Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
İman Amel Ecel / İtikadın Bozulması Amelleri Heba Eder
« Son İleti Gönderen: melek Bugün, 08:18:31 ÖS »


İtikadın Bozulması Amelleri Heba Eder

Allahu Teâlâ, günahkâr olduğunun farkında olup tövbeye niyeti olan veya tövbeye yönelmek isteyen kullarına karşı çok bağışlayıcı çok affedicidir. Bu şefkat ve merhametini, gerek kendi kitabı yüce Kur’an’da geçen sayısız ayetler ile gerek Efendimiz’in (aleyhisselam) mübarek lisanıyla yani hadisler aracılığıyla her fırsatta ifade eder. Ayetlerdeki önemli bir ayrıntıya da dikkat çekmek isterim. Rabbimiz’in bağışlama ve affının çokluğu her zaman bir mübalağa sığasıyla gelir. Yani Allah çok merhametlidir çok bağışlayıcıdır denir. Sadece, bağışlayıcıdır veya merhametlidir denilmekle yetinilmez.

Nitekim Rabbimiz’in el-Ğaffar ism-i şerifi Arapça’da mübalağalı ism-i fâildir ve Allah’ın sıfatı olarak şu anlamlara gelir: Günahları çok örten, mağfireti çok olan, kullarının günahlarını pek çok bağışlayan.

GÜNAHLARIN ÇARESİ VE TEMİZLEYİCİSİ: TÖVBE

Yine Kur’an’da, günahkâr insanları uyaran, dehşetle sarsan ayetler de hemen aynı şekilde Allah’ın affının ve merhametinin çokluğuna vurgu yaparak sonlanır. Yani Rabbimiz, tövbe edenleri hemen affedeceğini haber verir. Kullarını korku, çaresizlik ve ümitsizlik içinde bırakmaz.

“De ki: Ey kendilerinin aleyhinde (günahta) haddi aşanlar! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları mağfiret eder. Şüphesiz ki O, çok mağfiret edici, çok esirgeyicidir” (Zümer, 39/53)

Elbette bu ifadelerin bize verdiği veya vermek istediği mesaj çok önemlidir. Allahu Teâlâ kullarının tövbelerini çok arzu eden, çok isteyen ve onların kendi elleriyle kendilerini tehlikeye atmalarına razı olmayan bir Rab’dır. Bu meselenin daha iyi anlaşılması ve kavranması için bazen bu sevgi ve merhamet, Efendimiz’in (sav) lisanında çok şefkatli bir anne misaliyle bizlerin anlayış seviyesine indirilerek somutlaştırılır. Bununla ilgili ayet ve hadislerden bazı misaller verelim:

“Hiç şüphe yoktur ki ben; tövbe ve iman edenleri, iyi amel işleyenleri, sonra da doğru yolda (ölünceye kadar) sebat edenleri elbette çok bağışlarım.” (Tâhâ, 20/82)
“(Rasûlüm!) Kullarıma, benim çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver.” (Hicr, 15/49)

Hazreti Ömer Saadet Asrı’nda şahit olduğu bir olayı anlatırken, bu hususta Efendimiz’in müjdesini bize de ulaştırıyor:

Bir savaş sonrasıydı. Esirler arasında çocuğundan ayrı düşmüş bir kadın da vardı.

Kadıncağız çocuğuna olan özlemini gidermek için gördüğü her çocuğu kucaklıyor, bağrına basıyor ve emziriyordu. Rasûlullah (sallallâhu aleyhi vesellem) çevresindekilere:

“Bu kadının kendi çocuğunu ateşe atacağına ihtimal veriyor musunuz?” diye sordu.
“Asla, atmaz!” dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah (sallallâhu aleyhi vesellem),

“İşte Allahu Teâlâ kullarına bu kadının yavrusuna olan şefkatinden daha merhametlidir.” buyurdu. (Buhari, Edeb 19, Müslim, Tevbe 22)

ŞİRKTE VE KÜFÜRDE ISRAR EDENLER AF KAPSAMINA GİREMEZLER

Şimdi asıl konumuza gelelim. Burada Allah’ın affettiği günahlar, şirk ve küfür içinde olmayan kişilerin günahlarıdır. Şirkte ve küfürde inat ve ısrar edenler bu çok geniş af kapsamı içine giremiyorlar, bu mesele çok önemli. Bu yazıda özellikle bu konuyu vurgulamak istiyorum.

Günahları genel itibariyle iki kategoride değerlendirebiliriz. Birisi, insanı Allah korusun kâfir edip din ve iman dairesinden çıkaran günahlar. Diğeri de din ve iman dairesinde kalmakla beraber insanın Allah katındaki derecesini düşüren, cezalandırılmaya müstahak hale getiren günahlar. Bu ikinci kategorideki günahlara karşı Rabbimiz’in çok toleranslı olduğu ayet ve hadislerde açıkça görülüyor.

Ama kâfir olan ve bu günahta ısrar eden kişinin duruşunu ve psikolojisini tahlil ettiğinizde ortaya küstahça, şımarıkça ve son derece çirkin, adaletsizce bir duruş ortaya çıkıyor.

Asla, cürümü belli zavallı bir yaratığın girmemesi gereken bir psikoloji bu. İşte Allah’ın öfke ve gazabını, hem de sonsuza kadar, bu adaletsiz tutum içindeki insanlar çekiyor. Bu inanç ve psikolojideki kişiler, bu küstahlıklarından vazgeçmedikçe de af kapsamına maalesef hiçbir zaman giremeyecekler.

“Şüphesiz ki Allah, kendisine şirk koşulan günahı bağışlamaz. Şirkin dışındaki günahları, dilediği kimse için mağfiret eder. Kim Allah’a şirk koşarsa muhakkak ki o, uzak bir sapıklıkla sapmıştır.” (Nisâ, 4/116)

Kâfir olan veya şirk içinde olan kişiler, Allah’a karşı kibirlenen, onun hükümranlık sahasına tecavüze yeltenen, emirlerini tanımayan; aciz ve zavallı bir yaratık olduğunu unutarak, Allah’ın ona ikram ettiği gücü, kuvveti, aklı, küstahça bir tavırla yine Rabbine karşı kullanan; Allah’ın görüşünü beğenmeyip kendi görüşünü daha akıllı, daha mantıklı, daha faydalı bulan, hatta elinde güç ve imkân olursa bu görüşünü çevresine de dayatan, onları da cebren kendi görüşüne uymaya zorlayan kişilerdir.

ALLAH’IN HÜKMÜ ÜZERİNE HÜKÜM İLERİ SÜRMEK KÜFÜRDÜR

Evet, çok dikkat etmek gerekir; küçük bir mesele de olsa Allah’ın hükmü üzerine bir hüküm ileri sürmek küfürdür. Ve bu inanışın sonu ebedi bir cehennem hayatına giden yolun içerisinde yürümek demektir. Kâfirin psikolojisi o sebeple iğrençtir. Ama nefsine uymuş, içki içen, zina eden, kumar oynayan, en büyük günahları işleyen bir mümin bütün bu yaptıklarının yanlış olduğunun bilincindedir. Bir yandan bu günahları işler, bir yandan da Rabbine karşı yaptığı yanlışlığın utancını yaşar.

Sonuçta; “Rabbim senin emirlerinde yanlış yok, bunların hepsi doğrudur; ben de uymak istiyorum; ama nefsimin istekleri aklımı kullanmama engel oluyor; vicdanım yaptığım yanlışlıkları biliyor, ben her günahtan sonra üzülüyor ama şeytan ve nefsin tesirinden de bir türlü çıkamıyorum; beni affet ve bana günahlardan kaçınmam için yardım et.” şeklindeki bir psikoloji içindedir.

İşte bu düşünce içindeki veya psikolojideki müminler imanlıdır. Rabbinden ne zaman aman ve af dilese, hemen büyük bir şefkat ve merhametle ve akabinde mağfiretle mukabele görecektir. İnsanın ahiret sınavı da bu mücadelesinde gizlidir... Zira dünya hayatında insan günaha meyilli yaratılmış, günah olan şeylere de imtihan gereği ayrı bir zevk ve lezzet katılmıştır. Kişi imanının ve Allah sevgisinin gücüyle, bu zararlı şeyleri terke gayret gösterecektir ki bu onun imtihanıdır. Şu da bir gerçek ki bu günahları terk kolay değildir. Belki tekrar tekrar tövbe etmesi gerekecek ve bu mücadeleleri ta ki günahları terke kadar devam edecektir... O sebeple Efendimiz (sav) mümini, hiç günah işlemeyen değil; tövbe etmeyi terk etmeyen, bu konuda ısrarcı olan kişiler olarak ifade eder.

KÜFRE GİRMEMEK İÇİN ACİLEN İTİKAT KONULARI ÖĞRENİLMELİDİR

“Hayatım kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, siz günah işlemezseniz, Allah sizi dünya sahnesinden giderir ve (sizin yerinize) başka bir ümmet getirir. Onlar, günah işlerler sonra Allah’tan bağışlanmalarını isterler. Allah da onları mağfiret eder, bağışlar.” (Müslim, Tevbe 11; Tirmizî, Cennet)

Müminler bu ikinci sınıftakilerdir. Kimi az kimi çok günah işler ama hepsi mümindir. Sonuç itibariyle de ebedi cennete namzet insanlardır. Peygamberimiz bu tür müminlerin en günahkârları için bile şefaat edeceğini vaat etmiştir. Ve her akıllı insan en azından bu çerçevede kalmaya özen gösterir. Zira en büyük günahları işlese de bu çerçevede kalması ahiret hayatı için çok önemli bir ayrıcalıktır. Müslümanların küfre girmekten çok korkmaları gerekir. Küfre giren kişi günahlarıyla değil, inancı ve kabulleriyle girer. Yani İslam’ın açık emirleri bellidir. Kur’an ortadadır. Kur’an’ın emirlerinden bir tanesini bile beğenmemek, tanımamak insanı günahkâr müminler safından çıkarıp kâfirlerin safına sokar. Bu sahada asla af ve tolerans yoktur. Yani küfründe sabit kaldığı, inat ettiği ve görüşlerini değiştirmediği sürece bu saha ebedi bir azabın sahasıdır. Bu sahada niye af olmadığını yukarıda biraz açıkladık: Yine ifade edelim ki bu kişi Allahın kendisine verdiği bir zerrecik aklı, bir noktacık ilmi ile Yaradan’a karşı bir savaşa girişmiştir. Hiçliğine, aciz ve zavallılığına rağmen benlik ve varlık iddiasındandır. Kendi aklını beğenip Yaradan’ın aklına, ilmine ve iradesine karşı küstahça bir küçük görme şımarıklığı, adaletsizliği içerisindedir. Bu mesele çok önemli bir meseledir. İslam âlimleri ameldeki kusurları normal kusurlar olarak görmüşler ama itikat alanına girince “Orada dur!” demişlerdir.

Temel itikat konularında zerre yanlış olmaz. Bir Müslüman bu konuda hataya düşmemek, özellikle küfre girmemek için itikat konularını acilen öğrenmelidir.

İTİKATTA EHL-İ SÜNNET İMAMLARINA UYMANIN ÖNEMİ

Şimdi bizler ahir zamanda zor bir zaman diliminde yaşayan Müslümanlarız. Günahların her türlüsünün çok rahatça işlendiği bir zamanda yaşıyoruz. Günahlara düşebiliriz. Zaten mücadelemiz bu yönde her zaman devam edecek. Bu zor bir süreç, nefsle ve şeytanla mücadele ölene kadar bitmez. Ama itikat öyle değil. Bunun zorluğu da mücadelesi de yok. Doğruyu bir defa adamakıllı öğreneceksin, sonra bu imandan taviz vermeyip bu inanışını ölene dek koruyacaksın. “Allahım! Ben bu iman meselelerine senin kitabında yazdığın gibi, Resulünün söylediği gibi ve Ehl-i Sünnet itikat imamlarımızın öğrettiği gibi inanıyor, iman ediyorum.” diyeceksin, işte hepsi bu… Elbette ki bu imamlar da bu itikat konularını şahsi görüşleri olarak yazmamış, Kur’an sünnet gibi kaynaklardan almışlardır.

Kıymetli okurlarımıza âcizane tavsiyemdir; itikat konularıyla oynayıp bu konuda rahatça konuşmak ve fetva vermekten çekinmeyen, Allah korkusu az bazı zamane âlimlerinin sözleriyle, kafalarını ve kalplerini karıştırmasınlar. İtikadi konularını önce doğru bir şekilde öğrenip kabul ve tasdik etsinler, sonra da bu meselede asla tavize yanaşmasınlar. Ve her konuşanı, etiketine ve kariyerine aldanıp dinlemesinler.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
2
Genel Konular / Allah İle Arama Kimse Giremez
« Son İleti Gönderen: melek Bugün, 08:08:08 ÖS »


Allah İle Arama Kimse Giremez

“Allah ile arama kimseyi sokmam, bana Kur’an yeter. Hatta biraz daha hoş görünen hadis kitapları veya sünnet yeter.”

İlk bakışta doğru gibi görünen ama biraz düşününce ancak şeytanın veya İslam düşmanlarının Müslümanların içine sokabileceği bir fitne olabilecek bu sözleri bu günlerde çok sık duyuyoruz. Bir âlimden, onu dinlemekten, sohbetlerine kulak vermekten bahsedince, son zamanlardaki cemaat fitnelerini de gerekçe göstererek Müslümanların bu söze daha fazla sarılması bizi gerçekten şaşırtıyor. Bir araya gelmeyelim, birbirimize yardımda bulunmayalım, birbirimizi uyarmayalım! Ne yapalım peki? Cami avlularında zamanlarının çoğunu dedikodu ile geçiren ihtiyarlar gibi sadece cami cemaati olalım! Kur’ân hatimi yapıp ölülerimize bağışlayalım; sarık, sakal misvakla da sünneti halledelim; sonra da ülkede her şey hallolmuş, Müslümanların hiçbir derdi yokmuş gibi kendimize cennetten yerler beğenelim öyle mi?

Cemaat dini olan ve cemaatleşmeye bu kadar fazla önem veren bir dini bireyselleştirmek ve her Müslüman’ı elinde Kur’an ve hadis kitaplarıyla evlerinin köşesinde İslam’ı yaşadıkları vehmiyle oyalayıp zayıf ve güçsüz bir hale getirmek, yukarıda ifade ettiğimiz gibi ancak şeytan ve din düşmanlarının güzel bir projesi olabilir… Gelişmek, çoğalmak, iri, diri ve güçlü olmak, birleşerek, cemaatleşerek olur, yalnızlaşarak olmaz. Yalnız kendini kurtarmaya ve bireyselleşmeye çağıran sesler Rahman’dan değil, ancak şeytandan gelir, dikkatli olmak gerekir. Biraz aklı olan her mümin bu tür yaklaşımlara şüpheyle bakmalı ve bu oyuna da asla gelmemelidir.

Bir de son zamanlarda mürit-mürşit ilişkisinden hareketle tasavvufa saldırılar tekrar artmıştır. Vehhâbilerin inanç esasları arasında olan; “Tevessül, küfür ve şirktir. Peygamberlerden ve onların vârisleri olan mürşitlerden medet ummak, yardım dilemek küfürdür. Tasavvuf büyüklerini vesîle edinmek, onlara bağlanmak şirktir. Hatta kabirleri ziyaret etmek de dalâlettir…” şeklinde bir inancın yayılmasına çalışılmaktadır. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikadında bu meselelerin hükümleri bellidir. Okuyucularımızın Vehhâbiliğe ait bu inançları yayanlara karşı dikkatli olmaları gerekir. İşin açığı, müminleri sahte aracılardan sakındırmak için gelen ayetleri, “İslam’da aracılar yoktur”a çevirip sonra da kendi aracılıklarını dayatanların hikâyesi yeni değil çok eski hikâyedir. Her devirde birileri tarafından tekrar gündeme getirilir. İslam âlimleri bu fitnecilerin hakkından gelmiş, cevaplarını ciltler dolusu vermişlerdir. Ben öyle teferruata girmeyeceğim; sadece aklı olana birkaç basit örnekle ispat edeceğim. Aracıları kabul etmeyenlere soruyorum. Her kula vahiy gelir mi? Peygamberler ne işe yarar? Cebrail’in görevi nedir? İşte bu soruların cevabı, bu sorunun da cevabıdır. Şimdi itirazları duyar gibiyim. Peygamberlere, Cebrail’e müsaade var. Niye? Onlar bu işi şirke düşmeden yaparlar. Tamam, o zaman sorunun cevabını sen verdin; bu iş şirke düşmeden yapılabiliyor demek ki. İşte dünya imtihanı hep böyledir. Helal haram çizgisini korurken şüphelilerden sakınmak, cömertlik yaparken israfa savrulmamak, Allah için sevgi ile buğzu bir arada yaşamak gibi her ahlakta ortayı ve dengeyi yakalamak imtihanın ta kendisidir. Bunu anlayacak kadar aklını kullanamayan beyin özürlüler, mesela şefaatin bir orta yolunu bulamaz ve külliyen şefaati reddederler. Kulların iradesini iptal etmeden, Allah’ın kaderimizi nasıl yazdığını ve bilebildiğini idrak edemezler, evliyalardan sadır olan kerametleri kavrayamaz, yine gaybı Allah’ın bildirdiği kadar kulların bilebileceğini, bunda hiçbir mahsur olmadığını anlayamazlar. Çünkü onların beyinlerinde böyle bir orta nokta tanımı yoktur, ya hep ya hiç çalışır. Ne kadar anlatsan hatta ispat etsen anlamazlar. Ahmakla uğraşma, muhatap olmaya değmez, çünkü boşa zaman kaybıdır. Neyse biz iyi niyetli ama belki aklı karışmış olabilecek okuyucularımıza doğruyu gösterelim ki bu tehlikeli oyuna gelmesinler inşallah.

Yukarıda bahsettiğim gibi, Allah (c.c.) kullarıyla irtibata geçerken hem melekleri hem peygamberleri aracı kılmıştır. Kullarla direkt konuştuğunu ve herkese vahiy gönderdiğini kimse görmemiştir. Buna şahit olan da böyle bir iddiada bulunan da yoktur zaten... Bu sözüme karşılık verilebilecek cevap, “Tamam, bizler melekleri ve peygamberleri kastetmiyoruz.” olabilir. Veya “Peygamberler varken aracılığa zaruret gereği ihtiyaç vardı ama şimdi artık ihtiyaç kalmadı.” denebilir. Ben de zaten bu yaklaşımları eleştiriyor ve bunları ancak şeytan yayar diyorum. Çünkü bu yaklaşım hem Kur’ân’a hem hadislere hem akla ve mantığa giran bir yaklaşımdır.

Aracılığa itiraz, ancak sahte aracılar işin söylenebilir. Zira her dönem ve devirde sahte aracılar olmuştur. Putları aracı kılan cahilî dönem insanları, şeriatta sınır tanımayan sahte şeyh ve âlimler, günahkârları affeden, cennetten arazi satan veya aforoz edip cehenneme atan papazlar, hatta sahte peygamberler bile vardır. Neticede burası bir imtihan yurdudur, bu dünyada bunlar hiç eksik olmazlar. Para varsa sahtesi de olur; dolar, altın, elmas, değerli ne varsa hepsinin sahtesi yapılır ve basılır. Gözü açıklar bunu kullanır, safları da kandırır. Hayat böyle sınavlarla doludur işte. Rabbimiz (hâşâ) kendisinin sahtesine, yani sahte ilahlara bile imtihan gereği müsaade etmiş de sahte peygambere, hocaya, şeyhe, âlime mi müsaade etmeyecek? Sahte âlimler var diye âlime gitmeyen gözü açıkları, piyasada sahte altın, sahte dolar olmasına rağmen altın ve dolar biriktirirken görüyorum. Bu riske rağmen kendilerini Allah’ın bu nimetlerinden niye mahrum etmezler acaba? Dünyaya daha çok değer verip ahireti fazla ciddiye almadıklarından olmasın bu gayretkeşlikleri? Sözün özü, dünya işleri de ahiret işleri de aracısız olmaz; sünnetullah böyledir. Devlette çıkmaz bir işiniz olursa bakana, başbakana ulaşmak için kırk tane aracıya koşarsınız; kendinizi tanıtmak, aynı düşünce ve görüşte olduğunuzu ulaştırmak için çalmadığınız kapı bırakmazsınız. Aynı şekilde, Rabbin rızasını kazanmak için de aracı olarak peygamberini razı edeceksiniz veya Allah dostu insanların sevgisini kazanacak, onların gönlünde güzel yerler edinecek veya onların terbiyesinden geçeceksiniz; bundan kaçamazsınız, başka yolunuz yok. Ayet yok mu bu konuda? Hem de kaç tane:

“(Resulüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”

“De ki: Allah’a ve Resulü’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân, 3/31, 32)

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin…” (Nisâ, 4/59)

“...Peygamber size ne verdiyse onu alın; neyden sizi nehyederse ondan da sakının...” (Haşr, 59/7)

“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın.” (Mâide, 5/35)

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe, 9/119)

Daha böyle kaç ayet var ki; Allah ile beraber Resule’de ayrıca itaat etmeyi, hak yolda birlik (cemaat) olmayı, bu beraberliğin başındaki imama itaat etmeyi, topluca Allah’ın ipine sarılmayı, hep birlikte tövbe etmeyi, bilmediklerimizi âlimlere sormayı, takva ve iyilikte yardımlaşmayı, bunun için Allah’ın (c.c.) sadık kulları ile beraber olmayı açıkça emretmektedir. Ama maalesef, bırakın âlim ve Allah dostlarını, bu ayetlere rağmen Peygamberlerin aracılığına bile itirazı olanlar yaşar içimizde. Hâlbuki ayetlerde bu konu tartışmaya mahal olmayacak kadar açıktır.

Evet, peygamberi aradan çıkaranlar bu ayetlere rağmen bunu nasıl başarırlar, anlamak mümkün değildir. Hâlbuki “De ki:

Allah’a ve Resulü’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân, 3/31, 32) ayetiyle aynı manayı taşıyan ayetler; Peygamber’e (s.a.v.) itaati, sadece Kur’an’a itaate indirgeyerek peygamberi aradan çıkaran ve O’nu işe yaramaz veya sanki hiç yaşamamış konumuna getiren kişilere Kur’an’dan gelen net cevaplardır. Doğru değil mi? Resul’e itaatten sadece Allah’a itaat murat edilmiş olsaydı, Allah’a ve Resûlü’ne itaati emreden âyetler bulunmazdı. Yine “O’na itaat, Kur’ân’da bulunan hususlarda farzdır.” diye bir itiraz olursa bu, Resûl’e mahsus bir itaat sayılmazdı. Zira ayetlerde Allah ve Resûlü’ne itaat, ayrı ayrı zikredildiğine göre, Hz. Peygamber’e mahsus bir itaat alanı olduğu açıktır. Bu da Peygamberimiz’in (s.a.v.) Kur’ân’da yer almayan konularda hüküm verdiği anlamına gelir. Allahu Teâlâ, “Peygamber’e itaat edin” sözüyle “Peygamber ile gönderdiğim âyetlere itaat edin, ama Peygamber’in açıklamalarına bakmayın.” demek isteseydi bunu açıkça söylerdi. Ayrıca böyle anlam verirsek âyetlerin başındaki Allah’a itaat edin sözleri de gereksiz tekrarlardan ibaret olurdu ki Kur’ân’a bunu nasıl yakıştırırsınız? Bu ayetlerden anlatılan açıktır ki Allahu Teâlâ’nın emrettiği itaat, sadece Resûlü’nün getirdiği âyetleri değil, âyetlerle birlikte sünnetine itaati de içine almaktadır. Dolayısıyla “Sadece Kur’ân bize yeter...” diyerek bütün sahih hadis kitaplarını işe yaramaz konuma getirenlere yine Kur’ân’dan net yalanlama gelmektedir, başka söze gerek yok.

Hatırlatmak boynumuzun borcudur: Ümmet için peygamber, müritler için mürşit, cemaat için imam, talebe için hoca araçtır, amaç değil. Açıkça, gaye ile vasıta birbirine karıştırılmak suretiyle birileri tarafından akıllar bulandırılmaktadır, dikkatli olmalıdır.

Kul ile Allah arasına aracı girmesinden kasıt, aracı kullara hâşâ yaratıcı muamelesi yapmak ve kullara hangi yüksek manevi makamda olursa olsun Allah’a ait sıfatları yakıştırmak ve sonra da onlardan ancak Allah’tan beklemesi gereken yardımı beklemekse buna hangi akıllı Müslüman itiraz etmez ki? Elbette böyle bir şeyi kabul eden, en büyük müşrikliğe ve sapıklığa düşmüş olur.

Ama İslam dini öğretim ve eğitim dinidir. Öğretim için Kur’ân, hadis, fıkıh kitaplarından okumayı bilen ve okuduğunu anlayabilen herkes faydalanabilir, buna bir itirazımız olmaz.

Ama iş eğitime gelince eğitim kitaplarla olacak iş değildir. Eğitim; kalbin tasfiyesi, nefsin tezkiye ve terbiyesi gibi önemli bir meseledir. Ki Kur’ân; “Odur ki ümmîler içinde kendilerinden bir Resul gönderdi, üzerlerine onun ayetlerini okuyor ve onları temize çıkarıp parlatıyor, kendilerine kitap ve hikmet öğretiyor…” (Cuma, 62/2) ayeti ile Peygamberimiz’in (s.a.v.) ne yaptığını ifade eder.

Tezkiye, yani kötü huy ve ahlaklardan temizlenme, iyi huylarla huylanma, kim ne derse desin kitapla olmaz. Bunun için ehil mürşitlere ihtiyaç kaçınılmazdır. Her ne kadar bu meseleyi kavrayamayan kafalar bu işe şirk diye vaveyla koparsalar da bu gerçektir. Hele işin içine girseler bıraksınlar açık şirki, şirkin en gizlisinden bile kaçan ve sakınan taifenin, onların şirke battınız dediği taifeler olduğunu görüp bu söylediklerinden utanacakları kesindir. Ehil imamlardan ki örneklik anlamında faydalanmak, Peygamber’in ashabıyla ilişkilerini öğrenmek anlamında kesinlikle gereklidir. Zira eğitimin en önemli ayağı örneklik, inikâs, insibağ dediğimiz manevi etkileşim ve iyilerin, salihlerin, sadıkların atmosferinden, feyzinden faydalanmak ve boyasıyla boyanmaktır. Bu olmadan eğitim eksik, çok eksik kalır.

Kim ne derse desin bu sebeple 1400 yıllık Ehl-i Sünnet çizgisi ve geleneği; Allah’ı, peygamberi, sahabeyi, onlardan sonra gelen âlim ve Allah dostlarını yerli yerine koymuş, akla ve kalbe giran gelecek açıklanmamış hiçbir mevzu bırakmamıştır. Allah (c.c.) “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bilmediklerinizi ilim ehlinden sorun...” diye ayetlerde bizi âlimlere yönlendiriyor; tamam bununla fıkıh âlimlerini anladık. Sonra sadıklarla beraber olmaya teşvik ediyor. Sadıklık açık ki ilimden ayrı bir şeydir ve ahlaken elde edilebilen bir makamdır. Hazreti Ebubekir gibi kişiler sadece bilgin değil, Allah dostu kişilerdi. Dolayısıyla sadıklarla beraber olmamız, nasihatlerini dinlememiz, sohbetlerinden feyzlenmemiz suretiyle, Hazreti Peygamber’den (s.a.v.) sahabenin faydalanmasına benzeyen bir şekilde benzeşerek değişmemiz isteniyor. Zira bu yöntemle eğitim, insanın yaratılışına en uygun ve en etkili bir eğitim şeklidir. Bunlardan, Ümmet-i Muhammed’i, bir takım sapkın şeyhler, sahte mürşitler var diye mahrum etmek İslam’a yapılmış en büyük kötülüktür. Müslümanları hem gerçek mürşitlerin hem de sahtelerinin ayrımını yapacak kadar bilgilendirmek en doğru yolken, bu güzel yolu kapatmak şeytanın planı olmaya yakışır, başka şey diyemiyorum.

Bir cemaatin başında gerçek bir âlim varsa ve bunlar da hocalarına uyarlarsa ne güzel bir topluluk oluşturmuş olurlar. Eğitimde başarı, insanları bir araya getirmekle kolaylaşır.

“Sentetik uyarıcı kullanan gençleri kurtarmak için ne yapmalı?” diye, bu konuda ihtisaslaşmış bir psikiyatra bir soru yöneltmiştim. “En etkili çare çevre değiştirmek, kötü arkadaşları bırakıp yeni güzel arkadaşlar edinmek.” demişti. Bu psikolojik bir gerçeğin ifadesidir. İnsan robot değil, duyguları olan ve çevresinden çok fazla etkilenen bir varlıktır.

İnsanı çevresiz düşünemezsiniz. Hele İslam’ı eğitimde çevreyi yok saymak neyin nesi, bu hangi mantığa ve akla uyar anlamak mümkün mü?

İnsanların ibadetlerini yapamaması, günahlara dalması, sentetik uyarıcı kullanan insanlara benzer. Birinde uyuşturucu dünya sevgisi ve gaflettir, diğerinde sentetik ilaçlar.

İkisinde de kurtulmak için dertleşebileceği, yerine göre yardımlaşabileceği, hatta hayırda yarışabileceği arkadaşlara ihtiyacı vardır. Yine her şeyi okuyarak öğrenmek de mümkün değildir. Öyle bir eğitim geçerli olsaydı öğretmenlere ihtiyaç olmaz, okuma çağına gelen her çocuğa evinde kitaplar dağıtılıp sonra da sınavlarla eğitimi kontrol edilirdi. Ama bunun başarı şansı yeterli olmamalı ki devletler bir sürü eğitim masraflarına girmekten vazgeçemiyorlar. O zaman din öğretimi için özellikle de eğitimi için örnek alabileceğimiz liderlere ihtiyaç kaçınılmazdır. “Ortam bozuk, sahte âlimden geçilmiyor...” diye bu gerçeği yok saymak veya görmezden gelmek daha büyük bir yanlışa kapı aralamak olur bilmek lazım…

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
3
Zekat / Zekt Mali Bir İbadettir 1
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 06:54:39 ÖÖ »
Zekt Mali Bir İbadettir  1

Zekât: artma, çoğalma, arıtma ve bereket anlamlarına gelmektedir. Terim olarak zekât: Alllaın belirli yerlere sarf edilmek üzere Dince zengin sayılan kişilerin mallarından belli bir Payın ayrılması işlemidir. Kuran-ı Kerimde 27 ayette zekât namazla birlikte zikredilmiştir.

Zekat: hicretin ikinci yılında farz kılınmıştır. Zekât, İslamın beş temel esasından biridir. Her şeyden önce mali bir ibadettir. Müslümanlar bu ibadeti, Allahın emrine uyarak gönül hoşnutluğu ve samimi bir niyetle yerine getirmelidirler. Ancak bu şekilde eda edilen zekât, Allah katında kabul görür.

Zekât kimlere farzdır: Zekât, Müslüman, hür. Akıllı ve erginlik çağına eren, tabi ihtiyaçlarından fazla artıcı mala sahip olan ve sahip olduğu malın üzerinden bir kameri yıl geçen kimselere farzdır. Bu farzın yerine getirilmesi için zekâtın niyetle ehline verilmesi gerekir. Yani zekât almaya hakkı olanlara verilmesi lazımdır.

Zekâta tabi olan mallar: beş çeşit mal zekâta tabidir. 1- Para (altın, gümüş vb).

2- Ticaret malları.

3- Toprak ürünleri.

4- Hayvanlar.

5- Define ve madenler. Zekâta tabi mallarda nema  (artıcı) şartı arandığından bu şartı taşımayan örneğin binek hayvanları, çalıştırılan hayvanlar, oturulan evler, ev eşyaları, meslek kitapları, mesleki aletler ve benzeri mallar zekâta tabi değildir. Ticaret mallarında para ve altın gümüş dâhil zekât oranı, kırkta birdir. Toprak mahsullerinde onda birdir. Devede beşe ulaşınca, koyunda kırka, sığır cinsinden hayvanlarda otuza ulaşınca zekât verilir.

Bir Müslüman, kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin senelik zaruri ihtiyaçların ve borcunun dışında nisab (ölçü) miktarı ticari mala veya buna muadil paraya sahip ise zekât vermekle mükellef olur. Buradaki ölçü 80,18 gr altındır. Bu kadar altını veya parası olan ve yahut ta altına muadil ticari eşyası olan kişi, yukarıdaki vasıflara sahip olduğunda zekât vermekle mükellef olur.

Zekâtı ödeme zamanı: İslam âlimleri, şartları gerçekleşen malda zekâtın derhal, yani sene biter bitmez ödenmesi gerektiğinde görüş birliğine varmışlardır. Çünkü malda gerçekleşen zekât borcu, artık kul hakkıdır. Bu hususta Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır. “Onların mallarında saillerin (yokluktan dolayı dillenme zorunda olanlar) ve mahrumların hakkı vardır. Zariyat, 19. Zekâta tabi olan malın üzerinden bir kameri yıl geçmesi gerekmektedir. Bununla beraber yıl dolmadan da zekâtın verilmesinde bir sakınca yoktur. Yıl dolduğu zaman geciktirmek, zekât mükellefi açısında sakıncalıdır. Zira zekâtı verilmeyen malda hak sahibi muhtaçların hakkı doğuyor ki, bu hak ilgiliye verilmediği müddetçe, malda manevi kirlilik var demektir. Ticari mal, para, altın ve gümüşün zekâtı kırkta birdir. Yüzde iki buçuktur. Kişi zekâtını usul ve furuuna veremez. Anne, baba yukarı doğru, çocuklar ve torunlar, aşağıya doğru. Zekâta tabi olan malın önce hesabını yapıyoruz. Elde ettiğimiz rakamı 40 bölüyoruz. Çıkan bölüm, müstahak olanlara vereceğimiz zekâtımız olur. Elde ettiğimiz miktarı bir kişiye verebileceğimiz gibi birden fazla kişilere verebiliriz.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
4
Zekat / Zekt Mali Bir İbadettir
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 06:45:27 ÖÖ »


Zekt Mali Bir İbadettir

Zekâtın verilmesi gereken yerler Kuran-ı Kerimde şu şekilde açıklanmıştır. “Gerçekten Sadakalar (zekât) Allahtan bir farz olmak üzere, fakirler, miskinler, zekât memurları, kalpleri İslama ısındırılmak istenenler, köleler, borçlular, Allah yolunda çalışanlar ve yolda kalmışlar içindir. Allah, her şeyi bilendir ve hikmet sahibidir. Tövbe, 60.

Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır. “Malının zekâtını veren kişi, malı üzerinden şerri gidermiştir.” Ramuz el Hadis 26/ 4 Zekât vermek o denli önemlidir ki, bize ait olan malın zekâtı verilmediği zaman malda başkalarının hakkı meydana geliyor. İşte bu hak ödenmeyince malda manevi kirlilik meydana geliyor. Zekâtı verilen mal ise, hem temizlenmiş oluyor, hem de artma ve bereketlenme imkânına sahip oluyor.       

Allah Tela konumuzla ilgili şöyle buyurmuşlardır “Mallarını Allah yolunda infak (harcayan) edenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak bitiren bir tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allahın lütfü geniştir ve her şeyi bilendir.” Bakar, 261.  Yapılan hayırdan, verilen fitre ve zekâtlardan dolayı elimizdeki para ve mallarda bir artmanın her zaman olduğunu şahit olmuşuzdur. Çünkü imkânı veren yaratandır. O nasıl isterse öyle yapmanın karşılığında bir kayıp olamaz. Zira Allah, kuluna zulmedici değildir. Yani kuluna kendisine zarar verecek bir görev vermez.

Peygamberimiz (sav) efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurdular. “ Zekâtı verilmeyen mal, yılan şekline girip, o kişinin boynuna dolanacak ve ben senin biriktirdiğin malınım diyecek. Kıyamet günü zekâtı verilmemiş mal, halka yapılıp boynuna geçirilecek.” Buharı, zekât,3. Maddi ve manevi yönden nimeti veren Allah. Yani nimetin asıl sahibi bizleri yaratan Mevla. Nisab miktarı mala sahip olduğumuzda ticari mallar için kırkta bir oranında hak sahiplerine vermemizi isteyen yaratanımızdır. Hadisin mealinden anlıyoruz ki,zekat mükellefi olduğumuz halde Allahın emrini yerine getirmediğimiz  zaman, elimizde olan dünyalık kıyamet günü bizlere sıkıntı verecek hale gelebiliyor.Bu duruma düşmemek için görevlerimizi vaktinde yapmalıyız.Veren el olmak önemlidir. Veren insanla alan insan arasında manevi bir köprü kurulur. Bu köprü üzerinde saygı, sevgi ve hoşgörü meydana gelir.

Mübarek Ramazan ayı içinde, verdiğimiz fitre, fidye ve zekâtlarımızla etrafımızdaki insanların ihtiyaçlarını giderdiğimiz gibi, Allahın rıza ve sevgisine ulaşıyoruz. Aynı zamanda yardım ettiğimiz insanların sevgilerini ve saygılarını kazanmış oluyoruz. Toplumda dayanışma ve yardımlaşma örneğini oluşturmuş oluruz. Diğer insanların da aynı konuya duyarlılık göstermelerine yardımcı olmuş oluruz. İslam toplumlarındaki hayır müesseseleri sayesinde birçok insanın ihtiyaçları karşılanıyor. Geleceğine ümitle bakabiliyor. İşte bu hayır müesseselerinden biri de zekâttır. Bu müessese iyi çalışırsa toplumda huzur ve güven oluşur. Bunun için de duyarlı olmalıyız. Zekat vermekle mükellef olduğumuzda bu ilahi görevi zamanında yerine getirmeliyiz. Yaşadığımız toplumda muhtaç, yetim ve yoksulların, yüzlerini güldürürsek bizlerin de yüzleri güler.

Birlikte mutlu oluruz. Toplumun mutluluğu, bireyler arasında sevgi ve saygıyı oluşturur. Bu hal, Müslümanların birlik ve beraberlik içerisinde hayat sürdürmelerine vesile olur inşallah.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

5
Hac ve Umre / Manevi Seyahat Hac
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 06:38:59 ÖÖ »



Manevi Seyahat Hac

Bu günlerde dünyanın her tarafından hac ibadetini ifa etmek üzere Müslümanlar akın, akın Mekkeye doğru gitmektedirler. Zira içinde bulunduğumuz mevsim hac aylarıdır.

Mekkeye gidip gelme imkânına sahip olan her Müslümana ömründe bir defa hac etmesi üzerine farzdır.                     

Yüce Mevla Kuranında şöyle buyurmaktadır. “Yoluna güç yetirenlerin Kabeyi hac etmesi, Allahın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün Âlemlerden müstağnidir”. Al-i İmran, 97. Hac: kelime olarak, kastetmek, ziyaret etmek anlamlarına gelir. Dinimizde ise: Arefe günü zevalden itibaren bayram günü fecrin doğuşuna kadar Arafatta bir müddet durmak ve sonra Kabeyi tavaf etmek demektir.                     

 Hac, İslamın beş esasından biridir. Farziyyeti, kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Ab

dullah ibni Ömerin rivayetine göre Peygamber (sav) efendimiz şöyle buyurdular. “İslam beş temel esas üzerine bina edilmiştir. Allah tan başka ilah olmadığına ve Hz Muhammed (sav) in Alahın elçisi olduğuna şahitlik etmek, Beş vakit namazı doğru kılmak, zekâtı usulüne göre vermek, Ramazan ayı orucunu tutmak, hac görevini ifa etmek,” (Riyazüssalihin)

Mekkeye gidip gelme güç ve imkânına sahip olan bir Müslümanın Kabeyi hac etmesi, Allahın kendisi üzerinde bir hakkıdır. Böyle bir imkâna sahip olan kişinin hac vazifesini geciktirmeden yerine getirmesi gerekir. Dünyanın her tarafından hac mevsiminde üzerlerine farz olan haccı eda etmek için müminler Mekkeye giderler. Bu kutsal yolculuğa çıkan Müslümanlar, mikat yerlerinden ihrama girerler. Mekkeye varıp Kabeye ulaşıncaya Kadar her yükseğe çıkış ve inişlerde telbiye getirirler. Mümkün oldukça vakit namazlarını cemaat halinde kılarlar. İstirahat ettiklerinde yardımlaşma ve dayanışma içerisinde ihtiyaçlarını giderirler.  Kendi aralarında kaynaşma, muhabbet, saygı ve sevgi oluşur. Bu hal dönünceye kadar fasılasız devam eder.

“Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke La şerike leke lebbeyk. İnnel hamde Vennimete leke vel mülk. La şerike leke. Buyur Allahım buyur, buyur Allahım senin ortağın yoktur. Buyur Allahım, gerçekten hamd, nimet ve mülk sana aittir. Senin ortağın yoktur.                       

Aynı gaye uğruna Mekkeye giden Müslümanların hac yolculuğu büyük bir coşku ve heyecan içinde geçer. Kabeye karşı durarak namaz kılmak, tavaf etmek, Mescid-i Haram içinde diğer Müslümanlarla konuşup kaynaşmak ayrı bir haz verir insana. Evinden hacı adayı olarak çıkıp bayramdan sonra haccını ifa etmiş olarak geriye dönmek, insana tarifi mümkün olmayan bir huzur ve mutluluk verir. Bunu yaşayan bilir. Manevi haz, yaşamadan tadılmaz. Hac ibadeti Müslümanları günahlardan arındırır. İşlerinde ve mesleklerinde bereket meydana getirir.

Ebu Hüreyre (r.a ) ın rivayetine göre şöyle dedi. Ben Allahın elçisinden şöyle dediğini işittim. “Kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden hacceden kimse annesinden doğduğu gündeki gibi günahsız olarak döner” buyurdular. Buharı, Hac, 4.

Arafatta yapılan duaların ret edilmeyeceğini haber veren Peygamberimiz, hac, Arafattır, buyurdular. Arafttaki vakfe zamanının iyi değerlendirilmesi önemlidir. Mahşer yerini andıran bu bölgede akıtılan gözyaşları, yapılan dualar karşılık görmesinin ihtimali büyüktür.

Dualarımız kabul, günahlardan arınmış olduğumuz halde memleketimize döndüğümüzde, bu temiz halimizi koruyarak hayatımıza devam ettirmeliyiz. Zaten müslümanın her zaman ve her yerde inancının gereğini dışarıya söylem ve eylemleriyle yansıtması tabiidir. Ne mutlu hac ve umre yapma imkânına sahip bu ibadetleri zamanında ve usulüne uygun şekilde ifa edenlere. Bu duygularla bölgemizden ve dünyanın her tarafından Mekkeye yönelen hacı adaylarımıza hayırlı yolculuklar diler, hac ve umrelerinin makbul olmasını Yüce Mevladan niyaz ederim.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
6
Mutlulık Yolu İslam / Sabrın Sonu Selamettir
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 06:31:56 ÖÖ »


Sabrın Sonu Selamettir

Dünya sahnesinde yaşayan insanoğlu, yaşadığı süreçte zaman, zaman, sıkıntılı anlar, meşakkatli durumlarla karşılaşabilir. Nitekim Hz Âdem peygamberden itibaren bizim peygamberimiz Hz Muhammet Mustafa (sav) efendimize kadar yeryüzünde yaşayan insan toplumlarına Allah tarafından gönderilen her peygamber pek çok zorluk, meşakkat, sıkıntı ve elem verici durumlarla karşılaşmışlardır. Bunları, peygamberler tarihinden öğrenebiliyoruz.   

Hiçbir peygamber çeşitli zorluklar karşısında pes etmemiştir. Allaha tevekkül ederek ondan yardım isteğini sürdürmekle başarıya ulaşmak için sabır ve sebatla çalışmaya devam etmişlerdir. Bu hususta Cenabı Hak peygamberimize hitaben:

( Ey Muhammed) o halde “Azim sahibi peygamberler nasıl sabretti ise sen de öyle sabret. Onlar için acele etme. Onlar tehdit edildikleri azabı gördükleri gün, sanki dünyada gündüzün bir anından başka kalmadıklarını sanırlar. Bu bir duyurudur. Ancak yoldan çıkmış topluluklar helak edilir,”  buyurmuştur. Ahkaf,35.

Sabır :zorluk ve meşakkate göğüs germe, Allaha tevekkül ederek ondan gelen sıkıntılara katlanma anlamında kullanılan ahlaki bir terimdir. Sabır başarının anahtarıdır. Sabırlı olmayan, sabır gösteremeyen hiçbir kimse başarıya ulaşamaz. Başladığı bir işi kendi lehine olacak şekilde bitiremez. Bu bakımdan hangi işle meşgul olursak olalım, hangi mesleği icra edersek edelim önce işimizi ve mesleğimizi sevmeliyiz.

Sevdiğimiz işte ve meslekte başarılı olmak için karşımıza çıkabilecek zorluk ve engellere karşı mutlaka sabır ve sebat göstermeliyiz. Başarma ümidini yitirmeden Allahın yardımıyla zorluğu yeneceğimiz ümidi içinde çalışmaya devam etmeliyiz.   

Yaşadığımız toplum içinde başlangıçta fakir iken zengin olan, işci iken işveren olan,

öğrenci iken öğretmen olan, mutsuz iken mutlu olan, kendi kendine yetemez halde iken etrafındakilere yardım eder hale gelen pek çok insan örneğini görebiliriz. İşte bütün bunların tabanında sabır ve sebatla çalışmaya devam etmek yatmaktadır..

Bu nedenledir ki, sabrın sonu selamettir. Esenlik, huzur ve mutluluğa kavuşmadır.

Arzu edilen yaşam standardına erişmedir. Dünyada hiçbir insan yoktur ki, sabır ve sebatla çalışmaya devam edip sonunda başarıya ulaşamasın. Böyle bir örnek bulunamaz.

Bu bakımdan içinde bulunduğumuz halden daha iyi bir duruma gelmek için çalışmaya devam etmeliyiz. Öğrenci isek daha iyi derece ile sınıf geçmek için çalışmaya, okuldan mezun olacak durumda isek, bilgi ve kültürle donanmış olarak mezuniyet belgesi almaya gayretli olmalıyız.

Girdiğimiz imtihanlarda başarıya ulaşamamış olabiliriz. Bu, hayatın sonu demek değildir. Ümitsizliğe düşmeden sabırla çalışmaya, imtihana hazırlanmaya devam etmeliyiz. Önümüze çıkan her engeli ve zorluğu yenme adına uğraşı verirsek arzu ettiğimiz noktaya gelebiliriz.

 Bunun için kendimize güvenmeliyiz. Çalışırsam yaparım inancına sahip olmalıyız. Yaşadığımız toplumda çalışırsam yaparım inancına sahip olup gayret gösterenlerin başarıya ulaştıklarını her zaman görüyoruz. Zira Allah Kur anında, Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allahtan yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir”, buyurmaktadır. Bakara,153. İnsana Allahın yardımı geldiği zaman, o insan, selamete, esenliğe kavuşur. Maddi ve manevi yönden huzura erer. Ulaşılması zor gözüken noktada kendisini bulabilir. Zira Allah, bir kuluna yürümesini, murat etmişse onu hiçbir güç durduramaz.Bu inançla hayata sarılmalıyız..Sonuçta mutlaka Allahın istediği olacaktır.   

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
7
A / 2014 - Asfa Temiz Kalpler Korosu - Tertemiz 320 kbps + Wav
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 06:21:20 ÖÖ »
2013-4 - 2014 - Asfa Temiz Kalpler Korosu - Tertemiz 320 Kbps + Wav
14 / 00:00:45:10 / 103,41 MB - 455,24 MB





Asfa Temiz Kalpler Korosu - Tertemiz 2014 - 320 Kbps - Wav (14 / 45:10)
---------------------------------------------------------------------------------------------
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 01 Minik Bir Kalp Ve Tekbirler  03:48
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 02 Tertemiz  03:00
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 03 Hasbi Rabbi  02:15
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 04 Uyan Ey Gözlerim  02:53
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 05 Ya Rabbi Aşkın Ver Bana  02:47
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 06 Gelin Namaz Kılalım  03:15
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 07 Nice Feryad Edip  03:57
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 08 Erdik Kur'an Nuruna  04:05
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 09 Es'Selam Ey Ahmed-i Muhtar  04:06
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 10 Medine Menzili  02:49
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 11 Hannan Allah  03:22
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 12 Ya Rab N'ola Halim Benim  02:21
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 13 Hafızların Resulullah Özlemi  04:04
Asfa Temiz Kalpler Korosu - 14 Asfa Marşı  02:22




Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
8
Ramazan Ayvallı Prof. Dr. / Resûlullah Efendimize Tabi Olmak
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 06:08:34 ÖÖ »


Resûlullah Efendimize Tabi Olmak

İki cihân saâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünyâ ve âhıretin Efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi' olmağa bağlıdır.

Âlemlere rahmet olarak gönderilen en müstesnâ şahsiyet Hazret-i Muhammed (aleyhisselâm) ve O’na gönderilen mukaddes kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm hakkında söz söylemek ve yazı yazmak, aslında bizim gibi âcizlerin haddi değildir.
 
Bilindiği gibi, Resûlullah’ın (aleyhisselâm) şâirleri vardı; onu överler, düşmânlarının iftirâlarına cevâplar verirlerdi. Resûlullah Efendimiz, şâirlerinden Hassân bin Sâbit için, Mescid-i Nebevî’de bir kürsü bile koydurmuştu. O buraya çıkıp, Resûlullah’ı över, O’nun düşmânlarını kötülerdi. Hattâ Peygamberimiz, Hassân’ın şiirlerini çok beğenir, “Hassân’ın sözleri, düşmanlara oktan dahâ te'sîrlidir” buyururdu.
 
Ma’lûm olduğu üzere, İslâmın birinci şartı, Allahü teâlâya ve Peygamberine (aleyhisselâm) îmândır. Ya'nî onları sevmek ve sözlerini beğenip kabûl etmektir.
 
İki cihân saâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünyâ ve âhıretin Efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi' olmağa bağlıdır. Ona tâbi' olmak demek, îmân etmek ve onun getirdiği ahkâm-ı İslâmiyyeyi öğrenmek ve yapmak demektir.
 
Şüphe yok ki, O’nun getirdiği ahkâm-ı İslâmiyyenin başında mukaddes kitâbımız Kur’ân-ı kerîm gelmektedir. Kur’ân-ı kerîm, O’na verilen mu’cizelerin en büyüğüdür.
 
Muhammed aleyhisselâm’a tâm ve kusûrsuz tâbi' olabilmek için, O’nu tâm ve kusûrsuz sevmek lâzımdır. Bunun alâmeti de, O’nun dostlarını dost, düşmânlarını düşmân bilmek, O’nu beğenmeyenleri sevmemektir.

Allahü teâlâ, kâfirlerin, kendi düşmânı ve Peygamberinin düşmânı olduklarını bildiriyor. Allahü teâlânın düşmânlarını sevmek ve onlarla kaynaşmak, insanı Allahü teâlâya ve O’nun Peygamberine düşmân olmaya sürükler. Tabîî ki sevgi ve nefret kalpte olur.

Dînimizin gereği, onlara da acıyarak, zâhiren iyi davranmak, tatlı dilli ve güler yüzlü olmak lâzımdır.
 
Resûlullahı övmek ibâdettir; çünkü Allahü teâlâ, O’nu övmektedir. Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki:

“Biz seni, âlemlere rahmet olarak gönderdik.”  [Enbiyâ, 107]; “Biz seni, bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” [Sebe’, 28];

“Senin için bitmeyen, sonsuz ecir vardır. Elbette sen büyük bir ahlâk üzeresin.” [Kalem, 3-4]; “Rabbin sana [çok nimet] verecek, sen de râzî olacaksın.” [Duhâ, 5]; “Allah ve melekleri, Peygambere (Resûlullah’a) salât ediyor; ey îmân edenler, siz de ona salât u selâm getirin.” [Ahzâb, 56] [Allah’ın salât kılması, rahmet etmesi; meleklerin salât kılmaları istiğfâr etmeleri; müminlerin salâtları ise duâ etmeleridir.]
 
Yüce Rabbimiz meâlen “Peygamber, mü’minlere cânlarından evlâdır [ileridir, daha yakındır]. O'nun hanımları da onların anneleridir…”  [Ahzâb, 6] buyuruyor. Yine Allahü teâlâ meâlen şöyle buyurmaktadır:
 
“(Ey inananlar!) Andolsun ki, size içinizden, kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız, ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün [üstünüze çokça titreyen], mü’minlere karşı çok şefkatli ve gâyet merhametlidir." (Tevbe, 128)

Prof. Dr. Ramazan Ayvallı.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
9
İslami Yaşam Hayat Toplum ve Aile / İnsan ve İnsanlık
« Son İleti Gönderen: türkiyem Dün, 08:25:05 ÖS »


İnsan ve İnsanlık

İnsan, akıl, konuşma ve cüzi irade nimetlerine sahip olan bir varlıktır. Bu yönüyle yaratılmışların en değerlisidir. Akıl, kişiyi iyiye, doğruya, hakka, güzelliğe sevk eden, kötülükten, faydasız söylem ve eylemlerden beri olmasını sağlayan bir melekedir.

Cüzi irade, dileme, arzu etme, seçme, isteme anlamlarına gelmekte olup Yüce Allah her insana kendi mutlak iradesinden cüzi irade vermiştir. İnsan, duygu ve düşüncesini, istek ve arzusunu muhatabına konuşarak iletir. Bu üç özelliğiyle insan, diğer varlıklardan farklı yaratılmıştır. Allah insana verdiği bu nimetler karşısında onu sorumlu kılmıştır. Bundan dolayıdır ki, insan bütün yapıp ettiklerinden önce Alaha sonra da insanlara karşı sorumludur.     

Bununla beraber insanın dünyaya geliş gayesi vardır. O da Yaratanına kulluğun gereğini yerine getirmektir. Cenab-ı Hak Kuranında “ Ben insan ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım, buyurarak bu gerçeği beyan etmiştir. Zariyat, 56.

Alllaha kulluk, emirlerine uyup yerine getirmek, yasak ettiklerinden kaçınmaktır. Allahın isteklerini yerine getirmek, arzu etmediklerinden kaçınmak Müslümanlara has özelliktir.

Müslümanlar bu özelikleri muhafaza ederek yaşantıları ile buluşturmaları sayesinde Mevla nın katında değerleri artar. Dünya ve ahretlerini mutlu kılmış olurlar. Bu özellikleri, yaşantılarıyla bütünleştiremeyenler dünyalarını da, ahretlerini de perişan ederler. Bunun canlı örneği günümüzde mevcuttur.

Yüce Allah Kuranında:” Biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Ancak iman edip dünya ve ahret için yararlı işler yapanlar başka, onlar için kesintisiz bir ödül vardır, buyurmuştur. Tin,4-6.İnsanlık için yararlı işler yapan, toplumun huzur ve mutluluğunu kendisi için görev addeden her zaman kazanmıştır. Böylelerinin hayatlarında bereket vardır. Manevi haz ve tat vardır.

İnsan akıl melekesine sahip olmasından dolayı rastgele hareket edemez. Akıl melekesi insanı lehde ve aleyhde olan söylem ve eylemlerin varlığını görmesini sağlar. Akıl insana acıkınca yemek yeme, üşüyünce ısınma hissini verdiği gibi, toplum içinde yaşarken etrafındakilerle iyi iletişin içinde olma adına empatiyle hareket etme hissini de verir. Böylece insan, aklı sayesinde müspet düşünceye sahip olarak kendisine yapılmasını hoş görmediği bir şeyi diğerlerine de hoş görmez. Düşküne, mazluma yardım eder. Doğruyu, gerçeği, hakkı savunur ve yaşar. Bu hal içinde olmak insan olmanın bir gereğidir. İnsanlık bu değerlerle vardır. Bu değerlerin olmadığı yerlerde insanlıktan bahsetmek yok hükmünde olur.

Günümüz dünyasında meydana gelen olaylar arasında öyle hadiseler var ki, insanlığın bittiğini görmek mümkün hale gelmiştir. Bir kısım insanlar kendi gelecekleri uğruna başkalarını yok etmek için her şeyi alenen yapar haldeler. İnsanlar kendi ülkesinde, kendi mahallesinde katlediliyor veyahut evinden barkından zorla gönderiliyor.

Denizin ortasında boğulmak üzere olan insanların teknesi bilinçli olarak bir başka ülkenin insanları tarafından batırılıyor. İnsana has olan acıma hissi, merhamet duygusu kalmamış. İnsanlar ve insanlık, bilinmeyen bir karanlığa doğru koşarak gitmektedir.

İnsanın yaratılış gayesine uygun olmayan bu manzaradan mutlaka kurtulması lazım gelir.

Bunun için dünya hırsından ve egoizmden kurtularak Allahın verdiği akıl melekesini iyi kullanmak yeterli olacaktır. Sonuçta birey olarak insanın da toplumun da hatta devletlerin de huzur ve güvene ihtiyacı vardır. Gerçek huzur ve güven de İslamdadır. 

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
10
KADINLAR İÇİN / İslam’ın Kadına Verdiği Değer
« Son İleti Gönderen: türkiyem Dün, 08:20:33 ÖS »


İslam’ın Kadına Verdiği Değer

İslam Allahın yarattığı her insana değer vermeyi, haklarını kollamayı, ona zarar verici söylem ve eylemlerden uzak olunmasını ister Kadının, cahiliye Arap devrindeki hayatına bakıldığında, İslam geldikten sonra kazandığı insani değerler kendiliğinden görülecektir. Kendilerini yaratan Allaha teslim olmayan insanların oluşturduğu toplumda kadının hiçbir hakkı ve değeri yoktu. Mal, mülk edinme, ilim tahsil etme; evlenirken eş seçimi ve benzeri konularda söz sahibi değildi. Kadın olmak bu toplumda adeta suç gibiydi. Zira kız çocukları diri, diri gömülüyordu.

İslamın gelmesiyle kadın bu karanlık tablodan kurtulma imkânı buldu. Kadın da erkek gibi evlenirken eş seçme, mal, mülk sahibi olma, ilim tahsil etme, çalışıp üretime katkıda bulunma hakkına sahib oldu. Allaha iman ederek yararlı davranışlarda bulunup dünya ve ahretini mamur kıldı. Bu hususta Yüce Mevlamız şöyle buyurdular:

“Erkek veya kadın kim mümin olur da güzel amellerden işlerse, işte onlar cennete girerler. Zerre kadar da haksızlığa uğramazlar. Nisa,124.

Mümin olarak Salih amel işleyen kadın ve erkek Allahın indinde aynı durumdadır.

Aile yuvasını kuran kadın ve erkek bir elmanın yarısı gibidir. Birlikteliğin huzur ve güven içinde devam etmesi için karşılıklı anlayış, saygı ve sevgiye dayalı yaşantının oluşturulması önem arz etmektedir. Peygamberimiz (s.a.v) efendimiz konuyla ilgili bir hadislerinde şöyle buyurdular. “İman bakımından müminlerin en değerli olanları, ahlaken en güzel olanlarıdır. Sizlerin en hayırlı olanlarınız, kadınlarıyla iyi geçinenlerinizdir.” Ebu Davut, sünnet,15

Sağlıklı toplumların oluşumu, mutlu aile yuvalarının kurulmasına bağlıdır. Toplumun çekirdeğini meydana getiren ailedir. Bundan dolayıdır ki, toplumun bekası için huzurlu ve mutlu ailelerin varlığı o denli önem arz etmektedir. Karşılıklı anlayışın, hoşgörünün temelinde ilim ve ahlak vardır. Peygamberimiz (s.a.v) efendimiz “İlim talebinde bulunmak kadın ve erkek her mümine farzdır” [1] buyurdular. İbn Mace, mukaddime,17.

İlim ve kültür yönünden belli bir düzeyde olan kadın ve erkeğin kurduğu yuvalar

sıhhatli olduğu kadar uzun ömürlü olur. Zira ilmin, irfanın ve ahlaki değerlerin olduğu yerde saygı ve sevgi vardır. Sorunu konuşarak birlikte çözme vardır. Elem ve kederi birlikte göğüslemek vardır. Günümüzde zaman zaman duyduğumuz veya şahit olduğumuz kadına karşı şiddet, ufak tefek meseleler yüzünden boşanmaların temelinde kültür eksikliği ve ahlaki değerlerin yıprandığı görülmektedir. Her insanın kendisine, topluma ve Allaha karşı sorumluluğunu bilmesi lazım gelir. Sorumluluk sahibi olan kişi, rastgele davranış sergileyemez. Yaptıklarından yaratan tarafından hesaba çekileceğinin bilinci içinde olur. Böyle olunca da olumsuz gördüklerimiz müspet hale dönüş yapar.

Efendimiz veda hutbesinde: “Ey insanlar kadın ve çocuklarınız Allahın sizlere verdiği birer emanettir” buyurdular. Emanet, koruyup kollamak ister. Hakkının verilmesi lazım gelir.

Öyle ise yuvamızı diri tutan, çocuklarımıza mürebbilik yapan, aile içi huzur ve mutluluğu sağlayan, Allahın bizlere emaneti olan kadınlarımıza değer verelim. Haklarını koruyalım.

Kendimiz için arzu ettiğimizi onlar için de arzu edelim. Unutmayalım ki, huzur ve mutluluğun kaynağı karşılıklı saygı ve sevgidir. Yüce Mevla yuvalarımızın dirlik ve bütünlüğünü daim eylesin. Amin.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
Sayfa: [1] 2 3 ... 10