Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
İnsan ve Hayat / Hayat Bizden Ne İster
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 06:40:51 ÖÖ »


Hayat Bizden Ne İster

Hayat bir denge üzerine dizayn edilerek yaratılmıştır. Cenab-ı Allah bizden dengeyi kurup ölçüyü bozmamamızı, bilhassa dünya ve ahiret dengesini iyi kurmamızı istiyor.

Güneş her gün doğar, hayat tekrar dün kaldığı yerden devam eder. Yaşanan güzelliklerin devamı, aksaklıkların da düzeltilmesi için yeni günde, yeni bir başlangıca adım atılır. Yeni güne, yeni bir hayata başlarken kimi nefesler sönerken yeni canlar hayata gözlerini açar. Bazı kötülüklerin izleri silinir, bazılarının da yaraları deşildikçe deşilir, yeni gün merhem olmak için bu yaraların üzerine serilir. Yeni başlangıçlar ve sonlar için güneş, hayata can katmak üzere her sabah doğar. Bu yeni gün, içinde neler saklıyor neler. Bunları yaşadıkça görürüz.

Bir soru aklıma geliyor. Yukarıdaki saydıklarımız neden oluyor? Kimileri hüzün yaşarken kimileri sevinç yaşıyor. Yeni umutlar doğarken bazı umutlar ölüyor. Yeni canlar hayat bulurken bazı canlar hayata veda ediyor. Bunlar hep yaşanan gün içinde aynı anda oluyor. Herhâlde bu soruya verebileceğimiz cevabı her zaman danıştığımız en büyük rehberimiz olan Kur’an’a bakarak bulabileceğiz. “Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir. Otlar ve ağaçlar (Allah’a) boyun eğerler.

Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu. Ölçüde haddi aşmayın. Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın.” (Rahman, 55/5-9.), “Gerçekten biz her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.” (Kamer, 54/49.) ayetlerinde her şeyin bir denge üzerine kurulu olduğu bildirilmektedir. Doğada her şey tam bir denge üzerine kurulmuştur. Yağmur bile yağdığı yere bu dengeyi korumak için belli bir ölçüde yani tam ihtiyacı karşılayacak kadar yağar. “Biz gökten belli bir ölçüde su indirdik de (faydalanmanız için) onu yeryüzünde tuttuk. Bizim onu tamamen gidermeye de muhakkak gücümüz yeter.” (Müminun, 23/18.)

Hayatı daima diri ve canlı tutan, hayatı yaşanır kılan en büyük etken dengedir. İyilik ve kötülük, sevinç ve hüzün, ölüm ve can, hepsi birlikte dengede yani bir uyum ve ahenk içinde devam edecek ki hayatın anlamı ve manası anlaşılsın ve hayattan lezzet alınsın.

Allah, her şeyi bir denge üzerine yaratmıştır. “O, göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olandır. Çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı da yoktur. O her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.” (Furkan, 25/2.) Sonsuz kudret sahibi Allah, var olan ne varsa en mükemmel bir şekilde yaratmıştır. Bu mükemmellik tüm varlıkların birbirleriyle uyum içinde hareket etmeleridir. Allah, yarattığı varlıklarının, uyumu devam ettirebilmeleri ve iletişim hâlinde olmaları için dengeyi kurmuştur. Bu sebeple ne gece ne de gündüz, ne yaz ne de kış birbirlerini geçmektedir. Gece ve gündüz, yaz ve kış sırasıyla gelip gitmektedirler.

Denge kelimesinin manalarına baktığımızda şunları görmekteyiz: “Bir nesnenin veya bir insanın devrilmeden durma hâli, muvazene. Ekonomik hayatın uyumlu düzeni. Birbirini ortadan kaldıran güçlerin sonucu olan durma hâli. Zihinsel ve duygusal uyum, istikrar…” Bu manalar içinde insanı ilgilendiren ve insanın hem kendisi ile hem insan ve diğer varlıklarla hem de dünya ile uyumlu olarak yaşamasını sağlayacak manası, “zihinsel ve duygusal uyum, istikrarı” ele alacağız. Bir kişinin çevresiyle barışık yaşaması için ilk önce kendisi ile barışık olması, kendisini sevmesi ve kendi içindeki dengeyi kurması lazım gelir. Kişi kendi içindeki dengeyi kurması için ilk önce kendisinin dünyaya gönderiliş gayesini bilmelidir. Bu gayenin Allah’ı bilmek, tanımak ve O’na iman edip kulluk vazifelerini yapmak olduğunu bilmelidir. Dünyanın ve her şeyin insan için ve insanın tüm varlıkların merkezinde olduğunu ve insan olmadığında evrenin hiçbir hükmünün kalmayacağını anlamalıdır. Kısacası kişi kendi iç âlemi ile çevresi arasında manevi bir bağ kurup o bağı sağlam ilişkilerle kuvvetlendirmeli, bunu da kendi ruhu ile dış dünya arasındaki dengeyi koruyarak yapmalıdır.

“Hey şey zıddı ile kaimdir. (bilinmektedir ve varlığını devam ettirmektedir)” sözü dünyanın bir denge üzerinde olduğunu gösteren delillerden biridir. Sıcaklık kavramını anlamamız için soğuğun olması gerekir. Kısayı ölçmemiz için uzunluğun olması gerekir. Güzeli, karşıtı olan çirkinlikle severiz. İki zıtlık arasındaki ilişki dengedir. Bu zıtlıklar arasındaki dengeyi muhafaza edip zıtlıklar arasında muvazeneli, dengeli bir şekilde yaşadığımız takdirde bizden iyisi olmaz. Bu zıtlıklar arasındaki denge ise kötü hâldeyken sabır, iyi hâldeyken şükür, kötü hâldeyken iyiliği düşünüp bir gün iyiliğe kavuşacağımıza inanarak o kötü hâlin durumuna ve şartlarına göre hareket etmektir.

İnsan bu hayatta huzur, saadet ister. Bu mutluluğu da ancak kendinde ve dünyadaki dengeyi kurabilirse kazanabilir. En başta bu denge bize bulunduğumuz hâlin devamlı olmayacağını, gündüzün, yazın, baharın devamlı olmadığı gibi ister neşe olsun ister hüzün olsun mutlaka bir gün geçeceğine inanmamızı sağlar. Bilhassa musibet anlarında nasıl gece gündüz oluyorsa, biz gecede iken diğer yerler gündüzü yaşıyorsa başkalarının yaşadığı saadetler mutlaka bir gün bize de gelecektir inancı ile hüzünlerimiz sevince dönüşür.

Evet, hayat bir denge üzerine dizayn edilerek yaratılmıştır. Cenab-ı Allah bizden dengeyi kurup ölçüyü bozmamamızı, bilhassa dünya ve ahiret dengesini iyi kurmamızı istiyor. Peygamberimiz (s.a.s.), “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalış, yarın ölecekmiş gibi de ahirete çalış.” (Camiu’s-Sagir, II/12, Hadis No:1201.) hadis-i şerifi ile hakiki dengeyi nasıl kuracağımızı bize öğretmektedir.

Mesut Akdağ.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
2
Genel Konular / Zamanın Nabzını Tutmak
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 06:34:18 ÖÖ »


Zamanın Nabzını Tutmak

Şahit olmak, sorumlu olmaktır. Şahit olmak, temsil ettiği kimliğin farkında olarak bizzat hayatın içinde yer almaktır.

İnsan, yaratılışı itibarıyla kendisine eşya üzerinde tasarruf imkânı verilen bir donanıma ve potansiyele sahiptir. Akıl, irade, duygu, sezgi, muhakeme gibi üstün özelliklerinin bir tezahürü olarak bilme, anlama, kanaat ve tutum geliştirme yetenekleri, onu yaratılmışlar arasında müstesna bir yere konumlandırır. Bu yönüyle insanın varlığı, varoluşsal zemininde ulvi bir amacın varlığına da işaret etmektedir. İnsan, elbette bu âleme bir amaç için gelmiş olmalıdır. Böyle bir gerekliliği yok saymak, her şeyden önce insana haksızlık ve onu var edene saygısızlık olacaktır.

İnsandan daha büyük ve güçlü varlıkların yüklenmekten imtina ettiği bir emaneti Yüce Allah, fıtri kıvamına (akıl ve irade gibi özelliklerine) binaen bir emanet olarak insana tevdi etmiştir. Kur’an-ı Kerim’deki “Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.” (Ahzab, 33/72.) ayeti, insanın yüklendiği sorumluluğun büyüklüğüne ve ağırlığına işaret etmesi bakımından dikkat çekicidir. Uhdesindeki bu ağır emanetle insan, başlangıcı belli ve sonu kesin bir sürenin sınırlı öznesi olarak şehadet âleminden her şeyin apaçık ortaya konulacağı hesap gününe (yevmün meşhûd) doğru yol almaktadır. Onun bu yoldaki varlık gayesinin temel çerçevesi, yüklendiği emanetin gereğince Yaratıcı’yı tanımak, O’na iman/ibadet etmek, aklını ve iradesini daima iyiliğin öznesi olmak için kullanmaktır. İnsanın yol boyunca söz konusu emanete riayet etme kabiliyeti olduğu gibi ihanet etme özgürlüğü de vardır. Ancak, sona ermesi an meselesi olan bu yolculuğun ardından seve isteye kabul edilecek bir menzile varabilmek için insan, taşıdığı emanetin ve yükümlü olduğu gayenin bilinciyle hareket etmek dışında bir seçeneğe sahip değildir. Çünkü o, bu yolun ardışığı olan sonsuz hayatın keyfiyetini burada, kendisine bahşedilen zamanda, bizzat kendisi belirlemektedir. Ebedî hayatın azığı olan her hasadı bu dünyada zamanla elde etmektedir.

Bu bağlamda zaman, insan için en değerli sermaye, en kıymetli imkândır. Nitekim İslam, zamanın dünyevi boyutu olan ömrün, gerçek hayat olarak nitelenen ahiretin mahiyetini belirleyecek bir fırsat alanı olarak görülmesini ve geçici olanın ebedî kazanca dönüştürülmesini istemektedir.

Bu sebeple insan, korusunu bekleyen nefer misali, bu değerli sermayesini korumak ve onunla sonsuz hayatın huzur iklimini kazanmak için her an teyakkuzda olmalıdır. Geçmiş ve gelecek kaygısından kurtularak yaşadığı anı en iyi şekilde değerlendirmenin gayreti içinde (ibnu’l-vakt) olmalıdır. Kendisini gafletin, ihmalin ve ihanetin hüsrana sürükleyen girdabından uzaklaştıracak, varlık-emanet-gaye denkleminde sonsuzluğa yol almasını temin edecek kıvamda bir zaman bilinci kuşanmalıdır. Kuşkusuz böyle bir bilinç, yolun oyalayıcı nimetleri, ayartıcı güzellikleri ve aldatıcı cazibesi karşısında insana mukavemet imkânı sağlayacaktır.

Zaman bilinci, aslında insanın kendi varlığının idrakine ermesidir. Zira biriktirilemez, yenilenemez ve yinelenemez bir biçimde akıp giden her an, insanın özünden ve ömründen bir parçadır. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de çeşitli evrelerine yemin edilerek zamanın kıymetine dikkat çekildiğini görüyoruz. (Fecr, 89/1; Şems, 91/1-4; Leyl, 92/1; Duha, 93/1; Asr, 103/1.) Bu meyanda İnşirah suresindeki “Bir işi bitirince hemen başka bir işe koyul!” (İnşirah, 94/7.) ifadesi, atalete mahal bırakmaksızın insanın tüm zamanını kuşatan bir kulluk sorumluluğunun ifasına delalet etmektedir. Zaman hususunda farkındalık oluşturan ve onu sorumluluk ekseninde emanet bilinciyle değerlendirmenin önemine işaret eden daha pek çok ayet-i kerime (Fatır, 35/37; Müminun, 23/99-100.) ve hadis-i şerif (Buhari, Rikak, 3; Tirmizi, Zühd, 25.) vardır. Esasen namaz, oruç, zekât, hac gibi edası zamanla ilişkilendirilmiş ibadetlerin de derûnunda böyle bir hikmet barındırdığı söylenebilir. Muvakkaten emredilen tüm bu ibadetler, insana kim olduğunu, niçin var olduğunu hatırlatarak bir yandan onun benlik ve kulluk şuurunu diri tutarken diğer yandan da zaman, emanet ve sorumluluk bilincini pekiştirmektedir.

Ne var ki günümüz dünyasının algıları kuşatan yapaylığı, varoluşu anlamlandıran değerlere karşı yabancılaşmaya yol açmıştır. Özellikle son yıllarda büyük bir ivmeyle gündelik hayatı dönüştüren teknoloji ve iletişim unsurları, insanların hakikat bilincini yaralamış; benlik, zaman ve hayat algılarında derin savrulmalara sebep olmuştur. Hızına erişilmez bir tüketim kültürünün insanların hakikat idrakini perdelediği böyle bir vasatta, hayatın bu dünya ile sınırlı olduğu yanılgısı daha da belirginleşmiş; ötesini umursamadan bütün zamanın haz ve ihtiras ekseninde harcanmasını marifet addeden bir yaklaşımın egemenliğine kapı aralanmıştır. Bugün daha fazla tüketme adına hızı hayat standardına dönüştüren modern insan, sahip olduklarının ve tükettiklerinin bile lezzetine tam anlamıyla varamadan kendisini yeni arayışlara sürükleyen çokluk yarışının rüzgârında vaktini ve ömrünü heder etmektedir. Dolayısıyla çağın bir açmazı olarak bencilliği, bireyselliği ve duyarsızlığı besleyen hazza dayalı derinliksiz bir hayat ve zaman algısı, insanlığın behemehâl kurtulması gereken bir cenderedir.

Zamana ve hayata dair hakikatli bir tasavvuru olanların, insanlığın bugününü ve geleceğini tehdit eden bu manzara karşısında bigâne kalması, elbette yadırganacak bir şeydir. Bilinmelidir ki bu çağın sadece duyulara hitap eden yüzeysel idrak alışkanlıkları karşısında varlığın hakikatine yönelik yeni bir farkındalık oluşturma sorumluluğu, Müslümanların uhdesindedir. Zamanın ve mekânın Rabbine iman edenlerin, varlığın aşkın boyutunu çağın idrakine sunma ve İslam’ın hayata anlam katan değerlerini yeniden insanlıkla buluşturma yükümlülüğü bulunmaktadır. Zira bugün yeryüzü, ufuktan yükselen bir umut ışığı olarak tüm zamanları kuşatan, zihinleri aydınlatan, gönüllere şifa ve ferahlık veren İslam’ın mesajlarına, ilkelerine ve değerlerine susamış vaziyettedir.

Bu noktada Asr suresi, ihtiva ettiği mesaj, ilke ve ölçülerle müminler için öz ve önemli bir referanstır. Bu surede Yüce Allah, “Asra (zamana) yemin olsun ki iman eden, iyi işler yapan, hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç, insan hüsrandadır.” ikazıyla hüsrandan kurtuluşun iman, amel, hak ve sebat bütünlüğü içerisinde ortaya koyulacak bir duruşla mümkün olduğunu vurgulamaktadır. Böyle bir duruşu benimsemek ve temsil etmek, kendisini, insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmetin bir ferdi olarak görenlerin iman ve kulluk sorumluluğudur. Diğer taraftan İslam’ın hakikatlerini hayata hâkim kılmak için zamanın nabzını tutup yeni bir perspektifle numune-i imtisal olacak bir duruş ortaya koymak, bütün zamanı kudret elinde tutan Yüce Allah’a verilen ahdin bir gereğidir. Kaldı ki Müslümanın karakteristik özelliği, yaşadığı zamanın şahidi olmasıdır. Bu gerçek, Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın onu “Müslüman” diye isimlendirmesinin temel gerekçesi olarak ifade edilmektedir. “Allah yolunda, gerektiği gibi cihat edin. Sizi O seçti ve size din konusunda hiçbir güçlük yüklemedi; ceddiniz İbrahim’in dininde olduğu gibi. O size hem daha önce hem de bu Kur’an’da ‘Müslümanlar’ adını verdi ki peygamber size şahitlik etsin, siz de insanlara şahitlik edesiniz.”  (Hac, 22/78.) Şahit olmak, sorumlu olmaktır. Şahit olmak, temsil ettiği kimliğin farkında olarak bizzat hayatın içinde yer almaktır. Olup bitenler karşısında inisiyatif almak, samimi bir iman, şahsiyetli bir duruş ve güçlü bir irade ortaya koymaktır. Ve nihayetinde şahit olmak, zamanın ruhunu kavrayarak Kur’an ve sünnetten alınan ilhamla asrın idrakine rehberlik etmektir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
3
İnaç Ahlak / Emanet Ahlakı
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 06:25:04 ÖÖ »


Emanet Ahlakı

Müminlerin kardeşlik hukukuna riayet etmek ve toplumsal sorumluluklarımızı yerine getirmek, emanet ahlakının bir gereğidir.

Büyük bir inanç ve ahlak buhranı yaşadığımız bu çağda, bir güven toplumu tesisi için ihtiyaç duyduğumuz faziletlerin başında hiç şüphesiz emanet gelmektedir. Bir Müslüman çevresine güven telkin etmeli, üstlendiği mesuliyetlerin şuurunda olmalı ve bu yükümlülükleri hakkıyla yerine getirmelidir. Emanet erdemi, güvenilir olmak ve sorumluluk duygusu taşımakla yakından ilgilidir. Bize güven duyularak verilen maddi ve manevi her türlü sorumluluğu hakkıyla yerine getirmek, emanet faziletinin özünü oluşturmaktadır. Nitekim “emanetin, edası ve muhafazası gerekli olan her hak”, şeklindeki özlü tarifi bu kavramı daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır. (Münavi, Feyzu’l-kadir, 1/223.) Oldukça geniş bir mana dünyasına sahip olan emanet kavramının kapsamına öncelikle Rabbimizin bizim üzerimizdeki hakları, diğer bir ifadeyle Rabbimize karşı sorumluluklarımız girmektedir. Nitekim insanın taşıdığı en büyük emanet işte bu kulluk emanetidir. Aynı şekilde bedenimiz, ailemiz, sahip olduğumuz ilim, bize bırakılan eşya ve paylaşılan sırlar, üstlendiğimiz vazifeler ve toplumsal bağlar hep emanet kapsamındadır. Mesela, sahip olduğumuz ehliyet ve liyakat sebebiyle bize duyulan güvene binaen üstlendiğimiz bir vazifeyi yüksek bir sorumluluk duygusu taşıyarak ve işin hakkını tam olarak vererek yapmak emanet ahlakının bir gereğidir. Bu şekilde hareket eden bireyler sayesinde toplumsal güvene dayanan sosyal sermaye güçlenecek ve iktisadi kalkınmaya da büyük bir katkı sağlanacaktır. Bu bağlamda “Emanet zenginliktir.” (Kudai, Müsnedu’ş-Şihab, 1/44.) hadisi bir yandan dürüst bir insanın iç huzurunu ve kalp zenginliğini yansıtırken diğer yandan dürüstlüğün ve sorumluluğun getirdiği maddi kazanca da işaret etmektedir.

Peygamber kıssalarında emanet

Kur’an-ı Kerim’de anlatılan peygamber kıssalarında, emanet erdemine dikkat çekilmektedir. Hz. Yusuf (a.s.), evinde kalmasına izin veren ve kendisine ikramda bulunan Mısır azizinin hanımının uygunsuz teklifini “Hâşâ, Allah’a sığınırım! Kocan benim velinimetimdir, bana iyilik edip evini açtı. Gerçek şu ki zalimler iflah olmaz!” (Yusuf, 12/23.) diyerek kabul etmemiş ve böylece kendisine duyulan güveni boşa çıkarmamıştır. Hz. Yusuf, seneler sonra masum olduğu anlaşıldığında “Bu, Aziz’in, yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah’ın, hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını bilmesi içindi.” (Yusuf, 12/52.) sözleriyle emanet konusundaki hassasiyetini dile getirmiştir. Hz. Yusuf kendisine güvenilir olduğunu söyleyen hükümdara “Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben çok iyi korurum ve bu işi bilirim.” (Yusuf, 12/55.) demiş, böylece talep ettiği hazine bakanlığı vazifesi için bir yandan ehil olduğuna diğer yandan güvenilir olduğuna dikkat çekmiştir. Görüldüğü üzere, Hz. Yusuf gerek misafir kaldığı evin hanımı gerekse yönetimini üstlendiği hazinenin malları konusunda iffetli davranarak bizlere emanet faziletinin müşahhas misallerini göstermiştir.

Hz. Musa’nın (a.s.), Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Hz. Şuayb’ın (a.s.) kızlarına yardım kıssasında da yine emanet faziletinin tezahürünü görmek mümkündür. Hz. Musa, kızlara yardımcı olarak koyunlarını sulamış, kızlar da babalarına onun yardımını haber vermiş ve onu emanet hasletinden dolayı çalıştırmasını teklif etmişlerdir: “Babacığım, onu ücretle tut. Çünkü ücretle istihdam edeceğin en iyi kimse, güçlü ve güvenilir olandır.” (Kasas, 28/26.) Görüldüğü üzere, istihdam edilecek kişide aranan iki özellik emanet erdeminin iki yönü olan güçlü (işinin ehli) ve güvenilir olmadır.

Kur’an-ı Kerim’de diğer peygamberlerin ortak bir özelliği olarak emanet sıfatına dikkat çekilmesi anlamlıdır. Mesela Hz. Hud’un, kavmine, “Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben size öğüt veren güvenilir biriyim.” (Araf, 7/68.) diyerek güvenilirliğini vurgulaması önemlidir. Benzer şekilde Şuara suresinde Hz. Nuh, Hud, Salih, Lut ve Şuayb peygamberlerin, kavimlerine, “Muhakkak ki ben sizin için güvenilir bir elçiyim.” (Şuara, 26/107, 125, 143, 162, 178.) demeleri emanet ahlakının toplum nezdinde önemine açıkça işaret etmektedir.

Emanet ve iman münasebeti

Kur’an-ı Kerim’de yaklaşık kırk ayet-i kerimede emanet ve sıdk erdemlerinin imanla sıkı irtibatına işaret edilmesi büyük önem arz etmektedir. (Kur’an ve Sünnette İman-Ahlak Bütünlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2021, 240-257.) Kur’an’da iki ayrı yerde kâmil müminlerin sıfatları zikredilirken emanet ve ahitlerine riayet etmelerinden bahsedilmesi manidardır. (Müminun, 23/8; Mearic, 70/32.) “Hiç kuşku yok ki Allah, aşırılığa sapmış, yalancı kimseyi doğru yola ulaştırmaz.” (Mümin, 40/28.) ayeti ise emanet ahlakının yitirilmesinin hidayetten mahrumiyetle cezalandırıldığını göstermektedir. Başka ayetlerde de verilen sözlerin tutulmaması neticesinde lanete uğrama ve kalplerin katılaşması gibi durumlardan söz edilmektedir. (Maide, 5/13; Tevbe, 9/77.) Kıyamet günündeki hesaba inanmamanın kişiyi ticarette dürüst davranmamaya sevk ettiğine işaret eden ayet-i kerimeler de (Mutaffifin, 83/1-4.) konumuzla yakından alakalıdır.

Emanet iman münasebeti, hadislerde de son derece kuvvetli bir şekilde ortaya konmuştur. Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.), “Emaneti olmayanın imanı, ahde vefası olmayanın dini yoktur.” (İbn Hanbel, III, 134.) sözü, bu yakın irtibatı gayet açık bir biçimde göstermektedir. Hadis şârihlerinden Tîbî’ye göre emanetin manası dikkate alındığında bu hadis-i şerifi şöyle anlamak gerekir: “Yüce Allah’ın ve kulların haklarını eda etmeyen şahsın ne imanı ne de dini vardır.” (Münavi, Feyzu’l-kadir, 6/381.) Elbette burada kâmil manada bir imandan bahsedilmektedir. Yine, “Mümin insanların can ve malları hakkında emin oldukları kişidir.” (Tirmizi, İman, 12.) nebevi beyanı müminin tarifini emanet vasfı üzerinden vererek bu faziletin merkezî konumunu vurgulamaktadır. Öte yandan, verilen sözü tutmama, emanete hıyanet etme, yalan söz söyleme gibi münafığın alametlerinin (Buhari, İman, 24, Şehadat, 28; Müslim, İman, 107, 108.) hepsinin emanetin yokluğuyla alakalı olması da iman emanet ilişkisinin ne kadar güçlü olduğunu ispatlamaktadır. Resulüllah (s.a.s.) üç defa “Vallahi iman etmemiştir.” diyerek ashabının dikkatini çektikten sonra bahsettiği kişinin komşusunun şerrinden emin olmadığı kimse olduğunu beyan etmiştir. Sahih-i Müslim’de İman bölümünde “Bazı kalplerden emanet ve imanın kaldırılması” konulu bir hadisin bulunduğu bâba böyle bir başlığın verilmesi de yine iman emanet bütünlüğünü göstermesi açısından mühimdir. Yine, “Bizi aldatan bizden değildir.” (Müslim, İman, 164.) şeklindeki nebevi düstur hıyanetle imanın asla bağdaşmayacağını çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir.

Emanetin zıddı olan hıyanet, bir mümine öylesine yakışmayan bir haslettir ki Sevgili Peygamberimizin verdiği bilgiye göre bu eylemin ticari, idari ve içtimai hayatta çeşitli şekillerde tezahürlerinin akıbeti oldukça ağırdır. Bu akıbet Yüce Allah’ın kıyamette bu haslete sahip insanlarla konuşmaması, onlara hasım olması, rahmet nazarıyla bakmaması, buğzetmesi (sevgisini onlardan esirgemesi), acı bir azap hazırlaması, gazap ve lanet etmesi, onları temizlememesi ve sevmemesidir. (Buhari, Müsakat, 5, 11; Ahkâm, 48; Büyû, 106; İtisâm, 5; Müslim, İman, 106, 107; Nesai, Zekât, 77.) Dürüst olmayan insanların oruç gibi ibadetlerinin kabul edilmemesi de (Buhari, Savm, 8.) yine konunun ciddiyetini açıkça ortaya koymaktadır.

Büyük emanet

“Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi.”  (Ahzab, 33/72.) ayet-i kerimesi, insanın üstlendiği büyük emanete, en büyük ve öncelikli sorumluluğuna, Yüce Yaradan’a karşı yükümlülüğüne işaret etmektedir. “İnsana tevdi edilen yükümlülük kabiliyeti çok değerli bir emanettir, iyi muhafaza edildiği, hakkı verildiği takdirde insan, onun sayesinde eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en değerlisi ve şereflisi) olur; hakkını veremezse, sermayeyi kötüye kullanırsa, şeytana uyarsa aşağıların aşağısına yuvarlanır.” (Kur’an Yolu, 4/406.) İnsanın Rabbine karşı üstlendiği bu büyük emanetin gereği; samimi bir mesuliyet duygusu içerisinde Rabbinin istediği tarzda bir hayat sürdürmek ve Yüce Allah’ın koyduğu sınırlara riayet etmektir.

Birer emanet olarak vazifelerimiz

“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa, 4/58.) ayet-i kerimesinde vazifelerin ehil ve layık olan insanlara tevdi edilmesi gereği özellikle vurgulanmıştır. Nitekim Mekke fethedilince Kâbe’nin anahtarının Hz. Abbas’ın talebine rağmen eskiden beri bu görevi yapan Osman b. Talha’ya teslim edilmesi hadisesi bu ayetin nüzulüyle alakalıdır. (Müslim, Hac, 390.) “Kişinin kullanıp sahibine iade etmek üzere aldığı eşya emanet olduğu gibi devletin hizmet makamları da emanettir; ilim, din, antlaşma ve sözleşmeler, komşuluk hakları da birer emanettir. Bütün bunlar korunacak, muhatap ve ilgililerine teslim edilecek, ne maksatla verilmiş ise ona uygun olarak kullanılacaktır.” (Kur’an Yolu, 2/81.) Bu ayet-i kerime, vazifelerin bir emanet olarak görülmesi gerektiğini belirterek bizleri üstlendiğimiz görevlere karşı sorumluluk bilinci sahibi olmaya ve bu görevlerin hakkını layıkıyla vermeye davet etmektedir. Aynı şekilde, Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) kendisinden görev isteyen bir sahabiye “Bu iş bir emanettir; emanet, üstesinden gelemeyen kimse için kıyamet gününde zillet ve perişanlık doğurur.” (Müslim, İmare, 16.) buyurması da vazifelerin birer emanet olduğunu bizlere tembih etmektedir. Ayrıca Peygamber Efendimiz, emanetin zayi olmasını işlerin ehline verilmemesi olarak açıklamış ve bu durumu kıyametin yaklaşmasının önemli bir işareti olarak haber vermiştir. İşlerin ehliyet ve liyakat kıstasına göre verildiği, ehil insanların mesuliyet duygusuyla hareket ederek görevlerini başarıyla eda ettiği bir toplumun gerek maddi gerek manevi olarak kalkınacağı ise izahtan varestedir. Beyhaki, imanın şubelerini geniş bir şekilde incelemek maksadıyla telif ettiği Şuabu’l-İman isimli eserinde, emanet konusunun kapsamına bir işin yapılırken sağlam ve güzel yapılmasına dair hadisleri de dâhil ederek emanetin bu önemli boyutuna dikkatleri çekmiştir. Peygamber Efendimiz, risalet görevini büyük bir emanet olarak görmüş ve bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmeye çalışmıştır. Hayatının sonlarında sahabeye “(Size dini tam anlamıyla) Tebliğ ettim mi?” diye tekrar ederek sorması onun bu emanete riayet etmedeki hassasiyetini göstermektedir. Elbette Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) bu duyarlılığı biz Müslümanlar için üstlendiğimiz işleri en iyi şekilde yapmada çok güzel bir örneklik teşkil etmektedir.

Emanet ahlakının diğer boyutları

İnsan, bedeninin de emanet olduğunu bilerek kendisinin maddi ve manevi yönden ihtiyaçlarını karşılamakla sorumludur. Bir sonraki adımda aile emanetinin mesuliyeti söz konusudur. “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” (Tahrim 66/6.);

“Bakmakla yükümlü olduğu kimseleri ihmal etmesi, kişiye günah olarak yeter.” (Ebu Davud, Zekât, 45.) gibi ayet ve hadisler bu önemli sorumluluk alanına işaret etmektedir. Bir sonraki halka akraba ve komşulardır. Daha sonra kişinin topluma karşı sorumlulukları gelir. Özellikle toplumun zayıf kesimi, muhtaçlar, yetimler, kimsesizlerin bizim üzerimizde büyük hakları olduğu unutulmamalıdır. Müminlerin kardeşlik hukukuna riayet etmek ve toplumsal sorumluluklarımızı yerine getirmek, emanet ahlakının bir gereğidir. Son olarak canlı ve cansız diğer varlıklara da emanet gözüyle bakmak gerekmektedir.

Yüce Rabbimizden bizi emanet ehli olan ve doğrulara doğruluklarının fayda vereceği günde O’nun (cc) rızasını kazanmanın mutluluğunu yaşayan ve kurtuluşa eren kullarından eylemesini dileriz.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
4
Yetenekli Kalemler / Annenin Gözünde Çocuk
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 06:11:50 ÖÖ »


Annenin Gözünde Çocuk

Anneler bir başkadır gerçekten... Bazen babaların hatalarına kırılan biricik evlatları, yine anneler teselli eder. Babaya karşı menfi duygular beslemesine mâni olucu, yapıcı nasihatlerde bulunur.

Belli yaşlarda babaya açılmayan konular, yine anneye iletilir. Bir gruba katılma, bir istek, karşı cinsle kurulan arkadaşlıklar. Hatta evlilikler önce anneye açılır.

Babanın hoşuna gitmeyen taraflar, anne tarafından yumuşatılarak ikna sebepleri hazırlanır ve babaya götürülür. Evlat haksız da olsa annesi yanındadır. Savunur, ortamı yumuşatır, tarafları ikna eder.
 
Gurbete düşen evlatların ilk aradığı annedir. Çocuklar her yaşta, annenin gözünde çocukturlar. Üstünün örtülmesi, üşütmemesi, ihmal etmemesi gerekenler bir çırpıda anne tarafından sıralanır. Kaç yaşında olması hiç önemli değildir evladın. Hâlâ minicik, narin, bazen yaramaz, ihtimam isteyen korunması gereken bir çocuktur o.
 
Onun için annelerin dudaklarından sessizce süzülen yumuşacık ve tatlı duaların huzuru özlenir. Kendi açtığı üstünün, annesi tarafından ihtimamla, özenle, şefkatle örtülmesini ister. Azıcık üşütmüş olduğu hâlde, durumunu abartarak annenin telaşlanması hâli özlenir.

Gülümsemesi, okşaması, sarılması, ninnileri özlenir.
 
Kötü ve çirkin anne yoktur. Bütün anneler evlatlarının gözünde nadide çiçek, miskler kokan manolya, pırlantaların aciz kaldığı en değerli hazinedirler. Onlar biricik, vazgeçilemez, uzak kalınamaz, müstesna kahramanlar, her sıkıntı ve gamı bir tebessümle bertaraf eden en seçkin psikologlardır.
 
Sevgili, vefakâr, fedakâr, biricik annelerimiz. Sizler ailede barış güvercini, babanın, evlatların işlerinde danışman, çocukların büyütülmesinde öğretmen, komşu akraba kaynaşmasında ara bulucusunuz…

Başların tacı, gönüllerin ilacısınız. Kısacası hayata ve mutluluğa açılan kapının altın anahtarısınız…
 
Her gününüz huzurlu, sağlıklı ve mutlu geçsin… İyi ki varsınız… Bizler ne yapardık sizler olmasaydınız… Sevgiyle kalın…
 
Seyfettin Karamızrak.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
5
Ramazan Ayvallı Prof. Dr. / Ömür Hak Yolunda Tüketilmeli
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 06:05:21 ÖÖ »


Ömür Hak Yolunda Tüketilmeli

İnsan, yaratılışı îcâbı hayâtı sever, ömrünün uzamasını ister. Ancak, uzun ömür, Hak yolunda tüketilmiş ise hayırlıdır.

 Sevgili Peygamberimiz: “Akıllı kimse [akıllı Müslümân], kendisini hesâba çekip ölümden sonrası için hâzırlık yapan kişidir” buyurmuştur. Bugün ve yarınki makâlelerimizde, inşâallah, bu hadîs-i şerif münâsebetiyle birkaç kelime yazmak istiyoruz...
 
Bilindiği üzere, akıp giden zamân içerisinde, bize emânet edilen ömrümüzü tamâmlamaktayız. Her gün, ömrümüz biraz daha azalıyor; ölüme, kabre, âhırete biraz daha yaklaşıyoruz. Bir senenin değil; yerine, zamanına ve şartlarına göre ayın, haftanın ve günün bile ehemmiyeti çok fazladır; hattâ sâatin, dakîkanın ve sâniyenin bile önemi ne kadar büyüktür. Yukarıdaki hadîs, bizler için önemli bir rehber olmalıdır. Her insân, kendisine takdîr edilen ömrü, İlâhî irâde istikâmetinde geçirmekle mükelleftir.
 
Bilindiği gibi, insan, yaratılışı îcâbı hayâtı sever, ömrünün uzamasını ister. Ancak, uzun ömür, Hak yolunda tüketilmiş ise hayırlıdır. Nitekim bir sahâbî, Sevgili Peygamberimize, “Yâ Resûlallah! İnsanların hayırlısı [en iyisi] kimdir?” diye bir suâl sorduğunda, Peygamber Efendimiz şöyle cevap vermiştir: “İnsanların hayırlısı [en iyisi], ömrü uzun olup ameli güzel olandır.” [O hâlde, her gün, en iyi işleri yapmaya çalışmalıdır.]
 
O sahâbî, “İnsanların hangisi şerlidir [daha kötüdür]?” diye bir suâl daha sordu; o zaman da Resûlullah Efendimiz, “Ömrü uzun olup da, ameli kötü olandır” [Tirmizî] buyurmuştur.
 
Aslında bizler, Allahü teâlânın lutfettiği çok büyük ni’metlere sâhibiz. Bizler, yüz milyonlarca, hattâ milyarlarca kişiden daha şanslıyız. Hadd-i zâtında Allahü teâlâ, insanlara muhtâc oldukları her türlü ni’meti lutfetmiştir. Akıl, vücûd uzuvları, eşler, çocuklar, hava, su ve kâinâttaki her şeyi, insanların hizmetine vermiştir.

Bu ni’metler sayılamayacak kadar çoktur. Bu konuda 2 âyet-i kerîme vardır: “O, size, istediğiniz her şeyden verdi. Allah'ın ni’met[ler]ini sayacak olsanız, sayamazsınız. Doğrusu insan çok zâlim, çok nankördür!” [İbrâhîm, 34]
 
“Hâlbuki Allah'ın ni’met[ler]ini teker teker saymaya kalkışsanız, onları sayamazsınız. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” [Nahil, 18]
 
Burada mühim olan, Allahü teâlânın bizlere lutfettiği nimetleri, yerli yerinde kullanabilmemizdir. İşte bunun sorgulanması lâzım. Allahü teâlânın bizlere ihsân buyurduğu sonsuz nimetlerine lâyıkı veçhile şükretmeye çalışmalı; O’nun dînine hizmet ve kullarına yardımda kullanmalıyız. İlmi olan ilminden, makâmı olan makâmından, mâlı olan da mâlından diğer insanları faydalandırmalıdır. Peygamber Efendimiz “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle haşr olunursunuz” buyurmuştur.
 
Sevgili Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) yine buyurmuştur ki: “İki [büyük] ni’met vardır ki, insanların çoğu bunlarda hep aldanırlar. Bunlar: Sağlık ve boş vakittir.” [Tirmizî]
 
Bizler, kendi adımıza, âilemiz, milletimiz, Müslümânlık ve insanlık uğruna ne gibi güzellikler, hayırlar, faydalı işler, fedakârlıklar yaptığımıza bakmalıyız.

Prof. Dr. Ramazan Ayvallı.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
6
Eğitimle İlgili Makaleler / Allah Kullarını Eğitiyor
« Son İleti Gönderen: KOYLU Dün, 10:12:41 ÖS »


Allah  Kullarını Eğitiyor

“Şüphesiz Rabb’ın insanları kuşattı”(isra 60)

İsra sonu Y harfi ile “SRY” kökünden oluşan bir kelime olarak ele alındığında “gece yürütmek” anlamına gelir. “SRV” kökünden ele alındığında da “yükseltmek” anlamını ifade eder. İşte Yüce Rabb’imiz “geceleyin yürütme ile yükseltme” arasındaki ilişkiyi İsra suresinde örneğiyle birlikte ortaya koymaktadır.

Menfi anlamda verdiği örnek Hz.Musa ve Hz.Nuh’un (a.s.) kavimleridir. Bu usul eğitim biliminde, temsil yoluyla öğretimdir. Yüce Allah bu iki kavmi 3. 4. ve 5. ayetlerde bozgunculuktan, kibirden sakınmayı geceleyin karanlıkta yürüyüşün emin adımlarla tökezlemeden gerçekleşmesi için örnek göstermektedir. Gittikleri yolun yanlışlığını onlara rehber kıldığı peygamberler ile açıklamaktadır. Bu bozgunculukların, büyüklük taslamaların kendilerine zarar vermesini engellemek için peygamberler göndermiştir. Nitekim Davutlar eliyle Calutlar, Harunlar eliyle Karunların yok edilmesi toplumsal barış, huzur ve sükûn için şarttır.

Cenab-ı Hak milletlerin içinden çıkan bozgunculuk ve büyüklük taslamayı peygamberleri aracılığıyla tasfiyeden sonra; yine sosyal düzeni bozan putlara tapınma, içki, zina, faiz, kan içme, fakir ve mazlumları ezmenin mutlu ve huzur içerisinde yaşamayı ortadan kaldıracağını ifade etmektedir (5.ayet). Allah bunlardan uzaklaşmak için yürüyüşe geçenlere, yardım edeceğini beyan eder(6.ayet). Bu yürüyüş serapa iyilik için atılan(7.ayet), aynı zamanda kâfirler için hazırlanmış olan cehennem çukurlarından uzaklaşmayı sağlayan adımlardır da (8.ayet). Böyle bir yürüyüş, sıratı müstakim ve salih ameldir(9.ayet). Ahiret hayatını kazanabilecek bir mü’minin emin adımlarıdır(10.ayet).

Allah’ın arzında, Allah’ın ayetlerinden gece ve gündüzü(12.ayet) tefekkür ederek, nefsin hilelerinden(14.ayet), zenginlik mal ve mülk tutkusundan(16.ayet), dünyanın çekiciliğinden kurtulmak için(17.ayet), Hz.Nuh’dan sonra helak ettiği nice nesiller gibi olmamak(17.ayet) ve Allaha vasıl olmak(20.ayet), ahiret hayatındaki dereceleri kazanabilmek(21.ayet) için atılan adımlardır.

  İnsan, karanlıkta yürürken, bir yere tökezlememek ve düşmemek için ayaklarını sürüyerek, elleriyle sağı, solu yoklayarak yürür. Kendisine ve çevresine zarar vermemek ve ayağını sürçmemek için kendini korur. Herhangi bir yere çarpmamak kendisine veya çevresine zarar vermemek için temkinli adımlar atar. Bu surede Allah, ahiret hayatına yürüyüşte insanlara önündeki dünya ve ahiret hayatına zarar verecek engelleri sıralamaktadır. Bu engellerin başında Allah’a ortak koşmak gelir. Allah’a ortak koşmak O’na ibadeti boşa çıkarır(22.ayet). Ana ve babaya iyiliği (23.ayet), kalp temizliğini emreder(25.ayet). Yakınlarına yardımı(26.ayet) , israftan kaçınmayı öğütler(26.ayet).

Yardıma gücü olmadığı takdirde ihtiyaç sahiplerine yumuşak davranmayı(28.ayet), zinadan uzak durmayı(32.ayet), yetimi korumayı(34.ayet), ölçü ve tartıda hakkaniyeti(35.ayet), kulak, göz ve kalp gibi organların masivadan korunmasını emrederek…“Bütün bunların Rabbimiz katında kötü ve sevilmeyen şeylerden olduğunu(38.ayet) haber vererek; yaşarken her adımda dikkat edilmesi gerekenleri emretmektedir.

SRV kökünden “İsra”ya mana verildiğinde yükseltmek anlamına geldiğinden söz etmiştik. Surenin başından sonuna kadar Rabbimiz, koyduğu emir ve yasakları sıralayarak mü’minin rotasını çizmekte, kulunun yükselmesini, yücelmesini istemektedir. Allah Rasulünün miraca çıkmadan önce bu suredeki ve Kur’anın diğer yerlerindeki emirleri yerine getirerek; miraca yükseldiğini beyan etmektedir. Allah Rasulünün miraçta Rabbimizle buluştuğu gibi bu dünyadaki atılan adımlarımızın O’na uygun olması ile cennette O’na kavuşmamızın şartlarını sunmakta, kulun derecelerini yükseltebilmesinin, adımlarını öğütlemektedir.

Yüce Rabbimiz, inşallah O’na kavuşturacak bir yaşayışı, bizlere nasip eder.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
7
KUR'ANI KERİM / Kur'an ve Sünnet'te İnfak
« Son İleti Gönderen: KOYLU Dün, 10:08:17 ÖS »


Kur'an ve Sünnet'te İnfak

İnfak Nedir

Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak niyetiyle, karşılıksız olarak fakir ve muhtaçlara yardım etmek, iyilik ve ihsanda bulunmak demektir Farz, vacip ve mendub kısımları vardır.

Zaruret derecesinde ihtiyaç içerisinde bulunan kimseye yardım etmek ve dinen zengin sayılanların zekat vermesi farz, sadaka-i fıtır vacip, diğerleri ise menduptur. İnfak; Allah’ın -celle celâluhu- bize verdiğinin bir kısmını onun rızası için harcamaktır. Aslında mülk O’nundur. Bizler bekçi. O’nun mülkünden O’nun rızası için vermek infaktır.

KUR’AN’DA İNFAK

Kur’an imandan sonra namazı, namazdan sonra da infak edebilmeyi müttakilerin (Hakikî Mü’minlerin )özelliklerinden sayar:

"Onlar, gayba iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden de infak ederler’.(Bakara, 3)

Mü’minleri yaptıkları infak ahirette koruyacak ve kendilerine azaba karşı kalkan olacaktır:

“Ey iman edenler, hiçbir alış-verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin”. (Bakara, 254)

“Sizden birinize ölüm gelip de: "Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirsen ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam" demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin”. (Münâfikûn, 10)

Allah’ın verdiği rızkı onun rızası için harcamamak kendimizi tehlikeye atmaktır:

“Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever.” (Bakara, 195)

İnfak edilen mal O’nun olmasına rağmen vereni ödüllendirir:

"Allah yolunda her ne infak ederseniz, size noksansız olarak ödenir ve siz, haksızlığa uğratılmazsınız”(Enfal, 60)

Allah rızası için verenin malı eksilmez çoğalır. Zekât ve sadaka veren fizikî olarak malının eksildiğini zanneder. Hâlbuki o çoğalmaktadır. Zekât vermeyerek kâr ettiğini zanneden ziyandadır. Zekâtı verene rahmet melekleri dua eder. Malı çoğalır, bereketlenir.

Ummadığı yerden rızık kapıları açılır. İhlâsına, niyetine göre on katından yedi yüz katına kadar verdiğini geri alır. Ama mü’min geri almak için vermeyecek. Çünkü geri alması halisane niyetine bağlı. Zekât vermeyen çeşitli şekillerde malını kaybeder. Hastalık, kaza, işlerinin rast gitmemesi gibi sebeplerle malı eksilir. Hem dünyada hem de âhirette kaybedenlerden olur.

"Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği, yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat artırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir.”(Bakara, 161)

İNFAKTA EDEB

“Ey îmân edenler! Allâh’a ve âhıret gününe inanmadığı hâlde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın! (Sadakalarınızı imhâ etmeyin!)Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidayet vermez.” (Bakara, 264)

İnfak, sadaka ve zekât üstünlük sebebi değildir. Veren, alandan bir şey bekleyemez. Aksine veren alana minnet borçludur. Çünkü kendisini bir borçtan kurtarmış bir farzı ifasına yardımcı olmuş ve ecre nail eylemiştir. Başa kakarak, eziyet ederek, kibirlenerek, kalp kırarak yapılan hayrın Allah katında hiçbir değeri yoktur. İnfak “sağ elin verdiğini sol el duymayacak” şekilde, fakir incitilmeden, naif ve nazik bir şekilde verilirse kıymetlidir.

Sadakayı gizli vermek iyidir. Vereni kibirden alanı da hayâ duygusunu kayıp etmekten kurtarır. Nitekim ecdadımız ‘Sadaka taşlarını’ bunun için düşünmüştür. Eskiden sadakalar sadaka taşlarına bırakılır, ihtiyacı olan da ihtiyacı kadar alırdı. Fazla almazdı. Haram yenmez, başka fakirin hakkına girilmezdi. Fakat bazen teşvik amaçlı açıktan da sadaka verilebilir. Özellikle zekâtın açıktan olması, sadakanın ve iyiliklerin gizli olması esastır.

Hayır organizasyonları da yapılabilir. Sadece niyete çok dikkat etmek lazımdır.

 “Sadakaları açıkça verseniz, bu güzel bir şeydir. (Fakat) Onları gizleyerek fakîrlere verseniz, sizin için daha hayırlı olur.” (Bakara, 271)

VERDİĞİNİN İYİSİNİ SEÇMEK

Kabil’in  “SADAKASI”  kabul olunmadı. Çünkü ürettiği tarım ürünlerinin kötülerini seçmişti. Allah’ın -celle celâluhu- kendisine verdiğini yine Allah Rızası için vermek ağırına gitmişti. Hâlbuki mülkün sahibi Allah’tır. Sadakalar Malların iyisinden olmalı. Elde kalan, satılmayan, eskitilen, alanın onurunu incitecek derecede eski ve değersiz eşyalar, bozulmuş gıdalar infak edilmemelidir. Kendimizin kabul edemeyeceği şeyler verilmemelidir. Ancak az giyilmiş, eskimemiş giysiler atılmamalı bunlar değerlendirilmelidir. Yakınlara durum anlatılarak verilmeli, memnun olacak kişiler seçilmelidir.

“Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için yerden bitirdiklerimizden infak edin. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki, şüphesiz Allah, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, övülmeye layık olandır”. (Bakara, 267)

“Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir”. (Âl-i İmran, 92)

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
8
Cehennem / Ayetlerle Cehennem
« Son İleti Gönderen: KOYLU Dün, 06:04:39 ÖS »


Ayetlerle Cehennem

Cehennem ateşine, 'küçültücü bir sürüklenme ile ' sürüklenecekleri gün; (Tur Suresi, 13)

(Çünkü o gün) Suçlu-günahkarlar, simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar. (Rahman Suresi, 41)

Boyunlarında demir-halkalar ve (ayaklarında) zincirler olduğu halde sürüklenecekler; (Mümin Suresi, 71)

Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. (İsra Suresi, 1

İNKARCILAR CEHENNEMİN YAKITIDIRLAR

Şüphesiz inkâr edenler, onların malları da, çocukları da kendilerine Allah'tan (gelecek azaba karşı) hiç bir şey kazandırmaz. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar. (Al-i İmran Suresi, 10)

Gerçekten siz de, Allah'ın dışında taptıklarınız da cehennemin odunusunuz, siz ona varacaksınız. (Enbiya Suresi, 9

Ama yapamazsanız -ki kesin olarak yapamayacaksı nız- bu durumda kafirler için hazırlanmış ve yakıtı insanlar ile taşlar olan ateşten sakının. (Bakara Suresi, 24)

Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine etirirler. (Tahrim Suresi, 6)

Rabbinin rahmet ettikleri dışında. Onları bunun için yarattı. Böylece Rabbinin (şu) sözü tamamlanıp gerçekleşmiştir: "Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan, (kafirlerin) tümüyle dolduracağım." (Hud Suresi, 119)

Eğer biz dilemiş olsaydık, her bir nefse kendi hidayetini verirdik. Fakat benden çıkan şu söz gerçekleşecektir: "Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan (İnkâr edenlerle) tamamıyla dolduracağım." (Secde Suresi, 13)

KAFİRLER İÇİN SON VARIŞ YERİDİR

Taşkınlık edip-azanlar için son bir varış yeridir. (NebeSuresi , 22)

Onlara karşı apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, sen o inkâr edenlerin yüzlerindeki 'red ve inkarı' tanıyabilirsin. Neredeyse, kendilerine karşı

ayetlerimizi okuyanın üzerine çullanıverecekler. De ki: "Size, bundan daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş... Allah, onu inkâr edenlere va'detmiş bulunmaktadır; ne kötü bir duraktır." (Hac Suresi, 72)

İnkâr edenler, Beni bırakıp kullarımı veliler edindiklerini mi sandılar? Gerçekten Biz cehennemi kafirler için bir durak olarak hazırlamışız. (Kehf

Suresi, 102)

KALINACAK EN KÖTÜ YERDİR

Allah'ın rızasına uyan kişi, Allah'tan bir gazaba uğrayan ve barınma yeri cehennem olan kişi gibi midir? Ne kötü barınaktır o. (Al-i İmran Suresi, 162)

Kim kendisine 'dosdoğru yol' apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!.. (Nisa Suresi, 115)

Kendisi hakkında hiç bir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koştuklarından dolayı küfredenlerin kalplerine korku salacağız. Onların barınma yerleri ateştir. Zalimlerin konaklama yeri ne kötüdür. (Al-i İmran Suresi, 151)

(Ki bu) Cehennemdir. Ona yaslanırlar. Ne kötü bir karar (yeridir) o!.. (İbrahim Suresi, 29)

Şüphesiz Allah, iman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İnkar edenler ise, metalanırlar ve hayvanların yemesi gibi yerler; ateş, onlar için bir konaklama yeridir. (Muhammed Suresi, 12)

CEHENNEM KAFİRLERİN BULUŞMA YERİDİR

"Ve hiç şüphe yok, onların tümünün buluşma yeri cehennemdir. " (Hicr Suresi, 43)

DAR VE SIKINTILIDIR

Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar. (Furkan Suresi, 13)

PUSLU VE KARANLIKTIR

Ve kapkara dumandan bir gölge içindedirler. Ki o, ne serindir, ne ferahlatıcı (kerim). (Vakıa Suresi, 43-44)

DUVARLARLA ÇEVRİLİDİR

O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar, iman edenlere derler ki: "(Ne olur) Bize bir bakın, sizin nurunuzdan birazcık alıp-yararlanalı m." Onlara:

"Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp-bulmaya çalışın" denilir. Derken aralarında kapısı olan bir sur çekilmiştir; onun iç yanında rahmet, dış

yanında o yönden azab vardır. (Hadid Suresi, 13)

UĞULTUSU VARDIR

(Ateş,) Onları uzak bir yerden gördüğünde, onlar bunun gazablı öfkesini ve uğultusunu işitirler. (Furkan Suresi, 12)

HOMURTUSU VARDIR

İçine atıldıkları zaman, kaynayıp-feveran ederken onun korkunç homurtusunu işitirler. (Mülk Suresi, 7)

KONUŞUR VE İNSANLARI ÇAĞIRIR

O gün cehenneme diyeceğiz: "Doldun mu?" O da: "Daha fazlası var mı?" diyecek. (Kaf Suresi, 30)

Beşere delicesine susamıştır. (Müddessir Suresi, 29)

CEHENNEMDEKİLERİ N İNLEMELERİ DUYULACAK

Orda kendileri için, 'kemikleri çatırdatan inlemeler' vardır. Onlar orda işitmezler de. (Enbiya Suresi, 100)

SONSUZ BİR AZAP OLACAKTIR

Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır. (Nebe Suresi, 23)

AZAP SÜREKLİ OLACAK VE HAFİFLETİLMEYECEKTİ R

İçinde temelli kalıcıdırlar. Onların azabı hafifletilmez ve onlar gözetilmezler. (Al-i İmran Suresi, 8

(Orda) Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkacak değiller. Onlar için sürekli bir azab vardır. (Maide Suresi, 37)

İnkar edenlere gelince, onlar için de cehennem ateşi vardır. Onlar için ne, karar verilir, ki böylece ölüversinler, ne de kendilerine onun azabından

(bir şey) hafifletilir. İşte biz, her nankör olanı böyle cezalandırırız.

(Fatır Suresi, 36)

Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün: "Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun" (denecek). Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen

(müstekbir)lere derler ki: "Gerçekten biz, size uymuş (teb'anız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz? (Mümin Suresi, 46-47)


Sonra o zulmetmekte olanlara: "Sürekli azabı tadın" denilecek. Kazandıklarınız dışında, bir başka şeyle mi cezalandırılacaktı nız?" (Yunus Suresi, 52)


Şüphesiz, kitap ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, içinde sürekli kalıcılar olmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar, yaratılmışların en kötüleridir. (Beyyine Suresi, 6)

KURTULUŞ OLMAYACAKTIR

(Orda) Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkacak değiller. Onlar için sürekli bir azab vardır. (Maide Suresi, 37)

Ne zaman ordan, sarsıcı-üzüntüden çıkmak isterlerse, oraya geri çevrilirler ve (onlara:) "Yakıcı azabı tadın"(denir) . (Hac Suresi, 22)

Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş'eme). "Kapıları kilitlenmiş" bir ateş onların üzerinedir. (Beled Suresi, 19-20)

HER YANDAN ÖLÜM GELECEKTİR

Yutkunmaya çabalayacak ve boğazından geçirmeyi başaramıyacak, ona her yandan ölüm gelecek, oysa ölmeyecek de. Ardından daha katı bir azab olacak. (İbrahim Suresi, 17)

ATEŞ AZABI OLACAK

Ayetlerimize karşı inkâra sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tadmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten, Allah, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa

Suresi, 56)

"Hesap ve ceza (din) günü ne zaman?" diye sorarlar. (Zariyat Suresi Suresi,12)

O gün onlar, ateşin üstünde tutulup-eritilecekl er:(Zariyat Suresi, 13)

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
9
Cennet / Ayetlerle Cennet
« Son İleti Gönderen: KOYLU Dün, 05:54:55 ÖS »


Ayetlerle Cennet

Rahman ve Rahim olan ALLAH'ın adıyla

(Ey MUHAMMED) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır.

Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (BAKARA SURESİ / 25)

De ki: "Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve ALLAH'ın rızası vardır. ALLAH, kulları hakkıyla görendir." (AL-İ İMRAN SURESİ / 15)

Yüzleri ağaranlar ise, artık onlar ALLAH'ın rahmeti içindedirler, içinde de temelli kalacaklardır. (AL-İ İMRAN SURESİ / 107)

İşte bunların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlerdir. (Böyle) Yapıp-edenlere ne güzel bir karşılık (ecir var.) (AL-İ İMRAN SURESİ / 136)

Ama Rablerinden korkup-sakınanlar; onlar için ALLAH katında -bir şölen olarak- altlarından ırmaklar akan -içinde ebedi kalacakları- cennetler vardır. İyilik yapanlar için, ALLAH'ın katında olanlar daha hayırlıdır. (AL-İ İMRAN SURESİ / 198)

İman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır. Ve onları, 'ne sıcak-ne soğuk, tam kararında gölgeliğe' sokacağız. (NİSA SURESİ / 57)

İman edip salih amellerde bulunanlar, biz onları altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Bu, ALLAH'ın gerçek olan va'didir. ALLAH'tan daha doğru sözlü kim vardır? (NİSA SURESİ / 122)

Eğer, Kitap Ehli iman edip sakınsalardı, elbette onların kötülüklerini örter ve onları 'nimetlerle donatılmış' cennetlere sokardık. (MAİDE SURESİ / 65)

Böylelikle ALLAH, dediklerine karşılık olarak içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler verdi. Bu, iyilik yapanların karşılığıdır. (MAİDE SURESİ / 85)

ALLAH dedi ki: "Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır. ALLAH onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur." (MAİDE SURESİ / 119)

İman edenler ve salih amellerde bulunanlar -ki biz hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz- onlar da cennetin ashabı (halkı)dırlar. Onda sonsuz olarak kalacaklardır. (A'RAF SURESİ / 42)

Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: "Bizi buna ulaştıran ALLAH'a hamd olsun. Eğer

ALLAH bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler." Onlara: "İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir" diye seslenilecek. (A'RAF SURESİ / 43)

Cennet halkı, ateş halkına (şöyle) seslenecekler: "Bize Rabbimizin vadettiğini gerçek buldunuz mu?" Onlar da: "Evet" derler. Bundan sonra içlerinden seslenen biri (şöyle) seslenecektir: "ALLAH'ın laneti zalimlerin üzerine olsun." (A'RAF SURESİ / 44)

İki taraf arasında bir engel ve burçlar (A'raf) üstünde hepsini yüzlerinden tanıyan adamlar vardır. Cennete gireceklere: "Selam size" derler, ki bunlar, henüz girmeyen fakat (girmeyi) 'şiddetle arzu edip umanlardır.' (A'RAF SURESİ / 46)

Gözleri cehennem halkından yana çevrilince: "Rabbimiz, bizi zalimler topluluğuyla birlikte kılma" derler. (A'RAF SURESİ / 47)

"Kendilerine ALLAH'ın bir rahmet eriştirmeyeceğine yemin ettiğiniz kimseler bunlar mıydı? (Cennettekilere de) Girin cennete. Sizin için korku yoktur ve mahzun olmayacaksınız." (A'RAF SURESİ / 49)

Ateşin halkı cennet halkına seslenir: "Bize biraz sudan ya da ALLAH'ın size verdiği rızıktan aktarın." Derler ki: "Doğrusu ALLAH, bunları inkâr edenlere haram (yasak) kılmıştır." (A'RAF SURESİ / 50)

İşte gerçek mü'minler bunlardır. Rableri katında onlar için dereceler, bağışlanma ve üstün bir rızık vardır. (ENFAL SURESİ / 4)

Rableri onlara katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisine sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. (TEVBE SURESİ / 21)

Onda ebedi kalıcıdırlar. Şüphesiz ALLAH, büyük mükafaat katında olandır. (TEVBE SURESİ / 22)

ALLAH, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. ALLAH'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (TEVBE SURESİ / 72)

ALLAH onlar için, süresiz kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (TEVBE SURESİ / 89)

Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar; ALLAH onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır ve (ALLAH) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (TEVBE SURESİ / 100)

İman edenler ve salih amellerde bulunanlar da, Rableri onları imanları dolayısıyla altından ırmaklar akan, nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip-iletir (hidayet eder). (YUNUS SURESİ / 9)

Oradaki duaları: "ALLAH'ım, Sen ne yücesin"dir ve oradaki dirlik temennileri: "Selam"dır; dualarının sonu da: "Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan ALLAH'ındır." (YUNUS SURESİ / 10)

İman edip salih amellerde bulunanlar ve 'Rablerine kalbleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar', işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Onda süresiz kalacaklardır. (HUD SURESİ / 23)

Mutlu olanlar da, artık onlar cennettedirler. Rabbinin dilemesi dışında gökler ve yer sürüp gittikçe, orada süresiz kalacaklardır. (Bu) kesintisi olmayan bir ihsandır. (HUD SURESİ / 108)

Onlar, Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından 'salih davranışlarda' bulunanlar da (Adn cennetlerine girer).

Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler (RA'D SURESİ / 23)

"Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel." (RA'D SURESİ / 24)

İman edip salih amellerde bulunanlar, ne mutlu onlara. Varılacak yerin güzel olanı (onlarındır). (RA'D SURESİ / 29)

Takva sahiplerine vadedilen cennet; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu korkup-sakınanların (mutlu) sonudur, inkâr edenlerin sonu ise ateştir. (RA'D SURESİ / 35)

İman edip salih amellerde bulunanlar, Rablerinin izniyle altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere konulmuşlardır. Orada birbirlerine olan dirlik temennileri: "Selam"dır. (İBRAHİM SURESİ / 23)

Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır. (HİCR SURESİ / 45)

Oraya esenlikle ve güvenlikle girin. (HİCR SURESİ / 46)

Onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar. (HİCR SURESİ / 47)

Orda onlara hiç bir yorgunluk dokunmaz ve onlar ordan çıkarılacak değildirler. (HİCR SURESİ / 48 )

Adn cennetleri; ona girerler, onun altından ırmaklar akar, içinde onların her diledikleri şey vardır. İşte ALLAH, takva sahiplerini böyle ödüllendirir. (NAHL SURESİ / 31)

Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (NAHL SURESİ / 32)

Onlar; altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır, orada altın bileziklerle süslenirler, hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup-dayanırlar. (Bu,) Ne güzel sevap ve ne güzel destek. (KEHF SURESİ / 31)

İman edip salih amellerde bulunanlar... Firdevs cennetleri onlar için bir 'konaklama yeridir.' (KEHF SURESİ / 107)

Onda ebedi olarak kalıcıdırlar, ondan ayrılmak istemezler. (KEHF SURESİ / 108)

Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunanlar (onların dışındadır); işte bunlar, cennete girecekler ve hiç bir şeyle zulme uğratılmayacaklar. (MERYEM SURESİ / 60)

Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan ALLAH, onu) kendi kullarına gaybtan vadetmiştir. Şüphesiz O'nun va'di yerine gelecektir. (MERYEM SURESİ / 61)

Onda 'boş bir söz' işitmezler; sadece selam (ı işitirler). Sabah akşam, onların rızıkları orda (bulunmakta)dır. (MERYEM SURESİ / 62)

O cennet; biz, kullarımızdan takva sahibi olanları (ona) varisçi kılacağız. (MERYEM SURESİ / 63)

"İçlerinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan Adn cennetleri de (onlarındır). Ve işte bu, arınmış olanın karşılığıdır." (TAHA SURESİ / 76)

Bunun üzerine dedik ki: "Ey Adem, bu gerçekten sana ve eşine düşmandır; sakın sizi cennetten sürüp çıkarmasın, sonra mutsuz olursun." (TAHA SURESİ / 117)

Böylece ikisi ondan yediler, hemen ardından ayıp yerleri kendilerine açılıverdi, üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. Adem, Rabbine karşı gelmiş oldu da şaşırıp-kaldı. (TAHA SURESİ / 121)

Onun uğultusunu bile duymazlar. Onlar nefislerinin arzuladığı (sayısız nimet) içinde ebedi kalıcıdırlar. (ENBİYA SURESİ / 102)

Onları, o en büyük korku hüzne kaptırmaz ve: "İşte bu sizin gününüzdür, size va'dedilmişti" diye melekler onları karşılayacaklardır. (ENBİYA SURESİ / 103)

Hiç şüphesiz ALLAH, iman edenleri ve salih amellerde bulunanları altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler; ordaki elbiseleri ipek(ten)tir. (HAC SURESİ / 23)

Onlar, sözün en güzeline iletilmişlerdir ve övülen doğru yola iletilmişlerdir. (HAC SURESİ / 24)

İşte (yeryüzünün hakimiyetine ve ahiretin nimetlerine) varis olacak onlardır. (MÜ'MİNUN SURESİ / 10)

Ki onlar Firdevs (cennetlerin)e de varis olacaklardır; içinde de ebedi olarak kalacaklardır. (MÜ'MİNUN SURESİ / 11)

Dilediği takdirde, sana bundan daha hayırlısı olarak altından ırmaklar akan cennetler veren ve senin için köşkler kılan (ALLAH) ne yücedir. (FURKAN SURESİ / 10)

De ki: "Bu mu daha hayırlı, yoksa takva sahiplerine va'dedilen ebedi cennet mi? Ki onlar için bir mükafat ve son duraktır." (FURKAN SURESİ / 15)

"İçinde ebedi kalıcılar olarak, orada her istedikleri onlarındır; bu, Rabbinin üzerine aldığı, istenen bir vaaddir." (FURKAN SURESİ / 16)

O gün, cennet halkının kalacakları yer daha hayırlı, dinlenecekleri yer çok daha güzeldir. (FURKAN SURESİ / 24)

İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar. (FURKAN SURESİ / 75)

Orda ebedi olarak kalıcıdırlar; o, ne güzel bir karargah ve ne güzel bir konaklama yeridir. (FURKAN SURESİ / 76)
(O gün) Cennet takva sahiplerine yaklaştırılır. (ŞUARA SURESİ / 90)

İman edip salih amellerde bulunanlar; onları, içinde ebedi kalıcılar olarak, altından ırmaklar akan cennetin yüksek köşklerine muhakkak yerleştireceğiz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir. (ANKEBUT SURESİ / 58 )

Böylece iman edip salih amellerde bulunanlar; artık onlar 'bir cennet bahçesinde' 'sevinç içinde ağırlanırlar'. (RUM SURESİ / 15)

Kim inkâr ederse, artık onun inkârı kendi aleyhinedir; kim salih bir amelde bulunursa, artık onlar kendi lehlerine olarak (cennetteki yerlerini) döşeyip hazırlamaktadırlar. (RUM SURESİ / 44)

(Ancak) Gerçekten iman edip salih amellerde bulunanlar ise; onlar için nimetlerle-donatılmış cennetler vardır. (LOKMAN SURESİ / Karizmatik

Orada ebedi olarak kalıcıdırlar. ALLAH'ın va'di haktır. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (LOKMAN SURESİ / 9)

İman eden ve salih amellerde bulunanlar ise, artık onlar için, yaptıklarınıza karşılık olmak üzere, bir ağırlanma konağı olarak barınma cennetleri vardır. (SECDE SURESİ / 19)

Adn cennetleri (onlarındır); oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipek(ten)dir. (FATIR SURESİ / 33)

Derler ki: "Bizden hüznü giderip yok eden ALLAH'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir." (FATIR SURESİ / 34)

"Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz." (FATIR SURESİ / 35)

Gerçek şu ki, bugün cennet halkı, 'sevinç ve mutluluk dolu' bir meşguliyet içindedirler. (YASİN SURESİ / 55)

Kendileri ve eşleri, gölgeliklerde, tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. (YASİN SURESİ / 56)

Orada taptaze-meyveler onların ve istek duydukları her şey onlarındır. (YASİN SURESİ / 57)

Çok esirgeyen Rabb'dan onlara bir de sözlü "Selam" (vardır). (YASİN SURESİ / 58)

İşte onlar; onlar için bilinen bir rızık vardır. (SAFFAT SURESİ / 41)

Çeşitli-meyveler. Onlar ikram görenlerdir. (SAFFAT SURESİ / 42)

Nimetlerle donatılmış (naim) cennetlerde. (SAFFAT SURESİ / 43)

Birbirlerine karşı, tahtlar üzerinde (otururlar). (SAFFAT SURESİ / 44)

Kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır. (SAFFAT SURESİ / 45)

Bembeyaz; içenlere lezzet (veren bir içki). (SAFFAT SURESİ / 46)

Onda ne bir gaile vardır, ne de kendilerinden geçip, akılları çelinir. (SAFFAT SURESİ / 47)

Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş iri gözlü kadınlar vardır. (SAFFAT SURESİ / 48)

Sanki onlar, saklı bir yumurta gibi (çarpıcı ve pürüzsüz). (SAFFAT SURESİ / 49)

Böyleyken, kimi kimine yönelmiş olarak, birbirlerine soruyorlar: (SAFFAT SURESİ / 50)

Bir sözcü der ki: "Benim bir yakınım vardı." (SAFFAT SURESİ / 51)

"Derdi ki: Sen de gerçekten (dirilişi) doğrulayanlardan mısın?" (SAFFAT SURESİ / 52)

"Bizler öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuzda mı, gerçekten biz mi (yeniden diriltilip sonra da) sorguya çekilecekmişiz?" (SAFFAT SURESİ / 53)

(Konuşan yanındakilere) Der ki: "Sizler (onun şimdi ne durumda olduğunu) biliyor musunuz?" (SAFFAT SURESİ / 54)

Derken, bakıverdi, onu 'çılgınca yanan ateşin' tam ortasında gördü. (SAFFAT SURESİ / 55)

Dedi ki: "Andolsun ALLAH'a, neredeyse beni de (şu bulunduğun yere) düşürecektin." (SAFFAT SURESİ / 56)

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
10
Kur'an-ı Kerim Tefsiri / Allah Kimi Hidayete Erdirmek Isterse
« Son İleti Gönderen: KOYLU Dün, 05:50:07 ÖS »


Allah Kimi Hidayete Erdirmek Isterse

ENAM SÜRESİ(125. AYET) MEALİ

“Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir” (En'am Suresi 6/125)

TEFSİRİ

ALLAH KİMİHİDAYETE ERDİRMEK İSTERSE

Allah, kimi doğruyola kavuşturmayı dilerse, gönlünü İslama açar, kalbini onunla nurlandınr. Ve ufkunu onunla genişletir. Kimi de saptırmayı dilerse gönlünü dar ve sıkıntılıkılar. Oraya iman nuru girmez, öğütler ulaşamaz. Böyle bir insan, çektiği sıkıntı bakımından sanki göğe yukarı tırmanan birisidir. İşte böylece Allah-u teala, iman etmeyenlerin üzerine azap yağdırır. Şeytanı onlara musallat kılar,ve murdarlıklara ve belalara uğratır.

Âyet-i Kerimede, hidayete eriştirilen kimsenin göğsünün ve gönlünün İslam’a açılacağı zikredilmektedir. Sahabe-i Kiram bu âyetin mânâsını, Peygamber Efendimizden sorarak:

"Ey Allah’ın Resulü, hidayete eren kişinin göğsü nasıl açılır?" demişler, Resulullah da onlara şu cevabı vermiştir."İslam bir nur olarak onların gönlüne konur, onların gönlü de bu nur ile açılır, huzura kavuşur." Sahabiler: "Böyle olanı belirtecek bir alâmet varmıdır Ey Allahın Resulü?" diye sormuşlar. Resulullah da:

"Ebedî yurda yönelmek, aldatan yurttan kaçınmak ve ölüm gelmeden önce ona hazırlanmaktır" buyurmuştur.

Âyet-i Kerimede, Allah’ın saptırdığı kişinin, hırçın, ufku dar biri olacağı, âdeta göğe tırmanır bir halde olacağı beyan edilmektedir.

Bu ayeti kerime En'am suresinin son bölümlerinde yer almaktadır. Enam Suresi Mekke'de inmiş bir suredir. Tüm Mekke’de inen sureler gibi yoğunlukla inanç konusu üzerinde durmuştur. İnsanın bu dünya hayatında var oluşu ve bundan sonra ne olacağı meselesini ele almaktadır. Her insan inanç temeline göre bu hayattaki rolünü,kendisi ile olan ilişkilerini, yaratıcısı ile olan ilişkilerini, evrenle olan ilişkilerini ve evrendeki her şeyle ilişkilerini belirler.

İşte akidenin önemi buradan kaynaklanmaktadır. Kur’ân-ı Kerim inanca mekân ve zaman itibariyle pek büyük bir yer ayırmıştır, yani tüm surelerde, özellikle Mekkî ayetlerde ve Hz.Muhammed’in daveti boyunca inanç konusu her zaman en önemli yeri tutmuştur. Bu davette Hz. Muhammed  23 sene boyunca insanları sadece Allah’a (c.c)ibadet etmeye ona şirk koşmadan kulluğa çağırmıştır. Onun Rabliğine ve tek oluşuyla bağdaşmayan her türlü özellikten uzak olduğuna inanmaya; meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kadere-hayır ve şer herşeyin ondan geldiğine, ahiret gününe ve ahiret günündeki dirilmeye, hesaba,mizana, sırata gelecek hayatta ya cennette sonsuza kadar ya da cehennemde sonsuza dek kalışa inanmaya davet etmiştir.

Bütün bunların gerektirdiği, Allah'a itaat ile boyun eğme, Allah'a emrettiklerini yaparak ibadet etme, yer yüzünde halifeolmanın gerekliliklerini güzel bir şekilde yerine getirme ve yer yüzünde Allah'ın adaletini ayakta tutma konularına da insanlığı çağırmıştır. Hz. Adem(a.s) 'dan Hz. Muhammed Mustafa’nın (sas) gönderilişine kadar dinin mesajı bu olagelmiş, Yüce Allah’ın yeryüzüne ve üzerindekilere varis oluncaya(kıyamete) kadar da bu olmaya devam edecektir.

Dinin dayanak noktaları: Ya akait (inanç) gibi mutlak gaybdır veya ibadet konusu gibi mutlak ilahi emirlerdir yahut ahlak ve muamelat (insanlar arası ticari vb. ilişkiler) gibi hal ve gidiş prensipleridir. Bu konularda insanoğlu kendi kendisine doğru prensipler koymaktan acizdir. Bundan dolayı dinin dünya hayatında sağlıklı şekilde yer alması ve bu hayattaki mesajını gerçekleştirmesi için prensipler koyması mecburidir.

Din dört ana dayanak noktasıyla bir insan ürünü olamaz. Tam tersi insan din meselesinde rabbani hidayete (yol göstermeye) muhtaçtır. Bu hidayeti Yüce Allah (c.c) İslam adıaltında aralıklarla peygamberler vasıtasıyla göndermiştir. Onu insanlara sayıları yüz yirmi binden fazla olan peygamberler ordusu aracılığıyla açıklamış; son nebi ve son elçi aracılığıyla gönderdiği son peygamberlik mesajıyla da tamamlamıştır.

Gökten gelen peygamberlik mesajını Rabbimiz (c.c) korumaya söz vermiştir. Vahy olunduğu dilile korunmuştur. İşte rabbimizin yedi kat gök ötesinden on dört asır önce şu sözlerle indirdiği ilahi karar buradan kaynaklanmaktadır: “Hiç şüphesiz,Allah katında hak din İslam'dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık ve hakka başkaldırma yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, bilsin ki gerçekten Allah,hesabı pek çabuk görendir” (Al-i İmran, 3/19)Yine Allah’ın (c.c) aynı suredeki şu sözü ile bu ilahî kararın vurgulanması buradan kaynaklanmaktadır: “Kim İslam'dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır” (Ali İmran, 3/85)

Üzerinde konuşacağımız ayeti kerime de aynı hareket noktasındadır. Bu ayette Rabbimiz (c.c) şöyle buyurmaktadır: “Allah, kimi hidayete erdirmek isterse,onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar” (En'am Suresi, 6/125)

İnsan Kur’ân’a ait bu mucizevî benzetme karşısında şaşkınlığı düşmektedir. Bu benzetmede rabbani hidayetten yüz çevirenlerin bu hidayet onlara hatırlatıldıkça yaşadıkları gönül darlığı gökte herhangi bir koruyucu araç olmaksızın yükselen insanın göğsünde oluşan darlıkla karşılaştırılmaktadır. Bu insanoğlunun ancak göğe çıktıktan sonra tüm boyutlarıyla anlayabildiği bir bilimsel gerçektir. Bu Kur’ânî benzetmenin bilimsel anlamının detaylarına girmeden önce dil açısından ve Kur’ân açısından ayeti kerimede belli sayıdaki lafızların işaret ettikleri anlamları açıklamak gerekir. Aşağıdaki satırlardada detaylarıyla bunu açıklayacağız.

Ayeti Kerimenin Bazı Lafızlarının Dil Açısından İşaret Ettiği Anlamlar

Yüce Allah’ın (c.c) ‘göğsüne inşirah verir’ sözündeki “inşirah verme” fiili Arapçada “keşfetme,kolaylaştırma, kapalı olanı gösterme ve gizli olan manayı ortaya çıkarma”anlamındadır. Anlaşılmayan kapalı olan şeyi açıklama, kolaylaştırma ve gizli olan anlamlarını ortaya çıkartma demektir. “Allah göğsünü İslam'a açtı” demek insanın ilahi nura ve ruhi sekineye/sükunete karşı razı olarak içinin rahat etmesi demektir. Çünkü göğsü “şerh etmenin” anlamlarından birisi de onu genişletmektir.

Göğsün (gönlün) dar olması ve sıkıntıda olması ise şu şekilde anlaşılabilir:“Harac” (sıkıntı) kelimesinin aslı ağaç ve benzeri şeylerin bir arada bulunmasıdır. Buradan hareketle aralarında bir darlık olduğu tasavvur edilmiştir. Bundan dolayı darlığa harac denmiştir. Günaha da “harac” denmiştir ve “tahric” fiili “tazyik” yani “sıkıntıya düşülme” anlamında kullanılmıştır.Ağaçları birbirine sarmalanmış sık girilmesi zor olan ormana “harice” denir.Buna göre “harec” dilde “dar”, hatta “darın en darı” manasına gelir. Yer için kullanıldığında “dar ve ağacı çok yer” anlamındadır. Yine “harac” kelimesi günah anlamına da gelir. “Ahrece” demek onu günaha soktu demektir. “Teharrece”demek günaha girdi demektir. Birisi diğerine “harec” yaptı dendiğinde “onu yasakladı” veya “haram kıldı” demektir. “Münharic” “harecden ve günahından sakınan” manasınadır. “Göğsü harac oldu” dendiğinde “şiddetli bir şekilde daraldı” anlamındadır. Gökte yükselme ifadesine gelince: Yükselme kelimesinin Kur’ân’daki ifadesi olan “tesa’‘ud”, yahut “tesâud ve suud” “yüksek yeregitmek” veya “yükselmek” demektir. Alçalmanın tersidir. “Saide” fiili “merdiveni çıkma”, “merdivende yükselme” manasındadır. Dağa çıkmak için kullanıldığında yine dağ üzerinde yükselme manasınadır. Yer için kullanıldığında yerin üstünde yürüdü manasına gelir. Yine “suud” kelimesi “zor engel” için ve “her zorluk” için kullanılır. Vadi için de aşağı indi manasına gelir. (Suud aslında inmenin tersi manasında olmasına rağmen burada böyledir.)Sa'd ve Said aynı anlama gelir. Azap lafzına sıfat olarak kullanıldığında şiddetli anlamına gelir. Yine “said” üzerine çıkılan şey demektir. Sa'daa ise uzun nefes almadır. Nefes için kullanıldığında nefesin çıkışı zor oldu manasındadır. “Yessa'adu” kelimesinin aslı “yetesa'adu”dur, yani çıkmada zorlanır ama başaramaz demektir. Yine “tesa'ade” zor oldu manasındadır. “İs'ad”ise yerden uzaklaştırma demektir. Bu, gerek inerek olsun, gerek çıkarak olsun böyledir.

“Sa'd” ise zor manasındadır. “Tas'adûne” denince vadide gidersiniz,düşmandan kaçarak gidersiniz manası anlaşılır. Bu da “is'ad” kelimesinden gelirki o da yeryüzünde çıkılacak yerde gitmek ve ondan uzaklaşma demektir. Yeryüzü için kullanıldığında uzaklaşma manasına gelir.

Ayeti kerimenin bazı lafızlarının işaret ettiği Kur'ânî manalar

Şeraha fiili türevleriile Kur'an-ı Kerim'de üzerinde konuşmakta olduğumuz ayeti kerimeye ilaveten dört yerde şu şekilde yer almıştır:

1- “Allah kimin gönlünü İslam'a açmışsa, o, Rabbi katından bir nur üzereolmaz mı?” (Zümer Suresi, 39/22)

2- “Senin gönlünü açmadık mı (şerh etmedik mi)” (İnşirah Suresi, 94/1)

3- “Dedi ki Rabbim göğsümü aç (şerh et)” (Taha Suresi, 20/25)

4- “Kim imanından sonra Allah’ı inkâr ederek gönlünü inkâra açar (şerheder), göğsüne küfrü yerleştirirse, onlara Allah tarafından bir gazap, hem de müthişbir azap vardır” (Nahl Suresi, 16/106)

Harece lafzı Kur’ân’da on beş yerde hukukla ilgili olarak darlık yahut genel olarak darlığın şiddetli oluşu manasında kullanılmıştır. Kur'ân-ı Kerim’de günah anlamında da yer almıştır. “Sa'ade” fiili ise değişik türevleri ileAllah'ın kitabında dokuz yerde şu anlamlarda kullanılmıştır:

Yükselme, kabul, Allah’tan rıza, vadide gitme ve kaçarak vadiden geçme, çok büyük zorlukla tırmanıp bunu başaramama, şiddetli ve zor, üstüne çıkılması zorolan yüksek engel, toprak olsun yahut başka tür olsun yerin görünen bölümü bir görüşe göre toprağın kendisi.

Sema lafzı ise Kur’ân-ı Kerim’de 310 yerde vardır. 120 si tekil olarak sema şeklinde, 190 yerde semâvat (gökler) şeklinde yer alır. Çoğul ifade yeryüzünün karşısında evrenin geri kalan kısmını kastedildiğini hissettirmektedir. Tekillafız (sema) şeklindeki ifade ise 38 yerde genel özelliği ile atmosfer anlamında kullanılmış özellikle en alt katman (yahut iklim değişiklikleri veya dönüşüm yeri diye bilinen kısmı) kastedilmiştir. Bu kısım atmosferin maddesinin çoğunu ihtiva etmektedir. Yine 82 yerde sema lafzı tekil halde genel olarak Rabbimiz (c.c.) in gezegenler, yıldızlar ve burçlarla süslediği göğün en yakın bölümü anlamında kullanılmıştır. Bu ifadelerden göğün yediye bölünmeden önce toplu hali ve bazı yerlerde yediye bölünmesinden sonra ki şekli anlaşılmaktadır. Yine Kur’ân-ı Kerim'de göklere yerlere ve aralarındakilere yirmi yerde işaret edilmiştir. Bu ifadeden genel olarak atmosferin özellikle de alt kısmının kastedildiği anlaşılmaktadır. Bu Allah’ın şu sözünden anlaşılmaktadır: “Gök ve yer arasında emre hazır bulutların duruşunda…”(Bakara Suresi, 2/164)

Kur’ân-ı Kerim birçok ayette suyun gökten indirilmesine işaret eder. Burada sema kelimesi ile kastedilenin bulut olduğu açıktır. ŞayetYüce Allah’ın: "Sanki semada yükseliyor gibi" ayeti kerimesinde eğer kastedilen atmosfer ise bunun imkânsızlık sınırına ulaşan zorlukları ve meşakkatleri vardır. Eğer kastedilen göğün yeryüzüne en yakınkısmı ise zorluklar ve engeller imkânsızın üzerine ulaşacak şekilde kat katolurlar. Çünkü Allah (c.c) yeryüzünde ve atmosferinde insana, vücut yapısına ve değişik organlarının görevlerine uygun alanı sınırlandırmıştır. İnsan şayet bu alandan çıkarsa, tıpkı balığın sudan çıktığında öldüğü gibi can çekişerek ölür.Bu atmosferin alanının doğal ve kimyasal özelliklerinin incelenmesi ve araştırılmasında açık bir şekilde gözükmektedir.

------------------------------------------------------------------------

Kaynak:

TABERİ TEFSİRİ

MEFATİHU'L GAYB

TASAVVUFİ SOHBETLER

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
Sayfa: [1] 2 3 ... 10