Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Vehbi Tülek / İnsanlara İyi Muâmele Etmek Aklın Yarısıdır
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 06:12:43 ÖÖ »


İnsanlara İyi Muâmele Etmek  Aklın Yarısıdır
 
"Akıllı kimse, kendileriyle beraber olmak zarurî olan kimselerin rızâsını kazanmaya çalışır.”

Ali bin Saîd Gaznevî hazretleri evliyânın büyüklerindendir. Afganistan’da Gazne’de doğdu. Devrin meşhûr ve büyük velîleriyle görüşüp, onlardan ilim öğrendi. Onların sohbetlerinde bulunmanın bereketiyle, evliyâlık yolunda üstün derecelere, yüksek makamlara kavuştu. Kendisinden ise, birçok kimse istifâde etti. 1227 (H.624) senesinde vefât etti. Buyurdu ki:
 
"Bir kulun Allahü teâlânın takdirine râzı olup olmadığı nasıl bilinir?" diye sordular. "Gelen nîmetlerden zevk aldığı gibi, gelen musîbetlerden de zevk aldığı zaman."
 
"Muhabbet sâhibi olan kişi, muhabbetinde öyle sâdık olmalı ki, gönlünde O'nun için olmayan hiçbir sevgi bulunmamalı."
 
"İşlediğiniz günahları gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyin."
 
"Sabır insan olsaydı çok kerîm olurdu."
 
"Mârifetin alâmeti, her an Allahü teâlâyı hatırlamaktır."
 
"Kul Allahü teâlânın sevgisini tattığı zaman, Allah o kulunun kusurlarını kendisine gösterir. Böylece o, başkalarının kusurlarını göremez olur."
 
“Hayâ iki kısımdır: Birincisi, kişinin Allahü teâlânın yasak ettiği bir işi yapmaya yöneldiği zaman, Allahü teâlâdan hayâsı. İkincisi, insanların beğenmediği bir işi yapacağı sırada insanlardan utanması. Bu iki hayâ çeşidi de iyidir. Ancak birincisi farz, ikincisi nafile mesabesindedir.”
 
“Hayâ, insan ile kötü olan şeyler arasında bir perdedir. Hayâ, kötü ve beğenilmeyen şeylerin en güzel ilâcıdır. Ancak, hayâ gidince, artık onların ilâcı kalmaz.”
 
“Hayânın en büyük faydalarından biri, Cehennemden kurtulmaktır. Hayâ, insanın Cehennemden kurtulmasına vesîle olur.”
 
“İnsanlara iyi muâmele etmek, aklın yarısı, suâli güzel sormak ise, ilmin yarısıdır. Geçiminde aşırı harcama yapmayıp iktisâd etmek, geçim darlığından kurtulmaya sebep olur.”
 
“İnsanlarla yakın alâka kurabilmenin yolları; Onlara iyi muâmele edip, ikramda bulunmak, onlardan gelen eziyet ve sıkıntılara katlanmaktır.”
 
“Herkesin rızâsını kazanmak isteyen kimse, ele geçmesi imkânsız şeyleri istemiş olur. Fakat, akıllı kimse, kendileriyle beraber olmak zarurî olan kimselerin rızâsını kazanmaya çalışır.”
 
“Kimseye hîle yapma! Çünkü bu, bayağı ve düşük kimselerin huyudur. Kardeşine iyi nasihatte bulun. Her zaman ona yardımcı ol.”

Vehbi Tülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
2
Ramazan Ayvallı Prof. Dr. / Akıllı Kime Denir
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 06:04:51 ÖÖ »


Akıllı Kime Denir

 “Akıllı kimse [akıllı Müslümân], nefsini, kendisini hesâba çeken ve ölümden sonrası için amel işleyen, hâzırlık yapan kişidir.”

Allahü teâlânın dostlarından Yunus Emre (rahmetullahi aleyh) buyurmuştur ki: 
 
“Bu dünyâya gelen kişi/Âhir yine gitse gerek./Müsâfirdir, vatanına/Bir gün sefer etse gerek.”
 
Bizler, bu dünyâda birer yolcuyuz. Günün birinde, hepimiz ebediyet âlemine göçeceğiz. Zâten Peygamber Efendimiz de “Dünyâda bir garîb veya yolcu gibi ol; kendini kabir ehlinden (ölülerden) say” buyurmuştur.

Niçin? Çünkü doğmak, ölümün habercisidir. Her insân, bu dünyâda kendisine takdîr edilen ömrü, İlâhî irâde istikâmetinde geçirmekle mükelleftir.
 
İnsan, yaratılışı îcâbı hayâtı sever, ömrünün uzamasını ister. Ancak, uzun ömür, Cenâb-ı Hakk’ın yolunda tüketilmiş ise hayırlıdır. Nitekim bir sahâbî, Sevgili Peygamberimize, “Yâ Resûlallah! İnsanların hayırlısı [en iyisi] kimdir?” diye sordu.
 
Peygamber Efendimiz ona şöyle cevap verdi: “İnsanların hayırlısı [en iyisi], ömrü uzun olup ameli güzel olandır.”
 
O sahâbî, “Peki, insanların şerlisi [en kötüsü] kimdir?” diye sorunca da, Resûlullah Efendimiz, “Ömrü uzun olup da, ameli kötü olan” [Tirmizî] buyurmuştur.
 
Yüce Allah, Kur'ân-ı kerîm’inde, Mülk sûresinin 2. âyetinde: “Amelce hanginiz daha güzeldir diye [yanî hanginizin daha güzel amelde bulunacağını] imtihân edip ortaya çıkarmak için ölümü de, hayâtı da yaratan O'dur. O, azîzdir (her şeye gâliptir), gafûrdur (çok bağışlayandır)" buyurmuştur. Demek ki hayât ve ölümün yaratılmasında, imtihân maksadı vardır.
 
Bir hadîs-i şerîfte “Akıllı kimse [akıllı Müslümân], nefsini, kendisini hesâba çeken ve ölümden sonrası için amel işleyen, hâzırlık yapan kişidir”  buyurulmuştur.

Peygamberlerin hepsi, insanları fevz u necâta yani dünyâda ve âhirette kurtuluşa da’vet etmiş, sırât-ı müstakîmi, doğru olan yolu, bıkmadan, usanmadan ve yılmadan anlatmışlardır.
 
Bu Peygamberlerin ve kitapların gönderilmesi, bunlarla sırât-ı müstakîmin, doğru yolun, rızâ-i İlâhî’ye ve Cennet’e götüren yolun gösterilmiş olması, şüphesiz ki, yüce Allah’ın, kullarına olan ni’metlerinin en büyüğüdür.
 
İnsanların, zaman zaman içine düştükleri birtakım vahîm yanlışlık ve bayağı işler, her zaman ve mekânda, Allahü teâlânın gönderdiği Peygamberler (aleyhimüsselâm) ve hak dînler vâsıtasıyla düzeltilmiş, îmân ve ibâdette hak olan Ma’bûd’a (Allah’a) yönelmeleri emredilmiştir.

Bilindiği gibi İslâmiyet, insanların hem rûhî, hem de maddî refâhını en mükemmel şekilde te'min edecek prensipler getirmiş, insan hak ve vazîfelerini en geniş şekilde düzenlemiş, insanların yardımlaşmalarını, kardeşçe yaşamalarını, birbirlerine hizmet etmelerini emretmiştir.
 
İslâm dîni, ahlâkı ve medeniyeti, orijinaline uygun olarak, doğru bir sûrette öğrenilir ve öğretilirse, ona uygun yaşanırsa, bütün fertlerin, âilelerin, cemiyetlerin, hattâ tüm insanlığın, târihte olduğu gibi, günümüzde de râhat edecekleri, huzûr ve sükûn içerisinde, emniyet ve âsâyiş üzere yaşayacakları; bütün dünyâdaki terör ve anarşinin biteceği râhatlıkla söylenebilir...

Prof. Dr. Ramazan Ayvallı.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
3
A / 2014 - Ahmet Yağmur - Medine'ye Hasret
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 06:03:52 ÖS »
2014 - Ahmet Yağmur - Medine'ye Hasret 320 Kbps + Wav
10 / 00:00:57:02 / 130,57 MB - 575,25 MB





Ahmet Yağmur - Medine'ye Hasret 2014 - 320 Kbps - Wav (10 / 57:02)
------------------------------------------------------------------------------------------
Ahmet Yağmur - 01 Medine'ye Hasret  05:51
Ahmet Yağmur - 02 Can Ahmed'e  06:10
Ahmet Yağmur - 03 Sultanım Geliyor  06:12
Ahmet Yağmur - 04 Uhud Dağı  05:31
Ahmet Yağmur - 05 Gidebilsem  03:53
Ahmet Yağmur - 06 Ah Medine'm  05:11
Ahmet Yağmur - 07 Af Eyle ALLAH'IM  07:17
Ahmet Yağmur - 08 Özledim  05:39
Ahmet Yağmur - 09 Haykırış  06:24
Ahmet Yağmur - 10 Mekke'ye Doyamadım  04:49




Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

4
Yaşar Değirmenci / Asıl Derdimiz Dertsiz İnsanlar
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:27:42 ÖÖ »


Asıl Derdimiz Dertsiz İnsanlar

İmkânlar arttıkça, o imkânlarla bir şeyler yapabilme heyecanı-şuuru zayıflıyor. Konfor ve rehavet bizleri dünyevileştiriyor. Öyle bir noktaya geliniyor ki bütün imkânlar önüne serilse kendi nefsinin prangalarından kurtulmadığı için insanoğlu o imkânların birini bile kullanamıyor. Nefse esaret, insanı önce nefsine köle eder, sonra hürriyetini verir. Hadiseye biz nasıl bakmalıyız, kendimiz ne haldeyiz, insanlığa beklediğini verebilecek miyiz, böyle bir mükellefiyetimizin olduğunun farkında mıyız? Fikren kalben-fiilen yürüyecek gücü olmayana, ne yapacağını düşünemeyene-bilmeyene ilmin açtığı ufuklar hiçbir şey ifade etmez/etmemiştir. Âlimlerimiz de mezheb imamlarımız da tasavvuf büyüklerimiz de hep ‘ilim/amel/ihlas’ demişler, ‘ihsan’ı da ilave etmişlerdir.

İslâm, bütün zamanların ve mekânların hakikatidir. ‘Evrensel’ tâbiri yetmez. Bir tarih dönemi gösterilemez ki “İslâmsız” izah edilebilsin. Bir değişim gösterilemeyecektir ki “İslâmsız” açıklanabilsin. Manevi müeyyidesi olmayan bir sistemi hiçbir maddi müeyyide ile işletemezsiniz. Cezayı sadece maddi olarak görüp değeri/mukaddesi hiç kaale almayan bir yapı/sistem hiçbir zaman ferdi de toplumu da düzeltemez. Teşhis yanlıştır, tedavi de yanlış olacaktır. Aslında “manevi müeyyide”yi insanlar, tanısalar da tanımasalar da uygunluk gösterseler de göstermeseler de manevi müeyyide iyi bilinirse, iyi ifade edilirse, hayata yansıyan icapları iyi belirlenirse, olumlu bir yol açılmış olur. İhmal edilirse, yanlış yorumlanırsa, inkâr edilirse, olumsuz sonuçlar yaşanmaya başlar. Sonuçları görenler hiçbir zaman sebebi oldukları olaylardan kendilerini sorumlu tutup ibret almazlar.

Asli sebep, manevidir; maddi değil. Genel görüş (belli çevrelerde) şu:

Bırakın canım, insanlar istediğini yapsın, istediğine inansın, istediği müziği dinlesin, istediğini okusun, istediği gibi düşünsün, istediği gibi konuşsun, istediği gibi giyinsin, istediği gibi yaşasın, vs. Peki ama ölçüler yok mu? Akıl ölçüleri, ilim ölçüleri, inanç ölçüleri, sorumluluk ölçüleri, sanat ölçüleri? Ölçü yokluğu demek, değer yokluğu demektir. Ayıp kalksın, günah kalksın, yasak kalksın, sınır kalksın, disiplin kalksın, yönlendirme kalksın, ölçü kalksın, âdab kalksın, ceza kalksın, sorumluluk kalksın... Hoşgörü olsun, sevgi olsun! Şimdi hep bunlar işleniyor. Peki, yapılan bir işe başlarken veya başlamışken şu sualler sorulamaz mı?

‘Günah mı, sevap mı? Helâl mı, haram mı? Meşrû mu, gayri meşrû mu?’

“Yalancı–sahtekâr–ahlâksız” birine saygı duymayız. Vatan, millet, devlet, ümmet düşmanlarına da… Fakat onlarla bir arada aynı cemiyette yaşamaya, tahammül ediyoruz. Zaten put haline getirilen, muhafazakârların bile İslam ile beraber konuştuğu demokrasi de tahammül rejimi değil mi? Karşılaşabiliriz, yan yana oturabiliriz, görüşmeler yapabiliriz. Sevgi ve saygıya dayanmayan zaruret halinden başka bir şey değil. Bilhassa TV programlarında değerlerimize düşman olan etiketli adamlara ‘düşüncelerinize saygı duyuyorum’ denilmesi doğru mu? Tahammül sınırlarını aşan meseleler. Bunun adının, ‘saygı duymak ve hoş görmek’ olarak konulması da ayrı bir dert. 

Belli ölçüleri aşarsanız; farklılık şuuru kaybolur, asliyetler tanınmaz hale gelir. İstismar, modalaşır. ‘Ben zalime de mazluma da salih’e de, şaki’ye de, haine de, kahramana da, kâfire de, mümine de, kâzibe de sıddık’a da, rezile de, izzet’e de, saygıyla, sevgiyle, hoşgörüyle bakarım’ denilebilir mi? ‘Herkese adil davranırım’ denilebilir. Çünkü adalet, zaten farklı davranmayı gerektirir ve farkların ters mantıkla yok sayılması bizatihi adalete aykırıdır. Kendi düşünce ve ideolojisinin, zihin yapısının dışındaki her karar, her görüş bunlara göre yanlıştır. ‘Ölçümleri yanlış olanın ölçtükleri de yanlıştır’ sözü boşuna söylenmemiştir.

Dünya nimetlerini elde etmek için sınır tanımayanlara tavır koymayacak mıyız? Lüks-israf ve debdebe içindeki hayat tarzlarının ‘dünyevîleşme hastalığı’ olduğunu söylemeyecek miyiz? Ümmetin bugünkü halinin sancısını taşımayacak mıyız? Kavramları iyi öğrenmeyen iyi kullanamaz, iyi kullanamayan iyi düşünemez. Sadece onlarla oynar. Nasıl oynar? İstismar yoluyla çarpıtarak oynar. ‘Modalaşmış istismar’ iyi niyetlileri de etkisi altına alabilir. Bu hatırlatmaları, bilhassa önümüzdeki seneler için, bizden sonraki nesiller için yapmalı ve bunun görevimiz olduğunu düşünmeliyiz. Bugün, hoşgörü ile değil tahammülle karşılanabilir ama yarın, tahammül hudutlarını dahi aşan sıkıntılar getirebilir.

Kavramlarla bu kadar oynanması, düşünce fırsatlarının böylesine israf edilmesi hiç de hayra alamet değil. Farkında olmadığımız fırsatlar çok büyük. Çileli birikimimiz çok güçlü. Bunları bilen kültür emperyalizmi, karanlık tarihinin en hain saldırısını kullanmaya müsait adamlarla, değeri, kutsalı olmayanlarla, en gelişmiş tekniklerle bizi gaflette tutabilmek için seferber olmuş durumdalar. Bir başka tehlike devletimize/milletimize/vatanımıza/bayrağımıza düşman olanların bunlara kılavuzluk yapmaları. Emperyalist devletlerin emrine de girerek yurtdışına kaçmaları. Böyle anormal yapılanlar dahi normalleşir hale getirilmeye çalışılıyor. O kadar büyük temel yanlışlar içindeyiz ki, bu temel yanlışlar üzerine hiçbir doğru bina edilemez.

Önce, düşüncelerimizi/anlayış ve idrakimizi yoklamamız, istikamet sapmalarını tesbit etmemiz şart. Bu sapmaları doğru ölçüye göre yeniden kontrol etmemiz ve düzeltmemiz gerekiyor. Bunu yapması gerekenler elbette kitleler değil. Sokaktaki adamdan bunu bekleyemeyiz. Âlimlerden, entelektüellerden ve önder konumundaki insanlardan bekleyeceğiz bunu.

Milleti millet yapan değerleri bilmeyen, kutsalı olmayan ‘Ümmet’ deyince korkan, ‘cihat’ kelimesinden rahatsız olan, ‘nikahı müftünün kıyması’ keyfini kaçıran, ‘namaz ibadeti’ne zemin hazırlanmasını kabullenemeyen bu insanlarla hangi fikri konuşup/tartışabiliriz? Dinin o kadar cahililer ki, kavramları dahi bilmiyorlar.

Kafalarındaki slogan üç-beş cümleyi fikirlerinin temeli olarak kullanıyorlar. Asla unutulmamalıdır ki hayır ile şer arasında, doğru ile yanlış arasında, ihanet ile sadakat arasında, nur ile zulmet arasında, gaflet ile basiret arasında, istikamet ile dalalet arasında, hak ile batıl arasında, izzet ile zillet arasında, maruf ile münker arasında tarafsız olunamaz. Tarafsızlığı mesuliyetten kaçışın vasıtası olarak kullanmak mesuliyet hükmünün en ağırına müstahak olmaktır. Fikren halledilemeyen meselelerin; fiilen halledilemeyeceğini unutmayalım!

İbadeti ve kulluğu kalplere gömüp, siyaseti ve ticareti dinin dışında gören anlayışa karşı sessizliğimizin akıbetini başkalarına yükleyemeyiz. ‘Emri bilmaruf ve nehyi anilmünker’i hocaların vazifesi olarak görmek de yanlıştır. Bu din, sadece camilerin dini değil, hayatın dinidir. İçimize sızan liberalizm ve onun yavruları olan bencillik, ‘ben’ eksenli hayat anlayışı, putlaşan dünya nimetleri, zevklerin ilahlaştırılması, insanımızı inandığı gibi yaşayan değil, yaşadığı gibi inanan bir yapıya götürmüştür. Demokrasinin İslâm’a üstünlüğü/kıyasını ‘fikir tartışması’ olarak lanse eden sapıklık da ‘fikir hürriyeti’ olarak kabul edilemez. Bütün bunlar küfre giden yolun adımlarıdır. Demokrasi, özgürlük kelimelerini besmele haline getirenlerin, ‘sorumluluk ve görev şuuru, değer ölçüleri’ gibi hiçbir dertleri yoktur. Asıl derdimiz de dertsiz insanlardır.

Yaşar Değirmenci.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
5


Hayatını Düzene Koymak İsteyen Müslüman Gençlere

Önce Rabbini razı et:

Vaktin kıymetini bil! Her şey geçer, ömür de geçer, bütün tartışmalar son bulur. Bütün koltuklar terk edilir.

Bütün unvanlar, makamlar geride kalır. Ne yaparsan yap, kimseyi razı edemezsin, muhakkak bir eksiğin bulunur. Sen Allah’ı razı etmeye bak! Gerisi boş, gerisi gelir geçer…

Her dakikanın hakkını ver:

Hayatını düzene koy! Artık plan yapmayı bırak. Ömrünü uygulanmamış planlar çöplüğüne çevirme. En iyi planını seç ve onu mükemmelce uygulamanın peşinde ol. Dün geçti. Yarının da geleceği belli değil. İslam’ı yaşayacaksan şimdi yaşamaya bak. Neyi düzelteceksen şimdi düzelt. Hangi şerden vazgeçeceksen şimdi geç. Hangi hayrı işleyeceksen şimdi işle…

Hayatı Allah’ın çizdiği sınırlarla yaşa:

Ne kadar yoğun olursan ol, asla namazlarını gevşetme! Hangi makamda bulunursan bulun, asla İslami hassasiyetlerini protokol kurallarına kurban etme! Ne kadar kazanırsan kazan asla kursağından kul hakkı ve haram lokma geçirme! Hangi koltukta oturursan otur, asla haram olan bir işe imza atma! Hangi güce sahip olursan ol, asla zulmetme!

Sürekli hayır ve salih amel peşinde ol:

Her daim gayretli ol! Çünkü Allah, kendi yolunda gayret edenlere kendi yollarını gösterir. Bildiklerinle amel et, çünkü Allah bildikleriyle amel edenlere bilmediklerini de öğretir. Allah’ın dinine yardım et, çünkü Allah kendi dinine yardım edenleri yardımsız bırakmaz. Her zaman Hakk’ın rızasını gözet, çünkü kim Hakk’ın rızasını gözetirse hak da onu gözetir…

Bir duruş ve şahsiyet sahibi ol:

Şahsiyetini koru! En büyük unvanın Müslüman şahsiyetin olsun ki, tüm unvanların elinden alındığında ortada kalmayasın. Makamların değer kattığı adam olma ki, makamlar gidince değersiz kalmayasın. Koltuk arayan adam değil, koltukların aradığı adam ol ki, her zaman aranan adam olasın…

Seni çürüten düşmanlarını tanı:

4 büyük düşmandan sakın! Tembellik, korkaklık, gevşeklik ve gaflet. Tembeller üretemezler, zamanla statükocu ve muhafazakâr olurlar. Korkaklar inisiyatif alamazlar ve hep başkalarının gölgesinde yaşarlar.

Gevşekler duruş sahibi olamazlar ve renkten renge girerler. Gafiller planlı ve programlı olamazlar, ömürleri boşuna geçip gider…

Önce nefsine karşı zafer kazan:

Zafer arıyorsan, bil ki; sabah namazını cemaatle kılmak zaferdir. Gözünü haramdan, dilini gıybetten korumak zaferdir. Günlük Kur’an’la buluşmak, Allah’ı zikretmek zaferdir. Günahlar için tevbe edebilmek zaferdir.

Değerlerinden taviz vermemek zaferdir. Unutma! Bireysel zaferleri kazanmadan toplumsal zaferlere ulaşılamaz...

Ölçüyü koru:

Ne okursan oku ancak önce Kur’an ve sünneti oku. Yoksa okuduklarını eleyecek bir süzgecin olmaz. Hakkı ve adaleti savunacaksan önce Kur’an ve sünneti öğren, çünkü hakkın da adaletin de ölçüsü Kur’an ve sünnettir.

Ölçüyü kaybedersen yerini nefis, taklit ve başkalarına şirin görünme isteği alır. Böyle bir mücadeleden de hak ve adalet değil ancak zulüm doğar…

Kendi gündemine sahip ol:

Emperyalizmin ruhunu ve zihnini işgal etmesine izin verme! Dizilerin ve internetin karşısında erime! Planlı, programlı ve disiplinli ol! Bir dakikanı bile boşa harcama! Yaz, oku, düşün, araştır, konuş, sürekli hayrın peşinde ol!  Kendi gündemini kendin belirle! Hak ve batıl mücadelesinde öncelikli gündemini asla kaybetme! Asıl amaçtan asla sapma! Araçları amaç haline getirme! Asıl hedefinin İslam’ı yaşamak, İslam’ı anlatmak ve İslam’ı hâkim kılmak olduğunu asla unutma!

Sakın aklından çıkarma! İslam savunulan bir ideoloji değil yaşanılan bir dindir…

Dr. Abdülaziz Kıranşal.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
6
Nihat Hatipoğlu / Bizi Aldatan Bizden Değildir
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 06:53:08 ÖÖ »


Bizi Aldatan Bizden Değildir

Marketlerde, lokanta ve benzeri mekânlarda baş döndüren pahalılık ve günlük, hatta saatlik oynak fiyatlar hepimizi rahatsız ediyor. Elbette idareciler gereken tedbirleri alıyor ve alacaklar da. Caydırıcı müeyyideler ne yazık ki çoğu kez göz ardı edilemeyen birer çözüm olarak ortada duruyor. Ancak her şeyden önce vicdanen rahatsız olmak gerekiyor.

Bir kâse çorbanın fiyatı bile rahatsız edici boyutlara ulaşıyorsa durumu iyi olmayan ne yapacak? Birçok insanın ailece bir lokanta, kafe veya benzeri yerde bir öğün yemek yemesi bile astronomik maliyetlere ulaşıyor. Elbette keyfi fiyat oynamaları ve daha yığınla sebep üretilebilir ama bunların hiçbiri keyfi, günlük hatta saatlik fiyat yükseltmeye sebep olarak gösterilemez.

ORTADA BİR SUİSTİMAL VAR

Bence "Şu fiyatı koydum, isterse müşteri oturmasın" diyemezsiniz. Eğer bu sektördeyseniz insana en uygun, insaflı ve makul fiyatlarla imkân sunmalısınız. Bunun bir kul hakkı olduğunu bilmeniz gerekir. Tabii vatandaşların da bu astronomik listeye kural, akıl, vicdan çerçevesinde makul, kavgasız gürültüsüz ikazlar yapmaları gerekir.

İdarecilerin bölge, cadde, şehir gibi unsurları göz önünde tutarak gıda ürünleri için alt ve üst satış limitleri belirlemesi hepimizin aklına geliyor. Caydırıcı denetlemelerin aşırı, anlık ve keyfi fiyatlandırmayı engelleyeceği kanaati toplumda yaygın bir bakış tarzı.

Bu arada insaflı, ölçülü, vicdanlı gıda üreticilerinin, satıcılarının var olduğunda belirtelim. Ancak dalında 5 TL olan bir ürün pazar veya markette 50 TL ise ortada bir suistimalin olduğu aşikârdır. Bizim de tüketiciler olarak temkinli, dikkatli ve sorgulayıcı olmamız gerekiyor elbette. Her şeyi devlet yapsın beklentisi doğru değil. Bizler bu hususta idarecilere yardımcı olmamız lazım.

BİR ISIRIK HARAM LOKMA

Bir ısırıklık haram lokmanın ne kadar yıkıcı olduğuyla ilgili meşhur bir hadise vardır. Yaşanmış bir hadise. İbret verici bir olay. Bunu sizinle paylaşmak isterim:

Sabit, genç bir delikanlı. Ancak helal ve harama karşı da çok hassas. Ağzına haram lokma almıyor. Bir gün nehrin kıyısında abdest alırken nehirde başıboş batıp çıkan bir elma gördü. Belli ki nehre yakın bir ağaçtan kopup akıntıya kapılmış. Sabit bu elmayı eline aldı ve gayri ihtiyari, bir anlık gafletle ısırdı. Elmayı dişleyince tükürüğünde kan olduğunu fark etti. Bir an çarpılmış gibi oldu. 'Eyvah' dedi, 'başkasının bahçesindeki elmayı ısırdım. Ya sahibi hakkını haram ettiyse?'

Tükürüğündeki kanı da buna yordu. Nehirden yukarıya doğru yürümeye başladı. Derdi elmanın düştüğü bahçeyi bulmaktı. Sahibini bulup helalleşecekti. Uzun bir yürüyüşten sonra dallarını nehre salmış, üzerinde ısırık attığı elmanın benzeri elmaların olduğu ağacı ve bahçeyi buldu. Bahçeye girip sahibini aradı. Seslendi, ancak bir cevap alamadı.

Yan bahçelerdeki insanlara sordu ve durumu anlattı.

Komşu bahçe sahipleri, 'Kafana takma. Bahçe sahibi çok cömerttir. Sana helal eder' dediler. Ancak Sabit bir türlü rahatlayamadı. İlla bahçe sahibini bulacaktı. Sonunda buldu da. Selamdan sonra konuyu anlattı. 'Affedin' dedi, 'bahçenizden düşmüş olan elmadan bir ısırık aldım. Sonra farkına vardım. Helal edin veya parasını vereyim.' Ancak bahçe sahibi aksi biri gibi çıktı. 'Helal etmem, para da istemem. Helallik için bir şartım var' dedi. Sabit çarnaçar 'Buyur, şartını söyle' karşılığını verdi.

KÖR, SAĞIR, DİLSİZ VE KÖTÜRÜM

Adam şöyle dedi: 'Benim bir kızım var. Ancak kör, sağır, dilsiz ve kötürümdür. Onu eş olarak alırsan sana hakkımı helal ederim.' Sabit çaresiz olarak 'Tamam' dedi. Düğün hazırlığı yapıldı. Mütevazı bir nikâh kıyıldı. Sabit gelinin odasına girdi. Ama ne görsün, dünya güzeli bir genç kız. Gözleri görüyor, konuşuyor, kulağı duyuyor. Endamı da yerinde. Yani hiçbir sakatlığı yok. Sabit hemen dışarı çıktı. Kayınpederi kapıda duruyordu. Sabit, 'Efendim bir hata var herhalde. İçerideki sizin kızınız olamaz. Siz bana 'Kızım kör, sağır, dilsiz ve tam engelli' dediniz. Halbuki içerideki kız dünya güzeli; işiten, gören, konuşan ve yürüyen biri.'

Kayınpeder gülümsedi 'Evlat' dedi, 'kızım kör, zira hiçbir kusur, hata veya günaha bakmadı. Sağır, zira hiçbir dedikodu, haram fısıltı ve kendisini ilgilendirmeyen söze kulak vermedi. Dilsiz, zira hiç dedikodu, laf gezdirme, çirkin konuşma veya benzeri kötülük ağzından çıkmadı.

Kötürüm, zira haram, uygunsuz, kötü, yakışıksız hiçbir yere ayak basmadı. Evlat, kızımı çok isteyen oldu. Ancak takva sahibi olmadıklarını görünce kızımı vermedim. O da istemedi zaten. Ama senin bir ısırık için bu kadar hassas olduğunu görünce kendime dedim ki bu çocuğa kızımı vermeliyim. Takvanın hatırına verdim kızımı. Kızım senin eşindir, inşallah hayırlı bir nesil çıkar sizden. Mübarek olsun' dedi."

BU EVLİLİKTEN KİM DOĞDU?

Olayın sonunu merak etmişsinizdir. Peki bu evlilikten kim doğdu dersiniz. Bu evlilikten Numan diye bir delikanlı doğdu. Kim bu Numan? Tam ismiyle Numan b. Sabit doğdu. Sabit'in oğlu Numan kimdir? Meşhur imamımız İmam-ı Azam Ebu Hanife işte. İmam-ı Azam bu evlilikten doğan Numan'ın bizzat kendisidir. İmam-ı Azam'ın tam adı Numan b. Sabit'tir. Yani Sabit'in oğlu Numan.

İMAM-I AZAM'A SORDULAR

Hanefi mezhebinin kurucusu olan İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye sordular: "Efendim at nalı uğur getiriyormuş, doğru mu?" Ebu Hanife şöyle cevap verdi:

"Sanmıyorum. O nallardan her atta 4 tane var ama o atlar her gün yük çekiyorlar. Uğurlu olsaydı sahiplerine uğur getirirdi."

LOKMAN HEKİM'DEN

Ey oğul! Kıymetini bilmeyene gitme.

Ana-baba hakkını gözet.

Hakiri (düşmüşü) aşağı görme.

Kibre kapılma.

Allah yükseltir de, alçaltır da.

Allah hakiri aziz, fakiri zengin eder.

Dilerse azizi zelil, zengini fakir eder.

Oğlum! Tövbeyi sakın yarına bırakma.

İSLAM AHLAKIYLA ÖRTÜŞMÜYOR

 Müslümanız güya! Ama olanlara Müslümanca bakamıyoruz.

 Haram lokmadan sakınmalıyız. Ama lokma gelsin de nereden gelirse gelsin diyoruz.

 İnsaflı olmalıyız. Ama 200 ml'lik suyu 20 kat zamla satıyoruz.

 Gayrimüslim bir ülkede ramazan geldi diye esnaf ürünlerde Müslüman müşteriye ucuzluk getiriyor. Bizde ramazan geliyor diye fiyat artıyor.

 "Kul hakkı en önemli hak" diyoruz. Ama dükkânın önündeki ütü masasını satın almış gibi alıp götürüyoruz. Kul hakkı aklımıza gelmiyor.
Kimse alınmasın ama ahlakımız İslam ahlakıyla örtüşmüyor. Kendimizi iman, akıl, vicdan üçgeninde sorgulamalıyız. Onun için bereket kalmadı, huzur kalmadı. Sevgi azaldı, kavga çoğaldı. Nasipsizlik diz boyu. Allah'ım, içimizi, işimizi, tavrımızı, kalbimizi, gözümüzü, dilimizi, kulağımızı düzelt.

Amin.

PROBLEMLİ BİR EVLİLİĞİ SONLANDIRMAK GÜNAH MI?

Yüce Allah'ın helal kılmasına rağmen en sevmediği şey boşanmadır. Onun için boşanma konusunda aceleci olmamak lazım. Problemi aşabilmek için sonuna kadar mücadele etmek gerekir. Ancak geçim imkânsız hale gelir ve boşanmadan başka yol kalmazsa bu durumda boşanmak caiz olur. Boşanmadan sonra da geride kalan eşin ve çocukların hukukunu ve hakkını gözetmek de şarttır.

 Musallaya konan her kişinin cenaze namazını kılabilir miyiz?

Camiye getirilmiş ve musalla taşına konulmuş herkesi Müslüman kabul ederiz. Müslüman olanın cenaze namazını kılmak ise farzı kifayedir. Üstümüze borçtur.

Ölen kişinin amelini bilmek veya tartmak zorunda değiliz. Esas olan hüsnü niyettir; iyi niyetle ölenin Müslüman olduğunu düşünmektir.
 Büyük balıklar içi temizlenmeden yenilir mi?

Büyük balıkların içinin temizlenmeden yenmesi doğru değildir. Ancak çok küçük balıkların içleriyle pişirilebileceğine fetva verilmiştir. Temizlenmesi elbette daha iyi olur.

 Ölenin elbisesi mutlaka dağıtılmalı mı? Hatıra olarak evde bırakılabilir mi?

Ölenle ilgili her türlü tasarrufta mirasçılarının rızası aranır. Rızası varsa ölenin elbiseleri fakirlere dağıtılabilir. Ama ölenin yakınları isterlerse ölünün elbiselerinin bir kısmını hatıra olarak evde alıkoyabilir.

Nihat Hatipoğlu.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
7
Yetenekli Kalemler / BenimKkim Olduğumu Biliyor musun
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 06:42:56 ÖÖ »


BenimKkim Olduğumu Biliyor musun

Bu sözü söyleyen kimse, gerçekten de kim olduğu bilinmeyen bir kimsedir. Genelde herhangi bir meziyeti, bir vasfı bir özelliği yoktur. Ama oldukça hodkâm oldukça nobran oldukça bencil bir kimsedir. Kendinden başkasını düşünmeyecek kadar, nefs-i emmare sahibidir.

Bu sözü genellikle nerede ve kime karşı söylerler?
 
Kendisinin hakka hukuka kanuna kurala uymayan istek ve beklentilerini yerine getirmeyen resmî görevlilere...

Neden? Çünkü onlar genel anlamda kamu görevlisidir. Bu sebeple siyasetçinin, bürokratın üst düzey yöneticilerin, etik olmasa da usulüne uygun şekilde muhtemel yaptırımlarına muhataplardır.
 
Bu ve benzeri örnekleri haberlerde okumuş, ekranlarda izlemiş miyizdir? Evet...
 
Trafikte tartıştığı polis memuruna, hastanede tartıştığı sağlık profesyonellerine, devlet dairelerinde çalışanlara vb. bu sözü söyleyenler çok olmuştur...
 
Bu kimselerin büyük çoğunluğu aslında kimsesi olmayan kimsedir. Blöf yapmaktadır. Peki buna rağmen nasıl böyle söylemeye bu blöfe cüret ederler?
 
Çünkü sayıları üçü beşi geçmeyen ama gerçekten onun haber vermesiyle o resmî veya kamu görevlisine gerçekten yaptırım uygulayabilen etkin kimseler olmuştur ve olmaktadır. Bunları da haberlerde toplum üzülerek de olsa izlemekte görmekte okumaktadır.
 
Böylece madalyonun öteki yüzü parlar gözümüze... Demek ki gücü olan kimse gücünü hakka hukuka kanuna rağmen gösterip arzusuna ulaşabilmektedir. O zaman hukukun gücü değil güçlünün hukuku söz konusudur.
 
Hiçbir özelliği olmayan yakınını, yaptığı iş hukuksuz da olsa, kanunsuz da olsa, gelenek göreneklere uymasa da görevini yerine getirmek isteyen devletin memuruna tercih eden üstler olmuş mudur? Olmuştur...
 
O hâlde “sen benim kim olduğumu biliyor musun?” sözü böyle bir toplumda anlamlıdır ve blöf olarak işe yarayabilmektedir. Acı olan böyle blöf yapan kimsenin olmasından çok böyle bir blöfün yaşanan örneklerden yola çıkarak geçerli olabilmesidir.
 
Akif İnan İzgördü.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
8
Salim Köklü / Çocuklarımıza Sahip Çıkmalıyız
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 06:35:33 ÖÖ »


Çocuklarımıza Sahip Çıkmalıyız

Evlatlarımız iyi yetiştirirsek, hem dünyada ve ahirette mesut ve bahtiyar olurlar hem de vatanına, milletine hayırlı evlatlar olurlar.

 Kur'ân-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Kendinizi ve aile efradınızı Cehennem ateşinden koruyun!) [Tahrim 6]

 Kur'an-ı kerimde, nefislerimizi ve aile efradımızı, yakacağı insan ve taş olan Cehennem ateşinden korumamız emredilmektedir. Elli-yüz senelik kısa bir hayat için evladımızı dünya felaketlerinden korumaya çalıştığımız gibi, ebedî felakete düçar olmaması için ahiretini de korumamız lazımdır. Bir babanın, evladını Cehennem ateşinden koruması, dünya ateşinden korumasından daha mühimdir. Cehennem ateşinden korumak da, imanı, farzları, haramları öğretmekle ve onları ibadete alıştırmakla, kötü arkadaşlardan ve zararlı neşriyattan korumakla olur.
 
Bütün fenalıkların başı, kötü arkadaştır. Kötü arkadaşları, çocuğun ahlakını bozar, senelerce onlardan kendisine geçen  kötü huylardan kurtulamaz. Zararlı olan görüntülü ve yazılı medya, televizyon, internet, bozuk kitap, gazete,  dergi ve uygun olmayan çevreler hep kötü arkadaştır.
 
Çocuğumuzu ıslah etmenin, korumanın en kestirme yolu, ona iyi arkadaşlar bulmak, İslamiyet’in doğru bilindiği ve yaşandığı iyi bir çevrede bulunmasını sağlamak, iyi insanlarla komşuluk etmek, faydalı yayınları, faydalı eserleri okutmaktır. Mesela Hakikat Kitabevi yayınlarından İslam Ahlakı Kitabı ile Namaz Kitabı çok kıymetli arkadaşlardır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki;
 
(Kişinin dini, arkadaşının dini gibidir, o hâlde kiminle arkadaşlık edeceğinize çok dikkat edin) [Hakim].
 
(Bütün çocuklar, Müslümanlığa elverişli olarak dünyaya gelir. Daha sonra bunları, ana-babaları Hıristiyan, Yahudi ve dinsiz yapar.) [Taberani]
 
Hadis-i şerifte Müslümanlığın yerleştirilmesinde ve yok edilmesinde en mühim işin, gençlikte olduğu bildirilmektedir. O hâlde, her Müslümanın birinci vazifesi, evladına İslamiyet’i ve Kur'ân-ı kerimi öğretmektir. Evlat nimetinin kıymeti bilinmezse, elden gider. Bunun için (Pedagoji) yani “çocuk terbiyesi”, çok kıymetli bir ilimdir.
 
İslam dinine karşı olanlar, bu mühim noktayı anladıkları içindir ki, "Gençliğin ele alınması birinci hedefimizdir.

Çocukları dinsiz olarak yetiştirmeliyiz"  diyorlar.

İslamiyet’i yok etmek ve Allah’ın emirlerinin öğretilmesini ve yaptırılmasını engellemek için, "Gençlerin kafalarını yormamalıdır. Din bilgilerini büyüyünce kendileri öğrenirler" diyorlar.
 
O hâlde biz Müslümanlar, İslam düşmanlarının, bozuk itikatlı kimselerin hilelerine, yalanlarına aldanmamalı ve çocuklarımıza sahip çıkmalıyız; böyle bozuk kimselerin zararlarından onları korumalıyız. Onlara sahip çıkmak da, dinimizin emirlerine uygun olarak yetiştirmekle olur.
 
Çocuklarımızı iyi bir Müslüman olarak yetiştirirsek hem dünyada ve ahirette mesut ve bahtiyar olurlar hem de vatanına, milletine hayırlı evlatlar olurlar. Yoksa dünyaları da ahiretleri de zarar görür...

Salim Köklü.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
9
Haftanın konusu / Zulmün Zararları
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 06:22:59 ÖÖ »


Zulmün Zararları

AYET : İBRAHİM SURESİ – 42. AYET

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ:

           MEALİ :

     “(Resulüm!) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.”
 (İBRAHİM SURESİ – 42. AYET)

     Zulüm, hakkı sahibine vermemek veya sahibinin elinde bulunan hakkı almaktır. Zulüm halkın mal ve servetine, hak ve hürriyetine,  ırzına, namusuna ve haysiyetine tecavüzde bulunmaktır. Zalim, insan suretindeki vahşi yaratıktır, insanların inlemesi ona zevk verir. Halk ağlayıp sızladıkça, yalvarıp yakardıkça o, sinsi bir arzuyla daha büyük zulme cüret eder.

     Allah, insanları bu gibi haksız davranışlarda bulunmaktan men etmiştir. Aklı başında olan bir mümin, kendisinin üzerinde Allah’ın hakkı, insanların hakkı ve hayvanların hakkı bulunduğunu aklından çıkarmamalıdır. İnsan zulüm suçu işlememek için kimlerin, üzerinde, ne gibi hakları bulunduğunu bilmek zorundadır. Her insanın üzerinde Allah’ın hakkı, insanların ve hayvanların hakkı vardır.

     Allah’ın bizim üzerimizdeki hakkı; O’nun varlığına, birliğine ve diğer iman esaslarına inanmaktır. Allah’a şirk koşan ve O’ndan başka mabut varmış gibi sapık bir inanca kendini kaptıran kimse, en büyük zalimdir. Bu konuda Allah şöyle buyuruyor:

أَوْ تَقُولُواْ لَوْ أَنَّا أُنزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّا أَهْدَى مِنْهُمْ فَقَدْ جَاءكُم بَيِّنَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن كَذَّبَ بِآيَاتِ اللّهِ وَصَدَفَ عَنْهَا سَنَجْزِي الَّذِينَ يَصْدِفُونَ عَنْ آيَاتِنَا سُوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُواْ يَصْدِفُونَ:

     “Yahut “Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz diye (Kur’an’ı indirdik). İşte size de Rabbinizden açık bir delil, hidayet ve rahmet geldi. Kim, Allah’ın ayetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalimdir! Ayetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.”  (EN’AM SURESİ – 157. AYET)

     İnsanın üzerinde Allah’a imandan sonra, Allah’a kulluk vazifesi gelmektedir. Bu mükellefiyetlerin yerine getirilmemesi, Allah’ın haklarına karşı işlenmiş bir zulümdür. İnsanlara ve hayvanlara zulüm yapmamak için çok dikkat etmemiz lazımdır. Akl-ı selim sahibi bir Müslüman, saltanatını işkence ve zulüm üzerine kurmamalı ve servetini başkalarına ıstırap vermek için toplamamalıdır. Kişi, kudret ve kuvvetini mazlumları ezmeye yöneltmemeli ve hiçbir kimseye işkence yapmamalıdır.

     İnsan, zaman çarkının kendi lehine döndüğünü görüp te başkalarına zulüm yapmaya kalkışmamalıdır. Mağdur ettiği kimselerin gözyaşları sele, ahları ateşe döner de zalimi dünya ve ahirette perişan eder. Geride kalmış asırlarda yaşamış, Hakk’ı tanımamış kimseler, arkalarında kötü bir isim bırakmışlardır. Şimdi saltanat sürdükleri yerlerde yeller esmekte ve baykuşlar ötmektedir. Hani: “Ben sizin en yüce Rabbinizim.” diyen Firavun? Nerede kafasında ilahlık davası bulunan Nemrut? Hani yüksek binalar yaparak namını yüceltmek isteyen Şeddat? Nerede Ad ve Semûd? İlahi bir ceza ile cisimleri helak oldu ve yurtları cihan coğrafyasından silindi.

     Haksızlığa uğrayanların yanık yürekle ağızlarından çıkan ahlar, kıyamet gününde zulmet olacak ve zalimi kuşatacaktır. Bu konuda Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

اِتَّقُوا الظُّلْمَ فَإِنَّ الظُّلْمَ ظُلُمَاتٌ يَوْمَ الْقِيَامَةِ:

     “Zulüm, kıyamet günü sahibini kuşatan karanlıklar olacaktır.”

     Yine Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur:

     “Ey insanlar! Allah’tan korkunuz. Allah’a and olsun ki, bir mümin diğer bir mümine zulmetmeye görsün, Yüce Allah kıyamet günü ille ondan intikam alır.”

     Geçmiş devirlerde yaşamış ümmetlerin içinde de zulme meyledenler olmuştur. Bu davranış, onları ahlakî çöküntüye ve inanç bozukluğuna sevk etmiştir. İrtikâp ettikleri haksızlıklar yüzünden ilahi cezaya uğramışlardır. Bu konuda Hz Peygamber (SAV) bizleri şöyle uyarıyor:

     “Zulümden sakının. Çünkü zulüm, kıyamet günü sahibini bunaltan karanlıklar olacaktır. Koyu cimrilikten de sakının. Zira bu kötü huy, sizden önceki ümmetleri helake sürüklemiştir. Bu cimrilik, onları birbirlerinin kanlarını dökmeye, haramları helal olarak kabul etmeye sevk etmiştir.”

     Şeyh Sadi Şirazi: “Benî âdem aza-i yekdiğeregend = Ademoğulları, diğerlerinin azaları mesabesindedir.” diyerek, insanları birbirlerini tamamlayan unsurlara benzetmiştir. Müslümanların birbirlerine nasıl davranacaklarını, Hz Peygamber (SAV) şöyle ifade buyuruyor:

اَلْمُسْلِمُ أخُو الْمُسْلِمِ لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ مَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حَاجَتِهِ وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ اللَّهُ عَنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ:

     “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim Müslüman’ı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır.  Kim bir Müslüman’ı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n  kusurunu) örter.”

     Bir insan, nasıl davranırsa halka zulüm yapar? Bu sorunun cevabında ilk akla gelen, halkın canını acıtacak ve kanını akıtacak hareketlerdir. Daha sonra onu tehdit eden ve hürriyetine set çeken davranışlar akla gelir. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur:

     “Kim haksız olarak kamçı ile bir kimseye vurdu ise, kıyamet günü kendisine kısas yapılarak hak alınır.”

     Beşeri münasebetler yönünden bir müminin en önde gelecek hasleti, halkın kalbini sevindirecek bir nezaket ve asaletin sahibi olmaktır.
Kişinin Allah’tan korkması, onun kulluk vazifelerini zevkle yapmasına yardım eder. Bir insanı çeşitli yollardan biriyle korkutmak, onun gönlüne menfi yönde tesir eder ve Allah’a kulluk yapmasına mani olur. Tarih incelenecek olursa görürüz ki, yetişen zalimler halkı korkutunca, Allah’ı bırakıp o zalime tapınırcasına boyun eğmişlerdir. Firavun ve Nemrut, bu konudan en canlı ve sefil örneklerdir. Hz Peygamber (SAV), bu konuyu Allah’a ve ahirete iman etme şartına bağlamıştır:

     “Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa, Sakın hiçbir Müslüman’ı korkutmasın.”

     Yine Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

    “Müslüman’ı korkutmayınız. Zira bir Müslüman’ı korkutmak en büyük bir zulümdür.”

     Başka bir hadis te şöyledir:

     “Kim bir Müslüman’a eza verirse bana eza vermiştir. Kim de bana eza verirse, Allah’a eza vermeye kalkışmış olur.”

     Bu kadar ikazdan gereken uyarıyı almayan, zulüm ve haksızlıktan kaçınmayan kişinin maruz kalacağı feci akıbeti, Hz Peygamber (SAV) şöyle haber veriyor:

     “Mümine zarar veren ve hile yapan mel’undur.”

     Zulmü meşru ve zalimi haklı göstermek için hiçbir sebep ileri sürülemez. Kişi, alacağını veya hakkını borçlu kimseden koparmak için asla zulüm yapamaz. Bu konudaki hadis-i şerif şöyledir:

     “Hişam b. Hâkim (RA), Şam’a uğramıştı. Güneşe oturtulmuş, başlarına zeytinyağı dökülmüş bir takım insanlara rastladı ve sordu: “Şu durum nedir?” Cevap verildi: “Haraç vergisinden dolayı işkence ediliyorlar.” Hişam şöyle dedi: “Şehadet ederek ifade ederim ki, Hz Peygamber (SAV)’i şöyle söylerken işittim: “Dünyada insanlara azap edenlere, ahirette Allah muhakkak azap eder.”

     Şu husus unutulmamalıdır ki, Ateş, ne kadar kuvvetli olursa olsun, yerini küle terk etmektedir. Zalim de ne kadar kuvvetli olursa olsun, yerini mazluma bırakacaktır. Allah, onun cezasını geciktirirse de asla ihmal etmez ve onun yaptıkların yanına bırakmaz. Bu konuda Hz Peygamber (SAV) bizleri şöyle uyarıyor:

     “Yüce Allah, zalime bir müddet mühlet verir. Bir de yakalayacak olursa artık kurtulamaz.”

     Zalim, kendisine yardakçılık ve yağcılık yapanlardan güç kazanır. Bir insan, zalimin haksızlık yapmasına engel olamazsa, ona destek olmamalıdır. Çünkü sarmaşık sırık bulmadıkça boyunu yükseltemez. Zalimler de yardımcılarından cesaret alarak zulümlerini arttırırlar. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Zulüm ehli de onların yardımcıları da ateştedir.”

     İnsanları haksızlığa sevke den amillerin başında kişinin etrafını kuşatan dalkavuklar ve yardakçılar gelmektedir. Ben Müslüman’ım, Allah’a ve ahiret gününe inanıyorum diyen bir kimse asla zalime meyletmemeli ve ona yardakçılık yapmamalıdır. Bunun aksi bir yol takip eden kimsenin maruz kalacağı feci akıbeti, Hz Peygamber (SAV) şöyle ifade ediyor:

     “Kim bir şahsın zalim olduğunu bildiği halde ona zulümde yardım etmek üzere beraber yürürse, İslam yolundan dışarı çıkmış olur.”

     Zulme uğrayan kişi, kendi gücüyle zalime engel olamazsa çareyi Allah’a iltica etmekte bulur. Mazlum, yanık yürekle aziz ve müntekîm olan Allah’a yalvaracak olursa, yaptığı dua hedefini bulur. Velev ki o gayri Müslim olsun. Bu konuda Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Mazlumun bedduasını almaktan sakının. Çünkü o, bir kıvılcım sıçraması gibi semaya yükselir.”

     Mazlumun duasının süratle kabul olunmasında ibret verici bir olay nakledelim:

     Hayatta kimsesi olmayan yaşlı ve fakir bir kadın, bir kulübe içinde barınıyor ve hayatın zorluklarını sinesinde saklıyordu. Bir gün ihtiyacını karşılamak ve nafakasını temin etmek üzere kulübeden ayrılmıştı. Bu sırada o şehirdeki zalim idareci, emrindeki adamlarıyla sarayının etrafında dolaşırken bu kulübeyi gördü ve konağın manzarasını bozuyor diyerek yıkılmasını emretti. Yaşlı kadın geri dönünce kulübesinin yıkıldığını, enkazının atıldığını görmüş ve kimin yıktığını öğrenince, yanık yüreğiyle: “Ya Rabbi, kulübem yıkılırken ben yoktum, engel olamadım. Ey Allah’ım, sen de mi yoktun?” diyerek ağlamaya ve beddua etmeye başladı. O zalimin sarayı, bu ilenme ile çöktü ve yerle bir oldu.

     Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Mazlumun duası kabul olunmaktadır. Velev ki o, facir ve kâfir olsun. Onun fücuru kendi üzerine sorumluluk getirmektedir.”

     Hiçbir Müslüman diğer bir şahsın mülküne tecavüzde bulunmamalı, dünyasını mamur etme hevesiyle ahiretinin perişan hale getirmemelidir.

Zira o gün sahte boyalar dökülecek, kişinin iç yüzü açığa çıkacak ve mahşer halkına açıklanacaktır. Bu konuda bizleri aydınlatan ve uyaran Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

مَنْ ظَلَمَ قَيْدَ شِبْرٍ مِنَ الْأَرْضِ طَوَّقَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنْ سَبْعِ أَرْضِينَ:

     “Kim bir karışlık arazi parçasını haksız olarak keser alırsa, Allah ta kıyamet günü bu yeri yedi kat yerden itibaren boynuna geçirir.”

     Haksızlık yapmayı alışkanlık haline getiren zalime karşı Allah’ın gazabının şiddetini açıklayan hadis-i kutsî’de, Allah şöyle buyuruyor:

     “Benden başka yardımcı bulamayan kimseye zulmeden şahsa gazabım şiddetli oldu.”

     Kâinattan nice zalimler gelip geçmiş, can yakmış, kan dökmüş ve ocaklar söndürmüştür. Yüreği yanık bir mazlumun bedduasına hedef olunca hâk ile yeksan olmuştur. Şairin ifade ettiği gibi:

     “Zalimlere bir gün dedirtir kudret-i Mevla,

      Tallahi lekad âserakellahü aleyna.”

     Allah, hakka uyan ve batıldan sakınan, adaletle amil olup zulümden kaçınan muttakîler zümresine bizleri de ilhak eylesin…AMİN…
 
KÜRSÜDEN MÜMİNLERE VAAZ VE İRŞAT     MEHMET EMRE.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
10
Hac ve Umre / Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Nisan 27, 2024, 11:22:37 ÖÖ »


Kutsal Yolculuğun Heyecanı Başlarken

Dinimizin emrettiği bazı ibadetler ferdin ilgi ve sorumluluk alanını aşarak toplumun her kademesindeki insanı kapsamaktadır. Cuma ve Bayram namazlarıyla Hac ibadetini buna örnek gösterebiliriz. Özellikle günümüzde Hac farizası, yerine getiriliş tarzı itibariyle sadece bir ferdi, toplumu veya ülkeyi değil bütün İslâm alemini ilgilendiren bir ibadettir. Bu nedenle her yıl hac mevsiminin başlamasıyla İslâm ülkelerinde bir heyecan ve hareketlilik yaşanmaktadır. İşte 2024 yılı Hac mevsiminin yaklaştığı şu günlerde ülkemizde de sevgi, heyecan, hatıra ve gözyaşı dolu anları bir kez daha yaşamak üzereyiz.

Bu heyecanı bir nebze de olsa anlatmak ve hacı adaylarına bazı hatırlatmalarda bulunmak amacıyla  hac konusu üzerinde durmayı uygun gördük.

Hac, İslâm'ın temel prensiplerinden biridir. Sözlükte gitmek, yönelmek  ve ziyaret etmek anlamına gelir. Fıkıh terimi olarak; imkanı olan her müslümanın belirlenmiş zaman dilimleri içinde Kâbe, Arafat, Müzdelife ve Mina gibi yerleri ziyaret ederek bazı dini görevleri yerine getirmektir. Hac ibadeti, Allah'ın Kur'an'da adına yemin ettiği "Emin Belde" olan Mekke'de yapılmaktadır.

Yeryüzünde Allah'a ibadet için yapılan ilk mabed ve daha sonra müslümanların kıblesi olan Kâbe buradadır. Cenab-ı Hak bu önemli olayı Kur'an'da şöyle açıklamıştır. "Orada apaçık nişâneler, (ayrıca) İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.Ó (Âl-i İmrân, 97)

Şu günlerde Hacca gitmek üzere bekleyen bir çok insanımız, büyük bir sevinç ve heyecan yaşamaktadır. Çoğu hasretini çektiği o mukaddes topraklara ilk defa gideceğinden hareket anını merakla bekliyor. Daha önceki yıllarda olduğu gibi 2024  yılı hac mevsimi için Diyanet İşleri Başkanlığınca gerekli çalışmalar başlatılmıştır. Bu maksatla 84 bin civarındaki hacı adayımızın pasaport, vize uçakla gidiş dönüş programı, eğitim seminerleri, rehberlik hizmetini yürütecek kafile Başkanı, din  görevlileri seçimi, sağlık hizmeti veren personelin tesbiti, Mekke ve Medine'deki ikametler ile intikaller için ev ve vasıta kiralamaları gibi hizmetler yoğun bir plan ve program dahilinde yürütülmektedir.

Çünkü hac çok boyutlu bir ibadettir. Ülkeler arası ilişkiler başta olmak üzere beraberinde bir çok hukuki sorumlulukları getirmektedir.  Bu nedenle hac hizmetleri devletimiz adına konuyla direkt ilgili olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nca organize ve disipline  edilmektedir. Buna rağmen Hac ibadeti yerine getirilirken her an meşakkat, sıkıntı ve sürprizlerle karşılaşmak mümkündür. Bu yüzden Peygamberimiz (s.a.s.) hacca niyet ederken diğer ibadetlerden farklı olarak onun kolaylaştırılması Allah'tan istemiştir.

"Allah'ım, senin rızanı kazanmak için haccetmek istiyorum. O'nun ifasını bana kolay kıl ve benden kabul eyle"  Bunun için hacı adayı, karşısına çıkabilecek her problemi çözmeye, bu mümkün değilse ona katlanmaya hazırlıklı olmalıdır. Hac mevsiminin yaklaştığı  şu günlerde hacca hazırlanan vatandaşlarımıza aşağıdaki hususları hatırlatmakta yarar vardır.

1- Hacılar, İl Müftülüklerince düzenlenen eğitim seminerlerine katılmalıdırlar. Ayrıca yazılı basın, radyo ve televizyonlarda hac ile ilgili yayınlanan programlar izlenmeli özellikle önceden verilen hac rehberi, dua ve ziyaret yerlerini gösteren kitapların okunması da ihmal edilmemelidir.

2- Hacı adayı yolculuğa çıkmadan önce maddî  ve manevî hayatını muhasebeye tabi tutup en yakınından başlamak üzere bütün çevresiyle helallık dileyerek vedalaşmalıdır.

Çünkü o hem kendi nefsi hem de bulunduğu çevreyi temsilen kutsal yolcululğa gitmektedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.)  hac ve umreye giden insanları bölgeleri için bir elçi ve temsilci olarak kabul etmiştir. "Hac ve umre amacıyla Beytullah'a  gidenler, müslümanların Allah'a gönderilmiş temsilcileridir. Kendisine dua ederlerse dualarını kabul eder, mağfiret dilerlerse, onları bağışlar" (Sünen-i İbn Mâce, 2/966).

3- Hacı, seyahatini tamamlayıp evine dönünceye kadar, hava alanlarında, intikallerde, evlere yerleşmelerde ve yol arkadaşlarıyla beşeri ilişkilerde görülebilecek  muhtemel olumsuzluklara karşı çok sabırlı olmalıdır. Çünkü hac yolculuğunda benzer olaylarla karşılaşmak kaçınılmazdır. Bu hallerde sabrının taşmaması için Hz. Peygamber (s.a.s.) 'ın şu hadisini asla unutmamalıdır. "Kim Allah için hacceder, bu esna'da kötü işlerden ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsa- Kul hakları müstesna- annesinin onu doğurduğu günkü gibi (günahlardan arınmış olarak hacdan döner" (et-Tac, 2/106)

4- Kâbe ve etrafı; en ince mânaları ifade eden mekanlardır. Birlik ve beraberliğin sembolize edildiği yegane merkezdir. Kâbe'yi ziyaret eden, Hacerü'l-Esved'i selamlayan her müslüman o estetik ve sembolik ifadelerle bütün insanları kuşatan kardeşlik esaslarını insanlığı bir noktada toplayan evrensel birliğin halkasına dahil olur. Üzerindeki ihram, hevâ ve hevesten sıyrılmayı, getirdiği telbiye ile tevhid inancında istikrarlı olmayı hatırlatır. Tavaf  da,  bütün getirdiği nefsi arzulardan sıyrıldıktan sonra, Allah'ın kudsiyeti etrafında kalbin devamlı bir sevgi ile dönüp dolaşmasını telkin eder. Sa'y ise, iki rahmet işareti arasında Allah'ın rızasını arayarak gidip  gelme halidir. Arafat'taki vakfeÕye gelince burada kalbler korku, heyecan ve ümitle dolup taşmaktadır. Eller semaya açılmış, diller dua ile Allah'a yalvarmanın en uygun mekan ve anını yakalamıştır. Müzdelife'deki vakfe ile Mina'daki kurban kesme olayı ise, günahlardan temizlenme mevkiine yükselen amel merdiveninin en son basamağıdır.

5- Hac günleri, sayılı günlerdir. Bu nedenle hacılar yol boyları ile Mekke ve Medine'deki ikamet günlerini çok iyi değerlendirmelidir. Yeryüzünde uğruna yolculuk yapılması tavsiye edilen üç mescidden ikisini ziyaret etme fırsatını yakalamıştır. Bunlardan biri Mekke'deki Mescidü'l-Haram diğeri de Medine'deki Mescid-i Nebevî'dir. Mekke ve Medine'de kalınan sürede zorunlu beşeri ihtiyaçlar dışında zamanını  ibadetle geçirmelidir. Nafile tavafı, kaza namazı, Kur'an okuma, dua, tövbe, istiğfar ve tefekkür gibi ruh dünyamızı tazeleyecek davranışlar üzerinde durmalıyız. Bu yerlerin faziletini sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle müjdeliyor. "Mescidimde (Medine'deki mescidde) kılınan bir namaz, Mescid'i Haram hariç, başka mescitlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir. Mescid-i Haram'da kılınan bir namaz ise; diğer mescidlerde kılınan yüzbin namazdan daha faziletlidir." (İbn Mâce, c.1, s. 451.) Diğer bir hadiste ise şöyle buyurur: "Allah Beytullah'a her gün yüz yirmi rahmet gönderir. Bunun altmışı tavaf edenlere, kırkı orada namaz kılanlara, yirmisi de Kâbe'ye bakanlara  verilir.Ó  (Et-Tergîb ve't-Terhîb), c. 2, s. 192.)

6- Hac; makam, mevki, meslek, renk, ırk ve taassuba dayalı bütün yanlışlıkları ayıklayarak insanları gerçek kardeşlik duygulariyle kucaklaştıran bir ibadettir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) bu hususu da Veda HutbesiÕnde açıklamıştır: "Ey insanlar, sizin Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Hz. Adem'densiniz. O da topraktandır. Şunu iyi biliniz ki Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap olana üstünlüğü yoktur.

Üstünlük ancak takvadadır." (S. Buharî, Muhtasar T. Sarih Terc., c. 10, s. 397.) Hz. Ömer Hac anında meydana gelen bu samimi barış ve güven ortamını şöyle dile getirmiştir.

"Orada babamın katilini görsem dahi  el sürmem." Gerçekten burası eşsiz bir güvenlik merkezidir. Av hayvanları avlanmaz, kuşlar ürkütülmez, canlılar öldürülmez, ağaçlar ve otlar koparılmaz. İnsanlar birbirleriyle cedelleşip tartışmaz.

7- Hac seyahati mü'minin kültür ufkunu genişleten sosyal ve ilmi bir seyahattir. Eskiler "seyahat ilmin yarısıdır" demişlerdir. Bu nedenle hacı bu seyahatte etrafındaki insanlarla tanışmalıdır. Renkleri, dilleri ve bölgeleri farklı olsa bile, ortak payda olan tevhid inancında birleştiklerini unutmamaladır.

8- Bir çok zahmet, güçlük ve hikmetlerle dolu bu mukaddes görevi huzur içinde tamamlayan her insan Allah'a hamd ve şükretmelidir. Bu sorumluluğunu, hayatı boyunca şahsı, çevresi ve milleti uğruna hayırlı olan hizmetlerde değerlendirmelidir. Yoksa bazılarının yanlış anladıkları gibi hacı olmak dünya ile ilgisini kesmek değildir. Tam tersine o, herşeyin iyisini doğrusunu ve daha güzelini yapmak için teşvik ve sebep olmalıdır.

Haccını tamamlayan, vatandaşlarımızın yapacakları önemli bir ziyaret de haccın aslî prensiplerinden olmadığı halde Medine'ye gidip Hz. Muhammed (s.a.s.)'in kabrini ziyaret etmeleridir. Nitekim bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: "Kim beni vefatımdan sonra ziyaret ederse o beni hayatımda ziyaret etmiş olur" (Fethu'l- Kadir, 2/336.) Şair Nâbi bu ziyareti şöyle ifade eder:

"Sakın terk-i edepten, Kûy-i Mahbûb-i Hudâdır bu,

  Nazargâh-ı ilâhîdir, makam-ı Mustafa'dır bu."

Hacı adaylarımıza hayırlı ve sağlıklı yolculuklar dilerken şairin şu beytindeki temennisini de hatırlatarak bütün milletimizin selâm, saygı ve arzularını oraya ulaştırmalarını bekliyoruz.

"Ey bâd-ı sabâ, uğrarsa yolun Semt-i Harameyn'e , Selâmımı arz eyle Resûlü's-Sakaleyn'e."

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
Sayfa: [1] 2 3 ... 10