Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
İslami Yaşam Hayat Toplum ve Aile / İslamî Bütünlük
« Son İleti Gönderen: türkiyem Dün, 10:07:08 ÖS »


İslamî Bütünlük

Elhamdülillâh-i rabbil âlemin. Esselâtü vesselâmü ala resulüna Muhammedin ve âlâ âlihi ve sahbihi ecmâ’in.

Bu konuya başlarken öncelikle bir bütünün veya bütün olmayanın ne olduğunu iyi idrak etmemiz gerekir. Bir insan dediğimiz zaman; gözüyle, kulağıyla, ağzıyla,  el ve ayağıyla, gövdesiyle bir bütünlük arz eder. Göremeyen insana âmâ, duyamayan insana sağır, konuşamayan insana lâl denir. Demek oluyor ki, bütün azaların meydana getirmiş olduğu bu yapıya tam bir vücut diyoruz ve bu vücut kusursuz bir insanı meydana getiriyor.

Yine dünya dediğimiz zaman; Ay’ı, Güneş’i, dağ’ı, nehri, toprağı, suyu tek düşünemeyiz. Bu ve bunun gibi birçok yapının içinde bulunduğu, etkilendiği, birçok canlıyı barındıran geoit şekle dünya diyoruz. Allah (c.c.)’nın iki cihan güneşi Hz. Muhammed (s.a.v.)’e göndermiş olduğu İslam dini de farzlarıyla, sünnetleriyle, vacipleriyle, nafileleriyle bir bütündür, parçalanamaz.

Kendimizce parçalayarak yaşamak ne kadar doğrudur?

Bu soru hatırımda kalan, yaşadığım şu olayı aklıma getirdi. Bir gün Hacı Veyiszâde camisinden öğrencilerimizle birlikte çıkıyorduk. Talebelerimizle muhabbet ederken bir kadın camiye geldi. O kadın sanki kapatması gereken, bir erkeğe haram olan hiçbir uzvunu kapatmamıştı. Bu kadın çantasından bir ceket çıkardı giydi, sonra bir etek çıkardı giydi, sonra örtünüp içeri girdi ve namazını kıldı. Dikkatimi çeken bu kadını takip ettim tekrar camiden çıkarken giydiklerini çıkardı adeta yarı çıplak bir vaziyette çekti gitti.

Bu Bayan İslam dinini bir bütün olarak mı yaşıyor, yoksa İslam’ın bütünlüğünü bozup mu yaşıyor?

Allah (c.c.), ayeti kerimesinde söyle buyurmaktadır. “Kim İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o Ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Al-i İmran, 85)

İslam inanışına uygun olmayan bu davranış, İslam’a yapılan en büyük hakarettir ve ziyandır. Müslümanlara verilen en büyük zarar yine bu gibi davranışlardır. Nefsimizin değil, yaratan Rabbimizin istediği şekilde İslam’ı yaşamaya çalışmalıyız. Ancak bu şekilde İslam’ın bütünlüğüne zarar vermeden İslam’ı yaşayabiliriz.

İnsanları yöneten kanunlara “din” denir. İnsanları yöneten kanunların kurucusuna “Rab” denir. Rabbin kurmuş olduğu dinin uygulanışına “ibadet” denir. İbadet eden kimseye ise “kul” denir. Yaratan Rabbimiz, insanları yönetmek üzere din ve devlet tahsis etmiştir. Bu nizam ve intizamın tamamı, iç içe geçmiş zincirin halkaları gibidir. Biri olmazsa bütünlük olmaz, denge bozulur. İşte Allah’ın (c.c.) göndermiş olduğu dinimiz de bu halkalar gibi bir bütündür. Kur’an-ı Kerim’de bu hususta söyle bahsedilir. “Bugün size dininizi ikmal ettim. Üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı beğendim” (Maide, 3). Bu ayeti kerimeden anlaşıldığı üzere İslam itikadını oluşturan Rabbimizin koymuş olduğu kurallara tam ve bütün olarak halis bir kalple iman etmeli, teslim olmalı ve uygulamaya çalışmalıyız.

Nefsimizin istediğini kabul edip onun istediği şekilde yaşamak, birilerinin arzu ettiğine iman edip, onun arzu etmediğini kabul etmemek de İslam’ın nizam ve intizamını bozar ve itikada zarar verir. Müslüman’ın, hatırında gündelik yaşamında İslam’ı bir bütün olarak yaşamak onunla amel etmek olmalıdır.

Ben farzları yapıyorum ancak sünneti, nafile ibadetleri yapamıyorum, gücüm yetmiyor diyerek kenara çekilmeyecek. Bunun için nefsiyle, eşiyle, dostuyla, kendiyle mücadele edip yapmaya çalışacak, bunun için yollar arayacak. Şimdi kendimizce bir hasbıhâl edelim. Bir insan kendine ben âmâyım, ben sağırım diyebilir mi? İman da insan gibi sağır, âmâ olmaz, yarım olmaz. İslam’ı bütün olarak yaşamalıyız ki imanımızı ancak o zaman tamamlayalım.

Hz. Muhammed’e cahil, puta tapan, kız çocuklarını diri diri toprağa gömen azgın bir topluma tebliğ görevi verildi, iki cihan güneşi yılmadan, usanmadan dil, din, ırk, mezhep, zengin, fakir ayırmadan insanlığı İslam’a çağırdı.

Allah Rasulü o topluma İslam’ı bir bütün olarak inanmalarını ve yaşamalarını emretti. “Önce içkiyi bırakın, zinayı, yalanı, küfrü sonra bırakırsınız” demedi, halis bir niyetle gelmeleri şartıyla topluluğa İslam şerbetini içirdi. Her şeye rağmen ona inanmayanlar oldu, en yakınları, amcası ona inanmadı müşriklerden oldu.

Allah (c.c.) bize namaz kılmayı emretmiş. Ancak halis bir kalple ve dosdoğru olmamız şartıyla. Abdest olmadan, haram olan uzuvları kapatmadan, dosdoğru bir namaz kılmış sayılmayız, İslam’ı farzıyla, sünnetiyle, nafilesiyle, vacibiyle yaşamaya çalışmadan da iman-ı kemale erişmiş olmayız.

Bütün canlılar kendi dillerinde Allah’ı zikretmektedir. Allah kâinatı bir bütün olarak yaratmış, tüm sırları kâinat kitabına gizlemiştir. Bir bütün olan kâinatın sırlarını ifşa etmemiz içinde Kur’an-ı Kerim’i ve peygamber efendimizi rehber olarak göndermiştir. Bu İslam dairesinden tutunmak, dışına çıkmamak ancak akıl sahiplerinin yapacağı bir iştir. İslam’ı parçalamak, işimize gelen ayetleri kendimize ölçü alıp diğerlerini yok saymak ancak insanı küfre, şirke götürür.“Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?” (Bakara, 85)” ayetine göre kuru yaprağın rüzgârda savrulduğu gibi insanı savurur. Müslüman’ın en tabi vazifesi Kur’an ve hadisler ışığında kendine yol edinmek ve bir olan Allah’a şüphesiz iman etmektir. İslam’ın tek bir rotası vardır; o rota da, gideceği liman da bellidir.

Kur’an-ı Kerim, hadisler, vacipler, farzlar vs. yapbozun parçaları gibidir. Hepsinin bir yeri vardır. Amaç o parçaları bir bütün haline getirip resmi görmektir. O parçaların biri diğerinden daha az kıymetli değildir. Bu parçalar bir araya gelirse ancak o zaman resmin tamamını görmüş olur ve amacımıza ulaşmış oluruz. İslam da bu resim gibi parçalandığında anlamsız ve faydasızdır.

Allah Teâlâ İslam’ı bütün olarak algılayan ve yaşayan mü’min kullarında eylesin!

Âmin.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
2
İslami Aşk ve Sevgi / Peygamberi (SAV) Neden ve Nasıl Sevmeliyiz
« Son İleti Gönderen: türkiyem Dün, 10:02:39 ÖS »


Peygamberi (SAV) Neden ve Nasıl Sevmeliyiz

Mü'min, Allah Teala'ya ve O'nun indirdiği-gönderdiği her şeye O'nun istediği biçimde iman edendir.  Mü'min bu hayata imtihan için geldiğinin farkındadır.  Ancak hayatı içerisinde başına gelecek olan hadise ve olayların anlamını bazen kavrayamayabilir. Veya hadise ve olaylara nasıl tepki göstereceğini kestiremeyebilir. Böyle bir durum, mü'min kulun hayat içerisinde bunalımlar yaşamasına neden olacaktır. Rahman olan Allah Teala, kullarının bu karmaşadan kurtulması için insanlara kendi cinslerinden -aynı kendileri gibi- birini peygamber olarak gönderir. Bu lütuf, Allah Tealanın er-Rahman ve el-Ğafur isimlerinin bir tecellisi olarak gerçekleşir. Yine bu olay, toplumsal alanda ahlakî özelliklerini kaybeden ve yaratılışlarının aksine hareket eden toplumlar için sünnetullahtır.

Gönderilen her bir peygamber, toplumuna Allah Teala'nın tertemiz ayetlerini okuyarak muhataplarını tertemiz kılmak ve onlara hikmeti öğretmek istemişlerdir. Hep bu yapının oluşturulmasının çabası içerisinde olmuşlardır. Bütün gayretlerini Allah Teala ve insan arasındaki engelleri kaldırmak için sarf etmişlerdir. Hayatları devam ederken bir yandan toplumsal çalışmalarını devam ettirmişler diğer taraftan da başlarına gelen musibetlere sabır göstermişlerdir. İnsanlara bir şeyler anlatırken kendilerini hiçbir zaman bir kenara koymamışlar, anlattıklarını öncelikle ve devamlı olarak kendileri uygulamışlardır. Yani, hayatları hep söz-amel ahengi içerisinde devam etmiştir. Yapmadıkları şeyleri kesinlikle söylememişlerdir. Allah Teala, gönderdiği her bir peygamberini bazı özel vasıflarla donatmıştır. Bunlar:

    Peygamberler, güvenilir insanlardır. Ahlakına, ilmine, gözüne, gönlüne ve görevlerini hiç aksatmadıklarına güvenilen insanlardır.

    Peygamberler, günah işlemezler. Bazı küçük hataları olmuştur ancak bilerek-isteyerek günah işlemezler.

    Peygamberler, sadakat sahibi insanlardır. Doğru söyler, doğru konuşurlar. Şakadan bile olsa hayatlarında yalan yoktur. Bu vasıfları nedeniyle toplumda önemli bir statü elde etmişlerdir.

    Peygamberler; akıl sahibi, olaylar arasında bağ kurabilen zeki insanlardır. Deli veya meczub değillerdir.

    Peygamberlerin, tebliğ ve tebyin etme görevleri vardır. Allah Tealadan almış oldukları ne varsa onları Allah Tealanın istediği şekilde anlatmışlardır. Ayrıca anlattıklarını da tebyin vazifeleri gereği topluma izah etmişlerdir.

Bu vasıfların yanı sıra peygamberlerin en önemli özellikleri, gönderildiği toplumun kaybettiği karakteristik özellikleri bünyelerinde barındırmalarıdır. Bir toplum hangi özelliğiyle yoldan çıkmış ise Allah Teala o topluma kaybedilen özelliği en güzel şekilde gösteren peygamber göndermiştir. Ölçü-tartıya dikkat etmeyen bir topluma, bu özelliğe vurgu yapan ve hassas davranan bir peygamber; ahlakî özelliklerin yıprandığı bir toplumda, ahlakıyla göze çarpan bir peygamber; yalan, hile ve insanlar arası sınıf ortaya çıkaran bir topluma, doğru sözlü, güvenilir ve adalet sahibi bir peygamber göndermiştir.

Dağınık ve seviyesiz bir toplumda peygamberler karakterleriyle hep dikkat çekmiştir. Etraflarındaki insanları etkilemiş ve onları sırat-ı müstakim üzere yol almaları için yönlendirmişlerdir.

Efendimiz Hz. Muhammed de (sav) diğer peygamberler gibi aynı kaynaktan beslenmiş ve aynı vasıflarla tezyin edilmiştir. Ahlakın zayıfladığı, insanların sosyal seviyelerinin ancak kendileri tarafından belirlenen birkaç safsataya göre şekillendiği bir topluma gelen ve bu toplumdan da kıyamete kadar gelecek olan bütün insanlığa seslenen Hz. Muhammed (sav), hayatı boyunca göstermiş olduğu her davranışıyla çağlara örnek olmuştur. Allah Teala da O'nun (sav) hayatından razı olmuş ve bütün insanlık için O'nu "Üsve-i Hasene" olarak ifade buyurmuştur. Yani O (sav), en güzel seviyedir. En güzel insanlık seviyesi, en güzel ahlak seviyesi, en güzel kulluk seviyesidir...

Mademki O en güzel seviyedir, o halde bizlere düşen de Hz. Muhammed (sav) ile seviye almaktır. Neye ihtiyacımız varsa O'na (sav) bakarak seviye alacağız demektir. O'nun (sav) insanlığından insanlık öğrenerek topluma seviye kazandıracağız. O'nun (sav) ahlakından ahlak öğrenerek toplumun yanlış gidişatına "dur" diyeceğiz. O'nun (sav) yanlışları düzeltme yaklaşımlarını öğrenerek yanlışlarımızı düzeltme hususunda insana yaraşırlığı anlayacağız. Böylece Rabbimizin razı olduğu bir hayatı örnekleyerek bizim hayatımızdan da razı olunmasını sağlayacağız, inşallah.

Allah Teala'nın insanlara nimeti olan hayatımız devam ederken bizlere ufak tefek yardımları olan kimseleri hiç unutmayız değil mi? Bilgisinden az çok bir şeyler aktaranları sürekli yâd ederiz, değil mi? Onlara karşı kalbimizde ayrı bir sevgi oluşur ve onları hiç unutmayız, değil mi? Peki, Hz. Muhammed’i (sav) nasıl unutabiliriz ki? Veya O'na (sav) karşı kalbimizde nasıl sevgi oluşamaz ki?

Hâlbuki bizler, insanlığa dair her şeyi hep O'ndan (sav) öğrendik. Duayı da O'ndan (sav) öğrendik, namazı da. Hayatın ne kadar fedakârlık istediğini de. Yanlışların nasıl düzeltilmesi gerektiğini de. En zor zamanlarda bile Allah Teala'yı hatırlamanın ne kadar önemli olduğunu da. Tüm insanlığa ait sözümüzün olması gerektiğini de. Şehadetin ne kadar gerekli olduğunu da. İnsanları kandırmamanın ne büyük fazilet olduğunu da hep O'ndan (sav) öğrendik... Sadece dünyaya ait özellikleri değil daha önemlisi Rabbimizi razı edecek her davranışı da uygulamasıyla O'ndan (sav) öğrendik. Tüm bunlar kalbimizde O'na (sav) karşı derin bir muhabbet ve tereddütsüz bir sevgi var etmiştir.

Allah Teala'nın kalbimize ülfet ettirdiği Peygamber sevgisi, "Vah Efendim! Canım Efendim!" diyerek dramatik sahneler yaşanmasına neden olan sevgi değildir. Bilakis Peygamber sevgisi, ona ittiba ve itaatle meydana gelen sevgidir. Peygamber sevgisinin göstergesi, O'na (sav) güzellikle tabi olmamız, getirdiği emirleri gücümüz yettiğince yapmamız ve yasaklarından da tam olarak kaçınmamızdır. İşte, Peygamber sevgisi budur. Rabbimiz Peygamber'in (sav) görevini Kur'an'da şöyle buyurmuştur:

“De ki: Ben kendim için Allah dilemedikçe hiçbir şeye kadir değilim. Şayet gaybı bilseydim elbette birçok faydalar elde ederdim, bana hiç fenalık da dokunmazdı. Ama ben sadece bir uyarıcı ve bir müjdeleyiciyim.” (A’raf, 188)

“De ki, ben de tıpkı sizin gibi bir beşerim. Bana, ilâhınızın bir tek ilâh olduğu bildirilmiştir. Artık kim Rabbine kavuş-mayı umuyorsa hemen iyi bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak etmesin.” (Kehf, 110)

“Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107)

Peygamber sevgisinin nasıl olması gerektiğini Beyhaki ve Taberani'de geçen şu hadisle netleştirelim:

"Rasulullah (sav) abdest için biraz su istedi. Gelen suya elini batırarak abdest aldı. Biz de kalan suya elimizi batırarak avuç avuç aldık. Elimize, yüzümüze sürdük ve biraz da içtik. Bunu gören Rasulullah (sav): "Bunu niçin yapıyorsunuz?" diye sordu. Biz de "Allah ve Rasulüne olan sevgimizden." dedik. Efendimiz(sav) de:"Eğer Allah ve Rasulü'nün sizi sevmesini istiyorsanız; emanete hıyanet etmeyin, konuştuğunuzda doğru konuşun ve komşunuza eziyet etmeyin." buyurdu.

Bir başka hadis-i şerifte Efendimiz (sav), sevginin boyutunu şöyle sınırlamıştır:

“Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı aşırı surette methettikleri gibi, sakın sizler de beni methederken aşırı gitmeyiniz. Şüphesiz ki, ben sadece bir ku¬lum. Onun için bana (sadece) Allah’ın kulu ve Rasulü deyiniz.”Sevginin olması gereken özelliği budur işte.

Rabbimize hamdolsun ki bize elçisi vasıtasıyla sapasağlam bir din göndermiştir.

Hayatımızın her bir aşamasına dair de mükemmel ölçüler belirlemiştir. İslam'da Peygamber sevgisinin temel ölçüsü "O'nu (sav) ne ilah seviyesine çıkarmaktır ne de bir postacı muamelesi yaparak geldi ve gitti demektir." O (sav), bizim en güzel örneğimizdir.

Öyleyse O'nu (sav) kendi nefsimizde ne kadar örnek aldığımıza iyi bakmalıyız. Okunan ezanlarda ne kadar "Eşhedü enne Muhammed-ur Rasulullah"ı duyuyoruz ve o çağrıya kulak veriyoruz?

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
3
HZ MUHAMMED S.A.V / Hz. Muhammed s.a.v Tanıyalım
« Son İleti Gönderen: türkiyem Dün, 09:57:49 ÖS »


Hz. Muhammed s.a.v Tanıyalım

İnsanlığa kurtuluş rehberi olarak gönderilmiş bulunan Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’i bütün insanlık iyi tanımalıdır. Özellikle onu peygamberleri olarak kabul eden Müslümanlar, çok daha iyi tanımak durumundadırlar. Yıllardır örnek almaya çalıştığımız, dualarımızın en anlamlı bölümünü oluşturan, “sancağı altında gölgeleneceğimiz...” günün ulvîliği ve yüceliği ile teselli bulduğumuz, hasretini yüreğimize tâç yaptığımız Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’i hakiki kimliği ile ne kadar tanıyoruz? Onun rehberliğini nasıl anlıyoruz?...

Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in doğru anlaşılması Müslümanlar için neden  her şeyden daha fazla önemlidir?

Çünkü peygamberlere iman, inanç sistemimizin olmayınca olmaz şartlarındandır. Eğer Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’i anlamada bir sorun varsa, imanımız da sorunlu hale gelir.

Çünkü: Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) doğru anlaşılamaz ise Kur’an doğru anlaşılamaz, vahiy doğru anlaşılamaz; O Kur’an’ın aynasıdır, Kur’an da  onun.

Çünkü: Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) doğru anlaşılamaz ise İslam bir bütün olarak doğru anlaşılamaz. Öyle ki, onun yanlış anlaşılma oranı, katlanarak, Kur’an’a ve bir bütün olarak İslam’a yansır...

Çünkü: Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) sadece arkasından gözyaşı dökülen; sadece hatırasıyla yaşanılan değil; kendisiyle yaşanılan olmalıdır...

Onun sadece sakalıyla, hırkasıyla, nalisiyle değil; hayatıyla dost olunmalıdır...

O sadece hayran olunacak şahsiyet değil; örnek alınacak şahsiyettir...

Ve onun örnekliğine yine onun kararlılığı ile sahiplenmek zorundayız. Güneşi ve ayı ellerine verseler vazgeçmeyeceğini söylediği kararlılıkla...

İşte bu tebliğimizde Hz. Muhammed(sallallahu aleyhi ve sellem)’i  gerçek kimliği ile ve oldukça yakînen tanımaya çalışacağız. Hiç şüphesiz ona en yakın olan ve onu  en iyi bilen ve tanıtan, onu terbiye eden Allah’tır; sonra onu en doğru ifade eden hiç şüphesiz kendisidir; daha sonra da kederleriyle, coşkularıyla risalet mücadelesine ortak ettiği, kendileriyle ekmeğini, suyunu ve  yüreğini paylaştığı sahabesidir.

ALLAH’IN ANLATTIĞI HZ. MUHAMMED (SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM)

Onu en iyi bilen Rabbı, Kur’an-ı Kerim’de şöyle tanıtıyor onu:

Adı Muhammmed’dir: “Muhammed, sadece bir elçidir.” (Âl-i İmran, 144)

Mekkelidir, Kureyş’e mensuptur: “Andolsun ki, Allah, kendi içlerinden onlara bir elçi göndermesiyle mü’minlere büyük lütufta bulundu.” (Âl-i İmran, 164)

1. Hz. Muhammed(sallallahu aleyhi ve sellem) insandır:

Peygamberliğini ilan edince onu reddeden Mekkeliler, evvelâ onun kendileri gibi bir insan olmasını kabullenemediler ve onun insanüstü bir takım özellikleri olması gerektiğini öne sürdüler. Şu ayetler onların isteklerini oldukça çarpıcı ve net bir şekilde ortaya koymaktadır:

“Dediler ki: Yerden bize bir kaynak fışkırtmadıkça sana inanmayız!... Ya da zannettiğin gibi üzerimize gökten parçalar düşürmelisin. Veya Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın...  De ki: Rabbimi tenzih ederim! Ben sadece insan bir elçiyim... Şunu da söyle:  Eğer yeryüzünde gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik.” (İsrâ, 90-95)

“Dediler ki: Bu ne biçim peygamber; yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor! Ona kendisiyle beraber uyarıcı olarak bir melek indirilmeli değil miydi? Yahut kendisine bir hazine indirilmeli... (değil miydi?) Bak (Rasûlüm), senin hakkında ne biçim temsiller getirdiler! Artık onlar sapıtmışlardır...” (Furkan, 7-9)

“De ki: Ben yalnızca sizin gibi bir insanım...” (18 Kehf, 110; 41 Fussilet, 6)

2.Hz. Muhammed(sallallahu aleyhi ve sellem)  ilk vahiyden önce peygamber olacağını bilmemektedir:

“Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun...” (Şura, 52)

“Biz bu Kur’an’ı vahyetmekle sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Sen ondan önce bilmiyordun.” (Yusuf, 3)

“Sen bu kitabın sana vahyolunacağını ummuyordun. (Bu) ancak Rabbinden bir rahmet (olarak) gelmiştir...”(Kasas, 86)

3. Hz. Muhammed(sallallahu aleyhi ve sellem)  melek değildir, gaybı da bilmez:

“De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum; gaybı da bilmem; ben size melek olduğumu da söylemiyorum; ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum...” (Enam, 50)

“De ki: Ben kendime, Allah’ın dilediğinden başka herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim; eğer gaybı bilseydim, elbette daha çok hayır elde ederdim ve bana kötülük dokunmazdı...” (Araf, 188)

4. Hz. Muhammed(sallallahu aleyhi ve sellem)  büyük ahlak sahibidir:

Ona ilk karşı gelenlerin itirazlarında öne çıkardıkları gerekçelerden biri de; “Neden sen? Senin özelliğin nedir ki?” şeklinde olmuştur. Bu itirazın cevabını yine Rabbımız veriyor:

“Çünkü sen muhteşem (gıpta edilecek) bir ahlak üzeresin.” (Kalem, 4)

5. Hz. Muhammed(sallallahu aleyhi ve sellem)  insanların talepleri üzerine mucize gösteremez:

Bilinen insanlık tarihinde mucize talepleri genellikle inanlardan gelmemiştir. Peygamberlerinden kendilerine mucizeler getirme isteği, özellikle, peygamberlerini reddedenlerin ortak talepleri olmuştur. Öyle ki, Hz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e inanmayan Mekkeliler ondan mucize istedikleri zaman, Allah onlara şöyle cevap verir:

 “Dediler ki: Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi? De ki: Mucizeler (âyetler ) Allah’ın elindedir; Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” (Ankebut, 50)

Yine Mekkeliler:

 “Kendilerine bir mucize geldiği taktirde mutlaka iman edeceklerine dair olanca güçleriyle Allah’a yemin ettiler. De ki: Mucizeler yalnız Allah’ın yanındadır...” (Enam, 109)

Bu net ve apaçık ifadelerden yine aynı açıklıkta anlaşılmaktadır ki, mucize ilahî hikmete uygun düştüğü ölçüde ancak Allah tarafından bahşedilir...

6. Hz. Muhammed(sallallahu aleyhi ve sellem)  âlemlere rahmettir:

“(Ey Muhammed!) Biz seni (başka bir amaç için değil) âlemlere rahmet olarak gönderdik.”( Enbiya, 107)

Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) kendi çağında yaşayan insanlara olduğu gibi, son peygamber olduğu için, kendi çağından sonraki bütün insanlık için de rahmettir, kurtarıcıdır. Onun bütün insanlığa rahmet oluşu ve kurtarıcılığı, çağdaşı muhatapları için hem bizatihi hem getirdiği vahiyler itibariyle; daha sonrakiler için ise hem getirdiği vahiyler hem de kendi mesajları itibariyledir.

7. Hz. Muhammed(sallallahu aleyhi ve sellem)  şefkatli, merhametli ve şânı yüce olandır:

 “Doğrusu, size kendi içinizden öyle bir elçi gelmiştir ki; sıkıntıya uğramanız (belaya çarptırılmanız) ona ağır gelir; O sizin üzerinize titrer, (size çok düşkündür); Müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 128)

 “(Ey Muhammed!) Biz senin şan ve şerefini yüceltmedik mi?” (İnşirah, 4)

8. Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)  örnek bir şahsiyettir:

 “Andolsun, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah’ı çok anan kimseler için; Allah’ın Rasûlünde en güzel örnekler vardır.” (Ahzab, 21)

Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in örnek olması, onun emir ve yasaklarına itaat edilmesi ile Onun hayat anlayışını benimsemekle ve Onun ahlakı ile ahlaklanmakla gerçekleşir.

HZ. MUHAMMED (SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM)’İN  ANLATTIĞI  HZ. MUHAMMED (SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM)

1. Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)  kendisinin beşer/insan olduğunu söylüyor:

“Ben de sizin gibi bir insanım, hatırladığınız gibi hatırlar, unuttuğunuz gibi unuturum.” (Müslim, Mesâcid, 93 (1/402)

“Şüphe yok ki, bana vahyedilmeyen konularda ben de sizin biriniz gibiyim.” (Feyzü’l-Kadir, 3/12)

“Ben ancak bir beşerim, size dininizden bir şey emrettiğim zaman onu alınız; size kendimden bir şey emrettiğim zaman ise ben sadece bir beşerim.”( Müslim, Fedâil, 140 (4/1836)

 “Ben sadece bir kulum, kulun yediği gibi yer, içtiği gibi içerim.”( Feyzü’l-Kadir, 2/571)

 “Hıristiyanların Meryem oğlu (İsa’yı) övmekte aşırılığa gittikleri gibi siz de beni övmekte aşırılığa gitmeyin; çünkü ben sadece O’nun bir kuluyum; bundan dolayı “Allah’ın kulu ve elçisi deyiniz.”( Buharî, Enbiya, 48 (4/142))

“Hakkında vahiy gelmemiş konularda ben de sizin gibiyim.” (Heysemî, Mecmaüz-Zevâid, IX, 46)

2. Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)  gaybı bilmediğini söylüyor:

 “Vallahi, yarın nefsime bile ne yapılacağını bilmiyorum.” (Buharî, Cenâiz, 3)

“Ben de yalnızca sizler gibi bir insanım; siz birbirinizle olan davalarınızın çözümü için bana geliyorsunuz; mümkündür ki, bir taraf kendi iddiasını diğerinden daha iyi savunabilir; eğer ben buna dayanarak onun lehine hükmeder de, gerçekte ona ait olmayan bir şeyin ona verilmesine karar verirsem; o bundan az bir parça bile almasın; iyi bilsin ki, (alacak olursa) o onun için ateşten bir parçadır.”(Muvatta, Akdiyye, 36.1, 2/719; İbn Hıbban,11/470)

“Yarın ne olacağını ancak Allah bilir.” (İbni Mâce, Nikah, 21, 1898)

3. Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)  insanların istekleriyle mucize gösteremeyeceğini belirtir:

“Bana verilen şey, sadece Allah’ın bana indirdiği vahyidir.”( Buharî, Fedâilü’l-Kur’an, 1; Müslim, İman , 239)

4. Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)  büyük bir ahlak sahibi olduğunu söyler:

“Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” (Muvatta, Hüsnu’l-Huluk, 8, 2/904)

“Ben ancak ahlakın salihini tamamlamak için gönderildim.” (Müsned, 2/381)

5. Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)  rahmet peygamberi olduğunu söyler:

“Ben ancak (âlemlere ) hediye edilmiş rahmet peygamberiyim.” (Darimî, Mukaddime, 3, 1/9)

“Ben lanet edici olarak gönderilmedim; ben ancak rahmet olarak gönderildim.” (Müslim, Birr, 87, 4/2007)

6. Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)  Müslümanlara çok şefkatli ve merhametli olduğunu bildirir:

O bir duasını şöyle tamamlamıştır:

“Allah’ım! Her kim ümmetimin işinden bir şeyi üzerine alır da onlara meşakkat (sıkıntı) verirse; sen de ona sıkıntı ver!; her kim de ümmetimin işlerinden bir şeyi üzerine alır da onlara lütuf ve merhametle muamele ederse; sen de ona lütuf ve merhametle muamele et.” (Müslim, İmare, 19)

“Ben size karşı, oğluna karşı baba gibiyim.” (İbni Mâce, Taharet, 16, 1/114)


7. Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisinin örnek olduğunu ifade eder:

“Sizden hiçbiriniz ben kendisine, babasından, çocuğundan (ve) tüm insanlardan sevimli olmadıkça iman etmiş olmaz.”( Buharî, İman, 8, 1/9)

“Ben muhakkak ki apaçık uyarıcıyım.”( Müslim, Fedâil, 16, 4/1788-89)

“Ben Müslümanların sığınağıyım.” (Ebu Davud, Cihad, 104, 3/46)

“Ben hikmet yurduyum.” (Tirmizi, mnâkıb, 21, 5/637)

SAHABENİN  ANLAYIŞINDA  HZ. MUHAMMED (SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM)

Babasıyla beraber Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’i görmeye gelen ve henüz genç olan Ebû Rimse et-Teymî’nin Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ı gördükten sonra: “Ben Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ı insanlardan farklı bir yapıda zannederdim. Bir de gördüm ki, o da (bizim gibi) bir beşermiş.” (İbn Sa’d, I, 429)

Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bir beşer olarak korunmaya ihtiyaç duymuştur: Medine’ye geldiğinde bir gece uyuyamamış ve “Keşke ashabımdan müsait birisi bu gece beni korusa” demiş, az sonra Sa’d b. Ebî Vakkas (ö. 55) silahıyla gelerek onu sabaha kadar beklemiş, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)  de uyumuştur.”( Buharî, Cihad, 70, III, 222-3)

Hz. Aişe onu şöyle anlatıyor:

“Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) herhangi bir insandan farksız idi; kendi elbisesini yamar, koyununu kendi sağar, kendi işini kendi yapar, ev işlerinde ailesine de yardım ederdi.” (Buharî, Ezan, 44, I/64)

“Oğlu İbrahim vefat edince, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in gözleri yaşla dolmuştu, Abdurrahman b. Avf (ö. 32) “Sen de mi ağlıyorsun ey Allah’ın Rasûlü!” diye hayret edince: Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Bu merhamettendir, zira göz ağlar, kalp mahzun kalır. Ama biz ancak Rabbimizin razı olacağı şeyleri söyleriz.”( Buharî, Cenâiz, 44, II/85)

Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den işittiği her sözü yazan Abdullah b. Amr’a (ö. 65) Kureyşliler (sahabeler):

“Sen Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’dan işittiğin her şeyi yazıyorsun; halbuki Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da bir beşerdir; hoşnut iken konuştuğu gibi, öfkeliyken de konuşur.”( Ebu Davud, İlim, 3 No:3646)

Hz. Ömer’in Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bulunduğu bir meclise gelmesiyle kadınlar birden toplanırlar. Peygamberimiz buna gülünce, Hz. Ömer: “Allah yüzünden gülmeyi hiç eksik etmesin, niçin gülüyorsun ey Allah’ın Rasûlü deyince: Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem):

“Benim yanımdayken rahat duran şu kadınların, senin sesini duyunca toparlanmalarına hayret ettim de” der. Hz. Ömer kadınlara : “Allah’ın Rasûlünden çekinmiyorsunuz da benden mi çekiniyorsunuz?” diye çıkışınca, onlar da: “Evet sen Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’dan daha sert ve katı kalplisin” derler. (Buharî, Fedâilü’l-Ashab, 6, IV.199)

Huneyn zaferinden sonra, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Kureyş’ten bazı kimselere 100’er deve verince Ensar’dan bazı kimseler:

“Allah Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ı bağışlasın, kılıçlarımızdan Kureyş’in kanları akıp dururken, bizi bırakıp da onlara veriyor”; “Savaş olunca biz çağrılıyoruz, ganimetler ise başkalarına veriliyor” demişlerdi. (Buharî, Menâkibu’l Ensar, 1, IV/221; Buharî, Megazi, 56, V.104-106)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Bedir savaşı öncesinde:

“Kim Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın amcası Abbas b. Abdulmuttalib’le karşılaşırsa onu öldürmesin. Çünkü o da ancak zorla savaşa çıkartıldı” buyurunca Ebu Huzeyfe:

“Biz babalarımızı, oğullarımızı, kardeşlerimizi ve kavmimizi öldüreceğiz de Abbas’ı terkedeceğiz! Vallahi onunla karşılaşırsam, kılıcımı yüzüne çalacağım!” Bunun üzerine Hz. Peygamber:

“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın amcasının yüzüne kılıç vurulur mu?” deyince Ebu Huzeyfe  sözlerine pişman olur. Ve bunun kefareti şehadettir der ve Yemame’de şehid olur.

Hudeybiye barışı öncesinde Urve b. Mesud Kureyş’e, sahabenin Hz. Muhammed’e bağlılığını anlatırken izlenimlerini şöyle dile getirir: “Ey kavmim, vallahi ben birçok krallar gördüm; Kayser’e, Kisra’ya ve Necaşi’ye gittim; vallahi Muhammed’in ashabının ona bağlılığı kadar, ona saygı gösterdiği kadar hiçbir kralın adamlarının kendisine saygı gösterdiğini görmedim.” (Abdurrezzâk, V.336, 9720)

Yine Ebu Süfyan Hudeybiye barışını yeniletmek için Medine’ye geldikten sonra Mekke’ye dönünce kavmine: “Size hepsinin kalpleri tek bir kalbe bağlı bir kavimden geldim” diyordu. (Ebu Davud, Libas, 28,4048, IV.344)

 Kadın sahabiler onun hakkında şöyle diyorlar: “Allah ve Rasûlü bize bizden daha merhametlidir.”( Müstedrek, IV, 71)

 Hz. Aişe’nin nakline göre, Hz. Hatice Hz. Peygamber’e ilk vahiy geldiğinde ona şunları söylüyor:

“Vallahi, Allah seni kesinlikle mahcup etmez;  çünkü sen, sözüne güvenilir bir adamsın; akrabalık bağlarını gözetirsin, kimsesizleri korursun; misafirine ikram edersin; haklının hakkını almasına yardım edersin.” (İbni Hanbel, 6/223) 

Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sahabesi ile yaşadığı hayattan naklettiğimiz bu örneklerin her biri, ona karşı sahabenin tasavvurunu, ona bakış açılarını, yeri gelince onun karşısında ne kadar rahat düşüncelerini dile getirdiklerini,  yeri gelince ne kadar itaatkâr olduklarını, kısaca onu nasıl örnek aldıklarını  ifade etmektedirler.

Ey Muhammed!

Seni sevdik, canımız kanımız gibi desek inanır mıydın bize?

Göremedik seni, karşılaşamadık seninle, gözün gözümüze gelmedi, bakışların yüreğimizi titretmedi, tebessümlerinle ısınmadı içimiz, muhabbetinle dolmadı gönlümüz, şefkatinle seller gibi taşmadı coşkumuz...

Ey Muhammed!

Yeniden gel hayatımıza, insanlık can çekişiyor yokluğunda, bir güneş gibi doğ gerçek kimliğinle bütün insanlığa...

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
4
Genel Konular / Kan Kaybeden Kardeşlik
« Son İleti Gönderen: türkiyem Dün, 09:49:58 ÖS »


Kan Kaybeden Kardeşlik

Kardeşlik her Müslüman’ın olmazsa olmazıdır. Ancak ulus devlet sürecinde evrensel İslam kardeşliği ciddi aşınmalara maruz kaldı. Kardeşlik kan kaybediyor. Bu kaybın farkında olmayan nice kardeşler var. Gecikmiş kardeşlik tedbir alınmazsa yitik bir kardeşliğe maruz kalacak.

Bu gecikmede sorumluluk hepimize ait… Bugün Doğu ve Batı Müslümanları arasında makas gittikçe açılıyor ve sorunlar büyüyorsa gelecekte bunun neye mal olacağını görmek gerekir.

Öyle ki, şimdiden Kürt halkının ezilmişliğinin, sömürülmüşlüğünün faturasını kardeşlik söylemine çıkarma kolaycılığı ve çarpıtması bazı tanıdık ağızlar tarafından bile dillendirilmektedir.

Aslında olumsuzlukların adresi kardeşlik değil, kardeşsizliktir… Çözüm için kapanmak, kardeşliğin üstünü çizmek değil kardeşliğin içini doldurmaktır. Örselenen kardeşliği, yeniden önemsemekle özlenen bir düzeye çekmektir.

Kendi acziyet, asabiyet, aşırılık ve acımasızlığımızın farkına varıp kardeşliğin sıcak iklimine dönüş yapmaktır.

Şayet Firavunlara yönelik bir söylem ve eylemimiz olacaksa Harunları mutlaka hesaba katmak zorundayız… Özgürlük mücadelesinde Musa’nın elini güçlendiren Harun değil miydi? Karşımızda Firavunlar dururken Harunlardan nasıl vazgeçebiliriz?

Bugün İslam kardeşliği kan kaybediyorsa bu bizim kendi kusurumuz ve vebalimizdir…

Artık suçlama, sorgulama, sızlanma durumunda değiliz… Temel ilkelerini vahyin mutlak doğrularından alan adalet, özgürlük ve kardeşlik merkezli bir sahiplenme ile öncü ve özne aktörler olma idaresini ortaya koyabilmeliyiz.

Bugüne kadar kendi özelliklerine yoğunlaşan İslamî yapıların özellikle ortak sorunlara yönelik; ortak açılımlar, çözümlemeler, hamleler için ortak bir akla, ortak bir inisiyatife acilen ihtiyaç var.

Biliyoruz ki, küresel sorunlara lokal bir zihinle yaklaşamayız. Kendimizi kendi özelimizle sınırlama hakkımız yok.

Konjonktürel yaklaşımlardan, tepkisel tutumlardan, duygusal davranışlardan öte; uzun soluklu, köklü, kalıcı ve derinlikli bir yol haritası üzerinde mutabakat arayışlarımız devam etmelidir. Bunun için de öncelikle sistemin siyasal mühendisliğinin Müslüman zihinlere yönelik blokajını etkisiz hale getirebilmeliyiz… Yani düzenin topluma giydirdiği deli gömleğini çekip atmalıyız.

İslamî çevreler statükonun çizdiği kırmızı çizgiler çerçevesinde Kürt sorununa yönelik yaklaşım ve yorumlardan sarfı nazar etmelidirler.

Resmî, seküler, liberal bir dil yerine adalet, özgürlük, kardeşlik temelinde özgün bir dil oluşturmalıyız… Yani rasyonel, hümaniter, üniter, bir dil değil, müteal bir dil öncelenmelidir.

Özellikle bölgedeki İslami oluşumların toplum nezdinde temsiliyet, tanırlılık ve güvenirlik boyutları ile kendilerini gözden geçirmeleri kaçınılmazdır… Olumsuz intibaların Müslümanların itibarını nasıl zedelediği gözler önünde…

İslam’sız hiçbir denklemin çözüm içermediğini gösterebilmeliyiz…

İslam ve Müslümanları yok sayan mihraklara, ekarte eden güçlere karşı “özür dilemeci”, sığınmacı bir üslupla değil, aziz ve asil bir duruşla varlığımızı, ağırlığımızı ortaya koymalıyız.

Birbirimize karşı ise ötekileştirici, itici, dışlayıcı bir yaklaşım yerine kuşatıcı, kardeşleştirici, koruyucu bir yol izlememiz gerekiyor.

Resmî ideolojinin inkâr ve asimilasyon politikaları ile Müslüman Kürt halkını köleleştirmesi çalışmalarını teşhir ve tel’in etmeli, bundan beri olduğumuzu ısrarla vurgulamalıyız.

Sorunu tanımlama ve çözümleme yoluna giderken Kur’an-ı Kerim’de zikredilen Hz. Musa (a.s) ve İsrailoğulları kıssası üzerinde bir temellendirmeye gidilebilir. İsrailoğullarının özgürlük mücadelesi bağlamında bir paradigma oluşturulabilir. Mustazaf ve müstekbir kavramları üzerinden sorun gündemleştirilebilir…

“Şehrin en uzak ucundan koşarak gelen adam” olmak bilinci ile bu yakıcı sorunu yakın takibe almak durumundayız.

Tabi ki, önceliklerimiz arasında mazlum bir halkın maruz kaldığı diasporayı görmek var mı, yok mu bunu netleştirmek lazım…

Adil şahitliğimiz, ahlakî duruşumuz, insanî tarafımız, vicdanî damarımız bizi buna mecbur kılmıyor mu?

Sonuç alabilmek için de, söylemleri etkili kılacak bir eylem planına ihtiyaç var…

Bunu sürdürecek sivil inisiyatifin, siyasi vesayetten uzak durmaları gerekir…

Hülasa; güçlü sivil inisiyatif dışında sihirli bir formül bilmiyorum…

Bir de önümüzün açılmasını istiyorsak, mutlaka örgütlenmeliyiz…

Yine etnik kimliği nedeniyle aynı Rabbe iman etmiş insanları birbirinden ayıramayacağımız kesin… Etnik kimliklerin bir tartışma ve kaynaşma vesilesi kılınması, ancak İslam üst kimliğinde buluşmakla mümkün olabilir.

Hayatlarının merkezine Allah’ı koyan, komple hayatı Allah’ın boyası ile boyayan müminler aidiyet duygularını ve kimliklerini de bu gerçeğe uygun tanzim ederler.

Vahyi gerçekliğin bize öğrettiği ve durmamız gereken yer burasıdır.

Akide bağının üstüne başka bağ ve bağlantılar çıkardığı andan itibaren ümmetin savrulma süreci hızlanır. Ümmete sirayet eden asabiyete dayalı fitne ateşini İslam’a sarılarak etkisizleştirebiliriz.

Özetlemek gerekirse:

Sorun kavmiyetçilikse; çözüm İslam kardeşliğini yeniden ayağa kaldırmaktır.

Sorun ulusalcılıksa; çözüm ümmet olmanın sorumluluklarını ertelememektir.

Sorun sömürülmekse; çözüm sömürgecilere karşı safları sıklaştırarak, direniş ruhunu ateşlemektir.

Sorun kimlik dayatması ya da kimliksizleştirme ise; çözüm özgür ve özgün bir duruşla, tevhidî bir kimlikle insanlar üzerindeki şahitliğimizi ve örnekliğimizi sürdürme kararlılığını göstermektir.

Sorun inananlar olarak güçlü bir irade ortaya koymamak ve inisiyatif kullanamamaksa; çözüm sınırlı irademizi Sınırsız İrade Sahibi’ne bağlayarak bizi güçlü kılacak dayanak ve dinamiklere sağlam tutunmaktır. Bu güç ile vahdet yollarını aramaktır.

Yok, sorun sadece dışımızdan değil içtense, bizde de kaynaklanıyorsa, “Bir toplum kendilerinde olanı değiştirmedikçe Allah onlar değiştirmez” gerçeğine dönmektir.

Son bir soru:

Durduğumuz yer itibari ile çözümün bir parçası olabiliyor muyuz?

Yoksa sorunları sadece dillendirmekle mi yetiniyoruz?

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
5
Mutlulık Yolu İslam / İslam Kardeşliği
« Son İleti Gönderen: türkiyem Dün, 09:45:03 ÖS »


İslam Kardeşliği

Kalabalıkları bir millet hâline getiren en müessir âmil dindir. Aynı inancı paylaşan toplumlar çok kısa zamanda kaynaşıp bütünleşirler. Çünkü aynı dine mensup olmanın en tabii neticesi din kardeşliğidir. Din kardeşi olmanın yüklediği birçok mesuliyet vardır ki, bu mesuliyetleri yerine getirmek de inancımızın bir gereğidir.

Durum böyle olunca her Müslüman uhuvvet sarayının bir taşı olmaktadır. İslâm sarayının bütün ihtişamıyla devam etmesi için, herkes bulunduğu yerde yapması gerekeni yapacak asla yerini terk etmeyecektir. Duvardan bir taş düşerse, diğer taşların da yerinden oynamasına, binanın yıpranmasına sebep olur.

O bakımdan hiçbir Müslüman, uhuvveti yani kardeşliği zedeleyecek bir söz, bir harekette bulunmayacaktır. Beşeriyet icabı yapılan hatalar en kısa zamanda giderilecektir.

Küskünlükler, dargınlıklar sürüp gitmeyecek, alâka kesilmeyecektir. Peygamberimiz, Efendimiz, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunun sınırını üç gün olarak göstermiştir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Bir Müslüman’a, din kardeşine üç günden fazla küs durması helal değildir.” (Buharî)

Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulmaktadır:

“Bir Müslüman’a, kardeşini üç günden fazla terk etmesi (küs durması) helâl değildir. Birbirlerine karşı gelirken o yüz çevirip bu da yüz çevirir. Bunların hayırlısı önce selam verendir.” (Müslim)

Müslümanlar birbirlerine karşılıklı olarak yapmaları gereken vazifelerini en sağlıklı bir şekilde yerine getirdikleri devirlerde dünyada cennetî bir hayat yaşamışlar. Bir fazilet, bir saadet, bir huzur toplumu vücuda getirmişlerdir. Ancak zamanla bu güzelliklerimizi, bu özelliklerimizi kaybettik. Kendi gafletimizden içimizdeki bir kısım beyinsizlerin, idarecilerin gaflet ya da ihanetlerinden, İslâm düşmanlarının çeşit çeşit hile ve tuzaklarından bugünkü perişanlığı, dağınıklığı yaşamaktayız.

Uhuvvet sarayı yıprandı. İslâm cemaati hodkâmlaştı, dünyevîleşti, imanı zaafa uğradı. Yeniden silkinmemiz, yeniden bizi biz yapan değerlerimize sahip çıkmamız gerekir.

Rabbimize yönelmemiz gerekir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin haber verdiği, müjdelediği “Hak üzerine kaim” cemaatten olmak için ve o cemaatin çoğalması, etkin hâle gelmesi için bütün imkânlarımızı seferber ederek canla başla fedâkârane çalışmamız, çaba göstermemiz gerekir.

İmanımız bunu gerektirmektedir, Müslümanlığımız bunu gerektirmektedir. Allah Teâlâ biz Müslümanları birbirimize kardeş yapmış ve bizi bu kardeşlikle şereflendirmiştir.

Allahu Teala inanan bütün mü’minlerin kardeş olduğunu beyan ediyor. Kardeşlik kan kardeşliğinden de daha üstün, daha faziletli bir kardeşliktir. Onun için Allahu Teala:

“Ancak ve ancak mü’minler kardeştirler.” (Hucurat 10) buyuruyor.

Dikkat buyurunuz Allahu Teala kardeşliği sadece ve sadece mü’minlere hasrediyor. Elbetteki kan kardeşliği de mühimdir ama kan kardeşliğinin fazileti de mü’min olmakla mümkündür. Biri mü’min biri kafir olan iki insanın kardeşliği pek mühim bir kardeşlik değildir. Bunun için aslolan İslam kardeşliğidir.

Allahu Teala ayetin devamında, “mü’minler kardeştirler ve kardeşlerinizin arasını ıslah ediniz.”buyuruyor.

Evet, bozulan, pörsüyen bu kardeşliğimizi yani İslam kardeşliğimizi, uhuvvet-i İslam’ı yeniden ihya etmek, yeniden olması gereken seviyeye yükseltmek için Müslümanlar arasında olan sıkıntıları, dedikoduları, kavgaları çeşit çeşit suni ihtilafları gidermek de yine Müslümanlara düşüyor.

Allah Teala ayetin son tarafında, “Bu hususta Allah’tan korkunuz. Umulur ki merhamet olursunuz.”buyurarak, İslam kardeşliğinin istenilen seviyede tutulmasını,  İslam kardeşliğini bozacak davranışlardan, sözlerden sakınılmasını, şayet beşeriyet icabı Müslümanlar arasında herhangi bir ihtilaf sıkıntı, kavga olursa yine bunu kendi aramızda düzeltmemizi istemektedir. Yani aramızda bir kısım insanlar, bu kavga halinde olan insanların arasını düzeltmeliler. “Vettekullah”  buyuruyor Allahu Teala. Allah’tan korkun ve bu ıslah işini yapın. Yapmazsanız demek ki Allah’tan korkmuş sayılmazsınız. Onun için ayet-i kerimede Allahu Teala:

“İçinizde insanları hayra çağıran, iyilikleri emreden, kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte onlar gerçek kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmran 104) buyuruyor.

Bir toplumun, bir milletin içerisinde, kendilerini hakka davet eden, iyilikleri emreden, kötülüklerden men eden bir topluluk olmazsa o topluluk damarları kurumuş bir bedene, ruhu çıkmış bir vücuda benzer. O beden şeklen insan suretindedir ama aslında hayatta değildir. İşte mânen de aralarında kendilerini uyaran birisi olmayan toplumlar, kanı kurumuş, ruhu çıkmış bir ceset gibidir. Evveliyetle Müslümanların arasında ilmiyle amil, takva ehli, hiçbir dünyevî maslahat gözetmeden sadece Müslümanların ıslahını kasteden insanların bulunması ve bunların yetiştirilmesi gerekir. Müslümanlar arası ihtilafları da bu topluluk vasıtasıyla çözmemiz gerekir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor:

“Mü’minlerin, birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada, birbirlerini korumada misali, bir cesede, bir vücuda benzer ki, cesedin herhangi bir uzvu rahatsız olsa, hastalansa, cesedin diğer uzuvları da bundan muzdarib olurlar ve uykusuz kalır, ateşler içinde yanarlar.” (Müslim, Birr)

Vücudun bir uzvuna ufacık bir diken batsa, beyin ondan hemen haberdar olur ve beyin vasıtasıyla diğer azalarımıza sirayet eder. İşte mü’minler de birbirini sevmekte, birbirine acımakta ve birbirini korumakta aynı vücudun uzuvları gibi olmalıdır, diye buyuruyor Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem.

Bir mü’minin bir sevinci olduğu zaman, diğer mü’minler de o mü’minin sevinciyle sevinmelidir. Onun sevinmesi demek hemen onun sevincinin bize sirayet edip bizim de sevinmemiz demektir. Bir mü’minin başına herhangi bir sıkıntı, herhangi bir hastalık, herhangi bir musibet gelse, diğer mü’minler de, o kardeşimiz gibi acı duymalıdır.

Vücudumuzun herhangi bir yerine bir darp olsa vücudumuzun diğer azaları hemen harekete geçer. Elimiz harekete geçer, ayağımız harekete geçer, kulağımız harekete geçer, gözümüz harekete geçer. Ne yaparız? Uzvumuza gelen sıkıntıyı gidermek için ona yardımcı oluruz. Gözümüze herhangi bir şey gelse, göz kapaklarımızı kapatırız. Elle koruruz, ayakla koruruz.  Demek ki Müslümanlar da birbirini korumada böyle olacak. Bana ne demeyecek. Çünkü o bizim can kardeşimizdir, din kardeşimizdir. Onun o halinden biz de muzdarip olmalıyız ve onu koruma altına almalıyız.

İslam ümmeti çok çileler çekti, hâlâ çekmekte.

Peki, bunun sebepleri nedir, nereden kaynaklanıyor? Bunun esas kaynağı biz Müslümanlarız. Kendi aramızdaki İslam kardeşliğini pekiştiremedik. İslam kardeşliğinin vecibelerini yerine getiremedik. Düşmanla uğraşacağımıza birbirimizle uğraştık.

Düşmana karşı birlik beraberlik olacağımıza, düşmanla birlik beraberlik olduk, başka kardeşlerimize karşı savaşlar açtık, tavırlar aldık. İşte bugün onun kötü neticelerini topluyoruz. Onun için Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin bu hadis-i şerifinde verdiği mesajlara dikkat edelim. Birbirimizi sevelim, birbirimizi koruyalım, birbirimize acıyalım, Allahu Teala’nın bizden istediği şekilde kardeşler olalım.

Müslümanlar olarak şunu bilelim ki kalplerin tevhidi olmadan fiillerin tevhidi olmaz. Öncelikle kalplerimizi birleştirmemiz lazım. Kalplerimizdeki kini, gayzı, adaveti, burudeti birbirimize karşı olan o kötü düşünceleri, kötü niyetleri atmalıyız ve kalpte Allahu Teâlâ, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin emrettiği şekilde muhabbet tohumları ekmeliyiz.

Allahu Teâlâ’yı sevmeliyiz, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemi sevmeliyiz ve mü’minler olarak birbirimizi sevmeliyiz. Bütün kalplerde sevgi, muhabbet tevhidi olursa, mü’minler birbirlerini hakkıyla severse, o zaman fiillerimizde de tevhid olur. Yani birlikte hareket ederiz. Çünkü bir millet, bir toplum birlikte hareket edemiyorsa, o toplumun, o milletin akıbeti perişanlıktır. İşte bugün Müslümanların hâlinin olduğu gibi. Onun için âlemlerin efendisi canımız, efendimiz, tek rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem, bir hadis-i şerifte buyuruyor ki:

“Sizden hiçbiriniz müslüman kardeşini sevmedikçe gerçekten iman etmiş sayılmaz, (kamil bir mü’min olamaz).”(Buhârî, Müslim)

Demek ki mü’min mü’min kardeşini sevecek. Aralarında zaman zaman beşeriyet icabı hadiseler olabilir, ufak tefek tatsızlıklar olabilir. Bunu kine, gayza, düşmanlığa dönüştürmemek lazım. Hemen ondan vazgeçmek, tevbe etmek ve suçlu olan özür dilemek, suçsuz olan da affetmek durumundadır. Affetmek büyük bir fazilettir. Din kardeşinden özür dilemek de bir fazilettir. Ama aslolan özür dileyecek işler yapmamaktır. Ama madem ki zaman zaman özür dileyecek işler yapabiliyoruz, öyleyse fazilet, özür beyan etmek ve hakkını gasp ettiğimiz veya gönlünü kırdığımız veyahut da hakkında çeşit çeşit iftira, yalan, dedikodu yaptığımız kişiden özür dilemektir.

Başka bir hadis-i şerifte de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Bir mü’min bir diğer mü’min için bir kısmı diğer kısımlarını kuvvetlendiren bir bina gibidir.”(Müslim) buyuruyor.

O bina ki, nasıl onun tuğlaları, taşları üst üste geliyor, birbirine kuvvet veriyor, birbirine yaslanıyor ve bir bina meydana getiriyorlarsa, işte mü’minler de aynı bu binanın taşları gibidir, buyuruyor. Güzel bir misalle âlemlerin efendisi İslam kardeşliğinin boyutunu bize gösteriyor.

Onlarca, binlerce malzemeyi, binlerce taşı toprağı bir tarafa yığsanız, kumu çimentoyu yığsanız, bunları bir meydanda toplasanız; yığın yığın yani binlerce bina kuracak kadar taş ve malzeme koysanız; eğer bunları konulması gereken yerlere koymazsanız, yani o tuğlaları o taşları üst üste dizmezseniz, o kumları, o çimentoyu birbirine katıp suya karıştırarak beton hâline getirmezseniz, malzemeleri yerli yerinde kullanmazsanız, keresteleri doğrayıp biçip kapı pencere yapmazsanız, o bina meydana gelmez. O malzemeler ne kadar kaliteli olursa olsun, isterseniz birinci sınıf malzeme olsun hiçbir şey fark etmez. İşte Müslümanlar da fert fert ne kadar kaliteli, ne kadar kıymetli olurlarsa olsunlar, ne kadar zeki, akıllı, çeşit çeşit kabiliyetlere sahip bulunurlarsa bulunsunlar teker teker bu kabiliyetler kısmî birer fayda sağlamakla beraber istenilen seviyede bir fayda sağlamaz. Ancak mü’minler aynı o binanın malzemeleri gibi bir araya gelirler kendi aralarında bir cemaat oluştururlar ve bir toplum oluştururlar, kendi aralarında en üst seviyede kardeşliği tesis ederler yani birbirini severler, birbirine itaat ederler, birbirine yardım ederler ve birbirine yardım etmenin de ötesinde diğergamlık yaparlar yani menfaat mevzu bahis olduğu zaman kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler, birbirleriyle sırdaş olurlar, gereken yerlere itaat ederler. İşte bu güzellikler birleştiği zaman, İslam’ın mü’minlerden istediği o muhteşem uhuvvet sarayı meydana gelir.

Biz bu malzemelere sahibiz. Kardeşliği en güzel şekilde oluşturmanın gerekleri bizim dinimizde var. Kur’an’da var, sünnette var, yaşadığımız geçmiş asırlarda örnekleri var.

Peki, biz şimdi niçin uhuvveti oluşturamıyoruz? Niçin düşmanlar haline geldik?  Niye bu haldeyiz? Niye düşmanlara, gayri müslimlere el açar hale geldik? Neden aramızdaki meseleleri kendimiz çözeceğimize gayri müslimler hakem oluyor? Bu ne rezalet, bu ne rüsvaylık!?

Sebep biziz. Biz Kur’an’dan, sünnetten, İslam’dan uzaklaştıkça böyle acınacak bir hale geldik. Yine Buhârî’de geçen bir hadis-i şerifte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, düşmanın eline bırakmaz.”

Bu hadis-i şerifin ışığında kendimize ve ümmetin hâline bir bakalım.

Başka bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

“Kim bir müslüman kardeşinin hacetini giderirse Allah da onun hacetini giderir.” (Buhârî, Müslim)

Bir Müslüman’ın bir şeye ihtiyacı var şu veya bu sebeple o ihtiyacını gidermeye muktedir değil,  ihtiyacını giderecek başka bir mü’min hemen ona koşuyor, halini soruyor ve onun ihtiyacını gidermek için elindeki imkanları kullanıyor. Kişi böyle yaptığı zaman Allahu Teâlâ da onun ihtiyacını giderir, ona yardım eder. Bu hadisin devamında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Bir mü’min bir mü’minin sıkıntısını giderirse, Allahu Teâlâ o mü’minin sıkıntısını giderir.” buyuruyor.

Herhangi bir sıkıntı... Bu sıkıntı maddî olabilir, manevî olabilir. Maddî sıkıntılar malum, bunları halletmesi de kolaydır. Bundan daha önemli olan manevî sıkıntılardır. Asıl onlara çözüm bulmaya gayret edilmelidir. Mesela mü’min kişi herhangi bir meseleden dolayı bunalıma, strese girer. İşte siz o kişiye varıp onu teselli ederseniz, ona yardımcı olursanız onun bunalımını, stresini giderecek şekilde ona tesellilerde bulunursanız, siz de böyle bir durum düştüğünüz zaman Allahu Teâlâ da sizin sıkıntınızı giderir.

Dünyadaki sıkıntılarınızı giderdiği gibi Allahu Teâlâ ahiretteki sıkıntılarınızı da giderir. Oradaki sıkıntılar çok dehşetlidir.

Başka bir hadis-i şerifte:

“Bir Müslüman diğer Müslüman’ın bir kusurunu örterse Allah cc kıyamet gününde o kişinin kusurlarını örter(affeder).” (Ebu Davud) buyurulmaktadır.

Tefrika İslam’da çok mezmum bir fiildir. Onun için ayet-i kerimelerde hep, tefrika çıkarmamak, fitne çıkarmamak emrediliyor ve geçmiş milletlerin tefrikalarından örnekler verilerek uyarılıyor.

Enfal Suresi 46. ayet-i kerimede Allah Teâlâ:

“Allah’a itaat ediniz, O’nun Rasûlüne itaat ediniz, sakın birbirinizle çekişmeyiniz, didişmeyiniz. Eğer öyle yaparsanız gücünüz gider, devletiniz gider, cesaretiniz sönüverir. Ey mü’minler sabredin! Allah celle sabredenlerle beraberdir.”

Başka bir ayet-i kerimede de:

“(Sakın ola ki ey mü’minler!) Kendilerine açık açık deliller, Allah’ın ayetleri geldikten sonra ihtilafa düşüp de parça parça olanlar gibi olmayın. İşte bunlar için feci bir azap vardır.”(Âl-i İmran 105) buyurmaktadır.

Yani sizden önceki ümmetler, Musa aleyhisselamın kavmi, İsa aleyhisselamın kavmi, yahudiler, hıristiyanlar kendilerine gelen o hak beyanatlar karşısında, beyyineler karşısında ihtilafa düştüler, tefrikaya düştüler ve neticede dinlerini tahrip ettiler, kitaplarını tahrif ettiler, şirk ve küfre düştüler helak olup gittiler. Öbür âlemdeki helakleri ise sürekli ve ebediyyen ateş. (Rabbim cümlemizi korusun.)

İşte Allahu Teâlâ, ‘sakın onlar gibi olmayın ey mü’minler! Kitabınıza sarılın, sünnete sarılın!’ buyurmaktadır. Çünkü kitap ve sünnet bizim iki ana kaynağımızdır. Onlardan ayrılan haktan ayrılmış olur. Onları birbirinden ayıran, ‘bize Kur’an yeter, sünnete ihtiyacımız yok’ diyen de İslam’dan uzaklaşmış olur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem,“tefrika çıkaran bizden değildir” (Taberânî) buyuruyor. Bu da bir tefrikadır. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin hayat-ı pâkileri ve mübarek kelamları (hadis-i şerifler) Kur’an’ın arı duru, açık seçik bir tefsiridir. Sünnet-i seniyye olmadan Kur’an’ı anlamak, sünnet-i seniyye olmadan İslam’ı yaşamak asla ve asla mümkün değildir. Başka bir hadis-i şerifte de Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Cemaat rahmettir tefrika azaptır, her kim cemaatten bir karış ayrılırsa İslamî bağlılığını kendisinden atmış olur.” (Camiü’s Sağir)buyuruyor.

Birlik ve dirliği bozulmuş, birlikte hareket etme kabiliyetini kaybetmiş sürekli birbiriyle çekişen, didişen topluluklar, milletler dağılıp parçalanır. Neticede başka milletlerin siyasî, iktisadî kültürel boyunduruğu altına girer, her şeylerini kaybetmekle karşı karşıya kalırlar.

O bakımdan İslâm dini Müslümanlara, birlik, beraberlik ve uyum içinde hareket etmelerini, hizmet etmelerini emreder.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Mü’min, mü’min için parçaları birbirine bağlanıp kenetlenmiş, muhkem bir bina gibidir.” (Buhârî)

Bu konuda milli şairimiz M. Akif de şöyle der:

“Değil mi cephemizin sînesinde iman bir

Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir

Değil mi sinede birdir vuran yürek yılmaz

Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz.”

Böyle olduğumuz devirlerde cephemiz hiç mi hiç sarsılmadı. Cihan tarihinin şahit olduğu en yüksek medeniyeti biz tesis ettik. Ne zamanki birbirimizle uğraşmaya, birbirimizle didişmeye başladık; ne zaman ki birlikte hareket etme kabiliyetimizi kaybettik, diğerkâmlık özelliğimizi kaybedip hodkâmlaştık. İşte o zaman hem biz hem de bütün insanlık bâdirelerden bâdirelere sürüklendi. Çeşit çeşit zulümlere, tasallutlara, soy kırımlarına maruz kaldık.

Yine Akif ne güzel söylemiş:

Girmeden tefrika bir millete düşman giremez,

Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.

Evet, yüreklerimiz toplu olmalı, kalpte tevhidi, muhabbet tevhidini gerçekleştirmeliyiz ki fiillerimizde tevhid olsun, birlik ve beraberlik olsun.

Rabbimiz, nasıl bir din kardeşi olmamızı istiyorsa bizi öylece din kardeşleri eylesin.

Rabbimiz bizleri Müslüman olarak yaşatsın, Müslüman olarak öldürsün, Müslüman olarak diriltsin.

Aziz kardeşim! Gel hep beraber bir kalp gibi, bir beden gibi olalım. Uhuvvet sarayını bütün ihtişamıyla yeniden inşa edelim. Bütün insanlığın hayranlıkla temaşa edeceği, ondan bir fert olmak için koşacağı bir fazilet toplumu oluşturalım.

Canımız, efendimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin izine düşelim, asr-ı saadet Müslümanları ile buluşalım. Rabbimizin yüce katına yücelelim. Onun katında hiçlik şerbetinden kana kana içelim.

İlahî! Biz âciz, biz günahkâr kullarını bağışla,

Bizi bize, bizi nefsimize bırakma,

Nasıl bir kul olmamızı istiyorsan bizi öyle bir kul eyle,

Bizi son nefesimize kadar İslâm’a hizmetkâr eyle.

Biz günahkârlara acı! Bu zillet ve meskenetten kurtulmamız için bize medet eyle, yardım eyle.

Yeniden inşa edilecek olan uhuvvet sarayının bir işçisi eyle. Yeniden yükselecek olan fazilet toplumunun bir ferdi eyle.

Bizi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin haber verdiği, müjdelediği “Hak üzerinde kaim” cemaatten eyle!

ÂMİN.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
6
İnaç Ahlak / İnanmak İnsanın Fıtratında Var
« Son İleti Gönderen: türkiyem Dün, 09:29:08 ÖS »


İnanmak İnsanın Fıtratında Var

Tevhid ve şirk mefhumu Kur’an-ı Kerim’in Efendimiz aleyhisselam’a nazil olmasıyla birlikte birbirinden ayrışmaya başlamış, daha doğrusu zaten birbirinden ayrı olan bu iki mefhumun ayrılığı tekrardan âdemoğluna hatırlatılmıştır. Efendimiz aleyhisselam’ın yaşadığı ve vahyin ilk muhatabı olan Arabistan yarımadasının ahalisi de inançlarına şirki karıştırmış ve putları Allah’ın yanına ortak koşan bir topluluk olmuştur.

Halk arasında genellikle Efendimiz aleyhisselam’ın İslam’ı tebliğ ettiği topluluğun Allah’ı toptan inkâr eden kimseler olduğu sanılsa da Kureyş kabilesi ve diğer müşriklerin Allah’a inandıkları fakat Allah inancının yanına putları da ekleyerek şirk koştuklarını Kur’an’ımızdan öğreniyoruz: “And olsun, eğer onlara ‘Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı hizmetinize kim verdi?’ diye soracak olsan mutlaka ‘Allah’ diyeceklerdir. O hâlde nasıl (haktan) döndürülüyorlar?” (Ankebut, 61)

Tevhidden fersah fersah uzakta olan putlara tapınmamın nasıl ve nerde ortaya çıktığına dair çeşitli rivayetlerin olduğunu görüyoruz. Salih kişilerin ölümünden sonra, önceleri onların anılarını canlı tutmak ve hatıralarına saygı gösterip şefaatlerini dilemek amacıyla heykelleri yapılarak her birine temsil ettiği salih kişinin ismi verilmiş; fakat zamanla bu heykellere kutsiyet yüklenmiş ve bu saygıda aşırılık akidevi bir hal almış. İbni Hişam’ın Siret’inde naklettiğine göre Amr bin Luhay, Şam’a gittiğinde putları görür ve birini ister. Amr’a bir put verirler ve Amr, Hübel’i Mekke’ye getirip diker. Ardından cahil halkı bu puta tapmaya teşvik eder.

Allah inancı ve tevhid akidesi zayıfladığında puta da ineğe de sineğe de tapıldığını görüyoruz. Aslında putperestlikte putların birer simge olduğunu, bazı güçlü insanların güçsüz insanları ezmekte putları bir araç olarak kullandığını ve bunun zamanla nasıl sistemleştiğini anlıyoruz. İbrahim aleyhisselam putları kırdığında halkı düşündürmek için sormuş olduğu “belki de şu büyük put yapmıştır” sorusuna halkın “doğrusu zalim olanlar bizleriz” cevabı, ardından eski kafalarına dönmesi bir takım menfaatlerin ne kadar yüksekte olduğunu gösterir niteliktedir.

Kur’an-ı Kerim putlardan üç tanesinin ismini art arda veriyor “Lât ve Uzza’yı ve diğer üçüncüsü Menat’ı gördünüz mü?” (Necm, 19-20) Sonra bu putlar için “Onlar ancak sizin ve atalarınızın (ilah edindiğiniz şeylere) taktığınız isimlerdir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar yalnız zanna ve nefislerinin arzusuna tabi oluyorlar. And olsun ki kendilerine, Rableri katından yol gösterici gelmiştir.” (Necm, 23) buyuruyor. Demek ki put denilen şey insanın kendi iç dünyasında o taş parçasına yüklediği mana ile bir kimlik kazanıyor.

İslam’ın getirmiş olduğu o süt beyazı tertemiz inanç sistemi bu necis sistemin tam karşısına dikiliveriyor. Putların getirmiş olduğu şirk karanlıklarını tevhidin nuru ile aydınlatıyor. Tek olan Allah’ın kudreti ve azametini bütün insanlığa gür bir sesle duyuruyor. Kur’an’ımızın kıyamete kadar gidecek olan putlara cevabı açık ve net:

Lailaheillallah!

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
7
E / Ekrem Topaloğlu - Can Efendim 320 Kbps + Flac
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 09:19:47 ÖS »
2024 - Ekrem Topaloğlu - Can Efendim 320 Kbps + Flac
4 / 00:00:15:48 / 36,20 MB - 112,23 MB



Ekrem Topaloğlu - Can Efendim 2024 - 320 Kbps (4 / 15:48)
-------------------------------------------------------------------------------
Ekrem Topaloğlu - 01 Can Efendim  03:12
Ekrem Topaloğlu - 02 Ey Bilal  05:22
Ekrem Topaloğlu - 03 Annem  03:21
Ekrem Topaloğlu - 04 Can Alim  03:52




Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

8


Birlikte. Cesurca. Yaşamak

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفّٰيكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ

 لِكَيْ لَا يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ۟

وَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّي اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:

إِنَّ اللَّهَ أَنْزَلَ الدَّاءَ وَالدَّوَاءَ وَجَعَلَ لِكُلِّ دَاءٍ دَوَاءً فَتَدَاوَوْا (...)

 Dünya Alzheimer Günü ve Demans Haftası münasebetiyle bugün, tüm dünyada hızla artış gösteren bir hastalık süreci olan Demans’a değinmek istiyorum.

Kardeşlerim! Aziz Mü’minler!

Hep birlikte hayal edelim. Sevdiklerimizle birlikte biriktirdiğimiz ve ‘asla unutamam’ dediğimiz tüm güzel hatıraların zihnimizden birer birer uçup gittiğini hayal edelim. Günleri karıştırdığımızı, yolumuzu şaşırdığımızı hayal edelim. Konuşmakta güçlük çektiğimizi, kendimizi düzgün bir şekilde ifade edemediğimizi hayal edelim.

Temel ihtiyaçlarımızı giderirken bile zorlandığımızı, gitgide başkalarına bağımlı hale geldiğimizi hayal edelim. Sevdiklerimize birer yabancı gibi baktığımızı, sosyal çevremizden yavaş yavaş uzaklaştığımızı,  giderek yalnızlaştığımızı  hayal edelim. İşte bütün bunlar, adına ‘demans’ denilen bir hastalık sürecinin acımasız belirtileridir.

Kardeşlerim!

Demans, beyindeki sinir hücrelerinin hasar görmesi sonucu ortaya çıkan, hafıza, düşünme ve karar verme gibi zihinsel işlevlerin bozulmasına neden olan zor bir hastalıktır.  Demans, ayette ifade edilen ömrün en düşkün çağı[1] olan yaşlılıkta daha çok görülse de, aslında her yaştan insanı tehdit etmektedir.

Özellikle sanayileşmenin yoğun olduğu ülkelerde daha çok görülen bu hastalık, nüfusun yaşlanmasına paralel olarak giderek artış göstermektedir. Dünya genelinde yaklaşık 55 milyondan fazla demans hastası bulunmaktadır. Şayet gereken tedbir alınmazsa, otuz yıl içerisinde bu sayının yaklaşık 140 milyona çıkması öngörülmektedir.

Uzmanlar, demanstan korunmak için zihni sürekli aktif tutacak etkinlikler yapmanın, insanlarla güçlü sosyal bağlar kurmanın, beslenmeye dikkat etmenin ve çeşitli egzersizler yaparak kendimizi zinde tutmanın önemine vurgu yapmaktadır. İslam'ın bazı emir, yasak ve tavsiyelerinin de demansa karşı koruyan ve hastalığın ilerlemesini geciktiren etkiye sahip olduğu görülür. Öyle ki, bir işi bitirince başka bir işle meşgul olmak,[2]

Başta namaz olmak üzere ibadetleri düzgün ve sürekli yapmak,[3]

Helal ve temiz gıdalarla beslenmek,[4]

Cemaate katılarak sosyal ilişkileri güçlendirmek,[5]

Hafızamızı zikirle diri tutmak[6]

Dinimizde de son derece önemlidir.

Hastalıkta en az tedavi kadar önemli olan diğer bir husus da erken teşhistir. Alzheimer ve demans gibi hastalıklarda da erken teşhis çok önemlidir. Korkmayalım, doktora gitmekten çekinmeyelim.

Atalarımızın da dediği gibi, bugünün işini yarına bırakmayalım. Yüce Allah’ın her hastalık için bir şifa var ettiğini[7]

unutmayalım, tedavimizi ihmal etmeyelim.

Demans hastalarına karşı da son derece sabırlı ve anlayışlı olalım. Onlara karşı güleryüz, şefkat ve merhametle yaklaşalım. “Her zorluğun yanında bir kolaylık vardır”[8]ayetindeki sözü geçen o kolaylıklardan olmaya çalışalım.

Yaptığımız iyilikler hasta tarafından unutulacak olsa da Yüce Rabbimiz tarafından asla unutulmayacağını[9] aklımızdan çıkarmayalım.

--------------------------------------------------------

[1] Nahl, 16/70.

[2] İnşirah, 94/7.

[3] Bakara, 2/3.

[4] Bakara, 2/168.

[5] Buhârî, Ezân, 30

[6] Rad, 13/28.

[7] Ebû Dâvûd, Tıb, 11.

[8] İnşirah, 94/6.

[9] Meryem, 19/64.


MÜ’MİNLER ÖFKELERİNE HAKİM  OLURLAR

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

الَّذِينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّاءِ وَالضَّرَّاءِ وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

وقال النبي صلى الله تعالى عليه وسلم :
ليس الشديد بالصُّرَعة، إنما الشديد الذي يملك نفسه عند الغضب

 Aziz Mü’minler!

Cenâb-ı Hakk’ın, mahlûkatın en şereflisi olarak yarattığı ve imtihan için dünyaya gönderdiği insanoğlunun en çok ihtiyaç duyduğu şey huzur, güven ve mutluluktur.

Bu huzur ve güven de ancak ve ancak mensubu olduğumuz yüce dinimiz olan İslam’ı hakkıyla yaşamakla elde edilir. Zaten İslam kelimesinde de huzur, barış ve selâmet manası vardır.

Son zamanlarda toplumumuzda öfkenin, şiddetin, nefretin yaygınlaştığını görüyor ve çeşitli medya organlarından da izliyoruz. Bu hal hepimizi derinden üzmektedir. Yaratılışımızda var olan bu özelliğimizin tamamen yok edilmesi elbette mümkün değildir. Ama mutlaka kontrol edilmesi gerekir. Dinî terbiye alan ve Kur’an ahlakı ile ahlaklanan bir müslüman, öfkesine hâkim olmayı, sabretmeyi ve teenni ile hareket etmeyi bilmesi gerekir.

Değerli Mü’minler!

Aile münakaşalarının, huzursuzlukların ve şiddetin çoğu öfkenin sonucudur. Öfke, öyle bir hastalıktır ki; ne eşler arasında, ne evlat ile ana-baba arasında, ne akrabalar, ne arkadaşlar ve ne de komşular arasında huzur bırakır.

Hızla yayılan bir virüs gibi bütün organlara yayılarak sevgi bağlarını koparır; insanlar arasında gerginlik, soğukluk ve nefret oluşturur; telâfisi zor zararlar meydana getirir; yuvalar yıkılır, yavruları yetim, eşleri dul bırakır. Atalarımız ne güzel söylemişler: “Öfkeyle kalkan zararla oturur.”

Kıymetli Kardeşlerim!

Şiddeti ve öfkeyi bir kahramanlık olarak göstermek doğru değildir. Çünkü güçlü ve kendine güvenen insanlar daima sakin; zayıf ve aciz olanlar ise öfkeye meyillidir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de; “Güçlü kişi, öfkesini yenen kişidir.”[1] buyurmuşlardır.

O halde, sevgi bağlarımızı koparan, bize dünya ve ahirette pişman olabileceğimiz şeyleri yaptıran ve toplumda huzur bırakmayan bu hastalığa karşı ne yapmalıyız? Her şeyden evvel bir imtihanda olduğumuzu unutmadan öfkeyi, asabiyeti önleyecek ve kontrol edecek en büyük mekanizma olan sabrı harekete geçirmeliyiz. Nitekim sabırlı ve olgun davranmak Yüce Kur’an’da şöyle övülmektedir:

“Her kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu hareketi, yapılmaya değer işlerdendir.”[2]

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir hadis-i şeriflerinde; “Haklı bile olsa kavgadan vazgeçene cennet vardır.” buyurmuşlardır. Bir anlaşmazlık esnasında, muhatabına; “Vallahi elimle de, dilimle de sana karşılık verebilecek durumdayım. Ama ben müslüman oldum, eskisi gibi her aklıma geleni söyleyemem, her aklıma geleni de yapamam. Ben Allah’a ve ahiret gününe inandım, hesap vereceğimi biliyorum. Böyle olmasa işler farklı olurdu.”[3] diyen Hazreti Ömer (ra) da Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’e uymanın en güzel örneklerinden birini vermiştir.

İslam'dan önce öfkeli ve hırçın ahlâkı ile tanınan Hz. Ömer’i İslamiyet; son derece sabırlı, affedici, merhametli ve adaletli biri haline getirmiştir. O halde; hepimiz Hz. Ömer gibi, inancımızın ahlakımıza ve davranışlarımıza ne derece yansıdığını iyi düşünmeli ve ona göre hareket etmeliyiz.

Hutbemi, Âl-i İmrân suresinin 134. ayetinin meâliyle bitirmek istiyorum: “(Mü’minler), bollukta ve darlıkta (Allah için) infak eden, öfkelerini yenen ve insanları affedenlerdir. Allah, (işte böyle) iyilik ve güzellikle hareket edenleri sever.”

----------------------------------------------------------------------------------

[1] Buhârî, Edeb 76; Müslim, Birr 107.

[2] Şûrâ, 42/43.

[3] İbn Mâce, Zühd, 18; İbn Hanbel, I, 327, II, 128.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
9
Zeki - Nureddin Soyak / Rabbani Eğitim
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 08:22:26 ÖÖ »


Rabbani Eğitim

Her şeyin sahibi olan Allah celle celaluhu, ilmin de sahibidir. İlmini mahlukata en güzel şekilde öğreten de O’dur. O, bilineni de bilinmeyeni de en iyi bilendir. O, her türlü yaratmayı da her türlü yaşatmayı da her türlü öldürmeyi de öldürdükten sonra her türlü diriltmeyi de en iyi bilendir. O, Allam-ül Ğuyub’dur. İnsanların sahip olduğu ilimlerin yegâne kaynağı Allah’tır.

Rabbimiz, insanı yaratıp ona bir şeyler öğretmeyi diledi de önce insanları eğitecek eğitimcileri eğitti.

Rabbimiz ilk insan, ilk Peygamber hakkında:

“Allah Adem’e bütün isimleri öğretti.” (Bakara, 31) buyurdu.

İlim sahipleri hakkında da:

“Şüphesiz o ilim sahibiydi çünkü ona biz öğretmiştik.” (Yusuf, 68) buyurmaktadır.

Bunu niçin böyle yaptığını da Rabbimiz şu ayetiyle haber vermektedir:

 “Çünkü ümmîlere içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.”(Cuma, 2)

Rabbimiz, Rasullerinin misyonunu bize açıkça haber vermektedir.

Yaradılış gayesini unutarak yoldan çıkıp sapıklaşanlara Allah celle celaluhu ayetlerini okuyarak, kitap ve hikmeti öğretip onları maddi ve manevi kirlerden arındırmaktadır.

Rabbimizin elçilerine verdiği bu vazife hem Rasuller hem de ümmetler için büyük bir lütuftur.

“Allah sana Kitab’ı ve hikmetini indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah’ın lütfu sana gerçekten büyük olmuştur.” (Nisa, 113)

 “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkardan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Ali İmran, 164)

Rabbimizin eğittiği, ümmetleri eğitmek için gönderdiği bu Rasuller, insanlar için vazgeçilmez Rehberlerdir.

Rabbimiz bu hakikati İbrahim aleyhisselamın dilinden, onun duasıyla haber vermektedir:

“Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.” (Bakara, 129)

Rabbimizin, yolundan sapıp haramlarla kirlenerek cehenneme yönelen kullarını, vahyin aydınlığı ile günah kirlerinden arındırıp, cennete yönelten, Peygamber göndermesinden daha büyük bir lütuf olabilir mi?

Rabbimizin Peygamberlere, onlar vasıtası ile de kullara öğrettiği her şey hem Peygamberler hem de insanlar için bir lütuftur. Çünkü bu bilgiyle hem dünyalarını hem de ukbalarını mamur ederler.

Rabbimiz, kullarına hem dünyalarını hem de ukbalarını mamur edecek bilginin öğrenilmesini emretmiştir. Rabbimiz Vahyine “oku” emriyle başlamıştır.

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle(yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir” (Alak, 1,3,4,5)

Öğrenmeye Yaratan Rabbinin adıyla başlayan, Rabbinin öğrettiğini öğrenir. Rabbinin emrettiğini yapar, yasakladığını yapmaz; iyiyi öğrenir, kötüyü öğrenmez; faydalıyı öğrenir, zararlıyı öğrenmez; işine yarayanı öğrenir, işine yaramayanı öğrenmez; kendisine faydası olmayan şeyin peşine düşmez. Kendisine bilmediklerini belleten, kalemle yazmayı öğreten Rabbinin öğretisine kulak verir. İki cihan saadetinin bilgisi ilahi öğretidedir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz:

“Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi de ne güzel yaptı.”buyurmaktadır.

Vahiy bilgisi insanı kâmil yapma bilgisidir. İnsanı kâmiller Peygamberler ve onların varisleri olan ulemadır.

İbn-i Mübarek’e sordular: “Kamil insanlar kimdir?

İbn-i Mübarek: “Âlimlerdir”.dedi.

Yine sordular: “Melikler kimdir?”

İbn-i Mübarek: “Zahitlerdir.” dedi.

“Alçak seviyeli insanlar kimlerdir” diye sorulunca,

İbn-i mübarek: “Din kisvesi altında dünya menfaati sağlayanlardır.” diye cevap vermiş ve âlimden başkasını kâmil insan saymamıştır.

Çünkü insanın diğer mahlûkattan ayrılığı, ilmi sayesindedir. İnsan hangi husususiyetiyle diğerlerinden ayrılırsa kemali o sayededir.

Rabbimiz:

“…Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin…” (Mücadele, 11) buyurmaktadır.

Rasulüllah sallalahu aleyhi ve sellem Efendimiz:

“İlim öğrenmek her Müslümana farzdır.”(İbn-i Mace) buyurmaktadır.

Mükellef Müslümana bir kısım ilimleri öğrenmek farzdır. Âlimlerimiz bunu beş kısma ayırmıştır.

İtikadî bilgiler; bunlar imana dair bilgilerdir. Kişiyi imana dahil eden ve imandan çıkmasına sebep olan söz ve fiillerin bilinmesidir.

İbadet bilgileri; namaz, oruç, zekat, hac gibi.

Ahlaki bilgiler; Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem Efendimizin ahlakının örnek alınması.

İnsanlarla münasebet bilgileri; onların hukukuna riayet etmek, helal ve haram sınırlarını bilmek.

Nafakasının temini için seçtiği mesleki bilgilerin bilinmesidir. Müslüman yaptığı işin ehli olmak zorundadır.

Rasulüllah sallalahu aleyhi ve sellem Efendimiz, işi ehline verilmesini emretmiştir.

“Bir gün Peygamber Efendimiz, biri dua ile meşgul olan ve diğeri ders okutmakta olan iki topluluk gördü ve dua edenler için:

‘Bunlar Allahu Teâlâdan istiyorlar, Allah dilerse verir, dilerse vermez.’ buyurdular.

Oturanlar hakkında ise:

‘Fakat bunlar öğretiyorlar. Zaten ben de muallim olarak gönderildim.’ dediler. Sonra öğretenlerin meclisine oturdu.”(İbn-i Mace)

“İlim edinmek için riayet edilecek usuller şunlardır:

Sukut edip dinlemek, ezberlemek, bildiğini tatbik etmek ve sonra da başkalarına öğretmektir.

Denildi ki: Bilmeyene öğret, bilenden öğren ki bildiğini korumuş ve bilmediğini öğrenmiş olasın.”

Rasuller Rabbin muallimleridir ki Allah celle celaluhu dinini kullarına öğretir.

Öğrenmek ve öğretmek Peygamberlerin yoludur.

Rasulüllah sallalahu aleyhi ve sellem Efendimiz, ümmetlerine beşikten mezara kadar ilim öğrenmelerini, kurtuluşun ya öğretmek ya da öğrenmekten geçtiğini, gıpta edilecek kişilerin başında öğretenlerin geldiğini, amel defteri kapanmayanların birinin de ilminden faydalanılan kişi olduğunu, hayırlı bir sözün öğrenilip öğretilmesinin bin yıllık ibadetten hayırlı olduğunu, melekler dâhil yeryüzündeki tüm mahlûkatın insanlara iyilik öğretenlere dua edeceğini, öğrendiği ile amel edip öğretenlerin göklerde tazimle anılacağı müjdesini vermiştir. Bu nebevi müjdeleri işiten mü’min nasıl olur da ömrünü öğrenmeye ve öğretmeye vakfetmez.

Rasulüllah sallalahu aleyhi ve sellem Efendimizin güzide ashabından Muaz b. Cebel, okuyup okutanlar hakkında şunları söylemiştir:

“Okuyun, öğrenin zira Allah için ilim edinmek Allah’a karşı tazim ve ibadettir. Müzakeresi teşbih, mubahesesi mücahededir. Bilmeyene öğretmek sadaka, liyakatlisine bolca okutmak Allah’a yakınlıktır. İlim yalnız ve kimsesiz yerlerde sıkıntıyı gideren bir arkadaş, doğru yola kılavuz, zorlukta kolaylık ve sabır merci’idir.

İlim dostlar yanında vezir, yabancılara yakınlıktır. Cennet yoluna ışık tutar. İlim sayesinde Allah Teâlâ bir kısım insanları yükseltir. İyi işlerinde, izlerinden gidilen rehber ve öncü yapar. İyilikleri anılır, eserleri kalır.

Melekler onları sever ve kanatlarını üzerlerine gererler. Yaş ve kurudan her ne varsa denizdeki balıklar, karadaki canlı varlıklar, ay ve yıldızlara varıncaya kadar her şey âlimler için Allah Teâlâ’dan mağfiret diler. Çünkü ilim kalp gözünü açar, karanlıkta gözlere ışık saçar, zayıflıkta bedene kuvvet verir, insanı yüksek mertebelere ve ebrar derecesine ulaştırır. İlmi tefekkür, gündüz orucuna ve gece ibadetine denktir. Allah Teâlâ’ya itaat, ibadet ve tevhit, saygı, şüpheli şeylerden korunmak, sılayı rahimde bulunmak ilim ile olur. Helal ve haram ilim ile bilinir. İlim öncüdür, amel ise ondan sonra gelir. İyilere ilham olur, fenalar ondan mahrum olur.”

Hz. Ali radıyalahu anh:

“Ey Kümeyl! İlim maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen koruyacaksın, fakat ilim seni korur. İlim hâkim, mal mahkûmdur. Mal sarf etmekle azalır, ilim sarfiyatıyla çoğalır.” buyurmuştur.

Yine Hz. Ali radıyalahu anh:

“Bir alim, gündüzleri oruçlu olduğu halde harbeden, geceleri de ibadetle geçiren mücahid abitten daha üstündür. Bir alimin ölümü ile İslam aleminde açılan boşluğu, onun gibi yetişecek bir alimden başkası dolduramaz.” demiştir.

Rivayetlerde de görülmektedir ki, ilmin fazileti saymakla bitmez. İlim sebebiyle âlimin de fazileti kat kat artmaktadır.

Dünyayı ve içindekileri değerli kılan ancak ve ancak ilimdir.

Rasulüllah sallalahu aleyhi ve sellem Efendimizin:

“Allah’ı hatırlatan ve Allah’a yaklaştıran cihetleriyle, öğreten ve öğrenenden başka, dünyada her ne varsa melundur.” (Tirmizi, İbn-i Mace) buyurmaktadır.

Dünya ilimle güzel, ilimle mamur, ilimle kıymetlidir. İlim de sahibine ulaştırıyorsa kıymetlidir.

Allah’ı hatırlatan, Allah’a yaklaştıran, netice itibariyle Allah’a ulaştıran ilim amacını gerçekleştirmiştir. İşte gerçek muallimler de bu ilimlere en güzel şekilde öğrenip öğretenlerdir.

İşte peygamber varisi bu âlimleri yetiştirmek tüm Müslümanlara farz-ı kifayedir. Bu âlimler yetiştirilmez ise tüm Müslümanlar mesuldür, sorumludur, vebal altındadır. Bu öyle bir sorumluluktur ki düşmanlarla savaş bile Müslümanların bu sorumluluklarını terk ve tehire sebep olamaz.

Rabbimiz:

“Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminde bir gurup dinde (dînî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar.” (Tevbe, 122)

Rabbimizin haber verdiğine göre Müslümanların top yekûn savaşa çıkmaları doğru değildir. Bir kısmı vatan savunması için istihdam edilirken bir kısmının da dinini güzelce öğrenip cihattan dönenlere Allah celle celaluhu ahkâmını öğretmelerini salık vermektedir.

Rasulüllah sallalahu aleyhi ve sellem Efendimizin:

“İslamiyeti okurken ölen kimse ile Peygamberler arasında bir derecelik fark vardır.”(Darimi) buyurmuştur.

Diğer bir hadisi şerifte ise “Kıyamet gününde âlimlerin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılır, âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanından ağır gelir.” (Suyûti, el Câmiu’s Sağir) buyrulur

Rasulüllah sallalahu aleyhi ve sellem Efendimizin, mübarek sözlerinde âlimin ölümü ilmin kaldırılmasına, ilmin kaldırılması da kıyametin kopuşuna vesile olacağını haber vermiştir. Bildiği ile amel edene, Allah celle celaluhu bilmediğini de öğretir. İlmi ile amil ihlâslı ve samimi âlimler, toplumların paratonerleridir. Toplumların üzerine inecek bela ve musibet yıldırımlarının yıkımının önlenmesine vesiledirler.

İlim ve hikmet, kulu rotasından saptırmayan iki önemli rehberdir. Cehalet hem fani hem baki hayatın mahvolmasıdır. Kul için en lüzumlu bilgi, yaratılış amacını öğreten ve ona uygun hareket etmeyi sağlayan bilgidir. Kul, ne dünyasına ne de ukbasına faydası olmayan ilimlerden Allah celle celaluhuya sığınmalıdır. Çünkü bu ilim ihya etmez, imha eder.

Rızkın taksim olunduğu gibi ilimler de taksim olunmaktadır. Rabbimiz, rızkı dilediğine verirken, ilmi dileyene vermektedir. Denilmiştir ki ilim, fakirlikte servet, zenginlikte ziynettir. Bilgini isyanla kirletme. Sonra bilginler ilmin aydınlığında yollarına devam ederken sen isyanın karanlığı içinde kalırsın. İlmin kıymetini bil ki başkalarına bildiresin.

İmam Malik çocuklarının okutulmasını isteyen Harun Reşit’e, “İlim kimsenin ayağına gitmez. İlmin olduğu yere gidilir.” der. Bunun üzerine Harun Reşit, çocuklarının İmam’ın ders halkalarına katılmalarını ister.

“Ya Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur.” (Bakara, 32)

Nureddin Soyak

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
10


Resulü Müctebâ Efendimiz (SAV) - Müslüman’ın Müslüman Üzerinde 5 Hakkı Vardır

Resulü Müctebâ Efendimiz (SAV) buyuruyor:

“Müslüman’ın Müslüman üzerinde 5 hakkı vardır.

Birincisi selam verdiği zaman verilen selamı almak üzere cevap vermek. İkincisi hastalandığı zaman ziyaretine gidip ona moral vermek. Üçüncüsü cenaze namazına katılmak. Dördüncüsü bir organizasyona davet etmek ve o davet edilenin de organizasyona helal ise katılması.

Beşincisi ise bir Müslüman hapşırdığı zaman ‘Elhamdülillah’ demeli, onu duyan başka bir Müslüman ise ‘Yerhamükellah’ demek zorundadır.” Kardeşlerim, hadîs-i şerifte Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklarından Efendimiz (SAV) bahsetmiştir. Bu hakların ince noktalarını anlatalım.

KÂFİRE SELAM VERİLMEZ

Kardeşlerim, kâfire selam verilmez. Çünkü kâfirin dünyada iyiliği vardır. Ne kadar dünyada iyi işler yapsa bile ahirette bunun bir karşılığı olmayacağından dolayı kâfire selam verilmez. Selam “dünyada da, ahirette de mutlu ol, selamette yaşa” anlamına gelir. Haram işlemekte olan adama selam verilmez. Çünkü selam, aynı zamanda “sen iyi bir iş yapıyorsun, iyi insansın ve iyi işlerle meşgul” oluyorsun anlamına da gelir.

Haram işleyen insan iyi işlerle meşgul değildir. Hutbe okunurken cemaate selam verilmez. Abdest alan Müslüman’a selam verilmez. Kur’an-ı Kerim okuyan Müslüman’a selam verilmez. Namaz kılan Müslüman’a selam verilmez. Bu insanlara selam verilmemesin sebebi, o an bir ibadet ile meşgul oluyor olmalarıdır.

Herhangi bir haramı sürekli fiilen işlediği bilinen bir insana selam verilmez. Verilen selamın ‘Selamün Aleyküm’ şeklinde olması alan kişinin de ‘Ve Aleyküm Selam’ şeklinde alması doğru olandır. Bunu her zaman dile getiriyorum kardeşlerim; selam alınırken ‘Aleyküm selam’ şeklinde alınması doğru değildir. Hasan Basri Çantay Hocamız tefsirinde, ‘Aleyküm Selam’ şeklinde alınan selamın ‘Benim selama ihtiyacım yok, senin olsun selam’ anlamına geldiğini kaynaklı bir şekilde ispat etmiştir. O yüzden selamın doğru şekilde alınışı, ‘Ve Aleyküm Selam’ şeklindedir.

HASTA ZİYARETİ BÜYÜK SEVAPTIR

Kardeşlerim, ikinci hak olan hasta ziyareti aynı zamanda çok büyük sevaplardandır. Bunun sebebi hasta ve rahatsız olan mümine moral verip onun daha çabuk bir şekilde sağlığına kavuşmasını sağlamaktır. Bu hem müminlerin birbirlerine kaynaşmalarına sebeptir hem de hastanın yapılan ziyaretle moral bulması ve onu mutlu etmektir.

CENAZE NAMAZLARINA KATILALIM

Kardeşlerim, üçüncü hak olan cenaze namazlarına katılmak ise müminin başka bir mümin üzerindeki en büyük haklarından biridir. Cenaze namazında çok ve kalabalık cemaat olduğu zaman ölen kişinin lehine olur.

Hadîs-i şerifte bahsedilir. Samimi 40 kişinin bulunduğu cenaze namazında 40 kişi ölen kişi hakkında “iyidir bu insan” dediği vakit, merhumun iyi olduğuna delalettir. Bu yüzden cenaze namazlarına katılım önemlidir.

DAVETE İCABET MÜSLÜMAN’IN GÖREVİDİR

Dördüncüsü, bir Müslüman’ı helal bir organizasyona davet etmek ve o davete icabet etmek.

Örneklendirirsek bir Müslüman evladına düğün yapıyor ve düğün yemeği veriyor. Başka bir Müslüman’ı davet etti. Davet edilen Müslüman müsait ise o davete katılmak zorundadır. Kardeşlerim bu hususta hadîs-i şerif vardır. Müslüman davet edildiği düğüne müsait olup icabet etmezse Allah (CC) ve Resulü’ne (SAV) isyan etmiş sayılır. Bu davet sadece bu tarz organizasyonlarla sınırlı değildir. ‘Gel bugün beraber bizim evde yemek yiyelim’ diyen Müslüman’ın davetine de icabet edilmelidir. Müsaitsen eğer katılmak zorundasın. Bu da Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklardandır.

HAPŞIRMAK, YAŞAM BELİRTİSİ VE ŞÜKÜR SEBEBİDİR

Kardeşlerim, son olarak hapşıran bir Müslüman’ın hapşırması bir yaşam belirtisidir. Ölü insan hapşırmadığı için hapşıranın ‘Elhamdülillah’ demesi, Allah’a (CC) şükürdür. Bunu duyan mümin ise ‘Yerhamükellah’ demek zorundadır. Bu, Efendimiz’in (SAV) bizlere emridir. ‘Yerhamükellah’ demenin Türkçe karşılığı ise ‘Allah sana merhamet etsin’ demektir. Bunun farz olduğunu söyleyen İslam âlimleri vardır. Kardeşlerim, Allah (CC) bizlere cennetine layık kul olabilmeyi ve bu 5 hakkı yerine getirebilmeyi nasip etsin.

Prof. Dr. Cevat Akşit.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
Sayfa: [1] 2 3 ... 10