanlar kendilerini değersiz hissederler. Birbirlerine güvenemezler. Her zaman endişe içinde olurlar. Can ve mal güvenlikleri olmadığı için de mutsuz ve huzursuz olurlar. Sevgi, saygı ve güvenin ortadan kalktığı yerlerde toplumsal birlik ve bütünlük sağlanamaz. Bu da toplum yapısını zayıflatarak tehlikelere açık hâle getirir.

Her insan, kul haklarına riayet etme konusunda özen göstermelidir. Bilerek veya bilmeyerek başkalarının hakkına giren kimse, o hakkı ödemek ve helalleşmek suretiyle üzerindeki kul hakkından kurtulmalıdır.

Unutulmamalıdır ki dünyadaki birçok kötülük, kavga ve cinayetler; insanlar arasındaki huzursuzluklar, kul haklarına saygı göstermemekten kaynaklanmaktadır.

Bu sebeple dünya ve ahiret saadeti için, bizler de bulunduğumuz yerlerde kul haklarına özen göstererek üzerimize düşen sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz.

Süleyman Gülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
6


Resulü Efendimiz (S.A.V.) Evin Camiye Yakın Olması Çok Faziletlidir

Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.) buyuruyor; “Evi mescide yakın olan Müslümanın, evi mescide uzak olan Müslüman’a göre üstünlüğü, dini, namusu ve imanı için savaşan gazinin, evde oturan Müslüman’a üstünlüğü gibidir.” Yani evin camiye yakın olması bu kadar faziletlidir kardeşlerim. Çünkü 5 vakit namazda evi camiye yakın olan Müslüman camiye gider. Uzak olan Müslüman ise birçok şeyi bahane ederekten camide cemaatle olan namazın faziletinden mahrum kalır. Her zaman söylüyoruz camide imama uyarak namaz kılanın namazı garantilidir. Allah (C.C.) mekândan münezzehtir tabi ki ama Kâbe-i Muazzama ’ya Beytullah denildiği gibi camilerde Allah’ın (C.C.) evidir. Efendimizin buyurduğuna binaen “ Allah (C.C.) bir memleketi gazaba uğratacağı zaman o memlekette müminler camileri dolduruyorsa eğer gazap meleklerini geri çağırır” hadis-i şerifinden çıkartacağımız anlam, evi camiye yakın Müslüman, namazlarını camide cemaatle kıldığı sürece iman üzere vefat eder.

CAMİ MÜSLÜMANLIĞIN ALAMETİDİR

Sevgili kardeşlerim birçok semtte artık cami bulunmuyor. Bir yerden ev alacağınız zaman camiye yakınlığına bakarak alın. Eğer camiye yakın olmayan bir yerden ev alma durumunuz var ise o bölgede oturan müminler birleşerek bir cami yaptırın. Ayrıca bildiğiniz üzere bir memlekette cami olması Müslüman olmanın alametidir. Camisi olan bir memleket ile bir şey sormadan ve ortada bir sebep yok iken savaşamayız onlara saldıramayız.

 EFENDİMİZ ÜMMİ BİR PEYGAMBERDİR

Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.) buyuruyor; “Ben şu vasıflar ile diğer peygamberlerden üstün kılındım.

Şunlar üzere ben diğer peygamberlerden üstün kılındım. Allah (C.C.) beni bir kavme değil bütün insanlara peygamber olarak gönderdi. Bana ümmetime şefaat hakkı tanıdı. Şefaat Allah’ın (C.C.) sadece bana mahsus kıldığı bir durumdur. Ben dünyaya gelmeden önce Allah (C.C.) düşmanlarımın kalplerine bana karşı korku saldı. Yeryüzü bana temiz kılınarak mescit yapıldı.

Diğer peygamberler sadece ibadet bölgelerinde ibadet edebilirken bana yeryüzünün her tarafı mescit kılındı.

Benden evvel olan ümmetlerin hiçbirine harp ganimeti helal kılınmazken benimle beraber ümmetime harp ganimeti helal kılındı. Ben bunlar ile Allah’ın (C.C.) diğer peygamberlerinden üstün kılındım.” Efendimizin buyurduğu üzere üstünlüğü tamamen Allah’ın (C.C.) kendisinden gelmiştir. Efendimiz hiçbir kimseden ilim almamış tahsil almamıştır. Direk Allah (C.C.) ona vahiy yoluyla kendisi öğretmiştir. Efendimiz eğer ki birisinden ilim almış olsa bu sefer ona sen ondan bilgi aldın onun sözleri onun lafları diyeceklerdi. Ondan sebeptir efendimiz Ümmi bir peygamberdir.

EFENDİMİZİ (S.A.V.) BİZZAT RABBİMİZ İLİM İLE DONATMIŞTIR

Kur’an-ı Kerim vahiy yoluyla inerken Efendimiz (S.A.V.) okuma yazma bilen kâtipler tutuyor hatta onlara vahit kâtipleri deniyor. Direkt Kur’an-ı Kerim iner inmez Efendimiz onlara yazdırıyor. Kur’an bu şekilde ilk indiği üzere yazılmıştır. Hz. Ebubekir (R.A.) zamanında toplanmış, Hz. Osman (R.A.) zamanında çoğaltılmıştır.

Yani Kur’an-ı Kerim yazıldığı şekilde bizlere kadar geliyor. Peygamberimiz okuma yazma bilmediği halde Kur’an-ı Kerim’in bize bu şekilde ulaşması rabbimizin onu neden tüm insanlıktan ve diğer peygamberlerden üstün kıldığına da delalettir. Allah (C.C.) ona her türlü bilgiyi öğreterek onu kendi donatıyor. Efendimiz (S.A.V.) bununla ilgili buyuruyor; “Benim tahsilim yok ama ben öyle bir laf ederim ki kimse benim ettiğim laf söz gibi laf edemez. Kısacık bir cümlede çok derin anlamlar anlatabilirim” buradan anlayacağımız üzere Efendimizi (S.A.V.) bizzat rabbimiz ilim ile donatmıştır. 

Allah (C.C.)  bizleri yolundan ayırmasın.

Amin.

Prof. Dr. Cevat Akşit.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
7
Nihat Hatipoğlu / Dua Doğru Ama Ağız Yanlış
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:22:52 ÖÖ »


Dua Doğru Ama Ağız Yanlış

Denir ki, iman edenler Hz. İsa'ya gittiler. Şöyle dediler: "Ey Allah'ın Peygamberi! Dua ettiğinizde hastalar iyileşiyor. Sıkıntıları gidiyor. Bize de şu duaları öğretin. Öğretin ki biz sürekli sana gelip de dua istemeyelim. O duayı biz de okuyalım."

Hz. İsa bu istek ve ısrar üzerine hastaların şifası için yaptığı duaları bu kişilere öğretti. Adamlar çekip gittiler. Lakin kısa bir müddet sonra geri dönüp şöyle dediler:

"Ey Allah'ın Peygamberi! Biz sizden öğrendiğimiz duaları yaptık. Ama hastalarımız bir türlü şifa bulmadılar. Acaba bize yanlış dua mı öğrettiniz? Veya yaptığımız dualarda eksik mi vardı?"

GÜNAHSIZ AĞIZ LAZIM

Hz. İsa dedi ki: "Okuyun bakalım öğrettiğim duaları."

Adamlar okudular. Dualar doğruydu. Bunun üzerine Hz. İsa şöyle dedi: "Dualar doğru ama ağız yanlış. Ağız aynı ağız değil. Benim ağzımla olmadığı müddetçe o dualar kabul olmaz."

Temiz ağız, ürperen yürek olmadıkça yapılan dua da, niyaz da makbul değildir. Duanın nefsani bulutları dağıtması lazım.

'HELAL LOKMA YE EY SAD'

Sad b. Ebu Vakkas bir gün Hz. Peygamber'e şöyle dedi: "Allah'ın Peygamberi! Bana dua edin de Allah yaptığım bütün duaları kabul etsin."

Hz. Peygamber şöyle cevap buyurdu: "Ey Sad! Duanın kabul olmasını istiyorsan helal lokma ye. Allah helal lokmayla yoğrulan ağızdan çıkan duayı kabul eder. Çok kimse var ki, yediği haram, giydiği haram. Sonra da ellerini kaldırıp dua eder. Allah neden duasını kabul etsin?"

DUA, BEDDUAYA DÖNMESİN

Duaların kabul edilmediği yerde bereket olmaz, nimet olmaz, rahmet olmaz. Kulların Allah'a arz edecekleri makbul ibadet olmaz. O zaman da insanların Allah katında kıymeti olmaz.

Büyüklerden biri şöyle der: "Muhammed (SAV) ümmetinden ilk kaldırılacak olan iki güzel haslet, rahmet ve şefkattir." Günümüzde insanlar şefkati sadece kendi ailelerine gösteriyorlar. O da gösteriyorlarsa. Zira birçok insanda bu sıfat da kalmadı.

ERMİŞ KİMDİR?

Büyüklerden birine sordular: "Veli-ermiş kimdir." O, şöyle cevap verdi: "Tatlı dilli, güzel ahlaklı, güler yüzlü ve cömert kişidir ermiş. Kimseyle münakaşa etmez. Kendisine yapılan özrü kabul eder. Herkese merhametle davranır. Bu sıfatlar veli-ermiş kişinin sıfatlarıdır."

NİYE SELAM VERMİYORSUN?

Müslim Holani herkese selam vermezdi. Bir gün sordular: "Üstad, herkese selam vermiyorsunuz? Bunun sebebi nedir?" Şöyle cevap verdi: "Beni değersiz görüp selamımı almazlar diye bazı insanlara selam vermiyorum. Onlar beni değersiz görüp selamımı almadıklarında günaha girerler. İşte bundan ötürü herkese selam vermiyorum."

ŞEYTAN ŞÖYLE DEDİ

İnsanoğlunu dört şeyle yoldan çıkarırım: Cimrilik, haset yani çekememezlik, sarhoşluk ve öfke.

İSLAM'DA BÜYÜ VAR MI, VARSA NASIL KORUNMALIYIZ?

Büyü veya sihir, birtakım acayip işler vasıtasıyla başkaları üzerinde tesirler meydana getirmektir. Sihrin gözbağcılığı denilen gerçek olmayan çeşitleri yanında, gerçek netice ve etkileri olan çeşitleri de vardır. Ancak mahiyeti ve nasıl etki yaptığı bilinememektedir. İslam dini, sihri inkâr etmemiş; fakat itikadı bozduğu, tevhid inancına zarar verdiği, kötüye kullanıldığı ve kontrolü mümkün olmadığı için yasaklamıştır. Kur'an-ı Kerim'de, "Sihirbazın felah bulamayacağı" (Taha, 69) buyurulmuştur.

Sihir ve büyüye karşı korunmak için Allah'a sığınmak ve Felak ile Nas surelerini okumak tavsiye edilir.

 Bedensel engelliyim. Su kullanamıyorum, nasıl abdest alayım?

Su bulamayan veya su bulsa da kullanma sıkıntısı yaşayan kişi toprakla teyemmüm alabilir (Maide, 6). Temiz toprağa veya toprak cinsinden bir maddeye avuçla vurulup yüz ve kollar sıvazlanır. Teyemmüm budur. Siz de suyu kullanamayacak durumda iseniz toprakla teyemmüm yapabilirsiniz.

 Lohusa kadının kırkı çıkınca nasıl yıkanacak, tasın içine taş konması gibi şeyler anlatıyorlar doğru mu?

Kadının kırkı şu demektir: Çocuk doğuran bir kadından 40 güne kadar kan gelebilir. Bu süre lohusalık (nifas) dönemi sayılır. Ancak bu akıntı bir günde de kesilebilir.

Ancak 40 günden sonra gelen kan lohusalık kanı sayılmaz, işte bu kan kesilince yıkanmak gerekir. Buna halk arasında kırklının yıkanması denir.

Ancak sizin anlattığınız tasın içine taş konması gibi şeyler hurafedir, batıldır. Normal boy abdesti alacaksınız. Bu bilgi Hanefilere göredir. Şafiilere göre ise lohusanın üst sınırı 60 gündür.

Bilardo ve benzeri oyunları oynamanın dinimize göre hükmü nedir?

Oyun sonunda oyun malzemesinin kirasını veya içilen çayların parasını yenilen tarafın ödemesi gibi küçük de olsa bir menfaat karşılığında oynanan her türlü oyun kumardır. Dinimizde kumar haram kılınmıştır. Menfaat sağlamak söz konusu olmasa da sadece vakit geçirmek amacıyla oynanan tavla, kâğıt ve tombala gibi oyunlar, insanın vaktini boşa harcaması ve kumara vesile olmaları itibarıyla mekruh görülmüştür. İbadeti veya çalışmayı engellemeden ve yenilen tarafın yenen tarafa bir menfaat temin etmeden oynanan bilardo ve benzeri sportif oyunların oynanmasında ise sakınca yoktur.

Nihat Hatipoğlu.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
8
Vehbi Tülek / Allahü Teala Dilediğini Temize Çıkarır
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:11:17 ÖÖ »


Allahü Teala Dilediğini Temize Çıkarır

Nefsin tezkiyesi, temizlenmesi ancak Allah’a sığınmak ve O’ndan yardım istemekle mümkündür.

Ebü’l-Feth Rükneddîn hazretleri Hindistan'ın meşhur velîlerindendir. Mültan’da doğdu. Dedesi Şeyhülislâm Behâüddîn Zekeriyyâ ve babası Şeyh Sadreddîn’den ilim ve feyiz aldı. Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî, Nizâmüddîn Evliyâ ve Ferîdüddîn Şeker Genc gibi büyüklerle sohbet etti. Şihâbüddîn Sühreverdî hazretlerinin yolunda dîn-i İslâma hizmet ile meşgûl oldu. 1320 (H.720) yılından sonra Mültan’da vefât etti.
 
Bu mübarek zat, Mecma’ul-Ahbâr adlı eserdeki bir mektubunda buyurdu ki:

“O azîz, kesin olarak bilmelidir ki, insan iki şeyden ibârettir. Sûret ve sıfat. Hüküm sıfata göredir, sûrete göre değil. Ama sıfatın hükmü, hakîkat üzere, ancak âhirette görünür. Çünkü orada her şeyin hakîkatı zâhir olur. Bu sûret gidicidir ve herkes kendi sıfatına uygun şekilde haşrolunur.

Nitekim Bel’am-ı Bâurâ, o kadar tâatiyle birlikte, köpek sûretinde haşrolunacaktır. A’râf sûresi 176. âyet-i kerîmede meâlen; “Onun hâli köpeğe benzer” buyuruldu. Bunun gibi zulmeden, başkasının malına, canına tecâvüz eden, kendini kurt sûretinde; kibirli olan, kaplan sûretinde; bahîl ve harîs olan da, kendini domuz şeklinde bulacaktır. Kâf sûresi 22. âyet-i kerîmede meâlen; (Şimdi senin perdeni açtık! Artık bugün gözün keskindir) buyurulması, bunu gösterir.
 
İnsan, bu kötü sıfatlardan temizlenmedikçe, hayvanlar sırasında yer almaktadır. A’râf sûresi 179. âyet-i kerîmede meâlen; (İşte onlar, hayvanlar gibidir; doğrusu daha sapık ve aşağıdırlar) buyruldu.
 
Nefsin tezkiyesi, temizlenmesi ise, ancak Allah’a sığınmak ve O’ndan yardım istemekle mümkündür.

Yûsuf sûresi 53. âyet-i kerîmesinde meâlen; (Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefs, gerçekten kötülüğü şiddetle emreder. Ancak Rabbimin koruduğu nefs müstesnâdır. Çünkü Rabbim Gafûrdur, Rahîmdir” buyuruldu. Hakk'ın ihsânı ve yardımı olmadıkça, nefs tezkiye olmaz.

Nûr sûresi 21. âyet-i kerîmede meâlen; (Eğer üzerinize Allah’ın ihsânı ve rahmeti olmasaydı, içinizden hiçbiri ebediyyen (günah kirinden) temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır) buyruldu. Bu ihsân ve rahmetin alâmeti, ayıplarının kendine gösterilmesidir. Bütün kâinâtın yanında yok hükmünde olduğu ilâhî azametin nûrundan bir şuâ onun kalbinde parlasa; bütün dünyâ büyüklükleri, onun nazarında toprak hükmünde olur. Kalbinde dünyâ ehlinin kıymeti kalmaz.

Vehbi Tülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
9
Ahmet Demirbaş / Bu Ümmete Allah'ın Büyük İhsanı
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:04:34 ÖÖ »


Bu Ümmete Allah'ın Büyük İhsanı

Allahü teâlâ, önceki ümmetlere çok ağır yükler yüklemişti, dileseydi öteki ümmetlere yüklediği gibi bize de yüklerdi.

Allahü teâlânın var ve bir olduğunu bildiren ilahi dinlerin hepsi, insanlar tarafından bozulmadan önce, inanılacak şeyler bakımından birbirinin aynıydı. İman yönünden aralarında fark yoktu. Amentünün esası her dinde aynıydı. Her dinde Allah’ın var ve bir olduğu, cennet, cehennem ve âhiret hayatı bildiriliyordu. Bunlarda değişiklik olmaz; fakat amele ait hükümlerde her peygamberin dini farklıydı. Mesela, namaz vakitleri ve rekât sayıları farklıydı. Haram ve helâl farklıydı. Bir âyet-i kerime meali:
 
(Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitabı [Kur’anı] gönderdik.

Artık aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma! [Ey ümmetler,] her birinize bir şeriat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı [tek din gönderirdi]; fakat size verdiği [şeriat, din], sizi denemek içindir. Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın! Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirecek, haber verecektir) [Maide 48]
 
Âyet-i kerimede bildirildiği gibi, insanların tek ümmet yapılmamış, yani tek din gönderilmemiştir. Birkaç örnek verelim:
 
1- Musa aleyhisselamın dininde yenilen hayvanların iç yağları haramdı. Hâlbuki İslamiyet’te haram değildir. Bir âyet-i kerime mealen, (Yahudilere tırnaklı hayvanlarla, sığırı ve koyunun iç yağını haram kıldık) buyuruldu. (Enam 146)
 
2- Diğer ümmetler, kalblerinden geçen düşüncelerden de sorumluydu. Bir günahı yapmaya karar verene, o günahı işlemese de, günah yazılırdı. İslamiyet’te, iyi bir işe niyet edildiği hâlde yapılamazsa sevab verilirse de, yapılmayan kötü işler için günah yazılmaz. Hadis-i şerifte, (Kalbe gelen kötü şey, söylenmedikçe ve buna uygun hareket edilmedikçe affedilir) buyuruldu. (Berika)
 
3- Daha önceki dinlerde insan resmi ve heykeli yapmak günah değildi. Bunun için, İdris aleyhisselam semaya çıkarıldıktan sonra, sevenleri onun resimlerini, heykellerini yapıp, yükseklere koydular. Karşılarında eğildiler, secde ettiler. İslamiyet resim ve heykel yapmayı yasak etti.
 
4- Diğer semavi dinlerde çok güç şeyler de emredildiği hâlde, İslamiyet’te emredilmemiştir. Mesela İsrailoğullarına verilen hükümde, pislik değen uzuv yıkamakla temizlenmez, orayı kesmek gerekirdi. (Beydavî)
 
Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Rabbîmiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme ve bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma!)  [Bekara 286]
 
Bu âyet de gösteriyor ki, önceki ümmetlere çok ağır yükler yüklenmişti, Peygamber efendimizin hürmetine bu ümmete kaldıramayacağı yükler verilmemiştir, dileseydi öteki ümmetlere yüklediği gibi bize de yüklerdi. Bu, Resulullah'ın ümmetine Allahü teâlânın bir ihsanıdır.

Ahmet Demirbaş.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
10
B / Bünyamin Topçuoğlu - Büyük Cevşen
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:20:42 ÖS »
Bünyamin Topçuoğlu - Büyük Cevşen
9 / 00:02:52:30 / 157,93 MB



Bünyamin Topçuoğlu - Büyük Cevşen (9 / 2:52:30)
--------------------------------------------------------------------
Bünyamin Topçuoğlu - 01 Delailün Nur  36:01
Bünyamin Topçuoğlu - 02 Duayı Tercümanı İsmi Azam  08:37
Bünyamin Topçuoğlu - 03 Duayı İsmi Azam  04:15
Bünyamin Topçuoğlu - 04 Evradı Kudsiye  36:15
Bünyamin Topçuoğlu - 05 Münacatı Üveys el Karani  03:04
Bünyamin Topçuoğlu - 06 Münâcâtül Kur'an  55:40
Bünyamin Topçuoğlu - 07 Sekine Duası  02:16
Bünyamin Topçuoğlu - 08 Tahmidiye  22:11
Bünyamin Topçuoğlu - 09 İsmi Azam Mertebesinde Bir Dua  04:08




Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
Sayfa: [1] 2 3 ... 10