Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Süleyman Gülek / Lüks ve İsraf
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:41:08 ÖÖ »


Lüks ve İsraf

İsraf: Lüzumsuz yere harcamak, malı ve parayı lüzumsuz yere sarf etmek, saçıp savurmak anlamlarına gelmektedir. Yani ihtiyaç duyulandan fazla alınan her şey israftır. İslâm, insanoğlunun yeme, içme ve harcama konusunda dengeli davranmasını istemiştir. Bir âyette, Allah Teâlâ: “Yiyin, için; fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (A'râf, 7/31) buyurarak israftan kaçınmamız gerektiğini bildirmektedir.

Günümüzde lüks ve israf insanları esir almış, burnunun dibindeki fakir ve ihtiyaç sahiplerini göremez hale getirmiştir. Dünyaya aşırı düşkünlük illeti müslümanların zekât, sadaka, borç verme, yardımlaşma vb. infak duygularını oldukça zayıflatmış, sahip oldukları zekât potansiyelini gerektiği gibi hesaplayıp yerine ulaştırsalar açlık ve sefalet içinde kıvranan müslümanlar bu durumdan kurtulabilir.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, halen 32 milyon 150 bin kişi Türkiye'de açlık sınırının altında yaşarken, günlük 6 milyon ekmek çöpe atılıyor. Ayrıca zengin-fakir bütün ailelerde gördüğümüz lüzumsuz elektrik tüketimi, yemek ve ekmek israfı da korkunç bir şekilde artmaktadır. Bu sebeple birey, aile ve özel sektörde, kamuda, israfın önlenmesi için gerekli çalışmalar yapılması önem arz etmektedir.

Öncelikle Yüce Allah’ın insana bahşettiği her türlü nimetin hesabının sorulacağı ayette ifade edilmiştir.

(Tekâsür, 102/8) Peygamberimiz de hadisi şeriflerde, malın gereksiz yere asla zayi edilmemesi, (Buhârî, İ’tisâm 3) evde ihtiyaç fazlası eşyanın bulundurulmaması, (Ebû Davud, Libâs 42) yeme, içme ve giyinmede kibir ve israfa kaçılmaması gerektiğini (Buhârî, Libâs 1) vurgulanmıştır.

Ayrıca Peygamberimiz şöyle buyurur:

“Beş şey gelmeden önce beş şeyin değerini bil. İhtiyarlığından önce gençliğinin, hastalığından önce sağlığının, fakirliğinden önce zenginliğinin, meşguliyetinden önce boş vaktinin ve ölümünden önce hayatının.” (Buhârî, Rikāk 3)

Bu açıdan aile huzurunu ve mutluluğunu sağlayan en önemli faktörlerden biri de israftan uzak sade bir yaşam biçimini tercih etmektir. Sadelik; özentiden, gösterişten, lüks ve israftan uzak durma halidir. Sadeliğin ölçü olarak alınmadığı bir hayatta mâneviyat bozulur, duygular sahteleşir, gösteriş öne çıkar.

Günümüzde maalesef her konuda gösteriş meraklılığı ve gayreti ön planda! İnsanlar Allah'ı, peygamberi çok severiz derler, fakat dünya sevgisi, dünya hayatının cazibesine kapılma, makam ve mevkiye düşkünlük, kendini öne çıkarma, kendisini başkalarına beğendirme çabası iman, ibadet ve ahlaki konularda gerekenin yapılmasına mani olmaktadır.

İsraf, sadece mal ve eşya ile sınırlı değildir. İnsan için en büyük israf, ne için yaratıldığını ve varlığını hangi uğurda kullanması gerektiğini unutarak ömrünü heba etmektir. Kendisine verilen akıl nimetini iman ve hikmetle buluşturamamaktır. Bedenini, gücünü, iradesini iyilik ve hakikat yolunda kullanmayıp beyhude meşgalelerle heba etmektir. Sahip olduğu bilgi ve tecrübeyi, bilim ve teknolojiyi insanlığın faydasına değil ifsadına kullanmaktır.

Bunun sonucu olarak da, hayatın dengesi bozulur, tatminsizlik belirir ve dünyaya aşırı bağlılık, mala ve lükse düşkünlük hastalığı baş gösterir. Lüks hayatın temelinde dünyevîleşme, ölümü unutma ve israf tutkusu yatmaktadır. Nice kişilerin lüks merakı yüzünden aile hayatları son bulmuştur.

İsraf ve lüks; harcamada ölçüsüz ve gereksiz harcamadır. Cimrilik ise, çok az harcamak, pintilik yapmaktır. İkisi de dinimizce hoş görülmemekte ve yasaklanmaktadır. Dinimiz “Veren el alan elden üstündür.” (Tirmizî, Zühd, 32); “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” (Buhari, İman, 74) gibi hadislerle cimriliği reddedip “Vermeyi” emrederken, “Elini boynuna bağlayan kimse gibi, eli sıkı, cimri olma” (İsrâ, 17/29) gibi âyetlerle de cimriliği yasaklamış ve cömertlik tavsiye edilmiştir. Müslüman daima itidali tercih etmeli, bir taraftan vermesi gereken yerlere verirken, bir taraftan da tutumlu olmalı, tasarrufa önem vermelidir. İsraftan sakınıp infak etmeli, cimrilikten sakınıp tasarrufa yönelmelidir. Zira israf etmede hayır, hayırda israf olmaz.

Yaşadığımız hayat içersinde özendirilen lüks tüketim ve savurganlık, kişileri giderek daha çok maddeci olmaya yöneltiyor. Bir taraftan yoksulluk, fakirlik, diğer taraftan ise lüks, moda arzusu insanları bunalımlara itiyor. Arzu ettiği lükse kavuşamayan pek çok kişi, neticede para kazanma adına gayr-i meşru işler yaparak ahlâkî işlerden uzaklaşıyor. Böylece kötü işleri rahatça yapıyorlar. Neticede para kazanma adına her türlü ahlâksızlk, haksızlık, hırsızlık, rüşvet, kötülük çekinmeden yapılıyor. İsraf, her türlü kötülüğe, yanlışlığa, haksızlığa sebep olabileceği açısından dinimizce haram kılınmıştır.

Dolayısıyla israfın çok çeşidi vardır; israf, yemede, içmede, giyimde, sözde haddi aşmak; akıl, fikir, zekâ ve zamanı lüzumsuz şeylerle meşgul etmektir. İnsanlara maddi ve manevi zarar veren lüks ve israftan sakınmalıyız. Müslüman kişi her hususta dengeli davranmalıdır, aşırıya gitmemelidir. Ne israf etmeli ne de cimrilik yapmalı, dengeyi sağlamayı bilmelidir. Ne mutlu her konuda İslamî hassasiyeti ön plana çıkarma gayreti içerisinde olanlara!

Süleyman Gülek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
2


Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.): “Allah’ım, Duyduğum ve Sakındığım Ağrıdan Sana Sığınırım''

Sahabeden Osman bin Ebi’l Âs, güzel Peygamberimize gelerek; “Ya Resulullah benim şu bölgem ağrıyor” demiş. Bunun üzerine Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.) buyuruyor: “Ey Osman bin Ebi’l Âs, vücudunda ağrıyan yerin üzerine sağ elini koy. 3 defa besmele çek.

Arkasından 7 defa Allah’a (C.C.), ‘Duyduğum ve sakındığım ağrıdan sana sığınırım’ diyerek dua et.” Bu dua güzel Peygamberimizin bizlere tavsiyesidir. Tıbbı ilahinin ilacı olan bu tavsiyede Allah’a (C.C.) sığınıyoruz.

Bu hadis-i şerif doktora gitmeyin anlamına gelmez. Derdi veren Rabbimiz devasını da vermiştir. Derdin devasını arayın diye hadis-i şerif de vardır. Yaşadığımız ağrılı durumlarda doktora giderek problemimizi anlattıktan sonra bir de Efendimizin bu duasını yaparsak Allah’ın (C.C.) izni ile hiçbir ağrımız kalmayacaktır. Bizler nice güzel insanlar tanıdık ve gördük vücudunda ağrı olan bir insanın ağrısı olan yere sağ ellerini koyup bu duayı okudukları zaman ağrıyı geçirmişlerdir.

“EFENDİMİZİN DUALARI BİZLERE YOL GÖSTERİCİDİR”

Konuyla alakalı hadis-i şeriflerden bir diğeri ise Hz. Ebubekir’in (R.A.) kızı Esma annemiz, Efendimize gelerek boynunda çıban çıktığını söyler.

Efendimiz (S.A.V.) buyurur; “Ey Esma, sağ elini boynunda çıkan çıbanın üzerine koy ve 3 defa besmele çek. Ardından Rabbim bana şifa ver şifa veren sensin. Senin şifandan öte şifa yoktur. Sevgili Peygamberimizin hürmetine senden hiçbir hastalığı hariç tutmayan şifa istiyorum diyerek dua et.” Bunlar Efendimizin bizlere tavsiyesidir.

Günümüzde tıp alanı çok gelişti, bu tip durumlarda tabi ki doktora gidip muayene olmamız gerek. Ama Efendimiz bizlere bu tip durumlarda okumanın faziletini anlatmıştır. Vücutta çıkan ağrılar sadece sağlıksal sebeplerden ötürü olmayabilir. Büyü yapılmış olabilir. Şeytan da cinlerdendir ve inanmayan cinlerden bizlere zararlar gelebilir. Efendimizin duaları ve yaptıkları her konuda olduğu gibi bu konuda da bizlere yol göstericidir.

“MAL VE MÜLKTEN KAYNAKLI AĞRILARDAN ZEKÂTLARINIZI VEREREK KURTULUN”

Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.) buyuruyor: “

Vücudunuzda olan bir ağrı gibi malınızda da sizi üzen, canınızı acıtan, ağrıya sebep olan bir kayıp olduğu zaman zekâtlarınızı verin. Zekât bu gibi durumlarda mallarınızın korumasıdır. Malın ve paranın zekâtını vermek aynı zamanda malınızdan kaynaklı başınıza gelecek sıkıntıları, ağrıları da def eder.” Efendimizin bu konu üzerinde birçok başka hadis-i şerifleri bulunuyor.

Vücutta olan ağrının dışında mal ve para ile gelecek sıkıntılar ile ilgili de yol gösteren Efendimiz, bu gibi durumlarda kurtarıcının da zekât olduğunu bizlere hatırlatıyor.

“DUA ETMEYİ İHMAL ETMEYELİM”

Bir kadın Hz. Aişe annemize gelerek “Ya Aişe, Allah’ın (C.C.) Peygamberi Muhammed’in (S.A.V.) bir duası ile imdadıma yetiş” der. Hz. Aişe annemiz Resulü Müctebâ Efendimiz (S.A.V.) buyurduğu üzere kadına tarif ederek, “Kalbinin üzerine sağ elini koy, onu mesh ederek besmele çek. Ardından Allah’ım senin devaların ile beni deva et. Senin şifan ile bana şifa ver. Senin fazlın ile beni başkalarına muhtaç kılmaktan müstağni kıl. Ben sana sığınırım. Rabbim kalbimi genişlet, acımı dindir diyerek dua et” diyerek kadına Efendimizden öğrendiği üzere yol gösterir. Buradan anlayacağımız üzere sadece vücut ağrıları değil ruhen daraldığımız zamanlarda da Efendimiz bizlere Rabbimizle beraber olmayı anlatıyor.

Doktora da gidelim, dua da edelim kardeşlerim. Rahatsızlandığımız zamanlar bu duaları yapalım, dua yapmayı ihmal etmeyelim. Allah (C.C.) bizleri yolundan ayırmasın.

Prof. Dr. Cevat Akşit.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
3
Bahaddin Elçi / İslâm Dininin Ana Kaynakları
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:21:33 ÖÖ »


İslâm Dininin Ana Kaynakları

İnsanların dünya ve âhiret saadetini isteyen İslâm dininin, bütün hükümleri dört ana kaynaktan elde edilmektedir. İslâm dininin en önemli iki referans kaynağı Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerdir. Bu iki temel kaynaktan sonra gelen icmâ-i ümmet ve kıyas-ı fukaha ile temel referanslar tamamlanmış olur.

“Edille-i şer’iyye” veya “edille-i erbaa” dediğimiz bu dört ana kaynaklar yani şer’i deliller “aslî deliller”dir. Bunların dışında “fer’î delil” dediğimiz bazı deliller de vardır. Bunlar şunlardır: “Mesalih-i mürsele, istihsan, örf-adet, şer’u men kablena (Hz. Peygamberden önceki dinlerin hükümleri), sahabe kavli ve istishab”.

1-KİTAP: Kitaptan kasıt Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an-ı Kerim, Allah-u Teâlâ tarafından Hz. Muhammed Aleyhisselâtu Vesselam’a Cebrail Aleyhisselam vasıtasıyla Arapça olarak indirilmiş ve 22 yıl 2 ay 22 günde tamamlanmıştır. Peygamber Efendimizin (S.A.V.) ezberlediği ayetler vahiy kâtibi sahabeler tarafından yazılmış, yazılan mushaflar bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiştir. Kur’an-ı Kerim, Fatiha Suresi ile başlayıp Nas Suresi’yle sona ermektedir. Daha önce gönderilen kitaplar “inanç, ibadet ve ahlak” esaslarını muhtevi iken, Kur’an-ı Kerim, hayatın her alanına dair kurallarla indirilmiştir.

İnanç esaslarından, ibadetlere, ahlak esaslarından insanlar arasındaki münasebetlere, devlet yönetimine; yaratılış öncesi, yaratılış, yeryüzüne indiriliş, kâinattaki mükemmel ahenk, yıldızlar, gezegenler, canlılar, yeryüzü ve üzerinde yaşayan insanlar, ölüm ve ötesi gibi birçok konuyu ihtiva eden Kur’an-ı Kerim, hayatın her alanına dair görüşleri olan ve müdahil olan bir kitaptır.

Kur’an-ı Kerim’deki “inanç hükümleri”, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kadere imanı ihtiva eder. “Ahlakî hükümler” beşeri münasebetleri düzenler. İslâm’ın getirdiği ahlak hükümleri tam ve kâmil manada uygulansa insanlık çok farklı bir konuma gelir; bunda hiç şüphe yok.

“Amelî hükümler” ise, ibadet ve muamelatı ihtiva eder ki, tam ve kâmil manada uygulansa yeryüzü esenlikler yurduna dönüşür.

2-SÜNNET: Kur’an’ı telakki edip, insanlığa tebliğ eden son Peygamber Hz. Muhammed Aleyhisselâtu Vesselam’ın söz, fiil ve takrirleridir. Peygamber Efendimizin (S.A.V.) sözleri, fiilleri yani uygulamaları ve takrirleri yani gördüğü yahut işittiği bir işi ikrar ve kabul etmesi Kur’an-ı Kerim’den sonra ikinci büyük delildir.

Sünnetin Kur’an-ı Kerim’den sonra ikinci kaynak ve delil olduğunda görüş birliği vardır. Sünnetin şer’i delil olduğu ayetlerle sabittir. “Peygamber size neyi verirse onu alın; size neyi de yasaklarsa, ondan da uzak durun” (Haşr Sûresi, 7), “Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar” (Nisa Sûresi, 65), “Peygambere itaat eden Allah’a itaat etmiş olur” (Nisa Sûresi, 80).

Peygamber Efendimizin (S.A.V.), “Bir kimse uyuyarak veya unutarak namazını geçirirse, hatırlayınca kılsın” (Ebu Davut, Salat 11) sözlü sünnete örnektir. “Ben namazı nasıl kılıyorsam siz de öyle kılın” (Buhari, Ezan 18) uygulaması fiilî sünnete örnektir. “Yolculuk esnasında su bulamadığı için teyemmümle namaz kılan sahabenin namazdan sonra su bulduğu halde namazı iade etmemesini” Peygamber Efendimizin (S.A.V.) uygun bularak tasvip etmesi ise takriri sünnete örnektir.

3-İCMÂ’: İcmâ, sözlükte bir işe azmetme ve bir konuda görüş birliğine varma anlamına gelir. Terim olarak ise, Ashab-ı Kiram’dan günümüze kadar Kur’an ve sünnetten istihsal (istimbat) edilen dini ilim/hükümlerin, en yetkili âlimlerin (müçtehit) görüşlerinin bir noktada toplanmış haline “İcmâ-i Ümmet” denir. Yani ittifak edilen esaslar, hükümler, kurallar takarrür etmiş, değiştirilmesi düşünülmeyecek kadar kesin bilgilerdir. Bunu değiştirmeye kalkışmak bir bid’at hatta ilhad olduğu kesindir.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: “Kim, kendisine hidayet (doğru yol) besbelli olduktan sonra peygambere karşı çıkar, müminlerin yolundan başkasına uyarsa, onu yöneldiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir varış yeridir” (Nisa Sûresi, 115).

“Ümmetim dalâlet üzerinde birleşmez” (İbni Mace, Fiten 8) ve Ahmed bin Hanbel’in Müsned’indeki “Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir” hadis-i şerifler icmâ-i ümmetin delil olduğunu göstermektedir.

4-KIYAS: Sözlükte “bir şeyi başka bir şeyle ölçmek, karşılaştırmak” anlamına gelir. Terim olarak ise “hakkında ayet ve hadislerde bir hüküm bulunmayan bir meseleyi ortak özelliklerinden dolayı, hakkında hüküm bulunan bir mesele ile karşılaştırmak, onun hükmünü buna da vermek” demektir. Kıyas-ı fukaha, dördüncü temel referanstır. Kıyasın şer’î bir delil oluşu ayet, hadis ve sahabe uygulamalarıyla sabittir.

Şarap, Kur’an-ı Kerim’de yasaklanmıştır. Sonraki devirlerde “bira, rakı, votka, viski ve şampanya” gibi değişik adlarla içkiler ortaya çıkmıştır. Kur’an-ı Kerim malumat kitabı olmadığı için her bir türün ismi tek tek zikredilmez. Şarabın sarhoşluk verdiği için yasaklandığı belli olduğundan, yeni içkilerin de sarhoşluk verici özellikleri var olduğundan, şarabın hükmü, ortak illet olan sarhoş etme özelliği yönüyle kıyas yoluyla diğer içkilere şamil olur, bağlanır.

Kitap, sünnet, icma-i ümmet ve kıyas-ı fukaha, Müslümanların yolunu aydınlatan kandillerdir. Bu delillerin yok sayılması ve bertaraf edilmesi, ucu Kur’an-ı Kerim’e kadar uzanacak tahrifat girişimlerinin önünü açacaktır.

Bu bakımdan Müslümanların dinini öğrenirken temel referans kaynaklarını ifade eden “Edille-i Şer’iyye” dediğimiz “Kur’an-ı Kerim, sünnet-i seniyye, icma-i ümmet ve kıyas-ı fukaha”yı en temel referans bilmeli, bunları temel referans gören âlimlerin eserlerini okumalıdır. Peygamber Efendimiz (S.A.V.), “… Dininizi kimlerden aldığınıza dikkat edin” (Müslim, Mukaddime, 7) buyurmaktadır.

Siyami Akyel.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
4
Bahaddin Elçi / İnsan ve İman 2
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 07:10:43 ÖÖ »


İnsan ve İman  2

Bilim ile din arasında sadece yöntem farkı vardır.

            Din vahye dayanır, deneyüstü olanları izah veya tefsir eder. İnsana, ruhun en yüksek mertebeden ifadesi niteliğindeki; en yüce varlık ve en yüce hakikat olan Allah fikrine ulaşmasında rehberlik eder.

            Bilim, deney ve gözleme dayanır. Duyu organlarının intibalarını değerlendirir, bilgileri düzenler Kur’an ayetlerinin akli delillerini keşfeder. Dinin daha güzel anlaşılmasına yardımcı olur. İmamının kuvvetlenmesine katkı sağlar. “Dinsiz ilim kör, ilimsiz din topaldır.” (Hz.Ali)

            Örneğin;Kur’an diliyle Yüce Allah, “İki denizibirbirine karışmamak üzere salıvermiştir.Aralarında bir engel vardır. Birbirlerine geçip karışmazlar.” (Rahman/19-20) Din ile ifade edilen bu gerçek on dört asır sonra araştırma ve gözlem yoluyla, tuzluluk oranları farklı iki deniz arasında, var olan bir engel sebebi ile bu iki denizin, sularının karışmadığı gerçeği, bilimsel olarak keşfedilmiştir. Örnekleri çoğaltabiliriz.

           İnsan, akıl melekesiylekâinat nizamını idrak edebilir. Ve bu nizamın şuuruna vakıf olabilir. Yaratanı tanımak bu şuurla mümkündür. Bu şuur en kâmil manada Fahr-i Kâinat Efendimizde tecelli etmiştir.

            İslam ideali bütün nimetleri kapsar. Bu ideal adına müminin katlandığı her zahmet kendisi için bir nimettir. Zira mutlu sonun kapıları, ancak acıların anahtarı ile yani nefse muhalefet etmekle, nefsani lezzetlere kapılmaktan korunmak sureti ile açılabilir.

            İslam bedenen ve ruhen, ahenk içinde yaşayan insanı hedefleyen, ilahi bir nizamdır. Bedenin organları, nasıl bir ahenk içinde hareket ediyorsa insan, manevi varlığı ve ruhaniyeti ile de aynı ahenge sahip olmalı ki dengeli bir hayat yaşayabilsin. Bu bağlamda kalp nerede ise insan orada muteberdir.

            İslam, insanın ahlaki ve sosyal tekâmülünde en önemli faktördür. Zira cemiyetler iman ile kurulur, ilimle tekâmül eder. Devlet egemenliği, hükümranlığı Allah adına kullanmakla süreklilik kazanır.

            İslam’ın, beşer saadeti için gerekli olan kuralları, bütünü ile kapsadığına, kalben inanan, inandığı gibi yaşayan mümin, İslam idealini en geniş hatları ile ruhaniyetine sindirmiş olur. Sonuçta nefse muhalefet ederek nefsini arındırır, şeytanı düşman bilir, onun şerrinden emin olur. Kalbini dünya sevgisinden ve masivadan temizler, dosdoğru yola ulaşır. Heva ve heveslerini terk eder, onları ilah edinmekten necat bulur. Böylece ahlaken güzelleşir.

           “Din nedir? Ahlak (hadis-i şerif)”mucibince inanç bütünlüğünü kazanır ve karakter bozukluğundan kurtulup, mümtaz bir şahsiyet olur. “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” ayet-i kerimesinde beyan edilen yaratılış amacına uygun olarak ve kulluk bilinci ile hayatını yaşar. Bu hâl kula kulluk kapısını kapatıp, Allah’a kulluk kapısına yöneliştir.

            “Kulum bana farz olan ibadetler ile yaklaşır.

Nafile ibadetler ile de yaklaşır. Ozaman kulumun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı ben olurum” (hadis-i kutsi) mucibince Hakk’a giden yol, mümin için açılmış olur. Bu süreçte akıl hikmeti, ruh kudreti ve azameti kavrar, muhabbet idraki dinamik hale getirir.

            Muhabbetullah ile çıkılan bu yolda, varılan bir menzilden sonra aklın idrak sınırı biter. Bu defa kalp devreye girer. “Ben ancak mümin kulumun kalbine sığarım” (hadis-i kutsi) beyanınca Yüce Allah’ın isimleri, sıfatları ve fiilleri ile kâinattaki zerrelerin tecelligâh noktalarındaki tecellilerine aşina olur. Bu yol müminin ruhaniyeti ile Allah’a yönelişi, kendini bilmesi, acziyetini idrak etmesi sonucunda, erişilen dosdoğru bir yoldur.

Ancak engelleri çoktur. Bu yolda Resülullahın, “Allah’ım bana eşyanın hakikatini öğret” duası mümin hakkında tecelli edince, kalbi uyanıklık meydana gelir. Mümin feraset sahibi olur ve Hakk’ınayetlerini her zerrede kalben idrak eder.

            “Müminin ferasetinden (anlayış) korkun. O,Allah’ın nuru ile bakar” (hadis-i şerif) gereği feraset sahibi olan mümin yaratılmışlara Allah’ın nuru ile bakar.

            Her varlıkta arşın nurunun, dolayısıyla Yüce Allah’ın tecelligâh noktası vardır.Allah’ın nuru ile bakan mümine bu tecelligâh noktası ayan olur. Görülen bu nur varlığın yaratılış hikmeti, eşyanın hakikati, İlm-i Ledün’dür.  (gaybın gizliliklerinin bilgisi)

            Bu yola açılan kapı acziyet, yokluk kapısıdır. Zira varlıkta nefsin zevki, “Gerçek o ki insan (ilim ve malda) zengin olduğunu görmesi ile azar” (Alak-6) yoklukta muhabbetullah (Allah sevgisi), Allah’a aşk vardır. Ancak yakınlığınhâsıl olabilmesi için salikin de Yüce Allah tarafından sevilmesi esastır.

            “(Resulüm) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir”(3/31) ikazı Kur’an ve sünnete tabi olmadan bu yolda mesafe katledilemeyeceğinin beyanıdır. Kur’an ve sünnete, sımsıkı sarılarak çıkılan bu yolda, seven ve sevilen aynileşince,mürid (isteyen) ile muradullah da (Allah’ın istediği) aynileşir ve böylece müminin ruhaniyetiyle Allah’a yönelişi sonucunda muhhabbetullahhâsıl olur.

            Muhabbetullah, müminin idrakinden ve bütün hücrelerinden fışkıran bir kudrettir. Ve bütün kudretlerin fevkindedir (üstünde). Muhabbet var olmanın temelidir. Akıl ile ruh, akıl ile vicdan, kafa ile kalpmuhabbetullahta yani Allah aşkında birleşirler. Kalp Allah aşkı ile yanar ve yine onunla hayat bulur. Cümle eşkâl aşkla görülür. Bu durum marifetullahtır (Allah’ı bilmek). Bu halde mümin Yüce Allah’ın kendisine bildirmek istediklerini bilmek ister ve Allah da ona bilmek istediklerini bildirir. Böylece irade-i cüz’iyle ile irade-i külliye aynileşmiş olur.

            Salikin Hakk’a yürüyüşü kâh coşkun ve bulanık kâh durgun ve berrak akarak ummana kavuşan, sonuçta adı sanı kalmayan ırmak gibidir.

            Bu yolda derviş kâhvecd ile (kendini kaybedercesine ilahi aşka dalma) kâh sevgi bağında ve dost ikliminde saklı olan hakikatlere aşina olarak, sakinleşen ve berraklaşan, Hak indiğinde veli, halk nazarında deli nitelemesi haliyle seyrini sürdürür. Salik seyrini sürdürürken:

                        “Az ye az uyu az iç

                        Ten mezbelesinden geç

                        Dil gülşenine gel göç”

İbrahim Hakkı Hazretlerinin mısralarını rehber edinir.

Çünkü riyazet (kanaatle yaşama) olmadan ruhaniyetin bedene galebe çalması mümkün olamaz.  Bu sebeple nefsin hakkını verip, hazzından kaçınmak esastır. Nefsin hakkını asgari düzeyde tutmakla bedeni varlık giderek gerilerken ruhaniyet aynı oranda güçlenir. Böylece ruh, bedeni arzulardan uzaklaşınca insan ulûhiyeteyaklaşmış olur.

            Bu süreçte nefis;nefs-i emmare (Allah’a isyanda ısrarcı olan nefis) nefs-i levvame (Allah’a isyan edince üzülen, sevap işleyince sevinen nefis), nefs-i mülhime (Allah’ın emir ve yasaklarına uyan nefis), basamaklarından geçip nefs-i mutmainneye yükselir (Mümin olan, huzura eren Allah ile manen irtibatta olmanın hazzına ulaşan nefis). Rab olarak Allah’tan razı olan, Allah’ın da kendisinden razı olduğu niteliğe erişir, aslına döner ve kalbi safiyethâsıl olur. (Allah’tan başka her şeyin kalpten silinmesi)

            İmam-ı Rabbani Hz. ifadesi ile“Bedenin, her zerresini diri tutan ruha, beden ile birleşmesi sonucunda terakki (yükselme) miraç kabiliyeti verildi, bu nitelik onu meleklerden üstün ve şerefli kıldı.” Nefis bu niteliğe erişince; gündüzün gelmesi sonucunda karanlığın sona ermesi gibi kalp masivadan (Allah’tan başka her şey) temizlenir ve Allah’ınnazargâhı olur. O zaman salik, gönül penceresinden; baş gözüyle dünyayı, kalp gözüyle ahireti, sır gözüyle Mevla’yı seyretme haliyle hâllenir.Tevhit ile erişilen bu makamda kesretten vahdete, sonludan sonsuza intikal (bir halden başka bir hale geçiş) vuku bulur. Böylece, “Biz insana şah damarından daha yıkınız.” (Kaf: 16) ayeti kerimesi ile ifade edilen hakikate farkındalık hâsıl olur. Ummana kavuşunca eseri kalmayan ırmak misali, beşeri nitelikler bütünü ile işlevsizleşir ve kul Allah’ta fani olur, ruh safiyetine ulaşır. “Biz ona o insana kendi ruhumuzdan üfledik” ayet-i kerimesişümulünce (delalet) üflenen ruh, onu üfleyen Hakk’a dönmüş ve sükûnet bulmuş olmasına uygun olarak, salik de sır gözü ile Mevla’yı seyretmesürurunu (zevk) tadar.

            Ulaşılan bu makam irşatmakamı ve bu makama ulaşan salik de mürşittir. “Yalan yere mürşitlik iddiasında bulunmak imansız gitmeye sebeptir.” (Hacı Şaban Efendi Hz.)

            “Elestü” bezminde postu serenler,

            Lafza bakmamışlar mana demişler.

            Uykudan uyanıp, sırra erenler,

            Bu fani âleme rüya demişler.”

            “Aşk ile bul hakka yol

            Boş bulunma hakla dol

            Kimsenin kulu olma

           Olursan aşka kul ol.”

      (Ali Nihat Tarlan)

Kelamın kemali, sözün hale dönüşmesi, insanın yaradılış amacına ulaşmasını sağlar.

Gönül dilinin aracı güzel söz, akıl dilinin ise doğru sözdür. Sözlerin en doğrusu Allah kelamıdır.

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.” (Ahzab/70)

“Çünkü böyle davranırsanız, Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar.” (Ahzab/71)

Hayırların celbi, şerlerin def-i niyazlarımla…

Halit Eşkan

Matematik Muallimi

Bahaddin Elçi

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
5
Ahmet Demirbaş / Büyük Cihangir Sultan Mehmed Han
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Bugün, 06:57:02 ÖÖ »


Büyük Cihangir Sultan Mehmed Han

İkinci Murad Han'ın oğlu olan Fatih Sultan Mehmed Han, 1429'da Edirne’de doğup, 1481'de Gebze’de vefat etti. Türbesi Fatih Camii haziresindedir...

 Bugün, Fatih Sultan Mehmed Han'ın, vefat yıl dönümüdür... İkinci Murad Han'ın oğlu, İkinci Bayezid Han'ın babası olan ll. Mehmed Han, 1429'da Edirne’de doğup, 1481'de Gebze’de vefat etti. Türbesi Fatih Camii haziresindedir...
 
Osmanlı Sultanlarının yedincisi olan, Fatih Sultan Mehmed Han, 1453 Mayıs ayının yirmidokuzuncu salı günü İstanbul’u Bizans Rumlarından alarak, Orta Çağ'a son verdi. Ayasofya Kilisesini cami yaptı. Kıyamete kadar cami kalmasını yazılı vasiyet ve vakfeyledi...
 
Türk tarihi, sayılamayacak kadar çok kahraman ve cihangirlerle doludur. Fatih Sultan Mehmed de bunların başında gelenlerdendir. Çünkü o, kılıçla keşfi yan yana yürütmüş; çağ açıp çağ kapayan bir
Sultandır...
 
ll. Mehmed Han, soğukkanlı ve cesurdu. İstanbul Muhasarası sırasında atını denize sürerek askerine şöyle haykırmıştır: “Ya ben İstanbul’u alırım, ya da İstanbul beni!..”

Aynı zamanda çok merhametli ve müsamahalı olan Fatih, vicdan hürriyetine büyük değer verirdi. İstanbul’a girdiği vakit ayaklarına kapanan İstanbul Patriğini yerden kaldırmakla alicenaplığını gösteren cihangir, onu şu sözlerle teselli etti:
 
“Ayağa kalkınız! Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki: Şu andan itibaren artık ne hayatınız ne de hürriyetiniz hususunda gazab-ı şahanemden korkmayınız!..”
 
Fatih Sultan Mehmed Han, Avrupalı devletlerin Osmanlılarla ilgili hareketleri müzakere eden bütün meclislerinde geniş bir haber alma teşkilatına sahipti.

Almanya’da yerlilerden elde edilmiş casusları da vardı. İtalya ise, son derece gizli ve daimî bir "Türk haber alma servisi"yle örülüydü. Fatih’in, bu teşkilat sayesinde düşmanlarından günü gününe haberi olurdu...
 
Fatih Sultan Mehmed, ilme, sanata ve ilim adamlarına çok kıymet verirdi... Aklî ve naklî ilimlerde söz sahibi olan âlimleri İstanbul’a topladı ve onların talebe yetiştirmesi için medreseler kurdu...
 
İstanbul’un fethinden sonraydı. Bir gün hocası Akşemseddin hazretlerini ziyarete gitti. Elini öpüp, tahtı tacı bırakıp derviş olmak istediğini söyledi. Hocası, bu teklifi reddederek, devlet işlerine memur edilen padişahın asıl vazifesini yapmamış olacağını, din-i İslam ve adaletle memleketi ve dünyayı idare etmenin daha makbul olduğunu; aksi hâlde din ve devletin zarar göreceği için, ikisinin de Allah indinde mesul olacaklarını bildirdi... Bizim aklımız onları anlamaya yetmez. Yapacağımız şey, ruhlarına birer Fatiha göndermek...
   
Fatih Sultan Mehmed Han'ın vefatı, Türk milletini gözyaşına boğdu. Ölüm haberi Roma’ya ulaşınca, İtalya’da toplar atılıp günlerce şenlikler yapıldı. Papa bütün Avrupa kiliselerinde üç gün çanlar çaldırıp, şükür âyini yapılmasını emretti... Ruhu şad olsun...

Ahmet Demirbaş.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
6
HZ MUHAMMED S.A.V / Hz Peygamber Ve Samimiyet
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Dün, 03:50:17 ÖS »


Hz Peygamber Ve Samimiyet

Dini terminolojide samimiyetin en yakın ifadesi ihlastır. İhlas ise; ibadet ve diğer iyilikleri, riyadan arınmış olarak sadece Allah rızası için yapma anlamında kullanılan dini bir terimdir. Sözlükte, saflaştırma, arıtma, seçme, sevgi ve dostluk, temizlik gibi anlamlara gelen “ ihlas” İslami literatürde, genellikle şirk ve riyanın zıttı olarak insanın batıl inançlardan, kötü huylardan, gösteriş arzusundan kalbini temizlemesi, her türlü hayırlı faaliyetlerden temiz bir niyet taşıması ve yalnızca Allahın hoşnutluğunu gözetmesi anlamında kullanılmaktadır. 
 
Kuran-ı Kerimde Yüce Allah (cc) bu hususta şöyle buyurmaktadır.” Hâlbuki onlara, ancak dini Allaha has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak ona kulluk etmeleri, namazı kılmaları, zekâtı vermeleri, emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.” Beyyine / 5. 

Kuran-ı Kerimde ihlas ve samimiyet peygamberlerin niteliklerinden sayılmıştır.

Peygamberimiz (sav) efendimizin hayatına baktığımız zaman, ihlas ve samimiyetin özünü onda her zaman görebiliyoruz. İbadatü taatlerinda, ve dünyevi işlerinde daima Allahın rızasını gözetmesi, etrafındakilerin hak ve hukukuna saygı göstermesi, ahde vefalı olması, hiç bir kimseyi, köle bile olsa hor görmemesi, nefsine zarar da verse doğu sözden ve doğruluktan ayrılmaması bunlardan bir   kaçıdır. 

Peygamber efendimiz bir hadislerinde “ ihlaslı bir kalble iman eden kişinin kurtuluşa ereceğini beyan etmiştir.” Müsnet,  V, 147. Genel olarak Allah rızası için samimi olarak amel etmenin önemini ve gerekliliğini vurgulamıştır. Tirmizi, ilim, 7.

Samimiyet, Allah rızasını her şeyin önünde tutarak ona olan yönelimin devamını sağlamaktır. Bollukta ve darlıkta, sevinç ve elemde, hangi halde olursak olalım, Allahı gücendirmeden kulluğun gereğini ifa etmektir. Bu hususta efendimizi örnek almak lazım gelir. O, zorluklar, meşakkaler karşısında yeter artık demeden Mevlasından aldığı ilahi görevi her zaman ve mekanda ifa etti. 

Samimiyet, doğruluk ve dürüstlüktür. Sevgi ve saygıdır. Kardeşliktir, paylaşımdır, cömertliktir, merhametli olmaktır, ahde vefa, özle sözün aynı olmasıdır.

Samimiyetin zıttı, riyakarlık, gösteriş, menfaatperestliktir. Bu hallerle yapılan ibadetlerin karşılığı boş olabileceği gibi, dünyevi işlerin sonucu da vahim olur. Bu bakımdan samimiyeti önce kendimizde aramalıyız. Ne haldeyiz, neyi ne için yapıyoruz. Samimiyetin neresindeyiz. Söylem ve eylemlerimizde samimi olabiliyor muyuz.?. Kendimizi test ettikten sonra başkalarının samimiyetini irdeleyebiliriz.

Samimi olmak, yaptıklarımızın bizlerde manevi hazzını, bereketini gösterir. Allahın bizleri daima nazar ettiğinin farkında olmamızı sağlar. Böyle olunca doğruyu konuşur, sağlam işler yaparız. Özümüz, sözümüze uygun olur. Sevdiğimizi Allah için sever, sevmediğimizi Allah için sevmeyiz. Kıldığımız beş vakit namazların her rekâtında (Allahım) “ancak ve ancak sana ibadet ederiz. Ancak ve ancak senden yardım isteriz” diye Allaha dua ediyoruz. Bu duayı yaşantımızla birleştirmeliyiz. Yani, ibadetlerimi, Allah için yapıyorum. Her türlü yardımı ondan bekliyorum. Onun rızası için insanları seviyor ve yardım ediyorum. Kendim için sevdiğimi, kardeşlerim için de seviyorum diyebilmektir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
7
HZ MUHAMMED S.A.V / Hz Peygamber Ve İnsan Onuru
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Dün, 03:45:36 ÖS »


Hz Peygamber Ve İnsan Onuru

Hz Peygamberimiz (s.a.v.) bir hidayet ve rahmet elçisi olarak insanlık için Allahın lütfüdür.

Zira insanlık içinde bulunduğu karanlık tablodan kendini huzurlu kılacak, dünyasını ve ahiretini kazandıracak bir hayata ihtiyacı vardı. Dünya insanlığının maddi ve manevi gereksinimini karşılayacak insani değerlerin tamamı onda mevcuttur. Yüce Rabbımız Kuranında “ (Habibim) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. Enbiya, 107.

.Diğer bir ayetin de ise,” Ey Nebi! Biz seni bir şahit, bir uyarıcı; Allahın izniyle kendi yolu na çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik. Ahzab,45-46.
                           
Cenabı Hak tarafından terbiye edilen Peygamberimiz, insanlığın tüm beklentilerine cevap verecek donanıma sahipti. Bir hadislerinde “Rabbim beni terbiye etti. O,  beni en güzel terbiye etti ,” buyurdular. El Camius – Sağir, 1, O, şefkat ve merhamet Nebisi İçinde bulunduğu toplumun her kesimiyle ilgilenen, çocuk, genç, yaşlı, kadın ve erkek, zengin Fakir, bilen ve bilmeyen her kese insan olarak değer veren bir mürebbi. Kalpleri tamir eden, hayat dolu model insan. Getirdiği değerler asırlar sonra tazeliğini aynen muhafaza etmektedir. Onun ufkunda hayatın bir anlamı vardı. Bu hayat, Yaratanla buluşulduğunda bir değer ifade ediyordu. Miladi 610 tarihinden 632 tarihine kadar süren 23 yıllık Peygamberlik görevini Allahın istediği şekilde ifa etmiştir. Elimizde bulunan Kuran-ı Kerimin bozulmayacak şekilde ümmeti tarafından muhafaza edilmesine imkânı sağlamıştır. Dünya insanlığı, yarınlara güvenle bakabilmesi için her zaman ve mekânda Peygamberimiz (s.a.v.) efendimize ihtiyacı vardır.

Peygamberimiz (s.a.v.) efendimiz, insan onuru dediğimiz insani değerlerin tamamına sahiptir. Bu değerlerden birinin zarar görmesi halinde insanın manevi hayatında rahatsızlık meydana gelir. Bundan dolayı insan onuruna. Zarar veren her şeyi Allah yasak etmiştir. Onur; insana has değerlerdir. Allah bu değerleri insanlara vermiştir. Bu hususta Yüce Mevla Kuranında şöyle buyuruyor.”And olsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve de

nizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık. Ahzab,70.

Onur; sevgidir, merhamettir, şefkattir, paylaşımdır, doğruluk ve dürüstlüktür, cömertliktir, barıştır, huzur ve güvendir, iffettir, Hulasa onur, insana insanca yaşamasına zemin hazırlayan değerler bütünlüğüdür.       Özellikle biz Müslümanlar, Peygamberimizi her yıl dünyaya gelişinin sene-i devriyesini Kutlu doğum adı altında kutlamaya çalışırken, asıl olan onu anlamak olduğunu idrak etmeliyiz. Onu anlamak için de bizlere bıraktığı Kuran ve sünneti seniyyesinde buluşmalıyız. 

Sevgi ile saygı birlikte var olabilir. Biri varsa diğeri vardır. Bunlardan birinin yokluğu karşısında diğerinin varlığı tabii değildir. İslamda her şeyin tabisi değerlidir.

Efendimizin hayatına baktığımız zaman, Allahın insana verdiği değerleri onda açık olarak görebiliyoruz. Hz Enes b, Malik (r,a) buyurur ki, ben efendimizin huzurunda on yıl hizmet ettim. Bir gün bana bunu neden böyle yapmadın?. Onu şöyle yapsaydın ya demedi.

Resülullahın hayatında gönül kırma yok. Kaba söylem ve eylem yok. Hor- hakir görme yok. Zenginlik, fakirlik diye bir ayırım da yok. Onun hayatında sadelik ve hakkaniyet var. Sevgi ve saygı, hoşgörü var.   

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
8
Bizden Sizlere / İslamda Paylaşım
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Dün, 03:40:40 ÖS »


İslamda Paylaşım

Yeryüzünde yaşayan insanlar, zaman, zaman biri diğerine ihtiyaç duyar halde olabilir. Maddi ve manevi yönden birinde olmayan imkân, diğerinde olabilir. Toplumda dengeyi sağlamak, huzur ve mutluluğu yakalayabilmek için karşılıklı dayanışma içinde olmak o denli önemlidir. Paylaşım hususunda en güzel örneği, Peygamberimizin şahsında görebiliyoruz. İhtiyacı olana elindekini verdiği gibi, kendisinde olmadığı zaman, başkasından ödünç alarak ihtiyaç sahibine verdiğini müşahede ediyoruz. Zaten efendimiz her zaman ümmetini kendisine tercih etmiştir.
                   
“Sizden birisi bir şey istiyorsa verin, yoksa güler yüzle karşılayın” buyurarak kimsenin hor, hakir görülmemesini, ihtiyaç sahiplerinin hissiyat ve şahsiyetleriyle oynanılmamasının gereğini vurgulamıştır. “Sizden Allah ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin” Buhari, Edep,31.Buyurarak bizde olanın bir diğeriyle paylaşılmasının sünnet olduğunu ortaya koyan Peygamberimiz, Müslümanların kendi aralarında sevgi ve muhabbetin oluşmasını istemektedir. Bunun için de herkesin birbirine karşı güven duymasını, her insanın tok olmasını, her müslümanın geleceğine güvenle bakmasını arzulamaktadır.

Elimizde olanın bir kısmını yakınımıza vermek, kullanmadığımız bir dünyalığı ihtiyacı olana vermek, yediğimiz yemekten, içtiğimiz sudan bir kısmını karşımızda olana ikram etmek, bildiklerimizi diğerlerine aktarmak, kültürümüzle, tecrübelerimizle insanlara rehberlik etmek, paylaşım kapsamında yer alır.

Bir gün Peygamberimiz, kızı Fatımanın kolunda iki gümüş bilezik görmüşlerdi. Peygamber efendimiz kızına hitaben; Ey kızım! Bu toplum içinde birçok insan muhtaç durumda iken, senin kolunda bu bileziklerin böyle durması doğru olmaz buyurdu. Hz. Fatıma validemiz, hemen bilezikleri çıkarıp ihtiyaç sahiplerine vermek üzere babasına teslim ettiler.

“Veren el, alan elden üstündür” buyuran Peygamberimiz, vererek insanları sevindirmenin, severek insan kazanmanın önemini vurgulamaktadır. Toplumdaki huzurun ve mutluluğun sağlanması ve devam ettirilmesi için her bireyin sevinçli olması gerekir.

Yani hep birlikte tok olmalıyız. Hep beraber mutlu olmalıyız. Maddi ve manevi yönden sahip olduğumuz nimetleri etrafımızdakilerle paylaşmalı, gördüklerimizi görmemezlikten gelmemeye gayret göstermeliyiz. Bu noktada rehberimiz âlemler Peygamberi Hz Muhammed Mustafa (sav) efendimiz olmalıdır.                   

Peygamberimiz (sav ) efendimiz kendisinden bir şey istenilince varsa veriri, yoksa olmadığı için veremediğini ilgiliye söylerdi. Kişi ısrarla isterse başkasından borç alır, ihtiyacını giderirdi. Zaruret içinde olanı görür ve gözetir, yarasına merhem olurdu.

Kendisi için diktirdiği hırkasını, daha giymemişti ki, ashaptan biri istemişti, hiç tereddüt etmeden ona vermişti. Bizler, bize lazım olanı veremeyiz ama en azından ihtiyacımız dışındakileri, yetim ve yoksullarla paylaşmalıyız. Empati ile hareket ederek insanları mutlu etmeliyiz. Bilmeliyiz ki, etrafımızdakilerin, muhtaçların mutluluğu, bizlerin mutluluğu olacaktır. Öyleyse hep birlikte mutlu olmak için maddi ve manevi imkânlarımızı, etrafımızdakilerle paylaşalım. Paylaştıkça elimizde olanlar bereketlensin inşallah.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
9
Mutlulık Yolu İslam / Kimsesizlerin Kimsesi Olmak
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Dün, 03:35:29 ÖS »


Kimsesizlerin Kimsesi Olmak

Yaşadığımız toplum içinde fakiriyle, zenginiyle, yetim ve yoksuluyla bütün insanlarla iletişim kurmamız, özellikle yardıma muhtaç olan yetim ve kimsesizlere yardım etmemiz, inancımızın gereğidir.

Peygamberimiz (sav)efendimiz bir hadisinde; “ İşaret ve orta parmağını işaret ederek gerek kendisine gerekse başkasına ait her hangi bir yetimi görüp gözetmeyi üzerine alan kimse ile ben cennette işte böyle yan yanayız” buyurmuştur. Buhari, Talak,25. Yetim, yoksul ve kimsesize yardım edene, Allah da yardım eder. Bunların yüzlerini güldürene,  Yüce Yaratan da yüzlerini güldürür.

Yetim, yoksul ve kimsesizlerin korunması, kendilerine her yönüyle rehberlik edilmesi, , geleceklerine güvenle bakmalarının sağlanması, ihtiyaçlarının karşılanması, kulluk görevidir. Yüce Allah, Kuran- Kerimde şöyle buyurmuştur.”

Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler, hiç şüphesiz karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir. Nisa,25. Yetimlerin mallarını rızalarının dışında kullanmak, mallarına zarar vermek, haklarını zamanında vermemek Allahın haram kıldığı eylemlerdir. Bu haller içinde olanların büyük günah işlediklerini yukarıdaki ayetin mealinden anlıyoruz.

Peygamberimiz (sav ) efendimiz başka bir hadisinde şöyle buyurdular.”  Yedi helak ediciden kaçının”. Sahabeler, Ey Allahın Resulü bunlar kimlerdir.? Diye sordular. Hz peygamberimiz, Allaha ortak koşmak, sihir yapmak, Allahın haram kıldığı bir nefsi haksız yere öldürmek, faiz yemek,, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, namuslu ve hiçbir şeyden haberi olmayan kadınlara zina isnat etmek.” Buyurdular.  Allah ve Resulü yetim malına zarar vermekten, izinsiz olarak istifade etmekten sakınılmasını istemektedir. Bu bakımdan zarar değil, fayda sağlamak durumunda olmalıyız. Güç ve kuvvetimizi, kimsesiz ve ihtiyacı olanlarda kullanmalıyız.

Yüce Mevlamız Kuranında yetim hakkında şöyle buyurmaktadır.” Ey Muhammed ) sana yetimleri soruyorlar. De ki, onları iyi yetiştirmek daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, unutmayınız ki, onlar sizin din kardeşlerinizdir. Allah işleri bozanla düzelteni bilir.”. bakara, 220

İmtihan dünyasında yaşıyoruz. Allahın bizlere verdiği her nimetten imtihana, denenmeye tabi tutulduğumuz bir hakikattir. Bu bakımdan maiyetimiz altında olanlar başta olmak üzere her kesle iyi geçinmek durumundayız. Her kesin hakkını vermek zorundayız. Yetim, yoksul ve kimsesizler söz konusu olunca, daha dikkatli olmak durumundayız. Her zaman empatiyle hareket edip kendimiz için arzu ettiğimizi, onlar için de arzu etmeliyiz. Hak ve hukukuna saygılı olmalı, gelecek zaman için onları iyi yetiştirmeliyiz.

Mübarek Ramazan ayındayız, Fakir fukara, yetim ve yoksul, kimsesi olmayan insanlara yardım elimizin daha fazla uzatacağımız zaman dilimidir bu ay. İftar ve sahur sofralarında ne yiyeceğim diye, düşünenlerin imdadına koşma zamanıdır, bu zaman. Öyleyse hep birlikte kimsesizlerin kimsesi olalım. Veren el alan elden üstünündür, buyuran Peygamberimiz (sav) efendimizin sözünü hafızalarımızda daima canlı tutalım. Sevelim ve sevindirelim. Elimizde varken hakkını verelim, karşılığını Yüce Allahtan alalım inşallah.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
10
İslami Aşk ve Sevgi / Allah Ve Peygamber Sevgisi
« Son İleti Gönderen: gurbetciyim Dün, 03:26:03 ÖS »


Allah Ve Peygamber Sevgisi

Gerçek huzur ve mutluluğun kaynağı Allah ve Peygamber sevgisidir. Bu durum Müslümana has bir özelliktir. Yani tabii olan Allah ve Peygamber sevgisi sadece Müslümanlarda mevcuttur. Zira, Allaha ve onun evrensel Nebisi Hz Muhammed Mustafa (sav)  efendimize gönülden bağlılığını davranışlarıyla ortaya sergileyen Müslüman, bu bağlılığın kesintiye uğramaması için tüm gücünü kullanır. Yüce Allahın emirlerini yerine getirmede hata etmemeye çalışır. Yaratıcının daima kendisinden razı olmasını arzu eder.

İşte bir Müslümanın gönülden Allahı sevmesi, ona olan itaatin gücünü göstermektedir. Kişi kulluk görevlerini ifa ederken Mevlasıyla kurduğu irtibat sonucunda manevi zevk alır. Bu durum onun huzur ve mutluluğunu sağlar. Peygamber sevgisi de aynı şekilde Müminin hayattan tat almasına vesile olur.   

Peygamberimiz (sav) efendimizi seviyor olmak, onun sünnetini ihya etmekle mümkündür.

Söz ve öğütlerini öğrenip yaşamak, bu cümledendir. Allah ve Peygamber sevgisi sadece söylemle değil, Allahın ismi anıldığında kalplerin titremesi gerekir. Bir heyecan ve ilahi aşk meydana gelmesi lazım gelir. Peygamberimizin ismi anıldığında kalplerde meydana gelen muhabbetin tezahürü olarak ona, Salatü selam okumak ( Allahümme salli ala Muhammedin ve ala eli Muhammed) gerekir.   

 Yüce Allah Kuranında şöyle buyurmaktadır. “ De ki: Eğer Allahı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Ali İmran, 31. Allahı sevebilmenin yolu Peygamberimiz (sav) efendimize tabi olmaktan geçmektedir. Bir başka ifadeyle evrensel Nebi efendimize tabi olmadan, onun Allahın elçisi olduğuna iman etmeden, ona olan sevgi ve saygımızı davranışlarımızla tezahür ettirmeden Yüce Mevlamızı seviyor olamayız.. Bu bakımdan efendimizi sevmek Allahı sevmek, onu memnun kılmak Allahı memnun kılmaktır. Efendimizi gücendirmek Allahı gücendirmektir.   

       Allah ve Peygamber sevgisinin var olduğu her yerde, huzur ve güven vardır, Allah ve Peygamber sevgisinin olduğu yerlerde birlik ve beraberlik, kardeşlik, paylaşım, dertlere çözüm, sevinçlere ortak olmak vardır. Allahı ve elçisini sevenler, yaratılanı yaratandan ötürü sevmek zorundadırlar. Böyle olunca da, kalplerinde zerre miktarı Allah ve Peygamber sevgisi olanlar, insanlara zarar değil fayda sağlarlar. Zira Peygamberimiz (sav) efendimiz,” insanların hayırlısı onlara faydalı olanlardır,” buyurmuştur. Riyazüssalihin.

    Bu gün İslam beldelerinde meydana gelen Müslümanlıkla bağdaşmayan bütün olayların tabanında Allah ve Peygamber sevgisinin gerçek manada olmadığı görülmektedir. Allahı ve peygamberi seven kişi, vicdandan, merhametten, hoşgörüden yoksun olamaz. Etrafındakilerin canlarına, mallarına, iffetlerine zarar veremez. Kendisi için sevdiğini, diğer kardeşleri için de sever. Allah ve peygamber sevgisine sahip olanlar bilirler ki, sevdiklerinin hoşlanmayacağı söylem ve eylemlerde bulunduklarında sevginin bir hükmü kalmaz. Darılma, gücenme, kızma olur. Bu durum kişiyi yeisse, karamsarlığa iter. Hayattan manen zevk alamaz, huzursuzluk başlar. Böyle bir duruma düşmemek için kalplerimizde sevgilerini taşıdığımız Allah ve Resulünün gösterdiği hak sahada yaşamaya devam etmeliyiz.                   

   Yüce Allah, Kuranında: “De ki, Allaha ve Peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirilerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez” buyurmuştur. Ali İmran, 32. Allahı seviyor olmak, ancak Allah ve Resulüne itaat etmekle mümkündür. Bu hal Yüce Yaratıcıya ve onun evrensel Nebisine iman etmekle başlar. Bizler inancımızın gereği olarak Mevlamızın emir ve tavsiyelerini yerine getirerek, Peygamberimiz (sav) efendimizin sünnetini ihya ile yaşantımızı idame ettiriyoruz. Böylece Allah ve peygamber sevgisini gönlümüz ve hayatımızla buluşturarak, dünya ve ahiretimizi mutlu kılıyoruz. Yüce Mevlamızın ve Peygamberimiz (sav) efendimizin bizlerden beklediği de bu olsa gerek.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
Sayfa: [1] 2 3 ... 10