Son İletiler

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
İnaç Ahlak / İtiraz Ahlakı
« Son İleti Gönderen: webtasarim Dün, 08:45:22 ÖS »


İtiraz Ahlakı

İnsan eşref-i mahlukat yani yaratılmışların en değerlisidir. Ahsen-i takvim olarak her açıdan en güzel şekilde var edilmiştir. Akıl ve irade gibi üstün özelliklerle donatılmış, vahiy ve peygamberle desteklenmiştir. Yeryüzü insanın emrine amade kılınmıştır.

Tüm bunların bir gereği olarak onun yeryüzünde elbette özel bir görevi olacaktır. İslam düşüncesinde iman ve tevhit ekseninde ele alınan söz konusu misyon; ahlak ve hukuk zemininde kişinin kendisinin, toplumun ve yeryüzünün imarını ifade eder. Dolayısıyla insanı varlık aleminde özel kılan; kendisi, insanlık ve tüm canlılar adına taşıdığı duyarlılık ve sorumluluktur.

Diğer yandan yeteneklerini ıslah ve iyilik için kullanmakla yükümlü olan insan, yaratılış gayesini ve âlemdeki seçkin konumunu idrak etmekten uzaklaşarak ifsat ve kötülüğü tercih ettiğinde, başta kendisi olmak üzere tüm canlılar, tabiat ve gelecek için en ciddi tehdit haline gelebilmektedir. Bu bağlamda belirleyici olan insanın niyeti ve tercihleridir.

Nasıl bir duruşa sahip olduğudur. İnsanın duruşunu ortaya koyan ise inandıkları ve reddettikleri, savundukları ve itiraz ettikleridir. Dolayısıyla neyi reddettiği kadar neyi teklif ettiği de önemlidir. Mesela emperyalizme karşı olmak önemlidir ve anti-emperyalizm büyük oranda bir ortak zemin olabilmektedir. Ancak onun yerine teklif edilen ahlak ve hukuk sisteminin kimliği de aynı derecede önemlidir.

İnsanın hayatın ve değerler sisteminin içindeki yeri itirazları ve savunduklarıyla belirginleşir. Bu bağlamda insanı tanımak için onun sevinçlerini hüzünlerini, hayallerini öfkelerini bilmek gerekir. Sahici itirazları ve teklifleri olmayanın insani değerler ve erdemler haritasındaki yerini bulmak da çok zordur. Yani renksiz insan yersiz insandır. Kişinin ufku, tefekkür dünyası ve ahlakî tutumu da savundukları ve reddettiklerinde aşikâr olur. 

İmanın ikrarı ve ilanı olan kelime-i tevhit, ilahlık iddiasında bulunan tüm sahte, aciz ve yapmacık nesne ve varlıkları reddederek sadece Allah’a teslimiyeti ifade eder.

Peygamber efendimiz Mekke’de tevhidi savunurken şirk inancını reddetmiştir. Özgürlüğü, adaleti ve emeğin karşılığını savunurken, köleliğe, zulme ve haksızlığa karşı çıkmıştır. O, daima hakkın ve haklının yanında yer almıştır.

Sırat-ı müstakim ve istikamet üzere olmanın ölçüsü kişinin kimin/neyin yanında ve kimin/neyin karşısında durduğu ile belli olacaktır. Bir mümin için en belirleyici husus haklı ve haksızın, zalim ve mazlumun, ıslah ve ifsat edenin her daim var olduğu yeryüzünde, nerede durduğu ve duruşunun arkasında yer alan niyetidir. Bu bağlamda tarafsızlık söz konusu olamaz. İnsan iyinin, doğrunun, hakkın, adaletin, merhametin yanında olmaya muhtaçtır. Kötülüklerin ve batılın da karşısında olmaya mecburdur.

 Öyleyse muhalif olmayı ve itiraz etmeyi anlamlı kılan, öncelikle evrensel insanî ve ahlaki erdemler zeminindeki yerini almaktır. Bu duruşa, zulmetmemek ama zulme rıza da göstermemek, haksızlık yapmamak ama kendisine haksızlık yapılmasına müsaade etmemek de dahildir. Ancak, ilkeleri değil şahsi menfaati, çıkar ve bencilliği, kişisel beklentileri merkeze alarak ortak faydayı göz ardı eden tavır ve yaklaşımlar, itiraz ve sahiplenmeler de kayda değer değildir. Asaletten uzaktır. Bir ırkı, rengi, dili, coğrafyayı merkeze alarak dostluk veya düşmanlık tavrı geliştirmek oldukça ilkel bir yaklaşımdır.

İslam inancında, Müslümanın düşünce ve ahlakında sevgi ve tavır alışın çok açık ve muhteşem bir ölçüsü vardır. Peygamber efendimiz birçok hadis-i şerifinde bu ölçüyü ilan etmiştir. O da “Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir.” Menfaat ve beklentilerden uzak, sadece Allah için birbirini seven, bir araya gelen insanların bu yaklaşımı her daim övülmüş, onların Allah katındaki kıymeti ve sahip oldukları ahlakın büyük mükafatlara değer olduğu vurgulanmıştır. Aynı şekilde itiraz ve tavır alışları, muhalefet ve öfkeyi de değerli yapan söz konusu ölçünün varlığıdır. Yani soylu bir duruşa, Allah’ın insanlar için koyduğu ilkelere ve evrensel değerlere dayalı oluşudur. Diğer yandan farklı düşünce, inanış ve hayat tarzlarına sahip olmak da asla düşmanlık ve ötekileştirme sebebi olamaz.

Ancak zulüm, haksızlık ve ifsada karşı, ahlak ve hukuk ilkeleri çerçevesinde mücadele etmek iman ve insanlık görevidir.

İtiraz ve muhalefet ahlakının önemli bir ilkesi de doğru bilgi ve bilinçle hareket etmektir.

Neye ve niçin itiraz ettiğinin farkında olmaktır. Kişi itiraz ettiği şeyi bilmekle yükümlüdür.

Aksi halde haklıyı savunmak niyetiyle haksızlığa destek olmak, mazluma yardım etmek gayesiyle zalime katkı sunmak mümkündür. Algı operasyonlarıyla hakikatin tersyüz edilebildiği, bilgiye ulaşmanın çok kolaylaştığı ama doğru bilgiyi bulabilmenin epeyce zorlaştığı bir çağda söz konusu durum çok daha hayati hale gelmiştir. Bu noktada Hucurat Suresi’nin; “size bir fasık, güvenilir olmayan, tanımadığınız biri bir haber getirdiğinde onu iyice araştırın” ikazı temel bir prensip olarak önümüzde durmaktadır.

Peygamber efendimizin; “Her duyduğunu aktarması kişiye günah olarak yeter” hadis-i de müminleri araştırmaya ve kaynağını kesin olarak bilmedikleri sözlere itibar etmemeye davet etmektedir.   

Diğer yandan itiraz ya da tenkit etmek esasında teklif de içermelidir. Yanlışı ifade etmek doğrusunu ortaya koymakla anlam kazanacaktır. İyi niyet ve doğru bilgiye dayanırsa eleştiri gerçeğe ulaşmak ve daha güzel işler yapmak için önemli bir imkandır. Elbette gelişigüzel yaklaşımlar, hakaret ve iftira asla eleştiri ve itiraz değildir.

Hak ve hakikatin yanında, kötülük ve yanlışın karşısında, ferasetli bir tutum içinde olmak herkese iyi gelecektir.

MUSTAFA IRMAKLI

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
2
KUR'ANI KERİM / Zamana Yol Gösteren Kitap Kur'an’ı Kerim
« Son İleti Gönderen: webtasarim Dün, 08:36:38 ÖS »


Zamana Yol Gösteren Kitap Kur'an’ı Kerim

Kur’an’ın bazı hükümlerinin geçmişte kaldığını iddia ederek onları yok saymanın ya da hafife almanın tutarlılığı ve hükmü nedir?

Öncelikle böyle bir yaklaşım ve söylemle Kur’an’ın bazı hükümlerini zaman ile mukayyet kılmak şayet bir art niyet taşımıyorsa onun hem içeriğini hem de hikmetini anlama noktasında birtakım eksikliklerin, zaafların ve sorunların varlığını gösterir. Çünkü Kur’an tüm zamanları ve mekânları aydınlatan sönmez, tükenmez bir hakikat güneşidir. Bu özelliği onun mucize oluşunun en güçlü delilidir. Pek çok ayette Kur’an’ın bir hidayet rehberi olduğu, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için indirildiği, hakkı bâtıldan ayıran bir ölçü olduğu, dosdoğru yola ilettiği gibi evrensel ilke ve değerler vurgulanır.

Elbette Kur’an, tarihin bir kesitinde inmiş bir kitaptır ama aynı zamanda o, tarihe yön veren, tarihin akışını değiştiren, her asra rehberlik eden bir kitaptır. Nitekim onun gelişiyle cahiliyeye hapsolmuş bir coğrafya, asr-ı saadete zemin olmuştur. Onun ayetleri ışığında, peygamberin rehberliğinde insanlığın yıldız şahsiyetleri olan sahabe nesli yetişmiştir. Bir kabile toplumundan büyük bir devlet kurulmuştur. Bir mescidin içinden muhteşem bir medeniyet inşa edilmiştir. Ona inanan müminler Endülüs’ten Orta Asya’ya kadar yeryüzünün pek çok yerinde nice devletler, medeniyetler kurmuşlardır. Çünkü Kur’an insanı her açıdan mamur eden ve huzura kavuşturan değerler manzumesini ortaya koyar. Getirdiği değerlerle insanı ve toplumları güzel ahlak ve adalet merkezinde imar ve inşa eden bir kitaptır o. Söz konusu değerler ise her zaman ve zeminde varlığını ve insan için vazgeçilmezliğini muhafaza eden evrensel özelliğe sahiptir.

İnsanın tarihsel çizgisinde yaşanan değişim ve gelişimin ana mecrası teknik icatlardır.

İnsanoğlu birikimsel bilginin yardımıyla, hayatı kolaylaştıran alet-edevat ve teknoloji icat etmiştir. Bu bağlamda dikey bir ilerleme söz konusudur. Ancak insani değerler ve ahlaki erdemler açısından dikey değil, yatay bir çizgi vardır. Söz konusu değerler her zaman için aynı kıymete ve özelliğe sahiptir. Örneğin bundan bin yıl önce yaşayan insanların sahip olduğu teknik imkânlar ve teknolojik aparatlar günümüzle mukayese edilmeyecek kadar basittir ama huzur ve güven içinde yaşayabilmek için ihtiyaç duyulan temel insani sorumlulukların kıymeti aynıdır. Değerlerin tekamülü temsiliyle mümkündür ve hayata yansıyınca gerçek kıymeti daha net ortaya çıkacaktır. 

Kur’an’ın bireysel ahlakı inşa ederken merkeze aldığı, sorumluluk bilinci, iman, istikamet, iyilik, yardımlaşma, her türlü kötü söz ve davranıştan kaçınma gibi değerler şüphesiz tüm zamanlar için üstün ahlaki ilkelerdir. Toplumsal hayatı inşa ederken ortaya koyduğu hukuk, hakkaniyet, kardeşlik, yardımlaşma gibi ilkeler de zaman ve mekânla mukayyet olmanın ötesinde evrensel ilkelerdir.

Kur’an’ın bazı hükümlerinin geçmişte kaldığı iddiasına örnek gösterilen çok az sayıdaki ayet ya da konu, bir anlama sorunundan veya dar bir yorum çerçevesine hapsolmaktan kaynaklanmaktadır. Örneğin Enfal suresinin 60’ıncı ayetinde Müslümanların, düşmanlarına karşı kendilerini ve değerlerini savunmak amacıyla “güçlü atlar” hazırlamaları bu bağlamda sürekli zikredilen bir örnektir. Oysa söz konusu ayet çok açık şekilde Müslümanların güçlü olmaları gerektiğini, kendilerini korumak ve değerlerini savunmak için yaşadıkları dönemin güç unsurlarına en ileri düzeyde sahip olmalarının önemini ifade eder. Zira o dönem için atlar bir ordunun ve güçlü olmanın en ileri imkânıdır. Zamanın değişmesi ve teknolojinin gelişmesiyle farklı güç unsurları da ortaya çıkacaktır. Ayetin ortaya koyduğu ufuk doğru anlaşıldığında mesaj tüm zamanlara hitap edecektir. Ayrıca ayette geçen “atların” tarihin kalan süreci içinde insanlık için nasıl bir rol üstlenebileceği konusu şimdilik bilinmemektedir.  Dolayısıyla ayetlerin doğrudan ifade ettiği anlam, örnek ve biçim muhafaza edilerek gösterdiği ufuk iyi anlaşıldığında sorun kalmayacaktır. Benzer şekilde kölelik ile ilgili ayetler de bu çerçevede gündeme gelmektedir. İslam’ın üst, ideal, evrensel perspektif olarak köleliği ve insanı köleleştiren tüm unsurları ortadan kaldıran bir inanç ve hukuk getirdiği tüm açıklığı ile ortadadır.

Kur’an, insanı sadece Allah’a iman ve itaat ederek insana ve eşyaya kul-köle olmaktan kurtulmaya davet eder. Ancak Kur’an’ın ilkelerinden uzak kalınan her zamanda insan nefsine, eşyaya, arzularına kul olmaya mahkûm edilmektedir. Dolayısıyla kölelik bağlamında söz konusu edilen ayetler; İslam’ın köleliği kaldırmayı hedefleyen üst bakışıyla beraber düşünülmelidir. Diğer yandan insanlığın, gelecekte yaşaması muhtemel süreçlerin, bugün düşünülmeyen pek çok meseleyi bir realite olarak gündeme getirmeyeceğini kim iddia edebilir? Ayrıca söz konusu ayetlerin insanın sorumluluklarına, ahlaki değerlere, vicdan hassasiyetine, hak duyarlılığına vurgu yapan boyutu ve bu bağlamda yapılan yorumlar, tüm zamanların evrensel ilkelerine dikkat çekmektedir.

Bazı ayrıntılı fıkhi hükümler ya da Kur’an indiği toplumun pratiklerine yönelik ifadelerin her biri de yukarda ortaya konan perspektifle ele alındığında onların sadece geçmişte kalmadığı, tüm zamanlara mesaj verdiği açıkça görülecektir. En’am suresinin 115’inci ayeti, “Rabbinin sözü hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O her şeyi işitmekte, her şeyi bilmektedir.” fermanıyla Kur’an’ın kıyamete kadar devam edecek olan rehberliğini ortaya koymaktadır. Aynı şekilde Peygamber Efendimizin Veda Hutbesi’nde; “Ey insanlar size, sımsıkı sarılıp uyguladığınızda asla yolunuzu kaybetmeyeceğiniz iki şey bıraktım; onlar Allah’ın kitabı ve Rasulü’nün sünnetidir.” buyurması da Kur’an ve sünnetin kıyamete kadar devam edecek önemini yeryüzüne ilan etmektedir.

Öyleyse müminlere düşen görev, Kur’an ve sünnetin her bir ayetini ve evrensel rehberliğini en doğru şekilde anlayıp yaşamak suretiyle hakikat ve iyilik yolunda çağın öncüsü olmaktır. Hakikat şu ki; herkes Kur’an-ı Kerim’den ona bakışı oranında istifa edecektir. İmanla aklını ve kalbini ona açanlar, onun hakikati ve bereketi ile buluşacaktır.

MUSTAFA IRMAKLI

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
3
Genel Konular / Rahman’ın Has Kulları
« Son İleti Gönderen: webtasarim Dün, 08:32:35 ÖS »


Rahman’ın Has Kulları

Bu başlık Kur’an’da geçer. Ayet, "Allah‘ın Has Kulları" diye başlar ve Allah’ın sevdiği kulların üstün niteliklerini özetleyerek sayar.

İşte Kur’an’a göre has kulların özellikleri:

"Rahman’ın has kulları yeryüzünde vakarla yürüyen, cahiller onlara laf attığı zaman, 'selam' deyip geçen kullardır" (Furkan,63). Ağırbaşlı, yumuşak huylu ve mütevazi karekter sahibidirler. Barbar ve kibirlilikten uzak, uygar ve barışçıl duruşları vardır.

Huzursuzluk ve kaos peşinde koşanların sözlü sataşmalarına, "barış" anlamında olan "selamé deyip yoluna devam ederler. Cehalet çukuruna saplanmışların tuzağına düşmez, barışa hizmet eden medeni bir duruş sergilerler.

"Gecelerini rablerine secde ederek, huzurunda durarak geçirirler. Ey Rabbimiz! derler; bizi cehennem azabından uzak tut; çünkü onun azabı bitip tükenme bilmez" (Furkan,64-66,77). Ahiret hayatını akıllarından çıkarmazlar ve cehenneme götüren davranış içerisinde bulunmaktan kaçınırlar. Yakıcı ateşe sokan nedenlerin başında zikredilen namazsız hayatı değil, günde beş defa hatırlatılan kurtuluş çağrısına icabet ederler. Dua ve niyazı olmayana Allah’ın değer vermediğine inandıkları için, hem uygulamalı, hem de sözlü dua ederler.

"Yine o iyi kullar, harcama yaptıkları zaman ne saçıp savururlar ne de cimrilik ederler; harcamaları bu ikisi arasında makul bir dengeye göre olur. (Furkan,67). Kazançlarını helal yollarda aradıkları gibi, alın teri kazançlarını da gelişi güzel harcamazlar. Alınteri kazancı harcarken titiz davranmayı emreden ve israfı yasaklayan bir dine göre, başkasının alınterini çalan veya dolambaç yöntemlerle gaspedenlerin Allah ile bir bağı olabilir mi? Allah insanların gönlündedir. O’na yaklaşmak isteyen gönüllere yaklaşacak, gönülleri imar edecektir.  Cana ve mala kastetmek gibi gönülleri yakan davranışlar kulu Allah’tan uzaklaştırır. Bu ayet, gösteriş ve eğlenceler söz konusu olduğunda kesenin ağzını sonuna kadar açıp, gerçek muhtaç söz konusu olduğunda elini cebine götüremeyenleri kınadığı gibi, başkasının alınteri kazancına yan gözle dahi bakılamayacağına dikkat çekmiştir. Allah’ın özel kulları, değil başkasının malına göz dikmek, kendi kazancını bile harcarken yerinde harcamaya özen gösterir, sorumluluğu altında olanlar ile yetim ve yoksullara karşı oldukça cömert, Allah’ın razı olmadığı yollarda harcama yapmakta ise tutucudurlar.

"Onlar, Allah ile birlikte başka bir tanrıya tapmazlar; haksız yere, Allah’ın dokunulmaz kıldığı insan hayatına kıymazlar, zina etmezler" (Furkan,68). Allah’ı iyi tanırlar. Sadece O’na kulluk ederler, O’nun hiçbir kimseye muhtaç olmadığını, aksine bütün ihtiyaçları giderenin, yedirip içirenin Allah olduğunu bilir ve bu inançla yaşarlar. Allah’ın cana verdiği kıymetin bilincindedirler. Bir cana kıymanın, bütün insanları öldürmekle eşdeğer bir vahşet  sayıldığından (Maide,32), has kullar insan hayatına kıyamazlar. Şirk, katil ve zina gibi büyük günaha saplanmış olurlarsa, tövbe ederler ve inanarak erdemli işler yaparlar.

Çok bağışlayıcı ve çok merhametli olan Allah da, böylelerin kötü hallerini iyiye çevirir. Yani yüz günah işlemiş olsa, sonra pişmanlık duyup tövbe eder ve iyi işler yaparsa, o yüz günahı yüz sevaba dönüştürür. Zira vicdan muhasebesi yapıp duyduğu pişmanlığın ardından erdemli davranışlarda bulunan kimse Allah’a yönelmiştir (Furkan,68-71). Allah kendisine yöneleni çok sever, seven sevdiğinden hiçbir şeyi esirgemez.

"Yine o iyi kullar, asılsız şeylere şahitlik etmezler; boş ve mânasız davranışlarla karşılaştıklarında onurluca çekip giderler" (Furkan,72). Kendisinin veya anne babasının ve akrabasının aleyhine bile olsa, tarafların zengin veya yoksul olmalarına bakmaksızın ve hislerine de kapılmaksızın adaleti ayakta tutmak uğruna Allah için doğru şahitlik ederler (Nisa,135). Düşman veya herhangi bir topluluğa duydukları kinleri de adaletsiz davranmaya itemez (Maide,8). Kötülüğe kötülükle karşılık vermeyi tercih etmezler. Kötülüğü güzellikle savuşturarak dost kazanırlar. Çünkü kötülüğe kötülükle karşılık vermek daima düşmanlığı, iyilik ise dostluğu artırır.

"Kendilerine rablerinin ayetleri hatırlatıldığında o ayetler karşısında körler ve sağırlar gibi bilinçsizce davranmazlar" (Furkan,73). Allah’ın has kulu olabilmenin belki de en dikkat çekici özelliğidir bu duruş. Akıl, kulak, göz ve dilin hakkını verirler. Duyamayan, göremeyen, düşünemeyen ve işitemeyen gibi duyarsız kalmazlar.  Kur’an barışa davet eder, hep birlikte Allah’ın ipi Kur’an’a sarılmayı, bir ve beraber olmayı, ticarette dürüst olmayı, komşuya güven vermeyi, ehliyet ve liyakata riayet etmeyi, insan ve hayvan haklarını korumayı, adaleti hakim kılmayı, canı, malı, aklı, dini ve nesli korumayı, yoksula ve muhtaçlara yardım etmeyi emreder; kötü ve zararlı olan şeyleri,  parçalanmayı, bölücülüğü, fitne, dedikodu, gıybet ve yalanı yasaklar. Has Kullar, Kur’an’ın bu ayetleri okunduğunda imanları artar ve kalbinde tereddüt olmadan tam bir teslimiyetle Allah’a yönelirler. Allah ve resulünün önüne kimseyi geçirmezler.

"Onlar, Ey rabbimiz! “Bize mutluluk getirecek eşler ve çocuklar bahşet; bizi günahtan sakınanlara öncü yap! derler" (Furkan, 74). Aile, toplumun çekirdeğidir, toplum ailelerden oluşur. Anne sadece çocuğu değil, toplumu doğurur. Güçlü ve düzenli aile güçlü ve düzenli toplum demektir. Bu nedenle has kullar, kötülüklerin azalması, huzurlu ve güvenli bir toplumun inşası için aileyi yaşatmak için mücadele ederler, eş ve çocuklara sevgi, saygı ve sabırla yaklaşarak Allah’a iyi bir kul, insanlığa yararlı bir nefer olma yolunda öncüdürler.

Bu davranışları yaşantı haline getirenler Allah’ın özel kulu olmayı haketmiştir. Bu davranışlar nefse ağır gelebilir, ancak Allah’ı tanıyanlara kolaydır. Ayrıca, zorluk olmadan başarı yoktur. Şu dünyada, dört duvardan müteşekkil bir eve sahip olabilmek için ömür boyu gece gündüz demeden insan çaba sarfeder. Kimi o meskene sahip olabiliyorken, kimi ise onca çabaya rağmen yine sahip olamadan göçüp gider. Sınırsız nimetler ve konforla mücehhez sonsuz bir hayattan bahseder Kur’an. İşte Has Kullar, bu zorluklara katlanmalarının karşılığı olarak cennet konağıyla ödüllendirilecek, orada sağlık ve esenlik dilekleriyle karşılanacaklardır (Furkan,75).

Kur’an’ın oluşturduğu "Allah’ın Has Kulları" grubuna katılma arzusu taşıyanlar, yüzlerini Allah’a dönmeleri ve davetine sağır ve dilsiz kalmamaları yeterlidir.

Allah (cc) Kur’an’ında şöyle sesleniyor:

"Ey imanın huzuruna kavuşmuş insan!

Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön!

Böylece has kullarımın arasına sen de katıl!

Cennetime gir!" (Fecr,27-30)

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
4
Cehennem / Cehennem Niçin Vardır
« Son İleti Gönderen: webtasarim Dün, 08:29:07 ÖS »


Cehennem Niçin Vardır

Kur’an’ın çokça hatırlattığı Cehennem hakkında, "Allah yarattığı kulunu niye cehennemde yaksın, saçma" gibi değerlendirmeler yapılır.

Evet Allah çok merhametli ve çok bağışlayandır. O’nun bu sıfatları Kur’an’da yüzlerce yerde tekrar eder. Günlük hayatta karşılaştığımız çeşitli lezzetler halindeki sayısız nimetlerini tadarken de, O’nun kullarını ne kadar çok sevdiğini ve  düşündüğünü kavramak zor değildir. Hz. Muhammed (sas) de, Allah’ın rahmetinin ne kadar derin olduğunu, annenin yavrusuna karşı merhameti ile örneklendirerek şöyle anlatır;

Bir gazve sonrası Hz. Peygamber’e bir grup esir getirildi. İçlerinden bir kadın telaş içinde esirler arasında yavrusunu arıyordu. Sonunda bir çocuk buldu ve onu kucaklayıp bağrına bastıktan sonra emzirmeye başladı. Durumu gören Hz. Peygamber yanındakilere, "Bu kadının çocuğunu ateşe atacağına inanır mısınız?” diye sordu. Onlar da, “Hayır.” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamber (sas), "Bilin ki, Allah"ın kullarına olan rahmeti, bu kadının çocuğuna olan şefkat ve merhametinden çok daha fazladır.” buyurdu. (Buhari,Edeb,18)

Hayat kutsaldır ve herkesin yaşama hakkı vardır. Bütün semavi dinlerin yegane amacı da can, mal, inanç, namus ve akıl gibi temel insan haklarını güvence altına almaktır. Ne var ki tarih kitapları savaş bilgileriyle dolu olduğu gibi hız kesmeden nice hayatlar söndürülmeye devam ediyor. Atom bombaları atıldı, düştüğü şehirde tek bir canlı kalmadı, şehirler kül yığınına döndü. Bugün de, İsrail Terör Devletinin, Filistin’de emsali görülmemiş ve duyulmamış bir insanlık suçu işlediğini yaşayarak görüyoruz. On binlerce çocuğun bedenleri parçalanıyor, soykırım suçu işleniyor, mabedler yıkılıyor, alınteri kazançlar talan ediliyor, taş üstünde taş bırakılmıyor ve daha göremediğimiz nice vahşet türleri insanlara reva görülüyordur.

Bu vahşeti işleyenler yargılanıp bu dünyada cezaları kesilse, işlenen suça denk bir ceza yoktur. Kundakta sarılı bebeklerin de içinde olduğu on bine ulaşan çocukların ve bir o kadar kadınların bedenlerini parçalamanın karşılığı hangi ceza olabilir? İnanıyorum ki, bütün vicdan sahibi insanların hissiyatları bu şekildedir. Dolayısıyla, eşi görülmemiş bu vahşetin cezasız kalması aklen kabul edilemez. Aksi halde, bir tarafta dünyanın her türlü konforunu bir ömür yaşayan zalimler, diğer tarafta bedeni parçalanarak ölen kundaktaki bebekler. Göklerde ve yerde olan her şeyi özenle insan için yaratan Allah, o kadar kıymet verdiği varlığa zulmedeni görmezden gelmez, erteler ama ihmal etmez. Her şeyi adalet üzerine inşa eden yüce Allah’ın, o mazlumların gönüllerini ferahlatacak adaletini mutlaka göstereceğine inancımız tamdır. Bu yüzden  ahiret vardır, tekrar diriliş haktır, hesap ve sonunda cennet ve cehennem son varılacak yerdir.

O şöyle buyurur;

"Gün gelecek bir ateşe sokacağız; onların derileri pişip acı duymaz hale geldikçe, derilerini başka deriler ile değiştiririz ki acıyı duysunlar." (Nisa,56)

Ahiret hayatı sonsuzdur. Orada tek ölü vardır, o da ölümdür. Bu bağlamda cehennemde ölmek yok, herkes işlediği cürmün cezasını cürmüne denk bir cezayla ödeyecektir. Kaç kişinin canına kıydıysa ve ne şekilde kıydıysa aynısını tatmadan kurtuluş yoktur. Orası adaletin eksiksiz tecelli edeceği yerdir. On binlerce, hatta milyonlarca insanları öldürenler, bir kere ölmekle cezalarını çekmiş sayılmaz. Kaç kişinin hayatına son verdiyse aynı sayıda ve aynı acıyı çekerek ölecek ve böylece bedelini ödeyecektir. Deriler pişicek, ateşin acısı bütün bedeni saracak, ölümü özleyecek, tam öldüğünü düşündüğünde deriler yenilecek ve Allah’ın takdir ettiği sürece bu devam edecektir.

Ne korkunç manzara, düşünmek bile insanı ürkütüyor. Ama bu manzarayı bugün dünya gerçekten izliyor. Her gün tir tir titreyen bebekleri, cesetleri parçalanmış çocukları, soğukta ve kalacak yeri kalmamış insanları izliyor. Bunu yaşatanlar ve destekçileri cezasız kalacaksa, o masum çocukların suçu nedir, neden bu acıyı çekiyorlar? Bu sorunun cevabı, ahirete iman etmekte saklıdır.

İşte, sosyal medyada izlemeye dayanamadığımız o vahşet görüntülerin failleri için bu dünyada dengi ceza bulunmadığından, Allah cehennemi hazırlamıştır.

İnsanların dünyasını cehenneme çevirenler için cehennem vardır.

Hakları gasp edilmiş insanlara adalet için cehennem yaratılmıştır. Yoksa Allah’ın cennete de cehenneme de ihtiyacı yoktur.

Kur’an, hayat rehberi olarak içerdiği bilgiler ile okuyanlara hakikati bulmalarına ışık tutar. Bu sebeple "Oku" emriyle başlamıştır. Haklara riayet kırmızı çizgisidir. Allah’ın hakkını, anne-babanın hakkını, eş ve çocukların hakkını, komşu ve diğer bütün canların hakkını veren emniyettedir.

Yukarıdaki ayet, bilimsel bir tespite dikkat çekerek çağın insanına, hakikate vesile olacak bir ipucu da veriyor.

İnsan bedeniyle ilgili ulaşılan bilgilere göre, acıyı beyne ulaştıran sinirlerin, iç organlarda değil, zarlarda ve deride olduğu söyleniyor. Yani, deri yanınca acı hissedilir, iç organların yanması gerekmiyor.

Dolayısıyla, insan bedeniyle ilgili tespit edilen bu bilgi ile "derilerini başka deriler ile değiştiririz ki acıyı duysunlar" ayet mealinin birebir örtüşmesi, Kur’an’ın evrensel ve Allah sözü olduğunu gösterir. Zira on beş asır önce deriyle ilgili hiçbir beşer bu bilgilere sahip değildi.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
5
İslami Yaşam Hayat Toplum ve Aile / Okumak Anlamak Yaşamak
« Son İleti Gönderen: webtasarim Dün, 08:24:42 ÖS »


Okumak Anlamak Yaşamak

Akıllı ve sorumlu bir varlık olarak yaratılan insanın bunun bir gereği olarak bilmediği şeylerin peşine düşmemesi ve bilgisizce hareket etmemesi yine Kur'an'ın bir tavsiyesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذٖينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذٖينَ لَا يَعْلَمُونَؕ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَاب

"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu, ancak akıl izan sahipleri bunu anlar.” (Zümer, 39/9.)

Yüce Allah’ın (c.c.) insana vermiş olduğu ve onu diğer varlıklara karşı üstün kıldığı en önemli özelliklerden biri akıldır. İnsan, aklı sayesinde öğrenir, düşünür, doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü ayırt eder. Akıl ve irade sahibi olması insanı aynı zamanda sorumlu bir varlık hâline getirir. Bu durumda insan aklını kullanacak, okuyacak, öğrenecek, iradesiyle doğruyu bulacak, hakikati arayacaktır. Aklını kullanmak suretiyle bilgiye ulaşacak, elde ettiği ilimle eşyanın ve olayların hakikat ve mahiyetini kavrayıp idrak edecektir.

Kur’an’da ilim kökünden türeyen kelimelerin yaklaşık 750 yerde geçmesi (Muhammed Fuad Abdülbaki, el-Mu’cemü’l-müfehres li elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, s. 469-481.), bilginin ve bilme faaliyetinin Kur’an mesajı bakımından önemini ortaya koymaktadır. Bilmek, anlamak, düşünmek, idrak etmek gibi anlamlara gelen fehm, şuur, taakkul ve tefekkür gibi kelimeler de dikkate alındığında Kur’an’da ilim ve idrake verilen önem daha iyi anlaşılmaktadır. (Mevlüt Erten, Kur’an’da Bilgi-Amel (Eylem) İlişkisi, Diyanet İlmi Dergi, 43/2 (2007), s. 138.)

İlmin nazari ve amelî olmak üzere iki kısma ayrıldığını söyleyen Ragıp el-İsfehani’ye göre nazari bilgi, bilinenin idrakiyle kemale ulaşır; varlıkları bilmek gibi. Amelî bilgi ise ancak amelle tamam olur; ibadetler ilmi gibi. (Ragıb el-İsfahani, el-Müfredat, 343.) Bu tanım, ilmin amelî yönünü ortaya koyması açısından dikkat çekicidir. Zira ibadetler için sadece bilmek yeterli değildir. İbadet, bilginin amele yansımasıdır.

En güzel şekilde yaratılan insanın (Tin, 95/4.) bu üstünlüğünün bir yönü de akıllı bir varlık olmasından dolayı ilim öğrenme yeteneğine sahip olmasıdır. Hz. Âdem’in yaratılışını konu edinen ayetlerde onun yeryüzünde halife olarak yaratılacağı ifade edilirken bu sorumluluğu yerine getirebilmesi için Yüce Allah (c.c.) tarafından kendisine bütün isimlerin öğretildiği de bildirilmektedir. (Bakara, 2/30-31.) Bu hakikat, aynı zamanda bilginin sorumluluk gerektirdiğinin de ifadesidir. Aynı şekilde, bilgi ile iman arasında da sıkı bir ilişki vardır. Zira iman, taklidî ve tahkikî olmak üzere iki kısma ayrılır. Kişinin bilgiye dayanmaksızın, çevresinin etkisi ve telkiniyle iman etmesi taklidî iman iken delillere, bilgi ve araştırmaya dayanarak iman etmesi ise tahkikî imandır. Aslolan ise bir Müslümanın imanını taklitten tahkike çıkarabilmesidir. Böylece imanı güçlenecek, dışarıdan gelen saldırılar karşısında direnebilecek, sarsılmadan ayakta kalabilecektir.

Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ve insanlığa ilk hitap olan Alak suresinin “Oku!” emri ile başlaması, ilmin insan için önemini ifade etmesi açısından son derece manidardır. Burada emredilen okuma, basit bir okuma değildir. Zira ilim salt bir okuma değil kavrama, idrak etme ve amele yansıtma gibi çok yönlü bir faaliyettir. Kur’an ayetlerinin yanında tabiattaki ayetleri de okuması istenen insan, okuyup anlamlandırmak ve gereğince amel etmekle mükellef kılınmaktadır. Eşya ve olaylara bakmak, aralarındaki ilişkileri kavramak, varlık sebeplerini keşfetmek Kur’an’ın öngördüğü bir husustur. Kur’an, eşya ve olayları zahirî görünüşleriyle algılamayı yeterli bulmaz; onların künhüne vâkıf olunmasını ister. Zira Kur’an’da yer verilen Hz. Musa ile Hızır kıssası bize gösteriyor ki olayların gerisinde muhakkak bir hikmet vardır. (Kehf, 18/65-82.)

O hâlde insan, tüm bu okumaları “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak, 96/1.) ayeti gereğince, Allah’ın (c.c.) kendisine verdiği bilgi ile Allah adına yapmalıdır ki doğru okuyup anlamlandırabilsin. Temelinde iman, ihlas ve samimiyet gibi değerler olmayan bir okuma insanı hakikate ulaştıramayacaktır. Tüm bu okumaları yapıp gereğince amel edebilmenin sonucu ise tam bir kulluktur. Çünkü bilmek, sorumluluğu yani teslimiyet ve kulluğu gerektirir. Kur’an’da akıl sahiplerine yönelik yer alan hitaplar, yine “düşünmez misiniz?”, “akletmez misiniz?”, “öğüt almaz mısınız?” şeklindeki hatırlatmalar hep Allah’a (c.c.) yaraşır şekilde kulluk etmeye tembihte bulunan ifadelerdir. Bu hakikatleri okuyup anlayabilen ve gereğince kulluk edebilen insanlar, “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu, ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer, 39/9.) buyruğu üzere Allah (c.c.) nezdinde diğer insanlardan daha üstün olacaklardır. “Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (c.c.) (gereğince) korkarlar.” (Fatır, 35/28.) mealindeki ayet de ilmin sorumlulukla olan ilişkisine bir diğer örnektir.

Akıllı ve sorumlu bir varlık olarak yaratılan insanın bunun bir gereği olarak bilmediği şeylerin peşine düşmemesi ve bilgisizce hareket etmemesi yine Kur’an’ın bir tavsiyesi olarak karşımıza çıkmaktadır. “İşte siz böyle kimselersiniz! Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysaki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.” (Âl-i İmran, 3/66.); “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra, 17/36.) mealindeki bu ve benzeri ayetler (Araf, 7/33; Hac, 22/3,8; Lokman, 31/20.) bilginin sorumluluk gerektirdiği gibi aynı zamanda bilgisizce hareket etmenin de sorumluluk gerektirdiğini öğretmektedir bizlere. İnsanın bilgisizce hareket etmemesi ve doğru bilgiye ulaşması adına kendisine ulaşan herhangi bir haberi araştırması da doğru bilgiye ulaşma yolu olarak Kur’an’da insana tavsiye edilen bir husustur. (Hucurat, 49/6.) Böylece insan hata etmekten kurtulmuş ve doğruya ulaşmış olacaktır.

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’e (s.a.s.) yönelik olarak yer alan “…’Rabbim, ilmimi artır’ de.” (Taha, 20/114.) mealindeki ilahi beyan, bilgi edinme konusunda ilahi yardımın talep edilmesine yönelik bir işarettir. İlk emri oku olan Kur’an’ın ilme, öğrenmeye, tefekkür etmeye, düşünüp ibret almaya yönelik emir ve tavsiyeleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde ortaya çıkan şudur ki bütün bunlar pratik hayata yansıdığı, gereğince yaşandığı zaman anlamlı ve değerlidir. Zira amelsiz bir ilmin meyvesiz bir ağaç gibi olduğu düşünüldüğünde davranışa yansımayan imanın, insanın ahlaki gelişimine katkısı olmayan bilginin Kur’an açısından bir önemi olmadığı ortadadır.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
6
Hüseyin Saray - Single Eserleri
5 / 00:00:21:25 / 49,03 MB

Hüseyin Saray - Benim Adım Türk (Single) 2024 - 320 Kbps (1 / 04:03)
------------------------------------------------------------------------------------------
Hüseyin Saray - Benim Adım Türk  04:03


Hüseyin Saray - Benim Adım Türkiye (Single) 2024 - 320 Kbps (1 / 03:39)
---------------------------------------------------------------------------------------------
Hüseyin Saray - Benim Adım Türkiye  03:39


Hüseyin Saray - İstemem (Single) 2023 - 320 Kbps (1 / 05:06)
----------------------------------------------------------------------------------
Hüseyin Saray - İstemem  05:06


Hüseyin Saray - Sana Olan Hasretimi Anlatamıyorum (Single) 2024 - 320 Kbps (1 / 05:56)
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Hüseyin Saray - Sana Olan Hasretimi Anlatamıyorum  05:56


Hüseyin Saray - Türk'ler Geliyor (Single) 2024 - 320 Kbps (1 / 02:39)
-------------------------------------------------------------------------------------------
Hüseyin Saray - Türk'ler Geliyor  02:39




Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap



İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.


7
Oruç / Oruç İnsanlığı Geliştirmelidir
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:40:52 ÖÖ »


Oruç İnsanlığı Geliştirmelidir

Gösterişin bulaşmadığı tek ibadettir oruç. Namaz, zekat ve hac gibi  ibadetlerde gösteriş söz konusu olabilir, ancak orucunu tutan kişi yalnız Allah için tutmuştur, başka bir seçenek yoktur. Bu sebepledir ki, Hz. Peygamberin bildirdiğine göre Allah (cc) şöyle buyurur;
"Oruçlu, yemesini, içmesini ve cinsel isteklerini benim için terk ediyor. Oruç benim içindir. Onun mükâfatını ben vereceğim." (Buhârî, Savm, 2)

Yüce Allah’ın, Dünya ve dünyadaki her şeyi insan için yaratmış olması, insana çok değer verdiğini gösterir ki, insanlara da bu değeri korumak ve yaşatmak düşer. Bu da, başta canın ve alınteri kazancın dokunulmazlığını korumakla gerçekleşebilir. Ne yazık ki, bugün dünyada yaşananlara bakıldığında, çağımızın en büyük sorununun insana gereken değerin verilmediği gerçeğidir. Akıl almaz buluşlar keşfeden insan, insanlığını geliştirme noktasında bir adım ileriye gidemiyor, hep geriye gidiyor, kan ve göz yaşı eksik olmuyor.

Kötülük ve düşmanlıkta yarışı bırakıp, iyilikte yarışma ve yardımlaşmaya geçilmeden insanlık gelişmeyecek. İnsanı yaratan Allah, yaşamı için gerekli her ihtiyacını düşünüp verdiği gibi, insanlığını geliştirecek yöntemleri de öğretmiştir; İman, adalet, merhamet, şefkat duygularıyla bedeni donatmak, şekilcilikten ziyade özü ve yaşantısı arasında uyumlu bir duruş sergilemektir.

Allah (cc) şöyle buyurur;

“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlilik değildir. Asıl erdemli kişi Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; sevdiği maldan yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgürlüğünü kaybetmiş olanlara harcayan; namazı kılıp zekatı verendir. Böyleleri anlaşma yaptıklarında sözlerini tutarlar; darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabrederler. İşte doğru olanlar bunlardır ve işte takva sahipleri bunlardır.(Bakara,177)

Ayetin verdiği mesajdan anlaşıldığına göre, Allah’a karşı ibadet vazifeleriyle birlikte insanlığa hizmet noktasında iyilikte yardımlaşmayan ve yarışmayan bedenlerde, insanlık yok olup gidiyor. Bu sorun genel olarak dünyanın sorunu olmakla birlikte, Müslümanlar arasındaki ilişkilerde de insani erdemlilik maalesef istenilen düzeyde değildir. Allah’a iman ve bunun gereği olarak O’na ibadet etmek çok kıymetlidir, ancak “Yaratılanı severim yaratandan ötürü” bilinci olmadan erdemli mertebesine ulaşılmıyor.
Yıllarca Kaben’nin özlemini çeken Hz. Muhammed (sas), Kâbe’yi tavaf ederken onun ihtişam ve azameti karşısında;

“Ey Kâbe! Sen ne güzelsin ve kokun da ne güzel!

Sen ne yücesin ve saygınlığın da ne yüce!

Ancak, Allah’a yemin olsun ki, müminin Allah kadındaki saygınlığı senden daha büyüktür.”  buyurmuştu. (İbn Mâce, Fiten, 2.)

Hiç bir mümin Kabe’ye hakaret etmez, Kabe’ye zarar verici bir davranışa cesaret edemez, ona saygısızlık yapamaz. Bu hassasiyeti ve nezaketi Kabe’den üstün sayılan mümin kardeşine karşı da göstermelidir. Aksi halde, o evin sahibi Allah’ın hoşnutluğuna ulaşamayabilir.

Bu yüzden oruç, sadece mideyi tutmak değil, aynı zamanda elini, dilini, gözünü ve kötü duyguları da tutmaktır. Nitekim Hz. Muhammed buyurur ki;

“Oruç bir kalkandır. Oruçlu, saygısızlık yapmasın, kötü konuşmasın. Eğer biri kendisiyle dövüşmeye veya sövüşmeye kalkışırsa, iki defa, "Ben oruçluyum." desin.” (Buhârî,Savm,2)

“Yalanı ve yalana göre hareket etmeyi terk etmeyenin yemeyi içmeyi bırakmasına Allah"ın ihtiyacı yoktur.”(Buhârî, Savm,8)

Alınteri helal kazancını Allah’ın isteği üzerine yemeyen ve içmeyen kişi, Allah’ın şiddetle yasakladığı başkasının alınteri kazancını çalarak veya aldatarak zimmetine geçirmesi düşünülemez.

Oruç, Allah’ın yarattığı temiz fıtratı hatırlatır ve on bir ay boyunca manen yıpranan bedenin özüne dönmesine yardımcı olur. Allah ile kurduğu bu bağ sayesinde ölmüş  insanlığın yeniden canlanmasına vesile olur. Diğer zamanlarda kaybettiğimiz merhameti ve yardımlaşmayı hatırlatır, sene boyu karnı aç olan yoksul ve muhtaçların durumu daha iyi anlaşılır.

Sonuç olarak; Allah’ı unutan, insanlığını unutur, kulluk ve sorumluluk bilincini kaybeder.

Kur’an der ki;

“Allah’ı unutan, bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar gerçekten yoldan çıkmışlardır.” (Haşr,19)

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
8
İSLAMİ YAŞAM HAYAT TOLUM VE AİLE / Sözleri İyi Okumak Gerekir
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:35:25 ÖÖ »


Sözleri İyi Okumak Gerekir

Doğru sözleri yakalayıp ardından gidenler Allah’ın kulu olma şerefine ulaşırlar.
Kur’an buyurur ki;

“Söylenenleri dinleyip de en güzeline uyan kullarımı müjdele! Doğru yolu bulan ve gerçek akıllı kimseler onlardır.” (Zumer, 18).

Kitaplar, dergiler, televizyonlar, gazeteler derken şimdi de sosyal medyanın gücüyle sözler kitlelere yön veriyor. Yukarıda geçen Kur’an ayetinde de temas edildiği üzere ifade özgürlüğü insan hakkıdır. Herkes konuşsun ve herkes dinlesin, ama dinleyenler duyduklarını mutlaka akıl süzgecinden geçirsin. İnanıyorsa, ayrıca Allah’ın kelamı Kur’an’a da arzetsin. Kur’an, güzel ve yararlı olan ne varsa serbest kılar, zararlı olanı da yasakladığından, doğru ve yanlışların tespiti noktasında dengi olmayan bir ölçüdür.

Araştırmadan ve anlamadan her söze inananlar kötü emellere alet edilir, kaos ve kargaşa çıkartmak için maşa olarak kullanılır. Dolayısıyla, sözler içerisine serpilen zehirlerle beyinleri felç etmek isteyenlere engel olmak ve hakikati algıyla perdeleme çabalarını boşa çıkarmanın yolu, sözleri iyi okumaktan geçer.

Kur’an-ı Kerim en güzel sözü şöyle tarif eder;

“İnsanları Allah’a çağırıp dine ve dünyaya yararlı iş yapan ve “Ben müslümanlardanım” diyenden daha güzel söz yoktur.” (Fussılet, 33)

Allah’ı hatırlatan ve O’nu sevdiren söz en güzel sözdür. Çünkü Allah, kulunun hem dünya hem ahiret mutluluğunu ister ve Allah’ı bilen dünyaya yararlı fert olur. “Müslüman” ismi de, Allah’a teslimiyeti ifade ettiği için güzel söz olarak nitelendirilmiştir. Bütün peygamberler, insanları Allah’a çağırmış ve kendilerini “Müslüman” adıyla tanıtmışlardır. İslam, bütün ilahi dinlerin ortak adıdır.

Nuh Peygamber der ki;

“Bana, müslümanlar içinde olmam emredildi.”(Yunus, 72)

İbrahim Peygamber;

“Ey rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan (müslümanlardan) eyle, soyumuzdan da sana teslim olacak bir ümmet çıkar.”(Bakara, 128)

Yakup Peygamber de;

“Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti; öyleyse Müslümanlar olarak can verin!”. (Bakara, 132)

Musa Peygamber der ki;

“Ey kavmim! Eğer Allah’a iman ettiyseniz, gerçekten Müslüman olduysanız, artık yalnız O’na güvenip dayanın.” (Yunus, 84)

İsa Peygamber ile ilgili olarak da Kur’an şunu nakleder;

“Îsâ onlardaki inkârcılığı sezince, “Allah’a giden yolda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?” diye sordu. Havâriler cevap verdiler: “Biz Allah için yardımcılarız; Allah’a inandık, şahit ol ki bizler Müslümanlarız.”(Al-i İmran, 52)

Allah’a çağıran sözün en önemli özelliği samimiyettir. Samimiyet ise  Allah’a, Peygambere, Kur’an’a, bütün insanlara karşı dürüst ve sözle yaşantı arasında uyumlu olmaktır. Zira, Allah’ın en nefret ettiği kişi, yapmadığını başkasına söyleyendir.

Kur’an der ki;

“Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok çirkin bir davranıştır.” (Saf, 2-3)

“Sizler kitabı okuduğunuz halde insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara,44)

Kaynağından aldığı bilgiyle kendisini aydınlatamayan, başkasına ışık olamaz. Peygamberimizin sözlerinin insanlarda kabul görmesinin arkasında yatan en önemli etken, söyledikleriyle yaşantısının uyumlu olmasıydı. O yapmadığı bir şeyi insanlara söylemezdi.

Allah’a çağıran sözde, toplumsal birlik ve beraberliği koruma, barış ve güveni hakim kılma, tevhid inancında insanları kardeş yapma gayesi vardır. Kur’an, din kardeşliğine çok önem verir. Çünkü dinin insanlara kazandırdığı birlik ve beraberliği hiçbir şey sağlayamaz. Renk, ırk ve dil gibi farklılıkları zenginlik ve Allah’ın varlığının kanıtı sayar. Irkçılığı üstünlük kabul edenleri şiddetle kınar. “Yaratılanı sev yaratandan ötürü” yaklaşımıyla en güçlü, kapsamlı ve samimi kardeşliği topluma kazandırır.

Bu sebeple, toplumu bölük parçalara ayıran, nefret ve kin tohumları eken sözler, Allah’tan uzaklaştıran zararlı sözlerdir. Allah’tan uzak kalmak nefse esir olmaktır. Nefis ise sadece kendisini düşündüğünden, başkalarının dünyasını kan gölüne çevirmekten rahatsızlık duymaz. Yaşanan acıların, akan kan ve göz yaşlarının arkasında bencillik ve nefsin ilahlaştırılması yatmaktadır.

Kur’an şöyle buyurur;

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın.” (Al-i İmran, 103)

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayınız. İşte onlar için büyük bir azap vardır.”  (Al-i İmran, 105)

“Ey Muhammed! Dinlerini bölüp gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” (Enam, 159)

“Bütün gönlünüzle O’na yönelin, O’na saygısızlıktan sakının, namazı kılın ve şirke sapanlardan, dinlerini parçalayıp her bir grubun kendindekini beğendiği fırkalara ayrılanlardan olmayın.” (Rum, 32)

“Allah ve resulüne itaat edin, birbirinize düşmeyin, sonra zayıflarsınız ve zaferi elden kaçırırsınız.”(Enfal, 46)

Ne ad altında olursa olsun tefrika ve bölücülük yapan, Müslüman olduğunu söyleyenleri tekfir ederek “Müslüman” ismini değersizleştiren, kulluk ve ibadet noktasında Allah’tan başkasına çağıran sözler, zararlı ve kötü sözlerdir.

Din, Allah’a aittir ve gayesi insanları sadece O’na kul yapmaktır. Allah’a kul olan kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Özünü Allah’a teslim eden kendisini iyiliğe adamıştır.

Dini istismar edip insanları kendi emellerine alet edenler ve böylece dini asli amacının dışına çıkarıp kula kul olmaya çağıran sözler Kur’an’a uygun değildir.

Allah’a alenen düşmanlık eden ve Allah’ın ayetlerini alay konusu yaparak insanları Allah’tan uzaklaştıranlara da itibar edilmez.

Allah (cc), Kur’an’la alay edenleri şöyle uyarıyor;

“İnsanlar arasında öyleleri vardır ki bilgisizlik yüzünden başkalarını Allah yolundan saptırmak ve o ayetleri alay konusu etmek için eğlendirici sözler kullanırlar; işte bunları alçaltıcı bir azap bekliyor.” (Lokman, 6)

Alay edenlere kananlara da şu hatırlatmayı yapar;

“Yüzleri ateşe çevrildiği gün, “Keşke Allah’a itaat etseydik, resulü dinleseydik” diyecekler. Ve ekleyecekler: “Rabbimiz! Biz efendilerimizi ve büyüklerimizi dinledik, onlar da bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları ağır bir şekilde lânetle!” (Ahzab, 66-68)

Allah, en iyisini bilendir.

MAHMUT GÖL.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ..
9
İnsan ve Hayat / Okumak Anlamak Yaşamak
« Son İleti Gönderen: fanidunya NET Dün, 07:28:47 ÖÖ »


Okumak Anlamak Yaşamak

Akıllı ve sorumlu bir varlık olarak yaratılan insanın bunun bir gereği olarak bilmediği şeylerin peşine düşmemesi ve bilgisizce hareket etmemesi yine Kur'an'ın bir tavsiyesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذٖينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذٖينَ لَا يَعْلَمُونَؕ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ

"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu, ancak akıl izan sahipleri bunu anlar.” (Zümer, 39/9.)

Yüce Allah’ın (c.c.) insana vermiş olduğu ve onu diğer varlıklara karşı üstün kıldığı en önemli özelliklerden biri akıldır. İnsan, aklı sayesinde öğrenir, düşünür, doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü ayırt eder. Akıl ve irade sahibi olması insanı aynı zamanda sorumlu bir varlık hâline getirir. Bu durumda insan aklını kullanacak, okuyacak, öğrenecek, iradesiyle doğruyu bulacak, hakikati arayacaktır. Aklını kullanmak suretiyle bilgiye ulaşacak, elde ettiği ilimle eşyanın ve olayların hakikat ve mahiyetini kavrayıp idrak edecektir.

Kur’an’da ilim kökünden türeyen kelimelerin yaklaşık 750 yerde geçmesi (Muhammed Fuad Abdülbaki, el-Mu’cemü’l-müfehres li elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, s. 469-481.), bilginin ve bilme faaliyetinin Kur’an mesajı bakımından önemini ortaya koymaktadır. Bilmek, anlamak, düşünmek, idrak etmek gibi anlamlara gelen fehm, şuur, taakkul ve tefekkür gibi kelimeler de dikkate alındığında Kur’an’da ilim ve idrake verilen önem daha iyi anlaşılmaktadır. (Mevlüt Erten, Kur’an’da Bilgi-Amel (Eylem) İlişkisi, Diyanet İlmi Dergi, 43/2 (2007), s. 138.)

İlmin nazari ve amelî olmak üzere iki kısma ayrıldığını söyleyen Ragıp el-İsfehani’ye göre nazari bilgi, bilinenin idrakiyle kemale ulaşır; varlıkları bilmek gibi. Amelî bilgi ise ancak amelle tamam olur; ibadetler ilmi gibi. (Ragıb el-İsfahani, el-Müfredat, 343.) Bu tanım, ilmin amelî yönünü ortaya koyması açısından dikkat çekicidir. Zira ibadetler için sadece bilmek yeterli değildir. İbadet, bilginin amele yansımasıdır.

En güzel şekilde yaratılan insanın (Tin, 95/4.) bu üstünlüğünün bir yönü de akıllı bir varlık olmasından dolayı ilim öğrenme yeteneğine sahip olmasıdır. Hz. Âdem’in yaratılışını konu edinen ayetlerde onun yeryüzünde halife olarak yaratılacağı ifade edilirken bu sorumluluğu yerine getirebilmesi için Yüce Allah (c.c.) tarafından kendisine bütün isimlerin öğretildiği de bildirilmektedir. (Bakara, 2/30-31.) Bu hakikat, aynı zamanda bilginin sorumluluk gerektirdiğinin de ifadesidir. Aynı şekilde, bilgi ile iman arasında da sıkı bir ilişki vardır. Zira iman, taklidî ve tahkikî olmak üzere iki kısma ayrılır. Kişinin bilgiye dayanmaksızın, çevresinin etkisi ve telkiniyle iman etmesi taklidî iman iken delillere, bilgi ve araştırmaya dayanarak iman etmesi ise tahkikî imandır. Aslolan ise bir Müslümanın imanını taklitten tahkike çıkarabilmesidir. Böylece imanı güçlenecek, dışarıdan gelen saldırılar karşısında direnebilecek, sarsılmadan ayakta kalabilecektir.

Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ve insanlığa ilk hitap olan Alak suresinin “Oku!” emri ile başlaması, ilmin insan için önemini ifade etmesi açısından son derece manidardır. Burada emredilen okuma, basit bir okuma değildir. Zira ilim salt bir okuma değil kavrama, idrak etme ve amele yansıtma gibi çok yönlü bir faaliyettir. Kur’an ayetlerinin yanında tabiattaki ayetleri de okuması istenen insan, okuyup anlamlandırmak ve gereğince amel etmekle mükellef kılınmaktadır. Eşya ve olaylara bakmak, aralarındaki ilişkileri kavramak, varlık sebeplerini keşfetmek Kur’an’ın öngördüğü bir husustur. Kur’an, eşya ve olayları zahirî görünüşleriyle algılamayı yeterli bulmaz; onların künhüne vâkıf olunmasını ister. Zira Kur’an’da yer verilen Hz. Musa ile Hızır kıssası bize gösteriyor ki olayların gerisinde muhakkak bir hikmet vardır. (Kehf, 18/65-82.)

O hâlde insan, tüm bu okumaları “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak, 96/1.) ayeti gereğince, Allah’ın (c.c.) kendisine verdiği bilgi ile Allah adına yapmalıdır ki doğru okuyup anlamlandırabilsin. Temelinde iman, ihlas ve samimiyet gibi değerler olmayan bir okuma insanı hakikate ulaştıramayacaktır. Tüm bu okumaları yapıp gereğince amel edebilmenin sonucu ise tam bir kulluktur. Çünkü bilmek, sorumluluğu yani teslimiyet ve kulluğu gerektirir. Kur’an’da akıl sahiplerine yönelik yer alan hitaplar, yine “düşünmez misiniz?”, “akletmez misiniz?”, “öğüt almaz mısınız?” şeklindeki hatırlatmalar hep Allah’a (c.c.) yaraşır şekilde kulluk etmeye tembihte bulunan ifadelerdir. Bu hakikatleri okuyup anlayabilen ve gereğince kulluk edebilen insanlar, “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu, ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer, 39/9.) buyruğu üzere Allah (c.c.) nezdinde diğer insanlardan daha üstün olacaklardır. “Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (c.c.) (gereğince) korkarlar.” (Fatır, 35/28.) mealindeki ayet de ilmin sorumlulukla olan ilişkisine bir diğer örnektir.

Akıllı ve sorumlu bir varlık olarak yaratılan insanın bunun bir gereği olarak bilmediği şeylerin peşine düşmemesi ve bilgisizce hareket etmemesi yine Kur’an’ın bir tavsiyesi olarak karşımıza çıkmaktadır. “İşte siz böyle kimselersiniz! Hadi hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız; fakat bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Oysaki Allah, her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.” (Âl-i İmran, 3/66.); “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme; çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra, 17/36.) mealindeki bu ve benzeri ayetler (Araf, 7/33; Hac, 22/3,8; Lokman, 31/20.) bilginin sorumluluk gerektirdiği gibi aynı zamanda bilgisizce hareket etmenin de sorumluluk gerektirdiğini öğretmektedir bizlere. İnsanın bilgisizce hareket etmemesi ve doğru bilgiye ulaşması adına kendisine ulaşan herhangi bir haberi araştırması da doğru bilgiye ulaşma yolu olarak Kur’an’da insana tavsiye edilen bir husustur. (Hucurat, 49/6.) Böylece insan hata etmekten kurtulmuş ve doğruya ulaşmış olacaktır.

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’e (s.a.s.) yönelik olarak yer alan “…’Rabbim, ilmimi artır’ de.” (Taha, 20/114.) mealindeki ilahi beyan, bilgi edinme konusunda ilahi yardımın talep edilmesine yönelik bir işarettir. İlk emri oku olan Kur’an’ın ilme, öğrenmeye, tefekkür etmeye, düşünüp ibret almaya yönelik emir ve tavsiyeleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde ortaya çıkan şudur ki bütün bunlar pratik hayata yansıdığı, gereğince yaşandığı zaman anlamlı ve değerlidir. Zira amelsiz bir ilmin meyvesiz bir ağaç gibi olduğu düşünüldüğünde davranışa yansımayan imanın, insanın ahlaki gelişimine katkısı olmayan bilginin Kur’an açısından bir önemi olmadığı ortadadır.

Dr. Bayram Köseoğlu.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

TÜM OKUYCULARIMIZI PAYLAŞIMA DAVET EDİYORUZ, DAVETLİSİNİZ.
10


Halk ve Yönetim Olarak Biz Nerede Yanlış Yapıyoruz

Son dönem yaşadıklarımız; iki üç hususta yoğunlaşmamızı, düşünüp kafa yormamızı ve çare bulmamızı gerektiriyor. Şimdiye kadar devletin ulaşamadığı hizmetleri vererek bilhassa öğrencilerin/gençlerin iyi yetişmesi için gayret gösteren cemaatlerin durumu, devlet ile rejimin özdeş hâle getirilmesiyle Kemalizmin-sekülerizmin ve laikliğin kutsallaştırılması ve İslâmsız Türkçülük ve İslâmsız Kürtçülük meselesi!

Cemaatlerin lüks, israf, konfor ve rehavet içinde basına ve sosyal medyaya yansıyan görüntüleri, vefat haberlerinin sonrasında meydana gelen başa geçme/liderlik sorunu dikkat çekici hâle getirilmiştir.

Ayet ve hadislere dayanan “Sade Hayat” hayat tarzımız olmalıydı. “Allah verdiği nimetleri kulunun üzerinde görmek ister” Hadis-i Şerifin yanlış anlamlandırılması, bencillik, üstünlük, gurur ve kibrin oluşmasının vesilesi olmuştur. Mümin önce “kul”dur. Peygamberler de “önce kul, sonra Resul”dür. Müslüman sadece Allah’ın rızasını kazanmak için yaşar. Allah’ın rızasını ihmal edenler; dünyayı da hayatı da imha ederler. Genel olarak yaşadığımız ahlak fecaatinin farkında bile değiliz.

Ahlâki davranış; Sadece iyi şartlarla sınırlı bir sorumluluk değil, her şartta yerine getirilmesi gereken bir yükümlülüktür. Şartların değişmesiyle değişen bir davranış ahlaki olma vasfını yitirmiştir. Müslümanların şu andaki hal-i pürmelali insan ve İslam diye bir derdi olan herkesi üzmekte ve derin derin düşündürmektedir.

Müslümanların imrenilen bir tarihi geçmişleri olmasaydı şu andaki halimize bakarak kimse İslam’ın iyi ve insani bir din olduğunu iddia edemezdi. Dünyayı ıslah ve her iki dünyanın mutluluğunu temin için gelen mükemmel bir ilahi nizam olduğuna inanamazdı. Yine de Müslümanların bunca perişanlığına rağmen İslam’ın; bilimin, teknolojinin, ‘ileri ülkelerin’ merkezlerinde bile yükseliyor olması onun böyle bir nizam olduğunu ispata yeter ama bizim Allah’ın istediği gibi kullar olmadığımız da açıktır. O halde keramet Müslümanlarda değil, İslam’ın fıtrat dini oluşundadır.

Verilen din eğitimi yetersizdir. İmanın şartları, İslâm’ın şartları, Allah’ın ve Peygamberlerin sıfatları gayet güzel sayılırken “küfür ve şirk” hakkında bilmemiz gereken hususlar bilinmemektedir. Meselâ ‘tâğut nedir’ biliniyor mu? Öğretiliyor mu? Sahabe çocuğa öğretirken “Amentü billahi ve kefertü tâğutî” (Allah’a iman ettim, tâğuti reddettim) diye öğretiliyordu, Ayetel Kürsi’den hemen sonra gelen ayetti öğretilen ayet. 

Yaşayalım diye gönderilen hayat tarzımızın kılavuzu, dirilerin/yaşayanların kitabı olan Kur’an-ı Kerim; ölülerin arkasından okutulan kitap olmuş Peygamber Efendimizin ümmetini Kıyamette Allah’a şikâyet ettiği tek konu “ümmetin Kur’an’ı mehcur bırakması” olmuştur.

Ayetteki mehcur bırakma; ‘hiç bilmeme, yabancı kılma, tamamen terk etme” değildir. Elinin altında olduğu halde faydalanmama, istifade etmemedir.

Dini, Kur’an-ı Kerim’i öğrenme gayreti göstermeyen, onunla amel etmeye çalışmayan, mânâsı üzerinde düşünmeyen, kafa yormayan, dindarlık; mümin kimliğini, mümin şahsiyetini sosyal hayata taşımayan dindarlık olur. Namazın her rek’atında okuduğu Fatiha’da “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz” deyip, daha namazdan çıkar çıkmaz tam tersini yapan bir dindar çıkar. Kur’an “Hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu yüklenmez” derken, kendi sorumluluğunu yükleyecek bir hoca, bir üstad, bir mürşit, bir şeyh, bir imam arayan dindar tipi çıkar. Salih amel işlemeden, Allah yolunda cihad etmeden, grup, fırka taassubuyla ‘din kardeşliği’ hissiyatını kaybeden, ‘Ümmeti Muhammed’in derdiyle dertlenmeyen, ‘mânevi egoist’ tipler, bağlı olduğu hocasının şefaatıyla kurtulacağına inanır. Başkalarının sırtında cennete girmek için planlar yapan bir dindar tipi çıkar.

Peygamber Efendimiz, “Kızım Fatıma! Babam Peygamber diye güvenme! Vallahi senin için de yarın bir şey yapamam. Ameline dikkat et!” diye çağları aşan sesiyle bizleri ikaz ederken, güzelim “şefaat” kelimesini istismar edenler çıkar. Dahası, her müminin boynuna yüklenen “Allah yolunda var gücünü harcama” (cihad) gibi bir farzın yanına yaklaşmayıp, gözleri ufukta Mehdi ve Mesih bekleyenler çıkar. Onların bu talebine bakıp iştahı kabaran ve “Ben Mehdi’yim, Ben Mehdi’nin habercisiyim! Ben Mesih’im” diyen uyanıklar ve onları pazarlayarak geçinenler çıkar. Siyasî kararlar dahil, verilecek “oy”ların partisi, patırtısı dahil, talimat ve emirlerin ‘Mânevî Rical’den mülhem verildiğini söyleyebilen tipler çıkar. Sorumluluğu, yapılanın yanlışlığını hatırlatırsanız; bu defa ‘vebal bana ait değil, emri verene aittir’ diyerek iradeyi iptal eden bir yapı ve anlayış çıkar. Hâsılı çıkar oğlu çıkar!

Hayatımızı Vahye inşa ettirmediğimiz, Peygamber Efendimizi rehber olarak almadığımız takdirde, ifrat ve tefride düşeriz, düşebiliriz. Masum ve mahfuz olan yalnız Peygamberlerdir.

Allah dini; “insanlığın dünyevi ve uhrevi saadeti” için göndermiştir. O dinin yaşanmasında örnek alınacak ilk şahsiyet, Peygamber Efendimizdir.

Kur’an-ı Kerim’deki ifadesiyle bizler için “üsveyi hasene”dir. Güzel bir örnektir. İmamlar, müezzinler, din görevlileri, vs. kendilerini sadece ‘devlet memuru’ olarak gördükleri müddetçe içinde bulundukları yanlışlıktan kurtulamazlar. Öncelikle Allah’ın memurudurlar. Allah Resulü bilinmeden, O’nun memuru ve temsilcisi olarak konuştuğu bilincini kuşanmadan ve anlattıklarıyla öncelikle kendisi amel etmeden bu heyecanı yaşamadan olmaz. Bilgi, icraat (eylem/amel), heyecan ve tefekkür olmadan hiçbir iş yürümez. İmam Rabbanî Hazretleri bunu ilim, amel ve ihlas formülüyle özetler. Benim mezhebim, meşrebim ya da üstadım böyle diyor, o halde doğru olan budur şeklindeki düşünce hatadır, yanlıştır.

Hata etmeyen bir kul yoktur. Kur’an-ı Kerim bizi ortak akılla düşünmeye teşvik eder. Bir mezhebe, meşrebe, fırkaya mensup olanlar; onun bütün söylediklerinin doğru olduğunu, onlara muhalif bir görüşün asla doğru olamayacağını iman derecesinde kabullenir ve diğerlerini bu imanın gereği olarak eleştirip reddeder. Bunun adı fırkacılıktır.

Çünkü kişinin hareket noktası İslam’ın sabiteleri değil fırkasının, mezhebinin ya da meşrebinin doğrularıdır.

Bunlar ilim konusu olmaktan çıkıp iman konusu haline gelmiştir, getirilmiştir.

Yaşar Değirmenci.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap
Sayfa: [1] 2 3 ... 10